TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 2
DEĞİŞEN GÜVENLİK ANLAYIŞLARI VE TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK
STRATEJİSİ
Dr. Atilla SANDIKLI
GÜVENLİK KAVRAMI
20’nci Yüzyılın sonunda ve 21’nci Yüzyılın hemen başında
siyasi, ekonomik, teknolojik ve sosyo-kültürel alanlarda meydana
gelen hızlı değişimler güvenlik kavramını derinden etkilemiştir. Bu
dönemde soğuk savaş sona ermiş, teknoloji, özellikle iletişim alanında
yaşanan baş döndürücü gelişmeler küreselleşme olgusunun ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Bütün bu gelişmeler yaşanırken 11 Eylül’de ABD’de
ikiz kulelere yapılan saldırılar bütün dünyada şok etkisi yaratmıştır. Bu
olaylar uluslararası ilişkileri, ittifakları, stratejik düşünceleri,
“tehdit” ve buna bağlı olarak “güvenlik” kavramlarını temelden sarsmış ve
büyük oranda değişime zorlamıştır.
Yeniden şekillenmekte olan günümüz dünyasında büyük güçler arasında büyük zayiat ve tahribata neden olabilecek savaş
ihtimalinin ortadan kalktığını söylemek mümkündür. Ancak bölgesel ve
etnik kökenli savaşlar hala önemini korumaktadır. Asimetrik tehdit olarak
terörizm ön plana çıkmış, terörist örgütler herhangi bir zamanda
dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkarak saldırıda bulunabilme
olanak ve yeteneğine ulaşmışlardır.
Güvenlik kavramının değişmesiyle birlikte, güvenliğin
boyutları ve kapsamı da değişmiştir. Güvenlik de bir yerde
küreselleşmiştir. Çünkü küresel ekonomi ve küresel güvenlik birbirini tamamlayan iki
önemli kavram olarak ortaya çıkmıştır. Dünyadaki büyük şirketler ve
finans çevreleri konunun ekonomik boyutuyla ilgilenirken, büyük
devletler güvenlik boyutu üzerinde yoğunlaşmışlardır. “Güvenlik
boyutu”, ülke güvenliği kavramından uluslararası güvenlik şeklinde
tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır. Ayrıca güvenlik
olgusunun kapsamı genişlemiş; savaş, silahlı çatışma, kuvvet kullanma
hallerinin
dışında başta ekonomi, enerji, çevre, sağlık, sosyo-kültür
ve eğitim alanları güvenlik kavramına dahil olmuştur.
Bu nedenlerle 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği
Kanunu’nun
2’nci maddesinde milli güvenlik; “Devletin anayasal
düzeninin, milli varlığının ve bütünlüğünün milletlerarası alanda
siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi
hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması ve
kollanmasıdır” şeklinde tanımlanmıştır.
TÜRKİYE’NİN MİLLİ MENFAATLERİ VE MİLLİ HEDEFLERİ
Güvenlik kavramındaki değişim ve gelişime uygun olarak;
devletin bekası, bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin korunması, milletin
refahı, ülke ve bölge barışının sağlanması, yurtdışındaki
soydaşlarımızın güvenlik ve refah içinde bulunması Türkiye’nin hayati milli
menfaatleri olarak sıralanabilir. Çoğulcu demokrasi, insan haklarına
saygı ve geçirilen evrim sonunda ulaşılan ve benimsenen sosyal ve yasal hayat
biçiminin sürdürülmesi, milli gücümüzün geliştirilmesi, ekonominin
serbest piyasa prensipleri ve istikrar içinde büyümesi, dünya ile
entegre hale getirilmesi, refahın tabana yayılması yine milli
menfaatlerimiz arasında yer alması gereken hususlardır. Ayrıca güvenliğin garanti
altına alınabilmesi için menfaat birliğine sahip olduğumuz
ülkelerle müşterek tehdide karşı dayanışma ve ortak ittifak sistemi içinde
bulunulması
önem arz etmektedir.
Bu kapsamda Türkiye’nin milli hedeflerini aşağıdaki şekilde
belirtebiliriz.
