TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 1
EDİTÖR: DR. ATİLLA SANDIKLI
EDİTÖRDEN
Türk tarihi incelendiğinde geçmişteki başarıların arkasında
iyi yetişmiş bilge adamların bulunduğu görülmektedir. Ancak günümüzde olayların çok boyutlu olarak gelişmesi ve sorunların
karmaşıklaşması, birkaç bilge kişinin veya aydının gelişmeleri zamanında ve
doğru olarak algılamasını ve alternatif politikalar üretebilmesini zorlaştırmaktadır.
Gelişmelerin yakından takip edilmesi, gelecekle ilgili
gerçekçi öngörülerin
yapılabilmesi ve doğru politikalar üretilebilmesi için
farklı disiplinlere ve görüşlere sahip bilge adamlar ile genç ve dinamik
araştırmacıların, esnek organizasyonlar içinde sinerji sağlayacak şekilde bir araya getirilmesi gerekmektedir.
Dünya’daki ve yurt içindeki gelişmeleri takip ederek
geleceğe yönelik öngörüler de bulunmak; Türkiye’nin ikili ve çok taraflı
uluslararası ilişkilerine ve güvenlik stratejilerine, yurt içindeki
siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik
bilimsel araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler
doğrultusunda gerçekçi, dinamik çözüm önerileri, karar seçenekleri ve
politikalar sunmak maksadıyla Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi
(BİLGESAM) kurulmuştur.
BİLGESAM’ın vizyonu, amacı, hedefleri, çalışma yöntemi, temel nitelikleri ve teşkilatı
http://www.bilgesam.org/tr web sitesinde sunulmaktadır.
BİLGESAM Bilge Adamlar Kurulu’nun 28 Nisan 2008’de yaptığı toplantıya ;
E. Büyükelçi/Bakan İlter TÜRKMEN,
E. Bakan/Vali
Kutlu AKTAŞ,
E. Oramiral Salim DERVİŞOĞLU,
E. Koramiral Sabahattin ERGİN,
E. Büyükelçi Özdem SANBERK,
E. Büyükelçi Sönmez
KÖKSAL,
E. Büyükelçi Yaman BAŞKUT,
Prof.Dr. Orhan GÜVENEN,
Prof.Dr. Ersin ONULDURAN,
Prof.Dr. Ali KARAOSMANOĞLU
ve, BİLGESAM İcra Kurulu üyeleri
ve, BİLGESAM İcra Kurulu üyeleri
Prof.Dr. M. Oktay ALNIAK,
Prof.Dr. Hasret ÇOMAK,
Dr. Atilla SANDIKLI,
E.Kur.Alb. M. Sadi
BİLGİÇ,
Ortaklar Kurulu üyesi Avukat Aşkın GÜVEN iştirak etti.
Bu toplantıda gelecek 5-10 yıl için Türkiye’nin politik
vizyonunu ortaya koyacak, Türkiye’nin önünü açacak, öncelikli sorunlarına
ışık tutacak bir “Policy Paper” (Politik Vizyon Belgesi) hazırlamasının
faydalı olacağı görüşü katılımcılar tarafından kabul gördü. Çalışmada
sistem yaklaşımına uygun olarak küresel sistemin değerlendirmesi
yapıldıktan sonra alt sistemlere geçilmesi ve öncelikli sorunların buna
göre incelenmesi gerektiği vurgulandı. Vizyon, strateji ve planlama
çalışmaları için muhtemel gelişmelerin değerlendirilmesi ve gelecekle
ilgili öngörülerin yapılmasının önemli olduğu belirtildi.
Yapılan görüşmeler sonrasında aşağıdaki konuların
Türkiye’nin öncelikli sorunları olduğu konusunda görüş birliğine varıldı ve bu
konular üzerinde çalışmalar yapılması kararlaştırıldı. Kuzey
Irak’taki muhtemel gelişmeler, terörle mücadele, ABD ve Rusya ile ilişkiler,
AB’ye katılım süreci, yeni anayasa, devlet kurumları arasındaki uyum,
yargı sistemi, demokrasi, egemenlik, bağımsızlık ve milliyetçilik
anlayışının küresel sistemdeki gelişmeler ve sistemin gelecekte alacağı şeklin
özellikleri dikkate alınarak incelenmesi ve uygulamalara ışık tutacak
önerilerin geliştirilmesi üzerinde duruldu. Ayrıca küresel ekonomik
sistem ışığında Türkiye ekonomisinin incelenmesi, yaşanmakta olan teknolojik
devrimin yakalanması için nano teknoloji ve hidrojen enerjisi gibi
teknik
konularda çalışmalar yapılması önerildi. BİLGESAM, Bilge Adamlar Kurulu’nda alınan bu kararlar
doğrultusunda, kurulun yazacağı Politik Vizyon Belgesi’ne ışık tutacak
şekilde belirlenen konularda raporlar hazırlanmasına karar verdi.
Ayrıca sistem bütünlüğü içinde bütün konuların sinerji sağlayacak şekilde
bir kitapta
toplanmasının faydalı olacağı değerlendirildi.
Çalışmaların başlangıcında Türkiye’nin vizyonu ortaya kondu
ve çalışmalar bu vizyonun gerçekleştirilmesi hedefine
yönlendirildi.
Türkiye’nin Vizyonu:
Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık
düzeyini belirleyen değerleri üreten, huzurlu, güvenli, müreffeh ve
örnek bir ülke mertebesine yüceltmektir. Bu vizyon ideolojilerin
tutuculuğundan uzak dinamik bir vizyondur ve hızla değişen dünyamızda
milletimize rehber olmaktadır. Çağdaş değerler kapsamında çoğulcu
demokrasiyi, insan haklarına saygıyı, hukukun üstünlüğünü ve geçirilen
evrim sonunda ulaşılan ve benimsenen sosyal ve yasal hayat biçiminin
geliştirilerek
sürdürülmesini hedeflemektedir. Ayrıca ekonominin serbest
piyasa prensipleri ve istikrar içinde büyümesini, dünya ile entegre
hale getirilmesini ve refahın tabana yayılmasını
gerektirmektedir. Devletin bekasını, bölünmez bütünlüğünü, Cumhuriyetin korunmasını,
milli gücümüzün geliştirilmesini, menfaat ve değerler birliğine
sahip olduğumuz ülkelerle dayanışma ve işbirliği içinde bulunulmasını, ülke,
bölge ve dünya barışını esas almaktadır.
Sonuç olarak bu kitap Türkiye’nin hızla çağı yakalaması için
gerekli vizyonu ortaya koyan, stratejinin esaslarını belirleyen ve
bu kapsamda politika ve çözüm önerileri sunan, farklı disiplinlere
mensup seçkin ve konularında saygın kişilerin hazırladığı raporları ihtiva
etmektedir.
NOT: BİLGESAM farklı disiplin ve görüşlere sahip bilim
adamlarını sinerji sağlayacak şekilde biraraya getiren araştırma merkezidir. Bu nedenle
raporlarda yeralan konular BİLGESAM’ın resmi görüşlerini değil, raporları
hazırlayanların görüş ve yaklaşımlarını yansıtmaktadır.
Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı
KÜRESEL GELİŞMELER VE ULUSLARARASI SİSTEMİN ÖZELLİKLERİ
Prof. Dr. Ali L. KARAOSMANOĞLU
Soğuk Savaşın sona ermesinden bu yana uluslararası sistem
süratle küreselleş en bir ortamda değişiyor. Değişimin yönünü ve
eğilimlerini sadece güç ilişkilerinin klasik anlamda yeniden
şekillenmesine bakarak anlamamız mümkün değildir. “Tek kutuplu-çok kutuplu” gibi
kavramları kullanarak ne değişimin niteliğini ne de olağanüstü
dinamiğini idrak edebiliriz. Sistemik değişimin meydana geldiği küreselleşen
ortamda ilişkiler ve etkileşimler çok çeşitli şekillerde oluşmakta,
devletlerin yanında devlet olmayan değişik aktörler dünya politikasında
etkili roller üstlenmekte ve dış politika-iç politika ayırımı geçerliğini
kaybetmektedir.
Küreselleşen dünyada değişen uluslararası sistemin
özelliklerini anlamak için önce ortamı, yani küreselleşmeyi irdelemek
gerekecektir.
Küreselleşme, en basit şekilde, dünya çapındaki
irtibatlanmaların (Ya da birbirine bağlanmaların) genişlemesi, derinleşmesi ve
hızlanması olarak tanımlanabilir. Küreselleşme olgusuna yaklaşımları üç
ayrı kategoride
toplayabiliriz:
Küreselleşmeyi abartanlar, söz konusu gelişmelerin egemen
ulusdevleti
ortadan kaldırmakta olduğuna inanarak küreselleşmeye karşı politikalara gerek olduğunu savunurlar. Bu görüşler,
ülkelerin içe kapanmasına kadar gidebilir. Hatta bu yaklaşımın zaman zaman
küreselleşmenin, Batılı devletlerin bir komplosu olduğu şeklindeki teorilere zemin hazırladığını da biliyoruz.
Küreselleşmeyi küçümseyenler, küreselleşmenin uluslararası
ilişkilerin yapısını ve niteliğini değiştirmediğini ileri sürerler.
Devletler, uluslararası ilişkilerin esas aktörleri olmaya devam etmektedirler. Jeopolitik anlayışta herhangi bir değişiklik olmamıştır. Askeri güç
hala en önemli etki aracıdır. Gözlemlediğimiz olgu, esas itibariyle,
devletler arasında karşılıklı bağımlılıkların artmasından başka bir şey
değildir ve bu da, tarihte ilk defa olmamaktadır.
Üçüncü yaklaşım, diğer uç yaklaşımlardan kendini ayıran,
dönüşümcü diye tanımlayabileceğimiz bir yaklaşımdır. Dönüşümcülere
göre, dünya politikası yeni bir dönüşüm süresine girmiştir.
Küreselleşmeyi abartanlar da, küçümseyenler de, bu sürecin pek çok yönünü
ihmal etmekte ve olup biteni yanlış yorumlamaktadır. Devlet
ortadan kalkmamaktadır.
Toplumların devlete hala ihtiyacı vardır. Hatta bazı
bakımlardan bu ihtiyaç artmıştır. Ancak devlet olmayan birimler de dünya politikasında etkilerini artırmışlardır. Bu gelişme devlet
otoritesinin bir bakıma “Göreceleşmesine” yol açmaktadır. Ayrıca değişik
küresel siyasi olguların ve politikaların ortaya çıkması, dış ve iç
politika ayırımını geçersiz kılmaktadır. Başka bir deyişle, ekonomik alanda
olduğu gibi, bir ülkenin siyasi hayatı diğer ülkelerin siyasi hayatıyla
iç içe girme yönünde kuvvetli bir eğilim göstermektedir. Bu güçlü eğilim,
geleneksel jeopolitik yaklaşımı ve uluslararası ilişkilerin niteliğini
büyük ölçüde etkilemektedir.
Eğer neyin değişip neyin değişmediğini ve değişimin yönünü
anlamak,
açıklamak ve uygun politikaları üreterek yönetmek
istiyorsak, dönüşümü
inkâr ederek ya da görmezden gelerek işe başlayamayız. Çünkü dönüşümü yaşıyoruz ve her gün gözlemliyoruz.
Küreselleşme, bir süreç olarak belli özellikler
göstermektedir. Sosyal,
siyasi ve ekonomik etkinlikler devletlerin ülke sınırlarını
aşmakta ve böylece, olaylar, kararlar ve eylemler dünyanın diğer
köşelerinde yaşayan insanlar ve topluluklar bakımından da önem arz etmektedir.
Mesela istikrarsız bölgelerdeki iç savaşlar ya da ekonomik
güçlükler büyük çapta göçlere sebep olmakta ve diğer ülkelerde de ekonomik
güçlükler, toplumsal sorunlar doğurmaktadır. Bir ülkede başlayan
ekonomik kriz diğer ülkelere de sıçramaktadır.
Etki, coğrafi bakımdan yayılmakla kalmamakta, belli bir
alandaki faaliyet diğer alanları da yoğun biçimde etkilemektedir.
Bilgisayar teknolojisindeki bir ilerleme savunmadan iş idaresine, tarımdan
çevre korumasına kadar pek çok alanı etkilemektedir.
Dünya çapındaki iletişim ve ulaşım sistemlerinin gelişmesi
sonucunda küresel düzeyde her türlü ilişki ve işlemin yürütülmesi
gittikçe artan bir hız kazanmakta dır. Mal, sermaye, bilgi, haber,
fikir ve teknoloji hareketleri 15-20 yıl önce dahi tasavvur edilemeyecek bir
süratle gerçekleştirilebilmektedir.
