Uluslararasıcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararasıcılık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİ VE JAPONYA DIŞ POLİTİKASI: “ ÜÇ DÜNYA ” NIN DOĞUŞU

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİ VE JAPONYA DIŞ POLİTİKASI: “ ÜÇ DÜNYA ” NIN DOĞUŞU 





Prof. Yuichi HOSOYA 
Keio Üniversitesi Uluslararası Siyaset Profesörü, Japonya 
SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 
Japonya, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık, Uluslararasıcılık, COVID-19 Sonrası, Dünyadaki Yeri, Amerikan Dünyası, Çin Dünyası, Diğer Dünya, 
Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur,

Yeni Koronavirüs olarak adlandırılan COVID-19’un hızla yayılması sonucu büyük güçlerin siyasi liderleri ve önde gelen stratejistler mevcut pandemi krizi nedeniyle dünyanın nasıl bir dönüşüm geçireceğini tartışmaya başladılar. 
Tartışmalar dünya siyasetinin iki büyük gücü olan ABD ve Çin arasındaki ilişkilerin gelecekteki seyrine odaklanmış görünüyor. Sözkonusu yeni Koronavirüs enfeksiyonu ilk olarak 11 milyonluk nüfusu ile merkezi Çin’deki en kalabalık şehir 
olan Wuhan’da ortaya çıkmış olsa da şu anda doğrulanmış en yüksek COVID-19 vakasına ve ölüm sayısına sahip ülke ABD’dir. 

Hem ABD hem de Çin kaçınılmaz olarak COVID-19’un yayılmasından etkilenecekler. Bazıları Koronavirüs’ün ABD donanmasına ait gemilerde ortaya çıkmasından ABD ordusunun ciddi şekilde etkileneceğini ve bunun Çin’in 
gücünü artıracağını savunuyor. Bununla birlikte birçok ülke Çin Hükümeti’ni Wuhan’da ortaya çıkan Koronavirüs enfeksiyonunu zamanında bildirmemesinden dolayı eleştiriyor. Çin Hükümeti’nin vatandaşlarının Japonya dahil olmak üzere 
yabancı ülkelere uçmasına izin vererek virüsün sınırlarının ötesine yayılmasını engellememesi de eleştiriliyor. 

Trump yönetimi de mevcut durumdan Başkan Donald Trump’a olan desteğin Başkanlık seçim kampanyasının tam ortasında düşüşe geçmesi nedeniyle oldukça rahatsızdır. 
Japonya açısından mevcut pandemi krizine dair birkaç önemli eğilim tespit edebiliriz. Japonya Hint-Pasifik bölgesinde ABD’nin en güçlü müttefikidir. 

Öte yandan, Çin akıllı telefonlar gibi bazı ana ürünleri için hayati öneme sahip 
sanayi parçalarının üretimi konusunda Japonya’dan gelen yatırımlara önem veriyor. ABD ve Çin’den sonra dünyanın üçüncü en büyük ekonomisi olan Japonya’nın takip ettiği dış politika COVID-19 sonrası dünya düzeninin şekillenmesinde etkili olabilir. 

ABD ve Çin Arasındaki Büyük Güç Rekabeti Yoğunlaşıyor 

Başkan Yardımcısı Mike Pence’in Vaşington’daki Hudson Enstitüsü’nde yaptığı tarihi konuşmadan sonra, Trump yönetiminin Çin’e karşı daha sert bir tavır almaya başladığı daha da netleşti. New York Times bu konuşmayı “Pence’in Çin hakkındaki konuşması ‘Yeni Soğuk Savaş’ alameti olarak görülüyor” başlığıyla duyurdu.1 ABD’nin önde gelen dış politika uzmanlarından birisi olan Walter Russell tüm bu gelişmeleri “İkinci Soğuk Savaş” olarak yorumlarken, Wall Street Journal’daki köşesinde Başkan Yardımcısı Pence’in konuşmasını “Henry Kissinger’ın 1971’deki Pekin ziyaretinden bu yana ABD-Çin ilişkilerindeki en büyük değişim” olarak değerlendirdi.

