Bölgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bölgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2017 Çarşamba

SUUDİ ARABİSTAN KRAL ABDULLAH SONRASI SUUDİ ARABİSTAN: BÖLGESEL VE KÜRESEL SİYASET



SUUDİ ARABİSTAN KRAL ABDULLAH SONRASI SUUDİ ARABİSTAN: BÖLGESEL VE KÜRESEL SİYASET 


















Selefi Kral Abdullah’tan Kral Selman’a, dış politikada muhtelif aktörlere karşı birçok cephede açılmış ve aynı anda devam eden diplomatik ve askeri mücadeleler miras kalmış bulunuyor. 

Özellikle, Suudi Arabistan’ın kuzeyinde ve güneyinde devam eden mücadeleler karşısında Kral Selman, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecinde elde ettiği stratejik kazanımları muhafaza ve maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası takip edecektir. 

Eyüp ERSOY 

Kral Abdullah’ın 23 Ocak’ta vefat etmesi ve yerine Selman bin Abdulaziz’in yeni kral olarak Suudi Arabistan’da iktidarın başına geçmesiyle birlikte, Kral Abdullah sonrası Suudi Arabistan’ın takip edeceği bölgesel ve küresel siyasetin değişim ve süreklilik ekseninde nasıl bir mecra takip edeceği konusu, Ortadoğu jeopolitiğinde ani bir öncelik ve kayda değer bir önem kazandı. Kral Selman’ın, kendisine miras kalan Suudi Arabistan’ın dış politikasında izleyeceği siyaset hususunda, kısa süreli idaresinde şimdiye dek attığı diplomatik adımlar temelinde, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecinde elde ettiği stratejik 
kazanımları muhafaza ve maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası takip edeceği söylenebilir. 

Bunun için öncelikle, ülkesel, bölgesel ve küresel ittifaklarını tamir ve tahkim etmesi beklenebilir. İkinci olarak, Arap Baharı sürecinde bölge kamuoylarında yıpranan itibarındaki tahribata karşı bir tamirat siyaseti uygulayacaktır. Kral Selman’ın, çok sayıda üst düzey yöneticiyi değiştirmesine karşın dışişleri ve petrol bakanlarını görevlerinde tutması da, Suudi Arabistan dış politikasında süreklilik unsurunun hakim olacağına dair bürokratik bir emare. 

Suudi Arabistan’ın Bölgesel Siyaseti 




İlk olarak, Körfez İşbirliği Konseyi, Suudi Arabistan’ın dış politikasının bölgesel eksenini oluşturuyor. Konsey’in Körfez’de istikrarın sağlanması ve Suudi Arabistan’ın hâkimiyetinde sürdürülmesi noktasında, Bahreyn’deki sivil gösterilere karşı Suudi Arabistan öncülüğünde Mart 2011’de başlatılan askeri harekâtın da gösterdiği üzere, hayati bir işlevi bulunuyor. 

Bu anlamda, Kral Selman’ın ikinci veliaht ilan ettiği Muhammed bin Naif’in ilk yurtdışı ziyaretini 10 Şubat’ta Katar’a yapması, Suudi Arabistan yönetiminin Konsey içerisindeki diplomatik gerginlikleri sona erdirme isteğini gösteriyor. Bilindiği üzere, özellikle Katar’ın Müslüman Kardeşler hareketine yönelik himaye siyaseti, örneğin sürgündeki Müslüman Kardeşler üyelerine ikamet izni vermesi üzerinden başlayan aleni diplomatik çekişme aylarca devam etmiş, Suudi Arabistan başta olmak üzere Konsey üyeleri Katar’a yönelik cezalandırıcı diplomatik tedbirleralmışlardı. Örneğin, Mart 2014’te Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, Doha’dan büyükelçilerini çekmişlerdi. Suudi Arabistan için Katar ile ilişkilerini düzeltmesi, bölgesel siyasetinde özellikle Yemen’de süren olaylara karşı izleyeceği siyasette oldukça önem kazanmış durumda. 

İkinci olarak, Yemen’de yönetimin İran destekli Şii Husi militanları tarafından ele geçirilmesi, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı’ndaki muazzam bir stratejik kaybı olarak değerlendirilebilir. 22 Ocak’ta Yemen Devlet Başkanı Mansur Hadi ile bakanların Husi militanlarının silahlı tehdidi altında istifa etmesi ve 6 Şubat’ta Husi militanlarının Yemen Meclisi’ni ilga ederek fiili olarak ülke yönetimini üstlendiklerini ilan etmesi, iktidar değişimi sürecinde iç kurumsal düzenlemelere odaklanmış Kral Selman yönetimini Yemen’deki bu oldubittiye karşı hazırlıksız yakaladı. 



 <  Körfez İşbirliği Konseyi’nin 7 Şubat’ta Yemen’deki yönetimin ele geçirilmesini hiçbir koşul altında kabul edilemeyecek bir darbe olarak nitelemesinin ve BM Güvenlik Konseyi’ni darbeyi sona erdirmeye davet etmesinin işaret ettiği üzere, önümüzdeki süreçte Yemen, Suudi Arabistan’ın dış politik mücadelesinin en mühim cephesi olacaktır. >

Üçüncü olarak, Mısır’daki yönetime karşı ise Kral Selman iktidarında bir söylemsel revizyona gidildiği görülüyor. Kral Abdullah, askeri bir darbe ile Mısır’da iktidarı ele geçiren General Abdulfettah el Sisi’nin en büyük destekçilerindendi. Örneğin, Mısır’daki askeri darbeden hemen bir hafta sonra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt ile birlikte 12 milyar dolarlık bir mali yardım sözü vermiş, ek olarak Mart 2014’te Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak ilan etmişti. Kral Körfez İşbirliği Konseyi’nin 7 Şubat’ta Yemen’deki yönetimin ele geçirilmesini hiçbir koşul altında kabul edilemeyecek bir darbe olarak nitelemesinin ve BM Güvenlik Konseyi’ni darbeyi sona erdirmeye davet etmesinin işaret ettiği üzere, önümüzdeki süreçte Yemen, Suudi Arabistan’ın dış politik mücadelesinin en mühim cephesi olacaktır. 

Abdullah’ın Sisi iktidarına yönelik maddi ve manevi yardımlarına karşın, Kral Selman yönetiminin Mısır iç siyasetine dair bir söylem revizyonunu tercih ettiği gözleniyor. Örneğin, 11 Şubat’ta Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el Faysal, Suudi Arabistan yönetiminin Müslüman Kardeşler hareketi ile herhangi bir sorunu bulunmadığı açıkladı. Bu söylemsel revizyonun esas sebebinin, Suudi Arabistan ve Mısır iç kamuoylarında ve bölgesel kamuoylarında darbe yönetimine verilen destekle birlikte yıpranan Suudi Arabistan’ın itibarını tamir etme ve ayrıca Mısır iç politikasında denge siyasetine yönelme olduğu söylenebilir. Yine de eylemsel zeminde, Kral Selman yönetiminin Mısır politikası kısa vadede değişmeyecektir. 

Dördüncü olarak, Suudi Arabistan’ın Suriye politikasında IŞİD’in ortaya çıkması ile değişen öncelik sıralamasının devam edeceği söylenebilir. Kral Selman 
yönetimi, IŞİD ile mücadelede Suudi Arabistan’ın uluslararası koalisyonun çabalarını teşvik etme ve destekleme politikasına ek olarak, eş zamanlı devam eden Suriye iç savaşında, Esad’ı devirmek amacından ziyade savaş sonrası oluşması beklenen güç dağılımının etkili bir parçası olacak iç müttefikler oluşturma ve kuvvetlendirme amacı güdecektir. 
Bu hususta, Suudi Arabistan’ın IŞİD karşıtı uluslararası koalisyonun 22 ülkeden savunma bakanları ve genelkurmay başkanlarının katıldığı 18 Şubat’taki toplantısına ev sahipliği yapması önemli bir diplomatik tavrı yansıtıyor. 

Son olarak, Suudi Arabistan’ın İran ile arasındaki, Arap Baharı sürecinde kapsamı genişleyen, şiddeti artan ve doğrudan mücadele ve dolaylı çatışmaya evrilen yapısal rekabet, farklı tezahürleri ile devam edecektir. Hususen, ABD’nin Irak işgali öncesinde İran’ı çevreleme siyaseti takip eden Suudi Arabistan’ın, 
özellikle Arap Baharı’ndaki gelişmeler sonucunda İran tarafından çevrelenmiş gibi görünen bir stratejik konumda bulunuyor olması, Kral Selman yönetimi için 
kabul edilemez bir durum. Ruhani yönetimin özellikle Yemen’de kazanılmış stratejik mevziyi muhafaza ve yeni oluşmuş mevcut duruma meşruiyet kazandırma hedefine yönelik olarak, Suudi Arabistan’a yaptığı uzlaşı çağrılarına Kral Selman yönetiminin bir cevap vermemesi, Suudi Arabistan’ın yeni yönetiminin bu rekabeti sürdürme iradesine işaret ediyor. 

