20 Ekim 2015 Salı

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 1







EDİTÖR:   DR. ATİLLA SANDIKLI


EDİTÖRDEN

Türk tarihi incelendiğinde geçmişteki başarıların arkasında iyi yetişmiş bilge adamların bulunduğu görülmektedir. Ancak günümüzde olayların çok boyutlu olarak gelişmesi ve sorunların karmaşıklaşması, birkaç bilge kişinin veya aydının gelişmeleri zamanında ve doğru olarak algılamasını ve alternatif politikalar üretebilmesini zorlaştırmaktadır.
Gelişmelerin yakından takip edilmesi, gelecekle ilgili gerçekçi öngörülerin
yapılabilmesi ve doğru politikalar üretilebilmesi için farklı disiplinlere ve görüşlere sahip bilge adamlar ile genç ve dinamik araştırmacıların, esnek organizasyonlar içinde sinerji sağlayacak şekilde bir araya getirilmesi gerekmektedir.

Dünya’daki ve yurt içindeki gelişmeleri takip ederek geleceğe yönelik öngörüler de bulunmak; Türkiye’nin ikili ve çok taraflı uluslararası ilişkilerine ve güvenlik stratejilerine, yurt içindeki siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik bilimsel araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi, dinamik çözüm önerileri, karar seçenekleri ve politikalar sunmak maksadıyla Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) kurulmuştur. 

BİLGESAM’ın vizyonu, amacı, hedefleri, çalışma yöntemi, temel nitelikleri ve teşkilatı http://www.bilgesam.org/tr web sitesinde sunulmaktadır.

BİLGESAM Bilge Adamlar Kurulu’nun 28 Nisan 2008’de yaptığı toplantıya ;

E. Büyükelçi/Bakan İlter TÜRKMEN, 
E. Bakan/Vali Kutlu AKTAŞ, 
E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU, 
E. Koramiral Sabahattin ERGİN, 
E. Büyükelçi Özdem SANBERK, 
E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL,
E. Büyükelçi Yaman BAŞKUT, 
Prof.Dr. Orhan GÜVENEN,
Prof.Dr. Ersin ONULDURAN, 
Prof.Dr. Ali KARAOSMANOĞLU 

ve, BİLGESAM İcra Kurulu üyeleri 

Prof.Dr. M. Oktay ALNIAK, 
Prof.Dr. Hasret ÇOMAK, 
Dr. Atilla SANDIKLI, 
E.Kur.Alb. M. Sadi BİLGİÇ,

Ortaklar Kurulu üyesi Avukat Aşkın GÜVEN iştirak etti.

Bu toplantıda gelecek 5-10 yıl için Türkiye’nin politik vizyonunu ortaya koyacak, Türkiye’nin önünü açacak, öncelikli sorunlarına ışık tutacak bir “Policy Paper” (Politik Vizyon Belgesi) hazırlamasının faydalı olacağı görüşü katılımcılar tarafından kabul gördü. Çalışmada sistem yaklaşımına uygun olarak küresel sistemin değerlendirmesi yapıldıktan sonra alt sistemlere geçilmesi ve öncelikli sorunların buna göre incelenmesi gerektiği vurgulandı. Vizyon, strateji ve planlama çalışmaları için muhtemel gelişmelerin değerlendirilmesi ve gelecekle ilgili öngörülerin yapılmasının önemli olduğu belirtildi.

Yapılan görüşmeler sonrasında aşağıdaki konuların Türkiye’nin öncelikli sorunları olduğu konusunda görüş birliğine varıldı ve bu konular üzerinde çalışmalar yapılması kararlaştırıldı. Kuzey Irak’taki muhtemel gelişmeler, terörle mücadele, ABD ve Rusya ile ilişkiler, AB’ye katılım süreci, yeni anayasa, devlet kurumları arasındaki uyum, yargı sistemi, demokrasi, egemenlik, bağımsızlık ve milliyetçilik anlayışının küresel sistemdeki gelişmeler ve sistemin gelecekte alacağı şeklin özellikleri dikkate alınarak incelenmesi ve uygulamalara ışık tutacak önerilerin geliştirilmesi üzerinde duruldu. Ayrıca küresel ekonomik sistem ışığında Türkiye ekonomisinin incelenmesi, yaşanmakta olan teknolojik devrimin yakalanması için nano teknoloji ve hidrojen enerjisi gibi teknik
konularda çalışmalar yapılması önerildi. BİLGESAM, Bilge Adamlar Kurulu’nda alınan bu kararlar doğrultusunda, kurulun yazacağı Politik Vizyon Belgesi’ne ışık tutacak şekilde belirlenen konularda raporlar hazırlanmasına karar verdi. Ayrıca sistem bütünlüğü içinde bütün konuların sinerji sağlayacak şekilde bir kitapta
toplanmasının faydalı olacağı değerlendirildi.

