Dr. Atilla SANDIKLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Atilla SANDIKLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Şubat 2017 Salı

GELECEGİN SÜPER GÜCÜ ÇİN



GELECEGİN SÜPER GÜCÜ ÇİN,





GELECEĞİN SÜPER GÜCÜ ÇİN 


Dr. Atilla SANDIKLI*1 
*Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) Başkanı. 


Özet: 

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra küreselleşme dünya ekonomisinde ve siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına ve yeni yapıların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu değişimi zamanında sezen ve önlemlerini alan Çin; sahip olduğu tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik potansiyelini harekete geçirdi ve yükselişe başladı. Bu makalede, Çin ekonomisi tarihsel perspektifte mercek altına alınacak. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönem detaylı irdelenecek. Ayrıca, ekonomik büyümeye paralel olarak Çin dış politikasındaki yükselen hareketlilik izah edilmeye çalışılacak. 


Anahtar kelimeler: Çin, ekonomik gelişme, politik ekonomi, Çin dış politikası. 


GİRİŞ 

Çin zengin tarihi, özgün uygarlık yapısı, dünyanın en kalabalık nüfusu ve son yıllarda hızla gelişen ekonomisiyle dikkatlerin üzerinde odaklandığı bir ülke olmuştur. 19. Yüzyılın başlarına kadar dünyanın diğer bölgelerine göre oldukça gelişmiş bir ülke olan Çin, batıdaki sanayileşme devrimi sonrasında Avrupalı devletlerin yakaladığı teknolojik gelişim ve deniz aşırı ticaret karşısında duramamış ve değişime ayak uyduramayarak hızlı bir çöküş süreci yaşamıştır. Batılı devletler, Rusya ve Japonya ile yaşanan savaşlar sonucunda bazı topraklarını kaybetmiş, sömürgeci ve emperyalist devletlerin hedefi durumuna gelmiştir. Dünya güç dengesinde İngiltere, Almanya, Japonya, Rusya ve daha sonra ABD gibi güçler ön plana çıkarken Çin geri planda kalmıştır. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra küreselleşme dünya ekonomisinde ve siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına ve yeni yapıların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu değişimi zamanında sezen ve önlemlerini alan Çin sahip olduğu tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik potansiyelini harekete geçirdi ve yükselişe başladı. “Çin bir gün uyanırsa bu gelişme dünyayı sarsabilir” deyişine uygun olarak uluslararası ilişkiler literatüründe “devin uyanışı”, “ejderhanın tırnaklarını bilemesi” ve “yeni bir süper gücün ortaya çıkması” gibi ifadelerin kullanılmasına neden oldu. 

Gerçekten dünya ekonomi tarihinde çeyrek yüzyıl içinde hiçbir ülke Çin kadar hızlı büyüyemedi. Vatandaşlarının yaşam standardını bu kadar hızla yükseltemedi. Çin Soğuk Savaş sonrasında mevcut kapasitesini ve küreselleşmenin sağladığı imkânları gerçekçi ve akılcı bir şekilde değerlendirdi. Tutucu ve kalıplaşmış politikaları bir tarafa bıraktı. Değişen koşullarda sahip olduğu özelliklerden azami faydalanacak şekilde yeni politikalar belirledi ve bunları başarıyla uyguladı. Bu sayede Çin, sadece uluslararası ticaret ve yatırımda değil, küresel jeopolitik rollerin belirlenmesinde, enerji güvenliği ve çevre kirliliği senaryolarında, yeni toplum mühendisliği çabalarında dünyamızın dengelerini temelden etkilemeye başladı. 

Çin’in başarısının sırrı neydi? Böylesine büyük bir atılımı hangi politikalar ile gerçekleştirdi? Dünya güç merkezlerinin bu gelişmeyi engellemeye yönelik politikalarını nasıl önledi? 

Gelecekte Çin’in karşılaşabileceği senaryolar nelerdir? Çin bunların üstesinden gelebilecek mi? Çin’in bu başarısından örnek alabileceğimiz uygulamalar nelerdir? 


1. SANAYİ DEVRİMİ ÖNCESİ VE SONRASI ÇİN 

Sanayi devrimi öncesinde Çin o günkü koşullarda gelişmiş üretim yeteneği ve kalitesiyle gerek bölge ülkeleri ve gerekse etkileşimde bulunulan diğer ülkeler arasında seçkin bir yere sahipti. 

Çin malları kalitesiyle ve yaygınlığı ile bütün pazarlarda aranılan ve tercih edilen mallardı. İpek, porselen, kâğıt, baharat ve değerli taşlar bunlardan bazılarıydı. Bu malların üretim yerlerinden talep edilen yerlere ulaştırılması “İpek Yolu”2 ve “Baharat Yolu”3 gibi önemli tarihi ticaret yollarının oluşturulmasına neden olmuştu. Bu ticaret yolları üzerinden geçtiği ülkelerin ekonomilerine de olumlu yansımış, yollar üzerindeki şehirlerin ve limanların gelişmesine katkı yapmıştı. 

Çin 1700 yılında dünya GSYH’nın tek başına %23.1’ini gerçekleştirirken, Avrupa’nın tamamı %23.3’ünü, Rusya %3.2’sini, Japonya %4.5’ini gerçekleştiriyordu. O tarihlerde Çin önemli bir ekonomik güçtü. Deniz ticaretinin geliştiği yıllarda, ticaretin gelişmesine paralel olarak bu oranlarda önemli değişiklikler yaşandı. Örneğin 1820 yılında Çin’in dünya GSYİH içindeki payı %32.4’e yükseldi. Aynı yıl Avrupa’nın payı %26.6, Rusya’nın %4.8, Japonya’nın %3 ve ABD’nin %1.8’di.4 


Müteakip yıllarda Çin’in dünya üretimindeki payı hızla düşmeye başladı. Buna karşılık sanayi devrimi sonrasında sanayileşen Avrupa’nın ve ABD’nin payları o oranda atış gösterdi. 1890’da Çin’in dünya GSYİH içindeki payı %13.2’ye düştü, Avrupa’nın payı %40.3’e, ABD’nin payı %13.8’e yükseldi. Rusya’nın payı %6.3 ve Japonya’nın payı %2.5’ler düzeyindeydi. Bu düşüş sonraki yıllarda da devam etti. Yaşanan savaşlar sonrasında Çin’in payı 1952’de %5.2 ile dibe vurdu. Bu tarihte ABD’nin payı %23.4’e yükselirken Avrupa’nın payı %29.7’ye düştü.5 


2. MAO DÖNEMİ “ PLANLI EKONOMİ ” 

Komünist Partisi, 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra tüm sistemi kendi ideolojisine göre şekillendirdi. Çin’de 1949 sonrasında iki farklı ekonomik kalkınma politikası uygulandı. Mao döneminde (1949–1976) uygulanan yüksek düzeyde merkeziyetçiliğe dayanan “Planlı Ekonomi” ve Deng döneminde uygulanmaya başlanan dışa açılma ve reform politikası sonucu geliştirilen “Çin Tarzı Sosyalist Piyasa Ekonomisi”.6 

1950’lerden itibaren uygulamaya konulan yüksek düzeyde merkeziyetçiliğe dayanan planlı ekonomide ülkenin mali ve maddi kaynakları ile teknolojik gücü önemli projelere tahsis edildi ve kaynakların akılcı dağıtımı sağlandı. Bölgesel ekonomiler arasında yeniden denge kurularak sanayileşme için temel oluşturuldu. 1949’dan 1956’ya kadar olan dönem içinde sosyalist dönüşüm büyük ölçüde gerçekleştirildi.7 1957–1966 arası sosyalist yapılanma tamamlandı. Mayıs 1966’da başlayıp Ekim 1976’da son bulan ve ülke ekonomisinde ciddi başarısızlıklara ve tahrip edici kayıplara yol açan “Kültür Devrimi”8 döneminde ise, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomi alanında da çok yanlış uygulamalar oldu. Ekonomik kalkınmanın kapsamının sürekli genişlemesi ve ekonomik yapının giderek daha karmaşık bir hale gelmesi ekonomik sistemin kusurlarını ortaya çıkardı. 

3. DENG DÖNEMİ “ ÇİN TARZI SOSYALİST PİYASA EKONOMİSİ ” 

Mao’nun 1976’da ölmesini müteakip Kültür Devrimine son verildi. Çünkü 1978’de Çin’in dünya üretimindeki payı %5’lere düşmüştü. Kısa süren iktidar mücadelesinden sonra Deng Xioaping yönetime geldi. Deng, tarım komünleri, materyal denge planlaması, sadece iç üretimdeki boşlukları doldurmak için yapılan dış ticaret ve fiyat kontrolü gibi Stalinist temeller üzerine kurulu ekonomi politikalarını reddetti.9 Çin’in aşması gereken en önemli probleminin “ekonomik gelişme” olduğu belirtildi.10 

Reform, ilk önce taşrada başladı. Kırsal kalkınmadaki başarılı uygulamalar,11 bütün ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması kararı için olumlu koşullar yarattı ve deneyim kazandırdı. 

Ekim 1984’te Çin Komünist Partisi (ÇKP) 12. Merkez Komitesi Toplantısında Ekonomik Sistemin Yeniden Yapılandırılması Kararı alındı12 ve Ekonomik sistemde kentsel merkezli aşamaya geçildi. Mülkiyet yapısında değişiklik yapıldı. Fiyat reformu uygulandı ve piyasa sistemi geliştirildi. Bir dizi reforma başlandı: Planlama, kamu maliyesi ve bankacılık sistemlerinde reformların uygulanması ve makro-ekonomik yönetimin aşamalı olarak en işlevsel hale getirilmesi. Doğrudan planlamaya dayalı yönetimin kapsamının daraltılması, piyasanın belirleyici rolünün buna uygun olarak güçlendirilmesi. Çin’in dış ticaretinin uluslararası uygulamalar ve Çin’in somut durumuna uygun olarak sürdürülmesi. İhracat 
sübvansiyonları ve ithalat vergilerinin kaldırılması, ticari mallara ilişkin kotalar ve lisans zorunluluklarının önemli ölçüde azaltılmış olması ve zorunlu ithalat ve ihracat planlamasına son verilmesi. Gelir dağıtım sisteminin ıslah edilmesi, “Herkese çalışmasına göre” ilkesinin korunmasıyla birlikte, çok çeşitli gelir dağıtımı biçimleri kullanılması. Bu reformlar sosyalist piyasa ekonomisi sisteminin oluşturulmasının önünü açtı. 

Mart 1993’te toplanan 8.Ulusal Halk Kongresinin Birinci toplantısında kabul edilen anayasa değişikliği ile “Çin Tarzı Sosyalist Piyasa Ekonomisi”nin uygulanması anayasal güvence altına alındı. Kasım 1993’te ÇKP 14. Merkez Komitesinin 3. toplantısında “Çin’in Çin Tarzı Sosyalist Pazar Ekonomisi, temel sosyalist sistem ile yakından bağlantılıdır”, başka bir deyişle “devlet 
tarafından makro düzeyde kontrol edilen piyasa, kaynakların tahsisi için temel araç işlevi görecektir” şeklinde karar alındı.13 Bu yaklaşım Çin’in ekonomik yapısal reformu için genel plan ve eylem programı oldu. Bu kararda beş ana reform alanı belirlendi: devlete ait şirketlerin anonim şirket haline getirilmesi, finansal sistem reformunun tamamlanması, mali reform yapılması, yatırım ve ticaret sisteminin geliştirilmesi. 

Faydacı bir yaklaşımın benimsendiği bu dönemde, ekonomi politikaları, somut veriler temel alınarak uygulanmış ve bütün ülke için tek bir program yerine her coğrafi bölge ve ekonomik sektör için kendi koşullarına uygun programlar hazırlanmıştır. Bu dönemin bir diğer özelliği ise yabancı sermaye girişleri ve dış ticaret önem kazanmaya başlamasıdır. Yine bu dönemde bazı mal ve hizmetlerde piyasa kuralları işlemiş ve ikili bir fiyatlandırma sistemi oluşturulmuştur. Tüm dünyada uygulandığı üzere, kısıtlamalar kaldırılmış ve tüm fiyatlar piyasa koşularına göre serbestçe belirlenmeye başlanmıştır. Bu dönemde gündeme gelen bir diğer gelişme ise, gerek kamu kökenli işletmeleri finanse etmek, gerekse uygulanan serbest piyasa ekonomisinin gereği olarak ortaya çıkan artı değeri vergilendirmek amacıyla bir bankacılık sisteminin kurulması arayışı başlamıştır. 1995 yılına gelindiğinde Çin’in dünya üretimindeki payı ikiye katlanmış ve %10,9’a yükselmişti. Uyuyan dev uyanmış ve tırnaklarını bilemeğe başlamıştı. 

4. BÜYÜMENİN YAVAŞLAMASI VE DEFLÂSYON 

1997–2002 yılları arasında ise büyümede yavaşlama ve buna bağlı olarak fiyatlarda durgunluk yaşandı. Büyümedeki yavaşlamanın arkasında pek çok karmaşık neden olsa da, asıl neden verimsizlik veya teknolojik başarısızlıktı. Reform ve kalkınma süreci başladığında kamu iktisadi teşekkülleri ile özel teşebbüsler arasındaki verimlilik/teknoloji farkları çok fazla değildi. Buna bağlı olarak bu dönemde yapılan desteklemeler kamu iktisadi teşekküllerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri için yeterli oldu. Ancak geçen zamanla birlikte bu ikisi arasındaki farklar derinleşti ve sonuçta kamu iktisadi teşekkülleri kaybeden taraf oldu. Kamu iktisadi teşekkülleri artık sadece devletin mali destekleri ve düşük faizli banka kredileri ile ayakta kalabilir hale geldi. 

Bu dönemde kamu iktisadi teşekküllerinin finansal pozisyonları kötüleşti ve karlılık oranları da azaldı. Kamu iktisadi teşekküllerindeki karlılık oranları 1987’de %8’lerden, 1994’te %2’lere düştü. 1996’nın ilk çeyreğinde ise, kamu iktisadi teşekkülleri ilk defa bir bütün olarak zarar etti.14 Bankalar açısından geri dönmeyen krediler büyük bir miktara ulaştı. Yüksek borç oranlarının sebebi, ekonominin büyüme hızının azalmasıyla birlikte, işletmelerin borçlarını ödemede zorlanmalarıydı. Bu nedenle, bankalar geri ödeme dönemlerini uzatmayı veya yeni krediler sağlamayı reddettiğinde işletmeler iflasla karşı karşıya kalıyorlardı. 

Çin’in oldukça geri üretim teknolojisine sahip olması yerel yönetimleri bu teknolojik açığı kapatmak için öncelikli strateji olarak, dış yatırımları çekmeye zorladı. Bu nedenle yapılan teşvikler ise ülkede aşırı kapasite fazlasının oluşmasına neden oldu ve sonuçta büyüme hızları düştü. 1996 ve 1997 yıllarında ortaya çıkan bu sorun, hem ülke içi talep hem de krizin yarattığı dış talep eksikliğiyle daha da arttı. Kapasite fazlasının bir başka nedeni; 1991’den beri ülke içi tasarruf oranının %500 artması ve fiyatlar üzerinde sürekli düşürücü baskı yapmasıydı. Bunun sonucu olarak deflasyon sorununu gündeme geldi. Deflasyonist ortam kârları eriterek yatırımları azalttı ve doğal olarak da büyümeyi yavaşlattı.15 

1997’de benimsenen “büyük olanı tut, küçüğü bırak” politikası çerçevesinde verimsiz olan küçük kamu işletmeleri özelleştirildi, büyük olanlar ise ekonomideki ağırlıklarına bağlı olarak devletin idaresinde kalmaya devam etti. Bu uygulamayla Çin, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin toplu özelleştirme deneyimlerinden kesin biçimde ayrılır ve sonuçlar Çin’in başarısı olarak 
nitelendirilebilir.16 Çin’in söz konusu uygulamalarında, dünyada esen küreselleşme rüzgârları, dünya ölçeğindeki ekonomik gelişmeler ve krizlerin de etkisi büyüktür. 

5. EKONOMİDE AŞIRI ISINMA VE SOĞUTMA ÇABALARI 

2003 yılından sonra ise ekonomide aşırı ısınma eğilimleri görülmeye başlandı. “Ekonomide aşırı ısınma” kavramı, talep fazlasının olduğu ve bu talebin enflasyonist baskı yarattığı durumda kullanılır. Ancak, Çin’de arz-talep eş zamanlı arttığı için sorun fiyat artışları olmaktan çıkmış, bunun yerine yatırımlardaki aşırı artışlar endişe verici boyutlara gelmişti. Bu dönemdeki yatırım artışlarının nedeni ise, devlet denetiminde olan bankaların verimli kredi dağıtamamalarıydı. Çin’de bankacılık sektörü %100 devlete aittir. Kaynak ise vatandaşların tasarruflarıdır ve kredilerin tamamı kamu iktisadi teşekküllerine gitmektedir. Burada batık krediler toplamın yaklaşık olarak %50’sini oluşturmaktaydı. Bu özellikteki bir ortamda şirketler kâr edemedikleri durumlarda bile büyümeye ve işlemlerini ucuz kredilerle finanse etmeye devam ettiler.17 

Çin ekonomisinin bu aşamasına egemen olan “ekonomiyi soğutma” çabası, sözü edilen bu batık krediler ve oluşan getiri (rant) ekonomisini önlemek için gündeme geldi. Nitekim 2004 yılında Başbakan Jiabao ekonomiyi soğutmak için güçlü tedbirler alınması gerektiğini vurguladı. Başbakanın uyarısının ardından banka kredilerine sınırlandırmalar ve yatırım projelerine de daha sıkı denetimler getirildi. Buna bağlı olarak, firmalar üretim yapabilmek için daha az borç, daha fazla öz sermaye kullanmak zorunda kaldı. Bu amaçla mali disiplin uygulaması ve değer artırma (revalüasyon) gündeme getirildi.18 

6. YÜKSELEN ÇİN EKONOMİSİ VE YENİ SÜPER GÜCÜN DOĞUŞU 

Alınan önlemlerle birlikte Çin, ekonomide aşırı-ısınma eğiliminden çıkmayı başladı. İzleyen yıllarda ekonomi ortalama %9 büyüme oranlarını yakaladı. Sırasıyla 2003 yılında %9.3, 2004’te 9.2,19 2005’de 9.9, 2006’da 10.7, 2007’de ise 11.4’lük20 büyüme oranlarına ulaştı. Bu dönemde dünya ortalaması yüzde 5’ler civarında büyürken, Çin ekonomisi ortalama yüzde 10’lar civarında büyüdü. GSYİH’sı satın alma gücü paritesine göre 12 trilyon doları geçti ve yarattığı bu değer ile ABD’nin ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna geldi. 
Reel kurlara göre ise 3 trilyon dolar civarındaki GSYİH ile Çin, ABD ve Japonya’nın ardından dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü oldu.21 

Çin, dış yatırımlar ve ithalat açısından, dışa bağlı bir ülke olmasına karşın dünyada bütçesi fazla veren nadir ülkelerden birisidir. 