Suudi Arabistan’ın Küresel Siyaseti 




Suudi Arabistan’ın dış politikasının küresel eksenini de, ABD ile ilişkileri teşkil ediyor. Kral Selman yönetiminin, ABD ile muhtelif siyasi ve iktisadi sahalarda devam eden ilişkilerde, Suudi Arabistan’ın stratejik hassasiyetlerini gözeterek, ikili işbirliğini geliştirme ve güçlendirmeye, bölgesel ve küresel politikalarda eşgüdüm içerisinde hareket etmeye yönelik geleneksel yaklaşımı sürdürdüğü görülüyor. İkili ilişkilere ABD’nin verdiği önem ise, Başkan Obama’nın 27 Ocak’ta Dışişleri Bakanı John Kerry, CIA Direktörü John Brennan, Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice’a ek olarak çok sayıda Cumhuriyetçi Parti mensubunda oluşan kalabalık bir ‘devlet’ heyeti ile Riyad’a gerçekleştirdiği ziyaret ile bir kez daha vurgulandı. 

Kral Selman yönetimi için, öncelikli olarak, Suudi Arabistan’ın tehdit algılamalarının ana kaynağı olan uluslararası terörizme karşı ABD ile işbirliği yapmak, ikili ilişkilerin ana gündemi oluşturmaya devam ediyor. ABD için de Suudi Arabistan, başta El Kaide ve IŞİD olmak üzere, uluslararası terör örgütlerine karşı ABD’nin gizli istihbarat savaşında ve açık askeri mücadelesinde vazgeçilmez müttefiklerinden biri. Ortak çıkarlara ve karşılıklı ihtiyaçlara dayalı bu işbirliğinin, Kral Selman’ın bürokratik kariyeri ile Suudi Arabistan’ın savunma ve askeri üst bürokrasisinde yaptığı değişikliler göz önüne alındığında daha etkin hale geleceği ifade edilebilir. Mesela, Kral Selman, kral olmadan önce Suudi Arabistan savunma bakanıydı ve yerine oğlu Muhammed bin Selman’ı atadı. Buna rağmen, Esad rejiminin akıbetine dair iki müttefik arasındaki taktik farklılaşmaların da mevcut olduğu hatırlatılmalı. 

İkinci olarak, Suudi Arabistan, ABD’nin küresel ekonomi politik stratejisinin enerji boyutunda uzlaşmaya açık ve işbirliğine istekli en önemli ortaklarından birisi. Son dönemde, Suudi Arabistan’ın düşen petrol fiyatlarına karşın petrol arzını azaltmayarak, yüksek maliyet ile petrol üreten ülkelerin petrol gelirlerinin görece azalmasına dolaylı olarak sebep olması, ABD yönetiminin Rusya’ya ve İran’a uyguladığı yaptırımları yine dolaylı ama ciddi oranda destekleyen bir enerji politikası izlemesi, ABD’nin küresel ekonomi politik stratejisine kuvvet veriyor. 

Son olarak ise, Suudi Arabistan için ABD’nin takip ettiği bölge siyasetindeki endişe verici durumlardan birisi, ABD-İran nükleer müzakerelerinin İran üzerindeki uluslararası baskının azaltılmasını ve İran ile arasındaki yapısal stratejik rekabette konumunun zayıflamasını netice verecek şekilde olumlu sonlanması ihtimali. Kısaca, Suudi Arabistan, İran ile müzakere değil mücadele yolunun tavizsiz şekilde tercih edilmesinden yana. Başkan Obama’nın Suudi Arabistan ziyaretinde İran ile nükleer müzakereler, görüşmelerin gündem maddelerinden biriydi. 

Kral Selman, bu görüşmede nükleer müzakerelere dair herhangi bir çekince ifade etmemiş olsa da, ABD-İran nükleer müzakerelerinin akıbeti, Kral Selman 
yönetimi için de endişe kaynağı olmaya devam edecektir.

 <  Kral Abdullah’ın Sisi iktidarına yönelik maddi ve manevi yardımlarına karşın, Kral Selman yönetiminin Mısır iç siyasetine dair bir söylem revizyonunu tercih ettiği gözleniyor. >


Selefi Kral Abdullah’tan Kral Selman’a, dış politikada muhtelif aktörlere karşı birçok cephede açılmış ve aynı anda devam eden diplomatik ve askeri mücadeleler miras kalmış bulunuyor. 

Özellikle, Suudi Arabistan’ın kuzeyinde ve güneyinde devam eden mücadeleler karşısında Kral Selman, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecinde 
elde ettiği stratejik kazanımları muhafaza ve maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası takip edecektir. 

Türkiye açısından, iki boyuta haiz bu politikanın stratejik kayıpları telafi etme boyutu daha önemli olabilir. 

Arap Baharı sürecinde maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası güdecek olan Kral Selman yönetimi ile bu politikaya yönelik atacağı adımlarda yakınlaşma olanakları araştırmak ve iki ülke arasında ortak çıkarların bulunduğu alanlarda işbirliği yapmak, 

Türkiye’nin Orta Doğu politikası açısından yeni bir diplomatik açılım getirebilecek bir seçenek. 


Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 


****

3 Ocak 2017 Salı

BÖLGESEL GELİŞMELER ABD VE SURİYE İÇ SAVAŞI YARINDAN SONRASINA HAZIRLIK,







 BÖLGESEL GELİŞMELER ABD VE SURİYE İÇ SAVAŞI YARINDAN SONRASINA HAZIRLIK, 





ABD’nin Suriye İç Savaşı’nı sona erdirme siyaseti için esas hedefi, iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda 
şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Eyüp ERSOY 


ABD yönetimi, beşinci yılının sonuna yaklaşan Suriye İç Savaşı’na yönelik, iç savaşı ve beraberinde getirdiği insani krizi sona erdirme noktasında 
geçen dönem içerisinde ciddi ve kalıcı tedbirler almaktan kaçındı ve Suriye’ye doğrudan müdahalesini IŞİD’e karşı hava harekâtları ile sınırlı tuttu. Başkan 
Obama’nın Haziran 2015’te ifade ettiği şekliyle, ABD, Suriye İç Savaşı’na yönelik hala tam bir stratejiye sahip görünmemekte. Buna mukabil, ABD yönetimi, Suriye’ye istikrar ve güvenlik getirme amacına yönelik diplomatik girişimleri BM çatısı altında canlandırma ve destekleme teşebbüslerinde nispeten aktif bir yaklaşım içerisinde. 1 Şubat’ta başlayan ancak herhangi bir netice alınmadan kısa süre içerisinde askıya alınan Cenevre görüşmelerine giden süreçte ABD yönetiminin izlediği diplomasi bu yaklaşımın bir örneği. Bu durum, tedrici olarak, ABD’nin Suriye İç Savaşı’na dair siyasetinde bir değişikliğe işaret etmekte. Burada altı çizilmesi gereken nokta, ABD’nin yeni siyasetinin Suriye İç Savaşı’nın sona ermesini nihai bir hedef olarak değil bir geçiş dönemi olarak telakki etmesi. ABD’nin yeni siyaseti için esas hedefi, Suriye’de iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Steven Haydemann’ın ifadesiyle, John Kerry’nin Esad rejiminin geleceğine dair Rusya ve İran’ın pozisyonunu benimsemesi ve Suriye muhalefetine benimsetme 
çabalarının 1 Şubat’taki Cenevre görüşmelerini ‘başlamadan berbat ettiği’ söylenebilir. 

 Siyaset Tercihleri, Tehdit Öncelikleri, Muhtemel Maliyetler 

ABD yönetiminin Suriye İç Savaşı’na yönelik kapsamlı ve zorlayıcı bir strateji geliştirememesinin ve ilan ettiği amaçlarını fiilen tatbik edememesinin muhtelif sebepleri mevcut. Birinci ve en önemli sebep, Başkan Obama’nın dış politikaya temkinli ve kendi ifadesiyle ‘uzun ve maliyetli kara savaşlarına’ mesafeli yaklaşımı. Obama, bir ABD Başkanı olarak gerçekleştirdiği son Ulusa Sesleniş konuşmasında, Suriye İç Savaşı’nı kastederek, ABD’nin krize düşen her ülkeyi devralamayacağını ve yeniden inşa edemeyeceğini, bunun bir liderlik değil sonunda ABD’yi zayıflatacak şekilde Amerikan kanının ve hazinesinin israfı demek olduğunu ifade etti. Ayrıca, Obama’ya göre bu, Vietnam’ın ve Irak’ın Amerikalılara çoktan öğretmesi gereken bir dersti. Kısaca, Suriye politikasını ‘stratejik sabır’ olarak niteleyen 

Obama, ABD’yi Irak’tan çıkaran bir Başkan olarak, yine kendi ifadesiyle Suriye’de bir ‘bataklığa’ saplamayı istememekte. 

İkinci sebep, ABD yönetimi için Suriye coğrafyasındaki öncelikli tehdidin Esad rejiminin değil IŞİD’in olması. Savunma Bakanı Ashton Carter, birkaç defa açık 
şekilde, ABD’nin IŞİD ile savaş halinde olduğunu beyan etti. Başkan Obama’yı, Esad’in gitmesinde ısrarcı olarak ABD’nin Suriye politikasını felç etmekle suçlayan Carter’ın selefi Chuck Hagel’e göre ise Esad hiçbir zaman ABD’nin düşmanı değildi. Robert Malley gibi güvenlik bürokrasisinden üst düzey yetkililer de bu görüşü savunmakta. 