Bu nedenle, “Büyük Kopma”nın COVID-19’un 2020’nin başlarında yayılmasından önce başlamış olduğunu savunmak daha uygun olacaktır. Bu eğilimin artık geri döndürülemez bir hal aldığını ve hatta hızlandığını vurgulamamız gerekiyor. 
Pew Araştırma Merkezi’nin Mart 2020 tarihli kamuoyu anketine göre,Amerikalıların %66’sı Çin hakkında olumsuz görüşe sahipken sadece %26’sı olumlu görüştedir.3 ABD’de Çin’e yönelik olumsuz görüşler 2006’daki %29 oranından 2020 yılında %66’ya yükseldi. Son iki yılda ise olumsuz görüşler yaklaşık %20 arttı. 

Bu eğilim Amerikalıların Çin’i artık fırsattan çok risk olarak gördüklerini gösteriyor. Japonya’da ise durum biraz farklıdır. Nisan’da Japon halkının Devlet Başkanı Xi Jinping’i ağırlaması bekleniyordu. Sözkonusu ziyaret, bir Çin Devlet Başkanının 12 yılın ardından Japonya’ya gerçekleştireceği ilk ziyaret olacaktı. Bu nedenle Japonya Hükümeti Başkan Xi’nin ziyaretinin getireceği başarıya büyük önem veriyordu. Artan Çin-ABD gerginliğinden duyduğu kaygının da etkisiyle Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin Çin’e yaklaşımının son yıllarda eskisinden daha yumuşak hale geldiği sık sık dile getiriliyor. 

Çin ve Japon Hükümetleri, Başkan Xi’nin Nisan ayında Japonya’ya gerçekleştirmesi öngörülen devlet ziyaretini iptal etmeye karar verdikten sonra, Çin-Japon ilişkileri nin geleceği konusunda farklı bir tutum almaya başladılar. Nisan ayında Japon Hükümeti üretimlerini Japonya’ya geri taşıyan şirketler için 2 milyar dolarlık ekstra bütçe tahsis edeceğini açıkladı.
Bu arada Çin Hükümeti, Başkan Xi’nin ziyaretinin iptal edildiği açıklandıktan sonra Senkaku Adaları yakınlarındaki gemilerinin sayısını artırmaya karar verdi. 

Bu durum Japonya’da genel olarak COVID-19’un ABD ordusunda yaygın olarak görüldüğünün bildirilmesinden sonra Çin’in ABD’nin bu bölgeye müdahale etmeye ne ölçüde hazır olduğunu test etmeye yönelik bir adımı olarak yorumlandı. 
Bu gelişmelerin hepsi ABD-Çin ilişkilerinin bozulmasıyla sonuçlandı. ABD Başkanlık seçimleri de Koronavirüs krizinin daha da siyasallaşmasına neden oluyor. Koronavirüs’ün ABD’de yayılması karşısındaki yetersiz müdahalesinden kaynaklanan sorumluluktan kaçmaya çalışan Başkan Trump sürekli Çin’i eleştiriyor. 
Cumhurbaşkanı Xi’nin Japonya ziyaretinin iptal edildiğinin açıklanmasından sonra Japonya’nın eskisinden daha fazla ABD’nin yanında yer aldığı görülse de Japonya Çin’e karşı daha yumuşak bir tutum gösteriyor. Japon Hükümeti, Başkan Trump’ın defalarca hedef aldığı Dünya Sağlık Örgütü’ne mesafe koymak için güçlü bir irade göstermiyor. Japonya, ABD-Çin arasındaki sertleşen rekabeti eskisinden daha çok fazla dikkate almalıdır. İki büyük gücün Koronavirüs ile mücadele dahil olmak üzere önemli uluslararası konularda yakında işbirliği yapmaya başlayacağını varsaymak gittikçe zorlaşıyor. 