Çalışmaların başlangıcında Türkiye’nin vizyonu ortaya kondu ve çalışmalar bu vizyonun gerçekleştirilmesi hedefine yönlendirildi.


Türkiye’nin Vizyonu: 

Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık düzeyini belirleyen değerleri üreten, huzurlu, güvenli, müreffeh ve örnek bir ülke mertebesine yüceltmektir. Bu vizyon ideolojilerin tutuculuğundan uzak dinamik bir vizyondur ve hızla değişen dünyamızda milletimize rehber olmaktadır. Çağdaş değerler kapsamında çoğulcu demokrasiyi, insan haklarına saygıyı, hukukun üstünlüğünü ve geçirilen evrim sonunda ulaşılan ve benimsenen sosyal ve yasal hayat biçiminin geliştirilerek
sürdürülmesini hedeflemektedir. Ayrıca ekonominin serbest piyasa prensipleri ve istikrar içinde büyümesini, dünya ile entegre hale getirilmesini ve refahın tabana yayılmasını gerektirmektedir. Devletin bekasını, bölünmez bütünlüğünü, Cumhuriyetin korunmasını, milli gücümüzün geliştirilmesini, menfaat ve değerler birliğine sahip olduğumuz ülkelerle dayanışma ve işbirliği içinde bulunulmasını, ülke, bölge ve dünya barışını esas almaktadır.
Sonuç olarak bu kitap Türkiye’nin hızla çağı yakalaması için gerekli vizyonu ortaya koyan, stratejinin esaslarını belirleyen ve bu kapsamda politika ve çözüm önerileri sunan, farklı disiplinlere mensup seçkin ve konularında saygın kişilerin hazırladığı raporları ihtiva etmektedir.

NOT: BİLGESAM farklı disiplin ve görüşlere sahip bilim adamlarını sinerji sağlayacak şekilde biraraya getiren araştırma merkezidir. Bu nedenle raporlarda yeralan konular BİLGESAM’ın resmi görüşlerini değil, raporları hazırlayanların görüş ve yaklaşımlarını yansıtmaktadır.

Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı



KÜRESEL GELİŞMELER VE ULUSLARARASI SİSTEMİN ÖZELLİKLERİ


Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU

Soğuk Savaşın sona ermesinden bu yana uluslararası sistem süratle küreselleş en bir ortamda değişiyor. Değişimin yönünü ve eğilimlerini sadece güç ilişkilerinin klasik anlamda yeniden şekillenmesine bakarak anlamamız mümkün değildir. “Tek kutuplu-çok kutuplu” gibi kavramları kullanarak ne değişimin niteliğini ne de olağanüstü dinamiğini idrak edebiliriz. Sistemik değişimin meydana geldiği küreselleşen ortamda ilişkiler ve etkileşimler çok çeşitli şekillerde oluşmakta, devletlerin yanında devlet olmayan değişik aktörler dünya politikasında etkili roller üstlenmekte ve dış politika-iç politika ayırımı geçerliğini kaybetmektedir.
Küreselleşen dünyada değişen uluslararası sistemin özelliklerini anlamak için önce ortamı, yani küreselleşmeyi irdelemek gerekecektir.
Küreselleşme, en basit şekilde, dünya çapındaki irtibatlanmaların (Ya da birbirine bağlanmaların) genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanması olarak tanımlanabilir. Küreselleşme olgusuna yaklaşımları üç ayrı kategoride
toplayabiliriz:
Küreselleşmeyi abartanlar, söz konusu gelişmelerin egemen ulusdevleti
ortadan kaldırmakta olduğuna inanarak küreselleşmeye karşı politikalara gerek olduğunu savunurlar. Bu görüşler, ülkelerin içe kapanmasına kadar gidebilir. Hatta bu yaklaşımın zaman zaman küreselleşmenin, Batılı devletlerin bir komplosu olduğu şeklindeki teorilere zemin hazırladığını da biliyoruz.
Küreselleşmeyi küçümseyenler, küreselleşmenin uluslararası ilişkilerin yapısını ve niteliğini değiştirmediğini ileri sürerler. Devletler, uluslararası ilişkilerin esas aktörleri olmaya devam etmektedirler. Jeopolitik anlayışta herhangi bir değişiklik olmamıştır. Askeri güç hala en önemli etki aracıdır. Gözlemlediğimiz olgu, esas itibariyle, devletler arasında karşılıklı bağımlılıkların artmasından başka bir şey değildir ve bu da, tarihte ilk defa olmamaktadır.
Üçüncü yaklaşım, diğer uç yaklaşımlardan kendini ayıran, dönüşümcü diye tanımlayabileceğimiz bir yaklaşımdır. Dönüşümcülere göre, dünya politikası yeni bir dönüşüm süresine girmiştir. Küreselleşmeyi abartanlar da, küçümseyenler de, bu sürecin pek çok yönünü ihmal etmekte ve olup biteni yanlış yorumlamaktadır. Devlet ortadan kalkmamaktadır.

Toplumların devlete hala ihtiyacı vardır. Hatta bazı bakımlardan bu ihtiyaç artmıştır. Ancak devlet olmayan birimler de dünya politikasında etkilerini artırmışlardır. Bu gelişme devlet otoritesinin bir bakıma “Göreceleşmesine” yol açmaktadır. Ayrıca değişik küresel siyasi olguların ve politikaların ortaya çıkması, dış ve iç politika ayırımını geçersiz kılmaktadır. Başka bir deyişle, ekonomik alanda olduğu gibi, bir ülkenin siyasi hayatı diğer ülkelerin siyasi hayatıyla iç içe girme yönünde kuvvetli bir eğilim göstermektedir. Bu güçlü eğilim, geleneksel jeopolitik yaklaşımı ve uluslararası ilişkilerin niteliğini büyük ölçüde etkilemektedir.
Eğer neyin değişip neyin değişmediğini ve değişimin yönünü anlamak,
açıklamak ve uygun politikaları üreterek yönetmek istiyorsak, dönüşümü
inkâr ederek ya da görmezden gelerek işe başlayamayız. Çünkü dönüşümü yaşıyoruz ve her gün gözlemliyoruz.
Küreselleşme, bir süreç olarak belli özellikler göstermektedir. Sosyal,
siyasi ve ekonomik etkinlikler devletlerin ülke sınırlarını aşmakta ve böylece, olaylar, kararlar ve eylemler dünyanın diğer köşelerinde yaşayan insanlar ve topluluklar bakımından da önem arz etmektedir. Mesela istikrarsız bölgelerdeki iç savaşlar ya da ekonomik güçlükler büyük çapta göçlere sebep olmakta ve diğer ülkelerde de ekonomik güçlükler, toplumsal sorunlar doğurmaktadır. Bir ülkede başlayan ekonomik kriz diğer ülkelere de sıçramaktadır.
Etki, coğrafi bakımdan yayılmakla kalmamakta, belli bir alandaki faaliyet diğer alanları da yoğun biçimde etkilemektedir. Bilgisayar teknolojisindeki bir ilerleme savunmadan iş idaresine, tarımdan çevre korumasına kadar pek çok alanı etkilemektedir.
Dünya çapındaki iletişim ve ulaşım sistemlerinin gelişmesi sonucunda küresel düzeyde her türlü ilişki ve işlemin yürütülmesi gittikçe artan bir hız kazanmakta dır. Mal, sermaye, bilgi, haber, fikir ve teknoloji hareketleri 15-20 yıl önce dahi tasavvur edilemeyecek bir süratle gerçekleştirilebilmektedir.
Belki de hepsinden önemlisi, tüm bu gelişmeler sonucunda ulusal ile uluslararası olanın, yerel ile küresel olanın iç içe girmesidir. Başka bir deyişle, devletlerarası karşılıklı bağımlılıkların çok ötesinde, toplumlar arası ortak çıkar ve faaliyet alanları belirmektedir. Mesela, terörle, suç örgütleriyle ve çevre sorunlarıyla mücadele için diğer devletler ve devlet olmayan kuruluşlarla işbirliği içinde hareket etmek bir zaruret haline gelmiştir. Bugün artık enerji güvenliği bir ortak çıkar ve faaliyet alanı sorunudur.
Küreselleşmenin başka bir etkisi de, demokrasi ve insan hakları gibi değerler ve normların gittikçe evrensel bir nitelik ve genişleyen bir uygulama kazanmasıdır. Bu değer ve normlar ile uzun vadede ülkesel, bölgesel ve küresel istikrar arasındaki irtibatın güçleneceği konusunda da yaygın bir inanç mevcuttur. İnsan haklarına saygılı olan, çoğulcu demokratik rejimler kendi halklarının refahını ve mutluluğunu daha iyi temin ederler. Uzun vadede bu rejimler hem ülkede, hem bölgede, hem de uluslararası düzeyde istikrara ve barışa katkıda bulunurlar. Demokratik ve insan haklarına saygılı devletlerin jeopolitik değeri de artar.
Çünkü bugün artık jeopolitik değer sadece coğrafi konuma bağlı olarak ölçülemez, söz konusu devletin rejimine de bağlıdır. Mesela, coğrafi konumu bakımından enerji güvenliği için önemli bir ülke, eğer siyasi rejimi itibariyle potansiyel olarak istikrarsız bir konumda ise, enerji güvenliğini sağlayan değil, fakat risk ve tehdit unsuru olarak görülen bir ülke haline gelir. Başka bir deyişle, meşruiyeti, inandırıcılığı ve jeopolitik değeri azalır.

