28 Eylül 2021 Salı

21 YY Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 3

 21 YY Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 3



2. AKP İKTİDARI DÖNEMİNDE TÜRKİYE-ORTA DOĞU


  Sovyet Rusya'nın dağılmasının ardından oluşan durum Batı dünyasında bir süre hoşnutluk duygusu yarattı. Artık Batı sistemi dünyaya egemen olacak ve çatışmalar sona erecekti. Ama bunu hemen ardından bir sistemin devam edebilmesi için bir öteki yaratmak gerekli olduğu anlaşıldı ve eskiden komünizmin aldığı yeri şimdi dinsel bir öteki devralmıştır.  Artık mücadele ideolojiler arası değil medeniyetler arası olacaktır.  İlk defa 1990 yılında Bernard Lewis tarafından kullanılan medeniyetler çatışması tezine göre 1648 Westfalya Barışı'ndan itibaren uluslararası politikanın odak  noktaları sırasıyla krallar, uluslar ve ideolojiler arasında mücadeleler olarak gerçekleşmiş idi. Soğuk savaşın bitmesiyle beraber ise artık bu mücadele medeniyetler arası olacaktı. Müslüman medeniyetinin kalbi olan Orta Doğu ise bu mücadeleden düşen payı fazlasıyla alacak ve Batı medeniyetleri Irak, Afganistan, Sudan gibi müslüman ülkeleri işgal edecekler, ama daha önemlisi neredeyse bütün Orta Doğu'da çıkan krizlerin başlıca nedeni bu medeniyetler çatışması tezini doğrular nitelikte olacaktı. 

ABD haydut devlet olarak nitelediği beş ülkeden (K.Kore, Küba, Libya, Sudan ve Suriye)  üç tanesi ve Oğul Bush'un Şer Ekseni olarak nitelendirdiği üç ülkeden (İran, Irak ve K.Kore) iki tanesinin Orta Doğu'da bulunan devletler olması bu bölgenin ne kadar karışacağını daha o zamanlar ortaya koymuştur.

  2000’li yılların başından itibaren Türkiye'nin Orta Doğu'ya yönelmesinin başlıca sebepleri; AB tarafından Türkiye'ye uygulanan çifte standartlı politikalar ve Türkiye'nin yeni politika arayışları, 2009 Kriziyle birlikte Avrupa'yı eski cazip halinden çıkarmış olması ve bu kriz dolayısıyla azalan Avrupa pazarına ikame olarak Orta Doğu'nun görülmesi, 2003 yılında ABD'nin Irak işgali ile birlikte ABD'ye duyulan güvenin derinden sarsılması, Irak'ta ABD'nin dış güç olarak yarattığı yıkıma bölgenin önde gelen ülkelerinde olan Suudi Arabistan ve Mısır'ın bu politikalara karşı çıkamaması(burada eklemek gerekirse İran bu müdahaleye çok sert tepki vermesine rağmen izole olmuş olmasından kaynaklanan yalnızlığından dolayı lider ülke konumuna sahip olamamıştır.). 

  AKP'nin Kasım 2002'de başa gelmesiyle birlikte Türkiye siyasi ve ekonomik istikrar sağlanmış ve bu değişiklik çok tabiidir ki Orta Doğu politikalarının değişimine de yansımıştır. 2002-2009 yılları arasın da başbakanlık danışmanı Mayıs 2009 itibariyle de dışişleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu temel stratejilerini Stratejik Derinlik doktrini çerçevesinde belirmiştir. Bölgeye ve problemlere daha fazla angaje olan, daha etkin, problem çözen ve arabulucu olarak komşularla sıfır sorun politikasının da başlangıcı olmuştur.Belirttiğimiz gibi İsmail Cem'in dışişleri bakanlığı döneminde de bu politikanın izlerini bulmak mümkün olsa da dönemin siyasi gerçekliği bunu uygulamanın önünde engel teşkil etmiştir.Bu dönemde Irak, Filistin ve Lübnan'da ki krizler Türkiye'nin bu stratejilerini uygulama zemini hazırlamış ve kısa süreli olacak da olsa Türkiye bölgede tek başına etkin olmasına neden olmuştur.  

1 Mart tezkeresinde Türkiye'nin ABD alehinde aldığı karar büyük bir etki yaratmış ve Türkiye'nin Orta Doğu'da lider ülke imajına çok büyük katkı sağlamıştır.   

Bu yıllara bakıldığında Türkiye'nin Orta Doğu politikası daha önceki yıllarda olduğu gibi bölgede ki komşuları olan İran, Irak ve Suriye odaklı gelişmekteydi. 

  Türkiye'nin bölgeye daha çok angaje olma, problem çözme gibi düşünceleri 1991 Körfez Savaş'ına dayanmaktadır.Bu dönemde Türkiye ABD yanına taraf olmasına rağmen ve ABD Türkiye'nin hassasiyetlerini hiçe sayan politikaları bir anlamda Türkiye'nin gözünü açmış olacak ki 1 Mart 2003 Tezkere'si TBMM'den geçmemiştir.Bölgede etkin olma stratejisi bir nevi Adana Mutabakatı ile başlasa da en nihayetinde AKP Hükümeti ile birlikte tam rayına oturma görüntüsü göstermektedir.

  2010 yılının ortalarına kadar AKP hükümeti Orta Doğu'da çok etkili politikalar sürdürdü. Daha çok genç bir hükümetken bile 2003 yılında ki 1 Mart Tezkeresinde salt ülke çıkarları adına verilen karar bu politikaların başlangıcı olarak görülebilir.Dönemin Amerikan Başkanı Bush'un Türkiye'nin yaptığı politikalarını ''At Pazarlığı'' olarak adlandırması aslında ABD'nin ne kadar öfkeli olduğunun açık bir kanıtı olmuştur. Hatta bazı Amerikan kanı önderlerinin Türkiye'nin ihanet ettiğini ve artık Irak'ın yeniden inşasında aktör olamayacağını söylemeleri bu kararın ne kadar büyük bir etkisinin olduğunu ortaya koymaktadır. Uluslararası kamuoyunda ki hiç kimse Türkiye'nin ABD'nin teklif ettiği hibe ve kredileri geri çevireceğini tahmin etmemekteydi. 

1991 Körfez Savaşı'ndan ağzı yanan Türkiye bu kez bu politikaya alet olamamış ve aynı zamanda bölgede karizmatik bir ülke konumuna gelmeye başlamıştır. 

Gerçi sonradan ufak tavizler verilmiş olsa da yine de Türkiye çok başarılı bir politika izlemiş olacaktı.  Bu politikalarla birlikte ekonomik olarak da bölgeye angaje olmak isteyen Türkiye büyük bir başarı elde etmiş 2000 yılında 5 miyar dolar olan ticaret hacmi 2011 yılına gelindiğinde 45 milyar dolar olmuş ayrıca bölgede ki ticaretten senede yaklaşık 7 milyar dolar dış ticaret fazlası vermektedir.Bu bağlamda Türkiye yüzde 8,5 ile dünyada Çin'den sonra en çok büyüyen ikinci ülke olmasının altında yatan en büyük gerekçelerden birisi de Orta Doğu'da uygulanan etkin ekonomik politika olmasıdır.

  Bütün bu bölgede bağımsız ve salt Türkiye çıkarları adına etkin olma stratejilerinin de bir sonu olacaktı.Bu son herkesin beklediğinden daha geç olsa da 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail'in uluslararası sularda bir Türk gemisine yaptığı saldırıyla beraber gelmiş oldu.Bu saldırı sonrası bir rüyadan uyanan Türk hükümeti çok geçmeden Orta Doğu'da ABD ve İsrail'in çıkarlarını yok sayarcasına bir politika uygulayamayacağını anlamış oldu.Zaten bu tarihten sonra Orta Doğu'da çıkan her krizde Türkiye yanlış adımlar atmış bu bağlamda daha sert politikalar uygulamış ve bizzat Başbakan Erdoğan Libya krizinde ilk NATO'nun ne işi var orda diyerek adeta emperyalizme karşı çıkan bir üçüncü dünya ülkesi tavrı ortaya koymuştur.Nitekim daha sonra Erdoğan yaptığı açıklamada NATO'nun orada olmasından duyduğu memnuniyeti açıklamakta çok geç kalmamıştır.

  Bölge politikaları itibariyle belki de yapılan en büyük hata Suriye meselesinde yapılmıştır. Öyle ki Hatay'da muhalif güçleri destekleyen Türkiye, Şam'da bulunan Esad rejimine karşı bu muhaliflere yardımda bulunmuş ama kimse yaklaşık 500 km uzakta olan Şam'ın Hatay'dan yapılan takviyeler le yıkılmayacağını öngörememiş ve hala öngörememektedir. Esad güçlerinin yıkılması bağlamında daha ileride Kürt açılımı kullanılarak Abdullah Öcalan ile görüşülecek ve  burada bulunan PYD güçlerinin muhalif kadroya katılması için PKK lideriyle pazarlıklar yapılacaktı.

  2010 tarihine kadar sürekli tekrarlanan ve seçimlerin baş vaadlerinden olan komşularla sıfır sorun politikası darbe üstüne darbe yemekteydi.  

Suriye krizi,  Mısır desteklenen Müslüman Kardeşler lideri Muhammet Mursi'nin iktidardan uzaklaştırılması, Irak'ta yaşanan gelişmelere önlem alınamaması, Yunanistan ile yaşanan gerginlikler derken sıfır sorun stratejisi bir bakıma sıfır çözüm stratejisine dönüşmüş idi.

2.1. Irak


  2000'li yılların belki de en büyük gelişmesi 49 ülkenin koalisyon güçleri olarak söylenen ama aslında ABD önderliğinde, İngiltere ile Irak'ın 2003 baharında işgal edilmiş olmasıydı. İşgal sürecinde Türkiye ve diğer Arap ülkeleri ortak kaygı ve çıkarlara sahip gözükmekteydi. 

Bu bağlamda dönemin Başbakanı Abdullah Gül Suriye, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve  İran'ı kapsayan ilk bölge turu Irak konusunda çıkarların belirlenmesinde büyük rol oynamıştır. 

1990'lar da oluşturulmaya çalışılan Komşuluk Forumunun başarılı bir yeniden denenmesi sayılabilecek bu girişim sonunda Irak'a Komşu Ülkeler Toplantıları adıyla periyodik olarak düzenlenecek bir bölgesel dayanışma mekanizması oluşturuldu ve ilk toplantı 23 Ocak 2003'de İstanbul'da yapıldı. 

  Bölge ülkelerinin çoğu Saddam rejimine karşı olsa bile işgalin getireceği belirsizliği istememekteydi. Bu anlamda Türkiye'de işgale kadar olan kısımda Saddam rejimiyle uluslararası kamuoyunu barıştırmaya çalışmıştır.Göreli olsa da istikrarlı bir ülke olan Irak'ın istikrarsızlaşması bölge ülkelerini ama özellikle komşusu olma sebebiyle Türkiye'yi derinden  etkileyecek olduğunu o zamanlar Türk kanı önderleri farkına varmışlardır. 

Irak'ın kuzeyinde yaşayan Kürt grupların otorite boşluğundan yararlanması ileride olası bir Kürt devletine giden yol başlı başına Türkiye için sorun teşkil etmekteydi. 

Bunun üstüne PKK'ın bu bölgeleri mesken haline getirmesi kontrolü çok zor olan coğrafyayı Türkiye açısından kriz bölgesi haline getirecektir. Sadece Türkiye açısından değil Irak'ın olası parçalanması bölgede çok etnikli veya çok mezhepli yapılar üstüne kurulmuş devletleri de zora sokma olasılığı çok yüksekti.

Komşu ülkelerin Irak üzerinde fikir birliği yaptıkları noktalar ise, Irak'ın toprak bütünlüğü kesinle korunmalıdır, Irak'ın doğal kaynakları tüm Irak halkına eşitçe dağıtılmalıdır, işgal güçleri bir an önce çekilmeli ve BM ülkede etkin hale gelmelidir, ülkede faaliyet içinde olan ve komşu ülkeleri tehdit eden terör grupları etkisiz hale getirilmeli ve ülkede siyasal ve ekonomi yapı düzeltilerek merkezi otorite güçlendirilmelidir. Diğer bir taraftan İran'ın ülkedeki Şii grupları üzerinde ki etkinliği bölgede ki diğer Sünni ülkeleri oldukça rahatsız etmekte özellikle Türkiye Sünni gruplar üzerinde 2005 yılından itibaren siyaset yapmaya çalışsa da şu ana kadar İran'ınkine benzer bir etki alanı yaratamamıştır. Bölge ülkelerinin üzerinde mutabakata vardığı ve kesinlikle kabul edilemez saydığı olgu ise Irak'ın kuzeyinde bulunan Kürtlere bağımsızlık verilmemesiydi. Bu sorun Türkiye, Irak ve Suriye arasında stratejik bir yakınlaşmaya sebep olmuştur.

  Irak işgaline giden süreçte Türkiye aslında çok net bir tutum sergilememiştir. Pek çok ayrı tutumu bir arada sergileyen Türkiye bir taraftan savaşı önlemeye çalışırken, aynı anda ABD ile iyi ilişkilerini devam ettirmek, Arap dünyasıyla iyi geçinmek ve Türk kamuoyunu mutlu etmek istiyordu. 

Kamuoyunda Irak'ın Türkiye'ye bir tehdit olmadığı fikri paylaşılmakla beraber iki karşıt düşünce belirmekteydi.Bu düşüncelerden ilki olası bir savaşta Türkiye'nin stratejik çıkarları gereği ABD ile birlikte hareket etmesi gerektiği, aksi taktirde Türkiye'nin oluşan durumlarda söz hakkının olamayacağı, 

Kürtlerin daha fazla güçleneceği, Türkmenlerin hakkının yok sayılacağı ve ABD ile ilişkilerin zora gireceği savunulmaktaydı.  Türkiye'nin savaşa girmezse kaybedeceği görüşünü savunan bu görüşe mensup bazı kişiler daha ileri giderek Türkiye'nin Irak'a girerek Musul ve Kerkük'ü geri alması gibi romantik milliyetçi söylemlerde de bulunmuştur. Diğer düşünceye göre ise Türkiye savaş dışı kalmalıydı. Bu savaş başkasının savaşı olduğunun altı çizilmiştir. 