Devletin Anayasal düzenini, milli varlık ve bölünmez
bütünlüğünü, uluslar arası alanda siyasi, askeri, sosyal, kültürel ve
ekonomik dahil tüm menfaatlerini ve ahdi hukukunu her türlü iç ve dış
tehlikelere karşı korumak ve kollamak,
Yurt içinde milli birlik ve beraberliği, huzur güven ve
istikrarı sağlamak,
Vatandaşların Anayasa ile teminat altına alınan hak ve
hürriyetlerini korumak, hayat şartlarını ve refah seviyelerini demokratik
düzen içerisinde ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak
geliştirmek, Bağımsızlık, hürriyet, adalet ve hak eşitliğine dayanan bir
dünya düzeni içerisinde, yurtdışında Türkiye’nin de güvenliğini
sağlayacak şekilde sürekli ve adil bir barışın tesis ve idamesine yardımcı
olmak, Türkiye’nin etrafında bir barış kuşağı oluşturmak, Türkiye Cumhuriyetini siyasi, askeri, ekonomik, sosyal,
bilimsel ve teknolojik gücü ile bütün dünyada tanınan ve sayılan
itibarlı ve güçlü bir mevkie kavuşturma çabalarına devam etmek, böylece Türk
ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak, Türkiye’yi silah, araç ve gereç bakımından dışa bağımlı
olmaktan kurtarmak, Yurt dışındaki Türk vatandaşlarının ve soydaş topluluklarının güvenlik ve refahına yardımcı olmak.
KÜRESEL GÜVENLİK BOYUTU
Değişen güvenlik anlayışı çerçevesinde gelecekte küresel
kırılmalara aday bölgeleri incelediğimizde, bu bölgelerin başında Uzak
Doğu gelmektedir.
Uzak Doğu’da, Çin ve ABD’nin gelecekte siyasi, ekonomik nedenlerle Tayvan veya Kuzey Kore sorunlarından dolayı karşı
karşıya gelmeleri için yeterli potansiyel mevcuttur. Asya’da
devletler arası büyük çatışma olasılığı diğer bölgelerden daha yüksektir.
Yine bir başka küresel kırılma hattı da zengin enerji
kaynaklarına sahip Orta Asya ve Kafkasya’ya bölgeleridir. Soğuk Savaş
sonrası küresel güç olma vasfını kaybeden ancak son yıllarda süratli bir
şekilde toparlanan ve geleceğin küresel güç adaylarından Çin’le de yakın bir
işbirliği içerisine giren Rusya bu bölgede ABD ile karşı karşıya
gelebilecektir.
Dünya enerji kaynaklarının büyük bir bölümünün bulunduğu,
çatışmaların
ve istikrarsızlığın sürdüğü Ortadoğu bölgesi ise, daima
dünyanın öncelikli konusu olagelmiştir. Bu bölgede, bölgesel bir
kırılmaya yol açabilecek enerji birikimini sağlayacak gerginliklerin
daima var olacağı unutulmamalıdır. Gelecekte bu bölgede enerji kaynaklarının
paylaşımı konusunda küresel bir kırılma yaşanabilir.
Günümüzde klasik tehdit algılamaları dışında küresel
güvenlik ortamının
en önemli asimetrik tehdit algılamalarından birisi
uluslararası terörizmdir. Son derece organize bir yapıya sahip terörist
örgütler, gelişen ve ulaşılması daha da kolay bir hale gelen teknolojiler
sayesinde, büyük bir imkân ve kabiliyete ulaşmışlardır.
Kitle imha silahlarının kontrolsüz olarak yayılması ve
bunların uluslararası
sistem dışında kalan, uluslararası hukuka saygılı olmayan
devletlerin veya terörist örgütlerin eline geçmesi önemli bir risk
oluşturmaktadır.
Ayrıca uluslararası organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu
ve silah kaçakçılığı gibi konular uluslararası güvenlik
politikalarında dikkate alınması gereken tehdit ve riskleri oluşturmaktadır. Çevre
sorunları ve salgın hastalıklar riski de her geçen gün önemini
artırmaktadır.
BÖLGESEL GÜVENLİK BOYUTU
Türkiye dünyanın en istikrarsız bölgeleri olan Ortadoğu ve
Kafkaslara
komşudur. Ortadoğu tarihi ve kültürel varlığı, zengin petrol
kaynakları
ve dünya ulaştırma yollarının kesişme noktasında bulunması gibi özelliklere sahip olmasına rağmen, bitmeyen bir
şiddetin merkezi hâline gelmiştir. Başta bölge insanları olmak üzere, bütün
dünyanın güvenlik ve refahını etkileyen Ortadoğu’daki
istikrarsızlığın olumsuz yansımaları en çok Türkiye’de hissedilmektedir.
Kafkaslarda ayrılıkçı bölgeler ile mücadelesini sürdüren
Gürcistan,
Acaristan problemini çözmüştür. Ancak Güney Osetya ve
Abhazya her
zaman için büyük problem kaynakları olmaya devam
etmektedirler.
