30 Ocak 2017 Pazartesi

YEREL SEÇİMLER ULUSAL DÜŞMANLAR BÖLÜM 1




YEREL SEÇİMLER ULUSAL DÜŞMANLAR*
BÖLÜM 1 



Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 
Cilt 70, No. 3, 2015, s. 507 - 540 
*Makale geliş tarihi: 15.12.2014 
  Makale kabul tarihi: 03.04.2015 

Doç. Dr. İsmet Parlak 
Pamukkale Üniversitesi 
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü 

Özet; 

Bu makalede, 30 Mart 2014 yerel seçimleri özelinde iktidar partisi ile Gülen Cemaati dahil muhalefet arasındaki siyasal ilişkinin, korku siyaseti dolayımıyla bir tür düşmanlaştırma stratejisine dönüşümü üzerine odaklanılmıştır. 
Bir yandan iktidarın gücünü tahkim eden, diğer yandan toplumu yönetilebilir itaatkâr bir kitleye dönüştüren korku siyasetinin, yerel seçim sürecinde siyaseti ve siyasal mücadeleyi kavrama biçimini nasıl etkilediği irdelenmiştir. Bu maksatla AKP lideri Erdoğan.ın tüm miting konuşmaları ile seçim beyannamesi tanıtım toplantısı ve balkon konuşması metinleri üzerinden söylemsel bir 
okuma yapılmış; muhalefeti ahlaken ve siyaseten mahkûm eden korku siyasetinin, siyasal mücadeleyi iktidar- muhalefet ilişkisinden çıkartıp dost-düşman ilişkisine dönüştüren niteliği sorgulanmaya çalışılmıştır. 

Anahtar Sözcükler: Korku Siyaseti, Komplo Teorisi, AKP, Gülen Cemaati, Günah Keçisi 


Yerel Seçimler Ulusal Düşmanlar 

Giriş 

İnsanlığın tarihi kadar eski olan korku, insani yaşamın güvencesizliğinin 
altını çizen bir kavramdır. Öyle ki ölümden tanrılara, siyasal güçten yabancılara 
ve hatta bilinmeyen her türlü şeye karşı korku duyulur (Podunavaz, 2002). 
Modern çağda insanı çepeçevre kuşatarak adeta ayrı bir dünya haline gelen 
korku, beraberinde aklı tutsak alan bir duyguya dönüşür. Çünkü o, eskiden 
olduğu gibi belirli bir zaman dilimi, sınırlı bir bölge ve tanımlanabilir olaylarla 
(savaşlar, kıtlıklar ve salgın hastalıklar vb.) ilgili bir fenomen değildir. Bireyi 
ciddi anlamda stres dolu bir klostrofobiye mahkûm eden dünya, bulaşıcı borsa 
krizleri, maskeli terörizm, yaygın bulaşıcı hastalıklar gibi korku kaynaklarıyla 
çok daha sınırlı, doygun ve küçülmüş bir haldedir. Bir anlamda panik hali 
etrafımızı sararken, dünya, korkunun ta kendisi olup çıkmıştır (Virilio, 2012: 
14). İnsan doğasındaki bu en büyük zaaf olan korkuyu kontrol etmek ve 
yönetmek ise, siyasal iktidara, varoluşunu meşrulaştırma ve sürekli kılma gücü 
verir (Çetin, 2012: 77). Egemen lehine sonuç üreten bir siyasete yol açan korku 
halinde, bazı kimlikler ötekiliğe mahkûm edilerek bizliği oluşturan iç gruptan 
dışlanır. Böylece öteki, “bizde var olan tüm gizil korkuların öznesi” 
(Yanıkkaya, 2009: 27) haline gelir. O nedenle biz ve öteki, basitçe iki farklı 
insan topluluğuna işaret etmez, “bütünüyle farklı iki tutum arasındaki, duygusal 
bağlanma ve antipati, güven ve kuşku, güvenlik ve korku, işbirliği ve çekişme 
arasındaki ayrımı temsil eder” (Bauman, 2006: 51). Böylesi bir ayrım sonrasında gerek iç gerekse dış grup kendi içinde homojenleştirilerek, biz ve öteki arasına abartılı bir mesafe ve farklılık konulur. Korkuyu tetikleyecek bir ötekilik söz konusu olmasa bile, bizatihi korkunun kendisi potansiyel bir tehdit nedenidir (Massumi, 2005: 41). Zira aslonan, korkunun yaratacağı tehdit algısıdır. 
Ötekinin, tehdit algısı üzerinden kavranışı bütünüyle kurgusal olduğundan, 
korku tamamıyla gerçeklikten kopuk biçimde icat edilebileceği gibi, gerçeklik 
abartılarak ya da sadece belli bir yönü ön plana çıkartılarak da üretilebilir 
(Zizek, 1996: 68). Ötekiliğe hapsedilen farklı gruplar, bu yönüyle, iktidarın 


toplum katında denetim ve kontrol ilişkisini sağlam bir biçimde kurabilmesi 
için elzemdir. Çünkü öteki; günah keçisi kılınacak, dışlanacak, şeytanlaş tırılacak, insandışılaştırılacak ve türlü kötülükler ile korkunun 
kaynağına yerleştirilecek olan kimliğin taşıyıcısıdır. 

Öteki ile birlikte anılan kötülük genelde mutlaklaştırılıp özcü bir kavrayış la okunduğu için, aktörler de bunun sonucunda mutlak iyi ve kötü kategorilerine hapsedilir. Korkuyu üreten iktidar ise kendini, “mutlak kötülüklere” ve kötülere karşı, “toplumun koruyucusu ve yöneticisi” (Çetin, 2012: 31) olarak betimler. 