Bu söylem dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök tarafından da Diyarbakır'da dile getirildi. Aynı zamanda Özkök bu savaşın 1991 Körfez Krizi gibi ağır ekonomik bunalımlar getireceğini dile getirmiş, Türk toprağına ABD askerinin konuşlanmasına dikkat çekmiştir. Bir taraftan Türkiye'ye ABD askerinin gelmesi fikri 1. Dünya Savaşına dair hatıraları akla getirirken egemenlik bağlamında da sorunlu görülmüş, diğer taraftan Türk askerinin ABD komutası altında savaşa girmesi sakıncalı görülmüştür. 

  Kasım 2002'de göreve gelen yeni hükümet 27 Aralık 2002 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan karara göre ABD ile Irak'ın kuzeyinden bir cephe açma konusunda müzakerelere başlanmıştır. Bu toplantıda ayrıca Türkiye'nin Irak konusunda kırmızı çizgileri belirlenmiştir: Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması, Türkmenlerin güvenliklerinin sağlanması ve Kerkük ve Musul'un statüsü. ABD ile uzun görüşmeler sonucunda bir Anlayış Muhtırası imzalanmış, buna göre ABD Türkiye'ye verdiği destek karşılığında 6 milyar dolar yardım sözü vermiş, Türkiye'de konuşlanacak asker sayısı 60 000 ile sınırlı tutulurken ABD ile birlikte Kuzey Irak'a 40 000 dolayında Türk askerin gönderileceği kararlaştırılmıştır. 

  Bütün bu pazarlıklara rağmen 1 Mart 2003'de yaşanacak olay bütün ilişkileri alt üst edecek ve artık Türkiye Orta Doğu'da lider ülke olma adına ilk adımını atacaktır. 1 Mart 2003'de TBMM'de yapılan oylamada anayasal çoğunluğun elde edilememesi üzerine tezkere geçmemiş ve Türkiye savaş dışında kalmıştır. 

Bu durum Irak'a kuzeyden açılacak olan cephenin açılmasını engellerken, Türkiye-ABD ilişkilerini derinden etkilemiş ve özellikle Kürt grupların güçlenmesi ve PKK'nın gücünü arttırması gibi savaş öncesi dile getirilen kaygılar gerçekleşmeye başlamıştır.

  Türkiye bir anlamda kendini affettirmek için 20 Mart'ta ABD'nin Türk hava sahasını kullanmasına izin veren tezkereyi geçirse de ABD Irak'ın denize açılan ve en stratejik komşusu olan Türkiye'nin topraklarını kendine kullandırmaması ile oluşan zararı Türkiye'ye her fırsatta yüklemeye başlamıştır. 

Saddam Hüseyin sonrası dönemde Türkiye'nin güvenlik çıkarları her defasında ihlal edilmiş, gerek Barzani gerekse Talabani Türkiye'ye karşı oldukça sert bir tutum sergilemeye başlamıştır.

 Türkiye her fırsatta Kerkük'ün statüsü hakkında görüşler ileri sürmüş savaşın buraya sıçramaması, bölgenin zengin petrol yataklarının ayrı bir statüde değerlendirilmesi ve en önemlisi bölgenin giderek Kürtleştirilmemesi konularını savunmuş ama ilk başlarda kolay bir zafer kazandığını zanneden ABD zaferi açıladıktan sonra gerçekleştirdiği yıkımı ve kaosu görünce, göreli daha güvenli olan bu bölgenin geleceği hakkında herhangi bir değişiklik yapmaktan kaçınmıştır.

  Bütün bu olanların üstüne 4 Temmuz 2003'de yaşanacak olay Türkiye ile ABD arasında derin bir güvenlik krizi ortaya çıkaracaktır. Süleymaniye'de ki Türk Özel Timi Bürosu 100 kadar ABD askeri ve ABD askerleriyle işbirliği yapan KYB peşmergelerince basılmış ve 11 Türk askerinin başına çuval geçirerek göz altına alınmıştır. ABD daha da ileri giderek ilerde yaptığı açıklamada, Türk askerlerinin Kuzey Irak'ta ABD tarafından kurulmak istenen istikrarı bozmak için gerçekleştirilen sabotaj faaliyetlerinin bir parçası olduğunu belirterek  ABD'nin bir taraftan Türkiye'nin bölgedeki askeri varlığına yönelik olumsuz tavrını ortaya koymuş, diğer taraftan Türkiye'yi bu askeri varlığını kaldırması yönünde üstü kapalı tehdit etmiştir. Yaşanan bu gelişme 1991 Körfez savaşından beri yaşanan gerilimli ilişkilere rağmen Kuzey Irak'ta var olan Türk-Amerikan işbirliğinde köklü bir değişime sebep olmuş ve bu tarihten sonra bölgede Türkiye işbirlikçi ülke yerine sorun teşkil eden bir ülke konumuna gelmiştir. ABD'nin yaptığı bu hareketle Türkiye'yi 1 Mart tezkeresinden sonra cezalandırmaya çalıştığı çok aşikardır.

  Irak savaşı sonra ABD bölgede yarattığı yıkımı ve kaosu gördükten sonra yeniden müttefik arayışına girmiştir. Bu bağlamda 20 Mart tarihli ABD güçlerine lojistik destek verilmesini sağlayan tezkerenin 6 aylık süresi dolmasıyla beraber Türkiye'nin Irak'a yeniden asker göndermesi gündeme gelmiş, 10 000 dolayında Türk askerinin Irak'a ABD'nin güçlük çektiği bölgelere gönderilmesi düşünülmüştür. 8.5 milyar dolarlık kredi içeren bir yardım paketiyle birlikte 7 Ekim'de Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'a güvenlik ve istikrarı sağlamak amacıyla gönderilmesi TBMM tarafından kabul edilmiş ve Başbakan Erdoğan tezkere ile ilgili Türk askerinin önceliğini bölgedeki PKK unsurunun temizlenmesi olarak açıklamıştır. Ancak bu sefer de bölgede ki Kürt ve Arap grupların tepkisi üzerine tezkere rafa kaldırılmıştır. 2000 yılında PKK tarafından ilan edilen ateşkes 2004 yılında sona erdirilmiş ve yaklaşık 1200 PKK mensubunun Türkiye'ye giriş yaptığı tahmin edilmektedir. Türkiye bu kaygıları aşabilmek için Irak'ta merkezi otoritenin güçlendirilmesi adına ülkedeki tüm grupları kapsayan bir yönetim anlayışı gerektiğini vurgulamıştır. Görüldüğü üzere Türkiye'nin Irak politikası Irak'ın bütününü gözeten, insan hakları, evrensel değerlerin savunulması olarak gösterilmeye çalışılsa da Türkiye için önemli olan Irak'ın güçlü bir merkezi otoriteye sahip olarak kuzeyde bulunan Kürt gruplarını tasfiye etmesi ve bu sayede Türkiye'nin Irak'ın kuzeyinden gelen tehdit algılamalarından kurtulması üzerine kurulmuştur.

  2007 yılından itibaren gergin seyreden ilişkilerde kısmi bir yumuşama görülmeye başlanmıştır. Tabiki bu yakınlaşma ABD'nin desteği olmadan düşünülmesi çok gerçekçi olmamaktadır zira ABD bu dönemde Irak'a komşu ülkeler bağlamında kendisini stratejik ortak olarak gördükleri ülkeleri destekleyerek bir nevi bölgede kendi itibarını ve çıkarlarını korumak, garantiye almak için bu tarz politikalar izlemeye başlamıştır. Bu yakınlaşma Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de söylemlerine yansımış ve bölgede ki Kürtleri Türkmenler gibi akraba olarak nitelendirmeye başlamıştır. 2006 yazında ABD'nin desteğiyle ortak Terörle 

Mücadele Koordinasyon Grubu oluşturma konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu koordinasyon grubuna Türkiye emekli Orgeneral Edip Başer'i atamış ama bu koordinasyon grubu terörle mücadele de çok etkin olamamıştır. Başer konuyla ilgili ilerleme kaydedilememesini şu sözlerle eleştirmiştir: ''PKK ile mücadele de ABD'den bazı açılımlar bekliyorum. Bunun olmaması durumda istifa edeceğim. Burada süs vazosu gibi oturmanın anlamı yok.'' Bu açıklamadan sonra ABD ile yakınlığıyla bilinen AKP hükümeti anında Başer'i görevinden almıştır.

  Erdoğan'ın Kasım 2007 ziyaretinden sonra Irak tarafında da tavır değişiklikleri olmaya başlamıştır. Daha önde Ankara'nın sınır ötesi operasyonlarına ve PKK militanlarının teslim edilmesi şeklinde ki isteklerine çok sert yanıt veren Barzani, ziyaret sonrası özellikle operasyonların sınırlı tutulması halinde karışmayacaklarını söylemeye başlamıştır.

  2009 yılında Barack Obama'nın iktidara gelmesiyle ABD askerlerinin Irak'tan çekilme sürecinde Türkiye ABD varlığı sonrası Irak'la özellikle de Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KYB) ile ilişkileri yeniden gündeme almıştır. Abdullah Gül ziyareti sırasında bölgede ki Kürtler ile Türkiye arasında ki sorunun PKK varlığından ibaret olarak dile getirmiştir. Ardından Davutoğlu'nun Erbil'e giderek KYB merkezini ziyaret eden ilk Türk yetkili olmasıyla ilişkiler daha da olumlu bir hava seyretmeye başlamıştır.

  Türkiye ile Irak arasında bulunan ekonomik ilişki de Türkiye'nin Kürt yönetimine tahammül etmesine yol açmaktadır. 2011 itibariyle yaklaşık 8 milyar dolar bölgeye ihracatı bulunan Türkiye bu paydan vazgeçmek istememektedir. Son dönemlerde ilgili yetkililerin yaptığı açıklamalara göre Türkiye'nin Irak'a 20 milyar dolar seviyesinde bir ihracat rakamı hedeflediği görülmektedir. Buna karşılık 1 milyar dolardan bile daha az Irak'tan ithalat yapan Türkiye nadir dış ticaret fazlası verdiği ülkelerden biridir Irak. 2009 itibariyle Kuzey Irak'ta yatırım yapan şirketlerin sayısı 500'ü geçmiştir ki bu ekonomik yatırımlar Türkiye'yi daha ılımlı politikalar seyretmeye zorlamaktadır.

 Türkiye ile Irak arasında pek çok alanda olumlu adımlar atılırken bu adımların hepsi bölgede ABD'nin çıkarına aykırı olamamaktadır ve hala güvenlik kaygıları, 

Kerkük meselesi, su sorunu gibi bir çok mesele sorunlu alanlar olarak göze çarpmaktadır.


4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


21 YY Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 2

21 YY Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 2



     Soğuk Savaş döneminde Nasır'ın Mısır'ı bölgede lider olmaya çalışmış ve çok etkili olmuştur bu dönemde Rusya ile yakınlığı bilinen Nasır'ın dışında bölge liderleri hep ABD ile ortak büyük ölçüde paralel politikalar izlemektedirler. ABD'nin bölgeyi ne kadar ciddiye aldığını General Eisenhower'ın şu sözleriyle örneklendirebiliriz: “Yalnız coğrafya bakımından bile bütün dünyada, stratejik yönden Ortadoğu’dan daha önemli bir bölge yoktur. Bütün gücümüz ve araçlarımızla örgütlenme yeteneğimiz den, sevk ve idaremizden faydalanarak, Ortadoğu’yu kazanmak zorundayız.” 

Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi bölge dünyanın her an kriz geçirmeye müsait olan kalbidir.

  Bunların dışında bölgede geleneksel ve demokratik rejimler yan yanadır.Bölgenin en demokratik ülkesi Türkiye, ekonomik olarak en iyi durumda olan ülkeler ise Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi gözükmektedir. Katar'da yaklaşık 100,000 dolar olan kişi başına düşen milli gelir 70.000 dolar ile Birleşik Arap Emirlikleri ve 25.000 dolar ile Suudi Arabistan, Bahreyn ve Umman izlemektedir. 2011 Tunus da başlayıp tüm bölgeye yayılma eğilimi gösteren en son Suriye'de hala bir çok cana mal olan hareketlerin bölgeye ne kadar demokrasi ve refah getireceği de bir başka irdelenmesi gereken sorundur.   

Libya'nın eski liderini sokakta sürükleyip öldürenlerin veya Mısır'da devlet geleneğinin ne olduğu kavrayamayan ve bilmeyen insanların bölgeye refah getirmesini beklemek çok fazla iyimser olmak demektir.Demokrasinin kanla geleceğini savunup Avrupa'yı örnek gösterenler artık 21.yy da yaşadığımızı er ya da geç hatırlamalarını umuyoruz.

     Aynı zamanda bölge ülkelerinin bir olumsuz özelliği de aşırı reaksiyoner ve mezheplere sıkı sıkıya bağlılık bölgenin istikrarsızlaşmasına sebep olan faktörlerden biridir. Vahabizm'in savunucusu olan Suudi Arabistan bölgede diğer mezhepleri dışlamakta olması ve bu bağlamda bölgenin bir bütünlük  gösterememesine örnek olarak verilebilmektedir.Aynı zamanda aşırı reakiyoner davranışlara da en güzel örnek İslam Konferansı Örgütü'nün kurulmasıdır.   

El-Aksa camiinde çıkarılan yangına tepki vermek amacıyla bir gecede plansız programsız kurulması bölgenin günlük olaylar karşısında plan yapmadan sadece reaksiyoner davranarak karşılık vermesine örnektir.Bu gibi davranış kalıpları bölge devletlerinin enerjisini boşa harcamasına ve sonuç olarak da kendi yaşadıkları bölgede etkili olamamalarına sebebiyet vermektedir.                                                                                        

1. AKP İKTİDARI ÖNCESİNDE ORTA DOĞU İLE İLİŞKİLERİN DURUMU


1.1. 2000-2003 Yılları Arasında Türkiye'nin Orta Doğu Politikası

  2000'lerin başında dünya kamuoyu El-Aksa intifadası olarak da bilinen İkinci İntifada ve 11 Eylül saldırılarıyla yeniden Orta Doğu'ya dikkatini vermiştir. 

