Eyüp ERSOY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eyüp ERSOY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2017 Pazartesi

BÖLGESEL GELİŞMELER SUUDİ ARABİSTAN VE SURİYE İÇ SAVAŞI: DİPLOMATİK TEMKİN SİYASETİNE DÖNÜŞ



BÖLGESEL GELİŞMELER SUUDİ ARABİSTAN VE SURİYE İÇ SAVAŞI: DİPLOMATİK TEMKİN SİYASETİNE DÖNÜŞ 



Eyüp ERSOY 


Küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye’de asli güvenlik tehdidi olarak IŞİD’i görmelerine ve IŞİD ile mücadeleyi Suriye iç savaşının gidişatına dair politikalarının ana ekseni yapmalarına karşın Esed rejimini tali bir güvenlik meselesi olarak değerlendirmeleri, Suudi Arabistan’ın güvenlik politikalarının etkinliğini ve meşruiyetini zayıflatmakta. 

Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik politikasında son dönemde görülen temkinli ve ihtiyatkâr yaklaşım, Suudi yönetiminin Suriye politikasında 
yeni bir safhaya işaret etmekte. Yakın döneme kadar Suudi yönetimi, iç savaşa aktif ve kapsamlı bir müdahale stratejisi çerçevesinde, Suriye’de mücadele 
eden silahlı gruplara lojistik destek vermekten, Türkiye ile birlikte Suriye’ye doğrudan askeri operasyon yapılabileceğine dair beyanatlara kadar muhtelif 
operasyonel ve diplomatik adımlar atmaktaydı. Ne var ki, son dönemde, Suriye iç savaşına doğrudan, aktif ve kapsamlı bir müdahale stratejisinin parçaları 
olarak değerlendirilebilecek bu türden adımların, Suudi Arabistan’ın Suriye siyasetinde yerini, çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı bir yaklaşıma bıraktığı müşahede edilmekte. Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik bu yaklaşım değişikliğinin, Suudi dış ve iç politikasında bir kısım sebepleri bulunmakta. 

Suriye’deki Dengeler 

İlk olarak, IŞİD’in Suriye iç savaşının fiili ve faal taraflarından biri olarak ortaya çıkması, diğer bölgesel aktörlerin olduğu gibi Suudi Arabistan’ın politikasında 
da zoraki bir revizyonu beraberinde getirdi. Suudi yönetimi, diplomatik söyleminde IŞİD ile başarılı bir mücadelenin tek yönteminin Esed rejimi ile mücadele olduğunda ısrarcı. 




















BÖLGESEL GELİŞMELER 

Örneğin, Suudi Arabistan’ın Washington eski büyükelçilerinden Faysal el Türki’ye göre, Suriye’de ana sorun IŞİD değil; IŞİD sadece bir semptom. El Türki’ye göre, Suriye’de çözümün yolu Esed rejiminin katliamlarına engel olacak şekilde Özgür Suriye Ordusu’na silahlı yardımda bulunmak, zira ‘kanser gibi’ bir yapı 
olarak IŞİD zayıflayan ve kendini müdafaa edemeyen bünyelerde gelişmekte. Ne var ki, küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye’de asli güvenlik tehdidi olarak IŞİD’i 
görmelerine ve IŞİD ile mücadeleyi Suriye iç savaşının gidişatına dair politikalarının ana ekseni yapmalarına karşın Esed rejimini tali bir güvenlik meselesi olarak değerlendirmeleri, Suudi Arabistan’ın güvenlik politikalarının etkinliğini ve meşruiyetini zayıflatmakta. 

İkinci olarak, Suriye iç savaşında aktif müdahale politikasının aynı seviyede devam etmesi, Suudi Arabistan’ın ABD ile hâlihazırdaki soğuk ilişkilerini daha da kötüleştirme riskini beraberinde taşımakta. Veliaht Prens Muhammet bin Selman’ın Haziran ortasındaki ABD ziyaretinin amaçlarından bir tanesi, ABD ile ilişkilerdeki zedelenmeyi tamir etmekti. Bu nedenle, Muhammet bin Selman’ın Başkan Obama ile görüşmesinde, Suriye mevzusunda gündem muhaliflere yardım değil Suriye’deki olası siyasi geçiş süreciydi. Benzer şekilde, Suriye iç savaşına yönelik aktif müdahale yaklaşımının Suudi Arabistan’ın Rusya ile ilişkilerine de zarar verme potansiyeli bulunmakta. Suriye’ye yönelik Suudi siyasetindeki değişikliğin göze çarpan bir emaresi de Rusya ile ilişkilerde ortaya çıktı. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cübeyr, 26 Mayıs’ta Moskova’yı ziyaret etti. Suriye’deki Rusya etkisinin Suudi Arabistan tarafından tanındığının bir işareti olan bu ziyaretten üç gün sonra, Rusya’nın uzun dönemdir ifade ettiği isteğine uygun şekilde, Yüksek Müzakere Konseyi’nin baş müzakerecisi Muhammet Alluş görevinden istifa ettiğini açıkladı. Birçok gözlemci, bu istifayı Suudi Arabistan’ın baskısına bağladı. Buradaki önemli husus, Suudi Arabistan’ın Suriye meselesinin Rusya ile münasebetlerine zarar veren bir unsur haline gelmemesi yönünde bir diplomatik tavır geliştirmesi. Bu da, Suudi yönetimi için Suriye iç savaşına yönelik daha temkinli bir yaklaşımı bir ölçüde zorunlu kılmakta. 


