21 YY Türkiyenin Orta Doğu Politikası. BÖLÜM 6
3. ARAP BAHARININ TÜRKİYE'YE TÜRKİYE-ORTA DOĞU İLİŞKİLERİNE YANSIMALARI VE TÜRKİYE'NİN ORTA DOĞU POLİTİKASINDA SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM
3.1. Türkiye'nin Orta Doğu Politikası'nda Süreklilik ve Değişim
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türk Dış Politikası'nın değişmeyen iki olgudan birincisi Lozan Statükosunu bağlılık, ikincisi ise güvenlik endişesi olmuştur.
Orta Doğu kapsamında bu iki olgu düşünülecek olursa, özellikle ikinci kavram Türkiye'nin Orta Doğu politikasını şekillendiren öğelerden biri olduğu gözlemlenebilir. Bu güvenlik endişesi Türkiye'yi komşuları arasında bulunan Orta Doğu ülkelerine daha farklı politikalar uygulaması sonucu yaratmıştır.
Özellikle Soğuk Savaş yıllarında Türkiye'nin izlediği Batı eksenli politikalar, büyük ölçüde güvenlik endişesinden kaynaklanmıştır. Çeşitli jeopolitik ve jeokültürel alanların kesişim noktasında bulunan Anadolu'nun yüzyıllar boyunca göç ve istila hareketlerine sahne olmuş olması bu coğrafyada kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni çeşitli güvenlik kaygıları yaşamasına sebebiyet vermiştir. Bu bağlamda cumhuriyetin ilk yıllarından, Soğuk Savaş'ın sonuna denk gelen Özal Hükümeti'ne kadar Türk Dış politikasında, akılcı, maceradan uzak ve hatta göreceli pasif olarak nitelendirilecek bir gelenek sürdürülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı sonrası uygulanan bu politikaya en temel sorgulama Cumhurbaşkanı ve Başbakan olarak görev almış olan Turgut Özal tarafından yapılmaya başlanmıştır. Özal, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalyanlardan boşalan Oniki Ada'yı kaçırdığını dile getirmiş ve Körfez Krizi sırasında girişken tavırlarıyla ''Yeni-Osmanlıcılık'' olarak söz edilen bir politika izlemeye başlamıştır.
1991-2002 yılları arasında Türkiye aynen 1945-1950 yılları arasında olduğu gibi yeni oluşan sisteme entegre olmaya çalıştığı yıllardır. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan ABD önderliğinde ki tek kutuplu yapı ve meydana gelen değişikliğe ayak uydurma çabaları AKP iktidarıyla yerini insiyatif alan, bu insiyatifi alırken ekonomik büyüklüğü vurgulayan ve en nihayetinde özellikle Orta Doğu'da Özal'ın öncüsü olduğu ''Yeni-Osmanlıcık'' diye adlandırılan politikanın bir benzerini uygulamaya başlayan bir Türkiye ortaya çıkmıştır.
AKP iktidarı öncesinde, Orta Doğu bağlamında Türkiye az risk alan ve pasif bir politika izlenmekteydi. Özellikle İsrail-Filistin konusunda denge politikası izleyen Türkiye, Arapların kendi aralarında yaşadıkları problemlere de mümkün olduğunda taraf olmamaya özen göstermiştir. AKP iktidarıyla birlikte değişen Orta Doğu politikasıyla, İsrail'e karşı sert politikalar izleyen Türkiye, Filistin konusunda da neredeyse tüm dünyanın Filistin'in meşru temsilcisi saydığı, Batı ve İsrail konusunda daha ılımlı, daha anlaşılabilir olan FKÖ yerine İsrail'in bölgeden silinmesi gerektiği, Batı'ya karşı sert tavırları olan Hamas'ı muhattap alması Türkiye'nin bölge politikası açısında alışılagelmiş bir tutum olarak gözükmemektedir. Zira nispeten laik referanslı daha ılımlı bir oluşum olan FKÖ yerine, İsrail'e varolma hakkı tanımayan, şiddete dayalı direnişi strateji haline getiren yapısıyla tipik bir terör örgütü görünümü veren Hamas'ın desteklenmesi daha önce Arapların arasındaki anlaşmazlıklara taraf olamama stratejisi yerine bu anlaşmazlıklarda tutum takınma durumunda olan bir Türkiye ortaya çıkmıştır.