11 Eylül saldırılarıyla birlikte ABD'nin Irak ve Suriye üzerinde baskılarını arttırmasıyla bölge ülkesi olan Türkiye'yi de derinden etkilemiş, bunun farkına varan Türkiye ise özellikle Irak, Suriye ve Filistin konularında daha etkin bir politika izlemeye başlamıştır.

  AKP'nin iktidara gelmesine kadar olan süreçte hükümetin ana ortağı olan ve aynı zamanda dışişleri bakanlığını elinde bulunduran Bülent Ecevit liderliğinde ki Demokratik Sol Parti ''bölge tabanlı dış politika'' olarak adlandırdığı stratejisi Türkiye'nin Batı ile bağlantılarını bozmadan bölge ülkeleri ile ilişkileri iyileştirmeyi amaçlamaktaydı. Kasım 2000 de etkilerini gösteren ama Şubat 2001 kriziyle birlikte Türkiye özellikle Arap ülkeleri pazarına daha çok ihtiyaç duymaya başlamış ve 2000'de Komşu ve Çevre Ülkeler ile Ticareti Geliştirme Stratejisi çerçevesinde bu ülkelerle ticareti arttırmaya başlamıştır.

Yani AKP iktidarı öncesinde zaten ilişkilerde iyileşme söz konusu olmuş ve en önemli adımlar atılmaya başlanmıştır.

  Ocak 2000'den Kasım 2002'ye kadar olan dönemde Türkiye'nin Irak politikasının iki önemli ayağı vardır.1990'lar boyunca BM yaptırımlarıyla sekteye uğrayan ticareti geliştirmek ve Irak'a olası ABD müdahalesini önlemek için ABD, Irak ve diğer bölge ülkeleri ile girişimlerde bulunmak. 1999'da PKK'nın ateşkes ilanıyla bölgenin bir nebze de olsa güvenli olmasını Türkiye iki ülke arasında ticareti arttırmak için kullanmaya çalışmıştır. Körfez krizi öncesinde yaklaşık üç milyar dolar olan iki ülke arasında ki ticaret yaptırımlar yüzünden bir milyar dolar seviyesinde seyretmeye başlamış bu da iki ülke arasında ki potansiyel ticaret hacmin yaklaşık beşte biri olarak görülmekteydi. 

Dönemin Dış Ticaret Müsteşarı Kürşat Tüzmen 2000-2003 dönemleri arasında tam 8 kez Bağdat'ı ziyaret etmiştir ve iki ülke arasında yaklaşık 20 yıldır işlemeyen demir yolu hattı  Mayıs 2001'den itibaren yeniden hizmete açılmıştır. Türkiye'nin Irak'a olası bir askeri müdahale istememesinin nedenleri iste oluşacak bir Kürt devleti tehlikesi ve gelişmeye başlayan ticaretin yeniden darmadağın olmasından korkmasıdır. 

Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in 1998'de formüle ettiği Komşuluk Forumu yeniden gündeme getirilmiş ve bu forum nezdinde ABD'nin olası müdahale kararına karşı çıkmaya başlamıştır. 

Bu forum AKP iktidarı döneminde oluşturulan Irak'a Komşu Ülkeler Toplantılarına ve Suriye'nin Dostları Konferansları'nın ilham kaynağı olmuştur. Türkiye Irak'ı birçok kez BM kararlarını uygulamasını yoksa ABD işgalinin gerçekleşme olasılığının çok ciddi olduğu konusunda uyarmasına rağmen sonuç alamamıştır.

  1998 yılında Suriye ile Türkiye arasında imzalanan Adana Mutabakatı gergin olan ilişkileri yumuşatmaya başlamıştır. En nihayetinde dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Hafız Esad'ın cenazesine katılmasıyla daha gelişmesine neden olmuştur.Aslına bakılırsa gergin olan ilişkilerin nedenleri hala çözülmüş olmasa da işbirliği potansiyelinin daha yüksek alanlardan başlayarak problemleri çözme yolu Türkiye'nin ana stratejisi olmaya başlamıştır çünkü daha öncelerinde Hatay sorunu ve su meselesi olarak bilinen problemler Türk Dışişleri tarafından ilişkilerin gelişmesi için ön koşul olarak tutulmaktaydı. 2000'li yıllarla birlikte Adana Mutabakatı çerçevesinde geliştirilmeye başlanan ilişkiler önemli ivmeler kazanmış başta güvenlik olmak üzere bir dizi ikili anlaşmalar imzalanmıştır.Bu sayede daha önceleri en önemli sorunlar arasında gösterilen su meselesi ve güvenlik iki ülke arasında temel işbirliği alanı haline gelmiştir.Kamuoyunda oluşan AKP iktidarı öncesinde ki dış politikanın zayıflığı algısı aslında ne kadar yanlış bir algılama olduğunun en açık örneklerinde birisidir gelinen bu nokta. 1993'den beri işlemeyen demiryolu hattı da yine bu dönemde 2001 yılında kullanıma açılmıştır.

   Eylül 2000 yılında Filistin topraklarında başlayan direniş Türkiye'nin dikkatini yeniden bu bölgeye çekmesine neden oldu ve bu bağlamda dönemin dışişleri bakanı İsmail Cem 2000-2002 yılları arasında çatışmalar sürerken tam beş kez Filistin ve İsrail'e ziyarette bulunacaktır. Türkiye yaşadığı krize rağmen Ecevit ve Arafat arasında telefon ve mektup trafiği Türkiye'nin ne olursa olsun dış politika da etkin olmaya çalıştığının göstergesidir.12 Ekim 2000 yılında dış işleri bakanlığınca yapılan yazılı açıklamada El-Aksa intifadasına sebebiyet veren hadiselerden İsrail tarafını sorumlu tutması o dönemde hükümet kanadının içinden tepki alsa da BM Genel Kurulu'nda kınama cezaları oylamalarında Türkiye yine Filistin lehine oy kullanmıştır.

  Mart 2002'de İsrail'in Filistin Ulusal Yönetimi'nin merkezi olan Ramallah'ı işgal etmesiyle birlikte yapılan eleştirilen daha da sertleşti ama kuşkusuz en serti bir gün sonra düzeltilmeye çalışılsa da Bülent Ecevit'in parti grubu toplantısında İsrail'in bu yaptığını soykırım olarak nitelendirmesi olacaktı.  

Her ne kadar sert tepkiler verilse de İsrail ile ilişkilerin zarar gelmemesi için çaba gösterilmiş ve sadece söylem düzeyinde kalmasına özen gösterilmiştir.

Aynı hadiseye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçimlerden önce Davos Zirvesi'nde İsrail Cumhurbaşkanı'na karşı olan tepkisinde de rastlamaktayız.

  1990'lar dan beri süre gelen istikrarsızlıklar ve en sonunda patlak veren ekonomik kriz Türkiye'nin etkin olması yönünde bu dönemde hep engel olmuştur. 

Ülkede ki ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar ülkenin enerjisini harcayarak ve en nihayetinde bu dönem ilerde gelecek olan iktidarın seçim propagandası haline gelecektir.Bizden önce diye başlayan bu söylemler dönemin siyasilerini itibarsızlaştıracak ve başarısız, beceriksiz olarak algılanmalarına sebep olacaktır ama siyasi konjonktür göz önüne alınarak ve objektif bakış açısıyla bir değerlendirme yapıldığı takdirde bu durumun tam da böyle olmadığı görülmektedir.

 1.2.Türkiye'nin Orta Doğu Politikasını Belirleyen Dinamikler

   21. yy. başlarında Türk dış politikasında içsel-dışsal faktör ve aktörlerin rolü ve etkileşimi önemini muhafaza etmiş, ancak küreselleşmenin etkisiyle her iki etken boyutunda da belirgin çeşitlenme ve karmaşıklaşma gözlemlenmiştir. 20. yy sonlarına doğru artan demokratikleşme söylemleri kapsamında, toplumsal aktörlerin dış politika yapım sürecine daha fazla aktif bir şekilde katılmaya başlandığı dönemin başlangıcı olarak sayılabilir. 

Bu anlamda küreselleşme marifetiyle dünya geneli dış politika yapım sürecinde içsel ve dışsal faktörlerin iç içe geçmesi sonucu doğurmuş olmasına karşın, jeopolitik ve jeostratejik sebeplerle bu Türkiye'de daha da karmaşıklaşma eğilimi göstermiştir. 

  AKP iktidarıyla birlikte iç ve dış politikanın bir bütün olarak ele alınacağı söylenmeye başlamıştır. Bu durum Hükümetin programında şu şekilde yer almıştır: 


''Türkiye'nin bölgesel hayat sahası çok riskli bir jeopolitiğe karşılık gelmektedir. Bu da Türkiye'de iç politika ve dış politika eksenleri arasında ki mesafeyi ortadan kaldırmaktadır. Türkiye'nin iç politik dinamikleri ile dış politik dinamikleri dünyanın pek çok ülkesinden daha fazla etkileşim içindedir. Türkiyemizin dış politikası halkımızın yediği ekmeği doğrudan etkilemekte, iç siyasetin güçlü ve kaliteli olması ülkemizin bölgesel ve küresel çıkarlarının teminatı olmaktadır.'' 

  Bütün bunlarla beraber Türkiye'nin Orta Doğu politikasında önemli unsurlardan biri de enerji temini ve ekonomik çıkarlar olmaktadır. 

Özellikle 2003 yılından itibaren AB ülkelerinin ihracattaki payı %58 seviyesindeyken bu pay 2012 yılına gelindiğinde %38'lere kadar düşmüştür. 

Ciddi anlamda azalma gösteren AB pazarında yaşanan kayıplar Yakın ve Orta Doğu ülkelerinin bulunduğu pazar da kapatılmaya çalışılmıştır. 

Türkiye'nin Avrupa'da yaşanan krizden dolayı pazar çeşitliliğini arttırma politikası meyve vermiş ve 2012 yılında bu ülkelerin ihracattaki payı %27.8'e yükselerek tarihi bir noktaya gelmiştir.  Enerji alanında da aynı gelişmelere paralel olarak Türkiye enerji ithalatını sürekli çeşitlendirmeye çalışmaktadır. 

Bu anlamda özellikle doğal gaz konusunda yaşanan Rus bağımlılığı yine Orta Doğu ülkeleriyle aşılmaya çalışılmaktadır.

  Türkiye'nin Orta Doğu politikasının belirlenme aşamasında diğer önemli bir unsur da uluslararası sistem olmaktadır. 

Uluslararası sistemde olan değişiklikler Türkiye'nin yeniden yapılanmasına bununla beraber de yeni bir Orta Doğu planlamasına neden olmaktadır. 

Cumhuriyetin kurulmasından bu yana yaşanan büyük değişimlerde Türkiye her zaman farklı bir yapılanmaya gitmiş, son SSCB'nin bölgeden çekilmesiyle Türkiye daha etkin bir Orta Doğu politikası izlemeye başlamıştır. 1991-2002 yılları arasında yeterli ekonomik gücü bulunmayan Türkiye, bölgeye ekonomik ve siyasi olarak bölgeye angaje olma konusunda zorluklar çekse de 2003 yılı itibariyle iyileşme içerisinde gözüken ekonomi Orta Doğu bölgesine daha kolay angaje olma durumu yaratmıştır. 

  Uluslararası sistemin etkileri aşamasında en fazla Türkiye'yi etkileyen faktörler ABD ve AB ülkeleri olmaktadır. ABD ve AB'nin sürekli olarak bölgede çıkan krizlere müdahale etmesi AB ve ABD'nin Türkiye'nin Orta Doğu politikasını belirleyici bir konuma gelmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda ABD'nin Irak ve Afganistan işgaliyle, AB'nin Libya müdahalesi ve Mısır politikaları Türkiye'yi oldukça olumsuz etkilemekle birlikte, yeniden politik düzenleme yapması gerektirmiştir.

3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


21. YY. Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 1

21. YY. Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 1



T.C.  ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

XXI. YÜZYILDA TÜRKİYE'NİN  ORTA DOĞU POLİTİKASI 

SERTAÇ SAMET TÜFEKCİ

17.12.2013

DANIŞMAN

DOÇ.DR. FERHAT PİRİNÇÇİ

17.12.2013

                        

İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………..............iii

KISALTMALAR……………………………………………………………………............ . v

GİRİŞ…………………………………………………………………………………..............1


BİRİNCİ BÖLM

AKP İKTİDARI ÖNCESİNDE ORTA DOĞU İLE İLİŞKİLERİN DURUMU.............  .4

        1.1. 2000-2003 Yılları Arasında Türkiye'nin Orta Doğu Politikası...........4

          1.2. Türkiye'nin Orta Doğu Politikasını Belirleyen Dinamikler..............5


İKİNCİ BÖLÜM

AKP İKTİDARI DÖNEMİNDE TÜRKİYE ORTA DOĞU.......................7

         2.1. Irak........................................................................   9

         2.2. Suriye.....................................................................12

2.3. İsrail............................................................................... 14

2.4. İran................................................................................17

2.5. Diğer Körfez Ülkeleri........................................................19

                                                

                                               ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ARAP BAHARININ TÜRKİYE'NİN ORTA DOĞU POLİTİKALARINA YANSIMALARI VE TÜRKİYE'NİN  ORTA DOĞU  POLİTİKASINDA SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM..........20

 3.1. Türkiye'nin Orta Doğu Politikasında Süreklilik ve Değişim............20

 3.2. Arap Baharı'nın Türkiye-Orta Doğu İlişkilerine Yansımaları..................21 


 SONUÇ............................................................23

 KAYNAKÇA.......................................................24


KISALTMALAR

AB:  AVRUPA BİRLİĞİ

ABD: AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLER

AKP: ADALET VE KALKINMA PARTİSİ

DSP: DEMOKRATİK SOL PARTİ

İKÖ: İSLAM KONFERANSI ÖRGÜTÜ

KİK: KÖRFEZ İŞBİRLİĞİ KONSEYİ

NATO: NORT ATLANTIC TREATY ORGANISATION

PKK: PARTİYA KARKEREN KURDİSTAN

PYD: PARTİYA YEKİTİYA DEMOKRAT 

SSCB: SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ

TBMM: TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                                                   

GİRİŞ


  İnsanlık tarihinin başladığı yer olarak bilinen Orta Doğu kavramı çok karışık ve değişkenlikler göstermektedir.Geniş anlamda düşünülecek olursa bu bölge batıda Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Somali, Etiyopya, Sudan, ve Mısır'dan başlayarak doğuda Umman Körfezine kadar uzanan ve Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman'ı içine alan, kuzeyde Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini kapsayan, ayrıca İran, Afganistan ve Pakistan'ın da dahil edildiği, güneyde ise Suudi Arabistan'dan Yemen uzanan Arap yarımadasını çevreleyen ve ortada Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Filistin'in yer aldığı bir coğrafya olarak ele alınabilir. Bu kavramın tek bir açıklaması olduğu da söylenemez.Daha dar anlamda düşünülecek olursa, batıda Mısır, kuzeyde Türkiye ve İran, doğuda Umman Körfezi ve Aden Körfeziyle Yemen'i içine alan bölge olarak düşünülebilir.Ama asıl olarak Orta Doğu denilince akla gelen olgular Türkler, Araplar ve Farsların çoğunluğunu oluşturduğu bu topraklarda bir türlü istikrarın sağlanamaması ve sürekli çatışmaların yaşanmasıdır.  

