YEREL SEÇİMLER ULUSAL DÜŞMANLAR*
BÖLÜM 1
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi,
Cilt 70, No. 3, 2015, s. 507 - 540
*Makale geliş tarihi: 15.12.2014
Makale kabul tarihi: 03.04.2015
Doç. Dr. İsmet Parlak
Pamukkale Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Özet;
Bu makalede, 30 Mart 2014 yerel seçimleri özelinde iktidar partisi ile Gülen Cemaati dahil muhalefet arasındaki siyasal ilişkinin, korku siyaseti dolayımıyla bir tür düşmanlaştırma stratejisine dönüşümü üzerine odaklanılmıştır.
Bir yandan iktidarın gücünü tahkim eden, diğer yandan toplumu yönetilebilir itaatkâr bir kitleye dönüştüren korku siyasetinin, yerel seçim sürecinde siyaseti ve siyasal mücadeleyi kavrama biçimini nasıl etkilediği irdelenmiştir. Bu maksatla AKP lideri Erdoğan.ın tüm miting konuşmaları ile seçim beyannamesi tanıtım toplantısı ve balkon konuşması metinleri üzerinden söylemsel bir
okuma yapılmış; muhalefeti ahlaken ve siyaseten mahkûm eden korku siyasetinin, siyasal mücadeleyi iktidar- muhalefet ilişkisinden çıkartıp dost-düşman ilişkisine dönüştüren niteliği sorgulanmaya çalışılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Korku Siyaseti, Komplo Teorisi, AKP, Gülen Cemaati, Günah Keçisi
Yerel Seçimler Ulusal Düşmanlar
Giriş
İnsanlığın tarihi kadar eski olan korku, insani yaşamın güvencesizliğinin
altını çizen bir kavramdır. Öyle ki ölümden tanrılara, siyasal güçten yabancılara
ve hatta bilinmeyen her türlü şeye karşı korku duyulur (Podunavaz, 2002).
Modern çağda insanı çepeçevre kuşatarak adeta ayrı bir dünya haline gelen
korku, beraberinde aklı tutsak alan bir duyguya dönüşür. Çünkü o, eskiden
olduğu gibi belirli bir zaman dilimi, sınırlı bir bölge ve tanımlanabilir olaylarla
(savaşlar, kıtlıklar ve salgın hastalıklar vb.) ilgili bir fenomen değildir. Bireyi
ciddi anlamda stres dolu bir klostrofobiye mahkûm eden dünya, bulaşıcı borsa
krizleri, maskeli terörizm, yaygın bulaşıcı hastalıklar gibi korku kaynaklarıyla
çok daha sınırlı, doygun ve küçülmüş bir haldedir. Bir anlamda panik hali
etrafımızı sararken, dünya, korkunun ta kendisi olup çıkmıştır (Virilio, 2012:
14). İnsan doğasındaki bu en büyük zaaf olan korkuyu kontrol etmek ve
yönetmek ise, siyasal iktidara, varoluşunu meşrulaştırma ve sürekli kılma gücü
verir (Çetin, 2012: 77). Egemen lehine sonuç üreten bir siyasete yol açan korku
halinde, bazı kimlikler ötekiliğe mahkûm edilerek bizliği oluşturan iç gruptan
dışlanır. Böylece öteki, “bizde var olan tüm gizil korkuların öznesi”
(Yanıkkaya, 2009: 27) haline gelir. O nedenle biz ve öteki, basitçe iki farklı
insan topluluğuna işaret etmez, “bütünüyle farklı iki tutum arasındaki, duygusal
bağlanma ve antipati, güven ve kuşku, güvenlik ve korku, işbirliği ve çekişme
arasındaki ayrımı temsil eder” (Bauman, 2006: 51). Böylesi bir ayrım sonrasında gerek iç gerekse dış grup kendi içinde homojenleştirilerek, biz ve öteki arasına abartılı bir mesafe ve farklılık konulur. Korkuyu tetikleyecek bir ötekilik söz konusu olmasa bile, bizatihi korkunun kendisi potansiyel bir tehdit nedenidir (Massumi, 2005: 41). Zira aslonan, korkunun yaratacağı tehdit algısıdır.
Ötekinin, tehdit algısı üzerinden kavranışı bütünüyle kurgusal olduğundan,
korku tamamıyla gerçeklikten kopuk biçimde icat edilebileceği gibi, gerçeklik
abartılarak ya da sadece belli bir yönü ön plana çıkartılarak da üretilebilir
(Zizek, 1996: 68). Ötekiliğe hapsedilen farklı gruplar, bu yönüyle, iktidarın
toplum katında denetim ve kontrol ilişkisini sağlam bir biçimde kurabilmesi
için elzemdir. Çünkü öteki; günah keçisi kılınacak, dışlanacak, şeytanlaş tırılacak, insandışılaştırılacak ve türlü kötülükler ile korkunun
kaynağına yerleştirilecek olan kimliğin taşıyıcısıdır.