Bütün bu olanlar birlikte düşünülecek olursa, geçmişten beri yaşanan güvenlik kaygısı sonucu komşularla sıfır sorun politikasının oluşturulması bu tarihsel korkunun varlığına ve sürekli olduğuna işaret etmektedir. Ancak geçmişten beri devam eden uluslararası sistem ışığında gelişen Orta Doğu politikası yerine, insiyatif kullanan ve uluslararası sistemden kısmi bağımsız davranan Türkiye'nin Cumhuriyet yıllarından beri süregelen göreli pasif politikayı terk etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
3.2. Arap Baharı'nın Türkiye-Orta Doğu İlişkilerine Yansımaları
Öncelikle belirtmek gerekir ki amaç Arap Baharı analizinden çok Türkiye'ye olan etkilerini değerlendirmektir. Çünkü daha devam etmekte olan bir süreç için kesin tahminlerde bulunmak ilerisi için çok makul bir davranış olarak gözükmemektedir. Bazı araştırmacılara göre Büyük Orta Doğu projesi kapsamında bir hareket olan Arap Baharı, bazı araştırmacılara göre salt bir halk uyanışı olmaktadır. Bu süreç ile ilgili yorum yapabilmek ve tabloya daha geniş bakabilmek için sürecin en azından tamamlanmış olması gerekir.
Şüphesiz bu süreç Türkiye için başlarda çok olumlu olarak düşünüldüyse de özellikle Suriye ve Mısır'da yaşananlardan sonra giderek olumsuz bir hal almaktadır. 2011 yılından beri yaşanan çatışmalar sadece Suriye'de milyonlarca kişi etkilemiş ve hala etkilemektedir. Mısır'da ise Türkiye'nin desteklediği ve kredi verdiği Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi'ye karşı darbe yapan Sisi, yönetimi devralarak askeri bir yönetim tarzını sürdürmeye başlamıştır.
Tabiki de yaşanan bu gelişmeler Türkiye'ye siyasi ve ekonomik yönden kayıplar vermektedir.
Yaşanan Arap Baharı öncesinde Türkiye Suriye'ye yaklaşık 1.8 milyar dolarlık ithalat yapmaktaydı. Ancak yaşanan bu gelişmelerin etkisiyle Türkiye'nin Suriye ile var olan dış ticaret hacminin ciddi anlamda daraldığı görülmektedir. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın yaptığı yazılı açıklamada, TÜİK ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın ortak hazırladığı verilere göre 2008 yılında Türkiye ile Suriye'nin dış ticaret hacmi 2 milyar dolar iken, 2009 yılında 1.9 milyar dolara gerilemiş olmasına karşın 2010 yılında 2.8 milyar dolara çıkmış, 2011 yılında ise 2.3 milyar dolar olmuştur.
Ancak gelişmelerin ışığında Ocak 2012- Temmuz 2012 verilerine bakıldığında dış ticaret hacmi sadece 366 milyon dolar seviyesinde kalmıştır.
Siyasi olarak da hükümeti oldukça yıpratan Suriye meselesi Türkiye'de iç muhalefet tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Suriye'den kaçıp Türkiye'ye sığındığı var sayılan yaklaşık 700 bin civarında ki Suriyeli vatandaşlarda Türk halkı içinde gün geçtikte rahatsızlık hissi yaratmaya başlamıştır. Muhalif kesim tarafından sıklıkla dile getirilen Suriye politikasının yanlışlığı özellikle dışişleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu'na karşı bir kamuoyu oluşmasına neden olmaktadır.
Arap baharının yaşlandığı coğrafyalarda sadece Suriye'de değil diğer ülkelerle de Türkiye'nin ekonomik olarak etkilendiğini söylemek yanlış olmaz.
Ekonomi Bakanlığından edinilen bilgilere göre Türkiye'nin Arap Baharı'nın yaşandığı bölgelerden Bahreyn, Cezayir, Mısır, Ürdün ve Yemen'e yaptığı ihracat sınırlı ölçüde etkilendi. Libya ve Suriye ise ihracatın büyük düşüş yaşadığı ülkeler oldu. Türkiye'nin Bahreyn'e yaptığı ihracat 2010 yılında 172
milyon dolar iken Arap Baharından sonra sınırlı bir düşüş yaşayarak 160 milyon dolara geriledi. Türkiye'nin 2012 yılında ocak-ağustos ayları arasında ise bu ülkeye ihracatı sadece 10 milyon dolar seviyesine kalmıştır. Arap Baharı'nın ihracatı en çok etkilediği iki ülkeden biri olan Libya'ya 2010 yılında ihracat 1 milyar 932 milyon dolar olurken bu rakam 748 milyon dolara kadar gerilemiştir. Tunus ise Arap Baharının yaşanmasına rağmen ihracatın etkilenmediği tek ülke oldu. Türkiye'nin buraya yaptığı ihracat 2009 yılında 647 milyon dolar, 2010 yılında 714 milyon dolar, 2011'de 802 milyon dolar olurdu.
2012 yılının ocak-ağustos döneminde ihracat rakamı 518 milyon dolar olarak kayda geçmiştir.
Arap Baharı'nın ekonomik etkileri yanında sosyal etkileri de bulunmaktadır. Özellikle Suriye'den daha güvenli bölgelere yaşanan göç kuşkusuz en çok Türkiye'yi etkilemiştir. 2 Nisan 2013 AFAD (Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı) verilerine göre Türkiye'de barınma merkezlerinde bulunan Suriyeli mülteci sayısı 191.993, hasta-yaralı sayısı 242, refakatçi sayısı ise 87'dir.
Yaşanan bu göçler karşısında uluslararası sistemde birçok girişimde bulunan Türkiye büyük ölçüde istediği sonucu alamamış ve Suriye'de devam eden iç savaşa karşı bir politika oluşturamamıştır. Şimdilik hala devam edecek gibi gözüken Arap Baharı'nın etkileri Türkiye'yi en çok ekonomik olarak etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Küresel krizden dolayı Avrupa'nın ihracattaki payı azalmasına karşılık Orta Doğu'ya yönelen Türkiye Arap Baharı yaşanmasından dolayı da bölgeye olan ihracatı azalma göstermektedir.
İhracat hedeflerinin tutturulmasında önemli bir yerde bulunan Orta Doğu'nun yaşanan bu krizler nedeniyle Türkiye'ye, beklediği ekonomik hareketliliğe cevap vermekte zorlandığı görülmektedir.
Bu krizlerin devam etmesi durumunda daha da düşük seviyeleri ulaşması öngörülmektedir.
Bu sebeple Türkiye bir an önce bu Arap Baharı'nın neden oldu siyasi ve ekonomik krizlere çözüm bulması, Türkiye'ye hem ekonomik açıdan rahatlama sağlayacak olurken, hem de iç ve dış siyasette yıpranmaktan kurtulacaktır.
SONUÇ
Orta Doğu'nun bu karmaşık olan yapısı ülkelerin dış politikalarını da karmaşık hale getirmektedir. Etnik nüfusa endeksli olmadan çizilen sınırlar bölgede sürekli bir çatışma halinde olmasını sağlamakta, aynı zamanda bölgede diktatör rejimleri ortaya çıkarmaktadır. Bunların yanın sıra Batı'nın kışkırtmaları sonucu çıkartılan krizler bölgeyi Orta Doğu için daha yaşanmaz hale getirmekte olmasına karşın Batı için böylesine zenginlikleri barındıran toprakların istikrarsız olması onların bölgeyi gasp etmesi için gerekli bir unsur olarak düşünmektedirler. Aynı zamanda Batı bölge liderlerini halk nezdinde meşruiyetini hesaba katmadan, sadece kendi çıkarlarına göre desteklemesi bölgenin gelişmesinin önünde ki en büyük engellerden birisidir.
Bütün bu Batı'nın Orta Doğu halkını hiçe sayar politikalarına bölgede güçlü olan Suudi Arabistan, Mısır, Katar, Türkiye gibi bölgesel güçlerin ayna tutması burayı daha da ümitsizleştirmektedir.
Orta Doğu'nun yaşadığı krizlerde en fazla pay sahibi olan İsrail'in bölgede güçlü bir devlet olarak varlığına devam ettiği sürece bu bölgenin normalleşmesi, gelişmesi, refahını artması ve son olarak modernleşmesi imkansız olarak gözükmektedir. Bölge aktörleri Orta Doğu'nun gelişmesi için yapacakları politikalarda öncelik olarak İsrail'i Orta Doğu'dan izole etmek olmalıdır. İsrail'in izolasyonuyla Batı bölgeye daha az angaje olacak ve ülkeler daha bağımsız kararlar alabilecekleridir. Ancak Orta Doğu'da ki liderlerin yapısına bakılacak olunursa bununda çok gerçekçi olduğu şimdilik söylenemez.
Orta Doğu'nun normalleşmesi adına yapılacak adımlardan bir diğeri de sınır sorunlarının çözülmesidir. Birinci ve İkinci dünya savaşlarından sonra çizilen bu yapay ve halkları birbirinden ayıran sınırlar bölgenin gerçek karakteristik özelliklerini göstermesinin önünde büyük bir engeldir.