Başka bir deyişle egemen, kendi iktidarına süreklilik kazandıracak olan tehlike, korku ve tehditleri ötekine duyulan korku üzerine inşa eder. Böylece mutlak iyi(lik) ve kötü(lük) üzerinden kimliklendirilen gruplar arasında bir karşılaştırma ya gidilerek, iyilikle hemhal kılınan ve bizliği gösteren iç grubun, aşağı konuma yerleştirilen öteki karşısındaki üst(ün)lüğünü iddia etmek mümkün olabilecektir. Haz yaratıcı bir eylem olarak “başkalarını alçaltırken kendimizi yükselt”mek ve mutlaklaştırarak ele almak “değerleri bakımından farklı, iki karşıt türün varlığının doğal ve kaçınılmaz olduğu”nu varsayar. “İyi olan neyse, kötüyle karşılaştırılmak için vardır” (Canetti, 2006: 299-300). Fakat neyin iyi neyin kötü olduğuna egemen karar verir. 

Korku, günümüz toplumsal yapılanmalarında (gettoları, etrafı çevrili 
güvenlikli siteleri, cemaatçi yapıları ile) kendi nefret kültürünü de yaratır. 
Çünkü onun, ırkçılık ve ötekiyi reddetmeyle doğrudan bir ilişkisi bulunur ve her 
zaman ötekini dışlamak/kovmak için bir gerekçe vardır (Virilio, 2012: 58). O 
nedenle egemenin izleyeceği korku siyaseti, iç ve dış düşman korkusu 
dolayımıyla sürekliliği olan bir komplo ve teyakkuz hali yaratır. Toplum, korku 
dolayımıyla neye karşı müteyakkız olması gerektiğini bilir. Çünkü korku, 
kültürel olarak çocukluk çağından itibaren öğrenilir ve korku nesnesi olarak 
kurgulananların da etkisiz kılınması gerektiği düşüncesi içselleştirilir. Korku 
nesnesi olarak tanımlanan kimliklerse, baskıcı-ayrımcı bir iktidar işleyişinin 
alanı haline gelir. Korku kurgusu, siyasal söylemin olağan bir parçası 
kılındıkça, iktidar alanı da o nispette korkunun kaynağına yerleştirilenler 
üzerinden tanımlanır (Aktay, 2011: 10). Fakat iktidar adına “kurucu, koruyucu, 
düzenleyici, motive edici, biçimlendirici ve meşrulaştırıcı bir işlev”e dönüşen 
korku siyaseti, beraberinde siyasetin içinin boşaltılmasına (Çetin, 2012: 74) da 
vesile olur. Çünkü iktidar dolayımıyla kurgulanan korku, bir yandan 
kendilerinden korkulanlara karşı gizem, müphemlik ve kaygı halini artırırken, 
diğer yandan bunu bastırması ve yok etmesi gereken egemenin iktidar gücünü 
baskınlaştırır (Aktay, 2011: 11). Kısacası toplum, korkunun inşasıyla birlikte koruyucu ve kurtarıcılara muhtaç bırakılır. 
Çünkü böylesi bir korku, toplumsal yapıdaki temel çelişkilerin üzerini örten, türlü sorunların çözümlerini erteleyen ya da çok daha büyük sorunlar olduğu yanılgısı üretebilen söylemsel bir araçtır (Kerestecioğlu, 2014: 35). 


Ötekilik hali tam da bu noktada korku ile doğrudan ilişkilidir. Zira öteki, 
bir “haşere” gibidir; “derinlere kök salan korkuları, nefret ve tiksintileri” 
(Bauman, 2003: 68) harekete geçirendir. Bilhassa şeytansılaştırılan ötekinden 
gelebilecek saldırı veya tehdit algısı/kuşkusu, aslında korku ve endişe temelinde 
bizi bir arada tutmak adına son derece işlevseldir. Kurgusal olarak yeniden 
canlandırılan korku, sübjektif içeriği bağlamında bir yaşam biçimine dönüşür 
(Massumi, 2005: 41). Üstelik bu kurgusallıkta gelecek, etkili bir söylem ile 
doğrudan bugüne bağlanır, bugünün içine taşınır (Massumi, 2005: 36). Bugün 
ise ancak geçmiş dolayımıyla anlamlandırılır. Çünkü korkunun yaratacağı 
duygular algıları kuşattığında, o algılar bütünüyle bellekte içselleştirilir. 