Küreselleşmenin temel özelliklerinden biri de, dünya politikasında faaliyet gösteren ve politikaları etkileyen aktörlerin çeşitlenmesidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, egemen devletlerin yanında, çeşitli devlet olmayan birimler güç ve etki merkezleri haline gelmiştir. BM, NATO, AB ihtisas teşekkülleri ve diğer uluslararası örgütlerin faaliyet alanları genişlemektedir. Aynı zamanda, bu tür devletlerarası teşkilatlanmalar zamanla devletlerden ayrı bir kimlik ve süreklilik kazanmakta, çok taraflı politikaların zeminini hazırlayarak devlet eylemlerinin meşruiyet kaynağı haline gelmektedirler. Devletlerarası teşkilatlanmanın yanında, sivil toplum kuruluşları ve çok uluslu şirketler yoğun şekilde devlet sınırlarını aşan sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal ilişkilere girmekte ve
büyük ölçüde devletlerin yetki ve kontrolünün dışında her alanda faaliyette
bulunmaktadırlar. Bunlar en ileri teknolojileri kullanarak dünya çapında kamuoylarını etkileyebilmekte ve dolayısıyla devlet politikalarına sınırlamalar koyabilmektedirler. Bu legal faaliyetlerin ötesinde, terör örgütleri gayrimeşru şiddete başvurarak siyasi amaçlarını gerçekleştirme yoluna gitmektedirler.

Hiç şüphesiz, tüm bu gelişmeler devleti “göreceleştirmektedir”. Bunun
anlamı şudur: devlet artık yegâne ekonomik, siyasi ve askeri güç merkezi değildir. Başka bir deyişle güç, göreceli olarak gayri milli bir nitelik kazanmakta dır. Devletlerin faaliyet, yetki ve kontrol alanları gittikçe daralmaktadır. Pek çok konu ve sorun devletlerin münhasır yetki alanlarının dışında kalmakta ve önlenemez bir şekilde devletlerin ülke sınırlarını aşan boyutlar arz etmektedir.
Ancak bu gelişmeler devletlerin ortadan kalkmakta olduğunu vurgulamıyor;
sadece küreselleşmeyi, yani dünya politikasındaki yapısal değişimi işaret ediyor. Bu yapısal değişim sürecinin içinde devletler önemli aktörler olmaya devam ettikleri gibi, yeni ulus-devletler de ortaya çıkıyor. Küreselleşme, toplumların devlete duydukları ihtiyacı artırıyor.