Son bir örnek olarak, Suriye’de ABD kara birliklerinin konuşlandırılmasını savunan ABD’nin Türkiye eski büyükelçilerinden James F. Jeffrey, bu birliklerin münhasıran IŞİD’e karşı kullanılması gerektiği düşüncesinde. ABD’nin Suriye’deki tehdit öncelikleri, askeri müdahalesinin sınırlı olmasını ve sadece IŞİD’e yönelik icra edilmesini beraberinde getirmekte. Dışişleri Bakanı John Kerry de, ABD’nin Suriye’deki müdahalesinin sadece terörizm ile mücadeleye odaklandığını ifade etmiş bulunmakta. ABD, IŞİD’e karşı askeri mücadeleyi bir zaruret olarak görürken, Suriye İç Savaşı’na Askeri Müdahaleyi bir tercih olarak görmekte ve tercihini böyle bir müdahaleden kaçınma yönünde kullanmakta. 

Üçüncü sebep ise, iç savaş sürecindeki Suriye’ye kapsamlı bir askeri müdahalenin ABD’ye getirebileceği muhtemel maliyetler. Irak’ta yaşanana benzer şekilde, ABD yönetimi, Suriye’de de tek taraflı ve kapsamlı bir askeri müdahalenin siyasi, askeri ve iktisadi maliyetleri ile karşı karşıya kalmak istememekte. 
Irak’tan farklı olarak, Suriye’de hâlihazırda sürmekte olan acımasız ve çok taraflı bir iç savaşın ortasına atılmanın, bu maliyetleri katlayarak artırma olasılığı yüksek. Bu sebeplerden dolayı, ABD yönetimi, Suriye’de ilan ettiği kırmızı çizgi olan sivil halka karşı kimyasal silah kullanılmasının Esad rejimi tarafından alenen ihlal edilmesi durumunda bile Suriye’ye kapsamlı bir askeri harekât gerçekleştirmedi. Yine bu sebeplerden dolayı, ABD’nin böyle bir harekâtı, bundan sonra da gerçekleştirmesi beklenemez. ABD, geleneksel siyasi-askeri politikalarından olan çevreleme siyasetini sürdürme eğiliminde. Ancak, ABD yönetiminin, bu genel stratejik çerçeve içerisinde, uluslararası diplomatik girişimleri ile işaretini verdiği yeni bir politikaya yöneldiği gözlenmekte. 

Yarından Sonrasına Hazırlık Ya Da Bir Vekil Yaratmak! 

İç savaşlara askeri ve/veya diplomatik şekilde müdahil olan hiçbir dış aktörün, özellikle bölge dışı güçlerin, nihai maksadı, iç savaşı sona erdirmek değildir. 
İç savaşın sona ermesi, dış aktörler için, iç savaş sonrası siyasi mücadelenin ilk ve hayati bir aşamasıdır. Nihai hedef değil, bir ara dönemdir. Buradaki 
en önemli analitik ayrım, bir dış gücün iç savaşa dair siyaseti ile iç savaşın sona ermesine dair siyasetinin iki farklı politik yaklaşım olduğudur. 
Suriye İç Savaşı’na dair ‘tam bir stratejiye sahip olmayan’ ABD yönetimi, Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair yeni bir strateji ortaya koymaya çalışmakta. 

ABD’nin son dönemde müşahade edilen uluslararası diplomatik girişimleri bunun bir göstergesi ve ABD yönetimi, Suriye İç Savaşı’nın sona erdirilmesine dair görece ciddi bir irade sergilemekte. Bunun bir örneği, John Kerry’nin 23 Ocak’ta Riyad’da Suriye muhalefetini temsil eden Müzakere Yüksek Komitesi (HNC) temsilcileriyle yaptığı görüşmede ortaya koyduğu politik tavır. John Kerry, bu görüşmede, muhalefeti, Cenevre’de müzakere masasına oturmamakta direttiği takdirde ‘dostlarından temin ettiği yardımın etkileneceği’ şeklinde diplomatik bir üslup ile tehdit etti ve ABD’nin o zamana kadar en azından söylemsel olarak benimsediği politikayı terk ederek, müzakerelerin önşartsız ve uzun zamandır Rusya ve İran’ın savunduğu şekliyle, bir milli birlik hükümeti oluşturulmasına yönelik gerçekleştirilmesini istedi. 

Bu durum, ABD’nin Suriye muhalefetine kayıtsız bir desteğinin olmadığını, Suriye muhalefeti ile müzakere eden bir taraf olarak onu tavize zorladığını, kendi gündemi doğrultusunda kendi diplomatik amaçlarını takip ettiğini ve bu diplomatik amaçlar içerisinde en önemlisinin iç savaşın sona erdirilmesi olduğunu göstermekte. Ne var ki Steven Haydemann’ın ifadesiyle, John Kerry’nin Esad rejiminin geleceğine dair Rusya ve İran’ın pozisyonunu benimsemesi ve Suriye muhalefetine benimsetme çabalarının 1 Şubat’taki Cenevre görüşmelerini ‘başlamadan berbat ettiği’ söylenebilir. ABD’nin Suriye İç Savaşı’nı sona erdirme siyaseti için esas hedefi, iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Genel olarak, İç savaşlar sonrası Milli siyasetler, Vekalet siyasetleri haline gelir ve iç savaşın sona erme safhası, iç savaş sonrası dönemde harici güçlerin nüfuzunu artıracak bir ‘dahili ittifak siyaseti’nin hayati bir parçasını teşkil eder. Dolayısıyla, ABD’nin Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair siyasetinin tek olmasa da en stratejik boyutunu, iç savaş sonrası dönemde politik ve stratejik olarak ittifak edeceği ‘vekil/ler’ yaratmak ve kuvvetlendirmek oluşturacaktır. 

Bir dış aktör olarak ABD’nin dahili ittifak siyasetinin başarısı için, iç savaşın sona erme safhasında, muhtemel iç müttefiklerinin sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması önemli. Ayrıca, bir iç aktörün meşruiyetinin en önemli ifadesi ve tescili uluslararası müzakerelere katılmadır. Altı çizilmesi gereken diğer bir nokta, iç müttefiklerin daima kendilerini tehdit altında hissetmeleri ve himaye edici dış devletin diplomatik, ekonomik ve askeri yardımına kronik bir ihtiyaç halinde olmalarının, iç savaş sonrası dönemde dış aktörlerin nüfuzunu artıran ve daimi kılan bir etken olması. Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair siyasetinde, ABD’nin küresel sistemden kaynaklanan önemli bir avantajı da mevcut. ABD, Rusya da dâhil diğer birçok ilgili aktörden farklı olarak, iç savaşa fiili müdahale etmeden, diplomatik müdahale edebilme ve bu şekilde müzakerelerin sonucu etkileyebilme kabiliyetine sahip. 

İç savaşların sona erme safhası, dış aktörler arasında iç müttefik oluşturma ve paylaşımına dair bir rekabeti de beraberinde getirir. ABD’nin bu rekabette, askeri müdahalesinin kısıtlı olmasının da etkisiyle gecikmiş bir aktör olduğu ifade edilebilir. Ancak, 

ABD’nin dâhili ittifak siyasetindeki tercihinde, giderek artan biçimde Türkiye’nin bir terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’ye yöneldiği gözlenmekte. Bu yönelim devam ettiği takdirde, dâhili ittifak siyasetinde müstakbel vekili olarak PYD’nin, sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması yönünde ABD yönetiminin adımlar atması beklenebilir. 

ABD’nin dâhili ittifak siyasetindeki tercihinde, giderek artan biçimde Türkiye’nin bir terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’ye yöneldiği gözlenmekte. Bu yönelim devam ettiği takdirde, dâhili ittifak siyasetinde müstakbel vekili olarak PYD’nin, sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması yönünde ABD yönetiminin adımlar atması beklenebilir. Önümüzdeki süreçte, Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’na dair siyasetinde, alametleri tebarüz eden en ciddi meydan okuma, Türkiye ile ABD’nin dâhili ittifak siyasetlerindeki ayrışma olacağına kesin gözüyle bakılabilir. 


Araş. Gör, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

****

28 Aralık 2016 Çarşamba

ENERJİ’SİNE KAVUŞAN KOMŞULUK TÜRKİYE- IRAK KÜRDİSTANI BÖLGESEL YÖNETİMİ İLİŞKİLERİ BÖLÜM 4



ENERJİ’SİNE KAVUŞAN KOMŞULUK TÜRKİYE- IRAK KÜRDİSTANI BÖLGESEL YÖNETİMİ İLİŞKİLERİ BÖLÜM 4 

Kürdistan Bölgesel Yönetimi kontrolündeki enerji piyasasına en son dâhil olan Türkiye kökenli şirket ise Siyah kalem oldu. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu 12 Eylül 2013’te Siyah kalem Doğal gaz İthalat İhracat ve Ticaret A.Ş.’nin başvurusunu kabul ederek, Kuzey Irak’tan 26 yıllığına gaz ithalatı yapması için yetki vermesiyle gündeme gelen firma uzun bir süre Irak merkezi yönetiminden alım-satım sözleşmesi alamadığı için bekletiliyordu. Bu sözleşmeyi almamasına rağmen, Siyah kalem firmasına 2014 yılı için 0,7 milyar m3, 2015 için 1,5 milyar m3, 2016 için 2,5 milyar m3 ve 2017-2033 yılları için 3 milyar m3 doğal gaz ithalatı izni verilmesi söz konusu firmayı enerji piyasasının en güçlü aktörlerinden birisi haline getirdi.52 Siyah kalem’in Ankara ve Erbil arasındaki enerji ilişkilerinde Türkiye ayağını üstlenmesi Kuzey Irak’ta faaliyet gösteren Turkish Energy Company’nin Kürdistan doğal gazını Türkiye’ye getirme konusunda önemli bir aşama kaydettiğini de ortaya koydu. Mart 2013’te Erbil 
ve Ankara arasında yapılan anlaşmayla Turkish Energy Company’nin Kuzey Irak’taki 13 farklı enerji sahasında petrol ve doğalgaz çıkarma izni almış olması53 ve çıkarılan enerjinin Türkiye’ye ulaştırılması ayağının hayata geçirilmesi Ankara’nın Kuzey Irak enerji piyasasındaki pozisyonunu önemli ölçüde güçlendirdi.