Öteki ile birlikte anılan kötülük genelde mutlaklaştırılıp özcü bir kavrayış la okunduğu için, aktörler de bunun sonucunda mutlak iyi ve kötü kategorilerine hapsedilir. Korkuyu üreten iktidar ise kendini, “mutlak kötülüklere” ve kötülere karşı, “toplumun koruyucusu ve yöneticisi” (Çetin, 2012: 31) olarak betimler.
Başka bir deyişle egemen, kendi iktidarına süreklilik kazandıracak olan tehlike, korku ve tehditleri ötekine duyulan korku üzerine inşa eder. Böylece mutlak iyi(lik) ve kötü(lük) üzerinden kimliklendirilen gruplar arasında bir karşılaştırma ya gidilerek, iyilikle hemhal kılınan ve bizliği gösteren iç grubun, aşağı konuma yerleştirilen öteki karşısındaki üst(ün)lüğünü iddia etmek mümkün olabilecektir. Haz yaratıcı bir eylem olarak “başkalarını alçaltırken kendimizi yükselt”mek ve mutlaklaştırarak ele almak “değerleri bakımından farklı, iki karşıt türün varlığının doğal ve kaçınılmaz olduğu”nu varsayar. “İyi olan neyse, kötüyle karşılaştırılmak için vardır” (Canetti, 2006: 299-300). Fakat neyin iyi neyin kötü olduğuna egemen karar verir.
Korku, günümüz toplumsal yapılanmalarında (gettoları, etrafı çevrili
güvenlikli siteleri, cemaatçi yapıları ile) kendi nefret kültürünü de yaratır.
Çünkü onun, ırkçılık ve ötekiyi reddetmeyle doğrudan bir ilişkisi bulunur ve her
zaman ötekini dışlamak/kovmak için bir gerekçe vardır (Virilio, 2012: 58). O
nedenle egemenin izleyeceği korku siyaseti, iç ve dış düşman korkusu
dolayımıyla sürekliliği olan bir komplo ve teyakkuz hali yaratır. Toplum, korku
dolayımıyla neye karşı müteyakkız olması gerektiğini bilir. Çünkü korku,
kültürel olarak çocukluk çağından itibaren öğrenilir ve korku nesnesi olarak
kurgulananların da etkisiz kılınması gerektiği düşüncesi içselleştirilir. Korku
nesnesi olarak tanımlanan kimliklerse, baskıcı-ayrımcı bir iktidar işleyişinin
alanı haline gelir. Korku kurgusu, siyasal söylemin olağan bir parçası
kılındıkça, iktidar alanı da o nispette korkunun kaynağına yerleştirilenler
üzerinden tanımlanır (Aktay, 2011: 10). Fakat iktidar adına “kurucu, koruyucu,
düzenleyici, motive edici, biçimlendirici ve meşrulaştırıcı bir işlev”e dönüşen
korku siyaseti, beraberinde siyasetin içinin boşaltılmasına (Çetin, 2012: 74) da
vesile olur. Çünkü iktidar dolayımıyla kurgulanan korku, bir yandan
kendilerinden korkulanlara karşı gizem, müphemlik ve kaygı halini artırırken,
diğer yandan bunu bastırması ve yok etmesi gereken egemenin iktidar gücünü
baskınlaştırır (Aktay, 2011: 11). Kısacası toplum, korkunun inşasıyla birlikte koruyucu ve kurtarıcılara muhtaç bırakılır.
Çünkü böylesi bir korku, toplumsal yapıdaki temel çelişkilerin üzerini örten, türlü sorunların çözümlerini erteleyen ya da çok daha büyük sorunlar olduğu yanılgısı üretebilen söylemsel bir araçtır (Kerestecioğlu, 2014: 35).
Ötekilik hali tam da bu noktada korku ile doğrudan ilişkilidir. Zira öteki,
bir “haşere” gibidir; “derinlere kök salan korkuları, nefret ve tiksintileri”
(Bauman, 2003: 68) harekete geçirendir. Bilhassa şeytansılaştırılan ötekinden
gelebilecek saldırı veya tehdit algısı/kuşkusu, aslında korku ve endişe temelinde
bizi bir arada tutmak adına son derece işlevseldir. Kurgusal olarak yeniden
canlandırılan korku, sübjektif içeriği bağlamında bir yaşam biçimine dönüşür
(Massumi, 2005: 41). Üstelik bu kurgusallıkta gelecek, etkili bir söylem ile
doğrudan bugüne bağlanır, bugünün içine taşınır (Massumi, 2005: 36). Bugün
ise ancak geçmiş dolayımıyla anlamlandırılır. Çünkü korkunun yaratacağı
duygular algıları kuşattığında, o algılar bütünüyle bellekte içselleştirilir.