260 milyar dolara yakın dış ticaret fazlası vardır. Çin, ABD ve Almanya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük tüccar ülkesi olmuştur. 
Dış ticareti 1970’ lerin sonunda 20 milyar dolar iken 2000’de 475 milyar, 2006 sonunda da 1,760 milyar ve 2007’de 2.170 milyar dolara22 yükselmiştir. Çin'in dış ticaret hacmi, altı yıldır üst üste %20 oranında artış göstermiştir. Sadece ucuz mal ve ürün ihracı değil yüksek teknoloji ürünleri de satmaya başlamıştır. 1978’de neredeyse hiç doğrudan yabancı sermaye yok iken 2005’de yıllık 70 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye eşiğini aşmıştır.23 Çin Devlet Konseyi Endüstri ve Ticaret İdaresi (SAFIC) tarafında yapılan son açıklamalara göre, Çin son 30 yılda 2.11 trilyon dolar dış yatırım almıştır. Yatırımlar her yıl yüzde 25 oranında artış göstermiştir. Döviz rezervleri ise 1,500 milyar doları aşmıştır.24 

Uluslar arası Para Fonu’na ve Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olan Çin’de, halen 450.000’in üzerinde yabancı şirket faaliyet göstermektedir. Bunlar Çin’in toplam ihracatının yarıdan fazlasını gerçekleştirmektedir. Uluslararası yatırımların son üç yılda neredeyse yarıdan fazla azaldığı, dünya ekonomisinin gerilediği dikkate alındığında, Çin’in bu performansı gerçekten de etkileyicidir. 

OECD’de yapılan projeksiyonlar, halen satın alma gücü paritesine göre dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olan bu ülkenin 2020’ye kadar «yeni ekonomik süper güç» olabileceğini ortaya koymaktadır. Goldman Sachs’ın bir çalışmasında, çok ciddi bir siyasi-ekonomik bunalım, ya da doğal felaket çıkmaması ve büyümesini sürdürülebilir kılınması durumunda, Çin’in 2050’de $44 trilyonluk GSMH büyüklüğüne ulaşacağını ve ABD’yi geride bırakacağını öngörmektedir. 

7. ÇİN’İN DIŞ POLİTİKASI 

Çin Yükselen ekonomik gücüne rağmen askeri ve siyasi olarak bir süper güç olmadığının farkındadır. Bu nedenle dış politikada büyük ve iddialı söylemlerde bulunmamaya özen göstermektedir. Yeterli gücü oluşturuncaya kadar revizyonist bir dış politikadan daha çok statükonun korunmasına yönelik “Barış içinde bir arada yaşama” ilkesine dayanan barışçı bir dış politika takip etmektedir. Barış içinde bir arada yaşamak için 5 koşulun gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Diğer ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerine saygı, mütekabiliyete dayalı olarak saldırmazlık, başka devletlerin iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı fayda.25 Bu politika sayesinde kendine, gelişme için güvenli bir dış politika ortamı oluşturmayı, gereksiz gerginlik ve çatışmalardan kaçınarak ekonomik olarak büyümeyi ve dünyaya açılmayı hedeflemektedir. İç istikrarın temini, Tibet, doğu Türkistan gibi hassas sorunlarına dışarıdan müdahalelerin engellenmesi maksadıyla, devletlerin iç işlerine karışılmamasını, ülkelerin egemenliklerine ve toprak bütünlüklerine saygı gösterilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Uluslararası sorunların eşitlik ve karşılıklı fayda ilkesi doğrultusunda barışçı bir yöntemle çözümlenmesini öngörmektedir. Barışçı bir dış politika ve aşırı söylemlerden kaçınmak suretiyle diğer güçleri rahatsız etmeden hedefleri doğrultusunda ilerlemeye devam etmektedir. 

Çin eşitlik ve karşılıklı fayda ilkesi kapsamında büyük güçlerle ilişkilerini geliştirerek bu güçlerin, Çin’in hızlı gelişmesini engellemeye yönelik girişimlerini önlemeye gayret sarf etmektedir. Küresel düzeyde Rusya, ABD ve AB ile stratejik ilişkiler kurmakta,26 Asya Pasifik bölgesinde Japonya, ASEAN ve APEC27; doğuda Şangay İşbirliği Örgütü28 ile bölgesel barış 
kuşağı oluşturmaya çalışmaktadır. 

Çin’in dış politikada bazı hedeflerini gerçekleştirebilmek için bazı revizyonist politikalar da takip ettiği görülmektedir. Ancak bu politikaları uygularken dahi barışçı yaklaşımları esas almıştır. Özellikle “tek ülke, iki sistem” politikası29 Hong Kong ve dört yüz yıllık Portekiz sömürgesi Macau’yu ülke sınırları içine katmıştır. Özel idare bölgesi ve yapısal özerkliğe sahip bu bölgeler kendi yasalarını uygulamaya devam etmekte, toplumsal ve iktisadi yaşam tarzlarını değiştirmemektedirler. Ayrıca bu bölgeler diğer uluslar, örgütler ve kurumlarla ikili anlaşmalar imzalayabilmektedirler. Bu iki gelişmiş bölgenin Çin’e bağlanmasının büyük sorunlara neden olacağı senaryoları tutmamış, tek ülke iki sistem politikası başarılı sonuçlar vermiştir. Bu gelişme Çin ekonomisine ve vizyonuna çok büyük katkı sağlamıştır. Çin gelecekte Tayvan sorununun30 da benzer sistemle çözümlenmesini arzu etmektedir. 

Ekonominin hızla gelişmesine paralel olarak Çin’in enerji ihtiyacı hızla artmaktadır. Çin günlük 7 milyon varil olan petrol tüketiminin yarısını ithal etmek durumundadır. Petrol ithalatının %60’ını Ortadoğu’dan yapmaktadır.31 ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmesi ve petrol ve doğalgaz kaynakları ve bunların ulaşım yollarını kontrol etmesi Çin’i rahatsız etmektedir.32 Artan enerji 
ve Ortadoğu bağımlılığını azaltmak için Çin kaynak ülkeleri çeşitlendirmeye çalışmakta, bu kapsamda Orta Asya,33 Afrika34 ve Latin Amerika’da35 çeşitli ülkelerle anlaşmalar yapmaktadır. Çin’in yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da enerji yatırımları artmaktadır. Orta Asya ile petrol boru hatları bağlantıları gerçekleştirerek, bu hatlara İran’ı da dâhil ederek 

Hürmüz ve Malacca boğazlarından geçmek zorunda olan deniz ulaşım yollarının hassasiyetini asgariye indirmeye çalışmaktadır. Ayrıca deniz aşırı menfaatlerini ve deniz ticaret yollarının emniyetini sağlamak için deniz kuvvetlerini yeniden yapılandırmaktadır. 

Tibet ve Doğu Türkistan’ın ayrılıkçı girişimleriyle ilgili parçalanma; Tayvan’ın Çin’e bağlaması ile ilgili savaş; denizdeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının paylaşımı konusunda komşu ülkelerle çatışma ve deniz ticaret yollarının kontrolü konusunda ABD ile gerilim senaryolarına rağmen, Çin barış ve istikrar içinde gelişmeye devam etmektedir. Yeterli güce ulaşıncaya kadar da mevcut stratejilerini ve politikalarını uygulamaya devam edecektir. 

SONUÇ 

Çin’in ekonomik başarısı büyük ölçüde istikrarlı hükümetlere; sabırlı stratejik planlamaya; yüksek tasarruf ve yatırım oranlarına; dinamik (devlet destekli) ticaret, yatırım ve sanayi politikalarına; enflasyonun ve kamu açıklarının kontrolüne ağırlık veren makroekonomik politikalara, aile bağlarına dayalı disiplinli iş ve ahlak anlayışına dayanmaktadır. Bu haliyle, Washington Konsensüsü’nün cenderesinden çıkmak isteyen birçok gelişme yolundaki ülkeye alternatif kalkınma modeli ile ilham kaynağı olmaktadır. 