Bölgeyi domine eden ABD'nin yanı sıra İngiltere ve en son yaşanan Libya müdahalesi sırasında da açıkça görüldüğü gibi Fransa da bölgede etkili olmakta ve politikalara yön vermeye çalışmaktadırlar. Bu bölge dışı aktörlerle beraber Orta Doğu coğrafyasında Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail gibi ülkeler bölgenin istikrarı korunması açısından son derece önemli ülkelerdir.Tabi böyle bir bölgeden bahsederken en ufak bir ülkenin bile bölgeye ne kadar zarar vereceğini tahmin etmek oldukça zordur.İster Arap uyanışı ister Arap devrimi ister de Arap baharı diyelim bu olayların Tunus' da yaşanmaya başlanıp tüm bölgeyi derinden etkilemesi ve hatta küresel ölçekte bazı sonuçlar doğurması bölgenin ne kadar kırılgan ve dünya politikasına ne kadar büyük sonuçlar doğurabileceği nin en önemli örneğidir.Rusya konusuna ayrıca değinmekte fayda var bu ülke her ne kadar Orta Doğu coğrafyası dışında tasvir edilse de bölgeyi doğrudan etkilemektedir.Gerek Soğuk Savaş yıllarında gerekse de daha sonraki yıllarda Rusya bölge aktörlerine yabancı kalmamış sürekli olayların içinde olmaya gayret etmiştir. Nasır'ın Mısır'ı, Esad' ın Suriye'si birçok Rus hükümeti değişmesine rağmen genelde Rusya ile ittifak içinde olmuşlar ve silah ticaretlerin büyük bölümünü Rusya ile yapmışlardır ve yapmaya devam etmektedirler.Bu bağlamda Rusya'nın da bölge aktörleri içinde sayılmasının da bölgenin daha iyi anlaşılabilmesi için gereklidir.

  Orta Doğu bölgesi tarihin her döneminde önemli olmuş ve önemli olmaya devam edecektir.Birçok peygamberin bu bölgelerde yaşadığına inanılır ve bunun yanında zengin kaynaklar bölgeyi daha da çekici ve daha çok oyunların oynanmasını sağlamaktadır. Kuzey Afrika, Orta Asya, ve Kafkaysa bölgesini de içine alan Büyük Orta Doğu adı verilen bu bölgede dünya petrol rezervlerinin %60'ı, doğalgaz rezervlerinin %50'si bulunmaktadır.Yaklaşık 1.6 trilyon varil olarak bilinen dünya petrol rezervinin 900 milyar variline yakını ve toplam 208 trilyon metreküp olan dünya doğalgaz rezervinin 108 trilyon metreküpü söz konusu bu bölgede bulunmaktadır. Bölge ayrıca silah ticareti için de çok önemli bir merkezdir. Dünya silah ithalatının yaklaşık %75'ini bu bölge ülkeleri gerçekleştirmektedir.

  Bunlarla beraber jeopolitik ölçekte politikayı ele alan teorisyenlerde bölgeyi çok önemli olarak nitelemişlerdir. Mackinder'in ''dünya adası'' ve Spykman'ın ''rimland'' olarak tanımladıkları bölgeler hep bu coğrafyadır. 

Ayrıca dünya imparatoru olabilmek için önemli deniz ticaret yollarına hakim olmak gerektiğini savunan Mahan'ın teorisini düşünecek olursak Hürmüz Boğazı, Aden Körfezi, Babel Mendep Boğazı, Süveyş Körfezi ve Cebelitarık Boğazı da bu bölgede yer almaktadır. Bir dünya gücü olmak isteyen ülkenin bu bölgeyi göz ardı ederek dünya gücü olma şansı yoktur bu bağlamda Osmanlı Devleti, 

Birleşik krallık ve Soğuk Savaş sırasında ABD ve SSCB bölgeyi etkileri altına alarak güçlenmişleridir. 

  Bölgenin bu kadar önemli olması en nihayetinde bölge insanlarına ekonomik ve demokratik zenginlikler yerine acı ve istikrarsızlık getirmiştir. 

Bölge aktörlerinin merkezinde ki insanlar bölgeyi etkilemeye çalışan büyük güçlerle daimi bir dostluk aramaya çalışırken-birkaç örnek hariç- bu dostluğu kendi halklarıyla paylaşmamış veya Suud Hanedanlığı gibi az paylaşmışlardır.Bölgenin çok dinamik ve değişken olması sonucunda gerekli diplomatik manevraları yapamayan ülkeler olumsuz etkilenmiş ve olumsuz etkilenmeye devam etmektedir. Arap devrimlerine kadar olan dönemde ABD ülkelerin kendi yanlarında olan rejimleri desteklerken karşı olan rejimleri demokratik olmadığı gerekçesiyle ötekileştirmeye ve izole etmeye çalışmıştır. ABD'nin desteklediği rejimlerin ne kadar demokratik olduğunun ABD, Avrupa veya bölge aktörleri tarafından değerlendirilmeye alınmaması ve bu rejimlerin bir gecede kötü ilan edilmesi de aydınlatılması gerekilen bir husus olup  tarihin ilerde açıkça aydınlatacağına kalpten inandığımızı belirtmek isterim.

  Bölgede zaman zaman Mısır, Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve son dönemlerde az da olsa Katar lider rolü oynamaya çalışmaktadır.  

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


26 Mart 2021 Cuma

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 5

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 5


Ortadoğu, Güvenlik, Kimyasal Silahlar, Prof. Dr. Sibel TURAN, H. Ekber KAYA, Nükleer silahlar,Kitle imha silahları, konvansiyonel silahlar,sarin gazı, tabun gazı, hardal gazı, Hafız Esed, Suriye, ABD, 


Ancak 31 Aralık’a kadar bir varil bile çıkartılamamış ve yeni bir tarih belirlenmiştir. Bu defa sürenin 5 Şubat 2014 tarihinde dolduğu ilan edilmiştir. 
7 ve 27 Ocak tarihlerinde Lazkiye Limanından 18 konteyner, gemilere yüklenmiş, bu da 1300 tonluk kimyasal maddeden sadece 50 tonunun tahliye edilebildiğini göstermekteydi. 
Bu hızla devam ederse kimyasal silah üretiminde kullanılan maddelerin taşınması 3 yılı bulacaktı. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün hazırladığı plana göre ise 30 Haziran’a kadar tüm kimyasal silah unsurlarının imha edilmiş olması gerekmektedir. Suriye hükümeti, misyonun ağır ilerlemesini ülkedeki iç savaş koşullarıyla gerekçelendirmektedir. Şam’a göre kötü hava koşulları, lojistik sorunlar, teçhizat eksikliği de rol oynamaktadır. 
Esad rejimi, nakliye yollarında paylayıcı olup olmadığını denetlemek için dedektör talebinde bulunmuştur.169 
Uluslararası misyonda çeşitli ülkeler rol oynamaktadır. Rusya nakliye için Suriye’ye araziye uyumlu kamyon ve zırhlı araç göndermiş, Norveç ve Danimarka da nakliye gemilerini Lazkiye limanına yollamıştır. Söz konusu bu gemiler kimyasal maddeleri Akdeniz üzerinden İtalya’ya taşıyacaktır. Nakliye gemileri yolculuk sırasında Danimarka, Norveç, Rusya, Çin ve İngiltere savaş gemileri tarafından korunacak tır. Kimyasal maddeler, Gioia Tauro limanında özel Amerikan gemilerine aktarılacak ve bu gemiler üzerindeki hidroliz tesislerinde imha edilecektir.170 Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 2118 sayılı kararı uyarınca Esad’ın elinde tek bir kimyasal silah kalmaması gerekmektedir. Fakat şimdiye kadar hiçbir ülke bu silahları kendi ülkesinde işlemden geçirmeye razı olmamıştır. ABD’nin teklifini Norveç, Belçika ve Arnavutluk, kapasite yetersizliğini gerekçe göstererek reddetti. Arnavutluk yönetimi bu silahların ülkede zararsız hale getirilmesini teklif etmiş, ancak protesto gösterilerinin ardından bu kararından vazgeçmiştir. Arnavutluk’un seçenekler arasında yer almasının sebebi de 2007 yılında komünist dönemden kalan kendi kimyasal silahlarını yok etmiş olmasıdır. 

Aslında Kimyasal Silahlar Sözleşmesini imzalayan 190 ülkede de bu işlemlerin yapılması mümkündür. 

Alman Bilim ve Politika Vakfı’nın güvenlik uzmanı Oliver Meier hiçbir ülkenin kimyasal silahları kendi topraklarında tasfiye etmeye yanaşmamasının sebebini 
şöyle açıklıyor: "Bunun başlıca nedeni, nakli ve tasfiyesi çok yüksek riskler taşıyan tehlikeli malzemelerin söz konusu olması. Hem çevre hem de sağlık açısından son derece riskli bir operasyon. O nedenle birçok devlet buna yanaşmıyor. Ama tabii ortada siyasi ve idari engeller de var."171 

Nobel Komitesi 2013 yılı Ekim ayında Norveç'in başkenti Oslo'da yaptığı açıklamada, OPCW' nin "kimyasal silahları ortadan kaldırmak için yürüttüğü 
çalışmayı" onurlandırmak amacıyla Barış Ödülü'ne layık görüldüğünü açıklamıştır. OPCW Başkanı Ahmet Üzümcü, ödül sonrası Eurovision ajansına yaptığı açıklamada, "Bu ödül bizim için büyük önem taşıyor. Personelimize cesaret verecek, dünya barışına ve güvenliğine katkıda bulunacaktır." dedi. 

Üzümcü, “Suriye'de 27 OPCW denetçisinin görev başında olduğunu ve kimyasal silahların döküm ve imha işlemini başlattığını” söyledi. OPCW ekibiyle birlikte 
ödülü kutlayacaklarını belirten Üzümcü, "Bu ödülü mümkün kılan onların çabası olmuştur. Bu ödülle uluslararası toplum da örgütün başarısını kabul etmiş oluyor. Bunun için teşekkür ederiz." dedi. Tarihin hiçbir döneminde Suriye'deki kadar büyük bir görevi bu kadar kısa sürede gerçekleştirmenin öngörülmediğini belirten Üzümcü, büyük zorluklara rağmen Suriye'de çalışan personelin, belirlenen takvime uymak için elinden geleni yapacağını söylemiştir.172 

Moskova’ya resmi ziyarette bulunan Üzümcü, Rusya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Moskova Uluslararası İlişkiler Üniversitesi öğrencileriyle bir araya gelerek 
Suriye ile ilgili konulara değinmiş, Rusya ve ABD’in Suriye’den kimyasal silahların rezervinin çıkartılması için gerekli malzeme ve ekipman sağladığını ifade etmiştir. OPCW Genel Direktörü, “Tüm cephaneliğin yaklaşık üçte ikisi çıkartılmış bulunuyor. Böylece çıkartılan zehirli maddelerin oranı yüzde 65,1. Üstelik bunların yüzde 57,4’i öncelikli maddeler (daha tehlikeli). Önemli olan bunun hızlı şekilde yapılması. 2014 yılının ortalarına doğru yetişmeye çalışıyoruz. Umarız, bu misyonun başarılı şekilde gerçekleştirilmesi, Suriye ihtilafının çözümüyle ilgili ortak çabalara katkı sağlayacak.” demiştir.173 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı yönündeki iddiaların bir an çnce araştırılmasını talep etmiştir. Moskova’da 
düzenlenen basın toplantısında konuşan Lavrov “Suriye’de birkez daha kimyasal silah kullanıldığı yönünde iddialar ve kurbanların varlığı alarm veriyor. 

Kimyasal silah ya da türevlerinin kullanımı ile ilgili her türlü bilgi acil bir şekilde araştırılmalı” çağrısında bulunmuştur.174 

Suriye içinde kimin tarafından kullanıldığı henüz tam olarak tespit edilemeyen kimyasal silahların, ABD’nin müdahale söylemine neden oluşturması ve sonrasında da Rusya ve ABD’nin Suriye’de mevcut kimyasal silahları kontrol altına alma yönünde anlaştıklarının ifade etmesi ve son olarak Şam’ın da anlaşmayı kabul ettiğini duyurması ince bir diplomasi ve stratejinin beraber yürütüldüğünü göstermektedir. Plan başarılı bir şekilde uygulanabilirse, bir yandan İsrail’in son iki yıldır kaygı ve tedirginlik duyduğu kimyasal silahların “uluslararası denetim” altına alınmasını sağlanmış diğer yandan da Esad rejiminin dışarıdan yapılması muhtemel bir müdahale ile çöküşü engellenmiş olunacaktır.175    

Sonuç olarak, Ortadoğu içerisinde başta kimyasal silahlar olmak üzere silahlanmaya açık bir bölge olması hasebiyle tehdit ve tehdit önceliğini barındırmaktadır. 2000'li yıllarda ise devlet dışı aktörlerin etkisinin giderek artırması son Suriye olayları bağlamında da durumu içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. 
 
Ancak günümüzde sorun, bölgede İnsanların Kitle İmha Silahlarına maruz kalıp kalmamaları meselesinden öteye taşınmıştır. Devlet dışı aktörlere giden 
ya da gidecek olan silahların denetimi nasıl sağlanacaktır? 