Hatırlanacağı üzere Avrupa içinde yüzyıllarca savaşmış ve bu yüzyıllar boyunca savaşarak hiçbir kazanım elde edememiştir. Ancak Avrupa İkinci dünya savaşından sonra sınır sorunlarını hallederek, zenginliklerini birleştirmiş ve sonuç olarak dünyanın en büyük medeniyetini inşa etmiştir.
Bölge ülkeleri kalkınmak istiyorsa, gerekirse yeni ve adil sınırlar çizmeyi göze almalıdır.
Bu bölgenin diğer dünyadan bir farkı olduğu unutulmamalıdır. Bu fark da Orta Doğu medeniyeti diğer bir çok medeniyet gibi demokrasiye yatkın değildir.
Bunun en büyük örneği Türkiye'dir. Orta Doğu'nun en demokratik ülkesi olan Türkiye dünya standartlarına bakıldığı zaman yargı bağımsızlığından, yasama ve yürütme organlarına kadar tam anlamıyla demokrasinin olduğu söylenemez. Bölge halkları totaliter rejimlere ya da tek adam iktidarlığına son derece yatkındır. Türkiye'de oluşan bir algı olan tek parti iktidarlığı her zaman iyidir mantığı bile bunun en açık kanıtı olmaktadır. Bölge halkı koalisyon ve yetki dağılımdan haz etmemekte, bu bağlamda Orta Doğu'ya dikte ettirilen Avrupa standartlarında olan bir demokrasi çağrısı yine bölgeyi istikrarsızlaştırmaktadır.
İleriki yıllarda bulunacak ve Orta Doğu medeniyetine uygun bir yönetim şekli yine bu bölgeyi siyasi baskılardan kurtaracaktır.
Son olarak Türkiye ABD'nin bölgedeki imaj kaybını dikkate alarak bölgede İran ve Rusya ile daha iyi ilişkilerde bulunmalı ve bu bölgenin yeniden inşasında ABD'nin önceliklerinden çok bölgesel güçlerin, aynı zamanda kendi çıkarlarını göz önüne almak zorundadır. Bu bağlamda atılacak ilk adımlar bölgenin ekonomisi için Orta Doğu serbest pazar fikri canlandırılabilir. Bu yapılanma bütün bölgenin faydasına olacaktır.
KAYNAKÇA
Arı, Tayyar, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, 5. Baskı, Bursa: MKM Yayınları, 2012
Oran, Baskın, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt 3, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013
Arı, Tayyar, Yükselen Güç: Türkiye-ABD İlişkileri ve Orta Doğu, Bursa: MKM Yayınları, 2010
Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre Yayınları, 2010
Tür, Özlem, ''Türkiye'nin Irak ve Suriye İlişkileri'', XXI. Yüzyılda Türk Dış Politikasının Analizi, Faruk Sönmezoğlu (der), İstanbul: Der Yayınları, 2012, ss. 593-615
Ayman, Gülden, ''Türkiye-İran İlişkilerinde Kimlik, Güvenlik, İşbirliği ve Rekabet'', XXI. Yüzyılda Türk Dış Politikası Analizi, Faruk Sönmezoğlu (der), İstanbul: Der Yayınları, 2012, ss. 547-591
Yetkin, Murat, Tezkere, İstanbul: Remzi Kitapevi, 2004
Şahin, Mehmet, Türkiye'nin Orta Doğu Politikası:Süreklilik ve Değişim
http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu8%20makale/mehmet_sahin.pdf, (E.T. 05/12/2013)
Bila, Fikret, ''İran'ın PKK Politikası'', Milliyet, 10 Mayıs 2006
Oktav, Özden Zeynep, ''Arap Baharı ve Türkiye Körfez Devletleri İlişkileri'', Orta Doğu Analiz, Cilt 5, Sayı: 51, Mart 2013, ss. 69-78
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201335_ozden_zeynep_oktav.pdf (E.T. 17/12/2013)
As, Efdal, ''16. Yüzyıldan Cumhuriyetin İlk Yıllarına Kadar Türkiye-İran Sınır Sorunları ve Çözümü'', Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 46, Güz 2010, ss. 210-235
Buzkıran, Davut, ''Arap Baharı'nın Türkiye'ye Olan Ekonomik ve Sosyal Etkileri'', Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt 5, No: 1, 2013, ss.148-161,
http://www.sobiad.org/ejournals/dergi_SBD/arsiv/2013_1/davut%20_buzkiran.pdf (E.T. 22/01/2014)
***