Başbakan Wen Jiabao Ulusal Halk Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada “artık ekonomik büyüme modelimizi değiştirme zamanı geldi” demiştir. Bu açıklamada; büyümenin zengin-yoksul ayrımını derinleştirdiği, toplumda gerilimlere yol açtığı, enerji güvenliği ve ekolojik tahribat nedenleriyle Çin’e ağır maliyetler getirdiği belirtilmekte, “ne pahasına olursa olsun büyüme” anlayışının terk edileceği mesajı verilmektedir. Son aylarda Çinli ekonomistler de “dengeli kalkınma”, “büyümenin kalitesinin iyileştirilmesi” ve “ekonomik toplum” gibi kavramları sık sık kullanmaya başlamışlardır. Çin mucizesinin devamının ancak ve ancak büyümenin kalitesini arttırmakla mümkün olacağı genel kabul görmektedir. 

DİPNOTLAR;


1 Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) Başkanı.
2 “İpek Yolu” hakkında bilgi için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0pek_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
3 “Baharat Yolu” hakkında bilgi için bknz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Baharat_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
4 Alaattin Kızıltan, “Tek Kutuplu Bir Dünyada Çin Halk Cumhuriyeti’nin Süper Güç Olabilirliği”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 5. Sayı 1, s. 47. http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/858.pdf, 
Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
5 Kızıltan, a.g.e., s. 47. 
6 Deniz Çakıroğlu, Çin Ülke Profili, DGEME Yayını, 2006. 
7 Yılmaz Altuğ, Çin Sorunu, Otağ Yayınları, İstanbul, 1977, s. 195. 
8 Qin Shi, Çin, Yeni Yıldız Yayınevi, Pekin,1997, s. 90-92. 
9 Mehmet Öğütçü, Yükselen Asya, İmge Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 68. 
10 Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Gelişen Çin Ekonomisi ve Türk Dış Ticaretine Etkileri”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 294. 
11 The Development-Oriented Poverty Reduction Program for Rural China, Information Office of the State Council People’s Republic of China, Beijing, February 2001. 
12 Shi, a.g.e., s. 93-94. 
13 Shi, a.g.e., s. 95. 
14 Mehmet Ozan Saray- Levent Gökdemir, Çin Ekonomisinin Büyüme Aşamaları, s. 5; 
    http://joy.yasar.edu.tr/makale/7.sayi/cin.pdf. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
15 Saray- Gökdemir, a.g.e., s. 6. 
16 Katsuji Nakagane Soe, Reform and Privatization in China A Note on Several Theoratical and Empirical Issues, 
    http://www.e.utokyo.ac.jp/cirje/research/dp/2000/2000cf95.pdf. Erişim Tarihi: 24.03 2008. 
17 Deniz Gökçe ve Metin Ercan, “Çin, Türkiye ve Dünya”, Karizma-Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sayı 23, İstanbul, 2005, s. 39-50. 
18 Ebru Arısoy- Güzin Bayar- Burak Soranlar (2004), Asya’nın Devi: Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM), 
    http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/temmuz2004/asya1.htm, Erişim Tarihi: 24.03.2008 . 
19 Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Küreselleşme Sürecinde Çin Ekonomisinin gelişimi ve Türkiye İçin Alınacak Dersler”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: 
    Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 330. 
20 ABD’de durgunluk korkusu, Çin ekonomisi ise uçuyor, 
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=245421 
21 IMF’nin Raporu Ümit Verdi, Radikal, 20.04.2007. 
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=218930. Erişim tarihi. 25.03.2008. 
22 Çin’de dış ticaret Hacmi 2 trilyon doları aştı, http://turkish.cri.cn/281/2008/01/11/1@86499.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
23 http://www.chinaability.com/FDI.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 2005 yılı yabancı sermaye girişi 72,4 milyar dolardır. 
24 http://www.chinaability.com/reserves.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. Çin’in döviz rezervi 2007’de 1.528 milyar dolardır. 
25 Qimao Chen, “Çin’in Güvenlik Anlayışı ve Politikası”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 57. 
26 Nuraniye Hidayet Ekrem, Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası, ASAM Yayınları, Ankara, 3003, s. 70. 
27 Atilla Sandıklı - İlhan Güllü, “Küreselleşme ve Bölgeselleşme Sürecinde Güney Asya ve Pasifik Bölgesi” 
    Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 262-270. 
28 Gökhan Teletar, “Şangay İşbirliği Örgütü,: 21 Yüzyılın Bölgesel/Global Çekim Merkezi”, Geleceğin Süper Gücü 
    Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 178. 
29 Çağdaş Üngör, “Çin’in Tek Ülke İki Sistem Politikası: Tayvan, Hong Kong ve Macau”, Geleceğin Süper Gücü 
    Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 30-31; Stratejik Öngörü, Sayı 1, 
    TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2004, s. 122-123. 
30 The One-China Principle and the Taiwan Issue, The Taiwan Affairs Office&the Information Office of the State 
    Council People’s Republic of China, Beijing, February 2000. 
31 Energy Policy Act 2005, Section 1837: National Security Review of International Energy Reguİrements, The 
    U.S. Department of Energy, February 2006, S. 22. 
32 Çağdaş Üngör, “Büyük Orta Doğu ve Çin”, Stratejik Öngörü, Sayı 2, TASAM Yayınları, İstanbul, 2004, s. 59. 
33 Bülent Uğrasız, Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine yönelik Politikaları, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal 
    Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 4, Sayı 3, 2002. 
    http://www.sbe.deu.edu.tr/yayinlar/dergi/2002sayi3PDF/ugrasiz.pdf Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
34 Son yıllarda Çin Afrika’nın 25 ülkesine 36 yüksek seviyeli resmi ziyaret yapmıştır. Çin Cumhurbaşkanı Hu Şintao Nijerya, Fas ve Kenya’yı, 
    Başbakan Wen Jiabao Mısır, Gana, Kongo Cumhuriyeti, Angola, Güney Afrika, Tanzanya ve Uganda’yı kalabalık bir heyetle resmen ziyaret etmiştir. 
    http://www.bahcesehir.edu.tr/UserFiles/bulten/asyadagundem003.pdf, Erişim Tarihi: 24.03.2008. 
35 Deniz Gökçe, Çin Latin Amerika’da, Akşam, 13.01.2006. 


KAYNAKÇA;

Alaattin Kızıltan, “Tek Kutuplu Bir Dünyada Çin Halk Cumhuriyeti’nin Süper Güç Olabilirliği”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 5. Sayı 1. 

Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Gelişen Çin Ekonomisi ve Türk Dış Ticaretine Etkileri”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, “Küreselleşme Sürecinde Çin Ekonomisinin gelişimi ve Türkiye İçin Alınacak Dersler”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Atilla Sandıklı - İlhan Güllü, “Küreselleşme ve Bölgeselleşme Sürecinde Güney Asya ve Pasifik 
Bölgesi” Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Bülent Uğrasız, “Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine yönelik Politikaları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 4, Sayı 3, 2002. 
http://www.sbe.deu.edu.tr/yayinlar/dergi/2002sayi3PDF/ugrasiz.pdf Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Çağdaş Üngör, “Büyük Orta Doğu ve Çin”, Stratejik Öngörü, Sayı 2, TASAM Yayınları, İstanbul, 2004. 

Çağdaş Üngör, “Çin’in Tek Ülke İki Sistem Politikası: Tayvan, Hong Kong ve Macau”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 30-31; Stratejik Öngörü, Sayı 1, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2004. 

Çin’de dış ticaret Hacmi 2 trilyon doları aştı, 
http://turkish.cri.cn/281/2008/01/11/1@86499.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Deniz Çakıroğlu, Çin Ülke Profili, DGEME Yayını, 2006. 

Deniz Gökçe ve Metin Ercan, “Çin, Türkiye ve Dünya”, Karizma-Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sayı 23, İstanbul, 2005. 

Deniz Gökçe, Çin Latin Amerika’da, Akşam, 13.01.2006. 

Ebru Arısoy- Güzin Bayar- Burak Soranlar (2004), Asya’nın Devi: Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM), 
ttp://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/temmuz2004/asya1.htm, Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Energy Policy Act 2005, Section 1837: National Security Review of International Energy 
Reguİrements, The U.S. Department of Energy, February 2006. 

Gökhan Teletar, “Şangay İşbirliği Örgütü,: 21 Yüzyılın Bölgesel/Global Çekim Merkezi”, 
Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005. 

Katsuji Nakagane Soe, Reform and Privatization in China A Note on Several Theoratical and Empirical Issues, 

http://www.e.utokyo.ac.jp/cirje/research/dp/2000/2000cf95.pdf. Erişim Tarihi: 24.03 2008. 