Toplumlarını tatmin etmek ve korumak için devletlerin sınır aşırı düzeyde daha faal ve daha etkili olmalarını zaruri kılıyor. Çünkü yeni yapılanmada, ülke içindeki siyasi hedeflere varmak, ancak sınır aşan düzeyde işbirliğine girmekle mümkün olabiliyor. Küreselleşmeden kaçmak ya da onu durdurmak mümkün değil. Küreselleşme ancak yönetilebiliyor.
Ondan yararlanan, fakat zararlarından sakınabilen devletler başarılı sayılıyor.
Son olarak, bir hususu daha hatırlamakta yarar var. Küreselleşme savaşı ve şiddeti ortadan kaldırmıyor. Tam tersine, savaşın asimetrik türünün ve terörizmin arttığına tanık oluyoruz. Toplumu savaşa, teröre ve her türlü şiddet eylemine karşı koruyabilecek en etkili kurum, devlet olmaya devam ediyor.
Küreselleşen ortamda değişen uluslararası sistemle ilgili ne gibi öngörülerde
bulunabiliriz?
Önümüzdeki on-onbeş yıl içinde, dünya gittikçe hem daha bütünleşmiş
olacak hem de oyuncuların çoğalması ve etnik grupların kimliklerini
talep etmeleri sonucunda daha bölünmüş bir manzara arz edecektir.
Birbirine zıt bu iki eğilim hem ekonomik ve askeri güç gibi geleneksel
yapısal faktörlerden, hem de değerler, normlar ve inançlardan etkilenecektir. Kaba zorlama ve şiddet potansiyeli, yani kaba askeri ve ekonomik güç, etki unsuru olarak göreceleşecek, onun yanında meşruiyet, inandırıcılık, cazibe ve küreselleşmeyi iyi yönetebilme kabiliyeti güç merkezlerinin yapıcı unsurları olarak önemini artıracaktır.
Yeni pazarlar ve enerji bulma rekabeti ekonomileri zor durumlara sokacak ve periyodik krizler artacaktır. Gelişmekte olan ülkeler, yabancı yatırımı cezp etmek için hem ekonomik hem siyasi rejimlerini reforma tabi tutma yoluna gideceklerdir. Fakat bu reformist politikalar iç çalkantılara hatta iç savaşlara sebebiyet verebilecektir. Dönüşüm ve dönüşümün güvence altında gerçekleşmesi, yani iç güvenliğin bozulmadan sürdürülmesi, hem ilgili ülkelerin hem de uluslararası toplumun en önemli sorunlarından biri olmaya davam edecektir. Bu konuda uluslararası örgütlerin ve sivil kuruluşların rolü artacaktır.
Çin, Hindistan, Endonezya, Rusya ve Brezilya gibi ülkelerin ekonomilerinin
hızla büyümesi uluslararası sisteme, şüphesiz, çok kutuplu bir görüntü verecektir. Ancak bu ülkelerin ekonomik güçlerini siyasi etkiye tahvil edip edemeyecekleri tartışma konusudur. Ayrıca bunların ne çapta birer sosyal, siyasal ve kültürel cazibe merkezleri haline gelebilecekleri de henüz bilinmemektedir. Ancak bu ülkelerin kendi kıtaları üzerinde en etkili ülkeler olarak kalacakları bellidir.
Avrupa Birliği dünyanın en büyük ekonomilerinin başında gelmesine rağmen uzun vadede büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Demografik ve ekonomik küçülme eğilimi bunlardan sadece birisidir. Avrupa, dünya politikasında etkili olma yönünde üstesinden gelemediği bir irade zaafı göstermektedir. Yükselen milliyetçilik, hatta ırkçılık, Avrupa’yı adeta içine kapatmakta ve cazibe merkezi olmaktan çıkarmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, yaptığı tüm hatalara ve yaşamakta olduğu
ekonomik sorunlara rağmen dünya politikasında en etkili güç olmaya devam etmektedir. Eğitim ve araştırma kurumlarının üstünlüğü, teknolojisi, toplumun ve siyasi hayatın gittikçe artan çoğulculuğu, ABD’yi potansiyel olarak en kozmopolit bir cazibe merkezi ve müthiş askeri gücünün yanında, en etkili “yumuşak güç” olarak ön plana çıkarmaktadır.