Can kayıpları önlenebilecek midir? Sorun da tam bu noktada düğümlenmektedir. Bu noktada ne olacağını ise bize, yine zaman gösterecektir. 

KAYNAKÇA 

ACER Yücel, “Suriye’nin Kimyasal Silahları ve ABD-Rusya Mutabakatı: Ulusal Çıkarlar Yine Ön Planda”, 
http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-yucel-acer/suriye-nin-kimyasal-silahlari-ve-abd-rusya-mutabakati-ulusal-cikarlar-yine-on-planda/#, (e.t. 02.04.2014). 
ALİ Javed, “Chemical Weapons and the Iran-Iraq War: A Case Study in Noncompliance”, 
http://cns.miis.edu/npr/pdfs/81ali.pdf, (e.t. 01.12.2013) 
ARIBOĞAN Deniz Ülke, “Hersh’in Makalesi Üzerinden Türkiye’ye Dair Bir Okuma”, 
http://www.denizulkearibogan.net/haberler/deniz-ulke-aribogan-dan-hersh-in-makalesi-uzerinden-turkiye-ye-dair-bir-okuma-/, (e.t. 11.04.2014). 
ATLIOĞLU Yasin, “Suriye Dış Politikasında Güç ve Güvenlik İlişkisi”, 
http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/makaleler/Suriye%20Dis%20Politikasinda%20Guc%20Ve%20Guvenlik%20Iliskisi.pdf, (e.t. 06.12.2013). 
AYHAN Veysel, “Suriye’de Kimyasal Silah Stratejisi: İsrail’in Rolü ve Politikaları”, 
http://www.impr.org.tr/suriyede-kimyasal-silahlarin-denetimi-israilin-rolu-ve-politikalari/#.U1Fow61_uGg, (e.t 04.04.2014). 
BALANCAR Ferda, “Silah Deyince...”, 
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1369.0, (e.t. 26.11.2013) 
BAYLIS John, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı” Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe, (İstanbul:İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlar, 2012) 
ÇAĞLAR Barış, “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın Raporu ve Nükleer Bir İran'ın Bölgenin Tümü için Muhtemel Sonuçları”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2906, (e.t. 30.11.2013) 
ÇAKIR Ruşen, “Yine Hersh’ün Kimyasal Saldırı Haberi Üzerine”, 
http://www.rusencakir.com/Yine-Hershun-kimyasal-saldiri-haberi-uzerine/2624, (e.t. 13.04.2014). 
CARUS W. Seth, “Defining Weapons of Mass Destruction”, Center for the Study of Weapons of Mass Destruction Occasional Paper 4, (2006) 
DEMİRTAŞ Y. Serdar, “Kimyasal ve Biyolojik Savaş”, Silahlı Kuvvetler Dergisi,123/382, (2004) 
DRESCHEL Alexander ve COŞKUN Ercan, “Suriye’de Kimyasal Silah Takvimi İşlemiyor”, 
http://www.dw.de/suriyede-kimyasal-silah-takvimi-i%C5%9Flemiyor/a-17420363, (e.t. 04.04.2014). 
ESLEN Nejat, “ABD'nin Kitle İmha Silahları ile Savaş Stratejisi ve Asıl Niyeti...”, M5 Savunma ve Strateji, 2/116, (2003) 
FRIEDMAN David, “Biological and Chemical Weapons Arms Control inthe Middle East”, The Nonproliferation Review, 19/3, (2012), 401. 
GENÇTÜRK Tuğçe, “Ortadoğu'da Güncel Güvenlik Algısı”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3369, (e.t. 30.11.2013) 
GUILE Dany Shoham, “Gas and Germs: Syria's Ultimate Weapons”, Middle East Quarterly, Volume: IX, Number: 3, (2002) 
GÜLGÜN Tuna, Küresel, Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler -Yeni Güvenlik, (Ankara: Nobel Yayınları, 2003)
GÜNEY Nurşin Ateşoğlu, “Nükleer Tehdit Algılamaları ve Kitle İmha Silahlarının Yayılma Sorunu”, Tek Kutuplu Dünya Yaşamak. Gerçekler, 
Yanılgılar ve Beklentiler, Yonca Özer (der), (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006) 
GÜR Büşra, “ABD Sonrası Irak”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3175, (e.t. 06.12.2013). 
GÜRSOY Barış, Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005) 
HAMILTON Lee H., “Evaluating the Threat: Chemical, Biological and Nuclear”, 
http://www.wilsoncenter.org/article/evaluating-the-threat-chemical-biological-and-nuclear, (e.t. 01.12.2013) 
HART John ve CLEVESTIG Peter, “Reducing Security Threats From Chemical and Biological Materials”, SIPRI Year Book 2011, (New York: Oxford Unıversıty Press, 2011) 
HENDERSEN Conway W.,International Relations Conflict and Coperation at the turn of 21st Century,( Boston McGrawHilll,1998) 
HILTERMANN Joost R., ABD ve Irak Halepçe'nin Zehirlenmesi, (İstanbul: Avesta Yayınları, 2009) 
HODALİ Diana ve DEMİR Başak, “Kimyasal Silahların Tasfiye 
Sorunu”, http://www.dw.de/kimyasal-silahların-tasfiye-sorunu/a-17240593, (08.12.2013) 
KARABULUT Bilal, Uluslararası İlişkilerde Anahtar Kavramlar Serisi: II Güvenlik, (Ankara: Barış Kitabevi, 2011) 
KASAPOĞLU Çağıl, “Seymour Hersh ‘kimyasal saldırı’haberinin arkasında”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140407_seymour_hersh_suriye_kimyasal_mit.shtml, (e.t.10.04.2014). 
KELLE Alexander, “The Third Review Conference of the Chemical Weapons Convention and Beyond: Key themes and prospects of incremental change”, 
International Affairs, 89:I, (2013) 
KİBAROĞLU Mustafa, “Ortadoğu'da Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge (NSAB) Oluşturulması Çabaları ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, 4/48, (2012) 
KONA Gamze Güngörmüş, “Ortadoğu'da Güvenlik Algılaması ve Dahili Risk Faktörlerinin Etkisi”, Akdeniz İ.İ.B.F Dergisi, 8, (2004) 
MÜHLENHAUS Ian Alexander, “Weapons of Mass Destruction”, 
http://www.ian.muehlenhaus.com/muehlenhausCollege/Library/WMD.pdf, (e.t. 27.11.2013) 
NIKITIN Mary Beth D., KERR Paul K. ve FEICKERT Andrew, “Syria’s Chemical Weapons: Issues for Congress”, 
http://www.fas.org/sgp/crs/nuke/R42848.pdf, (e.t. 08.12.2013)
ÖZEY Ramazan, “ABD Suriye'de Kimyasal Silah Kullandığını Açıkladı. Ne Demek İstedi?”, 
http://turksam.org/tr/a2868.html, (e.t. 08.12.2013) 
ÖZEY Ramazan, Küresel Silahlanma Dünyanın Silah Depoları, (İstanbul: Aktif Yayınevi, 2007) 
ÖZGÜR Salih, Geleceğe Yönelen Tehdit Kitle İmha Silahları, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006) 
ÖZKAN Ruşen, Ve İnsanoğlu Silah(sız)lanma Süreci, (Ankara: İ.H.H Yayınları, 2003) 
PAZARCI Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri IV. Kitap, (Ankara:Turhan Kitabevi,2000) 
ŞAHİN Mehmet, “ABD'nin Irak İşgali Üzerinden Suriye Politikasını Okumak”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4301, (e.t.08.12.2013). 
SEFEROV Fuat, “Üzümcü Rusya’da Konuştu: Kimyasal Silahların Üçte İkisi Suriye’den Çıkarıldı”, 
http://www.cihan.com.tr/news/Uzumcu-Rusya-da-konustu-Kimyasal-silahlarin-ucte-ikisi-Suriye-den-cikarildi_3687-CHMTQwMzY4Ny80, (e.t. 15.04.2014). 
SIMPSON John, “25 Yıl Sonra Halepçe: Saddam'a Kim Silah Verdi?”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/12/121203_halabja.shtml, (e.t. 06.12.2013). 
TAMER Cenk, “Ortadoğu'da Güvenlik Kaygısı”, 
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3621, (e.t. 30.11.2013) 
TOMPKINS Matthew V., “Albania’s Chemical Weapons Con”,The Nonproliferation Review , 16/1, (2009) 
TUCKER Jonathan B., “The role of the Chemical weapons Convention in Countering Chemical Terrorism”,Terrorism and The Political Violance, 24/1,(2011) 
TÜYSÜZOĞLU Göktürk, “Suriye’de Kimyasal Silahı Kim Kullanmış Olabilir?”, 
http://politikaakademisi.org/suriyede-kimyasal-silahi-kim-kullanmis- olabilir/, (e.t. 08.12.2013) 
UDUM Şebnem, “Ortadoğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge (ODKİSAB) Üzerine ”, Ortadoğu Analiz, 5/54, (2013) 
ÜLGEN Sinan ve ERGUN F. Doruk, “Kum Tepelerinde Tökezlemek: Orta Doğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bir Bölgenin Oluşturulması”, EDAM Tartışma Kağıtları Serisi, 4, (2012) 
ZISSER Eyal, “The Syrian Army: Between the Domestic and the External Fronts”, Middle East Review of International Affairs (MERIA), Volume:5, No:1,(2001) 
"ABD Kimyasal Silahların İmhasına Talip”, 
http://www.dw.de/abd-kimyasal-silahların-imhasına-talip/a-17263588, (e.t. 08.12.2013).
“Nobel Barış Ödülü Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/10/131011_nobel_baris.shtml, (e.t. 08.12.2013). 
“Robert Fisk de ‘sarin saldırısı’ iddiasını yazdı, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtml, (e.t. 13.04.2014). 
“Suriye’de Kimyasal Silahların İmhasına Başlandı”, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25470746, (08.12.2013). 
“Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, 
Strategic Comments, 19/12, (2013) 
“Syria’s Chemical Weapons-The terrorism Threat”, 
http://www.ict.org.il/LinkClick.aspx?fileticket=8Pp51nXRrJI%3D&tabid, (e.t. 08.12.2013), 5-6. 
“Syria/Syrian Chemical Programme-National executive summary of declassified intelligence”, 
http://www.diplomatie.gouv.fr/en/IMG/pdf/Syrian_Chemical_Programme.pdf, (e.t. 08.12.2013) 
http://haber.sol.org.tr/dunyadan/seymour-hersh-kimyasal-saldiri-haberinin-arkasinda-haberi-90650, (e.t. 10.04.2014). 
http://haberrus.com/politics/2014/04/14/lavrov-suriyede-kimyasal-silah-iddialarinin-arastirilmasini-istedi.html, (e.t. 15.04.2012). 
http://www.diken.com.tr/aktuel/seymour-hersh-sarin-iddiasinin-arkasinda-belgelerim-var-kaynaklarim-isten-mi-kovulsun/, (e.t. 10.04.2014). 
http://www.diyadinnet.com/HABER-66686-almanyada-kimyasal-silah-soru%C5%9Fturmas%C4%B1, (e.t. 10.04.2014) 
http://www.journalagent.com/z4/download_fulltext.asp?pdir=atuder&plng=eng&un=ATUDER-75537, (e.t.27.11.2013). 
http://www.nti.org/country-profiles/iraq/chemical/, (e.t. 06.12.2013). 
http://www.nti.org/country-profiles/syria/, (e.t. 08.12.2013). 
http://www.reachingcriticalwill.org/resources/fact-sheets/critical-issues/4582-chemical-weapons, (e.t. 27.11.2013) 
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc080/kanuntbmmc080/kanuntbmmc08004238.pdf, (e.t. 27.11.2013). 
http://www.who.int/csr/delibepidemics/chapter3.pdf, (e.t. 26.11.2013). 
http://www.ydh.com.tr/HD12256_iranla-savasinda-saddama-kimyasal-silah-verdik.html, (e.t 06.12.2013).

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

97 Ferda Balancar, “Silah Deyince...”, 
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1369.0, (e.t. 26.11.2013) 
98 W. Seth Carus, “Defining Weapons of Mass Destruction”, Center for the Study of 
Weapons of Mass Destruction Occasional Paper 4, (2006), 2-3. 
99 Salih Özgür, Geleceğe Yönelen Tehdit Kitle İmha Silahları, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006), 17. 
100 Mustafa Kibaroğlu, “Kitle İmha Silahlarının Yayılma Sorunu ve Türkiye”, 
http://www.mustafakibaroglu.com/sitebuildercontent/sitebuilderfiles/Kibaroglu-DoguBatiDergisi-01Agustos2003.pdf, (e.t. 26.11.2013) 
101 Ruşen Özkan, Ve İnsanoğlu Silah(sız)lanma Süreci, (Ankara: İ.H.H Yayınları, 2003), 21. 
102 Conway W. Hendersen,International Relations Conflict and Coperation at the turn of 21st Century,( Boston McGrawHilll,1998),330.
103 http://www.who.int/csr/delibepidemics/chapter3.pdf, (e.t. 26.11.2013) 
104 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri IV. Kitap, (Ankara:Turhan Kitabevi,2000), 213. 
105 Ian Alexander Mühlenhaus, “Weapons of Mass Destruction”, 
       http://www.ian.muehlenhaus.com/muehlenhausCollege/Library/WMD.pdf, (e.t. 27.11.2013) 
106 http://www.journalagent.com/z4/download_fulltext.asp?pdir=atuder&plng=eng&un=ATUDER-75537, (e.t.27.11.2013)
107 Hart ve Clevestıg, “Reducing Security Threats From Chemical and Biological Materials”, SIPRI Year Book 2011, 
      (New York: Oxford Unıversıty Press, 2011), 396- 397 
108 http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc080/kanuntbmmc080/kanuntbmmc08004238.pdf, (e.t. 27.11.2013) 
109 http://www.reachingcriticalwill.org/resources/fact-sheets/critical-issues/4582-chemical-weapons, (e.t. 27.11.2013) 
110 Tuna Gülgün, Küresel, Ekonomik, Ekolojik ve Sosyal Tehditler -Yeni Güvenlik, (Ankara: Nobel Yayınları, 2003), 174. 
111 Lee H. Hamilton, “Evaluating the Threat: Chemical, Biological and Nuclear”, 
       http://www.wilsoncenter.org/article/evaluating-the-threat-chemical-biological-and-nuclear, (e.t. 01.12.2013)
112 Barış Gürsoy, Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit, (İstanbul:IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005), 116. 
113 Barış Çağlar, “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın Raporu ve Nükleer Bir İran'ın Bölgenin Tümü için Muhtemel Sonuçları”, 
       http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2906, (e.t. 30.11.2013) 
114 John Baylıs, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı” Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe, 
      (İstanbul:İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlar), 2012, 156.
115 Bilal Karabulut, Uluslararası İlişkilerde Anahtar Kavramlar Serisi: II Güvenlik, (Ankara: Barış Kitabevi, 2011), 26 
116 Tuğçe Gençtürk, “Ortadoğu'da Güncel Güvenlik Algısı”, 
       http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3369, (e.t. 30.11.2013) 
117 Gamze Güngörmüş Kona, “Ortadoğu'da Güvenlik Algılaması ve Dahili Risk Faktörlerinin Etkisi”, Akdeniz İ.İ.B.F Dergisi, 8, (2004), 125. 
118 Mustafa Kibaroğlu, “Ortadoğu'da Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge (NSAB) Oluşturulması Çabaları ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, 4/48, (2012), 70. 
119 Cenk Tamer, “Ortadoğu'da Güvenlik Kaygısı”, 
      http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3621, (e.t. 30.11.2013) 
120 Ramazan Özey, Küresel Silahlanma Dünyanın Silah Depoları, (İstanbul: Aktif Yayınevi, 2007), 236. 
121 Tamer, “Ortadoğu'da Güvenlik”.
122 Kona, “Ortadoğu'da Güvenlik...” 
123 Yasin Atlıoğlu, “Suriye Dış Politikasında Güç ve Güvenlik İlişkisi”, 
    http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/makaleler/Suriye%20Dis%20Politikasinda%20Guc%20Ve%20Guvenlik%20Iliskisi.pdf, (e.t. 06.12.2013). 
124 Şebnem Udum, “Ortadoğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge (ODKİSAB) Üzerine ”, Ortadoğu Analiz, 5/54, (2013), 47. 
125 Kibaroğlu, “Ortadoğu'da Nükleer...”
126 Javed Ali, “Chemical Weapons and the Iran-Iraq War: A Case Study in Noncompliance”, 
       http://cns.miis.edu/npr/pdfs/81ali.pdf, (e.t. 01.12.2013) 
127 Y. Serdar Demirtaş, “Kimyasal ve Biyolojik Savaş”, Silahlı Kuvvetler Dergisi,123/382, (2004), 108. 
128 Joost R. Hıltermann, ABD ve Irak Halepçe'nin Zehirlenmesi, (İstanbul: Avesta Yayınları, 2009), 66. 
129 Sinan Ülgen ve F. Doruk Ergun, “Kum Tepelerinde Tökezlemek: Orta Doğu'da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bir Bölgenin Oluşturulması”, 
       EDAM Tartışma Kağıtları Serisi, 4, (2012), 18.
130 John Simpson, “25 Yıl Sonra Halepçe: Saddam'a Kim Silah Verdi?”, 
       http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/12/121203_halabja.shtml, (e.t. 06.12.2013). 
131 http://www.ydh.com.tr/HD12256_iranla-savasinda-saddama-kimyasal-silah-verdik.html, (e.t 06.12.2013). 
132 http://www.nti.org/country-profiles/iraq/chemical/, (e.t. 06.12.2013). 
133 Nurşin Ateşoğlu Güney, “Nükleer Tehdit Algılamaları ve Kitle İmha Silahlarının Yayılma Sorunu”, Tek Kutuplu Dünya Yaşamak. Gerçekler, 
      Yanılgılar ve Beklentiler, Yonca Özer (der), (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006), 96-97.
134 Büşra Gür, “ABD Sonrası Irak”, 
      http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3175,(e.t. 06.12.2013). 
135 Alexander Kelle, “The Third Review Conference of the Chemical Weapons Convention and Beyond: Key themes and prospects of 
incremental change”, International Affairs, 89:I, (2013), 145. 
136 Matthew V. Tompkins, “Albania’s Chemical Weapons Con”,The Nonproliferation Review , 16/1, (2009), 65-66. 
137 Kelle, “The Third...”
138 Jonathan B. Tucker, “The role of the Chemical weapons Convention in Countering Chemical Terrorism”,Terrorism and The Political Violance, 24/1,(2011), 106. 
139 http://www.nti.org/country-profiles/syria/, (e.t. 08.12.2013). 
140 Ülgen ve Ergun, Kum Tepelerinde, 19. 
141 “Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, Strategic Comments, 19/12, (2013), 1-2.
142 Kibaroğu,”Ortadoğu'da Nükleer...” 
143 Tucker, “The role ...” 
144 “Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, Strategic Comments, 19/12, (2013), 3.
145 David Friedman, “Biological and Chemical Weapons Arms Control in the Middle East”, The Nonproliferation Review, 19/3, (2012), 401. 
146 “Syria/Syrian Chemical Programme-National executive summary of declassified intelligence”, 
      http://www.diplomatie.gouv.fr/en/IMG/pdf/Syrian_Chemical_Programme.pdf, (e.t. 08.12.2013), 1-2. 
147 Mary Beth D. Nikitin, Paul K. Kerr ve Andrew Feickert, “Syria’s Chemical Weapons: Issues for Congress”, 
      http://www.fas.org/sgp/crs/nuke/R42848.pdf, (e.t. 08.12.2013), 2. 
148 “Syria’s Chemical Weapons-The terrorism Threat”, 
      http://www.ict.org.il/LinkClick.aspx?fileticket=8Pp51nXRrJI%3D&tabid, (e.t.
149 “Syria Crisis Highlights importance of Chemical Weapons Convention”, Strategic Comments, 19/12, (2013), 2. 
150 “Syria/Syrian Chemical Programme-National executive summary of declassified intelligence”, 
       http://www.diplomatie.gouv.fr/en/IMG/pdf/Syrian_Chemical_Programme.pdf, (e.t.
151 Göktürk Tüysüzoğlu, “Suriye’de Kimyasal Silahı Kim Kullanmış Olabilir?”, 
       http://politikaakademisi.org/suriyede-kimyasal-silahi-kim-kullanmis-olabilir/, (e.t. 08.12.2013) 
152 Nejat Eslen, “ABD'nin Kitle İmha Silahları ile Savaş Stratejisi ve Asıl Niyeti...”, M5 Savunma ve Strateji, 2/116, (2003), 42. 
153 Tüysüzoğlu, “Suriye’de Kimyasal”.
154 Ramazan Özey, “ABD Suriye'de Kimyasal Silah Kullandığını Açıkladı. Ne Demek İstedi?”, 
       http://turksam.org/tr/a2868.html, (e.t. 08.12.2013) 
155 Mehmet Şahin, “ABD'nin Irak İşgali Üzerinden Suriye Politikasını Okumak”, 
       http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4301, (e.t.08.12.2013). 
156 “Suriye’de Kimyasal Silahların İmhasına Başlandı”, 
        http://www.ntvmsnbc.com/id/25470746, (08.12.2013).
157 http://www.diyadinnet.com/HABER-66686-almanyada-kimyasal-silah-soru%C5%9Fturmas%C4%B1, (10.04.2014) 
158 http://haber.sol.org.tr/dunyadan/seymour-hersh-kimyasal-saldiri-haberinin-arkasinda-haberi-90650, (e.t. 10.04.2014). 
159 Çağıl Kasapoğlu, “Seymour Hersh ‘kimyasal saldırı’haberinin arkasında”, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140407_seymour_hersh_suriye_kimyasal_mit.shtml, (e.t.10.04.2014). 
160 http://www.diken.com.tr/aktuel/seymour-hersh-sarin-iddiasinin-arkasinda-belgelerim-var-kaynaklarim-isten-mi-kovulsun/, (e.t. 10.04.2014).
161 Deniz Ülke Arıboğan, “Hersh’in Makalesi Üzerinden Türkiye’ye Dair Bir Okuma”, 
       http://www.denizulkearibogan.net/haberler/deniz-ulke-aribogan-dan-hersh-in-makalesi-uzerinden-turkiye-ye-dair-bir-okuma-/, (e.t. 11.04.2014). 
162 Arıboğan, “Hersh’in Makalesi”. 
163 Ruşen Çakır, “Yine Hersh’ün Kimyasal Saldırı Haberi Üzerine”, 
      http://www.rusencakir.com/Yine-Hershun-kimyasal-saldiri-haberi-uzerine/2624, (e.t. 13.04.2014).
164 “Robert Fisk de ‘sarin saldırısı’ iddiasını yazdı, 
       http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtml, (e.t. 13.04.2014). 
165 Yücel Acer, “Suriye’nin Kimyasal Silahları ve ABD-Rusya Mutabakatı: Ulusal Çıkarlar Yine Ön Planda”, 
       http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-yucel-acer/suriye-nin-kimyasal-silahlari-ve-abd-rusya-mutabakati-ulusal-cikarlar-yine-on-planda/#, (e.t. 02.04.2014). 
166 Eyal Zisser, “The Syrian Army: Between the Domestic and the External Fronts”, Middle East Review of International Affairs (MERIA), Volume:5, No:1,(2001),9.
167 Dany Shoham Guile , “Gas and Germs: Syria's Ultimate Weapons”, Middle East Quarterly, Volume: IX, Number: 3, (2002), 5-6. 
168 "ABD Kimyasal Silahların İmhasına Talip”,   
       http://www.dw.de/abd-kimyasal-silahların-imhasına-talip/a-17263588, (e.t. 08.12.2013). 
169 Alexander Dreschel ve Ercan Coşkun, “Suriye’de Kimyasal Silah Takvimi İşlemiyor”, 
       http://www.dw.de/suriyede-kimyasal-silah-takvimi-i%C5%9Flemiyor/a-17420363, (e.t. 04.04.2014). 
170 Dreschel ve Coşkun, “Suriye’de Kimyasal”.
171 Diana Hodali ve Başak Demir, “Kimyasal Silahların Tasfiye Sorunu”, 
      http://www.dw.de/kimyasal-silahların-tasfiye-sorunu/a-17240593, (08.12.2013) 
172 “Nobel Barış Ödülü Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne”, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/10/131011_nobel_baris.shtml, (e.t. 08.12.2013).
173 Fuat Seferov, “Üzümcü Rusya’da Konuştu: Kimyasal Silahların Üçte İkisi Suriye’den Çıkarıldı”, 
       http://www.cihan.com.tr/news/Uzumcu-Rusya-da-konustu-Kimyasal-silahlarin-ucte-ikisi-Suriye-den-cikarildi_3687-CHMTQwMzY4Ny80, (e.t. 15.04.2014). 
174 http://haberrus.com/politics/2014/04/14/lavrov-suriyede-kimyasal-silah-iddialarinin-arastirilmasini-istedi.html, (e.t. 15.04.2012) 
175 Veysel Ayhan, “Suriye’de Kimyasal Silah Stratejisi: İsrail’in Rolü ve Politikaları”, 
       http://www.impr.org.tr/suriyede-kimyasal-silahlarin-denetimi-israilin-rolu-ve-politikalari/#.U1Fow61_uGg, (e.t 04.04.2014).
***

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 4

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 4 



Ortadoğu, Güvenlik, Kimyasal Silahlar, Prof. Dr. Sibel TURAN, H. Ekber KAYA, Nükleer silahlar,Kitle imha silahları, konvansiyonel silahlar,sarin gazı, tabun gazı, hardal gazı, Hafız Esed, Suriye, ABD, 


ABD Suriye hükümetinin kimyasal silah kullandığına yönelik kanıtlar olduğunu resmen açıklamıştır. Açıklama Milli Savunma Danışman Yardımcısı Ben Rhodes tarafından yapılmıştır. Bu açıklama ile ABD'nin kimyasal silah kullanımına karşı belitmiş olduğu kırmızı çizginin aşılmış olduğu Başkan Obama tarafından da belirtilmiştir. Amerikan istihbaratına göre, çatışmaların başlangıcından beri Esad rejimi sıklıkla fakat az miktarlarda kimyasal ajanı muhaliflara ve sivil halka karşı kullanmış ve 150 kadar insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Amerikan kaynaklarına göre, muhaliflerin kullandığına yönelik herhangi bir bulgu mevcut değildir. BM Bağımsız komisyonu Esad rejiminin müsaade etmemesinden dolayı ülkede araştırma ve inceleme yapamamıştır. Aslında ABD Rusya ile birlite sorunu barışçıl yönde Cenevrre'de Esad rejiminin de yer alacağı müzakereler yoluyla çözmekten yana bir tutum içinde olmuştur. Haziran ayında yapılması düşünülen müzakereler Rusya ile anlaşılamadığı için Temmuz ayına kaydırılmıştır. Rusya’nın bir yandan müzakere ederken diğer yandan Esad’ı askeri açıdan destekleyerek muhalifleri bastırmaya devam edeceği kaygısı ABD'nin dikkatini çekmiştir. Buna ek olarak, İran’ın Hizbullah’a desteği ve açık destek vermesi sorunun boyutlarını attırmaktadır. Bu konuda diğer önemli bir etki ise Kuseyr bölgesinin Esad rejimi 
tarafından ele geçirilerek, Golan Tepeleri stratejik askersiz bölgenin işgal edilmesidir. Bu suretle muhaliflerin Humus’a sızmaları ve silah aktarmalarının 
yolu engellenmiştir. Esad, Humus ve Şam’ın sahil kesimindeki Tartus ve Lazkiye arasındaki deniz ulaşımını kontrol altına almıştır. İsrail ile Hizbullah elemanları 
70 metre kadar hassas bir mesafede karşı karşıya gelmişlerdir. Bu durum İsrail’in sınır güvenliği konusunda tehlikeli bir durum yaratmıştır.154 

2003 yılında ABD Irak’ı işgale kalkışırken bazı gerekçeler ileri sürerek işgali meşrulaştırmaya çalışmıştı. Baştan beri Arap Baharı sürecini olumlu 
bulduğunu söyleyen ABD’nin Suriye politikasının netleşmediği anlaşılmaktadır. 