Böylece geçmişteki olayları/anıları hatırlatıcı anlatı, kendi öznel kayıtlarının 
açtığı yolda ilerleyerek kendine hedefler tayin eder. Anlatıya yüklenecek 
dalgalı bir duygusal içerik bu nedenle elzemdir (Massumi, 2005: 38-39). 
Kısacası geçmiş ile gelecek arasındaki rabıta, bugünün açık ve ciddi bir tehdit 
altında yaşanıldığına dair kurgu üzerine inşa edilir. Sonuç, korku siyasetinin 
pervasız biçimde uygulanmasıyla, politik açıdan güç istencinin giderek 
somutlaşmasıdır. Aslında siyasal düzen, aktif ve pasif korkuların zaman 
içerisinde insani ve medeni bir hal almasıyla şekillenmiştir. Fakat düzen 
kavramı, egemenin zihninde, meşruiyetin tanımlanmış ve kabul edilmiş ilkeleri 
çerçevesinde bu korkuları koruya gelmiştir. Kaldı ki meşruiyet ilkelerinin 
gerçek doğası da, iktidar ile toplum arasında var olan gizemli ve karşılıklı 
korkuyu def etmek üzerine kuruludur (Podunavaz, 2002). Böylesi bir korkunun 
kurgulanabilmesi için ise tehdit algısının üretimi kaçınılmazdır. Fakat tehdit 
elle tutulur somut bir karşılığa sahip olmak zorunda değildir, hatta bütünüyle 
sanaldır da (Massumi, 2005: 36). Bu, Hobbes.un, devletin doğasının korku 
üzerine kurulu olması gerektiğini içeren argümantasyonu anlamamızı 
kolaylaştıracak bir noktadır. Diğer bir deyişle korku, yanlış ve dehşetli bir 
gerçeklik dayatan kamu gücüne dönüştüğünde devletin varlığını düşünmek 
kaçınılmaz hale gelir (Virilio, 2012: 17). 
Ancak devletin bir tür Korku Hükümranlığı kurabilmesi için de korku boşluğu/uzamı yaratabilmesi gerekir (Massumi, 1993: 18). Eğer devlet, aynı anda bütün insanları tehdit ve korku algısı altında tutamaz ise bir kaos/savaş hali söz konusu olacaktır. Terör ya da geniş tabanlı sosyal hareketleri güvenlik zaafiyeti üzerinden okuyan modern devletin, güvenlikçi bir dil geliştirmesini ve yaşanılan an.ın/mekan.ın son derece güvensiz bir yer olduğu mesajını sürekli olarak yenilemesini bu bağlamda değerlendirmek olasıdır. Bu mesajın yerleşik bir imgeye dönüşmesi nispetinde, korku ve güvensizliğin kalıcı ve kapsayıcı bir koda dönüşeceği; bu koşullarda izlenen korku siyasetinin ise siyasal sorunlara siyasal alan ve siyasal olan dışında çözümler üreteceği beklenebilir. 

Korku siyaseti aynı zamanda, hemen her şeyi müphemliğe tahvil edeceğin den kimin dost kimin düşman olduğu kesin olarak ayırt edilemez. 


Özellikle dost bildiklerimizin bir anda düşman kimliğiyle belirme ihtimali 
rahatsız edici bir toplum psikolojisi yaratır ve siyasal sistemdeki güven 
ilişkisini yaralar. Böylesi bir toplumsal haleti ruhiye, siyasal alanın bütünüyle 
savaş alanı olarak kavranmasını kolaylaştırıcı rol oynayacaktır. Çünkü 
korkunun kaynağı olarak kodlanan öteki/düşman, tüm sistemi tehdit eden bir 
aktör olarak anlamlandırıldığı için, egemen söylem tarafından “kötülenir, 
lanetlenir ve marjinalleştirilir”. Bu çerçevede ötekileştirilenlere isnat edilen ve 
kötülükle özdeşleştirilen kimlik, ötekiyi inşa edenleri “kendilerini, saf olarak 
değerlendirebilecekleri bir konuma” (Goffman, 2014: 189) yerleştirir. Kurgusal 
olarak üretilen yoğun ve yaygın tehdit/tehlike korkusu aynı zamanda iktidarın 
“temel haklar ve özgürlükler konusundaki sınırlama ve kısıtlamalarına 
meşruiyet kazandırmak ve kendi beceriksizlikleri ile doğan kötülükleri ve 
olumsuzlukları mazur göstermek” adına da işlevseldir (Çetin, 2012: 31). 
Böylece korku hali hem güç kullanımını meşrulaştırır, hem de ortaya çıkan 
kaosu daha da büyüterek, korkuyu insanları itaate zorlayan bir tür terbiye 
aracına dönüştürür. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***


Nazli Ilicak ı Tanıyalım


Nazli Ilicak ı Tanıyalım





NAZLI ILICAK’i  tam taniyalim……


Başına bağladığı türbanla tv ekranlarına çıkmasından, andıçlanmasına, evliliği dolayısıyla basın dünyasına adım atmasından, milletvekilliğine kadar çok renkli hayatı olan bir insan Nazlı ILICAK

Ancak Nazlı ILICAK'ın hayatında yaşadıkları kadar renkli bir kişilik daha var; Sabetaycı olan annesi İhsan KAPANLI.

Gazeteci Leyla UMAR anlatıyor;