Kürt petrolü ekseninde gündeme gelen bir başka Türkiye kökenli firma ise Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Türkiye üzerinden tankerle petrol ihracatına aracılık eden Powertrans’tır.54 

2012’den itibaren Kürt petrolünü Türkiye üzerinden dünya piyasasına ulaştıran bu şirket ilk aşamada petrolün büyük bir kısmını İtalya’nın Trieste kentine 
ve oradan da Fransa, Almanya, Hollanda ve Latin Amerika’ya transfer etmekteydi.55 Ekim 2012’de Trafigura ve Vitol gibi iki büyük petrol şirketinin Bölgesel Kürt Yönetimi ile yaptığı anlaşma kapsamında (Bağdat bu iki şirkete petrol ihracatı bağlamında önemli ölçüde bağımlı olduğu için bir nevi bypass edilmişti) taşıma işini üstlenen Powertrans’ın bu nedenle Kürt bölgesinde direkt bir inisiyatif aldığını söylemek zordur. 

PETROL PARASI VE HALKBANK

Ankara ve Erbil arasında yürütülen enerji transferi konusundaki görüşmelerde en dikkat çekici olan ayrıntılardan biri de Türkiye üzerinden ihraç edilen petrol gelirinin nereye yatırılacağı konusuydu. Buna göre, petrol bedeli Halkbank’a yatacak ve dekontlar düzenli olarak Bağdat ve Erbil’e gönderilecekti. Dolayısıyla, Irak Anayasası’nda öngörülen Irak petrol gelirinin yüzde 83’ünün merkezi yönetime yüzde 17’sinin de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne aktarılması Halkbank üzerinden sağlanacaktı.56 

Halkbank daha önce de İran’a yönelik ABD tarafından konulan ambargonun delinmesinde kurum olarak merkezi bir işlev görmüştü ve aynı zamanda Hindistan’ın İran ile yaptığı petrol ticaretinde aracı kurum olarak da devreye girmişti. Örneğin 2011 yılı içinde Hindistan 1,4 milyar dolarlık ödemeyi İran’a Halkbank üzerinden yaptığını açıklamıştı.57 

Bu ve benzeri adımlar ABD’nin Halkbank’a açık bir tavır almasına neden olmuş ve Wikileaks ile ortaya çıkan bir belgeye göre, ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı David Cohen Ekim 2009’da Halkbank yetkilileri ile görüşerek İran’a yönelik ambargonun delinmemesi konusunda uyarılarda bulundu.58 Daha sonra çeşitli vesilelerle ABD tarafından uyarılan Halkbank bu politikasını değiştirmeyince bu uyarılar politik bir karşılık da bulmaya başladı.59 Örneğin Nisan 2013’te ABD’de 47 vekilin desteğiyle “İran’ın uluslararası yaptırımları aşmak için beş yurtdışı ofisi ve Tahran’da da bir temsilciliği olan Halkbank’a yatırdığı mevduat üzerinden altını kullandığı yönündeki endişe” açık bir şekilde dile getirildi.60

Petrol gelirinin Halkbank’a yatırılması konusuna ilk ciddi itiraz Bağdat’tan geldi ve Bağdat Yönetimi Kürdistan petrollerinden elde edilecek tüm gelirin Kuveyt’e ödenen tazminat gerekçe gösterilerek New York’taki bir bankaya yatırılması gerektiğini dile getirdi.61 

17 Aralık 2013’te Halkbank Müdürü’nün rüşvet suçlaması ile gözaltına alınması bu tartışmalara yeni bir boyut ekledi ve Erbil bu durumda 2003 yılında 
Birleşmiş Milletler tarafından ABD’nin New York kentindeki JP Morgan Bankası’nda açılan Irak Kalkındırma Fonu hesabına yatırılma seçeneği üzerinde yoğunlaştı. 

 <  İran’a yönelik ABD tarafından konulan ambargonun delinmesinde merkezi bir rol oynayan Halkbank’ın ismi petrol gelirinin transferi konusunda da öne çıktı. >

25 Aralık’ta Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin Bağdat’ta yaptığı görüşmede petrol sevkiyatı konusunda anlaşma sağlandığının bildirilmesinden kısa bir süre sonra petrol gelirlerinin JP Morgan Bankası’na yatırılacağı basına yansıdı.62 Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar 
Bakanı Taner Yıldız bir açıklama yaparak Halkbank’ın “içinden geçtiği durumun süreci etkilemeyeceğini” belirtse de,63 Ankara ve Erbil arasında yapılan görüşmelerin en önemli ayağından birisi olan yıllık 26 milyar dolarlık para akışının Türkiye üzerinden gerçekleşme olasılığı ciddi ölçüde zarar gördü.

Bu gelişmeye rağmen Erbil yönetimi “Bağdat kontrolündeki hesaba paranın gitmesi” konusunda isteksiz olduğunu dile getirmeye devam etti.64 
Hatta konuya ilişkin basında çıkan haberlerde Erbil ve Bağdat’ın Türkiye üzerinden Kürt petrolünün transferi konusunda önemli ölçüde anlaştıkları, fakat anlaşmanın önündeki temel sorunun “gelirin yatacağı banka ve ticareti yapacak petrol şirketi” konusu olduğu belirtildi.65 

Ankara ve Erbil petrol gelirinin Halkbank’a yatırılıp buradan taraflara dağıtılması konusunda anlaşırken, Bağdat yönetimi ise gelirin ABD’de bir fonda toplanıp dağıtılması konusunda ısrarlarına devam etti.66 Bu tartışmalar devam ederken 90 milyon dolarlık bir gelirin Halkbank’a yatırıldığına ilişkin haberler basına yansısa da, Taner Yıldız bu iddiaların doğru olmadığını, Erbil ve Bağdat arasında gelirin yatırılacağı banka konusunda görüşmelerin devam ettiğini belirtti.67 

Dolayısıyla Ankara tarafı gelirin Halkbank’ta tutulması konusunda ısrarcı olmasına ve bu noktada Erbil’i de ikna etmesine rağmen, bu çalışmanın 
yazıldığı tarihlerde henüz bu konuda somut bir adım atılmış değildir. 

ABD VE DİĞER GÜÇLER

2003 Irak işgali sırasında ABD’ye en önemli desteği veren bölgedeki Kürt gruplar işgal sonrası Washington’un en önemli müttefiki haline gelmiş ve ABD’nin, Saddam sonrası Irak’ı yeniden yapılandırma politikasında öncü bir rol üstlenmişlerdi. Fakat bu gelişme ABD’nin bir taraftan Irak’ın bütünlüğünü sağlama diğer taraftan da bölgedeki müttefiki olan Türkiye’yi rahatsız etmeme temelindeki iki ayaklı politikasını tehlikeye atmıştı.68 

Bu çelişki gibi görünen durumdan bir çıkış stratejisi olarak Washington, 2007’den itibaren Ankara ve Erbil arasında yakınlaşmayı teşvik ederek69 hem Türkiye’yi rahatsız eden durumu tersine çevirmeyi hem de Irak’ın bütünlüğü konusunda ısrarcı olan Ankara’yı Irak siyasetinin merkezine çekmek yoluyla olası bir bölünmeyi engellemeye çalıştı. Fakat bu politika Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkilerin olumlu bir düzlemde ilerlemesine bağımlı olan bir stratejiydi. 2010’dan itibaren Ankara ve Bağdat ilişkilerinin gerginleşmeye başlaması ve bunun karşılığında Ankara’nın Erbil ile yakın bir işbirliği politikası izlemeye başlaması Washington’u politika değişikliğine zorladı. Ankara’yı Erbil ile yakın bir politika izleme konusunda destekleyen Washington yönetimi, bu kez söz konusu ilişkinin geldiği boyuttan rahatsız olmaya başladı ve Bağdat’ın denkleme katılması yönünde bir politika izlemeye yöneldi.