Rusya’nın gelişmelere müdahale etmesi risk faktörünü
arttırmaktadır.
Gürcistan’ın ulusal birliği ve toprak bütünlüğü, Bakü-Tiflis-Ceyhan
boru
hattının güvenliği ve Türkiye’nin Orta Asya açılımı
açısından büyük
önem arz etmektedir.
Doğu komşumuz Ermenistan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü
tanımamakta,
uluslararası arenada asılsız Ermeni soykırımı iddialarının
tanınması için girişimde bulunmakta, BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayarak Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünü
işgali altında bulundurmaktadır. Diğer doğu komşumuz İran teokratik bir rejime sahiptir ve
geçmişte rejimini, Türkiye de dahil olmak üzere mücavir ülkelerdeki
rejimleri etkilemek için kullandığına dair kuşkular vardır. Ayrıca İran’ın
nükleer çalışmalarını diğer ülkeler gibi Türkiye de kaygıyla
izlemektedir. İran’ın, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan gizli olarak nükleer
tesisler inşa etmiş olduğu ve uranyum zenginleştirme çalışmaları yaptığı
saptanmıştır.
Kuzey Kore’den başlayıp, Hindistan, Pakistan ve İran
üzerinden geçen ve bölgemizdeki diğer muhtemel nükleer güçlere uzanan
nükleer eksen, Türkiye açısından büyük bir hassasiyet teşkil
etmektedir. Güney komşumuz Irak’ın siyasi ve toprak bütünlüğü Türkiye
için hayati öneme sahiptir. Irak’taki gelişmelerin iki yönü
vardır. Birinci husus, PKK terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki varlığıdır. PKK
burayı bir sığınak olarak kullanmaktadır. Irak’ın kuzeyindeki PKK
teröristleri Türkiye’ye sızarak eylemler yapmaktadır. İkinci önemli husus ise,
Kerkük’le
ilgilidir. Kerkük, içinde birçok etnik gurubu barındıran bir
şehirdir.
Kerkük aynı zamanda önemli petrol kaynaklarına sahiptir.
Kerkük’ün
ve zengin petrol kaynaklarının belirli bir gruba mal
edilmesi bölgedeki yangının daha da büyümesine neden olabilir.
Suriye ile uzun yıllar boyunca karşılıklı tehdit
algılamasına dayanan soğuk ilişkiler yerini, 1998 yılında imzalanan “Adana
Mutabakat Belgesi” ile bir iyileşme sürecine bırakmıştır. Bu olumlu ilişkiler
her geçen zaman daha da iyiye gitmektedir. Türkiye Suriye ile
İsrail’in görüşme masasına oturmasını sağlamış ve arabulucu görevi
üstlenmiştir. Türkiye Lübnan’daki gelişmeleri de yakından takip etmiş ve ülke
içindeki çatışmaların sonlandırılmasına önemli katkılar sağlamıştır. Orta Doğu’da baş ağrıtan bir başka önemli sorun da İsrail-Filistin
sorunudur.
Balkanlara geldiğimizde ise; bu bölgenin en fazla sorun
teşkil eden bölgesi Kosova’dır. Kosova bağımsızlığını ilan etmiş ve
bağımsız bir devlet olarak uluslararası camiada yerini almıştır. Ancak
buradaki tansiyonun yükselme ihtimali hala mevcuttur.
Yunanistan ile ilişkilerde olumlu yönde gelişmeler olmasına
rağmen
Yunanistan Milli Savunma Politikasını, tehdidin doğudan
(Türkiye’den)
geldiği varsayımına dayandırmaktadır. Bu kapsamda adaları
silahlandırmakta,
6 millik kara suları üzerindeki hava sahasının 10 mil olduğu iddiasında bulunarak Ege uluslararası hava sahasını
daraltmakta ve özellikle de Ege Denizinin bir Yunan denizi olduğunu
çağrıştıracak şekilde ülkemizden FIR’ı geçerek uluslararası hava sahasına
giren her askeri uçağımızı silah yüklü uçaklarla önlemektedir. Bu
durum bölgede her zaman bir kriz çıkma olasılığını gündemde tutmaktadır.
Kıbrıs konusuna gelince; Kıbrıs, Türkiye’nin milli
menfaatleri ve uluslararası antlaşmaların kendisine yüklediği sorumluluklar
açısından hiçbir zaman ilgisinin azalmaması gereken konuların
başındadır. Güvenlik açısından Kıbrıs’ın önemi iki temel esasa dayanmaktadır.