Tercüman Gazetesi hiçbir zaman kendime yakın hissettiğim bir gazete olmamıştı. Ve o nedenle bir gün Kemal Ilıcak beni bizzat arayıp Boğaz'da bir yat gezisine davet edince doğrusu şaşırmıştım. Churchill'in eşinden Onassis'in yatında terslendiğim gün beni kurtaran
ve ölünceye kadar en yakın dostlarımdan biri olan Lady Barrows âşık olduğu İstanbul'a tatile 2 yılda bir gelirdi. O haftayı bizde geçirdiği için Kemal Ilıcak nezaketen beni de davet etmişti......
Türkiye'de Barrows'lardan önce elçilik yapan Sir Kelly'nin hayli yaşlı eşi Lady Kelly de Türkiye'nin en renkli büyükelçilerinden Muharrem Nuri Birgi'nin Salacak'taki yalısında kalıyordu. Hep birlikte "Nazlı" adlı motora bindik. Nazlı'nın annesi İhsan Hanım eski dostları iki sefireyi ağırlarken Nazlı'ya niçin kızdığını anlayamadığım bir nedenle Kemal Ilıcak birdenbire bana herkesin duyabileceği yüksek sesle; "Bakın, Leylâ Hanım ben nasıl İstanbul'a geldiğimden başlayım" diyerek Amasya'nın bir köyünde, eşek sırtında dolaşırken istanbul'da Sanat Okulu'nu bitirdikten sonra Gece Postası Gazetesi'nde çalıştığım v.s. anlattıktan sonra: "Tercüman'ın sahibi olunca itibarım arttı. Bir gün İhsan Hanım beni arayıp evine davet etti. Kızı Nazlı'nın mutsuz, kısa evliliğini bitirdiğini, benim damadı olmamdan duyacağı mutluluğu dile getirdi." Kemal Ilıcak'ın Nazlı ile annesinin ısrarıyla evlenmesini ve pişmanlığını Türkçeyi çok iyi bilen iki İngiliz sefiresi ve Muharrem Nuri Birgi dinledikçe dehşete düşüyorlardı. Nazlı da sürekli ağlıyordu. O gün tanışmama rağmen Kemal Bey'in kulağına eğilip daha fazla  konuşmamasını rica ediyordum. O büsbütün yüksek sesle, "Bırakın, içimi boşaltayım" diyordu. Bir ara İhsan Hanım'ın kulağına; "Lütfen araya girin, bu duruma bir son verin, Nazlı'nın durumunu görmüyor musunuz" diyordum. İhsan Hanım benim telaşımı: "Siz aldırmayın; karı koca kavgası yatak odasında biter" diyerek yatıştırmaya çalışıyordu.(1)
Buraya kadar güzel ama Nazlı ILICAK'ın annesi İhsan ÇAVUŞOĞLU'nun neresi önemli diyebilirsiniz. Peşinen cevabımızı verelim;soyu. Evet yanlış okumadınız soyu.Çünki İhsan hanım israiloğullarından/Sabetaycı bir ailenin kızı.İsterseniz biraz açalım ve Türkiye'nin demokrasi havarisi Nazlı ILICAK'ın akrabalarını biraz tanıyalım.
Muammer ÇAVUŞOĞLU: Babası. 1954 yılında DP listesinden A.MENDERES tarafından İzmir milletvekili yapıldı. Muammer bey bu milletvekilliğini Adnan MENDERES ile olan akrabalığına borçluydu. Ancak meclisteki tek akrabası MENDERES değildi.(2)
Osman KAPANİ: İzmir milletvekili. Osman KAPANİ Muammer beyin meclisteki
akrabalarından biriydi.Akrabalığı İhsan hanımın akrabası olmasından kaynaklanıyordu.İhsan hanım KAPANLI'ların kızıydı. Osman KAPANİ Demokrat Partinin Devlet Bakanlığınıda yaptı.(2)
Turhan KAPANLI: İzmir milletvekili ve bakan.Turhan KAPANLI 1965-1969 yılları arasında Tarım Bakanı, 1969-1971 yılları arasında Köyişleri Bakanı, 1977 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 1977-1978 yılları arasında ise Milli Savunma Bakanlığı görevlerinde
bulundu.Turhan KAPANLI çalıştığı bütün bakanlıklarda dönmelerin yükselmesini sağladı. İhsan KAPANLI'nın ağabeyi, yani Osman KAPANİ'nin kayınçosu, yani Nazlı ILICAK'ın dayısıdır.(2)
Ömer ÇAVUŞOĞLU:İşadamı. FenerBahçe Spor Klubünün eski yöneticisi. Nazlı ILICAK'ın kardeşi.
Dikkatinizi çektiyse hep bir KAPANİ/KAPANLI adı geçiyor. Peki kim bu KAPANİ ve KAPANLI'lar.İsterseniz biraz daha açalım.
Her şey 17. yüzyılda ortaya çıkan ve mesih olduğunu iddia eden Sabetay SEVİ adlı bir hahamla başladı.Sabetay Sevi (1622-1676) İzmirli bir yahudiydi. Kabbala mistisizmine büyük ilgi duydu. Mesih olduğunu bildirdi. 1660'larda bu açıklama üzerine Avrupa'nın her yerinden yahudiler heyecanla gözlerini İzmir'e diktiler. Yahudi dünyasının bu müjdeyle altüst oluşunu, Claude Gutman ''İzmir'in Çılgın Dedikoduları'' (Çev: Meral Gaspıralı, Cep Yay., 1994) adlı romanında anlatıyor. Ancak Osmanlı yönetimi işe el koydu; Sabetay Sevi'yi müslüman olmaya zorladı. Sevi müslümanlığı kabul etti, yahudiler ondan yüz çevirdiler, ancak
bazı aileler ona inanmayı sürdürdü ve onunla birlikte sürgüne gitti. O günden sonra ''dönme'' denilen bu cemaat Selanik ve İzmir gibi Türk şehirlerinde yüzyıllarca yaşadı. Sabetay'ın ölümü ile birlikte Kapancılar, Yakubiler, Karakaşlar adıyla üç ayrı gruba bölündüler.(3)
Her üç grupta iç evlenmelerle bütünlüklerini korumayı başarsalarda 20. yüzyılında başından itibaren dış evlilikler yapmaya başladılar. 1934 yılında çıkan soyadı kanunun ile birlikte her üç grup mensupları arasında kökeninden utanan yada tanınmak istemeyenler farklı soyisimleri alırken etnik şuurunu yitirmeden saklamak yanlısı olan aileler ise kendi gruplarının adını soyadı olarak aldılar.İşte adını andığımız KAPANİ ve KAPANLI'LARDA bunlardandı. Yani Sabetaycı Yahudi dönmelerinin KAPANCI grubundan. Peki ama ÇAVUŞOĞLU soyadı nereden geliyor diyorsanız oda Muammer beyin soyadı. Yani İhsan KAPANLI'nın evlilik yoluyla elde ettiği soyadı. Nazlı hanımın taşıdığı ILICAK soyadı ise eski eşi Kemal beyin soyadı. Halen inanmakta zorluk çekiyorsanız Nazlı hanıma sorabilirsiniz.

KAYNAKLAR:

(1)_Leyla UMAR_Vatan Gazetesi_03.03.2003
(2)_Soner YALÇIN_Efendi_DoğanKitapAŞ._2005_55.Baskı
(3)_Ilgaz ZORLU_Evet Ben Selanikliyim_2004
Kaynak:Turkistan Öztürk"

Nazlı İlicak hanimi her aksam farkli bir tv kanalinda izlediginizde, 65 yasini gecmis, ama estetik girisimlerle gerilmis yuzuyle yasindan cok daha genc gosterdigi fark edersiniz. Tanimadigimiz, gormedigimiz usta estetik cerrahinin yetenekli ellerinde ya da bicaginin ucunda genclesmenin devrimini yapmis karsi devrimci Nazli hanim. Yuzu guzel mi guzel olmus olmasina da, ancak yine de eksik olan bir seyler var. Eksik olani bulmaya calismak icin dikkatlice bakinca, bir seyler hissediliyor, ama bir sey görünmüyor……
Nazlı hanimin basin hayatina girisi cok ilginc, mutlu bir evlilik sonucu once basyazar oluyor, sonra da coluk cocuga karisiyor. 1969 yılında Tercuman Gazetesi sahibi Kemal İlicak ile yaptigi mutlu evlilikle gelen basyazarlik. Oyle kolay basyazar olunmaz bu memlekette, ama “nazli ve sirin olunca” olunabilir, oldu da zaten…

Peki Nazlı hanim basyazar oldu da ne oldu demeyin sakin. Cok seyler oldu, cok. Nazli hanimin basyazarligini yaptigi Tercuman Gazetesi Rauf Tamer, Ergun Goze, Guneri Civaoglu, Yavuz Donat, Taha Akyol dan olusan yazar takimiyla 1961 Anayasasi nin kisitlanmasi gerektigini anlattilar yillarca, amerikaseverlikle dolu yazilar yazdilar, amerikasevmezlere kin kustular, “askeri goreve davet” ettiler. 1971 ve 1980 askeri darbelerinin hazirlanmasinda, ilaninda ve surdurulmesinde onemli katkilar olusturdular. 1980 darbesini takip eden gunlerde Nazli hanim “bu bir darbe degildir” diyerek demokrasiye bagliligini kamuoyuna duyuracakti TRT 1 in siyah beyaz ekranlarinda, henuz estetik cerrahin bicak darbeleriyle tanismamıs guzel ama bir seyler eksik yuzuyle…

Darbelerin manidar destekcisi Nazli hanim son gunlerde demokrasi havarisi olarak dolasiyor tv kanallarini; mum isigi, ay isigi, gunes isigi, cekic, keser, pense, balyoz…. tum darbe girisimlerine karsi, anayasanin demokratikleştirilmesini, darbe tehditlerinin sona erdirilmesini istiyor. Kendini bildi bileli darbelere karşı oldugunu, demokrasiyle yatip demokrasiyle kalktigini anlatiyor. Nazli hanimin son söylediginin dogruluguna kanit gerekmez,  demokrasinin yatila kalkila geldigi “ahval” ortada.

Balyoz planina da cok kizmis Nazli hanim, ismini sakincalilar listesinde gorunce biraz da korkudan olsa gerek ataga kalkmis, yanina bizim eskimis, eskiyince de “saglasarak” yenilenmiş solculari almis. Mehmet Altan, Cengiz Candar, Ali Bayramoglu, Perihan Magden vs. dusmusler Nazli hanimin pesine, en onde estetik guzeli Nazli hanim, arkasinda bizimkiler! kosturmuslar Besiktas Adliyesine.

Balyoz planina da, tum yapilmis ve yapilmasi olasi darbelere de, sivil dikta ozlemleri icinde kivranan Akp ye de; gecmis yillarda askeri darbelerin, son yillarda Akp nin destekcisi ABD ye de karsi olmaktir demokrat olabilmenin asgari kosulu. Oysa amerikasever Nazli hanim gecmiş yillarda sola karsi yapilmis askeri darbelerin destekcisi, katliamlarin alkislayicisi olmus, demokratlik gelmemistir aklina. Amerikasever Nazli hanim bugunun kosullarinda ABD askeri darbe istemedigi icin karsidir darbelere, demokrat oldugu için degil. Nazli hanimin estetik guzeli yuzundeki eksiklik demokratliktir, demokratlik olmayinca da yuzsuzdur o estetik guzeli yuz. Ya pesindeki eskimis solcular; onlar da yuzsuzun pesine takilmanin acikli resmi olabilirler ancak…


***

29 Ocak 2017 Pazar

Neşe Öğretmenim...


Neşe Öğretmenim...




24.11.2013
...Neşe “bayrağımın dalgalandığı her yere giderim. Ben gitmesem o gitmese oraları kim aydınlatacak. O insanlara kim doğruyu yanlışı gösterecek,onları kim eğitecek. Karanlıklar yerini başka türlü nasıl ışığa bırakacak” diyor da başka bir şey demiyordu.
Neşe’nin ailesi anlamıştı kızlarının vazgeçmeyeceğini. O, küçüklüğünden beri idealistti zaten. Yapacak bir şey yoktu. Ama babası, “Seni yaban ellerde yalnız başına bırakamam o zaman ben de seninle geliyorum” demişti.
Böylece baba kız Tekirdağ’dan Diyarbakır’a, oradan da Bismil’e gitmek için yola çıktılar.
İlçeye geldiklerinde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden nokta tayinin teröre müzahir bir bölge olan Çavuşlu köyüne çıktığını öğreneceklerdi. Baba biraz tedirgin olsa da Neşe’nin mutluluğundan hiçbir şey eksilmedi. Hemen ertesi gün köye hareket ettiler.
Köye ulaşır ulaşmaz, Neşe merakla hemen görev yapacağı okula gitti. Zaten oturacağı lojman da okulun bitişiğindeydi
Ancak okulun hali içler acısıydı. Camlar ve sıralar kırılmış, duvarlar yıllarca boya görmemişti. Neşe çok iyi bir okul göreceğini ummasa da bu kadarını tahmin etmemişti. Ama moralini bozmadı.


***

Takvimler, 1993 yılının 26 Ekim’ini göstermektedir. Neşe öğretmen yorgun argın gelir okuldan. Babası ile biraz hoşbeş ettikten sonra program defterine ertesi gün yapacağı dersleri yazar.
Hava iyice kararmıştır. Dışarıda köpek ulumaları ve rüzgarın sesinden kapının vurulduğunu başlangıçta duymazlar.
Sertçe vurulmaya devam edince duyarlar ve baba kapıya seyirtir, “Kim o” diye seslenir. “Açın köydeniz, hoca hanımla bir konu görüşeceğiz” derler kapıyı çalanlar. Baba tereddüt etse de yanına gelen Neşe, belki köyde bir sorun olmuştur, bizden yardım istemeye gelmişlerdir düşüncesiyle “Çekinmeye gerek yok, açalım babacığım” der ve kapıyı açar.
Açar açmaz da iki yarasayı silahları ile karşılarında bulurlar. “Dışarı çıkın” der biraz daha öndeki yarasa, oldukça düzgün bir şiveyle. Neşe, içinden “Bunlar terörist herhalde, ama bize hitap eden Türkçeyi iyi konuşan, tahsilli biri demek ki, onun da benim gibi öğretmeni olmuştur. Onun için bize bir şey yapmazlar, propaganda yapıp gideceklerdir” diye geçirir içinden. İşin en olumlu tarafından bakmaya çalışmaktadır. Ama hiç de umduğu gibi olmayacaktır...
O tam bunları düşünürken, Türkçeyi iyi konuşan muhtemelen tahsil görmüş terörist, babasına bir tokat atacaktır, “Biz kamuoyuna açıklama yapmadık mı, faşist TC’nin hiçbir öğretmenini, önderliğin talimatları doğrultusunda Kürdistan’a sokmayacağız, gelecek olanlar biletlerini iptal ettirsin demedik mi ulan!” diyerek.
Yaşlı adamcağız ne olduğunu anlamadan yere kapaklanır. Burnundan kan akmaya başlamıştır. Neşe, babasını o durumda görünce bağırmaya başlar. Köylüler belki yardıma gelir diye bir umutla “Benden ne istiyorsunuz. Buradaki çocukları eğitmekten başka bir amaç ve düşüncem yok” diye avazı çıktığı kadar haykırmaktadır.
Pis pis sırıtır öndeki yarasa: “Sus kaltak, boşuna bağırma burada sana yardım edecek kimse çıkmaz, çıkamaz. Onun için biraz sonra vereceğin nefesini tüketme ve bizimle gel.”
“Hayır, gelmeyeceğim, öldürecekseniz, ışık olmaya çalıştığım okulumun bahçesi benim mezarım olsun!” diye haykırır Neşe yine bütün gücüyle. Ama artık köylülerden umudunu kesmiştir.
Bu arada baba doğrulmuştur. “Yapmayın der, beni öldürün ama kızıma bir şey yapmayın. Bakın daha ömrünün baharında, ölmesi için çok erken. Hem o size ne yaptı ki, elinde silah yok sadece kalemi var. Ne olur ona kıymayın” diye merhamet dilemek ister, ama zalimden asla merhamet dilenmeyeceğini biraz sonra anlayacaktır...
Arkadaki yarasa beklenmedik bir şekilde birden silahın namlusunu babanın kafasına dayar ve tetiğe basar. Boğuk bir ses çıkar adamcağızdan.
Neşe donmuş kalmıştır. Tekrar bağırmak ister, ama sesi dahi çıkmaz, kendini olduğu gibi yere bırakır.Yarasalar üç kişi olurlar. Birisi saçlarından çekmeye başlar. Neşe, yarı baygın haldedir. Bu arada zaman zaman tekme ve dipçik darbeleri o incecik bedenine inmektedir.
Köyün hemen çıkışında küçük bir tepe vardır. Oraya kadar sürüyerek getiriler onu. Üstündeki elbise parça parça olmuştur. Bedeni sefil yaratıkların gözleri önündedir. Bu arada iki yarasa daha gelmiş ve beş kişi olmuşlardır.
Sonradan gelen yarasa kaleşinikofunu seriye alır ve yerde gözleri açık ama öylesine umarsız ve tepkisiz yatan Neşe öğretmeninin sağ göğsünün üstüne dayar, arsızca bakar narin bedenine ve tetiği çeker...
Beş mermi birden Neşe’nin sevgi dolu göğsünü parçalamaya yetmiştir. Neşe’nin hiç sesi çıkmamıştır Hakka yürürken. Neşe yoktur artık.
Yarasalar tatmin olmamıştır, “Diğer göğsünün de hakkını verelim” der sonradan gelen yarasa. Aynı işlemi cansız bedenin diğer göğsüne de tekrarlar. Ailesinin üzerine titreyip kıyamadığı Neşe’ye kıymışlar, elbiseleriyle beraber vücudunu da lime lime etmişlerdir...
(Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel’in, Sırtlan Pususu adlı kitabından)



***



Yurdumu bu yarasaların ve yandaşları çakalların pis ellerine teslim etmemek için sizlere her zamankinden daha fazla yük düşüyor.
Ellerinizden öperim öğretmenim...


Kaynak: Neşe öğretmenim... - Ahmet TAKAN

***

İRAN, IRAK, ABD ve HAÇLI ZİHNİYET!




İRAN, IRAK, ABD ve HAÇLI ZİHNİYET!


Nurullah AYDIN,
Ankara


Dünya’da gündemde olan konular çok farklı Türkiye’de daha da farklı. Kuşkusuz bunda Türk medyasının, aydınlarının, akademisyenlerin ilgi alanlarındaki farklılık yatmaktadır.
Bakın deprem sonarsı yardım adıyla Haiti’yi ABD’nin işgal ettiğini Fransa ileri sürüyor ve BM başvuruyor. ABD’de Obama yapılan seçimi kaybediyor. Çinliler ise hayat kadınlarına memurlardan fazla güveniyormuş. Moğolistan 20 bin Türk erkeği istiyormuş.
ABD’liler ise Irak'a Haçlı seferine gitmişler! Silahlarda İncil’den işaretler varmış.
ABD’nin Irak işgalinin kayda değer kısmını özel güvenlikçilere devretmesinin sonucunda bir dizi sivil katliama imza atan Blacwater şirketine açılan davada iki eski çalışan tüyler ürpertici ifadeler verdi. Irak hükümetinin 2007’de ülkeden çıkması talimatı verdiği ve 2009’de lisansını uzatmayı reddettiği, buna rağmen ABD Dışişleri Bakanlığı ile bazı sözleşmeleri süren ve faaliyetlerini artık Xe adı altında devam ettiren şirkete açılan davada, Blackwater’ın kurucusu ve eski yöneticisi Erik Prince’in Haçlı zihniyetiyle hareket ettiği dile getirildi.
‘Tapınak şövalyeleri’
Yakınları öldürülen 60 Iraklı adına Amerika’da açılan davada, hafta başında biri deniz piyadeliği yapmış iki eski çalışan kimlikleri açığa çıkarsa hayatları tehlikeye girebileceği için takma isimle çarpıcı ifadeler verdi. Tanıklardan biri, Prince’in kendini ‘Müslümanları ve İslam dinini yeryüzünden silmekle görevli bir Haçlı olarak gördüğünü’ söylüyor. Prince’in Irak’a kasten kendisi gibi Hıristiyanlığın üstünlüğüne inanan elemanları gönderdiğini aktaran tanık, “Bu adamların Iraklıları öldürmek için her fırsatı kullanmasını istiyordu. Bunların çoğu Haçlı Seferlerinde Müslümanlara karşı savaşmış Tapınak Şövalyeleri’nin işaretlerini kullanıyordu. Çalışanlar sürekli ırkçı ve aşağılayıcı ifadeler kullanırdı” diyor.
Prince’in şirketlerinin Iraklıların canlarının alınmasını teşvik etmekle kalmayıp ödüllendirdiğini de söyleyen tanık, edindiği bilgilere dayanarak, Prince’in Blackwater hakkındaki soruşturmayı yürüten federal yetkililerle işbirliği yapan ya da yapmaya hazırlanan çalışanları öldürttüğünü de iddia ediyor..
Blackwater korumalarının öldürdükleri Iraklılarla böbürlendiklerini, zihinsel dengeyi değiştiren ilaçlar ve steroidler kullandıklarını, çocuk fahişelerle birlikte olduklarını da anlatan tanıklar, aşırı güç kullanılan olayların videoya kaydedildiğini, akşam izlendikten sonra silindiği, Prince ile diğer yöneticilerin suç isnad eden video, e-posta ve belgelerin tümünü yok ettiklerini, suç içeren eylemlerini ABD Dışişleri’nden sakladıklarını belirtiyor..
Prince; Irak’a kaçak silah sokmakla, adamlarına Iraklılara en büyük zararı verecek yasadışı patlayıcı mermiler kullandırmakla, haraç kesmik ve vergi kaçırmakla da suçlanıyor.
Şirket ise suçlamaları reddediyor tabi. Daha önce Avrupa Parlamentosu Blackwater’ın Tapınak Şovalyeleri ile aynı dönemde faaliyet gösteren Papa’ya bağlı Malta (st. John) Şövalyeleri ile bağlantılarına dair rapor hazırlamış, Jeremy Scahill’in 2007’de yayımlanan kitabında da Blackwater’ın yöneticilerinin kendilerini zamanımızın Haçlıları sanan Hıristiyan fanatikler olduğu aktarılmıştı. (Times)
1 milyon Iraklının ölüsünün hesabını vermeliler
Irak işgalinden medet uman, ona destek çıkan, ona işbirliği yapan, yeterince işbirliği yapamadığı için yıllardır dertlenen her kesim gece yataklarında uykuya dalmadan önce öldürülen 1 milyon insanın, gasp edilen dünyanın en köklü insan medeniyeti izlerinin, talan edilen doğal kaynaklarının ve nefrete sürüklenen toplumlarının hesabını vermeliler... Tabii içlerinde biraz insanlık kalmışsa... Sahip oldukları ideoloji, savundukları siyaset,  fikirlerini ve vicdanlarını körleştirmediyse...
Peki bu vahşi batının katillerine kim destek vermişti?
Hatırlayalım; RTE Newyork Times gazetesine yazdığı mektupta ABD askerlerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için duacıyız derken, AG; Amerikalıların, demokrasi ve insan hakları için kendilerini feda ettiklerini ifade etmişti.  Bu açıklamalarla da ülkenin yönetiminde ABD desteği ile oturmalarını güvence altına almışlardı.
Başka; Suudiler. Hani AB’ne de Arabistan’a da aynı mesafedeyiz deniliyor ya! Osmanlıya ait bir şey bırakmayan Suudiler, kimlerin dostu kimlerin düşmanı!
Irak’ işgalinde her şeyiyle ABD’nin yanında yer alan Suudiler İran operasyonunda olacaklar gibi! Ya körfez ülkeleri? Onlar da Irak işgalinde olduğu gibi ABD’nin yanında!
RTE’nin Suudi, Katar ziyareti, AG’nin körfez, Hindistan, Bengladeş ziyareti TBMM başkanın körfez ziyareti neden dersiniz?