Ankara ve Erbil arasında enerji temelinde yaşanan yakınlaşma sürecine ABD’nin bakışını belirleyen temel dinamiklerin başında, bu yakınlaşmanın Erbil ve Bağdat arasındaki ilişkileri nasıl etkileyeceği sorusu gelmektedir. Üstelik Erbil ve Ankara arasında enerjinin transferi konusunda bir anlaşma sağlanması, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ABD’ye olan bağımlılığını en azından ekonomik düzlemde önemli ölçüde azaltma potansiyeli de içermektedir. Amerikalı karar vericilere göre, Ankara ve Erbil arasındaki yakınlaşma Irak’ın parçalanmasına kadar gidebilecek bir süreci tetikleme potansiyeline sahip olduğu için Irak’ın bütünlüğü aleyhine olan bu sarmalın durdurulması Türkiye’nin enerji konusunda politikasını gözden geçirmesine bağlıdır.70 İlk olarak Aralık 2012’de, Ankara enerji antlaşmaları temelinde Erbil ile yakınlaşmaya başlayınca, Washington bu yakınlaşmanın Irak’ı dağılmaya götürecek ve aynı zamanda Bağdat’ı İran’la yakınlaşmaya itecek riskli bir adım olduğu fikrinden hareketle Türkiye’yi eleştirmiştir.71 

Washington’dan gelen bu bağlamdaki eleştiriler üzerine Türkiye ExxonMobile gibi ABD’li enerji firmalarının Erbil ile yaptığı anlaşmaları öne sürerek benzer antlaşmaları yapmanın bir problem olmadığını ileri sürdü. Örneğin Erdoğan Nisan 2013’te yaptığı bir açıklamada Washington’un Ankara ve Erbil arasındaki ilişkilere karışmamasını istedi ve bu ilişkilerin tıpkı diğer ülkelerin Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan ilişkilerinden farklı olmadığını belirtti.72 2014’e gelindiğinde ise ABD’nin bu tutumunu kararlı bir şekilde sürdürmediği söylenebilir. Nitekim Reuters Haber Ajansı ABD ve İsrail’in Powertrans’ın tankerlerle Mersin ve Dörtyol limanlarına transfer ettiği Kürt petrolünü satın almaya başladıkları konusunda bir haber geçti.73 Buna göre, Bağdat’tan bağımsız Kürt petrolünün satışına karşı çıkan ve Ankara’yı bu temelde eleştiren 
ABD söz konusu petrolün müşterisi oldu.

Avrupa için ise Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltma politikası bağlamında Kürt doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa pazarına ulaştırılması önem arz ediyor. Rusya’ya bağımlılığın azaltılması noktasında devreye sokulan en önemli proje olan Nabucco, Hazar gazının sürdürülebilir miktarda olmaması, TANAP (Trans Anadolu Doğalgaz Hattı) gibi Türkiye’nin ortaya attığı alternatif projeler ve projeyi yürütecek şirketlerin zamanla projeden soğumaları gibi nedenlerle uzun bir süre askıya alındı. Kürt doğalgazının Nabucco’nun hayata geçmesini engelleyen ilk nedeni ortadan kaldıracağı ve projeye sürdürülebilir miktarda doğalgaz sağlanmasına imkân vereceği söylenebilir.74 Öte yandan, Rusya petrolünün yüzde 80’i başta Almanya ve Hollanda olmak üzere Avrupa ülkelerine giderken, doğalgazın yüzde 76’sı da yine Avrupa ülkelerine ihraç edilmektedir.75 






KANITLANMIŞ DOĞALGAZ REZERVLERİ



10 
15 
20 
25 
30 
35 
40 
45 
50 

Rusya 
İran 
Katar 
Türkmenistan 
ABD 
Suudi Arabistan 
Birleik Arap Em. 

trilyon metre küp 
Kaynak:
http://www.eia.gov/naturalgas/


Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarına yönelik bu yüksek orandaki bağımlılığı 2014’ün başında patlak veren Ukrayna/Kırım krizinde bir kez daha gündeme geldi. Avrupa’nın Rusya enerjisine önemli ölçüde bağımlı olmasının, Batı’nın Ukrayna müdahalesine tepki olarak Moskova’ya yönelik olası ekonomik yaptırımları önündeki en önemli engel olduğu göz önüne alındığında, Avrupa için alternatif enerji kaynakları ciddi bir alternatif olarak yeniden tartışılmaya başlandı. 

ABD ve Rusya arasında Soğuk Savaştan sonra en ciddi gerilimlerden biri Ukrayna ekseninde yaşanırken, Rusya’nın en büyük enerji şirketlerinden 
biri OAO Rosneft (ROSN), ExxonMobil ile Kuzey Irak’taki enerji sahasına yönelik lisans alabilmek için Mart 2014’ten itibaren görüşmelere başladı.76 Bu da, bir taraftan Batı’nın Rusya enerji sektörüne olası bir yaptırıma gitmesinin zorluğunu gösterirken diğer taraftan da Rusya’nın enerji piyasasındaki etkinliğine alternatif olabilecek alanlarda da rekabet gücünü artırma politikası izlediğini ortaya koymaktadır. Üstelik dünyanın en geniş kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin Rusya’da bulunduğu (44,4 trilyon m3) ve Avrupa’nın da enerji açığını kısa ve orta vadede çözme imkânı olmadığı göz önüne alınırsa Kürt doğalgaz ve petrolünün Rusya’yı ikame edebilecek bir alternatif gibi durmadığı söylenebilir. Bu nedenle Rusya’yı Avrupa enerji piyasasında dengelemenin “en makul” yolu, dünyanın en geniş ikinci doğalgaz rezervine sahip İran’ı (33,1 trilyon m3) Avrupa enerji pazarına entegre etmek gibi durmaktadır. Dolayısıyla 2013 yılından itibaren Batı’nın Tahran yönetimi ile nükleer müzakerelerde bir orta 
yolda buluşmaya başlaması bu politika değişikliğinin bir işareti olarak okunabilir. 

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Ankara ve Erbil arasındaki ilişkilerde enerji konularının merkeze taşınması taraflar arasında karşılıklı bağımlılık üretmesi nedeniyle ilk bakışta kısa ve orta vadede olumlu bir gelecek görüntüsü çiziyor. Fakat henüz yeni gelişen bu dinamiğin sürdürülebilmesi birçok farklı unsura bağımlı olduğundan Ankara-Erbil ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceğine dair yapılacak yorumlar tartışmaya açıktır. 





İlk olarak ekonomik karşılıklı bağımlılığın asimetrik bir bağımlılık olduğu söylenebilir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Türkiye’nin artan enerji ihtiyacına ve Ankara’nın enerji havzası olma politikasına önemli bir girdi sağlarken, Bağdat ile yaşadığı gerginlik dolayısıyla enerji ihracatı konusunda Türkiye’ye bağımlı bir görüntü sergilemektedir. 

Ankara olası bir gerginliği Erbil ile karşılaştırıldığında Rusya, Azerbaycan ve İran gibi farklı enerji tedarikçileri nedeniyle daha az kayıpla kapama imkânına sahipken, Erbil ise bir gerginlik durumunda alternatif noktasında zengin bir seçeneğe sahip gözükmemektedir.77 Dolayısıyla dengeli olmayan bu karşılıklı bağımlılığın sürdürülebilirliği ikili ilişkileri önemli ölçüde etkileme potansiyeline sahiptir.

İkinci olarak Bağdat’ın olası bir Ankara-Erbil anlaşması karşısında nasıl hareket edeceği sürecin devamını etkileyecektir. 

Örneğin, Kürt petrolünün Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara ulaştırılması tartışmasının yoğun olarak yaşandığı 2012 yılında Bağdat 25 milyar dolarlık 
dört farklı projede ortaklığı olan TPAO’nun güneydeki petrol sahalarında petrol arama kontratını iptal etmiştir.78 Fakat bu adım Erbil’de Türk firmaların önemli avantajlar elde ettiği düşünüldüğünde ikame edilebilecek gibi durmaktadır. 

Bağdat yönetiminin İran, ABD ve Suriye gibi aktörlerle olan ilişkisi ciddi şekilde Ankara’nın Erbil politikasını şekillendirme potansiyeli taşımaktadır. Bu potansiyel e rağmen Bağdat ve Ankara arasındaki gerginliğin önemli ölçüde liderler düzleminde (Erdoğan ve Maliki) yaşandığı göz önüne alınırsa, 30 Nisan 2014’te yapılan Irak seçimlerinin bu makale yazıldığı sırada öngörülen sonuçları Ankara-Erbil-Bağdat ilişkilerini büyük ölçüde şekillendirecektir. Erken öngörülere göre79 seçimlerin Irak’ta hükümeti kuracak şekilde belirli bir partinin başarısı ile sonuçlanmamış olması Erbil’in enerji politikasını hükümet pazarlıklarının önemli konularından birine dönüştürebilecektir

Üçüncüsü, Erbil ve Ankara arasında enerji görüşmelerinin temelde Barzani ve partisi üzerinden yürüdüğü dikkate alındığında bölgedeki diğer Kürt muhalif hareketlerin tavrı ve olası bir iktidar değişiminin süreci nasıl etkileyeceği önemli sorular olarak kenarda durmaktadır. Irak Kürdistan’ında ikinci güçlü siyasal hareket görüntüsü veren Goran Hareketi çeşitli vesilelerle Kürdistan hükümetinin Bağdat hükümetini bilgilendirmeden petrolü doğrudan Türkiye’ye göndermeye yönelik siyasetini kabul etmediğini açıkladı.80 

Dördüncü olarak Türkiye’de 2013’te başlatılan barış süreci ve bu bağlamda PKK’nın çizgisinin nasıl bir seyir alacağı da Ankara-Erbil Enerji yakınlaşmasını etkileme potansiyeline sahiptir. 

Türkiye sınırları içinde PKK şiddetinin yeninden başlaması olasılığı, PKK kamplarının Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde kalmaya devam etmesi nedeniyle Barzani’yi zor durumda bırakabilir.