Bunlardan birincisi; Türkiye Cumhuriyeti’ne ve TSK’ne Garanti
Antlaşması ile yüklenen Kıbrıslı soydaşlarımıza sağlamak zorunda
olduğumuz güvenlik sorumluluğudur. İkincisi ise, Garanti ve İttifak Antlaşmalarında açıkça ifade edildiği üzere, Kıbrıs’ın, Türkiye’nin güvenliği
açısından taşıdığı stratejik rolün önemidir. Bu iki temel esas süreklilik arz
etmektedir.
Çünkü Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’deki istikrar ve denge ancak
bu sayede sağlanmaktadır.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üyesi olduğu AB
nezdinde
Türkiye’yi zor durumda bırakacak girişimlerde bulunmaktadır.
Türkiye ile olan sorunlarını AB’nin sorunları haline
getirmeye çalışmakta,
Türkiye-AB ilişkilerinin gelişmesini ve müzakere sürecinin
ilerlemesini
engellemektedir. Türkiye ile mevcut sorunlarını AB’yi kullanmak
suretiyle kendi lehine çözmeye çalışmaktadır.
Çatışmaların ve istikrarsızlığın sürdüğü Ortadoğu bölgesi
uluslararası
terör örgütlerinin barınma ve uygulama merkezi durumuna
gelmiştir.
Asimetrik bir tehdit olan terörizm bu bölgede gelişmekte ve
bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eylemlerde bulunmaktadır.
Kıtalar arası geçiş yolları üzerinde bulunan bölge, terörist
faaliyetlerin yanı sıra organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu ve silah
kaçakçılığı gibi yumuşak güvenlik konularında risk ve tehditlerle karşı
karşıyadır. Ayrıca bölge çevre sorunları, su kaynakları ve salgın hastalıklar
konularına karşı da hassastır.
ÜLKE GÜVENLİĞİ BOYUTU
Türkiye yeni güvenlik algılamaları çerçevesinde soğuk savaş
döneminde
olduğu gibi ülke topraklarına yönelik bir istila tehdidi ile
karşı karşıya değildir. Ancak Türkiye; çok boyutlu, çok yönlü,
öngörülmesi güç ve sınır tanımayan asimetrik tehdit ve risklerin
yaşandığı, istikrarsız bölgelerin merkezinde yer almaktadır.
Türkiye’nin güvenlik algılamaları; komşu ülkelerde
oluşabilecek istikrarsızlıklar,
Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkabilecek istenmeyen oluşumlar, Türkiye’nin menfaatlerine indirilebilecek büyük darbeler; su
sorunu ve Kitle İmha Silahları (KİS) tehdidi gibi simetrik risk ve
tehditleri içermektedir.
Ayrıca terörizm, bölücü ve irticai faaliyetler, uluslararası uyuşturucu trafiği ve yasa dışı göçle mücadele gibi
asimetrik özellikli risk ve tehditler de bu geniş yelpaze içinde yer almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütünlüğünü, birlik ve
beraberliğini, Anayasa ile belirtilen demokratik parlamenter düzeni, temel
hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan PKK Terör
Örgütü’nün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve zaman zaman da büyük şehirlerde gerçekleştirdiği bölücü terörist faaliyetler günümüzde
Türkiye’nin güvenliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Bazı dış güçlerin desteği ve Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğu, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’nun coğrafi yapısı, ekonomik ve sosyal durumu terör
örgütünün varlığını devam ettirebilmesinin en önemli nedenleridir.
Ülke içinde
kurtarılmış bölge tesis etmenin imkânsızlığını gören terör
örgütü Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğun faydalanarak bu bölgede
yerleşmiş, halk üzerinde korku ve panik ortamı yaratarak siyasallaşma
sürecine girmiş, dış ülkelerde çeşitli isim ve şekillerde
örgütlenerek dış platformlarda etkinliğini artırmaya çalışmaktadır.
Cumhuriyet’in temel niteliklerinden olan laikliğe karşı bazı
faaliyetler toplumda irtica tehlikesi ile ilgili kaygıları artırmıştır.
Devletin Anayasa’da tarif edilen niteliklerini değiştirmeye yönelik her hareket
gibi irtica da devlete ve rejime yönelik bir tehdittir. Laiklik
ülkemizde aynı zamanda iç barışın da önemli bir şartıdır. İrtica ile
mücadelede insan haklarına aykırı olarak halkın temel inançlarına ve değerlerine
karşı çıkılması ve farklı inanç ve değerlerin halka dayatılması Türkiye’deki
birlik ve beraberliğe zarar vermektedir. Çağdaş laik anlayışa
aykırı olarak bu görüş ve eylemlerin sistematik bir hal alması ve halk
üzerinde baskı oluşturulması da Türkiye’nin birlik ve beraberliğine yönelik
önemli bir tehdidi oluşturmaktadır.