Mehmet Ozan Saray- Levent Gökdemir, Çin Ekonomisinin Büyüme Aşamaları, 
http://joy.yasar.edu.tr/makale/7.sayi/cin.pdf. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

Mehmet Öğütçü, Yükselen Asya, İmge Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 1998. 

Nuraniye Hidayet Ekrem, Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası, ASAM Yayınları, Ankara, 2003. 

Qimao Chen, “Çin’in Güvenlik Anlayışı ve Politikası”, Geleceğin Süper Gücü Çin, Editör: Atilla Sandıklı-İlhan Güllü, TASAM Yayınları, İstanbul, Mayıs 2005, s. 57. 

Qin Shi, Çin, Yeni Yıldız Yayınevi, Pekin, 1997. 

Radikal Gazetesi, “ABD’de durgunluk korkusu, Çin ekonomisi ise uçuyor”, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=245421 

Radikal Gazetesi, “ IMF’nin Raporu Ümit Verdi ”, 20.04.2007. 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=218930. Erişim tarihi. 25.03.2008. 

The Development-Oriented Poverty Reduction Program for Rural China, Information Office 
of the State Council People’s Republic of China, Beijing, February 2001. 

The One-China Principle and the Taiwan Issue, The Taiwan Affairs Office&the Information Office of the State Council People’s Republic of China, Beijing, February 2000. 

Yılmaz Altuğ, Çin Sorunu, Otağ Yayınları, İstanbul, 1977. 

http://www.bahcesehir.edu.tr/UserFiles/bulten/asyadagundem003.pdf, Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0pek_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://tr.wikipedia.org/wiki/Baharat_Yolu. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://www.chinaability.com/FDI.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 

http://www.chinaability.com/reserves.htm. Erişim Tarihi: 24.03.2008. 


***





20 Ekim 2015 Salı

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 2


TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 2



DEĞİŞEN GÜVENLİK ANLAYIŞLARI VE TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK STRATEJİSİ

Dr. Atilla SANDIKLI


GÜVENLİK KAVRAMI

20’nci Yüzyılın sonunda ve 21’nci Yüzyılın hemen başında siyasi, ekonomik, teknolojik ve sosyo-kültürel alanlarda meydana gelen hızlı değişimler güvenlik kavramını derinden etkilemiştir. Bu dönemde soğuk savaş sona ermiş, teknoloji, özellikle iletişim alanında yaşanan baş döndürücü gelişmeler küreselleşme olgusunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu gelişmeler yaşanırken 11 Eylül’de ABD’de ikiz kulelere yapılan saldırılar bütün dünyada şok etkisi yaratmıştır. Bu olaylar uluslararası ilişkileri, ittifakları, stratejik düşünceleri, “tehdit” ve buna bağlı olarak “güvenlik” kavramlarını temelden sarsmış ve büyük oranda değişime zorlamıştır.

Yeniden şekillenmekte olan günümüz dünyasında büyük güçler arasında büyük zayiat ve tahribata neden olabilecek savaş ihtimalinin ortadan kalktığını söylemek mümkündür. Ancak bölgesel ve etnik kökenli savaşlar hala önemini korumaktadır. Asimetrik tehdit olarak terörizm ön plana çıkmış, terörist örgütler herhangi bir zamanda dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkarak saldırıda bulunabilme olanak ve yeteneğine ulaşmışlardır.
Güvenlik kavramının değişmesiyle birlikte, güvenliğin boyutları ve kapsamı da değişmiştir. Güvenlik de bir yerde küreselleşmiştir. Çünkü küresel ekonomi ve küresel güvenlik birbirini tamamlayan iki önemli kavram olarak ortaya çıkmıştır. Dünyadaki büyük şirketler ve finans çevreleri konunun ekonomik boyutuyla ilgilenirken, büyük devletler güvenlik boyutu üzerinde yoğunlaşmışlardır. “Güvenlik boyutu”, ülke güvenliği kavramından uluslararası güvenlik şeklinde tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır. Ayrıca güvenlik olgusunun kapsamı genişlemiş; savaş, silahlı çatışma, kuvvet kullanma hallerinin
dışında başta ekonomi, enerji, çevre, sağlık, sosyo-kültür ve eğitim alanları güvenlik kavramına dahil olmuştur.
Bu nedenlerle 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu’nun
2’nci maddesinde milli güvenlik; “Devletin anayasal düzeninin, milli varlığının ve bütünlüğünün milletlerarası alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hukukunun her türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması ve kollanmasıdır” şeklinde tanımlanmıştır.

TÜRKİYE’NİN MİLLİ MENFAATLERİ VE MİLLİ HEDEFLERİ

Güvenlik kavramındaki değişim ve gelişime uygun olarak; devletin bekası, bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin korunması, milletin refahı, ülke ve bölge barışının sağlanması, yurtdışındaki soydaşlarımızın güvenlik ve refah içinde bulunması Türkiye’nin hayati milli menfaatleri olarak sıralanabilir. Çoğulcu demokrasi, insan haklarına saygı ve geçirilen evrim sonunda ulaşılan ve benimsenen sosyal ve yasal hayat biçiminin sürdürülmesi, milli gücümüzün geliştirilmesi, ekonominin serbest piyasa prensipleri ve istikrar içinde büyümesi, dünya ile entegre hale getirilmesi, refahın tabana yayılması yine milli menfaatlerimiz arasında yer alması gereken hususlardır. Ayrıca güvenliğin garanti altına alınabilmesi için menfaat birliğine sahip olduğumuz ülkelerle müşterek tehdide karşı dayanışma ve ortak ittifak sistemi içinde bulunulması
önem arz etmektedir.
Bu kapsamda Türkiye’nin milli hedeflerini aşağıdaki şekilde belirtebiliriz.
Devletin Anayasal düzenini, milli varlık ve bölünmez bütünlüğünü, uluslar arası alanda siyasi, askeri, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil tüm menfaatlerini ve ahdi hukukunu her türlü iç ve dış tehlikelere karşı korumak ve kollamak,
Yurt içinde milli birlik ve beraberliği, huzur güven ve istikrarı sağlamak,
Vatandaşların Anayasa ile teminat altına alınan hak ve hürriyetlerini korumak, hayat şartlarını ve refah seviyelerini demokratik düzen içerisinde ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak geliştirmek, Bağımsızlık, hürriyet, adalet ve hak eşitliğine dayanan bir dünya düzeni içerisinde, yurtdışında Türkiye’nin de güvenliğini sağlayacak şekilde sürekli ve adil bir barışın tesis ve idamesine yardımcı olmak, Türkiye’nin etrafında bir barış kuşağı oluşturmak, Türkiye Cumhuriyetini siyasi, askeri, ekonomik, sosyal, bilimsel ve teknolojik gücü ile bütün dünyada tanınan ve sayılan itibarlı ve güçlü bir mevkie kavuşturma çabalarına devam etmek, böylece Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak, Türkiye’yi silah, araç ve gereç bakımından dışa bağımlı olmaktan kurtarmak, Yurt dışındaki Türk vatandaşlarının ve soydaş topluluklarının güvenlik ve refahına yardımcı olmak.

KÜRESEL GÜVENLİK BOYUTU

Değişen güvenlik anlayışı çerçevesinde gelecekte küresel kırılmalara aday bölgeleri incelediğimizde, bu bölgelerin başında Uzak Doğu gelmektedir.
Uzak Doğu’da, Çin ve ABD’nin gelecekte siyasi, ekonomik nedenlerle Tayvan veya Kuzey Kore sorunlarından dolayı karşı karşıya gelmeleri için yeterli potansiyel mevcuttur. Asya’da devletler arası büyük çatışma olasılığı diğer bölgelerden daha yüksektir.
Yine bir başka küresel kırılma hattı da zengin enerji kaynaklarına sahip Orta Asya ve Kafkasya’ya bölgeleridir. Soğuk Savaş sonrası küresel güç olma vasfını kaybeden ancak son yıllarda süratli bir şekilde toparlanan ve geleceğin küresel güç adaylarından Çin’le de yakın bir işbirliği içerisine giren Rusya bu bölgede ABD ile karşı karşıya gelebilecektir.
Dünya enerji kaynaklarının büyük bir bölümünün bulunduğu, çatışmaların
ve istikrarsızlığın sürdüğü Ortadoğu bölgesi ise, daima dünyanın öncelikli konusu olagelmiştir. Bu bölgede, bölgesel bir kırılmaya yol açabilecek enerji birikimini sağlayacak gerginliklerin daima var olacağı unutulmamalıdır. Gelecekte bu bölgede enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda küresel bir kırılma yaşanabilir.
Günümüzde klasik tehdit algılamaları dışında küresel güvenlik ortamının
en önemli asimetrik tehdit algılamalarından birisi uluslararası terörizmdir. Son derece organize bir yapıya sahip terörist örgütler, gelişen ve ulaşılması daha da kolay bir hale gelen teknolojiler sayesinde, büyük bir imkân ve kabiliyete ulaşmışlardır.
Kitle imha silahlarının kontrolsüz olarak yayılması ve bunların uluslararası
sistem dışında kalan, uluslararası hukuka saygılı olmayan devletlerin veya terörist örgütlerin eline geçmesi önemli bir risk oluşturmaktadır.
Ayrıca uluslararası organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi konular uluslararası güvenlik politikalarında dikkate alınması gereken tehdit ve riskleri oluşturmaktadır. Çevre sorunları ve salgın hastalıklar riski de her geçen gün önemini artırmaktadır.