Belki de hepsinden önemlisi, tüm bu gelişmeler sonucunda
ulusal ile uluslararası olanın, yerel ile küresel olanın iç içe
girmesidir. Başka bir deyişle, devletlerarası karşılıklı bağımlılıkların çok
ötesinde, toplumlar arası ortak çıkar ve faaliyet alanları belirmektedir.
Mesela, terörle, suç örgütleriyle ve çevre sorunlarıyla mücadele için diğer
devletler ve devlet olmayan kuruluşlarla işbirliği içinde hareket etmek bir
zaruret haline gelmiştir. Bugün artık enerji güvenliği bir ortak çıkar ve
faaliyet alanı sorunudur.
Küreselleşmenin başka bir etkisi de, demokrasi ve insan
hakları gibi değerler ve normların gittikçe evrensel bir nitelik ve
genişleyen bir uygulama kazanmasıdır. Bu değer ve normlar ile uzun vadede ülkesel, bölgesel ve küresel istikrar arasındaki irtibatın
güçleneceği konusunda da yaygın bir inanç mevcuttur. İnsan haklarına saygılı olan,
çoğulcu demokratik rejimler kendi halklarının refahını ve mutluluğunu daha iyi temin ederler. Uzun vadede bu rejimler hem ülkede, hem
bölgede, hem de uluslararası düzeyde istikrara ve barışa katkıda
bulunurlar. Demokratik ve insan haklarına saygılı devletlerin jeopolitik değeri de
artar.
Çünkü bugün artık jeopolitik değer sadece coğrafi konuma
bağlı olarak ölçülemez, söz konusu devletin rejimine de bağlıdır.
Mesela, coğrafi konumu bakımından enerji güvenliği için önemli bir
ülke, eğer siyasi rejimi itibariyle potansiyel olarak istikrarsız bir
konumda ise, enerji güvenliğini sağlayan değil, fakat risk ve tehdit
unsuru olarak görülen bir ülke haline gelir. Başka bir deyişle, meşruiyeti,
inandırıcılığı ve jeopolitik değeri azalır.
Küreselleşmenin temel özelliklerinden biri de, dünya
politikasında faaliyet gösteren ve politikaları etkileyen aktörlerin çeşitlenmesidir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, egemen devletlerin yanında,
çeşitli devlet olmayan birimler güç ve etki merkezleri haline gelmiştir.
BM, NATO, AB ihtisas teşekkülleri ve diğer uluslararası örgütlerin
faaliyet alanları genişlemektedir. Aynı zamanda, bu tür devletlerarası
teşkilatlanmalar zamanla devletlerden ayrı bir kimlik ve süreklilik
kazanmakta, çok taraflı politikaların zeminini hazırlayarak devlet eylemlerinin
meşruiyet kaynağı haline gelmektedirler. Devletlerarası
teşkilatlanmanın yanında, sivil toplum kuruluşları ve çok uluslu şirketler yoğun
şekilde devlet sınırlarını aşan sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal ilişkilere
girmekte ve
büyük ölçüde devletlerin yetki ve kontrolünün dışında her
alanda faaliyette
bulunmaktadırlar. Bunlar en ileri teknolojileri kullanarak
dünya çapında kamuoylarını etkileyebilmekte ve dolayısıyla devlet
politikalarına sınırlamalar koyabilmektedirler. Bu legal faaliyetlerin
ötesinde, terör örgütleri gayrimeşru şiddete başvurarak siyasi amaçlarını
gerçekleştirme yoluna gitmektedirler.
Hiç şüphesiz, tüm bu gelişmeler devleti
“göreceleştirmektedir”. Bunun
anlamı şudur: devlet artık yegâne ekonomik, siyasi ve askeri
güç merkezi değildir. Başka bir deyişle güç, göreceli olarak
gayri milli bir nitelik kazanmakta dır. Devletlerin faaliyet, yetki ve kontrol
alanları gittikçe daralmaktadır. Pek çok konu ve sorun devletlerin münhasır
yetki alanlarının dışında kalmakta ve önlenemez bir şekilde
devletlerin ülke sınırlarını aşan boyutlar arz etmektedir.