Beşincisi, İran’ın 2013’ün ikinci yarısı ile birlikte başlayan Batı ile yakınlaşma politikasının bölge dinamiklerini nasıl etkileyeceği belirsizliğini koruyor. Örneğin, 2013 öncesinde Irak’ta merkezi yönetimi Şii temelinde destekleyen ve Batı ile sorunlu bir İran, Iraklı Kürtler için NATO üyesi ve AB’ye aday bir Türkiye karşısında tercih edilebilir bir seçenek değildi. Buna karşılık Batı ile sorunlarını önemli ölçüde çözmüş bir İran, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını çözebilecek bir potansiyele de sahiptir. Dolayısıyla Batı ile görüşme masasına oturan bir İran, Erbil yönetiminin de dikkatini çekmiş ve Erbil 2014’te Tahran ile enerji konularında bazı antlaşmalar imzalamaya başlamıştır.81 

Son olarak, Suriye Kürtleri ve buradaki PYD hareketinin nasıl bir çizgiye kayacağı tartışması da belirsizliğini koruyor. Dolayısıyla Suriye’deki merkezi hükümete karşı grupların ve özellikle Kürt hareketinin nasıl bir seyir izleyeceği Erbil-Ankara arasındaki ilişkileri etkileme gücüne sahiptir.

1980’li ve 90’lı yıllar boyunca Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik ilgisi, PKK’nın bölgede konuşlanması nedeniyle, PKK ile mücadele ekseninde şekillendi. 
2000’lerin ikinci yarısında Kuzey Irak’taki Kürt grupların otonom bir yapıya kavuşması ve ardından bölgede önemli miktarda petrol ve doğal gaz kaynaklarının keşfi Ankara’nın bölgeye yönelik politikasına yeni bir boyut kattı. Özellikle 2010’lu yıllarla birlikte enerji konusu Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerinde temel dinamik haline dönüştü. Bu çalışma, Ankara ve Erbil arasındaki ilişkilerde yeni bir parametre olarak devreye giren ve Türkiye’nin sadece Ortadoğu politikasını değil aynı zamanda iç siyasetini de etkileyen enerji ilişkilerini analiz etmeye çalışacaktır.


51. “Genel Energy’ye Kuzey Irak piyangosu”, Sabah, 10 Nisan 2013.

52. “Kuzey Irak gazı Siyahkalem’e”, Hürriyet, 14 Eylül 2014.

53. “K.Irak petrolü TEC’le aranacak”, Hürriyet, 16 Kasım 2013.

54. Şirket hakkında bkz. http://www.powertrans.com.tr/ 

55. “Kuzey Irak petrolü Türkiye üzerinden satılmaya başladı”, haber7.com, 1 Ocak 2014

56. “Kürt petrolü aktı, akacak”, Hürriyet, 4 Aralık 2013.

57. “Hindistan, İran’a petrol borcunu Halkbank’tan ödedi”, Hürriyet, 10 Ağustos 2011.

58. “Treasury Official on Fight Against Terrorist Financing”, 4 December 2009, Wikileaks, 
https://www.wikileaks.org/plusd/cables/09ANKARA1725_a.html.

59. Bu konuda kapsamlı bir rapor için bkz. Seda Kırdar, “ABD’nin İran’a Uyguladığı Altın Yaptırımı ve Olası Sonuçları”, Türkiye Ekonomi 
Politikaları Araştırma Vakfı, (Nisan 2013).

60. Tolga Tanış, “ABD’li vekiller Halkbank’a yaptırım istedi”, Hürriyet, 21 Nisan 2013.

61. Cengiz Çandar, “Kürdistan petrolleri ve Türkiye’nin Tercihleri”, Radikal, 15 Aralık 2013.

62. “Irak’tan flaş iddia: ‘Paralar Halkbank’ta toplanmayacak’”, Hürriyet, 28 Aralık 2013 ; “11,5 milyar $’lık Halk tezgâhı”, Sabah, 28 Aralık 2013.

63. “Kürt petrolü için yeni adres Halkbank”, Hürriyet, 28 Aralık 2013 ; “Ali Babacan: Kuzey Irak petrolleri için de Halkbank’ı kullanacağız”, t24, 8 Ocak 2014.

64. “Yoluna Bağdat’sız devam edebilir”, Hürriyet, 4 Ocak 2014.

65. Mehmet Nayır, “Türkiye Halkbank’ta direniyor”, Sabah, 9 Mart 2014.

66. “Kürt petrolü masaya yatırıldı”, Hürriyet, 17 Nisan 2014.

67. “Turkish energy minister denies selling Kurdish oil without Baghdad’s consent”, Hurriyet Daily News, 17 Şubat 2014

68. Ofra Bengio, “Ankara, Erbil, Baghdad: Relations Fraught with Dilemmas”, Ortadoğu Etütleri, c. 5, no. 1 (2010), s. 79.

69. Bu konuda Mayıs 2008 tarihli Wikileaks’te yayınlanan bir belge için bkz. “Scenesetter for Nechirvan Barzani’s Visit to Washington, Mayıs 20-21”, 
http://wikileaks.org/cable/2008/05/08BAGHDAD1526.html 

70. Massimo Morelli ve Costantino Pischedda, “The Turkey-KRG Energy Partnership: Assessing Its Implications”, Middle East Policy, 
c. 21, no.1 (2014), s. 107; Bu doğrultuda ABD medyasında çıkan iki yazı için bakınız. Ben van Heuvelen, “Iraq’s Kurdish Region Pursues 
Ties with Turkey - for Energy Revenue and Independence”, The Washington Post, 9 Kasım 2013; Tim Arango ve Clifford Krauss, 
“Kurds’ Oil Deals With Turkey Raise Fears of Fissures in Iraq”, The New York Times, 2 Aralık 2013.

71. Ben van Heuvelen, “Turkey weighs pivotal oil deal with Iraqi Kurdistan”, The Washington Post, 11 Aralık 2012.

72. Wladimir van Wilgenburg, “Erdogan Rebuts US Administration Over Oil Deals”, rudaw.net, 19 Nisan 2013.

73. “Israel, U.S. import disputed oil from Iraqi Kurdistan”, Reuters, 15 Mayıs 2014

74. Elliott ve Beryl, “Natural Gas Development in Kurdistan”, s. 43 ve 45.

75. “U.S. Energy Information Administration, Russia: Overview”, eia.gov, 12 Mart 2014. 

76. “Rosneft Said to Discuss Taking Stake in Exxon Kurdish Blocks”, Bloomberg, 26 Mart 2014.

77. Üstelik Erbil ve Ankara arasındaki ekonomik bağımlılık enerji alanıyla sınırlı değildir. Örneğin 2013 verilerine göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi içinde faaliyet gösteren yabancı menşeili firmaların 1500’ünü diğer bir ifadeyle yüzde 65’ini Türk firmaları oluşturmaktadır. Yine Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde satılan ürünlerin yaklaşık yüzde 80’i Türkiye’den gelirken, 2013 yılında Türk firmalar 
inşaat sektöründe 4,3 milyar dolarlık bir yatırım gerçekleştirmişlerdir. Bu ekonomik ilişkiler dış ticaret hacmine de yansımış ve 2009 yılında 4 milyar dolar olan dış ticaret hacmi çok kısa bir süre içinde 2013’de üç kat aratarak (petrol ve gaz ticareti hariç) 12 milyar dolara kadar yükselmiştir. Invest in Group, Kurdistan Review, (Express Basımevi, İstanbul: 2014), s. 47 ve 63; Cağaptay ve Evans, “Turkey’s Changing Relations with Iraq”, s. 9.

78. Balcı, “Türkiye’nin Irak Politikası 2012”, a.g.m., s. 126

79. Örneğin, Verda Özer, “Iraq Elections and Turkey”, Hurriyet Daily News, 3 Mayıs 2014; “Unresolved Iraqi Election Affects Turkey’s 
Relations with Baghdad, KRG”, Daily Sabah, 2 Mart 2014.

80. “Goran, Petrol Anlaşmasına Karşı” kurdistan-post.eu, 30 Kasım 2013.

81. “IKBY ile İran arasında enerji anlaşması imzalandı”, Hürriyet, 27 Nisan 2014.

ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE 
www.setav.org


***

ENERJİ’SİNE KAVUŞAN KOMŞULUK TÜRKİYE- IRAK KÜRDİSTANI BÖLGESEL YÖNETİMİ İLİŞKİLERİ BÖLÜM 3



ENERJİ’SİNE KAVUŞAN KOMŞULUK TÜRKİYE- IRAK KÜRDİSTANI BÖLGESEL YÖNETİMİ İLİŞKİLERİ BÖLÜM 3


 < Azeri doğalgazının devreye girmesi ile bu oranda azalma yaşansa da, Türkiye doğalgaz konusunda Rusya’ya önemli ölçüde bağımlı bir görüntü sergilemektedir. >

Üçüncü olarak da, Ankara bölgesel ve küresel etkinliğini artırma bağlamında enerji zengini Ortadoğu ve Orta Asya ile enerji açığı bulunan gelişmiş Avrupa’yı birbirine bağlayan bir enerji aktarım merkezine dönüşme politikası izlemektedir. Ankara’nın bu üç ayaklı politikası 2009 sonrası dönemde önemli petrol ve doğal gaz rezervleri keşfedilen Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye dış politikasının ilgi alanına dâhil etmiştir. 

Daha sonra Dışişleri Bakanlığı görevini üstelenen Davutoğlu’nun Ekim 2009’da Erbil’e yaptığı ziyaret Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkileri bağlamın da bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Ziyaret sırasında Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile birlikte düzenledikleri basın toplantısında Davutoğlu Türkiye’nin Erbil için Batı’ya açılan bir köprü, Erbil’in de Türkiye’nin Körfez bölgesine açılan kapısı olabileceğini vurguladı.28 Erbil’in Batı pazarına açılması bağlamında Türkiye’nin gördüğü bu kritik işlev, ziyaretin öncesinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı üzerinden petrol ihraç etmeye başlaması ile birlikte enerji bağlamında pratik bir düzleme de taşındı. 