BÖLGESEL GÜVENLİK BOYUTU

Türkiye dünyanın en istikrarsız bölgeleri olan Ortadoğu ve Kafkaslara
komşudur. Ortadoğu tarihi ve kültürel varlığı, zengin petrol kaynakları
ve dünya ulaştırma yollarının kesişme noktasında bulunması gibi özelliklere sahip olmasına rağmen, bitmeyen bir şiddetin merkezi hâline gelmiştir. Başta bölge insanları olmak üzere, bütün dünyanın güvenlik ve refahını etkileyen Ortadoğu’daki istikrarsızlığın olumsuz yansımaları en çok Türkiye’de hissedilmektedir.
Kafkaslarda ayrılıkçı bölgeler ile mücadelesini sürdüren Gürcistan,
Acaristan problemini çözmüştür. Ancak Güney Osetya ve Abhazya her
zaman için büyük problem kaynakları olmaya devam etmektedirler.
Rusya’nın gelişmelere müdahale etmesi risk faktörünü arttırmaktadır.
Gürcistan’ın ulusal birliği ve toprak bütünlüğü, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru
hattının güvenliği ve Türkiye’nin Orta Asya açılımı açısından büyük
önem arz etmektedir.
Doğu komşumuz Ermenistan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamakta,
uluslararası arenada asılsız Ermeni soykırımı iddialarının tanınması için girişimde bulunmakta, BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayarak Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünü işgali altında bulundurmaktadır. Diğer doğu komşumuz İran teokratik bir rejime sahiptir ve geçmişte rejimini, Türkiye de dahil olmak üzere mücavir ülkelerdeki rejimleri etkilemek için kullandığına dair kuşkular vardır. Ayrıca İran’ın nükleer çalışmalarını diğer ülkeler gibi Türkiye de kaygıyla izlemektedir. İran’ın, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan gizli olarak nükleer tesisler inşa etmiş olduğu ve uranyum zenginleştirme çalışmaları yaptığı saptanmıştır.
Kuzey Kore’den başlayıp, Hindistan, Pakistan ve İran üzerinden geçen ve bölgemizdeki diğer muhtemel nükleer güçlere uzanan nükleer eksen, Türkiye açısından büyük bir hassasiyet teşkil etmektedir. Güney komşumuz Irak’ın siyasi ve toprak bütünlüğü Türkiye için hayati öneme sahiptir. Irak’taki gelişmelerin iki yönü vardır. Birinci husus, PKK terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki varlığıdır. PKK burayı bir sığınak olarak kullanmaktadır. Irak’ın kuzeyindeki PKK teröristleri Türkiye’ye sızarak eylemler yapmaktadır. İkinci önemli husus ise, Kerkük’le
ilgilidir. Kerkük, içinde birçok etnik gurubu barındıran bir şehirdir.
Kerkük aynı zamanda önemli petrol kaynaklarına sahiptir. Kerkük’ün
ve zengin petrol kaynaklarının belirli bir gruba mal edilmesi bölgedeki yangının daha da büyümesine neden olabilir.
Suriye ile uzun yıllar boyunca karşılıklı tehdit algılamasına dayanan soğuk ilişkiler yerini, 1998 yılında imzalanan “Adana Mutabakat Belgesi” ile bir iyileşme sürecine bırakmıştır. Bu olumlu ilişkiler her geçen zaman daha da iyiye gitmektedir. Türkiye Suriye ile İsrail’in görüşme masasına oturmasını sağlamış ve arabulucu görevi üstlenmiştir. Türkiye Lübnan’daki gelişmeleri de yakından takip etmiş ve ülke içindeki çatışmaların sonlandırılmasına önemli katkılar sağlamıştır. Orta Doğu’da baş ağrıtan bir başka önemli sorun da İsrail-Filistin sorunudur.
Balkanlara geldiğimizde ise; bu bölgenin en fazla sorun teşkil eden bölgesi Kosova’dır. Kosova bağımsızlığını ilan etmiş ve bağımsız bir devlet olarak uluslararası camiada yerini almıştır. Ancak buradaki tansiyonun yükselme ihtimali hala mevcuttur.
Yunanistan ile ilişkilerde olumlu yönde gelişmeler olmasına rağmen
Yunanistan Milli Savunma Politikasını, tehdidin doğudan (Türkiye’den)
geldiği varsayımına dayandırmaktadır. Bu kapsamda adaları silahlandırmakta,
6 millik kara suları üzerindeki hava sahasının 10 mil olduğu iddiasında bulunarak Ege uluslararası hava sahasını daraltmakta ve özellikle de Ege Denizinin bir Yunan denizi olduğunu çağrıştıracak şekilde ülkemizden FIR’ı geçerek uluslararası hava sahasına giren her askeri uçağımızı silah yüklü uçaklarla önlemektedir. Bu durum bölgede her zaman bir kriz çıkma olasılığını gündemde tutmaktadır.
Kıbrıs konusuna gelince; Kıbrıs, Türkiye’nin milli menfaatleri ve uluslararası antlaşmaların kendisine yüklediği sorumluluklar açısından hiçbir zaman ilgisinin azalmaması gereken konuların başındadır. Güvenlik açısından Kıbrıs’ın önemi iki temel esasa dayanmaktadır. Bunlardan birincisi; Türkiye Cumhuriyeti’ne ve TSK’ne Garanti Antlaşması ile yüklenen Kıbrıslı soydaşlarımıza sağlamak zorunda olduğumuz güvenlik sorumluluğudur. İkincisi ise, Garanti ve İttifak Antlaşmalarında açıkça ifade edildiği üzere, Kıbrıs’ın, Türkiye’nin güvenliği açısından taşıdığı stratejik rolün önemidir. Bu iki temel esas süreklilik arz etmektedir.
Çünkü Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’deki istikrar ve denge ancak bu sayede sağlanmaktadır.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üyesi olduğu AB nezdinde
Türkiye’yi zor durumda bırakacak girişimlerde bulunmaktadır.
Türkiye ile olan sorunlarını AB’nin sorunları haline getirmeye çalışmakta,
Türkiye-AB ilişkilerinin gelişmesini ve müzakere sürecinin ilerlemesini
engellemektedir. Türkiye ile mevcut sorunlarını AB’yi kullanmak
suretiyle kendi lehine çözmeye çalışmaktadır.
Çatışmaların ve istikrarsızlığın sürdüğü Ortadoğu bölgesi uluslararası
terör örgütlerinin barınma ve uygulama merkezi durumuna gelmiştir.
Asimetrik bir tehdit olan terörizm bu bölgede gelişmekte ve bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eylemlerde bulunmaktadır. Kıtalar arası geçiş yolları üzerinde bulunan bölge, terörist faaliyetlerin yanı sıra organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi yumuşak güvenlik konularında risk ve tehditlerle karşı karşıyadır. Ayrıca bölge çevre sorunları, su kaynakları ve salgın hastalıklar konularına karşı da hassastır.