Amerikan Dünyası, Çin Dünyası ve Diğer Dünya 

Yakında Amerika merkezli dünya ile Çin merkezli dünya arasında daha büyük bir ayrışmanın görülmesi muhtemeldir. 
Her iki taraf da uluslararası toplumu cezbetmek için yarışıyor. Fakat hem ABD’nin hem de Çin’in COVID-19 sonrası dünyada kaybeden taraflar olacağı düşünülebilir. İkisi de dünyanın dikkatini olumlu yönde çekmekte başarısız olurken, kendi içlerinden gelen ciddi eleştirilerden muzdaripler. Ayrıca, popülizmin yaygınlaşması büyük güçlerin uyguladıkları politikaları duygulara ve milliyetçiliğe hitap eder hale getirdi. Bu nedenle, Koronavirüs ile mücadelede konusunda uluslararası işbirliği nin sağlanması olasılığı artık eskisinden daha az. COVID-19 Sonrası Dünya ve Japonya’nın Dış Politikası: “Üç Dünya”nın Doğuşu O halde, COVID-19 sonrası dünya düzenini şekillendirmede hangi ülke daha önemli hale gelecektir? 

Koronavirüs’ün yayılmasını etkili bir şekilde kontrol altına alabilen ülkeler ekonomilerini diğerlerinden daha önce yoluna koyabilecektir. Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur ve Japonya gibi Doğu Asya güçleri COVID-19’un yayılmasını en iyi kontrol edebilecek ülkeler arasında yer alıyorlar. Bu ülkeler 2003’te Hong Kong’da başlayan SARS’ı tecrübe etmiş olmaları sebebiyle ortaya çıkan yeni bir pandemi için daha hazırlıklı görünüyorlar. 

Japonya’daki ölüm oranları İngiltere’den yüz kat ve ABD’den kırk dört kat daha azdır. Japonya’da teyit edilen vaka sayısı ile ölüm oranları da en alt düzeyde olduğu için Japon Hükümetinin sokağa çıkma yasağı uygulamasına gerek 
kalmadı. Japonya ekonomisi ciddi hasar görmüş olsa da Japonya sağlık sistemi herhangi bir çöküş yaşamadı. 

Başkan Yardımcısı Pence, Çin’e karşı çok daha çatışmacı bir tutum almaya başlarken, Japon Hükümetinin “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” vizyonu olarak adlandırılan yeni bir diplomatik girişimi desteklediğini hatırlatmamız gerekiyor. 
Japonya hem kurallara dayalı uluslararası düzeni hem de benzer düşünen ülkeler arasındaki işbirliğini pekiştirerek sözkonusu dış politika vizyonunu sürdürebilir. 
Japonya, Kapsamlı ve Yenilikçi Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı (CPTPP) ve AB-Japonya Ekonomik İşbirliği Anlaşması/Stratejik İşbirliği Anlaşması’nı (EPA/SPA) güçlendirerek sözkonusu dış politika vizyonunu geliştirebilir. 

Bu iki büyük serbest ticaret anlaşması COVID-19 sonrası dünyada serbest ticaretin sürdürülmesi için önemli bir eşik olacaktır. Ayrıca, Japonya hem çok taraflılığı hem de DSÖ gibi uluslararası kuruluşları desteklemeye devam edebilir. 

Japon halk sağlığı sisteminin son yüzyılda dünyanın en etkili halk sağlığı sistemlerinden biri olduğunu da hatırlatmamız gerekir. Bu, diğer Doğu Asya güçleriyle birlikte Japonya’nın önemli bilgi ve araçların yanı sıra Avigan gibi antiinfluenza ilaçları sağlayabileceği anlamına geliyor. Japonya, sözkonusu anti-influenza ilacı Avigan’ı 38 ülkeye ücretsiz olarak dağıtmaya başladı. Hastalığın bulaştığı çok sayıda Japon Avigan kullanarak beklenenden çok daha hızlı iyileştiler. 