Yaklaşık iki yıl önce Suriye’de Esad Yönetimine karşı halk hareketleri 
başladığında ABD Tunus, Mısır ve Libya’daki tutumunu sürdürdüğünü gösteren açıklamalar yapmış ve muhalif güçlere yer yer teknik ve istihbarat desteği 
verdiğini açıklamıştı. Doğru olmayan gerekçelerle Irak’ı işgal eden ABD’nin, Esad rejimindeki Suriye sessiz kalmasını şöyle açıklamak mümkündür; Suriye teröre destek vermiş bir ülke olmakla birlikte kitle imha silahlarını da bulunduran, hatta yetkililer tarafından kimyasal silah bulundurulduğu açıklanmış bir ülke olmakla birlikte, son iki yıldır Esad rejimi halka karşı elindeki bütün imkanlarla şiddetli saldırılar gerçekleştirmektedir. Bu bağlamda, 2003 yılında iç savaş dahi yokken Irak’a sözde demokrasi getirmek için işgali başlatan ABD’nin Suriye sessizliği manidar gözükmektedir.155 

Suriye'nin kimyasal silah stoklarını açmayı kabul etmesinin ardından Rusya ve ABD'nin anlaşmasıyla silahların imha edilmesi süreci başlamıştır. Birleşmiş 
Milletler kimyasal silah denetleme heyeti tarafından hazırlanan geçici rapor, Şam’ın Guta bölgesinde 21 Ağustos tarihine sarin gazı kullanıldığını belirtmiştir. Yüzlerce insanın öldüğü düşünülen saldırıda muhalifler ve Batılı ülkeler Esad rejimini suçlarken, Şam hükümeti muhalifleri sorumlu göstermişti. 

Suriye, Rusya ile ABD arasında yapılan anlaşma kapsamında kimyasal silah cephaneliğine ait bilgileri OPCW’ye teslim etmiş ve Kimyasal Silahlar 
Konvansiyonu’na katılmıştır. Beşar Esad, Alman Der Spiegel dergisine verdiği röportajda, 30 aydır süren iç savaşın sona ermesi için Almanya’nın arabuluculuk 
yapmasından memnun olacağını belirtmiş ve Almanya’dan gelecek bir heyetin Şam’da memnuniyetle karşılanacağını ifade etmiştir.156Ancak Süddeutsche 
Zeitung" gazetesi ile Alman Kuzey Almanya Radyo ve Televizyon Kurumu NDR'in haberine göre, adları gizli tutulan bazı Alman şirketleri, 1982 - 1993 yılları arasında Suriye'ye kontrol tesisleri pompa ve supaplar, Gaz detektörleri ve kimyasal yıkama tesisleri ile Sarin Gazı üretiminde kullanılan 2 bin 400 ton sülfürik Asit sattığı haberleri 2014 yılı Mart ayında Alman basını ve Bundestag'da tartışılmıştır.157 

Seymour Hersh’in, London Review of Books’ta yayınlanan ve geçen yıl Ağustos ayında Suriye’de düzenlenen kimyasal saldırının arkasında Türkiye Hükümetinin olduğunu iddia ettiği makalesinde, saldırının Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve jandarmanın bilgisi dahilinde El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi tarafından gerçekleştirildiği iddia edilmekte. LRB’de (London Review of Books) yayımlanan haberdeki iddialara göre Türkiye’nin amacı, kimyasal silah kullanımını “kırmızı çizgisi” olarak belirleyen ABD’yi, “Suriye’ye askeri harekat düzenlemeye zorlamaktı.”.158 

Hersh’in makalesinde ayrıca, istihbarat raporuna dayandırılarak “The Rat Line” (Gizli Hat) olarak tanımlanan hatta, Libya’daki silahların ve cephaneliğin 
“Türkiye üzerinden Suriye’deki cihatçı gruplara iletildiği” öne sürülüyor. BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Seymour Hersh ise “kanıtların yetersiz olduğu 
ve kaynakların isimsiz olması sebebiyle makalenin güvenilirliğine dair soru işaretleri olduğu yönündeki eleştirilere tepki göstererek şunları söyledi: “Herkes 
zaten öyle der… Ben çok uzun zamandır bu işi yapıyorum. ABD’nin El Nusra gibi gruplar hakkında ne bilip ne bilmediğine dair sorular içeren ve 21 Ağustos’tan çok once sarin gazı üretebilme kapasitelerine dair en az bir belgeye erişimim var. 

Bu iddialar çok meşru iddialar. İnsanlar için “Kaynakların isimsiz olamsı” yapılabilecek en basit eleştiri. İsimlerini verirsem hepsi işini kaybeder. Herkes istediğini söyleyebilir.”. Seymour Hersh, “Makalede yer alan iddialar ABD 
yönetimindeki karar mercilerin görüşü mü, yoksa kaynakların bireysel görüşleri mi ?” sorusuna da şu yanıtı vermiştir: “Ben, ABD Başkanı’na giden ve Guta’nın 
doğusunda elde edilen sarinle, Suriye ordusunun mühimmat deposundaki sarinin aynı olmadığını söyleyen ABD Genelkurmay Başkanlığı’ndaki isimler hakkında 
yazıyorum. Dolayısıyla bunların yalnızca dışardakiler mi olduğuna siz karar verin. Tabi ki bunun hakkında konuşmayacağım.”159 

Hersh, BBC’nin ‘The World Tonight’ adlı radio programında da, savaşın uzun dönemde sonuçlarının ne olacağı sorusuna, “Savaşı Beşar Esad kazanır 
ve Türkiye dahil bölge büyük bir karmaşaya sürüklenir.” cevabını vermiştir.160 
Daha ilk günden sarin gazlı saldırının rejim güçleri tarafından gerçekleştirildiği şüphelerini dile getiren Seymour Hersh, Aralık ayında yazdığı “Bu Kimin Sarin’i” başılklı yazısında henüz Türkiye’yi suçlamaya başlamamıştı. Genel olarak Obama yönetiminin Suriye’deki atılgan tavrını yavaşlatmaya yönelik gibi görünen ilk makalede o dönemde Rus hükümetinin de desteklediği Esad rejimini saldırıdan aklayan bazı iddialar dile getiriliyordu. 

ABD yönetimi de kararsız kalmıştı ki, kırmızı çizgisi olarak tanımladığıı kimyasal silah kullanımı konusuna rağmen bu saldırıya tepkisiz kamıştır. Suriye yönetiminin kimyasal silahlarını uluslararası otoriteye devretmeyi kabul etmesiyle birlikte, durağan politikasını meşrulaştırmıştır. Nitekim kimyasal saldırı hem rejim hem de muhalif güçler tarafından kabul edilmeyince ölenler öldüğü ile kalmış, taraflar birbirlerini suçlamanın dışına çıkamamıştır.161 

Hersh'e göre Kimyasal saldırıyı eğer Esad güçleri gerçekleştirdiyse NSA'in haberi olurdu. Böylece Rusya hükümetinin Suriye iç savaşının başından beri Türkiye’yi 
savaşa müdahil olma yönündeki suçlayıcı beyanlarına tamamlayıcı bir ayrıntı daha eklenmiş oldu. Türkiye bir yerlere konumlandırılmaktaydı. Kimyasal saldırının 
sorumluluğunun Türkiye’ye yüklenmesi meselesinin, Suriye’ye silah taşıyan tırların yakalanması, Süleyman Şah Türbesi sızıntıları gibi diğer hikayelerle birlikte değerlendirilmesi durumunda nereye konumlandırıldığı ortaya çıkmaktaydı. Arıboğan’a göre “Hedef Türkiye’yi beceriksiz bir savaş kışkırtıcısı ve sivil ölümlerden sorumlu bir ülke haline getirmekti. Türkiye alevine benzin dökeni dünya kamuoyunu ve Batı yönetimlerini duyarlı hale getirmek için kitle imha silahlarının kullanımına bile yeşil ışık yakan, kendisi de Suriye’ye müdahil olmak için can atan, bunun için kendi kendisine saldırı düzenlemek de dahil komplolar içerisinde olan bir ülke görünümüne bürünüyordu”162 Çakır’ın değerlendirmesine göre “Ankara’nın Guta saldırısında payı olduğu iddiaları pek gerçekçi gözükmüyor. Ancak Guta’nın ardında Esad yönetimi değil de El Nusra bulunduğu iddialarının daha ağır bastığı ortada. 

Öte yandan hükümetin Kürtlerin ağırlıkla yaşadığı Rojava diye anılan bölgede PKK çizgisindeki PYD’ye karşı savaşan El Kaide ile doğrudan ya da dolaylı ilişki içindeki örgütlere sıcak baktığı, hatta destek verdiği iddiaları hala inandırıcı bir şekilde yalanmış değil. Keza hükümetin gerek Suriye, gerek Irak, gerekse küresel çapta El Kaide’ye karşı çok kararlı ve sistemli politikalar geliştirmiş olduğunuda tanık değiliz”163 Deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk ise ABD’li gazeteci Seymour Hersh’ün aktardığı iddialara göndermede bulunduğu “Erdoğan: " model güçlü adamdan sıradan diktatöre” başlığını taşıyan makalesinde, Şam yakınlarında kullanılan kimyasal malzemenin Suriye rejiminin cephaneliğinde bulunmadığı iddiasını tekrarlamaktadır. 
Fisk ayrıca, 
Türkiye’nin Suriye’deki savaşa karışmayı sürdüreceğini vurgulayarak, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan’ın 
aralarında olduğu yetkililerin Suriye hakkındaki görüşmelerini içerdiği belirtilen ses kaydına atıfta bulunmaktadır. Fisk, aynı yöndeki iddiaları makalesinde dile 
getiren eski arkadaşı olan Hersh’in adı belirsiz “yetkilileri” ve “uzmanları” kaynak olarak belirtmesine serzenişte bulunmaktadır.164  

Ancak kaynaklarını açıklamayan basın mensuplarının yazdıkları makaleler şimdilik afaki olarak kalmaktadırlar. Dostlararası dinleme ve izleme faaliyetlerinin 
artttığı ve skandalarla ortaya çıktığı günümüzde Suriye'de 21 Ağustosta kullanılan kimyasal malzemeyi kimin kullandığının ortaya çıkmaması da manidardır. 
ABD’nin açıklamalarına göre Suriye 2002 yılında “uzun dönemli kimyasal silah” programı başlattığını ve bu programın 1970’li yıllarda başlatılan programın devamı olduğunu açıklamıştır. Suriye’nin kimyasal silahları ne zaman, nasıl ve kim ya da kimlerin yardımı ile elde ettiği yönünde kesin kanıtlar bulunmamakla birlikte Kongre’ye sunulana 12 Eylül 2013 tarihli rapora göre, Suriye kimyasal silah programını, 1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan hemen once Mısır’ın Suriye’ye az sayıda kimyasal silah ve fırlatma sistemleri vermesi ile başlatmıştır. 
    1980’lerde ise Suriye, muhtemelen Sovyetler Birliği’nin yardımı ile kimyasal silah üretmeye ilişkin teknolojik bilgi ve gerekli malzemeleri elde etmeye 
başladı. Kimyasal maddelerin ve ekipmanın aynı zamanda Avrupa kökenli firmalardan da alındığı belirtilmektedir. Suriye kimyasal programı için dışarıdan 
gelecek kimyasal maddelere bağımlı durumdadır. Ayrıca, çatışmalar başlamadan once Suriye Bilimsel Çalışmalar ve Araştırmalar Merkezi (CERS), dört farklı 
yerde kimyasal madde üretme tesisleri işletmekteydi. Bunlar; Dumayr, Khan Abou, Shamat ve Furklus’daki tesisler idi.165 Kimyasal ve biyolojik silahlar hem 
maliyet düşüklüğü hem de sağladığı caydırıcılık sayesinde rasyonel bir tercihtir. Suriye’nin bu konudaki en büyük destekçisi ise ironik bir şekilde yine Rusya olmuştur.166 

Boris Yeltsin’in kimyasal silahsızlanma konusundaki baş danışmanı ve Rusya Kimyasal Silahlar Askeri Akademisi Başkanı emekli general Anatoly Kuntsevich Suriye’de kimyasal üretim yapan bir fabrika kurmuştur. 
Bu fabrikanın ihtiyacı olan kimyasal silah yapımında kullanılan hammaddenin ise Güney Kıbrıs üzerinden Suriye’ye sokulduğu zannedilmektedir. 
Ayrıca Suriye, Almanya ve Fransa’dan da çok sayıda hammadde ithal etmiştir.167 
OPCW Genel Direktörü Ahmet Üzümcü, ABD'nin 31 Aralık tarihine kadar Suriye' den çıkarılması kararlaştırılan kimyasal silahların imhası için yardım teklifinde bulunduğunu söylemiştir. ABD'nin imhanın maliyetini de üstlenmeye aday olduğunu belirten Üzümcü, 190 üye ülkeye bu sürece destek vermesi hususunda çağrı da bulundu. ABD aralarında sarin ve sinir gazının da bulunduğu 500 tonluk kimyasalı Akdeniz'de bir donanma gemisini kullanarak imha etmeyi planlamaktadır. Üzümcü bu iş için ABD'ye gerekli teknolojik desteğin de verileceğini belirtmiştir. Suriye'deki kimyasalların imha süreci son olarak Arnavutluk'un söz konusu kimyasalları kendi ülkesinde imha etmeyi reddetmesinin ardından tıkanmıştı. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü Suriye'deki kimyasalların 31 Aralık'a kadar yurtdışına çıkarılmasını, en geç 2014 yılının ortalarına kadarsa imha edilmesini planlamaktadır.168 

5. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 3

2000'Lİ YILLARDA KİMYASAL SİLAHLARIN ORTADOĞU GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ. BÖLÜM 3 



Ortadoğu, Güvenlik, Kimyasal Silahlar, Prof. Dr. Sibel TURAN, H. Ekber KAYA, Nükleer silahlar,Kitle imha silahları, konvansiyonel silahlar,sarin gazı, tabun gazı, hardal gazı, Hafız Esed, Suriye, ABD, 