Ancak bu gelişmeler devletlerin ortadan kalkmakta olduğunu
vurgulamıyor;
sadece küreselleşmeyi, yani dünya politikasındaki yapısal değişimi işaret ediyor. Bu yapısal değişim sürecinin içinde
devletler önemli aktörler olmaya devam ettikleri gibi, yeni
ulus-devletler de ortaya çıkıyor. Küreselleşme, toplumların devlete duydukları
ihtiyacı artırıyor.
Toplumlarını tatmin etmek ve korumak için devletlerin sınır
aşırı düzeyde daha faal ve daha etkili olmalarını zaruri kılıyor.
Çünkü yeni yapılanmada, ülke içindeki siyasi hedeflere varmak, ancak
sınır aşan düzeyde işbirliğine girmekle mümkün olabiliyor.
Küreselleşmeden kaçmak ya da onu durdurmak mümkün değil. Küreselleşme ancak
yönetilebiliyor.
Ondan yararlanan, fakat zararlarından sakınabilen devletler başarılı
sayılıyor.
Son olarak, bir hususu daha hatırlamakta yarar var.
Küreselleşme savaşı ve şiddeti ortadan kaldırmıyor. Tam tersine, savaşın
asimetrik türünün ve terörizmin arttığına tanık oluyoruz. Toplumu
savaşa, teröre ve her türlü şiddet eylemine karşı koruyabilecek en etkili
kurum, devlet olmaya devam ediyor.
Küreselleşen ortamda değişen uluslararası sistemle ilgili ne
gibi öngörülerde
bulunabiliriz?
Önümüzdeki on-onbeş yıl içinde, dünya gittikçe hem daha
bütünleşmiş
olacak hem de oyuncuların çoğalması ve etnik grupların
kimliklerini
talep etmeleri sonucunda daha bölünmüş bir manzara arz
edecektir.
Birbirine zıt bu iki eğilim hem ekonomik ve askeri güç gibi
geleneksel
yapısal faktörlerden, hem de değerler, normlar ve
inançlardan etkilenecektir. Kaba zorlama ve şiddet potansiyeli, yani
kaba askeri ve ekonomik güç, etki unsuru olarak göreceleşecek, onun yanında
meşruiyet, inandırıcılık, cazibe ve küreselleşmeyi iyi yönetebilme
kabiliyeti güç merkezlerinin yapıcı unsurları olarak önemini
artıracaktır.
Yeni pazarlar ve enerji bulma rekabeti ekonomileri zor
durumlara sokacak ve periyodik krizler artacaktır. Gelişmekte olan
ülkeler, yabancı yatırımı cezp etmek için hem ekonomik hem siyasi rejimlerini
reforma tabi tutma yoluna gideceklerdir. Fakat bu reformist
politikalar iç çalkantılara hatta iç savaşlara sebebiyet verebilecektir.
Dönüşüm ve dönüşümün güvence altında gerçekleşmesi, yani iç güvenliğin bozulmadan sürdürülmesi, hem ilgili ülkelerin hem de uluslararası
toplumun en önemli sorunlarından biri olmaya davam edecektir. Bu konuda
uluslararası örgütlerin ve sivil kuruluşların rolü artacaktır.
Çin, Hindistan, Endonezya, Rusya ve Brezilya gibi ülkelerin
ekonomilerinin
hızla büyümesi uluslararası sisteme, şüphesiz, çok kutuplu
bir görüntü verecektir. Ancak bu ülkelerin ekonomik güçlerini
siyasi etkiye tahvil edip edemeyecekleri tartışma konusudur. Ayrıca
bunların ne çapta birer sosyal, siyasal ve kültürel cazibe merkezleri
haline gelebilecekleri de henüz bilinmemektedir. Ancak bu ülkelerin kendi kıtaları üzerinde en etkili ülkeler olarak kalacakları bellidir.
Avrupa Birliği dünyanın en büyük ekonomilerinin başında
gelmesine rağmen uzun vadede büyük sorunlarla karşı karşıyadır.
Demografik ve ekonomik küçülme eğilimi bunlardan sadece birisidir.