Küresel bir lider olmayan Japonya, ABD ve Çin ile eşit güce sahip olmasa da “diğer dünyada” işbirliğinin geliştirilmesinde önderlik yapabilir. Elbette, bu ülkeler ABD ve Çin’i uluslararasıcı politikalar ortaya koymaya daha istekli olduklarında aralarına kabul edebilirler. Böyle bir uluslararasıcı politika Koronavirüs’ün ikinci ve üçüncü dalgalarının yayılmasını önlemeye yardımcı olabilecektir. 

Notlar 

1. Jane Perlez, “Pence’s China Speech Seen as Portent of ‘New Cold War,’” The New York Times, 5 Ekim 2018. 
2. Walter Russell Mead, “Mike Pence Announces Cold War II,” Wall Street Journal, 8 Ekim 2018. 
3. Kat Devlin, Laura Silver ve Christine Huang, “U.S. Views of China Increasingly Negative Amid Coronavirus Outbreak,” 
    21 Nisan 2020, Pew Araştırma Merkezi. 
4. Isabel Reynolds ve Emi Urabe, “Japan to Fund Firms to Shift Production Out of China,” Bloomberg, 9 Nisan 2020, 
    https://www.bloomberg.com/news/articles/2020-04-08/japan-to-fund-firms-to-shift-production-outof-china. 


***

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? TAKDİM VE AÇILIŞ

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK?  TAKDİM VE AÇILIŞ





TAKDİM 
Sadece birkaç ay öncesinde, dünyanın içinden geçmekte olduğu muazzam değişimi hiç kimse tahmin edemezdi. 
Halihazırda, tek bir milleti dahi teğet geçmeyen COVID-19 milyonlarca insana bulaştı ve şimdiye kadar yüzbinlerce can aldı. Bunun yanı sıra, uluslararası ve yurtiçi insan etkileşimi neredeyse tamamen durdu. Türkiye de dahil olmak üzere, bazı ülkeler pandemi eğrisini aşağı doğru çekmeyi başarmış olsa da, maalesef toplam aktif vaka sayısı artmaya devam ediyor. 

Şu veya bu şekilde, COVID-19 her birimizin hayatına tesir etti ve aklımıza gelen her şeyi etkiledi. Bütün ülkeler bu sürece dahil ve küresel işbirliğine şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Gerçekten, pandemi uluslararası sistemdeki bazı ciddi eksiklikleri ortaya çıkarırken, virüse karşı ortak mücadelemizi kesintiye uğratacak tartışmaları erteleyerek, bu kritik zamanı krizin üstesinden gelmek için birlikte çalışarak kullanmak zorundayız. Zaman, farklılıklarımızı bir kenara bırakma ve kafa kafaya vererek, hepimizin iyiliği için rekabet yerine işbirliğine odaklanma zamanıdır. 
Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, virüsü kontrol altında tutmak ve Türk halkı üzerindeki etkilerini en aza indirmek için gerekli tüm adımları atmakta dır. Kurumlarımızın yorulmak bilmeyen çabaları ve vatandaşlarımızın çok değerli desteği sayesinde pandeminin zirve noktasını geride bırakmayı başardık ve normalleşmeye doğru ilerliyoruz. Pandeminin başlangıcından bu yana diğer ülkelerle ve ilgili uluslararası kuruluşlarla çabalarımızı koordine ediyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, diğer ülkelere destek sağlıyor ve küresel çabalara katkıda bulunuyoruz. 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bu süreçte şüphesiz önemli bir rol oynamakta. Ülkemizdeki ve dünyanın dört bir yanındaki özverili diplomatlarımız, yurtdışındaki vatandaşlarımıza ve yabancı meslektaşlarına ulaşarak çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Bakanlığımızın yeni kurulan Koordinasyon ve Destek Merkezi COVID-19’la ilgili operasyonumuzu yönlendirirken, 7 gün 24 saat esasına göre çalışan Çağrı Merkezimiz vatandaşlarımızdan gelen binlerce yardım talebini etkin bir şekilde işleme alarak sonuçlandırıyor. Şimdiye kadar, 130 ülkeden 85.000'in üzerinde vatandaşımız yurdumuza getirildi ve önümüzdeki haftalarda birçoğunun daha güvenli bir şekilde geri dönüşü için gerekli düzenlemeleri 
yapıyoruz. 