Üçüncü olarak, Suriye iç savaşı, Suudi Arabistan’ın bölge siyasetinde İran ile arasındaki mücadelenin sahalarından birini teşkil etmekte. Maddi ve manevi boyutlarıyla bölgesel soğuk savaş veya ‘İslam’ın soğuk savaşı’ gibi tabirler ile tasvir edilen bu mücadele, devam eden vekâlet savaşları ile birçok sahada olduğu gibi Suriye’de de devam etmekte. Ancak, İran ile ilişkiler bağlamında son dönemdeki iki önemli gelişme, Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşındaki askeri ve siyasi faaliyetlerini azaltabilmesinin önünü açtı. Birincisi, Suudi yönetiminin Şii din adamı Nimr el Nimr’i idam etmesi, akabinde Tahran’daki Suudi Arabistan 
Büyükelçiliği’nin göstericiler tarafından basılması ve buna Suudi Arabistan’ın İran ile diplomatik ilişkilerini keserek cevap vermesi ile tırmanan gerilimin neticesinde, birçok Körfez devletinin de Suudi Arabistan’a çeşitli seviyelerde destek vermesinin de katkısıyla, Suudi yönetimi açısından İran bölge siyasetinde belirli seviyede tecrit edilmiş durumda. İran’ın bölgesel tecridi, Suudi Arabistan’a bölgesel müdahalelerinde geri çekilme imkânı tanımakta. 


<  Yemen’de taraflar 10 Nisan’da ateşkes kararı aldıktan sonra siyasi müzakere ler Kuveyt’te devam etmekte. Ancak görüşmeler birkaç konu etrafında ortaya çıkan anlaşmazlıkları aşabilmiş değil. >



İkinci önemli gelişme, İran’ın askeri ve diplomatik ilgisinin Irak’a yoğunlaşması. IŞİD’e karşı Irak’ın çeşitli bölgelerinde, özellikle Musul ve Felluce şehirlerinde, İran askeri birliklerinin de yoğun katılımıyla düzenlenen operasyonlar, Tahran yönetiminin Suriye’deki gelişmeleri ikinci planda değerlendirmesine sebep olmakta. Suriye’deki başlıca bölgesel rakibi İran’ın Suriye iç savaşındaki etkinliğini azaltması, aynı şekilde, Suudi Arabistan’ın kendi etkinliğini de azaltabilme-sinin önünü açmakta. 

Daha Önemli Mevzular 

Suudi Arabistan’ın Suriye siyasetinde çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı yaklaşımının bir diğer sebebi, Suudi Arabistan’ın bölge politikasında, Yemen iç savaşının gidişatının ve akıbetinin Suriye’deki gelişmelerden çok daha fazla önem kazanmış olması. Suudi Arabistan’ı güvenlik ve politik boyutlarıyla daha doğrudan ve daha derinden etkileme potansiyeli bulunan Yemen iç savaşı, bu nedenlerden ötürü Suudi bölgesel siyasetinin ana gündem maddesi. Nisan 2015’te Suudi Arabistan öncülüğünde başlayan askeri harekât ile birlikte, Suudi Arabistan Yemen iç savaşına vekâletler vasıtasıyla değil doğrudan taraf olmuş bulunmakta. Bu askeri harekâtın Suudi Arabistan’ın hedeflerine ulaşmasında ne kadar başarılı olacağı, Suudi yönetimi açısından oldukça hassas bir husus. 

Bununla birlikte, Suudi yönetiminin Yemen’deki krizin çözümünde öncelikli tercih olarak siyasi çözümü gördüğü ifade edilebilir. Yemen’de taraflar 10 
Nisan’da ateşkes kararı aldıktan sonra siyasi müzakereler Kuveyt’te devam etmekte. Ancak görüşmeler birkaç konu etrafında ortaya çıkan anlaşmazlıkları aşabilmiş değil. En önemli uyuşmazlık konusu, sürgündeki Yemen hükümetinin başkent Sana’yı elinde bulunduran Husi milislerinin silahsızlanmasını talep etmesi. Askeri koalisyonun basın sözcüsü General Ahmet Asiri’nin görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandığı takdirde Sana’ya askeri harekât düzenlenebileceği yönündeki beyanatları, Suudi Arabistan için Yemen’deki gelişmelerin öncelikli olmaya devam edeceğinin bir göstergesi. Bunlara ek olarak, Suudi yönetimi için Yemen kaynaklı bir başka ciddi güvenlik tehdidi ise ‘Arap Yarımadası’ndaki El Kaide’ ismiyle teşkilatlanan ve Yemen’de birçok şehir ve kasabanın denetimini ele geçiren yerel El Kaide örgütlenmesi. 