ÜLKE GÜVENLİĞİ BOYUTU

Türkiye yeni güvenlik algılamaları çerçevesinde soğuk savaş döneminde
olduğu gibi ülke topraklarına yönelik bir istila tehdidi ile karşı karşıya değildir. Ancak Türkiye; çok boyutlu, çok yönlü, öngörülmesi güç ve sınır tanımayan asimetrik tehdit ve risklerin yaşandığı, istikrarsız bölgelerin merkezinde yer almaktadır.
Türkiye’nin güvenlik algılamaları; komşu ülkelerde oluşabilecek istikrarsızlıklar,
Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkabilecek istenmeyen oluşumlar, Türkiye’nin menfaatlerine indirilebilecek büyük darbeler; su sorunu ve Kitle İmha Silahları (KİS) tehdidi gibi simetrik risk ve tehditleri içermektedir.
Ayrıca terörizm, bölücü ve irticai faaliyetler, uluslararası uyuşturucu trafiği ve yasa dışı göçle mücadele gibi asimetrik özellikli risk ve tehditler de bu geniş yelpaze içinde yer almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini, Anayasa ile belirtilen demokratik parlamenter düzeni, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan PKK Terör Örgütü’nün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve zaman zaman da büyük şehirlerde gerçekleştirdiği bölücü terörist faaliyetler günümüzde Türkiye’nin güvenliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Bazı dış güçlerin desteği ve Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun coğrafi yapısı, ekonomik ve sosyal durumu terör örgütünün varlığını devam ettirebilmesinin en önemli nedenleridir. Ülke içinde
kurtarılmış bölge tesis etmenin imkânsızlığını gören terör örgütü Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğun faydalanarak bu bölgede yerleşmiş, halk üzerinde korku ve panik ortamı yaratarak siyasallaşma sürecine girmiş, dış ülkelerde çeşitli isim ve şekillerde örgütlenerek dış platformlarda etkinliğini artırmaya çalışmaktadır.
Cumhuriyet’in temel niteliklerinden olan laikliğe karşı bazı faaliyetler toplumda irtica tehlikesi ile ilgili kaygıları artırmıştır. Devletin Anayasa’da tarif edilen niteliklerini değiştirmeye yönelik her hareket gibi irtica da devlete ve rejime yönelik bir tehdittir. Laiklik ülkemizde aynı zamanda iç barışın da önemli bir şartıdır. İrtica ile mücadelede insan haklarına aykırı olarak halkın temel inançlarına ve değerlerine karşı çıkılması ve farklı inanç ve değerlerin halka dayatılması Türkiye’deki birlik ve beraberliğe zarar vermektedir. Çağdaş laik anlayışa aykırı olarak bu görüş ve eylemlerin sistematik bir hal alması ve halk üzerinde baskı oluşturulması da Türkiye’nin birlik ve beraberliğine yönelik önemli bir tehdidi oluşturmaktadır.
Ülke içindeki siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal istikrarın
bozulmasına yönelik gelişmeler de yeni güvenlik anlayışlarında güvenliğe yönelik tehditler olarak değerlendirilmektedir. Devlet erkleri ve kurumları arasında uyumsuzluk, hukuk devleti yerine kanun devleti anlayışının benimsenmesi ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı eylemlerde bulunulması, demokrasi karşıtı otoriter yönetim yaklaşımları doğrultusunda girişimlerde bulunulması, farklı inanç, görüş ve etnik kültürlere karşı hoşgörüsüzlüğün yaygın bir hal alması ve bu anlayışın eylemlere dönüşmesi Türkiye’de güvenliği tehdit eden önemli gelişmelerdir.
Toplumda bütün bunların birbirleriyle sinerji sağlayacak şekilde uygulandığına yönelik kaygıların artması gelişmelerin tehdit boyutuna ulaştığını göstermekte dir. Ayrıca uluslararası organize suçlar, yasa dışı göç, uyuşturucu ve silah
kaçakçılığı gibi faaliyetler, doğu-batı, kuzey-güney geçiş yolları üzerinde
bulunan Türkiye için yumuşak güvenlik tehditleri olarak değerlendirilmektedir.
Çevre sorunları ve salgın hastalık riskleri de diğer bölgelere nazaran Türkiye’yi daha fazla etkilemektedir.

MİLLİ GÜVENLİK POLİTİKASI

Türkiye’nin Milli Güvenlik Politikası milli değerleri ve mili çıkarları partiler üstü olarak ele almaktadır. Milli güvenlik açısından Türkiye’nin çıkarları; Türkiye’nin savunulması, elverişli dış ilişkiler ve düzenlemeler oluşturulması, ekonomik refahın sağlanması, demokratik değerlerin geliştirilmesi şeklinde dört ana kategoride toplanabilir. Türk milli güvenlik politikasının, milli gücün kullanılması suretiyle elde edilmesini öngördüğü hedefler ise şunlar olmalıdır. Ülkenin hürriyet, bağımsızlık ve bölünmez bütünlüğünün korunması, Anayasa ile belirlenen düzenin, ilke ve değerlerin idamesi, Halkın huzur, refah ve güvenliğinin sağlanması,
Ülke içinde ve civarında insan hakları, demokrasi ve serbest ekonomiye
dayanan sürekli bir barış, istikrar ve güven ortamı oluşturulması, Diğer ülkelerle dostluk ve ittifak ilişkilerinin geliştirilmesi, Ülke ekonomisinin içte ve dışta gelişip büyümesi. Türkiye’nin Güvenlik Stratejisinin temelini dinamik bir dış politika, caydırıcılık, kolektif güvenlik ve kriz yönetimi oluşturmalıdır.
Türkiye bölgesel barış ve istikrarın korunması amacıyla dinamik bir dış politika yürütmeli, jeopolitik imkânlarını etkin bir şekilde kullanmak suretiyle bölgesel inisiyatif sahibi ülke konumunu güçlendirmelidir.
Bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olarak, uluslar arası sorunlara ağırbaşlı, sabırlı ve sorumluluk duygusu içinde yaklaşmalı, komşularıyla işbirliği sağlamak, yakınlaşmak ve olumlu ilişkiler geliştirmek için her türlü fırsattan istifade etmeli, bölgesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmalıdır.

Türkiye’nin Lübnan’daki iç çatışmaların sonlandırılmasına ve Suriye-İsrail barış görüşmelerinin başlamasına yaptığı katkılar güzel örneklerdir. Bu kapsamda Rusya-Gürcistan, Ermenistan-Azerbaycan ve Makedonya-Yunanistan sorunlarında da inisiyatif alınabilir.
Başta bölge insanları olmak üzere, bütün dünyanın güvenlik ve refahını etkileyen Orta Doğu’daki istikrarsızlığın, 21’inci yüzyılın en büyük sorunlarından biri hâline geldiği görülmektedir. Tarihi ve kültürel varlığı, zengin petrol kaynakları ve dünya  ulaştırma yollarının kesişme noktasında bulunması gibi özelliklerine rağmen, bitmeyen bir şiddetin merkezi hâline gelen Orta Doğu’da; barış, istikrar ve refahın sağlanması, dış politika önceliklerimiz arasında yer almalıdır. Bu çerçevede Türkiye, uluslararası toplumla birlikte bölge ülkelerinin karşılaştığı sorunların aşılması için her türlü girişimde bulunmalıdır.
Türkiye, demokratik, laik yapısı, hukukun üstünlüğünü esas alan
yönetim biçimi, güçlü devlet geleneği, pazar ekonomisi, sosyal ve kültürel
yapısı ile Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu üçgeninin ortasında bir istikrar adası olmaya devam etmelidir.
Türkiye bölgesel bir güç ve bir dünya devleti olma hedefi doğrultusunda
çalışırken içte hem ekonomik yönden, hem de birlik ve beraberlik yönünden daha güçlü olmak zorundadır. İçte, güvenlik ve istikrarın devam ettirilmesi milli güç unsurlarına çarpan etkisi yapmakta ve etkinliğini artırmaktadır. Ülke içinde huzur, güven ve istikrar ortamının oluşturulması için demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde kültürel hoşgörü geliştirilmeli, devlet kurumları arasında uyum sağlanmalıdır.
Caydırıcılığın sağlanabilmesi için modern bir silahlı kuvvetlere sahip olmak zorunludur. Ayrıca soğuk savaş sonrasında her geçen gün önemi artan yumuşak güvenlik konularında gerekli tedbirlerin alınabilmesi için iç güvenlik güçlerinin geliştirilmesi de gereklidir. Silahlı güç ile birlikte siyasi, ekonomik, teknolojik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal gücün birbirleriyle uyumlu ve dengeli olarak geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Güçlü demokrasi, güçlü ekonomi ve güçlü savunma Türkiye’nin milli güvenlik politikasının temellerini oluşturmalıdır.
Güvenliğin uluslararası bir şekil alması kolektif güvenliği gerekli kılmaktadır.
Bu sayede caydırıcılık ve güvenliğin etkinliği arttırılırken maliyetler düşürülmeli dir. Bu çerçevede Türkiye Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlarda ve bölgesel oluşumlarda aktif olmalıdır.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası içerisinde yer almak Türkiye için stratejik bir önem ve önceliğe sahiptir. Avrupa ile bütünleşmiş Türkiye, jeopolitik avantajını kullanarak Avrupa Birliği’nin geliştirdiği Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıyla, dünyanın sorunlu bölgelerinde küresel aktör olma gayretlerine önemli katkı sağlayabilir.
Batı’daki bazı ülkelerin Türkiye’yi dünyanın problemli bölgelerine karşı bir cins tampon devlet olarak görme eğilimlerine rağmen Türkiye, Batı’nın ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Jeopolitiğin bir gereği olarak Türkiye diğer açılımlarını da etkin olarak kullanmalıdır. Ancak bu açılımlar Batı’ya karşı bir alternatif olmamalıdır. AB ile ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesi Türkiye’nin diğer açılımlarında öncü rol oynamasına önemli katkılar sağlar. Aynı şekilde Türkiye’nin diğer açılımlarını etkin olarak geliştirmesi Türkiye-AB ilişkilerine olumlu yansımalar yapacaktır.
Türkiye, içinde bulunduğu jeostratejik mevki itibariyle, belirsizlik ve potansiyel risk ve tehlikelerle tanımlanan bir bölgenin merkezinde, barış ve güvenliğe katkıda bulunabilecek bir istikrar adası durumundadır.

Bu nedenle Türkiye’nin içinde olmadığı bir Avrupa güvenlik ve savunma
mimarisinin eksik kalacağı açıktır.