Ülke içindeki siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve
psiko-sosyal istikrarın
bozulmasına yönelik gelişmeler de yeni güvenlik
anlayışlarında güvenliğe yönelik tehditler olarak değerlendirilmektedir.
Devlet erkleri ve kurumları arasında uyumsuzluk, hukuk devleti yerine kanun
devleti anlayışının benimsenmesi ve hukukun üstünlüğü ilkesine
aykırı eylemlerde bulunulması, demokrasi karşıtı otoriter yönetim yaklaşımları
doğrultusunda girişimlerde bulunulması, farklı inanç, görüş ve etnik
kültürlere karşı hoşgörüsüzlüğün yaygın bir hal alması ve bu anlayışın
eylemlere dönüşmesi Türkiye’de güvenliği tehdit eden önemli gelişmelerdir.
Toplumda bütün bunların birbirleriyle sinerji sağlayacak
şekilde uygulandığına yönelik kaygıların artması gelişmelerin tehdit
boyutuna ulaştığını göstermekte dir. Ayrıca uluslararası organize suçlar, yasa dışı göç,
uyuşturucu ve silah
kaçakçılığı gibi faaliyetler, doğu-batı, kuzey-güney geçiş
yolları üzerinde
bulunan Türkiye için yumuşak güvenlik tehditleri olarak
değerlendirilmektedir.
Çevre sorunları ve salgın hastalık riskleri de diğer
bölgelere nazaran Türkiye’yi daha fazla etkilemektedir.
MİLLİ GÜVENLİK POLİTİKASI
Türkiye’nin Milli Güvenlik Politikası milli değerleri ve
mili çıkarları partiler üstü olarak ele almaktadır. Milli güvenlik
açısından Türkiye’nin çıkarları; Türkiye’nin savunulması, elverişli dış ilişkiler
ve düzenlemeler oluşturulması, ekonomik refahın sağlanması, demokratik
değerlerin geliştirilmesi şeklinde dört ana kategoride toplanabilir.
Türk milli güvenlik politikasının, milli gücün kullanılması suretiyle elde
edilmesini öngördüğü hedefler ise şunlar olmalıdır. Ülkenin hürriyet, bağımsızlık ve bölünmez bütünlüğünün
korunması, Anayasa ile belirlenen düzenin, ilke ve değerlerin idamesi, Halkın huzur, refah ve güvenliğinin sağlanması,
Ülke içinde ve civarında insan hakları, demokrasi ve serbest
ekonomiye
dayanan sürekli bir barış, istikrar ve güven ortamı
oluşturulması, Diğer ülkelerle dostluk ve ittifak ilişkilerinin
geliştirilmesi, Ülke ekonomisinin içte ve dışta gelişip büyümesi. Türkiye’nin Güvenlik Stratejisinin temelini dinamik bir dış politika, caydırıcılık, kolektif güvenlik ve kriz yönetimi
oluşturmalıdır.
Türkiye bölgesel barış ve istikrarın korunması amacıyla
dinamik bir dış politika yürütmeli, jeopolitik imkânlarını etkin bir
şekilde kullanmak suretiyle bölgesel inisiyatif sahibi ülke konumunu
güçlendirmelidir.
Bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olarak, uluslar arası
sorunlara ağırbaşlı, sabırlı ve sorumluluk duygusu içinde yaklaşmalı,
komşularıyla işbirliği sağlamak, yakınlaşmak ve olumlu ilişkiler
geliştirmek için her türlü fırsattan istifade etmeli, bölgesinde barış ve
güvenliğe katkıda bulunmalıdır.
Türkiye’nin Lübnan’daki iç çatışmaların sonlandırılmasına ve Suriye-İsrail barış görüşmelerinin başlamasına yaptığı
katkılar güzel örneklerdir. Bu kapsamda Rusya-Gürcistan,
Ermenistan-Azerbaycan ve Makedonya-Yunanistan sorunlarında da inisiyatif
alınabilir.
Başta bölge insanları olmak üzere, bütün dünyanın güvenlik
ve refahını etkileyen Orta Doğu’daki istikrarsızlığın, 21’inci yüzyılın
en büyük sorunlarından biri hâline geldiği görülmektedir. Tarihi ve
kültürel varlığı, zengin petrol kaynakları ve dünya ulaştırma
yollarının kesişme noktasında bulunması gibi özelliklerine rağmen, bitmeyen bir
şiddetin merkezi hâline gelen Orta Doğu’da; barış, istikrar ve
refahın sağlanması, dış politika önceliklerimiz arasında yer almalıdır. Bu
çerçevede Türkiye, uluslararası toplumla birlikte bölge ülkelerinin karşılaştığı
sorunların aşılması için her türlü girişimde bulunmalıdır.