Günün Sözü: Başkalarının icazeti ile yönetenlerin akibeti, tarih sayfalarında ibretle yer alır.


***

AB’NİN TÜRKİYE TAKINTISI!


AB’NİN TÜRKİYE TAKINTISI!



Nurullah AYDIN,
Ankara

Avrupa Birliği sürekli bir konuya takılıyor ve onu gündeme getiriyor ve istediği gibi düzenleme yapılmasını sağlıyor. Her konu raporda yer alıyor
Türk tarihi, Atatürk, Türk ordusu takıntısını sık sık gündeme getiriyorlar.
Şimdi de bayrağa taktılar!
Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Avrupa Birliğinin (AB) Beşparmak Dağları'nda bulunan KKTC ve Türkiye bayraklarının "çevreye zarar verip vermediği" ile ilgili araştırma başlatacağını söyledi.
Rum Fileleftheros gazetesinin haberine göre, Avrupa Parlamentosundaki (AP) Rum milletvekillerinden Antigoni Papadopulu'nun yazılı sorusunu yanıtlayan Rehn, ''Rum tarafının bu konudaki hassasiyetini anladığını ve konunun ivedilikle araştırılacağını'' belirtti.
Rehn, ''Avrupa Komisyonu, Beşparmak Dağları'ndaki bayrağın tahrik edici olup olmadığına veya verdiği siyasi mesaja önem vermemektedir. Komisyon sadece işin çevresel boyutuyla ilgilenmektedir. Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak ise sadece müzakerelerde müdahil olan taraflardan biri veya BM herhangi bir müdahale talebinde bulunursa Avrupa Komisyonu o zaman müdahale edebilir'' dedi.
Beşparmak Dağları'nda bulunan ve gece de ışıklandırılan dev KKTC bayrağı, bir süre önce, Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas tarafından hilkat garibesi olarak nitelendirilmişti.
Rumlar, her fırsatta, Güney Kıbrıs'ın büyük bölümünden rahatlıkla görülen bayrağın kaldırılmasını istiyor.

AİHM'in 'din' kararı!

AİHM, nüfus cüzdanında din ibaresinin insan haklarına aykırı olduğuna hükmederken kimliklere Alevi yazılamamasını din ve vicdan özgürlüğüne aykırı buldu.  
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, nüfus cüzdanında din ibaresinin insan haklarına aykırı olduğuna hükmederken kimliklere Alevi yazılamamasını din ve vicdan özgürlüğüne aykırı buldu.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ise 'AP raporunu çok da ciddiye almamak lazım' diyor. Peki ama AB her şeyi ciddiye alırken bağış bu sözü kime karşı söylüyor ki!

AB Türkiye’nin komşularıyla vize kaldırmasına da tepkili!

Türkiye'yi, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ortaklık anlaşması imzalamasından beri kapısında bekleten Avrupa Birliği (AB), üyelik konusunda en ufak bir işaret vermezken, Türkiye'nin bir süredir başta İslam ülkeleri olmak üzere yakın çevresindeki ülkelerle vize uygulamasını kaldırmasından da rahatsız.
Die Welt gazetesinde Boris Kalnoky imzasıyla yer alan, “Türkiye Ortadoğu ülkelerine sınırlarını açarak AB'i kızdırıyor” başlıklı makalede, 2004-2006 yıllarında Türkiye'nin AB'ye üyelik konusunda büyük çaba sarf ederken artık bu çabadan eser kalmadığı ileri sürüldü. Makalede, “Hatta kimi alanlarda AB'den uzaklaşma yönünde adımlar söz konusu. Bunun en açık örneği, vize politikası konusunda kendisini gösteriyor” deniliyor.

İslam ülkeleri AB’ın kara listesinde

Türkiye'nin vizelerin kaldırılması konusundaki girişim, İslam ülkelerinde de heyecanla karşılanırken, Libya, Suriye, Lübnan ve Ürdün ile vizelerin kaldırıldığı bunun Brüksel'de şaşkınlıkla karşılanıyor.
Müzakerelerde henüz vize konusunda henüz bir bahis açılmadığı için şekilsel olarak bir sorun gözükmezken önceki aday ülkelerin daha adaylık sürecinde vize politikalarını AB'ye uyarladıklarını ve buna göre vize uygulanmayan “beyaz” ve vize uygulanan “kara” ülkeler listesi oluşturulduğu ifade edildi. Makalede, “Ancak Türkiye kara listedeki ülkeleri de beyaz listeye almaya başladı. Sırada Mısır ve Rusya'nın da olduğu açıklandı” deniliyor.

Avrupalıların yüzde 80’i Türkiye’nin AB üyeliğine karşı
,
Makale ile birlikte Türkiye'nin AB'ye alınıp alınmaması ile ilgili ankete yer veriyor. Ankette, “Siz olsanız Türkiye'ye alır mıydınız?” sorusuna cevap verenlerin yüzde 12'si “evet”, yüzde 80'i “hayır” ve yüzde 8'i de “imtiyazlı ortaklık” şeklinde cevabı verdiği belirtiliyor.
Şimdi AB ile ilgili devlet kurumlarında genel müdürlükler kuran mevzuatı AB müktesabatına göre yeniden düzenleyen, ayrıca bir devlet bakanlığı ve genel sekreterlikle eyaletleşme meraklısı bazı aklıevveller için halk ne diyor?
Türkiye’de referandum neden yapılmıyor dersiniz?
Yoksa birileri halkla oyun oynamak gibi mi görüyor?

GünüN SözÜ: Gerçekçilik ve hayalcilik ikiz kardeş gibidir.

***