    Suriye Ortadoğu'da en geniş kimyasal savaş yeteneğine sahip ülkedir. 
Ülkenin ilk kimyasal silah yeteneği İsrail'e karşı yapılan 1973 yılındaki savaşta Mısır tarafından sağlanmıştır. O zamandan beri, Suriye hardal gazı, sarin ve 
muhtemelen de VX sinir gazı dahil olmak üzere kimyasal silah ajanlarını geliştirmek ve üretmek için yerli bir yeteneği elde etmiş görünmektedir. 
Kimyasal silah ajanları Halep bölgesindeki Hama, Humus ve Al-Safira köylerinin yakınında bulanan tesislerde üretilmiştir. Ancak Suriye kimyasal silah maddesi üretmek için bazı çift kullanımlı ekipman ve kritik öncü kimyasallar bakımından dış kaynaklara bağımlı kalır. Son yıllarda İran, kimyasal silahlarla ilgili öncüleri geliştirme ve üretim için teknik yardım ve tesislerin tedarikçisi olarak tespit edilmiştir. Suriye'nin Scud-B ve Scud-C balistik füzelerinin, top mermilerinin kimyasal savaş yeteneğine sahip olduğuna inanılmaktadır.139 

Birçok güvensizlik kaynağı içinde, Suriye'nin belirli bir seviyede konvansiyonel olmayan bir caydırıcılığa ulaşmak istemesinin temel sebebi İsrail ile uzun zamandan beri devam eden husumetidir. Klasik silah rekabeti dinamiklerine ilave olarak, Hafız Esad bir dizi konudan dolayı İsrail ile stratejik bir eşitliğe ulaşmayı hedeflemiştir. Dolayısıyla Suriye açısından bakıldığında, İsrail'in, 1982'deki Lübnan Savaşı'nda, net bir şekilde ortaya çıkan, konvansiyonel askeri kapasitesindeki üstünlüğü dengelemenin tek yolu kitle imha silahlarına sahip olmaktı.140 

Suriye’nin kimyasal silahları hakkındaki endişeler sürmektedir. Beşar Esad’ın yönetimi kaybetmesi durumunda kimyasal silahları üzerindeki denetimini kaybetmesinden ve silahların muhalif grupların veya teröristlerin eline geçmesinden endişe edilmektedir. Bu durumda kimyasal maddelerin 
denetimi daha da zorlaşacaktır. Suriye Kimyasal Silah anlaşmasına taraf olmadığı için Suriye’nin sahip olduğu silahların gerçek miktarı hakkında net bir 
bilgi bulunmamaktadır. 1993’te imzalanan antlaşmaya 188 ülke taraftır ve dünyanın kimyasal silah endüstrisinin büyük bölümünü kontrol etmektedir. 
2013’ün başlarında yapılan OPCW’ye göre dünyadaki kimyasal silah stoklarının %80’i imha edilmiştir. Arnavutluk, Hindistan ve Güney Kore ellerindeki bütün 
stokları imha etmiştir. Ancak Libya, ABD ,Rusya henüz hepsini yok etmemiştir. 
ABD %90’ını, Rusya %70’ini imha etmiştir.141 Suriye, Ortadoğu bölgesinde nitelik ve nicelik bakımından en geniş kapsamlı kimyasal silah envanterine sahip 
olduğuna inanılan bir ülkedir. Suriye’nin içinde bulunduğu kaos ortamında, bölge ülkeleri açısından önem arz eden konulardan bir tanesi Suriye toprakları 
üzerinde bu silah stokunun güvenliğinin sağlanması ve özellikle terör gruplarının eline düşmesinin engel olunmasıdır. Suriye, NPT’ye taraf ülke olarak nükleer 
silaha sahip olmamak ve üretmemek konusunda bir taahhüde girmiş olmakla birlikte, İsrail’in nükleer gücünü dengelemek ve caydırıcı bir unsur olarak 
kimyasal silahlar konusunda benzer bir kısıtlamaya tabi olmak istememiş, bu bağlamdan hareket ederek 1993 tarihli Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’na taraf 
olmamıştır.142 

Teröristler fosgen, klor, saf amonyak gibi toksik endüstriyel kimyasalları gitgide daha çok kullanmaktadır. Birçok ülkede bu maddelerin satışı denetlenmemekte dir hatta birçoğunu sıradan bir marketten alabilirsiniz. Bunların üretimi de büyük miktarda olduğu için denetlenmesi daha da zorlaşmaktadır. 

Örneğin klorun üretimi 2006 yılında 65 milyon tondur. Teröristlerin gelişigüzel yapılan kimyasal silah denemeleri son yıllarda birçok kazaya sebebiyet vermekte  dir. Örneğin 1999’dan 2001’e kadar El-Kaide’nin bomba yapıcı ve kimyageri Abu Khabab al-Masri Afganistan’daki Durante ve Tarnak kamplarında kimyasal, biyolojik ve radyolojik silah çalışmaları yapmıştır. 2002 Ağustosunda CNN’in yaptığı habere göre 1990’ların son yıllarında bu kamplarda köpekler ve diğer hayvanlar üzerinde deneme yapılmıştır. Haziran 2002’de Abu Musab al-Zarqawi tarafından yönetilen aşırı bir grup kuzeydoğu Irak’ta uzak bir köşede kurulmuş olan Khurmal kampında ham kimyasal gereçlerle denemeler ve çalışmalar yapmışlardır. Bu terörist grubun elemanları İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Türkiye’ye gizlice girerek siyanür ve biyolojik silah yapmaya yarayan hint tohumuyla saldırılar düzenlemeyi planlamaktaydılar. 

Ancak aktif bir polis organizasyonuyla bu planlarını gerçekleştiremeden yakalandılar. Mayıs 2004’te ABD askeri konvoyu Irak’ta 155 Milimetrelik kimyasal 
silah başlığı imha ettiler.143 

Kimyasalların korunması ve güvenliği için terörizm gibi yeni endişe alanları ortaya çıkmıştır. Kimyasal Silah Antlaşması sadece devleti aktör olarak almaktadır. Anlaşma devlet dışı aktörlerce meydana getirilecek bir kimyasal terörizme değinmemiştir. Ancak Suriye’deki rejimin düşmesi ve kimyasalların Hizbullah gibi devlet dışı aktörlerin eline geçmesi ihtimali devletleri konu üzerinde düşünmeye itmiştir. Dolayısıyla taraflar OPCW ve Kimyasal Silah Antlaşması için yeni bir düzenleme yapmayı düşünmektedir.144 Son yıllarda biyolojik ve kimyasal silahlar terörist örgütlce korku salarak ve tehtid yaratarak amaçlarını yerine getirmek için bir araç haline gelmiştir. Gerçekten de El-Kaide örgütü gerektiği taktirde kimyasal ve biyolojik silahlar kullanmakta tereddüt etmeyeceklerini açık bir şekilde belirtmiştir. Dolayısıyla güvenlik ve silahsızlandırma hareketleri ülkelerin yanı sıra bu devlet dışı örgütleri de hedef almalıdır.145 

Suriye, Fransa tarafından uzun soluklu programla takip edilen, dünyanın en önemli kullanıma hazır kimyasal silah hammadde stoklarına sahip ülkesidir. 

Muhaliflerle yaptığı savaşta Beşar Esad’ın rejimi sarin içeren silahları sivil halk üzerinde Nisan 2013’te kullanmıştır. Suriye uzun zamandır kimyasal silah 
depolarıyla ve bunları aktaracağı sistemlerle doludur. Suriye 1000 tonluk kimyasal madde ve öncül kimyasallara sahiptir. Suriye birkaç yüz ton son formuyla 
stoklanmış sülfür, onlarca ton en önemli kimyasal silah aracı olan VX, birkaç yüz ton sarine sahiptir. Ayrıca 500 km erimli sülfür, sarin ve VX taşıyabilen Scud C 
füzesi, 300 km erimli sarin ve VX taşıyabilen Scud B füzesi, her üç maddeyi de taşıyabilen 250 ve 300 km erimli M600 füzesi, 70 km erimli her üç maddeyi de 
taşıyabilen SS21 füzesi, modeline göre 100 ve 300 litre toksit madde taşıyabilen bomba, her üç maddeyi de taşıyabilen ağır silahları ülkesinde bulundurmakta dır.146 
Bunun yanı sıra ABD ve diğer hükümetler her ne kadar Asad rejiminin kimyasal silahlarını güvende tuttuğuna inandığını söylese de politikacılar bu silahların 
herhangi bir iç savaş ve kaos durumunda terörist grupların eline geçmesinden çekinmektedir. Ayrıca Suriye’nin bu silahları Lübnan’daki Hizbullah’a yollama 
tehlikesi de ABD yetkililerinin aklında bir soru işarteidir. Dolayısıyla ABD bu kimyasal silahların aktarılmasını önlemek için bölgesel müttefiklerinden yardım 
istemektedir.147 23 Haziran 2012’de Suriye hükümetinin kimyasal silahlara sadece kendi ülkesinin güvenliği için sahip olduğunu itiraf etmiştir. Suriye 
tarafından yapıldığı ispatlanan birkaç tane kimyasal silah saldırısı mevcuttur. 

23 Aralık 2012’de Hama’da 7 kişiyi öldüren 50 kişiyi yaralayan bir saldırı olmuştur. Bu kişilerin zehirli gazla öldürüldüğü tespit edilmiştir. 

Dr. Nashwan Abu-Abdo’ya göre semptomlar sinir gazı kullanıldığı, bu gazla kişilerin sinir sistemlerinin felç edildiği açıklanmıştır. 

19 Mart 2013'de 31 kişi ölmüş, 300 kişi etkilenmiş ve Suriye’deki muhalifler ve hükümet biribirini suçlamıştır. Maruz kalan kişilerin kolinerjik semptomlar 
gösterdiği bildirilmiştir. Bunlar sinir gazlarının ortaya çıkardığı semptomlar olarak açıklanmaltadır.148 19 Mart 2013’te Suriye’nin resmi haber ajansı SANA’nın yaptığı açıklamaya göre Halep’in hükümet yönetimindeki bölümlerinde ve Şam’ın banliyölerinde roket saldırısı olduğunu açıklamıştır. 

Bu habere geöre terörist olarak adlandırdıkları muhalif grup saldırıları gerçekleştirmiştir. Saldırıda 25 kişi ölmüş 86 kişi yaralanmıştır. Rusya tarafı 
muhalif grubun 19 Mart sabahı Halep ilinde muhalif grupların silahlı kanadının kimyasal silah kullandığı kaydedildiğini belirterek Esad yönetimine destek 
vermiştir. Muhalif grupsa anında iddiaları yalanlamış ve hükümeti suçlamıştır. 
İki taraf da kurbanların nefes almakta zorlandığı ve kimyasalla temas ettikleri anda derilerinin mavimtrak bir renk aldığını belirtmiştir. Her iki taraf da kanıt olarak fotoğraflar ve videolar çıkarsa da hangisinin sorumlu olduğuna dair bir kanıt bulunmamaktadır. Bir hafta sonra kullanılan maddenin klor CL17 olduğu 
belirlenmiştir. Klor bulunması kolay ve satışı büyük bir pazara yuayılan bir maddedir. En basitinden yüzme havuzları için kullanılır. Aslında madde birinci 
Dünya savaşında da kimyasal silah aracı olarak kullanılmıştır. Ancak Klorun 25 kişinin ölümüne neden olması olası değildir. Kimyasal silah uzmanı Jean-Pascal 
Zanders’e göre klorun dozajı arttığında insanları hasta edebileceğini ancak öldüremeyeceğini öne sürmektedir. Haberler roketlerin kullanıldığını iddia etmiştir 
ancak patlama maddenin çoğunu yok edecek ve etkisini azaltacaktır. 

Bu nedenle roket kullanılmış olması olası değildir.149 Suriye muhaliflerinin kimyasal silah kullanacak kapasiteye sahip olmadığı, bunları stoklayacak veya kullanacak gereçlere sahip olmadığı, bu grupları Suriye gibi deneyim sahibi olmadığı dolayısıyla böyle bir saldırıyı gerçekleştiremeyecekleri aşikardır. 
Oysa ki Beşar Esad ve silahlı kuvvetleri bu silahları kullanacak ekipman ve deneyime sahiptir.150 

Saldırıyı Esad yönetiminin gerçekleştirmiş olma olasılığı, Esad yönetiminin daha once konvansiyonel metodlarla kendi halkına karşı giriştiği saldırılar göz önünde 
bulundurulduğu noktada her zaman akla gelen ilk seçenek olacaktır. Özellikle 1982 yılında gerçekleştirilen Hama Katliamı tüm dünyanın çok iyi bildiği bir 
insanlık dramıdır. Suriye yönetiminin ordu aracılığıyla muhalefete karşı düzenlediği saldırılar da düşünüldüğünde, Şam’daki kimyasal silah saldırısının Esad’ın emriyle gerçekleştirilmiş olma olasılığını arttırmaktadır. Ne var ki, Şam yönetiminin çatışmada üstünlüğü ele geçirdiği ve tüm dünyanın Şam’a dikkat çekip özellikle kimyasal saldırı ihtimaline karşı dikkat kesildiği bir anda, çok yakınındaki bir bölgeye tüm dünyanın gözleri önünde kimyasal saldırı gerçekleştirmesi ihtimali de hiç de akla uygun değildir. 

 Rusya, Çin ve İran gibi müttefikleri olan bir yönetimin böyle bir işe girişmesi anlamsız görünmektedir.151 

Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD'nin çerçeve güvenlik stratejisini oluşturmakta; “Kitle imha silahları ile savaş için ulusal strateji” ve “Anavatanın güvenliği stratejisi” ise bu çerçeve stratejinin ayrıntılı alt bölümlerini oluşturmaktadır. Aralık 2002'de yayınlanan “Kitle imha silahları ile savaş için ulusal strateji” ise üç temele dayandırılmıştır. İlk olarak kitle imha silahları ile savaş için karşı tedbirler, ikinci olarak kitle imha silahlarının yayılmasını önleyici tedbirler ve son olarak kitle imha silahlarının kullanılmaları durumunda uygulanacak tedbirler olarak sıralanmış tır.152 

Suriyeli muhaliflere destek veren ABD başta olmak üzere İngiltere, Fransa, İsrail ve Türkiye; Sünni Arapların diplomatic önderliğine soyunmuş Suudi Arabistan ve Kata rile birlikte, Şam’daki kimyasal silah kullanımı Suriye yönetiminin üzerine yüklemekte ve bu konuda yoğun bir propaganda yapmaktadırlar.153 

4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***