Türkiye, demokratik, laik yapısı, hukukun üstünlüğünü esas
alan
yönetim biçimi, güçlü devlet geleneği, pazar ekonomisi,
sosyal ve kültürel
yapısı ile Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu üçgeninin
ortasında bir istikrar adası olmaya devam etmelidir.
Türkiye bölgesel bir güç ve bir dünya devleti olma hedefi
doğrultusunda
çalışırken içte hem ekonomik yönden, hem de birlik ve
beraberlik yönünden daha güçlü olmak zorundadır. İçte, güvenlik ve
istikrarın devam ettirilmesi milli güç unsurlarına çarpan etkisi
yapmakta ve etkinliğini artırmaktadır. Ülke içinde huzur, güven ve istikrar
ortamının oluşturulması için demokrasi, insan hakları ve hukukun
üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde kültürel hoşgörü geliştirilmeli, devlet
kurumları arasında uyum sağlanmalıdır.
Caydırıcılığın sağlanabilmesi için modern bir silahlı
kuvvetlere sahip olmak zorunludur. Ayrıca soğuk savaş sonrasında her geçen
gün önemi artan yumuşak güvenlik konularında gerekli tedbirlerin
alınabilmesi için iç güvenlik güçlerinin geliştirilmesi de gereklidir.
Silahlı güç ile birlikte siyasi, ekonomik, teknolojik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal
gücün birbirleriyle uyumlu ve dengeli olarak geliştirilmesine
ihtiyaç vardır.
Güçlü demokrasi, güçlü ekonomi ve güçlü savunma Türkiye’nin
milli güvenlik politikasının temellerini oluşturmalıdır.
Güvenliğin uluslararası bir şekil alması kolektif güvenliği
gerekli kılmaktadır.
Bu sayede caydırıcılık ve güvenliğin etkinliği arttırılırken
maliyetler düşürülmeli dir. Bu çerçevede Türkiye Birleşmiş Milletler,
NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği
başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlarda ve bölgesel oluşumlarda
aktif olmalıdır.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası içerisinde yer almak
Türkiye için stratejik bir önem ve önceliğe sahiptir. Avrupa ile
bütünleşmiş Türkiye, jeopolitik avantajını kullanarak Avrupa Birliği’nin
geliştirdiği Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıyla, dünyanın sorunlu bölgelerinde
küresel aktör olma gayretlerine önemli katkı sağlayabilir.
Batı’daki bazı ülkelerin Türkiye’yi dünyanın problemli
bölgelerine karşı bir cins tampon devlet olarak görme eğilimlerine
rağmen Türkiye, Batı’nın ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Jeopolitiğin bir
gereği olarak Türkiye diğer açılımlarını da etkin olarak kullanmalıdır.
Ancak bu açılımlar Batı’ya karşı bir alternatif olmamalıdır. AB ile
ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesi Türkiye’nin diğer açılımlarında öncü rol
oynamasına önemli katkılar sağlar. Aynı şekilde Türkiye’nin diğer
açılımlarını etkin olarak geliştirmesi Türkiye-AB ilişkilerine olumlu
yansımalar yapacaktır.
Türkiye, içinde bulunduğu jeostratejik mevki itibariyle,
belirsizlik ve potansiyel risk ve tehlikelerle tanımlanan bir bölgenin
merkezinde, barış ve güvenliğe katkıda bulunabilecek bir istikrar adası
durumundadır.
Bu nedenle Türkiye’nin içinde olmadığı bir Avrupa güvenlik
ve savunma
mimarisinin eksik kalacağı açıktır.
Hızla değişen güvenlik ortamında meydana gelebilecek
krizlere süratle
çözümler üretebilmek, oluşan risklere tedbirler getirilirken
fırsatlardan
da yararlanmak için etkili bir kriz yönetim sistemi
geliştirilmelidir. Kriz yönetim sistemi kapsamında istihbarat kurumları, askeri
ve diğer güvenlik güçleri arasında etkili bir koordinasyon
oluşturulurken, milli güç unsurlarından sinerji sağlayacak şekilde dengeli
ve etkili olarak faydalanılmalıdır.
Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin
devamlılığına yönelik iç ve dış tehdit odaklarından kaynaklanan simetrik ve
asimetrik tehditlerin mümkün olduğu kadar erken teşhis ve tespit
edilmesi maksadıyla, istihbarat faaliyetlerinde ki etkinliğin ve istihbarat
kurumları arasında işbirliğinin arttırılması önem arz etmektedir.
Ayrıca bölge ülkeleri istihbarat kurumları arasında işbirliği olanaklarının
araştırılması da gereklidir.
Meydana gelebilecek fiilî tecavüzler, sınır ötesinden
itibaren karşılanarak,
en kısa sürede ve asgari kayıpla bertaraf edilmelidir. Bunun
sağlanabilmesi
için etkin istihbarat, erken ikaz ve uyarı sistemine ihtiyaç vardır. Ayrıca proaktif bir kriz yönetim sistemi ile süratli
ve etkili müdahale yöntemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Günümüzün güvenlik ortamında Türkiye’nin güvenliğine yönelik en önemli tehdit terörizmdir ve bunu destekleyen
bölücülüktür. Irak’ın kuzeyindeki durum ise bu tehdidin gelişmesine katkı
sağlamaktadır. Bu tehdide karşı Türkiye son zamanlarda olduğu gibi
uluslararası desteği arkasına almalı, güvenlik güçleriyle PKK terör örgütüne
karşı mücadelesini aralıksız sürdürmelidir. Bu mücadeleye paralel olarak
bölgede terörün gelişmesine neden olan olumsuz koşulların düzeltilmesi
amacıyla kapsamlı bir planın bir parçası olarak ekonomik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal tedbirler alınmalıdır. Ekonomik hayatın
gelişmesi, işsizliğin önlenmesi, sağlık imkanlarının yaygınlaştırılması ve eğitim
konularında
alınacak tedbirler ile devletin bölgedeki varlığı
artırılmalı, devlet ile halkın kucaklaşması sağlanmalıdır.
Ülke içindeki siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve
psiko-sosyal istikrarın
sağlaması ve korunması güvenlik açısından büyük bir öneme
sahiptir.
Bu alanlarda istikrarın bozulması ülke güvenliğine yönelik
en önemli tehdidi oluşturmaktadır. Günümüz koşullarında
güvenlik ve istikrar ülke içinde demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleştirilmesi
ve demokrasi kültürünün geliştirilmesi ile mümkün olmaktadır.
Devlet erkleri ve kurumları arasında uyumun sağlanması, çağdaş
anlayışa uygun olarak hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsenmesi, farklı
inanç, görüş ve etnik kültürlere karşı hoşgörü kültürünün
oluşturulması istikrar için olmazsa olmaz koşullardır.
SONUÇ
20. yüzyılın sonunda ve 21. Yüzyılın başında hızla değişen
güvenlik ortamına uygun olarak güvenlik anlayışları da büyük değişim
göstermiştir.
Güvenliğin boyutları ülke güvenliği kavramından uluslararası güvenlik olarak tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik
anlayışına kaymıştır. Ayrıca güvenliğin kapsamı genişlemiş savaş,
silahlı çatışma, kuvvet kullanma hallerinin dışında ekonomi, enerji, çevre,
sağlık, sosyo-kültür ve eğitim alanları da güvenlik kavramına dahil
olmuştur.
Milli Güvenlik Politikası’nın dayandığı temel düşünce, milli
güvenliğin sağlanması ve milli hedeflerin elde edilmesinde tüm milli
güç unsurlarının birbirini tamamlayacak şekilde kullanılmasıdır. Ekonomik güç, milli güvenlik politikalarında giderek merkezi bir
unsur durumuna dönüşmüştür. Dünyadaki ve ülke içindeki ekonomik gelişmeler
güvenlik politikalarına doğrudan etki yapmaktadır. Türkiye’nin
savunma gücünün ekonomik büyüme ve kalkınma ile ilişkili olduğu dikkate
alınmalıdır.
Ayrıca iç ve dış politikalar da gittikçe artan şekilde birbirinden
ayrılmaz
bir hale gelmektedir. Ülke içindeki siyasi gelişmeler
dünyadaki gelişmelerle
uyumlu olmak zorundadır. Bu kapsamda dünyadaki demokratik gelişmelere uyum sağlanması ve insan haklarına saygının
geliştirilmesi önem arz etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin milli güvenlik,
dış, iç, ekonomik ve milli savunma politikalarının birbirine
bağımlı, uyumlu ve koordineli yürütülmesi gerekmektedir.