Avrupa, dünya politikasında etkili olma yönünde üstesinden gelemediği bir
irade zaafı göstermektedir. Yükselen milliyetçilik, hatta
ırkçılık, Avrupa’yı adeta içine kapatmakta ve cazibe merkezi olmaktan
çıkarmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, yaptığı tüm hatalara ve
yaşamakta olduğu
ekonomik sorunlara rağmen dünya politikasında en etkili güç
olmaya devam etmektedir. Eğitim ve araştırma kurumlarının
üstünlüğü, teknolojisi, toplumun ve siyasi hayatın gittikçe artan
çoğulculuğu, ABD’yi potansiyel olarak en kozmopolit bir cazibe merkezi ve
müthiş askeri gücünün yanında, en etkili “yumuşak güç” olarak ön
plana çıkarmaktadır.
Önümüzdeki on-onbeş yıl içinde başka bir güç merkezinin ABD’nin askeri, bilimsel ve teknolojik düzeyine erişmesi
mümkün gözükmüyor. Önümüzdeki yıllarda, ABD’nin yumuşak güç
potansiyelini daha etkili bir şekilde kullanması ihtimali artıyor. Gelecek
genel seçimde Barack Obama’nın Başkan seçilmesi ABD’nin Asya, Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika’daki cazibesini büyük ölçüde artıracak
ve yumuşak gücünü daha etkili kullanmasını kolaylaştırabilecektir.
Önümüzdeki yıllarda, hiç şüphe yok ki, ekonomik alanda ABD’nin önüne güçlü rakipler çıkacaktır. Fakat ABD dünya politikasında
lider rolünü oynamaya, hatta belki de daha iyi ve etkili bir şekilde
oynamaya devam edecektir.
Öte yandan, bu ihtimalin gerçekleşmesi transatlantik çatlağı
dediğimiz sorunu derinleştirebilir. ABD’nin yumuşak gücünü ön plana
çıkarması AB’yi bir ölçüde memnun etse de, Washington’un menfaatleri
ve dikkati giderek Avrupa’dan başka kıtalara yönelebilecektir.
Avrupa ülkelerindeki bütünleştirici irade eksikliğinin devamı bu eğilimi
güçlendirecektir.
Başka, fakat çok daha küçük bir ihtimal de, bugünkü ABD
politikasının
değişik şekillerde devam etmesidir. Bu durumda, dünyadaki bölünmüşlük,
dinsel ve ırksal farklılıklar ön plana çıkacak ve
medeniyetler çatışması uluslararası sistemin temel özelliklerinden biri
olacaktır.
Özetlemek gerekirse, şu eğilimleri tespit edebiliriz:
Uluslararası sistem Soğuk Savaşın çift kutuplu, doğu-batı
çatışması şeklinde kolayca tanımlanan katı düzenine hiçbir zaman
benzemeyecektir.
Esnek, dinamik ve kestirilemeyenlerle dolu bir sistem
olacaktır.
Bu itibarla, küreselleşme uluslararası sisteme şekil veren
en önemli faktör
olacaktır. Yeni ekonomik güçlerin ne ölçüde siyasi ve askeri
güç merkezleri haline dönüşme irade ve kabiliyetini
gösterebilecekleri de, uluslararası sistemin yapılanmasını etkileyen başka bir
faktördür.
Ekonomik çok kutupluluk artık kaçınılmaz hale gelmiştir.
Yeni ekonomik
güçlerin Batı camiasının dışında olmaları, sisteme
gayrimütecanis bir nitelik kazandıracaktır. Kültür farkları uzlaşmaları
zorlaştırabilecektir.
Batı’nın toplam ekonomik gücü ve nüfusunun Batılı
olmayanlara göre
azalması, Batı’nın dünya sorunlarını etkileme imkanının da
azalmasına
sebebiyet verecektir. Yeni ekonomik güçler dünyanın
gündeminin tayininde
eskiye oranla daha büyük ağırlığa sahip olacaklardır. Bu
durumda,
yeni işbirliği tertipleri ve yeni kurumlaşmalar
gerekecektir.
Uluslararası sistemdeki bu eğilimlerin ABD ile Avrupa’yı
bugün olduğundan
daha fazla birbirine yakınlaştıracağını söylemek zordur.
Daha kolay söyleyebileceğimiz, ABD’nin dikkatinin Orta Doğu’ya,
Afrika’ya, Orta ve Uzak Asya’ya ve Kafkasya’ya giderek daha fazla
yoğunlaşacağı dır.
AB bu bölgelerde daha faal rol oynama iradesini gösterdiği oranda Washington’un da Avrupa’ya gösterdiği ilgi
artacaktır.
..