Mayıs 2009’da Taq Taq ve Tawke petrol sahalarında çıkarılan 100 bin varillik petrolün Bağdat’ın kontrolünde olan Kerkük-Yumurtalık boru hattı üzerinden uluslararası piyasalara ulaştırılması konusunda anlaşıldı. Anlaşmaya göre, söz konusu petrol ihracından elde edilen gelirin yüzde 88’i Bağdat yönetimine giderken bu kısmın yüzde 17’si Erbil yönetimine kalıyor, toplamın yüzde 12’lik kısmı da enerji firmalarına gidiyordu.29 

Fakat bu anlaşma sisteminde Türkiye Erbil için dolaylı bir öneme sahipti. Yani ancak Bağdat ile anlaşmış bir Erbil söz konusu olduğunda Ankara, uluslararası pazara ulaşma konusunda kritik bir “köprü” işlevi üstlenebilirdi.

2011 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Erbil ziyareti ilişkilerde bir başka dönüm noktasını teşkil etmenin yanı sıra Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Erdoğan ile görüşmesi Ankara’nın Erbil’e yönelik enerji ilgisinde bir kırılma noktası olarak değerlendirilebilir.30 Bu tarihte olası bir enerji görüşmesinin Irak’ın bütünlüğü konusunda hassas olan ABD yönetimini rahatsız edebileceğini düşünen Ankara, ExxonMobil’in Ekim 2011’de Erbil ile enerji antlaşmaları imzalamasının ardından bu çekincesinden de kurtulmuştur. Dolayısıyla 2012 yılına gelindiğinde Bağdat-Erbil-Ankara üçgenindeki enerji bağlamında yaşanan gelişmeler önemli ölçüde değişmeye başladı. Bu değişim Türkiye’nin Erbil ve Batı arasında enerji bağlamında oynadığı dolaylı köprü rolünü de değiştirdi ve Türkiye’yi doğrudan bir köprü konumuna 
taşıyacak olan tartışmaları beraberinde getirdi. Bu çerçevede Bağdat yönetimi Erbil’in petrol şirketleri ile yaptığı antlaşmaların yasal olmadığını, 
özellikle Aralık 2011’de ABD’nin ülkeden çekilmesiyle birlikte daha yüksek bir sesle dile getirmeye başladı.

Diğer taraftan bölgedeki en büyük enerji şirketi olan Genel Enerji Plc başta olmak üzere diğer şirketler Kerkük-Yumurtalık boru hattı yerine Kuzey Irak ve Türkiye arasında doğrudan bir boru hattı inşa edilmesi yönünde bir adım atılması için Erbil üzerinde lobi faaliyetine girişti. 

Tam da böylesi bir ortamda Nisan 2012’de Bağdat yönetimi Kürt bölgesinde çalışan uluslararası petrol operatörlerinin ihracat gelirlerinden kaynaklanan 1,5 milyar dolarlık ödemesini askıya alırken, Erbil de boru hatlarından petrol ihracatını durdurdu.31 

Dört aylık bir aradan sonra Ağustos ayının sonunda taraflar bir uzlaşmaya vararak petrol sevkiyatını yeniden başlatmasına rağmen, bu gelişmelerin 
önemli etkileri oldu. İlk olarak, gelirlerini garanti altına almak isteyen enerji şirketleri Erbil’i alternatif ihraç yolları bulma konusunda sıkıştırmaya başladı. İkincisi otonom bir yapı isteyen Erbil, boru hatları üzerinden merkezi Irak yönetimine olan bağımlılığını alternatif ihraç yolları bularak azaltmak istedi.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında faaliyet gösteren enerji firmaları ile Erbil’in aynı çizgide buluşmasına Ankara’nın ucuz enerji bulma, Rusya ve İran’a enerji alanında yaşanan bağımlılığı azaltma ve bölge için enerji transfer merkezine dönüşme politikaları eklenince Türkiye alternatif bir ihraç hedefi ve güzergâhı olarak devreye girdi. Rusya ve diğer ülkelerle yapılan doğalgaz antlaşmalarının gelecek birkaç yıl içinde yenilenmesi söz konusu olduğu için Kürt doğalgazı Ankara için güçlü bir alternatif olarak ortaya çıktı. Üstelik Türkiye’nin tek başına Erbil’in ihracat talebini karşılayacak bir tüketim potansiyeli de sunması,32 Kürdistan Bölgesel Yönetimi içinde faaliyet gösteren doğalgaz firmalarını da, böylesi bir olasılık karşısında motive etmektedir. 

Doğalgazın bu kritik konumu Ankara ve Erbil arasında Bağdat’tan bağımsız doğrudan bir boru hattının döşenmesi düşüncesinde de devreye girdi ve petrol boru hattının yanı sıra doğalgaz boru hattının da inşası gündeme geldi. Bu konuda ilk somut adım dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın 21 Mayıs 2012’de Erbil’e gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında doğrudan bir boru hattının inşa edileceğinin açıklanması oldu.

Bütün bu gelişmelere rağmen Ankara Erbil ile görüşmeler dışında yapılacak antlaşmaları devlet düzeyinde gerçekleştirmek yerine bu amaçla kurulmuş firmalar üzerinden yürütmeyi tercih etti.

Bu doğrultuda daha önce Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) bağlı olan, fakat daha sonra 2013 yılında bakanlar kurulu kararı ile BOTAŞ’a bağlanan33 Turkish Petroleum International Company Kuzey Irak bölgesinde yürüteceği petrol ve gaz operasyonları için Fransa’nın kuzeyinde Birleşik Krallığa bağlı Jersey’de 12 Ekim 2012 tarihinde Salus Energy Company adında bir şirket kurdu. Bu şirket üzerinden Erbil yönetimi ile enerji antlaşmaları imzalandı.34 Fakat “Salus” Latincede “kurtuluş” anlamına geldiğinden ve bu isim Erbil’in otonom hareket etmesi konusunda hassas olan Bağdat yönetimi tarafından yanlış anlaşılabileceğinden şirketin adı 31 Temmuz 2013’te “Turkish Energy Company” olarak değiştirildi. Salus şirketi üzerinden yürütülen görüşmelerin sonucunda Ankara ve Erbil arasında 25 Mart 2013 tarihinde Kürdistan Bölgesel 
Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Ankara ziyareti sırasında “Türkiye tarihinde yapılan en iyi enerji anlaşmalarından biri” olarak değerlendirilen bir enerji antlaşması imzalandı.35 

Ankara’nın direkt olarak Erbil ile girdiği enerji ilişkisinin yanı sıra bu tarihlerde uluslararası enerji firmalarının da enerji transferini kolaylaştıracak yeni boru hattı inşasına yönelik baskıları artmaya başladı. Örneğin, 15 Şubat 2013’te ExxonMobil’in Kuzey Irak’taki petrol sahalarında sondaj yapacağını açıklaması çıkarılan petrolün uluslararası piyasalara nasıl ulaştırılacağı sorununu beraberinde getirdi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin merkezi yönetimden bağımsız kullanabileceği bir petrol ve doğalgaz boru hattının bulunmaması Türkiye üzerinden inşa edilecek yeni bir boru hattını tartışmaya açtı.

2013 yılında, yukarıdaki gelişmelerden dolayı Erbil ve Ankara arasında görüşmeler direkt enerji nakil boru hatlarının inşası etrafında dönmeye 
başladı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Türkiye arasında direkt bir enerji boru hattının inşa edilmesi ilk kez Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti sırasında Mayıs 2012’de gündeme gelmişti.36 Bu tarihten sonra Erbil çeşitli vesilelerle boru hattı inşa planlarından bahsetse de, Ankara bu konuda sessiz kalmayı tercih etmiştir. 

Söz konusu projenin ilk kez açık bir şekilde dile getirilmesi Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Haziran 2013’te Erbil’de gerçekleşen enerji konferansında yaptığı açıklamalar ile oldu. Hawrami, Türkiye’ye petrol taşıyacak boru hattının 2013 Eylül’ünde tamamlanacağını ve 2016’da ise Türkiye’ye gaz ihracatına başlanacağını duyurdu.37 

Bu tarihten sonra Bağdat yönetiminin rahatsızlığını gidermek üzere Kürdistan Bölgesel Yönetimi liderleri çeşitli girişimlerde bulunsa da, Bağdat’ı ikna etmek kolay olmadı. Henüz Bağdat ikna edilmemişken, Ekim 2013’te Hawrami bir açıklama daha yaparak Bağdat’ta bağımsız ikinci bir alternatif petrol boru hattının Türkiye ve Kürt bölgesi arasında inşa edileceğini; günde 500.000 varillik kapasiteye sahip olan bu hat sayesinde Erbil’in günde 1 milyon varil ihraç kapasitesine ulaşma hedefini gerçekleştirebileceğini açıkladı. 2013’ün son günlerinde daha da sıklaşan diplomasi trafiği bağlamında Türkiye’den Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da Bağdat’a ziyaret gerçekleştirdi.38 Bağdat bütünüyle ikna edilmese de, Kürdistan Bölgesel Yönetimi petrolünün Türkiye’ye akmaya ve Ceyhan’da depolanmaya başlandığına ilişkin haberler 2013’ün Aralık ayında gazetelerde yer almaya başladı.39

  <Türkiye, Kürt petrolünün transferiyle ilgili Bağdat’ın ikna edildiği bir çözümde ısrarcı.>

2014 yılına girildiğinde, petrol boru hattı inşası konusundaki tartışmalar yerini Ankara, Bağdat ve Erbil arasında bu boru hattından petrol satışına izin verilip verilmeyeceği tartışmalarına bıraktı. Ocak 2014’te Irak Başbakan Yardımcısı Hüseyin Şehristani’nin, “Kürt hükümeti, (Bağdat ile) anlaşmadan (Türkiye’ye) petrol satışı yapmama sözü verdi” açıklaması Irak Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani tarafından doğrulanmasa da, Türkiye’de depolanan Kürt petrolünün satışı sorunu çözülemedi. 2014 Mart ayı içinde Erbil ve Bağdat arasındaki görüşmeler kısmen sonuç verdi ve Kürt Bölgesel Yönetimi çıkardığı petrolün dörtte birini belirli bir süre boyunca “iyi niyet jesti” olarak Irak milli petrol şirketi üzerinden satma teklifinde bulundu.40 

Kısacası 2014 yılına gelindiğinde Kürt petrolünün Türkiye’ye boru hatlarıyla transferi konusunda önemli bir aşama kaydedildi ve bu çalışmanın kaleme alındığı tarihlerde (Mayıs 2014) 
Türkiye’de depolanan petrolün dünya piyasasına satılabilmesi konusunda görüşmeler devam etmekteydi. Mayıs ayı içinde Türkiye’deki depolarda 
2,5 milyon varil petrol stoklandığı açıklansa da, Ankara ne bu petrolü iç piyasada kullanıma sokmuş ne de bunun dışarıya pazarlandığını açıkladı. 

Bunun en önemli nedeni Taner Yılmaz’ın şu açıklamasında net bir şekilde görülebilir: “Şu anda Tüpraş, Kuzey Irak petrolüyle alakalı herhangi 
bir talebinin olmadığını söyledi. Türkiye, en yüksek ham petrol tedarikini yaklaşık 6 milyon tonla Irak’tan yapıyor. Irak bizim için önemli, biz de Irak 
için önemliyiz”.41 Söz konusu ifade petrolün Türkiye’deki depolara stoklandığı böylesi bir aşamada dahi Ankara’nın Bağdat’ın ikna edildiği bir çözümde 
ısrarcı olduğu söylenebilir.

TÜRK FİRMALARININ ENERJİ DANSI

Irak Kürdistan’ına en erken giren enerji şirketi olan Çukurova Holding’e ait Genel Enerji42 2002’den itibaren hızla artırdığı yatırımlarıyla on yıl içinde bölgenin en aktif ve etkin şirketlerinden birine dönüşmüştür. Günde 120 bin varil üretim kapasitesine sahip olan ve 2014 itibariyle 200 bin varil kapasiteye çıkarılması hedeflenen Tak Tak petrol bölgesinde etkin olan Genel Enerji, 2011’de yüzde 50 ortaklı üzerinden eski BP yöneticisi olan Tony Hayward’ın başında olduğu İngiliz Vallares PLC ile birleşerek enerji piyasasındaki etkinliğini daha da güçlendirmiştir.43 Bina Bavi, Ber Bahr, Miran, Tavke ve Dohuk gibi bölgelerde de petrol ve doğalgaz yatırımlarında bulunan şirket bu bölgelerdeki paylarını da 
hızla artırma yönünde bir politika izlemektedir. Örneğin, Ağustos 2012’de Heritage Oil’in Kuzey Irak’ta bulunan ve doğal gaz kaynaklarını barındıran 
Miran sahasındaki yüzde 26’lık hissesini 156 milyon dolara satın almış ve böylelikle Miran’daki hissesini yüzde 25’ten 51’e kadar çıkarmıştır.44 
Daha sonra başka satın almalar da gerçekleştiren Genel Enerji Miran’daki bütün hakları kendisinde toplamıştır.45 Yine yaklaşık 3 trilyon metreküp civarında 
doğal gaz rezervine sahip olduğu 46 belirtilen Kuzey Irak bölgesinde doğalgaz yatırımlarına ağırlık veren Genel Enerji, Türkiye’nin artan doğalgaz ihtiyacı ve doğal gaz kaynaklarını çeşitlendirme politikası paralelinde Ankara’yı öncelikli muhatap olarak almıştır. 

Bu doğrultuda 2016 sonunda işlemesi planlanan doğal gaz enerji hatlarından ilk olarak Genel Enerji PLC’nin Miran ve Bina Bavi sahalarından gelen doğal gazın 
geçeceği basına yansıdı.47 




GENEL ENERJI PLC’NIN ENERJI BÖLGESI SAHIPLIK ORANLARI (2013)

Taq Taq     % 44

Tawke       % 25

Dohuk       % 40

Miran        % 75

Bina Bawi  % 44

Chia Surkh % 60

Ber Behr    % 40

Kaynak: http://www.genelenergy.com/


Genel Enerji ile aynı dönemde Kürt bölgesindeki enerji piyasasına dâhil olan48 Ankara merkezli Pet Holding Şirketler Grubu bünyesinde faaliyet gösteren Petoil, ilk kez 2006 yılında Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde petrol çıkarmaya başladıklarını duyurmuştu.49 Ağırlıklı olarak Şakal sahasında faaliyetlerini sürdüren Petoil, yine kendisine ait olan A&T Petrol Limited Şirketi üzerinden bir süre Bina Bavi sahasında da faaliyetlerde bulundu; fakat 2012 yılında burayı Genel Enerji’ye devretti.50 Genel Enerji ile ortak girişimlerde bulunan Petoil yüzde 20 ortaklığının bulunduğu Chia Surkh bölgesinde (yüzde 60 Genel Enerji’ye ait) 2013 yılında zengin petrol yatakları bulunduğunu açıkladı.51 Bu özel şirketlerin yanı sıra Ekim 2012’de Salus Energy Company adıyla kurulan ve daha sonra Temmuz 2013’te Turkish Energy Company adını alan devlete ait 
enerji şirketi de Kürdistan doğal gaz ve petrolünde ciddi bir aktör olarak devreye girdi. 

27. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, “The Republic of Turkey Ministry of Energy and Natural Resources Strategic Plan (2010-2014)”, s. 26, 
http://www.enerji.gov.tr 

28. “President Barzani, Turkey’s Foreign Minister Davutoğlu hold historic meetings, announce plans to open consulate”, krg.org, 31 Ekim 2009.

29. Şaban Kardaş, “The Kurdistan Regional Government Launches Oil Exports through Turkey”, Eurasian Daily Monitor, c. 6, no.105 (2 Haziran 2009).

30. Ben Van Heuvelen, “A Fragile Constructon”.

31. Balcı, “Türkiye’nin Irak Politikası 2012”, s. 128.

32. Stephen A Elliott ve Louis B. Beryl , “Natural Gas Development in Kurdistan: A Financial Assessment”, Belfer Center for Science 
and International Affairs Report, Ağustos 2012, s. 42. 

33. “500 milyon dolarlık şirket Botaş’a eklendi”, Hürriyet, 22 Ocak 2013. 

34. “İşte Türkiye’nin Kuzey Irak’taki petrol sahası!”, Haber Türk, 21 Aralık 2013

35. “Erbil ile tarihe geçecek anlaşma”, Hürriyet, 26 Mart 2013.

36. Cengiz Çandar, “İşin İçine Kürdistan Petrolü girerse”, Radikal, 26 Mayıs 2012.

37. “ Ucuz Gaz Müjdesi ”, Hürriyet, 20 Haziran 2013.

38. Erdal Sağlam, “Enerji Bakanı Yıldız’ın daha çok uçması gerekecek”, Hürriyet, 3 Aralık 2013.

39. “Kürt petrolüne Bağdat hamlesi”, Hürriyet, 27 Aralık 2013.

40. “İşte Kürt petrolü!”, Hürriyet, 25 Mart 2014.

41. “Kuzey Irak petrolü depoları doldurdu”, Hürriyet, 14 Mayıs 2014

42. Şirket hakkında kendi web sayfasından detaylı bilgi edinilebilir, 
http://www.genelenergy.com/

43. Agustino Fontevecchia, “Tony Hayward’s Revenge: Ex-BP CEO to Head Iraq Oil Venture”, Forbes, 7 Eylül 2011.

44. Balcı, “Türkiye’nin Irak Politikası 2012”, s. 130

45. 23 Şubat 2014’te Kürdistan Bölgesel Yönetimi Miran’da faaliyet göstermek isteyince Genel Enerji bu sahanın yüzde 25’ini Erbil’e bırakmış ve payı 
yüzde 75’e düşmüştür.

46. Emre İşeri ve Oğuz Dilek, “The Nexus of Turkey’s Energy And Foreign Policy With Iraqi Kurdish Oil: The Iranian Connection”, 
Ortadoğu Analiz, c. 5, no. 50 (2013), s. 30.

47. “Kuzey Irak ile tarihi anlaşmalar tamam”, Hürriyet, 6 Kasım 2013.

48. Sabrina Tavernise ve Neela Banerjee, “Kurdish Group Takes Autonomous Role in Iraq Oil Projects”, The New York Times, 15 Mayıs 2003.

49. “Ölümden döndü, pes etmedi Kuzey Irak’ta petrol çıkardı”, Hürriyet, 19 Temmuz 2006.

50. Bu şirket hakkında detaylı bilgilere kendi web sayfasından ulaşılabilir, 
http://www.petoil.com.tr/

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



****