Hızla değişen güvenlik ortamında meydana gelebilecek krizlere süratle
çözümler üretebilmek, oluşan risklere tedbirler getirilirken fırsatlardan
da yararlanmak için etkili bir kriz yönetim sistemi geliştirilmelidir. Kriz yönetim sistemi kapsamında istihbarat kurumları, askeri ve diğer güvenlik güçleri arasında etkili bir koordinasyon oluşturulurken, milli güç unsurlarından sinerji sağlayacak şekilde dengeli ve etkili olarak faydalanılmalıdır.
Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin devamlılığına yönelik iç ve dış tehdit odaklarından kaynaklanan simetrik ve asimetrik tehditlerin mümkün olduğu kadar erken teşhis ve tespit edilmesi maksadıyla, istihbarat faaliyetlerinde ki etkinliğin ve istihbarat kurumları arasında işbirliğinin arttırılması önem arz etmektedir. Ayrıca bölge ülkeleri istihbarat kurumları arasında işbirliği olanaklarının araştırılması da gereklidir.
Meydana gelebilecek fiilî tecavüzler, sınır ötesinden itibaren karşılanarak,
en kısa sürede ve asgari kayıpla bertaraf edilmelidir. Bunun sağlanabilmesi
için etkin istihbarat, erken ikaz ve uyarı sistemine ihtiyaç vardır. Ayrıca proaktif bir kriz yönetim sistemi ile süratli ve etkili müdahale yöntemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Günümüzün güvenlik ortamında Türkiye’nin güvenliğine yönelik en önemli tehdit terörizmdir ve bunu destekleyen bölücülüktür. Irak’ın kuzeyindeki durum ise bu tehdidin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Bu tehdide karşı Türkiye son zamanlarda olduğu gibi uluslararası desteği arkasına almalı, güvenlik güçleriyle PKK terör örgütüne karşı mücadelesini aralıksız sürdürmelidir. Bu mücadeleye paralel olarak bölgede terörün gelişmesine neden olan olumsuz koşulların düzeltilmesi amacıyla kapsamlı bir planın bir parçası olarak ekonomik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal tedbirler alınmalıdır. Ekonomik hayatın gelişmesi, işsizliğin önlenmesi, sağlık imkanlarının yaygınlaştırılması ve eğitim konularında
alınacak tedbirler ile devletin bölgedeki varlığı artırılmalı, devlet ile halkın kucaklaşması sağlanmalıdır.
Ülke içindeki siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve psiko-sosyal istikrarın
sağlaması ve korunması güvenlik açısından büyük bir öneme sahiptir.
Bu alanlarda istikrarın bozulması ülke güvenliğine yönelik en önemli tehdidi oluşturmaktadır. Günümüz koşullarında güvenlik ve istikrar ülke içinde demokrasinin bütün kurumlarıyla yerleştirilmesi ve demokrasi kültürünün geliştirilmesi ile mümkün olmaktadır. Devlet erkleri ve kurumları arasında uyumun sağlanması, çağdaş anlayışa uygun olarak hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsenmesi, farklı inanç, görüş ve etnik kültürlere karşı hoşgörü kültürünün oluşturulması istikrar için olmazsa olmaz koşullardır.

SONUÇ

20. yüzyılın sonunda ve 21. Yüzyılın başında hızla değişen güvenlik ortamına uygun olarak güvenlik anlayışları da büyük değişim göstermiştir.
Güvenliğin boyutları ülke güvenliği kavramından uluslararası güvenlik olarak tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır. Ayrıca güvenliğin kapsamı genişlemiş savaş, silahlı çatışma, kuvvet kullanma hallerinin dışında ekonomi, enerji, çevre, sağlık, sosyo-kültür ve eğitim alanları da güvenlik kavramına dahil olmuştur.
Milli Güvenlik Politikası’nın dayandığı temel düşünce, milli güvenliğin sağlanması ve milli hedeflerin elde edilmesinde tüm milli güç unsurlarının birbirini tamamlayacak şekilde kullanılmasıdır. Ekonomik güç, milli güvenlik politikalarında giderek merkezi bir unsur durumuna dönüşmüştür. Dünyadaki ve ülke içindeki ekonomik gelişmeler güvenlik politikalarına doğrudan etki yapmaktadır. Türkiye’nin savunma gücünün ekonomik büyüme ve kalkınma ile ilişkili olduğu dikkate alınmalıdır.
Ayrıca iç ve dış politikalar da gittikçe artan şekilde birbirinden ayrılmaz
bir hale gelmektedir. Ülke içindeki siyasi gelişmeler dünyadaki gelişmelerle
uyumlu olmak zorundadır. Bu kapsamda dünyadaki demokratik gelişmelere uyum sağlanması ve insan haklarına saygının geliştirilmesi önem arz etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin milli güvenlik, dış, iç, ekonomik ve milli savunma politikalarının birbirine bağımlı, uyumlu ve koordineli yürütülmesi gerekmektedir.
Türkiye, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi klasik tehdit algılamaları
kapsamında ülke topraklarına yönelik bir istila tehdidi ile karşı karşıya değildir. Ancak Türkiye; ulusal ve uluslararası güvenliği etkileyen çok boyutlu, çok yönlü, öngörülmesi güç ve sınır tanımayan asimetrik tehdit ve risklerin yaşandığı, istikrarsız bölgelerin merkezinde yer almaktadır. İçinde bulunduğu zor coğrafyada Türkiye için risk ve tehditler, simetrikten asimetriğe doğru uzanan geniş bir yelpazeye yayılmaktadır.
Uluslararası, bölgesel ve ulusal güvenlik ortamı değerlendirildiğinde Türkiye’nin Güvenlik Stratejisinin temelini; dinamik bir dış politika, caydırıcılık, kolektif güvenlik ve kriz yönetimi oluşturmalıdır. Bu strateji ise altı temel sütun üzerine oturtulmalıdır. Bunlar; Bölgesel barış ve istikrarın korunması amacıyla dinamik bir dış politika yürütülmesi,
Ülke içinde huzur, güven ve istikrar ortamının oluşturulması için demokrasi, İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde kültürel hoşgörünün geliştirilmesi, devlet kurumları arasında uyumun sağlanması,
Etrafımızdaki simetrik tehditlere karşı mevcut dengeleri ve milli menfaatlerimizi korumak için caydırıcı bir gücün oluşturulması, Ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin devamlılığına yönelik tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması, Doğu Akdeniz’deki güvenliğimizin temel noktasını teşkil eden
Kıbrıs’taki hak ve menfaatlerimizin korunması, Uluslararası yeni risk ve asimetrik tehditlerin, özellikle uluslararası terörün ülkemizdeki faaliyetlerinin önlenmesi ve ülke dışındaki menfaatlerimize zarar vermesinin engellenmesidir.
Bu çerçevede; Türkiye bölgesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmalı ve çevresinde bir “Barış ve Güvenlik Kuşağı” oluşturmalıdır. Bulunduğu bölgeye yönelik tüm stratejileri etkileyebilecek, strateji ve güvenlik üreten bir ülke olmalıdır. Bölgesinde bir güç ve denge unsuru olarak işbirliği, yakınlaşma ve olumlu ilişkiler geliştirmek için, her türlü fırsattan istifade etmelidir.
Çağdaş güvenlik anlayışları çerçevesinde, milli güç unsurlarının yanında
kolektif güvenliğin sağlayacağı imkânlardan da azami istifade edilmelidir. Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlarda ve bölgesel oluşumlarda aktif olunmalıdır.
Avrupa Birliği üyesi olma yolundaki vizyonunu sürdüren Türkiye için, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası içerisinde yer alınması stratejik bir önem ve önceliğe sahiptir. Avrupa ile bütünleşmiş ve bulunduğu coğrafyanın avantajını da kullanan Türkiye, Avrupa Birliği’nin geliştirdiği Ortak Dış ve Güvenlik Politikasıy la, dünyanın sorunlu bölgelerinde küresel aktör olma gayretlerine önemli katkı sağlayabilir.
Gelinen aşamada; bir yanda NATO’nun Avrupa Birliğine desteği, diğer taraftan da Avrupa Birliği üyesi olmayan müttefiklerin, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na (AGSP’ye) katılımı konusunda hassas bir denge kurulmuştur. Türkiye, bu hassas denge içerisinde yer alan ülkelerden biri olarak, Avrupa’nın savunma ve güvenliğiyle doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan, tüm çok uluslu operasyonlarda fiilen ve etkin olarak yer almaya devam etmelidir. Bunlar; Birleşmiş Milletler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve NATO çerçevesinde icra edilen operasyonlar olabileceği gibi, Avrupa Birliği’nin NATO imkân ve yeteneklerini kullanarak, tek başına icra edeceği askerî operasyonları da
içermelidir.

Sonuç olarak; Türkiye’nin güvenlik stratejisi bir yandan vatanın ve milletin ebedî varlığını ve devletinin bölünmez bütünlüğünü muhafaza ederken diğer taraftan halkın refahına, maddî ve manevî mutluluğuna hizmet etmelidir. Türkiye’nin dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olmasına ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasına yönelik güvenli ve güvenilir bir ortam hazırlamalıdır.

Dr. Atilla SANDIKLI





***