Bu nedenle, Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri koalisyonun kara operasyonla-rında ilk hedefi kuzey Yemen’de hâkim olan Husi milisleri değil, 
güney Yemen’deki El Kaide mensupları oldu. Kıyı şeridindeki şehir ve kasabalardan El Kaide’nin çıkarılması gayesinde matuf olarak, Yemen’deki El Kaide’nin merkezi sayılan el Mukella şehri Nisan sonunda koalisyon kuvvetleri tarafından ele geçirildi. Buna rağmen, Yemen’de El Kaide tehdidin bertaraf edildiğini söylemek mümkün değil. 

Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşında diplomatik temkin siyasetine dönmesinin bir başka sebebi de ülke içindeki gelişmeler. Suudi yönetimi, 25 Nisan’da resmi 
adı ‘Ulusal Dönüşüm Programı’ olan ancak 2030 Suudi Vizyonu başlığıyla kamuoyuna ilan edilen oldukça kapsamlı bir iç yeniden yapılanma programı açıkladı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın öncülüğünde hazırlanan bu program, Suudi Arabistan ekonomisinin radikal ve köklü bir dönüşümünü öngörmekte. Mevcut Suudi yönetimi tarafından böyle bir programın hazırlanması nın ve tatbik edilmesinin zorunlu bir tercih olarak telakki edilmesinde, yaşanan ekonomik sıkıntıların etkisi belirleyici oldu. Küresel petrol piyasasında uzun süredir düşük seviyelerde seyreden petrol fiyatları Suudi yönetimini ekonomi politikalarında revizyona zorlamakta. Elbette petrol fiyatlarının düşük seyretmesinde Suudi Arabistan’ın petrol arzını daraltma yönünde kasıtlı şekilde adım atmama politikasının da etkisi bulunmakta. Bu durum, Suudi yönetiminin 2015 yılında 100 milyar dolarlık bir bütçe açığı ile karşı karşıya kalmasına sebep oldu ve Suudi ekonomisi geçen yıl % 13 küçüldü. Bir başka örnek olarak, mevcut durumun ortaya çıkardığı mali riskler sebebiyle, Mayıs ayında Suudi Arabistan’ın kredi notu düşürüldü. 2030 Suudi Vizyonu’nun ana hedefi ekonomide petrole ‘bağımlılığın’ azaltılması. Hâlihazırda, petrol ihraca-tından elde edilen gelirler bütçenin % 80’nin karşılamakta. 2030 yılına kadar Suudi ekonomisinde petrol dışı gelirleri artırma, kamu harcamalarını belirli seviyede kısma, yatırım gelirlerini artırma ve ilave istihdam yaratma hedefleri ile ilan edilen ekonomik reform programı, Suudi yönetimin gündemindeki en mühim ve en hassas konu. Suudi yönetiminin ilgisinin iç politikaya yönelmesi de dış politikadaki diğer alanlar ile birlikte Suriye iç savaşını da geri plana itmiş durumda. 

Son dönemde, Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik yaklaşımında diplomatik temkin siyaseti olarak nitelenebilecek, çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı bir yaklaşımı benimsemesinin muhtelif sebepleri bulunmakta. Suudi Arabistan’ın olduğu gibi Suriye iç savaşının fiili ve/veya siyasi taraflarının her birinin de Suriye politikalarını şekillendiren çok boyutlu sebepler bulunmakta ve ilgili tarafların siyasetlerindeki değişimleri anlamlandırmak, tüm bu sebepleri bir arada değerlendirmekle mümkün. 


****

4 Ocak 2017 Çarşamba

SUUDİ ARABİSTAN KRAL ABDULLAH SONRASI SUUDİ ARABİSTAN: BÖLGESEL VE KÜRESEL SİYASET



SUUDİ ARABİSTAN KRAL ABDULLAH SONRASI SUUDİ ARABİSTAN: BÖLGESEL VE KÜRESEL SİYASET 


















Selefi Kral Abdullah’tan Kral Selman’a, dış politikada muhtelif aktörlere karşı birçok cephede açılmış ve aynı anda devam eden diplomatik ve askeri mücadeleler miras kalmış bulunuyor. 

Özellikle, Suudi Arabistan’ın kuzeyinde ve güneyinde devam eden mücadeleler karşısında Kral Selman, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecinde elde ettiği stratejik kazanımları muhafaza ve maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası takip edecektir. 

Eyüp ERSOY 

Kral Abdullah’ın 23 Ocak’ta vefat etmesi ve yerine Selman bin Abdulaziz’in yeni kral olarak Suudi Arabistan’da iktidarın başına geçmesiyle birlikte, Kral Abdullah sonrası Suudi Arabistan’ın takip edeceği bölgesel ve küresel siyasetin değişim ve süreklilik ekseninde nasıl bir mecra takip edeceği konusu, Ortadoğu jeopolitiğinde ani bir öncelik ve kayda değer bir önem kazandı. Kral Selman’ın, kendisine miras kalan Suudi Arabistan’ın dış politikasında izleyeceği siyaset hususunda, kısa süreli idaresinde şimdiye dek attığı diplomatik adımlar temelinde, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecinde elde ettiği stratejik 
kazanımları muhafaza ve maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası takip edeceği söylenebilir. 

Bunun için öncelikle, ülkesel, bölgesel ve küresel ittifaklarını tamir ve tahkim etmesi beklenebilir. İkinci olarak, Arap Baharı sürecinde bölge kamuoylarında yıpranan itibarındaki tahribata karşı bir tamirat siyaseti uygulayacaktır. Kral Selman’ın, çok sayıda üst düzey yöneticiyi değiştirmesine karşın dışişleri ve petrol bakanlarını görevlerinde tutması da, Suudi Arabistan dış politikasında süreklilik unsurunun hakim olacağına dair bürokratik bir emare. 

Suudi Arabistan’ın Bölgesel Siyaseti 




İlk olarak, Körfez İşbirliği Konseyi, Suudi Arabistan’ın dış politikasının bölgesel eksenini oluşturuyor. Konsey’in Körfez’de istikrarın sağlanması ve Suudi Arabistan’ın hâkimiyetinde sürdürülmesi noktasında, Bahreyn’deki sivil gösterilere karşı Suudi Arabistan öncülüğünde Mart 2011’de başlatılan askeri harekâtın da gösterdiği üzere, hayati bir işlevi bulunuyor. 

Bu anlamda, Kral Selman’ın ikinci veliaht ilan ettiği Muhammed bin Naif’in ilk yurtdışı ziyaretini 10 Şubat’ta Katar’a yapması, Suudi Arabistan yönetiminin Konsey içerisindeki diplomatik gerginlikleri sona erdirme isteğini gösteriyor. Bilindiği üzere, özellikle Katar’ın Müslüman Kardeşler hareketine yönelik himaye siyaseti, örneğin sürgündeki Müslüman Kardeşler üyelerine ikamet izni vermesi üzerinden başlayan aleni diplomatik çekişme aylarca devam etmiş, Suudi Arabistan başta olmak üzere Konsey üyeleri Katar’a yönelik cezalandırıcı diplomatik tedbirleralmışlardı. Örneğin, Mart 2014’te Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, Doha’dan büyükelçilerini çekmişlerdi. Suudi Arabistan için Katar ile ilişkilerini düzeltmesi, bölgesel siyasetinde özellikle Yemen’de süren olaylara karşı izleyeceği siyasette oldukça önem kazanmış durumda. 

İkinci olarak, Yemen’de yönetimin İran destekli Şii Husi militanları tarafından ele geçirilmesi, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı’ndaki muazzam bir stratejik kaybı olarak değerlendirilebilir. 22 Ocak’ta Yemen Devlet Başkanı Mansur Hadi ile bakanların Husi militanlarının silahlı tehdidi altında istifa etmesi ve 6 Şubat’ta Husi militanlarının Yemen Meclisi’ni ilga ederek fiili olarak ülke yönetimini üstlendiklerini ilan etmesi, iktidar değişimi sürecinde iç kurumsal düzenlemelere odaklanmış Kral Selman yönetimini Yemen’deki bu oldubittiye karşı hazırlıksız yakaladı. 



 <  Körfez İşbirliği Konseyi’nin 7 Şubat’ta Yemen’deki yönetimin ele geçirilmesini hiçbir koşul altında kabul edilemeyecek bir darbe olarak nitelemesinin ve BM Güvenlik Konseyi’ni darbeyi sona erdirmeye davet etmesinin işaret ettiği üzere, önümüzdeki süreçte Yemen, Suudi Arabistan’ın dış politik mücadelesinin en mühim cephesi olacaktır. >

Üçüncü olarak, Mısır’daki yönetime karşı ise Kral Selman iktidarında bir söylemsel revizyona gidildiği görülüyor. Kral Abdullah, askeri bir darbe ile Mısır’da iktidarı ele geçiren General Abdulfettah el Sisi’nin en büyük destekçilerindendi. Örneğin, Mısır’daki askeri darbeden hemen bir hafta sonra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt ile birlikte 12 milyar dolarlık bir mali yardım sözü vermiş, ek olarak Mart 2014’te Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak ilan etmişti. Kral Körfez İşbirliği Konseyi’nin 7 Şubat’ta Yemen’deki yönetimin ele geçirilmesini hiçbir koşul altında kabul edilemeyecek bir darbe olarak nitelemesinin ve BM Güvenlik Konseyi’ni darbeyi sona erdirmeye davet etmesinin işaret ettiği üzere, önümüzdeki süreçte Yemen, Suudi Arabistan’ın dış politik mücadelesinin en mühim cephesi olacaktır. 

Abdullah’ın Sisi iktidarına yönelik maddi ve manevi yardımlarına karşın, Kral Selman yönetiminin Mısır iç siyasetine dair bir söylem revizyonunu tercih ettiği gözleniyor. Örneğin, 11 Şubat’ta Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el Faysal, Suudi Arabistan yönetiminin Müslüman Kardeşler hareketi ile herhangi bir sorunu bulunmadığı açıkladı. Bu söylemsel revizyonun esas sebebinin, Suudi Arabistan ve Mısır iç kamuoylarında ve bölgesel kamuoylarında darbe yönetimine verilen destekle birlikte yıpranan Suudi Arabistan’ın itibarını tamir etme ve ayrıca Mısır iç politikasında denge siyasetine yönelme olduğu söylenebilir. Yine de eylemsel zeminde, Kral Selman yönetiminin Mısır politikası kısa vadede değişmeyecektir. 

Dördüncü olarak, Suudi Arabistan’ın Suriye politikasında IŞİD’in ortaya çıkması ile değişen öncelik sıralamasının devam edeceği söylenebilir. Kral Selman 
yönetimi, IŞİD ile mücadelede Suudi Arabistan’ın uluslararası koalisyonun çabalarını teşvik etme ve destekleme politikasına ek olarak, eş zamanlı devam eden Suriye iç savaşında, Esad’ı devirmek amacından ziyade savaş sonrası oluşması beklenen güç dağılımının etkili bir parçası olacak iç müttefikler oluşturma ve kuvvetlendirme amacı güdecektir. 
Bu hususta, Suudi Arabistan’ın IŞİD karşıtı uluslararası koalisyonun 22 ülkeden savunma bakanları ve genelkurmay başkanlarının katıldığı 18 Şubat’taki toplantısına ev sahipliği yapması önemli bir diplomatik tavrı yansıtıyor. 

Son olarak, Suudi Arabistan’ın İran ile arasındaki, Arap Baharı sürecinde kapsamı genişleyen, şiddeti artan ve doğrudan mücadele ve dolaylı çatışmaya evrilen yapısal rekabet, farklı tezahürleri ile devam edecektir. Hususen, ABD’nin Irak işgali öncesinde İran’ı çevreleme siyaseti takip eden Suudi Arabistan’ın, 
özellikle Arap Baharı’ndaki gelişmeler sonucunda İran tarafından çevrelenmiş gibi görünen bir stratejik konumda bulunuyor olması, Kral Selman yönetimi için 
kabul edilemez bir durum. Ruhani yönetimin özellikle Yemen’de kazanılmış stratejik mevziyi muhafaza ve yeni oluşmuş mevcut duruma meşruiyet kazandırma hedefine yönelik olarak, Suudi Arabistan’a yaptığı uzlaşı çağrılarına Kral Selman yönetiminin bir cevap vermemesi, Suudi Arabistan’ın yeni yönetiminin bu rekabeti sürdürme iradesine işaret ediyor. 

Suudi Arabistan’ın Küresel Siyaseti 




Suudi Arabistan’ın dış politikasının küresel eksenini de, ABD ile ilişkileri teşkil ediyor. Kral Selman yönetiminin, ABD ile muhtelif siyasi ve iktisadi sahalarda devam eden ilişkilerde, Suudi Arabistan’ın stratejik hassasiyetlerini gözeterek, ikili işbirliğini geliştirme ve güçlendirmeye, bölgesel ve küresel politikalarda eşgüdüm içerisinde hareket etmeye yönelik geleneksel yaklaşımı sürdürdüğü görülüyor. İkili ilişkilere ABD’nin verdiği önem ise, Başkan Obama’nın 27 Ocak’ta Dışişleri Bakanı John Kerry, CIA Direktörü John Brennan, Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice’a ek olarak çok sayıda Cumhuriyetçi Parti mensubunda oluşan kalabalık bir ‘devlet’ heyeti ile Riyad’a gerçekleştirdiği ziyaret ile bir kez daha vurgulandı. 

Kral Selman yönetimi için, öncelikli olarak, Suudi Arabistan’ın tehdit algılamalarının ana kaynağı olan uluslararası terörizme karşı ABD ile işbirliği yapmak, ikili ilişkilerin ana gündemi oluşturmaya devam ediyor. ABD için de Suudi Arabistan, başta El Kaide ve IŞİD olmak üzere, uluslararası terör örgütlerine karşı ABD’nin gizli istihbarat savaşında ve açık askeri mücadelesinde vazgeçilmez müttefiklerinden biri. Ortak çıkarlara ve karşılıklı ihtiyaçlara dayalı bu işbirliğinin, Kral Selman’ın bürokratik kariyeri ile Suudi Arabistan’ın savunma ve askeri üst bürokrasisinde yaptığı değişikliler göz önüne alındığında daha etkin hale geleceği ifade edilebilir. Mesela, Kral Selman, kral olmadan önce Suudi Arabistan savunma bakanıydı ve yerine oğlu Muhammed bin Selman’ı atadı. Buna rağmen, Esad rejiminin akıbetine dair iki müttefik arasındaki taktik farklılaşmaların da mevcut olduğu hatırlatılmalı. 

İkinci olarak, Suudi Arabistan, ABD’nin küresel ekonomi politik stratejisinin enerji boyutunda uzlaşmaya açık ve işbirliğine istekli en önemli ortaklarından birisi. Son dönemde, Suudi Arabistan’ın düşen petrol fiyatlarına karşın petrol arzını azaltmayarak, yüksek maliyet ile petrol üreten ülkelerin petrol gelirlerinin görece azalmasına dolaylı olarak sebep olması, ABD yönetiminin Rusya’ya ve İran’a uyguladığı yaptırımları yine dolaylı ama ciddi oranda destekleyen bir enerji politikası izlemesi, ABD’nin küresel ekonomi politik stratejisine kuvvet veriyor. 

Son olarak ise, Suudi Arabistan için ABD’nin takip ettiği bölge siyasetindeki endişe verici durumlardan birisi, ABD-İran nükleer müzakerelerinin İran üzerindeki uluslararası baskının azaltılmasını ve İran ile arasındaki yapısal stratejik rekabette konumunun zayıflamasını netice verecek şekilde olumlu sonlanması ihtimali. Kısaca, Suudi Arabistan, İran ile müzakere değil mücadele yolunun tavizsiz şekilde tercih edilmesinden yana. Başkan Obama’nın Suudi Arabistan ziyaretinde İran ile nükleer müzakereler, görüşmelerin gündem maddelerinden biriydi. 

Kral Selman, bu görüşmede nükleer müzakerelere dair herhangi bir çekince ifade etmemiş olsa da, ABD-İran nükleer müzakerelerinin akıbeti, Kral Selman 
yönetimi için de endişe kaynağı olmaya devam edecektir.

 <  Kral Abdullah’ın Sisi iktidarına yönelik maddi ve manevi yardımlarına karşın, Kral Selman yönetiminin Mısır iç siyasetine dair bir söylem revizyonunu tercih ettiği gözleniyor. >


Selefi Kral Abdullah’tan Kral Selman’a, dış politikada muhtelif aktörlere karşı birçok cephede açılmış ve aynı anda devam eden diplomatik ve askeri mücadeleler miras kalmış bulunuyor. 

Özellikle, Suudi Arabistan’ın kuzeyinde ve güneyinde devam eden mücadeleler karşısında Kral Selman, Suudi Arabistan’ın Arap Baharı sürecinde 
elde ettiği stratejik kazanımları muhafaza ve maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası takip edecektir. 

Türkiye açısından, iki boyuta haiz bu politikanın stratejik kayıpları telafi etme boyutu daha önemli olabilir. 

Arap Baharı sürecinde maruz kaldığı stratejik kayıpları telafi etme politikası güdecek olan Kral Selman yönetimi ile bu politikaya yönelik atacağı adımlarda yakınlaşma olanakları araştırmak ve iki ülke arasında ortak çıkarların bulunduğu alanlarda işbirliği yapmak, 

Türkiye’nin Orta Doğu politikası açısından yeni bir diplomatik açılım getirebilecek bir seçenek. 


Arş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 


****

3 Ocak 2017 Salı

BÖLGESEL GELİŞMELER ABD VE SURİYE İÇ SAVAŞI YARINDAN SONRASINA HAZIRLIK,







 BÖLGESEL GELİŞMELER ABD VE SURİYE İÇ SAVAŞI YARINDAN SONRASINA HAZIRLIK, 





ABD’nin Suriye İç Savaşı’nı sona erdirme siyaseti için esas hedefi, iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda 
şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Eyüp ERSOY 


ABD yönetimi, beşinci yılının sonuna yaklaşan Suriye İç Savaşı’na yönelik, iç savaşı ve beraberinde getirdiği insani krizi sona erdirme noktasında 
geçen dönem içerisinde ciddi ve kalıcı tedbirler almaktan kaçındı ve Suriye’ye doğrudan müdahalesini IŞİD’e karşı hava harekâtları ile sınırlı tuttu. Başkan 
Obama’nın Haziran 2015’te ifade ettiği şekliyle, ABD, Suriye İç Savaşı’na yönelik hala tam bir stratejiye sahip görünmemekte. Buna mukabil, ABD yönetimi, Suriye’ye istikrar ve güvenlik getirme amacına yönelik diplomatik girişimleri BM çatısı altında canlandırma ve destekleme teşebbüslerinde nispeten aktif bir yaklaşım içerisinde. 1 Şubat’ta başlayan ancak herhangi bir netice alınmadan kısa süre içerisinde askıya alınan Cenevre görüşmelerine giden süreçte ABD yönetiminin izlediği diplomasi bu yaklaşımın bir örneği. Bu durum, tedrici olarak, ABD’nin Suriye İç Savaşı’na dair siyasetinde bir değişikliğe işaret etmekte. Burada altı çizilmesi gereken nokta, ABD’nin yeni siyasetinin Suriye İç Savaşı’nın sona ermesini nihai bir hedef olarak değil bir geçiş dönemi olarak telakki etmesi. ABD’nin yeni siyaseti için esas hedefi, Suriye’de iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Steven Haydemann’ın ifadesiyle, John Kerry’nin Esad rejiminin geleceğine dair Rusya ve İran’ın pozisyonunu benimsemesi ve Suriye muhalefetine benimsetme 
çabalarının 1 Şubat’taki Cenevre görüşmelerini ‘başlamadan berbat ettiği’ söylenebilir. 

 Siyaset Tercihleri, Tehdit Öncelikleri, Muhtemel Maliyetler 

ABD yönetiminin Suriye İç Savaşı’na yönelik kapsamlı ve zorlayıcı bir strateji geliştirememesinin ve ilan ettiği amaçlarını fiilen tatbik edememesinin muhtelif sebepleri mevcut. Birinci ve en önemli sebep, Başkan Obama’nın dış politikaya temkinli ve kendi ifadesiyle ‘uzun ve maliyetli kara savaşlarına’ mesafeli yaklaşımı. Obama, bir ABD Başkanı olarak gerçekleştirdiği son Ulusa Sesleniş konuşmasında, Suriye İç Savaşı’nı kastederek, ABD’nin krize düşen her ülkeyi devralamayacağını ve yeniden inşa edemeyeceğini, bunun bir liderlik değil sonunda ABD’yi zayıflatacak şekilde Amerikan kanının ve hazinesinin israfı demek olduğunu ifade etti. Ayrıca, Obama’ya göre bu, Vietnam’ın ve Irak’ın Amerikalılara çoktan öğretmesi gereken bir dersti. Kısaca, Suriye politikasını ‘stratejik sabır’ olarak niteleyen 

Obama, ABD’yi Irak’tan çıkaran bir Başkan olarak, yine kendi ifadesiyle Suriye’de bir ‘bataklığa’ saplamayı istememekte. 

İkinci sebep, ABD yönetimi için Suriye coğrafyasındaki öncelikli tehdidin Esad rejiminin değil IŞİD’in olması. Savunma Bakanı Ashton Carter, birkaç defa açık 
şekilde, ABD’nin IŞİD ile savaş halinde olduğunu beyan etti. Başkan Obama’yı, Esad’in gitmesinde ısrarcı olarak ABD’nin Suriye politikasını felç etmekle suçlayan Carter’ın selefi Chuck Hagel’e göre ise Esad hiçbir zaman ABD’nin düşmanı değildi. Robert Malley gibi güvenlik bürokrasisinden üst düzey yetkililer de bu görüşü savunmakta. 

Son bir örnek olarak, Suriye’de ABD kara birliklerinin konuşlandırılmasını savunan ABD’nin Türkiye eski büyükelçilerinden James F. Jeffrey, bu birliklerin münhasıran IŞİD’e karşı kullanılması gerektiği düşüncesinde. ABD’nin Suriye’deki tehdit öncelikleri, askeri müdahalesinin sınırlı olmasını ve sadece IŞİD’e yönelik icra edilmesini beraberinde getirmekte. Dışişleri Bakanı John Kerry de, ABD’nin Suriye’deki müdahalesinin sadece terörizm ile mücadeleye odaklandığını ifade etmiş bulunmakta. ABD, IŞİD’e karşı askeri mücadeleyi bir zaruret olarak görürken, Suriye İç Savaşı’na Askeri Müdahaleyi bir tercih olarak görmekte ve tercihini böyle bir müdahaleden kaçınma yönünde kullanmakta. 

Üçüncü sebep ise, iç savaş sürecindeki Suriye’ye kapsamlı bir askeri müdahalenin ABD’ye getirebileceği muhtemel maliyetler. Irak’ta yaşanana benzer şekilde, ABD yönetimi, Suriye’de de tek taraflı ve kapsamlı bir askeri müdahalenin siyasi, askeri ve iktisadi maliyetleri ile karşı karşıya kalmak istememekte. 
Irak’tan farklı olarak, Suriye’de hâlihazırda sürmekte olan acımasız ve çok taraflı bir iç savaşın ortasına atılmanın, bu maliyetleri katlayarak artırma olasılığı yüksek. Bu sebeplerden dolayı, ABD yönetimi, Suriye’de ilan ettiği kırmızı çizgi olan sivil halka karşı kimyasal silah kullanılmasının Esad rejimi tarafından alenen ihlal edilmesi durumunda bile Suriye’ye kapsamlı bir askeri harekât gerçekleştirmedi. Yine bu sebeplerden dolayı, ABD’nin böyle bir harekâtı, bundan sonra da gerçekleştirmesi beklenemez. ABD, geleneksel siyasi-askeri politikalarından olan çevreleme siyasetini sürdürme eğiliminde. Ancak, ABD yönetiminin, bu genel stratejik çerçeve içerisinde, uluslararası diplomatik girişimleri ile işaretini verdiği yeni bir politikaya yöneldiği gözlenmekte. 

Yarından Sonrasına Hazırlık Ya Da Bir Vekil Yaratmak! 

İç savaşlara askeri ve/veya diplomatik şekilde müdahil olan hiçbir dış aktörün, özellikle bölge dışı güçlerin, nihai maksadı, iç savaşı sona erdirmek değildir. 
İç savaşın sona ermesi, dış aktörler için, iç savaş sonrası siyasi mücadelenin ilk ve hayati bir aşamasıdır. Nihai hedef değil, bir ara dönemdir. Buradaki 
en önemli analitik ayrım, bir dış gücün iç savaşa dair siyaseti ile iç savaşın sona ermesine dair siyasetinin iki farklı politik yaklaşım olduğudur. 
Suriye İç Savaşı’na dair ‘tam bir stratejiye sahip olmayan’ ABD yönetimi, Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair yeni bir strateji ortaya koymaya çalışmakta. 