Halkımızın sağlığına öncelik veriyor ve bu doğrultuda konsolosluk çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aynı zamanda, şekillenmekte olan yeni jeopolitik ortama hazır olmak zorundayız. COVID-19 küresel siyasi ve ekonomik düzeni nasıl etkiliyor? COVID-19 sonrası dünya nasıl bir yer olacak? Yeni uluslararası ortam hangi fırsat ve tehditleri beraberinde getirecek? Bir yandan beyin fırtınası yapıp bu sorular üzerinde düşünürken, diğer yandan bu hususlara ilişkin değerlendirmelerinden faydalanmak amacıyla değerli uzman ve akademisyenlere ulaştık. Bakanlığımız ile akademik dünya arasında bir köprü görevi gören Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik düşünceyi Bakanlığımıza etkin biçimde taşıyor. SAM birkaç hafta önce “COVID-19 Sonrası Küresel Sistem: Eski Sorunlar, Yeni Trendler” ismini taşıyan ve 26 değerli Türk akademisyenin makalelerini içeren bir kitap yayımladı. Vakitlice hazırlanan, ilgi çeken ve aydınlatıcı bu kitabın ülkemizdeki karar vericiler ve düşünürlerin masalarında daha şimdiden yer bulmasından memnuniyet duyuyoruz. 

SAM daha sonra aynı soruları dünyanın farklı yerlerinden bir grup öndegelen entelektüele yöneltti ve “COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi?” isimli kitap, tüm bu beyin gücünden istifade edilmek suretiyle ortaya çıktı. 

Hiç düşünmeksizin bu kitabı, pandeminin neden olduğu kaydadeğer jeopolitik belirsizlik döneminde karar alıcıları destekleyecek en önemli akademik çalışmalar dan biri olarak tanımlayabiliriz. Yazarların her birine vizyonlarını bizimle 
paylaştıkları için teşekkür ediyorum. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ile SAM ekibine özenli çalışmaları ve Antalya Diplomasi Forumu’na kitabın hayata geçirilmesi sürecindeki kaydadeğer katkıları için ayrıca teşekkürleri mi sunuyorum. Bu kitapta paylaşılan tüm fikirlerin, hepimiz için daha iyi bir gelecek sağlamaya matuf çabalarımızda bize yardımcı olacağına inanıyorum. 

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı 

COVID-19 SONRASI DÖNEM: DAHA FAZLA REKABET Mİ YOKSA DAHA FAZLA İŞBİRLİĞİ Mİ YAŞANACAK? 

***


COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM 

Prof. Richard FALK

Princeton Üniversitesi Albert G. Milbank Uluslararası Hukuk Emeritus Profesörü ve Kaliforniya Üniversitesi Orfalea Küresel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, 

ABD Küresel Yönetişim, Uluslararasıcılık, Uluslararası Örgütler, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık,Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,
 
Giriş 

COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişim hakkında tahminlerde bulunurken hem temkinli hem de net olmak önem taşımaktadır. Temkinli olunmalıdır. Zira Koronavirüs salgınının ne zaman biteceği de dahil olmak üzere birçok belirsizlik bulunmaktadır. Salgın ekonomi tamamen yeniden açıldığında mı bitecektir? Birçok ülkeye dağıtılmak üzere bir aşı geliştirilip hazır olduğunda mı? Ulusal hükümetler, DSÖ veya BM Genel Sekreteri tarafından bittiği ilan edildiğinde mi? Yoksa ekonomi ve toplumsal kalıplar yeniden normal göründüğünde mi? 

Küresel yönetişim için alternatif gelecekler tasarlanırken, özellikle de beklentiler, gerekli olanlar ve arzu edilenler arasındaki ayırımı belirlerken net olmak da aynı derecede önem taşımaktadır. Net olmak küresel yönetişimle, halihazırda 
işleyen devlet merkezli dünya düzeninin koşullu ve yapısal eksikliklerini birbirinden ayırmakla da ilgilidir. Örneğin, dünya düzeninin önemli bir boyutu olan küresel liderliğin kalitesi ABD ve Çin'in tutumlarına ve yönetim önceliklerine, ayrıca 
BM Genel Sekreteri gibi önemli ahlaki otorite figürlerinin ve güçlü özel sektör menfaatlerinin etkilerine bağlıdır. Buna karşılık, COVID-19 krizinin yanı sıra iklim değişikliği, küresel göç ve uzun süren iç kargaşalardan oluşan ortak sınamaları 
çözmek için gerekli olan küresel işbirliğine ulaşmada yaşanan başarısızlıklar, sorun çözme konusunda yaşanan koşullu ve yapısal sınırlamalara işaret etmektedir. Devletler, özellikle de daha büyük ve daha varlıklı olanlar, küresel ve insani çıkarları göz önünde bulundurma konusunda isteksiz olmakta ve ulusal çıkarın kendilerine hizmet eden tanımlarını benimsemektedir. 

Bu nedenle küresel sınamalara karşı yapılan yönetişim müdahaleleri genel olarak hayal kırıcı olmaktadır. 

Dijitalleşmenin bölgesel olmayan karşılıklı bağlılığı ile milliyetçiliğin bölgesel zihniyeti arasındaki uyumsuzluk başka bir gerilim kaynağıdır. Belki de küresel yönetişime ilişkin en ciddi gerilimler, birkaç siyasi aktörün jeopolitik manevraları 
(örneğin, Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi üyeleri) ile yasalar karşısında daha hesap verebilir hale getirilen normal devletler arasındaki etkileşimden kaynaklanmaktadır. Bu faktörler II. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük yönetişim sınaması olarak aniden ortaya çıkan COVID-19’dan çok önce de mevcuttu. 

COVID-19’dan Çıkarılacak Yönetişim Dersleri 

Yönetişime ilişkin COVID-19’un ortaya koyduğu en açık ders, küresel ölçekli sınamalara dair büyük belirsizlik dönemine, istikrarsız dünya düzenine ve zamanlaması bilinemiyor olmakla birlikte yaklaşan tehditlere karşı yeterince 
hazırlıklı olunmadığıdır. Bu duruma iki farklı müdahale yolu mevcuttur. Birincisi, hükümetler ve halk tarafından, salgının önümüzdeki dönemde sağlık dışı konulara olası etkileri göz ardı edilerek, gelecekteki yeni salgınlarla daha etkili müdahale 
için sağlık politikalarının ve kapasitesinin daha merkezi hale getirilmesine duyulan ihtiyacın kabul edilmesidir. Bu yaklaşım, generallerin gelecekteki savaşlar için planlar yapmak yerine son savaşın hatalarını düzelttiklerine ilişkin tarihi kabule 
uygun olacaktır. 
Egemen devletlerin siyasi liderlerinin kısa vadeli performanslarıyla değerlendirilme leri ve bu liderlerin görev sürelerinin gelecekte ortaya çıkacak tehlikelerin somutlaşmasından önce sona ereceğini varsayma eğiliminde olmaları nedeniyle küresel yönetişim bağlamında sorunlar ortaya çıkmaktadır. 
Küresel sağlıkla ilgili olumlu düzenlemeler, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bütçesinin, bağımsızlığının ve yetkisinin salgınlar hakkında uyarı, tedaviye ilişkin öneriler ve güvenilir bilgi sunabilmesini temin etmek için büyük ölçüde artırılması nı hedeflemelidir. Bu aynı zamanda, özellikle ekonomik açıdan daha zor durumda olan ülkelerde eş zamanlı adımlar atmak ve sorunlarla mücadelede bilgi, yetenek ve maliyet paylaşımıyla işbirliğine dayalı usuller ve yetenekler geliştirmek anlamını taşımaktadır. Fiiliyatta bu, kriz yönetimine vurgu yapan küresel sağlık politikasına ilişkin iyi yönetişim uygulamalarını belirleyecek ve uygulayacak ölçüde yeterli düzeyde finanse edilmiş küresel yeterlilik anlamına gelmektedir. 

Bu tür olumlu düzenlemelerin yerine getirilmesi halinde, uluslararası kurumları güçlendirme, egemen devletlerin yeteneklerini artırma ve tüm sosyal etkileşim seviyelerinde önceden hazırlık ve işbirliği düzenlemelerine duyulan ihtiyacın farkına varma arasında bir uyum sağlanabilecektir. 

Bu bağlamda, devlet merkezli dünya düzeninin uyarlanabilir politika potansiyeli, küresel yönetişim yapılarında herhangi bir temel değişikliğe ihtiyaç duyulmadan harekete geçirilecektir. 
Bu politika odaklı yaklaşımın başarısı, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere önde gelen ülkelerin uyguladığı küresel liderliğin kalitesine de bağlı olacaktır. Temel endişe, ABD’nin küresel etkisinin, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde olduğu gibi anlayış ve taahhütler açısından uluslararası nitelikte mi, yoksa Trump’ın başkanlığı döneminde olduğu gibi içe dönük ve ulusal nitelikte mi olacağıdır. Bu hususta, 2020’de Trump’ın dört yıl için bir kez daha seçilip seçilmemesi gibi muğlaklık arz eden faktörler, COVID-19 krizi sona erdikten sonra küresel liderliğin yönünü saptamada belirleyici olabilecektir. Ayrıca, milliyetçi yönelimin salgın etkisini yitirdikçe devam etmesi, hatta güçlenmesi halinde Afrika ve Asya’daki ittifaklar da dahil olmak üzere diğer siyasi güçleri liderlik boşluğunu doldurmaya teşvik etmesi mümkündür.

    Milliyetçiliğin bunun yanında öngörülemeyen birçok sonuçla birlikte dünya ekonomisinde güçlü bir küreselleşme karşıtı eğilime yol açma olasılığı da bulunmaktadır. 

Sağlık Sektörünün Ötesinde. 

COVID-19 hususunda geniş ölçüde paylaşılan “hepimiz birlikteyiz” anlayışının, iklim değişikliği, nükleer silahlar, küresel göç, aşırı yoksulluk ve biyolojik çeşitlilik kaybı sorunlarına daha fazla küresel müdahaleyi olanaklı kılıp kılmayacağı sorusu önem taşımaktadır. Sağlık sektöründe yaşanan hızlı ve derin değişikliklerden alınan derslerin sağlık alanının dışında uygulanması, öncelikle, daha küresel ve geleceğe yönelik liderliğin ortaya çıkıp çıkmamasına bağlı olacak. Ancak, bu bile alışılagelmiş işleyişe dönülmesi baskısını yaratan kemikleşmiş belirli ekonomik çıkarlara sahip muhalefetin üstesinden gelinmesinde yeterli olmayabilecektir. 
Sağlık sektörünün iyileştirilmesi ve uluslararasılaştırılması konusunda belirli bir dirençle karşılaşılsa da, fosil yakıtların, savunma sanayinin, robotbilim ve otomasyonun düzenlenmesi hususlarındaki direnç çok daha güçlü olacaktır. 

Bu nedenle, COVID-19 deneyiminin sağlık dışı konularda politika oluşturma sürecinde dikkate alınmasını sağlamak, sadece devletler düzeyindeki ileri görüşlü liderliğe değil, küresel tehditlere karşı uzun süreli ve insani bir yaklaşım arayan 
popüler hareketler üzerinden toplumsal baskı oluşturulmasına da bağlı olacaktır. Bunun etkili olması halinde, Paris İklim Değişikliği Anlaşması (2015) ve İran Nükleer Program Anlaşması’nda (JCPOA) (2015) ön plana çıkarılan bu tür 
işbirliği yaklaşımlarının yeniden inşasını ve geliştirilmesini kolaylaştıracak enternasyonalizmi ve çok taraflı anlaşmaları destekleyen yeni bir siyasi atmosfer ortaya çıkabilir. 
Esas itibarıyla, COVID-19 sonrası beklentiler, siyasi uyum potansiyelinin, en endişe verici küresel sınamaları azaltmak ve böylece devlet merkezli küresel yönetişime olan güveni yeniden inşa etmek için yeterli düzeyde artırılıp 
artırılamayacağı ile ilişkilidir. Başka bir deyişle, bu beklentiler “dünya hükümeti” veya “devlet sonrası dünya düzeni” gibi yenilikçi dünya düzenine ilişkin kavramlar vasıtasıyla güçlü işbirliği ve kontrol mekanizmalarından ibaret küresel yönetişimin dönüştürülmesi anlamına gelmemektedir. 
Diğer küresel tehditler özellikle varlıklı toplumları doğrudan hedef alırsa, küresel yönetişime daha jeopolitik bir yaklaşım, yenilenmiş bir ABD enternasyonalizmi veya çevre ya da ekonomiye ilişkin acil bir durum karşısında Çin ile ABD ya 
da Rusya ve ABD’yi bir araya getiren yeni koalisyonlar altında ortaya çıkma olasılığı taşımaktadır. Bu da küresel yönetişimin jeopolitikte ve stratejilerini her zaman devletlerarası diplomasi ve uluslararası hukukun kısıtlamaları dışında kalarak sürdürmüş olan büyük güçlerin rolünde yapısal bir değişim anlamına gelmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri ve daha az ölçüde Çin sınırlarının çok ötesine uzanan bir mevcudiyet ve nüfuzla “küresel devletler” olarak algılanmakta dır, ancak siyasi çerçeve ağırlıklı olarak “devlet merkezli” olmaya devam etmektedir. 

COVID-19 sonrası dönem için üretilen makul senaryolarda, devlet merkezli dünyaya ve jeopolitik boyutlarına karşı yapısal bir sınama için yeterli bir gerekçe bulunmamaktadır. Küresel yönetişimin mevcut biçimine ilişkin üzerinde en çok tartışılan yapısal özellikler kapitalizmin son aşaması olan neoliberalizmin eşitsizliği ve küresel ısınmayı tetiklediğine yönelik iddialar ile ultra-milliyetçiliğin, 21. yüzyılın gerçekleri göz önüne alındığında gerici bir devlet davranış biçimi olduğuna dair görüştür. 

Sonuç 

COVID-19 salgınının ortaya çıkmasının hepimiz için büyük bir şaşkınlık yaratmasına benzer bir şekilde, COVID-19 sonrası dönemde de insanlığın muazzam bir belirsizlik içinde yaşadığını bir kez daha hatırlatan büyük sürprizlerle 
karşılaşacağız. Bu bilinçle, küresel yönetişime en mantıklı yaklaşım ihtiyatlı davranmayı gerektirir. İhtiyat için en iyi rehber, ilk aşamada tehditlerin derecelerine ilişkin kesinlik aramadan, bilimsel bilgi ve ilgili uzmanları dikkate alan tedbirli olma ilkesidir. Liderlerimiz tedbirli olma ilkesini uygulayan politikalarla rehberlik etmeyi öğrenirlerse, bu COVID-19 deneyiminden çıkarılacak en büyük ders olacaktır. 


***