Böylece geçmişteki olayları/anıları hatırlatıcı anlatı, kendi öznel kayıtlarının
açtığı yolda ilerleyerek kendine hedefler tayin eder. Anlatıya yüklenecek
dalgalı bir duygusal içerik bu nedenle elzemdir (Massumi, 2005: 38-39).
Kısacası geçmiş ile gelecek arasındaki rabıta, bugünün açık ve ciddi bir tehdit
altında yaşanıldığına dair kurgu üzerine inşa edilir. Sonuç, korku siyasetinin
pervasız biçimde uygulanmasıyla, politik açıdan güç istencinin giderek
somutlaşmasıdır. Aslında siyasal düzen, aktif ve pasif korkuların zaman
içerisinde insani ve medeni bir hal almasıyla şekillenmiştir. Fakat düzen
kavramı, egemenin zihninde, meşruiyetin tanımlanmış ve kabul edilmiş ilkeleri
çerçevesinde bu korkuları koruya gelmiştir. Kaldı ki meşruiyet ilkelerinin
gerçek doğası da, iktidar ile toplum arasında var olan gizemli ve karşılıklı
korkuyu def etmek üzerine kuruludur (Podunavaz, 2002). Böylesi bir korkunun
kurgulanabilmesi için ise tehdit algısının üretimi kaçınılmazdır. Fakat tehdit
elle tutulur somut bir karşılığa sahip olmak zorunda değildir, hatta bütünüyle
sanaldır da (Massumi, 2005: 36). Bu, Hobbes.un, devletin doğasının korku
üzerine kurulu olması gerektiğini içeren argümantasyonu anlamamızı
kolaylaştıracak bir noktadır. Diğer bir deyişle korku, yanlış ve dehşetli bir
gerçeklik dayatan kamu gücüne dönüştüğünde devletin varlığını düşünmek
kaçınılmaz hale gelir (Virilio, 2012: 17).
Ancak devletin bir tür Korku Hükümranlığı kurabilmesi için de korku boşluğu/uzamı yaratabilmesi gerekir (Massumi, 1993: 18). Eğer devlet, aynı anda bütün insanları tehdit ve korku algısı altında tutamaz ise bir kaos/savaş hali söz konusu olacaktır. Terör ya da geniş tabanlı sosyal hareketleri güvenlik zaafiyeti üzerinden okuyan modern devletin, güvenlikçi bir dil geliştirmesini ve yaşanılan an.ın/mekan.ın son derece güvensiz bir yer olduğu mesajını sürekli olarak yenilemesini bu bağlamda değerlendirmek olasıdır. Bu mesajın yerleşik bir imgeye dönüşmesi nispetinde, korku ve güvensizliğin kalıcı ve kapsayıcı bir koda dönüşeceği; bu koşullarda izlenen korku siyasetinin ise siyasal sorunlara siyasal alan ve siyasal olan dışında çözümler üreteceği beklenebilir.
Korku siyaseti aynı zamanda, hemen her şeyi müphemliğe tahvil edeceğin den kimin dost kimin düşman olduğu kesin olarak ayırt edilemez.
Özellikle dost bildiklerimizin bir anda düşman kimliğiyle belirme ihtimali
rahatsız edici bir toplum psikolojisi yaratır ve siyasal sistemdeki güven
ilişkisini yaralar. Böylesi bir toplumsal haleti ruhiye, siyasal alanın bütünüyle
savaş alanı olarak kavranmasını kolaylaştırıcı rol oynayacaktır. Çünkü
korkunun kaynağı olarak kodlanan öteki/düşman, tüm sistemi tehdit eden bir
aktör olarak anlamlandırıldığı için, egemen söylem tarafından “kötülenir,
lanetlenir ve marjinalleştirilir”. Bu çerçevede ötekileştirilenlere isnat edilen ve
kötülükle özdeşleştirilen kimlik, ötekiyi inşa edenleri “kendilerini, saf olarak
değerlendirebilecekleri bir konuma” (Goffman, 2014: 189) yerleştirir. Kurgusal
olarak üretilen yoğun ve yaygın tehdit/tehlike korkusu aynı zamanda iktidarın
“temel haklar ve özgürlükler konusundaki sınırlama ve kısıtlamalarına
meşruiyet kazandırmak ve kendi beceriksizlikleri ile doğan kötülükleri ve
olumsuzlukları mazur göstermek” adına da işlevseldir (Çetin, 2012: 31).
Böylece korku hali hem güç kullanımını meşrulaştırır, hem de ortaya çıkan
kaosu daha da büyüterek, korkuyu insanları itaate zorlayan bir tür terbiye
aracına dönüştürür.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***