Türkiye, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi klasik tehdit
algılamaları
kapsamında ülke topraklarına yönelik bir istila tehdidi ile
karşı karşıya değildir. Ancak Türkiye; ulusal ve uluslararası
güvenliği etkileyen çok boyutlu, çok yönlü, öngörülmesi güç ve sınır tanımayan
asimetrik tehdit ve risklerin yaşandığı, istikrarsız bölgelerin
merkezinde yer almaktadır. İçinde bulunduğu zor coğrafyada Türkiye için
risk ve tehditler, simetrikten asimetriğe doğru uzanan geniş bir
yelpazeye yayılmaktadır.
Uluslararası, bölgesel ve ulusal güvenlik ortamı
değerlendirildiğinde Türkiye’nin Güvenlik Stratejisinin temelini; dinamik bir dış
politika, caydırıcılık, kolektif güvenlik ve kriz yönetimi
oluşturmalıdır. Bu strateji ise altı temel sütun üzerine oturtulmalıdır. Bunlar; Bölgesel barış ve istikrarın korunması amacıyla dinamik bir
dış politika yürütülmesi,
Ülke içinde huzur, güven ve istikrar ortamının oluşturulması
için demokrasi, İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri
çerçevesinde kültürel hoşgörünün geliştirilmesi, devlet kurumları
arasında uyumun sağlanması,
Etrafımızdaki simetrik tehditlere karşı mevcut dengeleri ve
milli menfaatlerimizi korumak için caydırıcı bir gücün
oluşturulması, Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin
devamlılığına yönelik tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması, Doğu Akdeniz’deki güvenliğimizin temel noktasını teşkil eden
Kıbrıs’taki hak ve menfaatlerimizin korunması, Uluslararası yeni risk ve asimetrik tehditlerin, özellikle
uluslararası terörün ülkemizdeki faaliyetlerinin önlenmesi ve ülke
dışındaki menfaatlerimize zarar vermesinin engellenmesidir.
Bu çerçevede; Türkiye bölgesinde barış ve güvenliğe katkıda
bulunmalı ve çevresinde bir “Barış ve Güvenlik Kuşağı” oluşturmalıdır.
Bulunduğu bölgeye yönelik tüm stratejileri etkileyebilecek, strateji
ve güvenlik üreten bir ülke olmalıdır. Bölgesinde bir güç ve denge
unsuru olarak işbirliği, yakınlaşma ve olumlu ilişkiler geliştirmek
için, her türlü fırsattan istifade etmelidir.
Çağdaş güvenlik anlayışları çerçevesinde, milli güç
unsurlarının yanında
kolektif güvenliğin sağlayacağı imkânlardan da azami
istifade edilmelidir. Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği,
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere, uluslararası
kuruluşlarda ve bölgesel oluşumlarda aktif olunmalıdır.
Avrupa Birliği üyesi olma yolundaki vizyonunu sürdüren
Türkiye için, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası içerisinde yer
alınması stratejik bir önem ve önceliğe sahiptir. Avrupa ile
bütünleşmiş ve bulunduğu coğrafyanın avantajını da kullanan Türkiye, Avrupa
Birliği’nin geliştirdiği Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıy la, dünyanın
sorunlu bölgelerinde küresel aktör olma gayretlerine önemli katkı sağlayabilir.
Gelinen aşamada; bir yanda NATO’nun Avrupa Birliğine
desteği, diğer taraftan da Avrupa Birliği üyesi olmayan
müttefiklerin, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na (AGSP’ye) katılımı
konusunda hassas bir denge kurulmuştur. Türkiye, bu hassas denge içerisinde
yer alan ülkelerden biri olarak, Avrupa’nın savunma ve güvenliğiyle
doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan, tüm çok uluslu operasyonlarda
fiilen ve etkin olarak yer almaya devam etmelidir. Bunlar; Birleşmiş Milletler,
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve NATO çerçevesinde icra
edilen operasyonlar olabileceği gibi, Avrupa Birliği’nin NATO imkân
ve yeteneklerini kullanarak, tek başına icra edeceği askerî operasyonları da
içermelidir.
Sonuç olarak; Türkiye’nin güvenlik stratejisi bir yandan
vatanın ve milletin ebedî varlığını ve devletinin bölünmez bütünlüğünü
muhafaza ederken diğer taraftan halkın refahına, maddî ve manevî
mutluluğuna hizmet etmelidir. Türkiye’nin dünya uluslar ailesinin eşit
haklara sahip onurlu bir üyesi olmasına ve çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşmasına yönelik güvenli ve güvenilir bir ortam hazırlamalıdır.
Dr. Atilla
SANDIKLI
***