ABD’nin son dönemde müşahade edilen uluslararası diplomatik girişimleri bunun bir göstergesi ve ABD yönetimi, Suriye İç Savaşı’nın sona erdirilmesine dair görece ciddi bir irade sergilemekte. Bunun bir örneği, John Kerry’nin 23 Ocak’ta Riyad’da Suriye muhalefetini temsil eden Müzakere Yüksek Komitesi (HNC) temsilcileriyle yaptığı görüşmede ortaya koyduğu politik tavır. John Kerry, bu görüşmede, muhalefeti, Cenevre’de müzakere masasına oturmamakta direttiği takdirde ‘dostlarından temin ettiği yardımın etkileneceği’ şeklinde diplomatik bir üslup ile tehdit etti ve ABD’nin o zamana kadar en azından söylemsel olarak benimsediği politikayı terk ederek, müzakerelerin önşartsız ve uzun zamandır Rusya ve İran’ın savunduğu şekliyle, bir milli birlik hükümeti oluşturulmasına yönelik gerçekleştirilmesini istedi. 

Bu durum, ABD’nin Suriye muhalefetine kayıtsız bir desteğinin olmadığını, Suriye muhalefeti ile müzakere eden bir taraf olarak onu tavize zorladığını, kendi gündemi doğrultusunda kendi diplomatik amaçlarını takip ettiğini ve bu diplomatik amaçlar içerisinde en önemlisinin iç savaşın sona erdirilmesi olduğunu göstermekte. Ne var ki Steven Haydemann’ın ifadesiyle, John Kerry’nin Esad rejiminin geleceğine dair Rusya ve İran’ın pozisyonunu benimsemesi ve Suriye muhalefetine benimsetme çabalarının 1 Şubat’taki Cenevre görüşmelerini ‘başlamadan berbat ettiği’ söylenebilir. ABD’nin Suriye İç Savaşı’nı sona erdirme siyaseti için esas hedefi, iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Genel olarak, İç savaşlar sonrası Milli siyasetler, Vekalet siyasetleri haline gelir ve iç savaşın sona erme safhası, iç savaş sonrası dönemde harici güçlerin nüfuzunu artıracak bir ‘dahili ittifak siyaseti’nin hayati bir parçasını teşkil eder. Dolayısıyla, ABD’nin Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair siyasetinin tek olmasa da en stratejik boyutunu, iç savaş sonrası dönemde politik ve stratejik olarak ittifak edeceği ‘vekil/ler’ yaratmak ve kuvvetlendirmek oluşturacaktır. 

Bir dış aktör olarak ABD’nin dahili ittifak siyasetinin başarısı için, iç savaşın sona erme safhasında, muhtemel iç müttefiklerinin sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması önemli. Ayrıca, bir iç aktörün meşruiyetinin en önemli ifadesi ve tescili uluslararası müzakerelere katılmadır. Altı çizilmesi gereken diğer bir nokta, iç müttefiklerin daima kendilerini tehdit altında hissetmeleri ve himaye edici dış devletin diplomatik, ekonomik ve askeri yardımına kronik bir ihtiyaç halinde olmalarının, iç savaş sonrası dönemde dış aktörlerin nüfuzunu artıran ve daimi kılan bir etken olması. Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair siyasetinde, ABD’nin küresel sistemden kaynaklanan önemli bir avantajı da mevcut. ABD, Rusya da dâhil diğer birçok ilgili aktörden farklı olarak, iç savaşa fiili müdahale etmeden, diplomatik müdahale edebilme ve bu şekilde müzakerelerin sonucu etkileyebilme kabiliyetine sahip. 

İç savaşların sona erme safhası, dış aktörler arasında iç müttefik oluşturma ve paylaşımına dair bir rekabeti de beraberinde getirir. ABD’nin bu rekabette, askeri müdahalesinin kısıtlı olmasının da etkisiyle gecikmiş bir aktör olduğu ifade edilebilir. Ancak, 

ABD’nin dâhili ittifak siyasetindeki tercihinde, giderek artan biçimde Türkiye’nin bir terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’ye yöneldiği gözlenmekte. Bu yönelim devam ettiği takdirde, dâhili ittifak siyasetinde müstakbel vekili olarak PYD’nin, sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması yönünde ABD yönetiminin adımlar atması beklenebilir. 

ABD’nin dâhili ittifak siyasetindeki tercihinde, giderek artan biçimde Türkiye’nin bir terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’ye yöneldiği gözlenmekte. Bu yönelim devam ettiği takdirde, dâhili ittifak siyasetinde müstakbel vekili olarak PYD’nin, sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması yönünde ABD yönetiminin adımlar atması beklenebilir. Önümüzdeki süreçte, Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’na dair siyasetinde, alametleri tebarüz eden en ciddi meydan okuma, Türkiye ile ABD’nin dâhili ittifak siyasetlerindeki ayrışma olacağına kesin gözüyle bakılabilir. 


Araş. Gör, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

****