Önümüzdeki on-onbeş yıl içinde başka bir güç merkezinin ABD’nin askeri, bilimsel ve teknolojik düzeyine erişmesi mümkün gözükmüyor. Önümüzdeki yıllarda, ABD’nin yumuşak güç potansiyelini daha etkili bir şekilde kullanması ihtimali artıyor. Gelecek genel seçimde Barack Obama’nın Başkan seçilmesi ABD’nin Asya, Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika’daki cazibesini büyük ölçüde artıracak ve yumuşak gücünü daha etkili kullanmasını kolaylaştırabilecektir. Önümüzdeki yıllarda, hiç şüphe yok ki, ekonomik alanda ABD’nin önüne güçlü rakipler çıkacaktır. Fakat ABD dünya politikasında lider rolünü oynamaya, hatta belki de daha iyi ve etkili bir şekilde oynamaya devam edecektir.

Öte yandan, bu ihtimalin gerçekleşmesi transatlantik çatlağı dediğimiz sorunu derinleştirebilir. ABD’nin yumuşak gücünü ön plana çıkarması AB’yi bir ölçüde memnun etse de, Washington’un menfaatleri ve dikkati giderek Avrupa’dan başka kıtalara yönelebilecektir. Avrupa ülkelerindeki bütünleştirici irade eksikliğinin devamı bu eğilimi güçlendirecektir.
Başka, fakat çok daha küçük bir ihtimal de, bugünkü ABD politikasının
değişik şekillerde devam etmesidir. Bu durumda, dünyadaki bölünmüşlük,
dinsel ve ırksal farklılıklar ön plana çıkacak ve medeniyetler çatışması uluslararası sistemin temel özelliklerinden biri olacaktır.

Özetlemek gerekirse, şu eğilimleri tespit edebiliriz:

Uluslararası sistem Soğuk Savaşın çift kutuplu, doğu-batı çatışması şeklinde kolayca tanımlanan katı düzenine hiçbir zaman benzemeyecektir.
Esnek, dinamik ve kestirilemeyenlerle dolu bir sistem olacaktır.
Bu itibarla, küreselleşme uluslararası sisteme şekil veren en önemli faktör
olacaktır. Yeni ekonomik güçlerin ne ölçüde siyasi ve askeri güç merkezleri haline dönüşme irade ve kabiliyetini gösterebilecekleri de, uluslararası sistemin yapılanmasını etkileyen başka bir faktördür.
Ekonomik çok kutupluluk artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Yeni ekonomik
güçlerin Batı camiasının dışında olmaları, sisteme gayrimütecanis bir nitelik kazandıracaktır. Kültür farkları uzlaşmaları zorlaştırabilecektir.
Batı’nın toplam ekonomik gücü ve nüfusunun Batılı olmayanlara göre
azalması, Batı’nın dünya sorunlarını etkileme imkanının da azalmasına
sebebiyet verecektir. Yeni ekonomik güçler dünyanın gündeminin tayininde
eskiye oranla daha büyük ağırlığa sahip olacaklardır. Bu durumda,
yeni işbirliği tertipleri ve yeni kurumlaşmalar gerekecektir.
Uluslararası sistemdeki bu eğilimlerin ABD ile Avrupa’yı bugün olduğundan
daha fazla birbirine yakınlaştıracağını söylemek zordur. Daha kolay söyleyebileceğimiz, ABD’nin dikkatinin Orta Doğu’ya, Afrika’ya, Orta ve Uzak Asya’ya ve Kafkasya’ya giderek daha fazla yoğunlaşacağı dır.

AB bu bölgelerde daha faal rol oynama iradesini gösterdiği oranda Washington’un da Avrupa’ya gösterdiği ilgi artacaktır.




..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder