Yılmaz Karakoyunlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yılmaz Karakoyunlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eylül 2018 Pazartesi

ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI BÖLÜM 3

ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI BÖLÜM 3



1957 Yılı Genel Seçimleri 

Bu seçimlerde Yahudi toplumunu temsilen CMP’den Dr. İzak Taranto, HP’den Dr. S. Becerano, DP’den İzak Altabef ve Yusuf Salman, CHP’den avukat Erol Dilek aday gösterilecekti.67 Seçim konuşmaları sırasında DP adayı Yusuf Salman şöyle konuşacaktı: 68 

“CHP devrinde ekalliyet olarak korku içinde yaşıyorduk. Sonumuzun ne olacağını bilmiyorduk. Varlık Vergisi çıkardılar. Malımızı mülkümüzü alarak bizleri Aşkale’ye sürdüler. Üniversite mezunu çocuklarımız asker oluyordu. Biz bu vatanda doğmamış gibi herkese silâh bize kürek veriyorlardı. 20 kur’a ekalliyeti silâh altına aldılar. Bütün Anadolu’yu gezdirerek “işte gâvur taburları” diye bizi takdim ettiler. Ekalliyet bunların hepsini unutmadı. Çok şükür DP sayesinde bütün vatandaşlık ve insan haklarına sahip olduk. Ölsek CHP’ye rey vermeyeceğiz”. 

CHP adayı avukat Erol Dilek ise İstanbul Kuledibi’nde yaptığı toplantıda CHP’yi şu sözlerle savunacaktı: “DP’liler modası geçen Varlık Vergisi propagandasını tazelemeye çalışıyorlar. 

Halbuki işin aslı bambaşkadır. Bu verginin kanun teklifini yapanlar bugün birer DP’lidir, İstanbul’da onların iddia ettiği adaletsiz tarhı yapanlar da bugün DP’lidir. Aşkale’ye sevk muamelesi yapanların başında ise bugün DP erkânından biri bulunmaktadır.” Seçim propagandası sırasında özellikle gayri müslim seçmenlerin yaşadıkları semtlerde yapılan konuşmalarda Varlık Vergisi konusunun tekrar gündeme gelmesi üzerine Devlet Bakanı Emin Kalafat verginin sorumlularının DP saflarında yer aldıkları iddiasına cevaben Tek Parti 
döneminde Millî Şef İnönü ve etrafındaki birkaç kişinin arzu ve iradeleri dışında herhangi bir yasanın çıkarılamayacağını hatırlatıp CHP adaylarının bu konuya hiç değinmemelerinin en akılcı davranış olacağını belirtti.69 DP’nin Kuledibi’nde düzenlediği toplantıda DP adaylarından Mithat Perin azınlıklar meselesine değinerek “gerek din, gerekse vicdan hürriyeti bakımlarından DP devrinde tam bir imkân sağlanmış din, ırk ve milliyet farkı hiçbir zaman düşünülmemiştir. Bu mevzuda bütün vatandaşlarımıza karşı hesap vermeye vicdanlarımız 
açık ve hazırdır” şeklinde konuştu. DP İstanbul milletvekili Rum asıllı Alexandros Hacopulos ise “Varlık Vergisi’nde zarar görenlere CHP iktidarı kırk para vermemiştir. Ayrıca 1941 senesinde 25-45 yaşları arasındaki gayri müslimleri süren CHP’ni asla unutmadık. Bunları hatırlayarak CHP’ne rey vermeyiniz” sözleriyle CHP’yi eleştirdi.70 1957 seçimlerini DP tekrar kazanacak, Yusuf Salman ve İzak Altabef İstanbul milletvekili seçileceklerdi. 

1957 genel seçimlerinden günümüze kadar uzanan yıllarda Türkiye aralıklı olarak bir muhtıra ve iki askerî darbe yaşayacaktı: 27 Mayıs 1960 ihtilali, 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 ihtilali. Bu çalkantılı yıllarda Varlık Vergisi bir daha ne gayri müslim yurttaşlar, ne de siyasetçiler tarafından ağza alındı. DP’nin iktidar olduğu on yıl zarfında Varlık Vergisi’nin iade edileceğine dair büyük ümitler besleyen azınlıklar bu ümidin hiç bir zaman gerçekleşmeyeceğini, bu konunun DP tarafından sadece CHP’ni eleştirmek için konu edildiğini idrak edeceklerdi. Varlık Vergisi’nin yeniden kamuoyunun ve basının gündemini 
işgal etmesi için 1992 yılını beklemek gerekiyordu. 

İspanya’da Yaşayan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’na Göçlerinin 500. Yılı Kutlamaları ve Varlık Vergisi 500. Yıl Vakfı’nın Kuruluşu ve Varlık Vergisi’ne Bakış 1492 yılında İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmelerinin 500. üncü yıldönümünün kutlamaları Türk Yahudi Cemaati ileri gelenlerinin 1989 yılında kurdukları 500. Yıl Vakfı bünyesinde yürüttükleri etkin bir iç ve dış tanıtım faaaliyetleri çerçevesinde başladı ve yıl dönümü olan 1992 yılında doruk noktasına ulaştı. 
Vakfın kuruluş senedinde belirtildiği gibi amaç “...Türk toprağını vatan seçen Musevilere kucak açan Türk milletinin insancıl yaklaşımını en genişşekilde yurt içinde ve yurt dışına duyurmak ve Musevi yurttaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmak” idi. Hal böyle olunca bu tanıtımın bir yerde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin dikenli ve pek de hoş olmayan taraflarını ayıklamak suretiyle gerçekleşeceği açıktı. Cumhuriyet tarihinin örtbas 
edilemeyecek derecede kamuoyuna mal olan azınlık karşıtı siyaset örneği Varlık Vergisi idi ve bu konunun kutlamalar esnasında gündeme getirilmesi tartışmalara yol açacaktı. 

Şalom Başyazarının bir yazısında, 

    “Son senelerde yurdumuza gelen yabancı gazeteci ve bilim adamları bizlerle görüştüklerinde mutlaka Türk Yahudilerinin dile getirmekten kaçındıkları Varlık Vergisi olayı hakkında sorular yöneltmişlerdir. Bunun haksız bir olay olduğunu daima söyledik. Ancak belirtmek isterim ki o günün şartlarında yapılan bu yanlışlık uygulanmasa idi çok daha uzun dönemde bu sermayenin el değiştirmesi önemli ölçüde kendiliğinden oluşacaktı. 
Nüfusun yüzde 0.5’inden azını oluşturan Müslüman olmayan Türklerin ticaretin önemli bir bölümünü elde tutmaları bugün halen düşünülebilir miydi?” ifadesi kutlama etkinlikleri nedeniyle Türkiye Yahudileri konusunda haber yapan yabancı gazetecilerin bu konuyu sorgulamalarına bir cevaptı ve bu cevap bir yerde Varlık Vergisi’ni mazur görmekteydi.71 Şalom’un bu başyazısına tek eleştiri İsrail’de yaşayan Selim Amado’dan gelecekti. Amado bu satırlara şöyle itiraz ediyordu: 72 

“Demek onca, Varlık Vergisi, sermayenin el değiştirmesi, azınlıkların ticaret hayatındaki yerlerinin azaltılması politikasıdır. Saracoğlu hükumetinin hatası, acele etmesi, işi zamana doğal gelişmelere bırakmamış olmasıdır. 
Eğer bir ifade hatası yoksa bizlerden bir arkadaşın bu yazdıkları çok gücendirici dir. “Gerçekler bir bütün” ise, “Varlık Vergisi”, başta Yahudiler olmak üzere Türkiye’de yaşayan azınlıklara, Avrupa’ya hâkim olacağı sanılan Nazi Almanya’sı doğrultusunda indirilen feci bir darbedir. Bütün aydın Türklerin ifade ettiği gibi bir “facia”dır ve “hata” olmuştur. Vergilerini ödemeyenlerin taş kırmaya gönderilmesi, ailelerin sefil olması neticesini doğurmuştur. Gerçi Varlık Vergisi, Avrupa Yahudiliğinin o günlerde başına gelenlerin yanında “ehven-i şer” 
teşkil eder. Fakat, servetleriyle birlikte gururlarından, yaşayış standartlarından, uçurumdan düşercesine kopan insanların hatırasına hürmet, her Yahudiden beklenen bir davranıştır” 

Doç. Dr. Çetin Yetkin’in “Varlık Vergisi ırkçı bir olaydır. Yahudi toplumundan bazı kişilerle konuştuğumuzda olaya bu kadar net bakmak istemediklerini gördüm”73 gözlemiyse gene Selim Amado tarafından “Türkiye’li Yahudilerde geçmişini unutmak istemek, sonraki nesillere aktarmak istememek gibi sadece psikologların açıklıyabileceği kronik bir hastalık” satırlarıyla eleştiriliyordu.74 

1992 yılında Varlık Vergisi gündeme Rıdvan Akar’ın tezini kitaplaştırmasıyla gelecekti. Akar Şalom gazetesiyle yaptığı uzun söyleşide kendisine yöneltilen “Varlık Vergisi konusunun işlenmesi, sizin Türkiye Cumhuriyeti tarihine bir katkınız mıdır?” sorusuna şöyle cevap verecekti:75 

“Ben bir katkı olduğuna inanıyorum. Ancak bu katkıda bulunmamı istemeyenler olduğunu da itiraf etmeliyim. Bunlar iki yönlüydü: Birinci kesim Türklerdi. Türklerden özellikle resmî tarih anlayışı ile kendini sınırlayanlar dı. 
Onlar şöyle düşünüyorlardı: “Bu tarihî bir olaydır. Tarihî bir olay olduğuna göre neden bunu yeniden ısıtıp insanları tedirgin ediyorsun?” 

Öyle bir tepki onlarca haklıydı çünkü bakış açıları bu tip şeylerin kendi saygınlığıyla karşılaştırılmasıydı. Benim de onlarla fazla bir derdim yoktu! 
Öte yandan beni rahatsız eden ikinci bir çevreden, azınlık çevrelerinden gelen tepki oldu. Onlar da Varlık Vergisi konusunun gündeme getirilmesinden rahatsızlık duydular. Örneğin Musevi Cemaati’nden böylesi bir tepki aldığımı itiraf etmeliyim: Hele hele 1992’de yani 500. Yıl Kutlamaları çerçevesinde Türkiye’nin dünyadaki imajının tazelenmesine yönelik bir takım girişimler gerçekleştirilirken, aynı yıl içerisinde bir araştırmacının, çok yakın tarihte Musevilere ve diğer azınlıklara karşı olumsuz bir uygulamayı gündeme getirmiş olması bu kutlamayı yapanlar tarafından biraz eleştirel bir gözle bakılıyordu.” 

16 Temmuz 1992 Tarihli Heybeliada Toplantısı 

500. Yıl kutlama etkinlikleri çerçevesinde 16 Temmuz 1992 günü Heybeliada’daki İsmet İnönü Evi’nde düzenlenen ve Prof. Dr. Stanford J. Shaw’un katıldığı “Türkiye ve Soykırım” konulu konferansta hazır bulunan Türk Yahudi Cemaati liderleri tahmin edilebileceği gibi Varlık Vergisi’ni önemsizleştirmeye, sıradanlaştırmaya ve mazur göstermeye çalışacaklardı. 
Rıdvan Akar’ı “aykırı görüş” getirmesi amacıyla toplantıya davet eden Şalom başyazarı ve yayın koordinatörü Silvyo Ovadya ve iç haberler müdiresi Suzan N. Tarablus toplantısı sırasında lüzum hasıl olduğu takdirde kendisine “biz sizi tanımıyoruz” şeklinde davranacaklarını ikaz ediyorlardı. Bu toplantıda İsmet İnönü bir “iyilik fetişi” şeklinde takdim edildi. Buna bir dinleyicinin “İnönü o kadar iyi insansa niye ilk seçimlerde Yahudilerin yoğun yerleşim merkezi olan Balat’tan en düşük oyu aldı?” şeklindeki tepki göstermesi üzerine 500. 
Yıl Vakfı üyesi Yılmaz Benadrete “oy verenler en aşağı, en cahil tabaka idiler, ondan O’na oy vermediler” cevabını verecekti. Toplantıda konuşan 500. Yıl Vakfı Başkanı Jak Kamhi, İsmet İnönü’nün teyzesini Girit’ten kurtardığını belirtmesi üzerine söz alan Rıdvan Akar Jak Kamhi’nin amcası da Aşkale’de öldü” cevabını verdi. Bunun üzerine Akar dinleyiciler tarafından ağır bir dille “provokatör”lükle suçlandı, “toplantıyı bozmak için kaç para aldın?” 
türünden sözlü sataşmalarla karşı karşıya kaldı.76 Bu tartışmalar sırasında Şalom yöneticileri Rıdvan Akar’ı kendilerinin davet ettiklerini belirtmemeyi ve onu tanımazlıktan gelmeyi tercih ettiler. 

31 Mart 1994 Tarihli Varlık Vergisi Paneli 

Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın 31 Mart 1994 tarihinde düzenlediği, yöneticiliğini Doç. Dr. Ayhan Aktar’ın yaptığı, Yılmaz Karakoyunlu, eski bakanlarından Hayrettin Erkmen, 500. Yıl Vakfı üyesi Yılmaz Benadrete, Dimitri Karataş ve Alexandra Hanım’ın katıldıkları “Varlık Vergisi” panelinde Benadrete ve dinleyiciler arasında bulunan 

500. Yıl Vakfı Koordinatörü Harry Ojalvo’nun konuşmaları gene Varlık Vergisi’ni mazur görmeye ve haklı temellere dayandığını kanıtlamaya yönelikti. Yılmaz Benadrete’ye göre düzenlenen “bu tür paneller Türk aydınının, Türk tarihçisinin net ve objektif görüş alması için yararlı” idi, ancak bir gözlemi ve çekincesi vardı: “Türk tarihçileri ve aydınları panik içinde bir mea culpa çıkarmak istiyorlar. Tarih açısından net realiteyi görmek gerekir, ancak tarihin 
yorumu önemli” bir olguydu. Yılmaz Benadrete’ye göre bu panellerde ortaya konulan “tarih yorumları”nın “bir tehlike”si mevcuttu. O da bu “yorumlar”ın Türkiye’nin yurt dışındaki imajına bir “gölge” teşkil etmeleriydi. Amerika ve Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti lehine lobicilik yaptığını belirten Yılmaz Benadrete şöyle konuşuyordu: 

“Bir Türk Yahudisi olarak bu Varlık Vergisi olayında küçük bir zümrenin yapmış olduğu hata üzerinde durmaktansa altı milyon Yahudi Avrupa’da yakılırken benim Cumhurbaşkanım, benim Başbakanım, benim bakanım ailemden para almış. Onu almış canımı kurtarmıştır, bunu çok iyi vurgulamak lazım. Bu olay bir ırkçı olay değildir, bir dinî olay değildir. Bu olay doğrudan doğruya fakirle zengin, ezilenle ezilmeyenin yani iktisadî baskı altında kalanların öyküsüdür. Bu 
dünyanın her yerinde vardır. Bu paraları verdikten sonra gene müreffeh duruma geldik. Bir hata işlenmişse bunların muhasebesini yapmak değil o muhasebeyi bırakalım, el ele verelim. Bütün mesele oradadır.” 

Panele katılan Yılmaz Karakoyunlu’nun tepkisi Yılmaz Benadrete’yi takdir etmekti:77 “Ne zaman Varlık Vergisi tartışmaya açıldığı bir muhitte, bir vasatta olursam Varlık Vergisi bir mağdurlar feryadı olarak takdim ediliyor. İlk defa olarak adaşım Yılmaz Benadrete bugün Varlık Vergisi’ni sadece insanları yok etmek, bir Türk iktisadi jenosit anlayışı içerisinde bir azınlık kitlesinin ekonomik olarak ortadan silmek gibi bir anlayışın dışında yaklaşmıştır. İktisadi 
istiklâl savaşı idi, Varlık Vergisi’nin yapılması lâzımdı.(…) Varlık Vergisi’ni kesinlikle Musevi, Ermeni, Rum cemaatlerini yok etmeye yönelik tarzda uygulama şeklinde takdim edenlerin hepsine karşı çıkıyorum. Sadece orada terâküm [birikme] etmiş boyutlarına göre normalin çok fevkinde terâküm etmiş bir sermaye vardı varsayımına dayanan müdahale ihtiyacı idi. Uygulanırken fazla hırpalayıcı oldu.” 

Panelde Varlık Vergisi’ni inceleyen araştırmacılara verilmeye çalışılan mesaj “bu 
çalışmalarda Türkiye’yi karalamaya malûm odaklar için malzeme teşkil etmeyecek şekilde dengeli ve dikkatli olunması” idi.78 

Türk Yahudi İşadamları ve Varlık Vergisi 

Sefarad Yahudilerin Osmanlı topraklarına göç etmelerinin 500üncü yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde Osmanlı ve Türkiye Yahudileri konusunda iki tarih kitabı yayınlayan Prof. Dr. Stanford J. Shaw kitaplarında Varlık Vergisi’ni yaşamış ve mülakat yaptığı Yahudi işadamlarının şu yorumlarına yer veriyordu: 

“Bizler vatansever Türklerdik, ödememiz gerekeni memnuniyetle ödedik, herkes acı çekmeyi bekliyordu. Ancak daha fazla ödememizi istediler ama hiç paramız kalmamıştı. Diğer yandan Naziler hükümetin bizleri katletmesini veya onlara teslim etmesini bekliyordu ancak bunu yapmadılar. Yunanistan ve Avrupa’daki kardeşlerimizin çoğunluğunun aksine hayatta kaldık.” 

Prof. Shaw’ın görüştüğü birden fazla Yahudi işadamı şu ilginç yorumda da bulunuyordu: 

Varlık Vergisi aslında Türkiye Yahudileri için faydalı da olmuştu. Varlık Vergisi Türkiye Yahudilerinin ne kadar acı çektiklerini göstererek Nazilerin Türk Yahudilerinin temerküz kamplarına tehcir edilmeleri talebinin hükümet tarafından reddedilmesini mümkün kılmıştı. Yahudilerin Varlık Vergisi sayesinde servetlerini kaybetmeleri savaşşartları altında sıkıntı çeken Türk halkının servet sahibi Yahudilere karşı duyabileceği her türlü olumsuz duyguyu yok etmeye de yaramıştı. Prof. Shaw Türkiye karşıtı siyasî grupların Varlık Vergisi’nin azınlık 
karşıtı bir vergi olduğunu iddia ettiklerini ancak bunun doğru olmadığını, müslüman Türklerin de vergiden muzdarip olduklarını,79 Varlık Vergisi’nin özellikle Yahudilere karşı yönelik bir vergi olmadığını, vergiye tâbi olmayan Yahudilerin normal bir hayat sürdüklerini, çok az sayıda Yahudi’nin vergiden muzdarip olduğunu, birçok Türk Yahudisinin ödediği vergiden dolayı zor bir dönemde Türkiye’ye yardım etmiş olmakta iftihar ettiğini, vergi ödeyen Yahudi 
tüccarların savaş yıllarından sonra işlerini yeniden inşa edip eski servetlerine kavuştuklarını ve günümüz Türk toplumunda müreffeh yurttaşlar olarak yaşadıklarını ekliyordu.80 Buna benzer bir yorum 500. Yıl Vakfı üyesi ünlü işadamı Üzeyir Garih’den gelecekti. Üzeyir Garih’e göre Varlık Vergisi Yahudilerden ziyade “Türkiye’deki başka azınlıklara yönelmiş bir hâdiseydi, 
ancak “kurunun (yani Rum ve Ermeniler – R.N.B.) yanında yaş da ( yani Yahudiler – R.N.B.) yanıyordu”.81 Tabii ki tüm bu yorumların tarihî gerçeklerle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu zira Naziler Türkiye’yi istila etmedikleri gibi Türkiye Yahudilerini temerküz kamplarında toplanması gibi hiçbir talepleri olmamıştı. Bu tür yorumlar bir yerde Varlık Vergisi Kanunu uygulamasını mazur görmek hatta ve hatta haklı çıkarmayı amaçlıyordu. Bunun nedeni de bu 
hazin olayın 500. Yıl Vakfı’nın tanıtım kampanyasını gölgeyebilme ihtimalinden ileri geliyordu. 

500. Yıl Vakfı’nın düzenlediği etkinlikler 1992 yılının sonunda sona erecekti. 500. Yıl Vakfı’nın Varlık Vergisi meselesine çekingen veya vergiyi mazur gören yaklaşımı kutlamalardan yedi yıl sonra, Yılmaz Karakoyunlu’nun Salkım Hanım’ın Taneleri Romanından çekilen filmin 1999 yılında gösterime girmesinden sonra büyük tartışmalara sebep olacaktı. 

DİPNOTLAR;

1 Alper Sedat Aslandaş ve Baskın Bıçakçı, Popüler Siyasî Deyimler Sözlüğü, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 33-34. 
2 “İzmir ve Adana’da seçim yüzünden hadiseler”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 1946. RIFAT N. BALİ 
3 Vâ-Nû, “Sabık varlık vergisi ve ileriki progresif vergiler”, Akşam, 9 Temmuz 1946. 
4 Vâ-Nû, “Bir bamteli: Varlık Vergisi”, Akşam, 17 Temmuz 1946. 
5 “Varlık Vergisi”, Cumhuriyet, 15 Aralık 1946. 
6 İzak Yaeş, “DP Kuledibi Semt Ocağı kongresi”, Or Yeuda, 30 Eylül 1948, sayı 16, s. 7 / “Musevi vatandaşlar ve DP”, Cumhuriyet, 26 Eylül 1948. 
   Salamon Adato’nun biyografisi için bkz. Rıfat N. Bali, Devlet’in Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 59-108. 
7 “Sadi Irmağın, Salamon Adatto’ya ekalliyetlere dair cevabı”, Cumhuriyet, 27 Eylül 1948. 
8 Necip K., “Salamon Adato ne demek istiyor ?...”, Edirne Postası, 2 Ekim 1948, sayı 1586, s. 1. 
9 İzak Yaeş, “Türkiye’de azınlık davası yoktur”, Or Yeuda, 14 Ekim 1948, sayı 18, s. 3 ve 14. 
10 “Meclis hükümet programının müzakeresine dün başladı”, Hürriyet, 1 Haziran 1950. 
11 Ahmet Hamdi Başar, “Musa’nın Adaleti (Varlık Vergisi münasebetiyle)”, Cumhuriyet, 8 Aralık 1942. 
12 “La question du Varlık de 1942 à 1950”, L’Etoile du Levant, 30 Haziran 1950. 
13 A. Benaroya, “Le Varlık et le gouvernement”, L’Etoile du Levant, 15 Temmuz 1952. 
14 “Ekalliyetler ve Devlet hizmeti”, Hergün, 22 Haziran 1950. 
15 Avram Leyon, “DP den beklediklerimiz”, Şalom, 29 Haziran 1950. 
16 “Varlık Vergisinin hesabı soruldu”, Milliyet, 4 Temmuz 1950 / “S. Tekelioğlu tehdit edilmiş”, Son Telgraf, 4 Temmuz 1950. 
17 Ali Naci Karacan, “Varlık Vergisi hatası tamir edilmelidir”, Milliyet, 5 Temmuz 1950. 
18 Avram Leyon, “Varlık Vergisi iade edilebilir mi?”, Şalom, 6 Temmuz 1950. 
19 “Varlık Vergisi mükllefleri mallarını mahkeme kararı ile istirdada uğraşıyorlar”,Yeni İstanbul, 14 Temmuz 1950. 
20 Hikmet Bil, “Allahtan bulun e mi?”, Hürriyet, 16 A.ustos 1950. 
21 İsmail Habib Sevük, “Varlık vergisinin münakaşası vesilesile”, Cumhuriyet, 1 Aralık 1950. 
22 “Varlık Vergisi Faciası hakkında”, TBMM’ne verilen dilekçe metni, Şalom, 7 ve 14 Aralık 1950. 
23 “Varlık Vergisi geri isteniyor”, Vatan, 28 Mart 1951 / “Varlık Vergisi iade edilecek mi?”, Hergün, 23 Mayıs 1951. 
24 Son Saat, 16-22 Mayıs 1951. 
25 Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul, [1951], s. 9. 
26 Yekta Ragıp Önen, “Varlık vergisi faciası”, En Son Dakika, 18 Mayıs 1951. 
27 Şevket Rado, “Bir itiraf dolayısıyle”, Akşam, 18 Mayıs 1951. 
28 Selim Ragıp Emeç, “Varlık Vergisi faciası münasebetile..”, Son Posta, 19 Mayıs 1951. 
29 Ekrem Özden, “Hangi yüzle”, Zaman Akşam Postası, 20 Mayıs 1951. 
30 “Savcılığın dikkat nazarına”, Zaman Akşam Postası, 20 Mayıs 1951. 
31 Ercümend E.Talu, “Bir facia münasebetile”, Son Posta, 20 Mayıs 1951. 
32 Nusret Safa Coşkun, “Varlık vergisi faciası kitabının neşri iktidarın taktiğidir”, Zaman Akşam Postası, 21 Mayıs 1951. 
33 Ahmet Arif Meriç, Varlık Vergisinin Satılmış Kahramanı Faik Ökte’ye açık mektup, Raşit Bütün Matbaası, İstanbul 1951. 
34 Doğan Nadi, “Odanızda Oturun!”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 1951. 
35 “Esad Tekeli’nin cevabı”, Ulus, 24 Mayıs 1951. 
36 Y.T., “Bir facia dolayısile”, Akşam, 26 Mayıs 1951. 
37 “Eski defterdar Faik Ökte ben hata ettim diyor”,Vatan, 26 Mayıs 1951 / “Yine o faciaya dair”, Son Posta 26 Mayıs 1951. 
     Bu mektup 1952 yılında bir daha yayımlandı: Faik Ökte, “Vur fakat dinle!”, Hizmet, 4 Temmuz 1952. 
38 “Eski Defterdarın kitabı”, Cumhuriyet, 28 Haziran 1951. 
39 “Varlık Vergisi”, Son Saat, 22 Mayıs 1951. 
40 M.Faruk Gürtunca, “Saracoğlu’nun cevabı”, Hergün, 22 Mayıs 1951. 
41 Sadettin Işık, “Varlık Vergisi ve Şükrü Saracoğlu”, Son Telgraf, 23 Mayıs 1951. 
42 Kandemir Varlık Vergisi’ni ödemeyen mükelleflerle birlikte Aşkale’ye yaptığı yolculuğu ve oradaki yaşamı Tasviri Efkâr gazetesinde yazı dizisi 
    olarak yayımlandı. (28 Ocak-8 Şubat 1943). Daha sonra yazı dizisi yarıda kesildi. Bunun nedenini yıllar sonra açıkladı. Yazı dizisinin kesilmesinin 
    nedeni Kandemir’in yazısında “ Kurt sesleri, Kurt izleri ” ve “dondurucu bir soğuk var” gibi cümleler kullanmış olmasından ötürü mahkûmların bütün 
    dünyaya “mazlum bir vaziyette gösterilmeleri üzerine” Şükrü Saracoğlu’nun Kandemir’in Aşkale’den derhal uzaklaştırılması talebiydi. 
    Aynı yılın Ağustos ayında Saracoğlu ile karşılaşan Kandemir kendisine Aşkale’nin koşullarını ve Saracoğlu’nun hocası olan Gad Franko’ya tahakkuk 
    ettirilen ve 375.000.- lira vergi tahakkukunun haksızlığını aktarması üzerine Kandemir Saracoğlu’nun durumu belki bir nebze idrak ettiğini yazdı. 
    (Yakın Tarihimiz, Türkpetrol Yayınları, C.1, Sayı 6, 1962, s. 181-183). 
43“Kandemir’in cevabı”, Son Saat, 23 Mayıs 1951. Gad Franko’nun biyografisi için bkz. Rıfat N. Bali, Devlet’in Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, 
     İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 109-160. 
44 “Partilerin şehrimizdeki seçim toplantıları”, Cumhuriyet, 6 Eylül 1951. 
45 “İstanbul’da kime rey vermeli?”, Vatan, 11 Eylül 1951. 
46 “Garip bir idda”, Son Telgraf, 18 Ocak 1952, “Divanı Ali Kurulması teklifi”,Yeni Sabah, 18 Ocak 1952. 
47 “Ali Rıza Türel Leon Taranto’yu dava ediyor”, Son Telgraf, 22 Ocak 1952. 
48 Leon N. Taranto Tur’arslan, Varlık Vergisi Faciasının Neticelerinden Taranto-Bezmen Davası, Tan Matbaası, İstanbul 1951. Buna bir savunma 
    olarak Refik Bezmen de şu cevabı yayınladı : Adalete Saygı Gösterelim. Taranto-Bezmen Davası Münasebetile Bay Leon Taranto Tarafından Çıkarılan 
    Broşüre Kısa Bir Cevaptır, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1952. 
49 “Yahudi mülkümüzün temeline saldırmıştır”, Hüradam, 25 Ocak 1952. 
50 “Varlık Vergisi Bir Devlet Gangsterliğidir”, Hizmet, 26 ve 27 Haziran 1952. 
51 “Varlık Vergisi Faciası”, Hizmet 1, 3 ,4 ve 5 Temmuz 1952. 
52 “El empreesto de Varlık Vergisi”, Şalom, 19 Mayıs 1953. 
53 Nadir Nadi, “Tuhaf bir teklif”, Cumhuriyet, 29 Kasım 1953. 
54 “Bir cevab”, Cumhuriyet, 16 Aralık 1953. 
55 Avram Leyon, “Tokat mebusu sayın Ahmet Gürkan’dan bir rica”, Şalom, 24 Aralık 1953. 
56 Turhan Erker, “Doğru Filistine”, Hürses, 28 Aralık 1953. 
57 Avram Leyon, “Hürses gazetesine zaruri bir cevap”, Şalom, 7 Ocak 1954. 
58 “Hukuk devleti kurmak ihtiyacı”, Yeni Sabah, 27 Aralık 1953. 
59 Robert Bally, “El viaje de su ekselensia Celal Bayar por las Amerikas”, La Luz de Turkiya, 10 Şubat 1954. 
60 “CHP adayları”,Cumhuriyet, 12 Nisan 1954 / “DP adayları”, Cumhuriyet, 13 Nisan 1954, La Vera Luz, 22 Nisan 1954. 
61 “CHP İstanbul adayı Munis Tekinalp ile bir mülakat”, Şalom, 15 Nisan 1954. 
62 İlyazer Menda, “La kampanya elektoral”, La Vera Luz, 22 Nisan 1954. 
63 “CHP dün 10 Siyasi toplantı yaptı”,Cumhuriyet, 24 Nisan 1954. 
64 Robert Bally, “Hermanos ! Todos a votar”, La Luz de Turkiya, 28 Nisan 1954. 
65 “İstanbul’un seçtiği yeni milletvekilleri bugün mazbatalarını alıyorlar”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 1954. 
66 Roberto Bally, “Varlık Vergisi un egzemplo muy lojik”, La Vera Luz, 15 Aralık 1954. 
67 “CHP İstanbul ve Ankara adayları”, Cumhuriyet, 6 Ekim 1957. 
68 “Ekalliyetler İçin Muhalefet ve İktidar Birbirini İtham Ediyor”, Hürriyet, 12 Ekim 1957. 
69 “Varlık Vergisi Faciasından Sadece CHP İdaresi Mesuldür”, Son Havadis, 13 Ekim 1957. 
70 “DP Din ve Irk Farkını Ortadan Kaldırmıştır”, Son Havadis, 17 Ekim 1957. 
71 Silvyo Ovadya, “Gerçekler bir bütündür”, Şalom, 8 Ocak 1992, s. 1. 
72 Selim Amado, “Takdir ve Üzüntü”, Haber, (Tel Aviv), 24 Ocak 1992. 
73 “Doç. Dr. Çetin Yetkin’le söyleşi”, Şalom, 18 Mart 1992, s. 6. 
74 Selim Amado, “500. yılın faydası”, Haber, (Tel Aviv), 3 Nisan 1992. 
75 “Rıdvan Akar ve Varlık Vergisi”, Şalom, 15 Nisan 1992, s. 5. 
76 Rıdvan Akar ile 31 Mart 1997 günü yapılan görüşme. 
77 Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Bilgi ve Belge Merkezi, 31 Mart 1994, “Varlık Vergisi” paneli bant kayıt çözümlemesi. 
    Yöneten Doç. Dr. Ayhan Aktar. Katılımcılar Yılmaz Benadrete, Yılmaz Karakoyunlu, Hayrettin erkmen, Dimitri Karataş, Aleksandra Hanım. 
78 “Tarih Vakfı’nda Varlık Vergisi paneli”, Şalom, 6 Nisan 1994, s. 8. 
79 Stanford J.Shaw, The Jews of the Ottoman Empire and the Turkish Republic, Macmillan, Londra, 1991, s. 256. 
80 Stanford J. Shaw, Turkey and the Holocaust, New York University Press, 1993, New York, s. 43-45 
81 “Mustafa Karaalioğlu, “Ben Müminim İşin Özü de Bu”, Yeni Şafak, 14 Temmuz 1996, s. 13 

***

ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI BÖLÜM 1



ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI BÖLÜM 1



ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİ DÖNEMİNDE VARLIK VERGİSİ TARTIŞMALARI* 
RIFAT N. BALİ 
* Tarih ve Toplum Dergisinin Eylül 1997 sayısında yayınlanan makalenin gözden geçirilmiş şeklidir. 




GİRİŞ 


Tek Parti dönemine damgasını vuran azınlık karşıtı siyasetin en tartışılmaz örneği olan Varlık Vergisi Kanunu Türk siyasî tarihinde daima rahatsız edici bir konu olmuş, kendilerine tarh edilen vergiyi ödeyemeyen mükelleflerin gönderildikleri Erzurum’un Aşkale ilçesi, Varlık Vergisi’yle özdeşleşmiş ve Türk siyasî tarihinin popüler deyimleri arasında yer almıştır.1 

Bu makalede Varlık Vergisi döneminde İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte’nin hatıratının yayımlanmasından sonra basında çıkan tartışmalar ile DP’nin kurulmasından günümüze kadar uzanan zaman sürecinde Türk Yahudi Cemaati liderlerinin Varlık Vergisi konusundaki tavırları incelenecektir. 

DP ve Varlık Vergisi 

DP Muhalefette İken. 

Varlık Vergisi Kanunu’nun 1943 yılında tasfiye edilmesinden sonra konu ilk kez 1946 yılında gündeme geldi. Çok partili demokrasi döneminin ilk milletvekili seçimlerinden önce Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in bir konuşma sırasında köylülere okul inşa edebilmek için dört yüz milyon lira gerektiğini, normal bütçe ile bu yapılması istenirse elli yıl beklenmesi gerektiğini, bu parayı bulabilmek için köylüyü mükellef yapmaktan başka çare olmadığını söylemesi üzerine dinleyicilerinden birinin “bu gayet basit bir iştir. Yeni bir Varlık Vergisi 
çıkararak 400 milyon lirayı bir günde toplarsınız” demesiyle basında kısa süren bir tartışma başladı.2 Vâ-Nû Varlık Vergisi konusunda “arabayla lâf” söylenebileceğini yazdıktan sonra verginin savaş sırasında zenginleşenlere karşı konulduğunu, sosyal adaletsizliği önlemeye yönelik olduğunu, Varlık Vergisi bahane edilip başka vergilerin uygulanmasına mâni olunmamasını istedi.3 Azınlıklara hitap eden ve Fransızca yayımlanan bazı İstanbul gazeteleri ile Vâ-Nû’nun bazı gayri müslim dostlarının kendisine “Varlık Vergisini savunuyor” şeklinde eleştirilerde bulunmaları üzerine Vâ-Nû ırk, mezhep farkı gözetmeksizin sosyal sınıflar arasındaki farkları “yontucu” bir vergiyi savunduğunu, bundan söz edilince de bam teline basılmış gibi “vay tekrar Varlık Vergisi mi?” diye insanların yerlerinden sıçramalarını yadırgadığını yazdı. “Mehmetçik yırtık gömleğiyle rençber” gibi yaşarken “Bay veya Mösyö filanca” nın da kolay kazanılan milyonların sahibi kılınmamasını istedi.4 

Çok partili demokrasi döneminin ilk seçimlerden kısa bir süre sonra Yarın gazetesinde piyasada haksız yere tahsil edilen Varlık Vergisi’nin iadesi için hükümetin Amerikan şirketlerinden ve uluslararası Yahudi bankerlerden %2 faizli beş yüz milyon dolar borç para alacağını, bu para ile ihraç edeceği iç borçlanma tahvillerine benzer tahvilleri kendilerinden haksız bir şekilde fazla vergi alınanlara vereceğine dair söylentilerin dolaştığını, bu söylentiler sonucunda Varlık Vergisi makbuzlarının İstanbul piyasasında el altından binde on değer 
üzerinden satıldığı haberi yer aldı. Bunun üzerine Maliye Bakanlığı yayınladığı tebliğde bu haberi kesinlikle yalanladı.5 

Varlık Vergisi uygulaması azınlıklar üzerinde unutulmaz bir anı bıraktı ve gündeme getirildiği her fırsatta CHP eleştirildi. Bu tavrın ilk örneği 1946 yılında DP’den İstanbul milletvekili seçilen Salamon Adato’nun 1948 yılının Eylül ayında DP Kuledibi Semt Ocağı’nın yıllık kongresinde yaptığı konuşmaydı. Salamon Adato’nun sözleri şöyleydi:6 

“İspanya’da zulüm ve baskıya uğradığımız sıralarda asîl ve necîb Türk milleti bize kapılarını açmıştı. Bugünkü iktidar partisi ise bir zamanlar maalesef vatandaşlar arasında farklar yaratmağa başlamıştı.(...) meşhur Varlık 
Vergisi ile ocaklarımızı yıktı, bizi vatan hizmetine çağırdığı zaman temiz duygularımızı ihlâl etti. Çünkü bize silâh yerine kazma kürek verdi, askerî talim yerine toprak kazdırdı. Salamon ve Jak şirketine ait evraklar aylarca 
çekmecelerde bekletildi. Fakat asîl Türk milleti bunlara tenezzül etmedi. Artık kazma değil silâh verilecek, artık toprak kazdırılmıyacak, vatan vazifesi için lâzım gelen talim ve terbiye yapılacaktır.” 

Salamon Adato’nun bu konuşmasına ilk tepki CHP İstanbul Bölgesi Müfettişi Dr. Sadi Irmak’tan gelecekti:7 

   “Milletvekili arkadaşımın İspanyada zulüm görmüş olan Museviler hakkında aziz Türk milletinin gösterdiği semahati övmesi ne kadar yerinde ise, Halk Partisinin bir zamanlar, ekalliyetlere karşı farklı muamele yapmış 
olduğunu iddia etmesi de o kadar isabetsizdir. Bu politika tahrikini elbette vatandaşlar kavramışlardır. Sayın arkadaşım bilir ki, Demokrat Partinin kuruluşundan yıllarca evvel ekalliyetlere, mebus olmak hakkı da dahil 
olduğu halde, bütün vetandaşlık hakları Türk kanunları ve Anayasası ile sağlanmıştır; bunu da yapan Halk Partisidir. Eğer şu veya bu idarî muamelede aksaklıklar olmuşsa bu, bürokasi cihazımızın noksanlarından ileri 
gelmiştir. Siyasi propaganda yaparken vatandaşlarımızı dinlerine göre, sınıflara ayrılmış gibi göstermekten ve ayrı bir ekalliyet varmış gibi bir fikir ileri sürmekten çekinelim” 

Bir diğer tepki Edirne’den geldi. Edirne Postası’nda yayımlanan bir makalede Adato ağır bir şekilde suçlandı:8 

“Salamon Adato, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi gibi değil, bir Siyonist misyoneri gibi konuşmaktadır. 

Salamon Adato, bir Türk partisi olan DP.’li gibi değil, azınlık davâsı ihdas etmek ister gibi söz söylemektedir. Salamon Adato, Devlet makanizmamızı, topyekûn itham altında bulundurmaktadır. Daha dün denecek bir yakın geçmişte, bütün medeniyet dünyasının gözü önünde, bizim de yüreklerimizi sızlatan 
vahşiyane muamelelere maruz bırakılan Yahudi unsurunun, tek huzur ve selâmet, hattâ refah diyarı Türkiye olduğunu nekadar çabuk unutmuş oluyor?... Türk milletinin, geniş müsamahasını kötüye kullanmak demek olan 
bu sözlerin, yurdun hakiki sahibi olan Türk milletinin kalbine saplanan birer zehirli ok olduğunu idrakten eğer kendisi mahrum ise, hiçbir Türkün böyle düşünmiyeceğine inanmış olması icap eder." 

Edirne Postası’nın bu eleştirisine cevap veren Yahudi gazeteci İzak Yaeş Varlık Vergisi ve askerlik hizmeti sırasında gayri müslimlere silâh yerine kazma kürek verilmesinin gerçek olduğunu, demokratik bir Türkiye’de bir muhalefet milletvekilinin bu olayları eleştirmesinin neden hayret ve siyonistlik suçlamasıyla karşılandığını anlamadığını, demokratik zihniyetin yerleşmesi gerektiğini belirtti.9 

DP İktidar Olduktan Sonra 

DP’yi iktidara getiren 14 Mayıs 1950 milletvekili seçimlerinde Salamon Adato tekrar İstanbul milletvekili seçildi. DP’nin iktidar olmasıyla birlikte Varlık Vergisi tekrar gündeme geldi. TBMM’de konuşan DP İstanbul milletvekili ve İstanbul Tüccar Derneği Umumi Kâtibi Ahmet Hamdi Başar CHP iktidarının Türk vatandaşları arasında hainane bir tefrik yarattığını, 

Türkiye’nin dünya kamuoyu karşısında çok hacil [utanç verici] bir mevkie düştüğünü izah etti ve “artık bundan sonra bir şekilde bir ortaçağ devri sisteminin bir daha tatbik edilmeyeceğinin ilan edilmesini istiyorum” dedi.10 Başar’ın bu konuşması üzerine Yahudi cemaati avukatlarından Mahir Ruso, Ahmet Hamdi Başar’ın Varlık Vergisi Kanunu’nun yürürlüğe girdiği günlerde yayınladığı Varlık Vergisi’ni haklı bulan makalesini hatırlattı,11 Başar’da 
görülen değişimin DP’nin iktidara gelmesinden kaynaklanmayıp Yahudiler hakkındaki antisemit fikirlerinin değişmesinden ileri geldiğini ummak istediğini belirtti.12 

Maliye Bakanı Halil Ayan ise bu konuşmaya cevaben Varlık Vergisi dolayısıyla meydana gelen zararın Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadi koşullardan ötürü hiçbir şekilde tazmin edilemeyeceğini belirtti.13 DP iktidar olduktan sonra basında azınlıkların devlet memuru olarak çalışmalarına imkân verecek bir kanun tasarısının hazırlandığı haberi yer aldı.14 Bunun üzerine Türk Yahudi basınından Şalom gazetesi şu yorumda bulunacaktı:15 

“Eğer bu haber gerçekleşirse, hiç şüphe yok ki Adnan Menderes Hükûmeti bu memlekete yapabileceği iyiliklerin en büyüğünü yapmış olacaktır, şimdiye kadar gayri müslim vatandaşlara kıymet verilmiyordu, her ne kadar Anayasa hükûmleri dairesinde eşit muamele gördüyse, resmi memuriyete giremezdi hatta en ufak memuriyetlere bile, halbuki eskiden gayri müslim vatandaşlardan Nazır olanlar bile varmış. Anayasanın 88inci Madde şöyledir; Türkiye de din ve ırk ayırd edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese <Türk> denir. 

92 inci Madde de şöyledir: Siyasî hakları olan her Türkün yeterliğine ve hakedişine göre Devlet memuru olmak hakkıdır.. 

C.H.Partisi Hükûmetleri daima yüksekten baktıkları için Anayasının bu sarıh maddelerinin tatbik etmekten ihmal etmiş dolayisile gayri mülim vatandaşları da bu maddelerden şimdiye kadar istifade edemediler. C.H.Partisi Hükûmetleri gayri müslim vatandaşlara daîma üvey evlat gözüyle bakmıştır, en büyük misali meşhur varlık vergisidir, sanki bu vergiyi gayri müslim vatandaşları ezmek için çıkarılmıştır, bu vergi yüzünden yüzlerce vatandaş perişan olmuştur! Bilmem bu vergiyi çıkaranlar şimdi vicdan azabı duymuyorlar mı? Bütün bu haksızlıkların düzeltilmesi Demokrat Parti Hükümetinin omuzlarına yüklenmiştir. Tam demokrat bir başbakan olan Sayın Adnan Menderes, yukarıdaki Anayasının maddelerini tabik mevkine koyacağına ümit ederiz bunu D.P. den bekliyoruz” 
Seyhan bağımsız milletvekili Sinan Tekelioğlu’nun Varlık Vergisi’nin tarhı sırasında yapılan yolsuzluklar ile ilgili sözlü soru önergesi üzerine dönemin Maliye Bakanı Halil Ayan 

TBMM’de yaptığı konuşmada Sinan Tekelioğlu’nun gerçekten acı bir konuya değindiğini, verginin her açıdan büyük bir haksızlık olduğunu ve devlet maliyesi kavramı ile de hiçbir ilgisi olmadığını belirtti. Sinan Tekelioğlu cevabın kendisini tatmin etmediğini, verginin âdil olmayıp o tarihte yolsuzluklar yapıldığını, tarh edilen bazı vergilerin tahsil edilmediğini, bazı kişilere dost muamelesi yapıldığını belirtti.16 Milliyet gazetesi başyazarı Ali Naci Karacan’a göre Varlık Vergisi faciasının dedikodu tarafının kurcalanması hiçbir fayda getirmeyecekti, 
ancak hangi partiye mensup olurlarsa olsun, vergiden dolayı ağır bir şekilde zarara uğrayan vatandaşların mağduriyetlerinin devlet tarafından düzeltilmesi gerekiyordu.17 Konunun tekrar gündeme gelmesi üzerine Şalom başyazarı verginin %25’i ödendikten sonra af çıktığını, bu arada birçok küçük esnaf ve memurun varını yoğunu satarak vergiyi ödediklerini, bunların sayılarının verginin %25’ini ödeyenlerden fazla olduğundan özellikle küçük memurların büyük haksızlığa uğradıklarını ve verginin iadesinin birçok Yahudi ailenin evine neşe 
katacağını yazdı.18 Bu tartışmalar devam ederken Varlık Vergisi’nden mağdur olan mükelleflerin mallarını mahkeme kararı ile geri almaya çalıştıkları ve bu amaçla bir avukatlık şirketi kurdukları haberi basında yer aldı.19 Varlık Vergisi konusunda olumlu yaklaşımı olan bir diğer gazeteci adı 6-7 Eylül 1955 Olayları sırasında gündeme gelecek olan Hürriyet yazarı Hikmet Bil’di. Bil sütünunda bir gayri müslim tezgâhtardan dinlediği hazin bir hikâyeyi şöyle aktardı:20 

“Benim Taksim’de 50000 Liralık modern bir madeni eşya fabrikam vardı. Buna 60000 Lira Varlık Vergisi koydular. Ödememe imkân yoktu. Bir ay müsaade edin, malımı değeri fiyatına satayım, vergimi ödemeye çalışayım dedim. Olmaz dediler ve fabrikamı  haraç mezat 15000 Liraya sattılar. Borçlu kalmıştım. Beni de Aşkale’ye sürdüler sonra döndük. Değil fabrikam evde üstüne yatacak bir minderim bile kalmamıştı. Yaşım da ileriydi. Bütün bir ömür mahsulu olan fabrikam yeniden kuramazdım. Bu dükkâna çaresiz tezgâhtar diye girdim. 
Haydi hepsi geçti diyelim, ya dün evime gelen, benden Varlık Vergisi senesinin kazanç vergisini istediler dersem inanır mısınız? Her şeyimi siz sattınız, neyim kaldı ki kazancımı istiyorsunuz, dedim. Memur ne yapabilirdi ki?, bana, 

-“Bak, dedi, gözüme ortada bir kırık sandalya ilişiyor. Bu haciz kanunun dışında kalır. Yani haczedip satabiliriz. 
Aşağıdaki kiracı madamı çağır, bunu kendisine bir liraya satmış olalım. Parasını Madama sen verirsin, bari iş yapmış oluruz, formalite de dolar. 

Öyle yaptık, kırık sandalyeyi de güya sattık.” ve “bu feci hikâyeye bir kelime dahi eklemeyeceğim. 
Sadece bizi bir hukuk devleti olmaktan uzaklaştıran, dünyaya rezil eden ve bunun gibi benden sonraki nesillere de bu hikâyeleri dinletmeye sebep olanlara” “Allah’tan bulun e mi?” diyeceğim” yorumuyla yazısına son verdi. 

Varlık Vergisi tartışmasının gündemde yer etmesi üzerine CHP milletvekili İsmail Habib Sevük 1943 yılının Mart ayında Parti Meclisi’nde yaptığı konuşmasında vergiyi eleştirdiğini ve parti milletvekilleri tarafından uzun uzun alkışlandığını belirtti.21 Bu tartışmalardan cesaret alan Yahudi Cemaati avukatlarından Kemal Levent TBMM’ne verdiği dilekçeyle Varlık Vergisi haksızlığının düzeltilmesini ve verginin iadesini talep etti.22 1951 yılının Mart ayında basında Seyhan bağımsız milletvekili Sinan Tekelioğlu’nun Varlık Vergisi’nin mükelleflere iadesi hakkında bir yasa teklifi hazırladığı ve buna dönemin azınlık milletvekilleri Salamon 
Adato, Ahilya Moshos, Vahram Andre’nin destek verecekleri haberinin yer alması üzerine adları geçen milletvekilleri bu haberi tekzip etti.23 

Varlık Vergisi Faciası kitabının yayımlanması 

1951 yılının Mayıs ayında 1942-43 yıllarında İstanbul Defterdarı olarak görev yapan Faik Ökte anılarını Varlık Vergisi Faciası başlığıyla yayımlandı ve basında büyük yankılar yarattı. Kitabın kısa bir özeti önce Son Saat gazetesinde yayımlandı.24 Kitabı yayımlayan Nebioğlu Yayınevi ön sözde 1951 yılında kamuoyuna hâkim olan havayı şöyle özetledi:   “ Muhtelif çevrelerde hâkim olan kanaata göre artık Varlık Vergisi tarihe mal olmalı ve unutulmalıdır: 
yaraları tazelememek için tekrar konuşulmamalı, bu hususta bir şey yazılmamalıdır.”25 

Anıların yayımlanmasından sonra ilk tepki En Son Dakika yazarı Yekta Ragıp Önen’den geldi. Önen, Faik Ökte’nin davranışının doğru olmadığını, kendisinin de dönemin icraatından sorumlu olduğunu, başkalarını suçlama yerine o tarihte görevinden istifa etmesi gerektiğini yazdı.26 Şevket Rado ise kitaptaki bilgilerin ancak “dedikodu meraklıları”nı ilgilendireceğini yazıp şu yorumda bulunuyordu:27 

“Memleketimizin itibarına esasen zarar vermiş olan Varlık vergisinin, aradan yıllar geçtikten sonra tekrar günün mevzuu yapılması itibarımızın bir kere daha kırılmasına sebep olmuştur. Bu kitap yabancı dillere çevrilecek ve aleyhimizdeki şiddetli neşriyatın yeniden başlamasına sebep olacaktır. Bunun memleketimizde de bir facia olarak kabul edilmiş olması tekrar edilmemesinin teminatıdır. 
Bu itiraf kitabının niçin yazıldığı da pek anlaşılamamaktadır. Adaletsiz olduğu açıkça bilinen böyle bir vergiyi adaletsiz olduğunu bile bile tatbik eden herkes, sadece istifa etmediği için kendisine düşen asıl vazifeyi yapmamış sayılır. Eğer kanun fikri ortaya atıldığı zaman buna taraftar olmayan Maliye Vekili, taraftar olmadığını söylediği halde bunu tatbika memur edilen İstanbul Defterdarı birkaç milletvekili, birkaç maliye müfettişi açık açık istifa edeceklerini ihsas etselerdi bu adaletsiz vergi yürürlüğe giremezdi.” 

Son Posta yazarı Selim Ragıp Emeç’e göre verginin uygulanması sırasında vatandaşların “müslim”, “gayri müslim”, “Dönme” sınıflarına ayrıldıklarının itiraf edilmesi toplumda en az Varlık Vergisi kadar ağır bir yara açmıştı. Bu kitabın yayınlanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti toplumu bulandırmak isteyen bir manevra ile karşı karşıya idi.28 Zaman gazetesi Faik Ökte’yi “vatandaşları birbirine çekiştirmekle” görevlendirilmekle, “vatan hissi” sahibi olmamakla suçladı,29 devlet sırlarını ifşa etmekten ötürü savcılığa ihbar etti.30 Ercümend Ekrem Talu’ya göre üzerinden zaman geçmiş acı bir olayı tekrar tazelendirmek kamuoyuna hizmet değil bilâkis zarardı. Kitap toplumun muhtelif unsurları arasında kapanan yaraları deştiğinden ahenk bozucu bir yayındı. Faik Ökte’nin görevi sırasında yaptığı hatanın affedilecek bir yanı yoktu. 

  Bu kitabı yayımlamakla da aynı hatayı tekrarlamıştı.31 Kitabın yabancı elçilikler tarafında toplu miktarda satın alındığına dikkati çeken gazeteci Nusret Safa Coşkun, Faik Ökte’nin kapanmış bir konuyu tekrar deşerek gayri müslim vatandaşları müslüman vatandaşlar aleyhine tahrik ettiğini yazdı. Coşkun’a göre İstanbul’da azınlık seçmenlerin sayısının önemli olması nedeniyle kitabın amacı güçlenen CHP’nin prestijinin sarsılmasıydı.32 

Adalar Gençlik Kulübü Başkanı Ahmet Arif Meriç, Faik Ökte’ye ağır ve hakaretamiz bir üslûpla saldırdı. Meriç Türkiye’nin “öz evlâtları”nın yüz yıllardan beri “kan vergisi, mal vergisi vermiş her hususda perişan” olduklarını ve hiçbir zaman ağızlarını açmadıklarını, buna karşılık Türkiye’nin ayakta durabilmesi için “yardımda bulunan bazı varlıklı efendiler”in verdikleri “üç beş kuruş” dolayısıyle Varlık Vergisi’ni ödedikleri günden bu yana söylenip durduklarını yazdı. Arif Meriç, Türkiye’nin efendisi köylü olduğuna göre hep öyle kalması gerektiğini, artık “İstanbul’da sefahat, Anadolu’da sefalet” olamayacağını yazdı. Faik Ökte’yi 
“Varlık Vergisi kanununun sırlarını alçakça pazara çıkarmak”la suçladı. Ökte’ye “sen bu memleketin çocukları gibi düşünmüyor ve bu vatanı bizler gibi sevmiyorsun” suçlamasında bulundu ve şayet “damarlarındaki kan da bizim kandan bulunsaydı bu Varlık Vergisi eserini yazmaz ve böylece alçaklaşmaz ve has Türklüğün karşısına da böyle iğrenç ve hain sıfatınla çıkmazdın” diyerek kitabına son verdi.33 Cumhuriyet yazarı Doğan Nadi ise tepkisini şöyle 
dile getiriyordu:34 

    “ Meşhur Varlık Vergisi sırasında İstanbul’da defterdar olarak bulunan Faik bilmem ne-Bey ‘Varlık Vergisi Faciası’ diye bir kitap çıkarmış. Bir defa ne hakla? Bu facianın baş rollerin den birini oynadığı için mi? Yoksa ‘Nasılsa bu rolü oynadım, affedersiniz’ mi demek istiyor? Hepsi saçma. Evvela bu bir facia değil, bir milli ayıp, bir milli rezalettir. Bu kirli işin başında bulanan İsmet İnönü, Şükrü Saraçoğlu, Fuad Ağralı ve eserin müellifi Faik bilmem ne-Bey gibi adamlar ‘hıyaneti vataniye’ cürm ile mahkemeye verilmelidirler. 
Bütün bir dünyaya karşı Türkiye’yi yerin dibine geçirdiler. Böyle basit bir kitap bu muazzam kepazeliğin kefareti olamaz. Bir parça akıllı insanlar iseler sussunlar. Meclis’e girmek, eser neşretmek şöyle dursun, hatta sokakta bile vatandaş huzuruna çıkmaktan çekinsinler!” 

Eski Maliye Müsteşarı Esad Tekeli’ye göre kitabın yayımlanma nedeni Faik Ökte’nin ihtirasıydı. Tekeli’ye göre yurtdışında yaşayan eski Türk vatandaşı azınlıkların Türkiye aleyhine gerçekleştirdikleri eylemlerde kitabı kullanacaklardı. Onlara yeni bir saldırı fırsatı ve imkânı verecek ve yabancı dillere çevrilmesi ihtimali olan bu kitap bir iftihar vesilesi değildi.35 Akşam’a göre yeniden alevlenen bu Varlık Vergisi meselesinin ortaya atılmasıyla “bir kül olarak Türk milletinin ve Türk idaresinin prestiji” tehlikedeydi ve konunun söndürülmesi gerekiyordu.36 

Faik Ökte’nin Cevabı 

Faik Ökte Vatan ve Son Posta gazetelerine yolladığı mektuplarda şahsına yönelik eleştirileri şöyle özetledi : 

a) Varlık Vergisi kötü bir hâdiseydi, geçmişte kaldığından, tekrar ortaya atmanın bir yararı yoktu, 
b) bazı devlet sırları açıklandığından kitabın yayınlanması doğru değildi, 
c) vergiyi uygulayanlar arasında kendisi de yer aldığına göre neden o tarihte görevinden çekilmemişti? 

Geçmişte kendisinin yaptıklarını niye bugün eleştirmekteydi? 

Faik Ökte özetlediği bu eleştirilere şu cevapları verdi: 

a) Varlık Vergisi unutulmamıştı. Olay sadece zamanla kabuk bağlamıştı. Bu tür yaralar ancak üstleri açılarak ve deşilerek tedavi edilebilirdi. Geçmişteki hataların tekrarlanmaması için bu tür olayların üstlerini örtmeye kimsenin hakkı yoktu; 

b) Devlet sırlarının açıklandığı iddiası geçerli değildi zira vergi alenî bir olaydı. Dahası yabancı elçiliklerinin Türkiye’de yerleşik yabancı uyruklulara tatbik edilen Varlık Vergisi hakkında verdikleri yüzlerce nota devlet arşivlerinde mevcuttu. Unutmak istediğimiz bu olaydan dünyanın bihaber olduğunu zannetmek hatalıydı; 

c) Varlık Vergisi uygulaması sırasında neden istifa etmediği konusunda eleştiri getirenler kısmen haklıydı. Genç bürokratlar inanmadıkları bir davaya sürüklenmemeliydiler; 

d) Anılarının yayımlanmasından sonra Varlık Vergisi’nin adının bile sarf edilmesine tahammül edemeyen gazeteciler 1942-1943 yıllarında gazetelerinin başlarındaydı. Hacizler, satışlar ve sürgünler gözlerinin önünde yapılmıştı. Bu gazeteciler o yıllarda uygulamayı şayet onaylamıyorlar sa  sessiz kalarak görevlerini yerine getirmemişlerdi. Ökte bu gazetecilere neden kalemlerini kırıp mesleklerini terk etmediklerini sordu. Şahsını aklama arzusunda olduğu iddiasının yanlış olduğunu, yapmak istediğinin üzerinde ince bir kabuk olan bu yaranın deşilip temizlenmesi olduğunu ekledi.37 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

3 Nisan 2018 Salı

Obama'nın avucunda ne var?

Obama'nın avucunda ne var?

Yılmaz Karakoyunlu

ykarakoyunlu@htgazete.com.tr 
04.04.2009 - 15:38  
Güncelleme:
Obama’nın gelişinde acaba çok özel bir sebep var mı?
Gazetelerde bu soruyla ilgili aydınlatıcı bilgiler yok. Televizyonda yapılan yorumlarda önemli ve özel bir gerekçe de anlatılmıyor. Ama uluslararası gümbürtüsü büyük bir seyahatten söz ediyoruz. 


Peki, bu seyahatten nasıl kazançlı çıkacağız?

Genelde Dışişleri Bakanlığı kurumsal etkinliğini hissettirmek için bu türlü “önemli adam” ziyaretlerinin arkasında neler olduğunu bir vesileyle kamuoyuna duyururdu.


Siyasi partilerin yönetiminde her dönem itibarlı ve etkili bir iki emekli büyükelçi bulunur. Dışişleri bu kadro aracılığı ile muhalefeti besler. Hatta tartışmaları yönlendirir.


Bugün de muhalefetin Meclis guruplarında emekli ve değerli büyük elçiler var. CHP’de Onur Öymen, MHP’de Deniz Bölükbaşı iki seçkin örnek...
Ama muhalefet Obama hakkında bir beklenti tartışmasını henüz açmadı.
Obama’nın gelişinde Türkiye’yi can damarında zora sokan bir husus görünmüyor. Aksine Türkiye, Obama’ya ilişkin bütün tartışma başlıklarında rahat bir konumda içinde.


Eskiden Nisan geldiğinde Hariciye bir engelleme telaşı yaşardı. Ermeni soykırım tasarısının Amerikan parlamentosundan geçirileceği korkusuyla kıvranırdık.
TBMM’de, milletvekillerinden oluşan “temas heyetleri” oluşturur Amerika’ya gönderirdik.


Bir de vazgeçilmez destek arayışımız vardı: Yahudi cemaatini en sağlam müttefikimiz olarak değerlendirirdik. 


Ermeni lobisinin Amerikan senatosundaki girişimleri gözümüzü fazla korkutmuyor. Anlaşılan Davos’a rağmen Yahudi cemaatinin desteğinde bir gevşeklik yok. Galiba telaşımız yok, endişemiz yok...
Hükümet, AB içeriğindeki Batılılaşma hedefini sanki askıya almış gibi görünüyor; ama Amerikan birlikteliğindeki tercihini ve kararlılığını pekiştirmekte ısrarlı davranıyor...
Seçimlerde önemli bir siyasi darbe yemiş olmasına rağmen AKP, iktidar etkinliğini ve bekleyişini sürdürmekte... Sıkıntılı bir noktamız yok gibi...
Ekonomik krizin teğet geçmediğini hükümet de anladı. Belirgin önlemler girişimi görünmüyor ama beklenti ciddiyeti devam ediyor...
Peki. Obama gelirken ne getiriyor?
Siyasetteki kıdemli büyükelçilerin Hariciye’den bir şeyler sızdıramamış olmaları ihtimal dahilindedir; ama oranı çok düşüktür. Bu durumda Obama’nın çantasında önemli bir teklif bulunabileceği söyleyebilir mi?
Türkiye, Afganistan ve Pakistan’daki Amerikan sıkıntılarının çözümünde yer alacaktır. Bunun değiştirilebilir yönü ve rotası kalmamıştır. Obama seyahatinin bu noktada önem taşıyan özelliği yoktur.
Bu seyahatten Türkiye’nin karlı çıkması gereken başlık bellidir: PKK...
Eğer Amerika bu bölgedeki kendi askeri varlığını Türkiye’nin etkinliği kullanarak çözmek istiyorsa, Türkiye’ye karşı yüklenmesi gereken bir siyasi sorumluluğu olmalıdır. Bu sorumluluk, PKK’yı bitirmektir... En küçük hücresine kadar bitirmek...
Eğer Tayyip Bey, Amerika’yı bu noktada ikna eder ve istenen sonucu sağlarsa, yedi yıllık iktidarının en mükemmel hedefini gerçekleştirmiş olur. Bu noktada sonuna kadar destek görmeye hem hakkı olur, ham de layık olduğu görülür...

Baht kapısı-Taht kapısı
Masal bu ya, zor ülkenin kralı ülkeyi yönetecek veziri seçmek için güçlü ve akıllı paşaları sınamak istemiş. Adayları o güne kadar görmedikleri büyük bir kapının önüne getirmiş: “Akıllı insanlarsınız. Bu kapıyı açmanızı istiyorum. Kapıyı açanı vezir yapacağım” demiş...
Adaylar, kapının büyüklüğü karşısında ürkmüşler. Denemeye bile gerek görmeden fikirlerini söylemişler. Bu büyüklükte bir demir kapıyı Zaloğlu Rüstem bile açamaz deyip kıvırmışlar...
Yeni paşa olmuş genç birisi kapıya yanaşmış. Her tarafını gözden geçirmiş. Açılması imkansız denilen kapının bakılmadık yerini bırakmamış. Sonra sert bir omuz darbesiyle kapıyı ardına kadar açmış...
Meğer kapı ustaca kapalı gibi gösterilmiş; ama aslında aralık duruyormuş. Meğer işin ne olduğunu inceleyecek akıl ve olup biteni değerlendirecek izan gerekiyormuş...


*
Burdur’un Ağlasun ilçesinde belediye başkanlığına seçilen MHP’li Aydın Kaplan, belediyedeki makam odasının kapısını söktürmüş. Yetmemiş sekreterinin kapı-sını da söktürmüş: “Halk ile belediye arasında engel kalmadı. Vatandaş bundan sonra başkanına direkt ulaşacak” demiş.


Muhtemeldir ki belediye binasının ana kapısını da söktürebilir... Biraz daha ileri gidip makam aracının kapısını da söktürür...


İddia olmak elbette ki çok önemli ve ayırıcı özelliktir. Takdir görür. İltifat görür. Kendisini izleyenler de çıkabilir. Hatta yeni belediyecilikte bir moda da yaratabilir.


Önemli olan engeli kafa yerine kapı sanan anlayışı değiştirmek...


http://www.haberturk.com/yazarlar/yilmaz-karakoyunlu/217759-obamanin-avucunda-ne-var

***

Nostradamus 2009,

Nostradamus 2009,



Yılmaz Karakoyunlu
ykarakoyunlu@htgazete.com.tr
03.04.2009 - 09:48
Güncelleme: 03.04.2009 - 09:48



  16.ncı Yüzyıl’da yaşayan Michael Nostradamus, Kral İkinci Henri’nin özel doktoruydu.Tıptan çok astrolojiye meraklıydı. Hayallerini anlatırdı. Halk onu kehanet saydı. Geleceğin ne olacağını bilmek merakı bu örnekle derinleşti. Daha sonra olayları sayılara dökmek moda oldu. Bu işi sanata dönüştürdük. Anketlere bağlılığımız, merak boyutunu aşan bir iptilaya dönüştü... 29 Mart seçimleri öncesinde AKP’yi rahatlatan bir tahmin yüzdesi vardı. Bu oran neredeyse yüzde 50’ye yaklaşıyordu.AKP’liler, bu orana inanmış gibiydiler. Halkın endişesi vardı ama belli olmuyordu. Çünkü bu oranı ileri süren firma, genel seçimlerde AKP’nin oylarını çok doğru oranda tahmin eden KONDA firmasıydı. AKP, KONDA’nın tahminlerine güvendi. Kendinden emindi, rahattı ve biraz da serazattı.. Davos asabiyetinden sonra yapılan tahlillerde AKP’nin oy oranının yüzde 55’e kadar yükseldiği bile tahmin edilmişti. Böyle tahminler insanları bazen yoldan atabilir. Her şeyi hakları sayabilirler. Urfa’ya ceket yollama, Manisa’daki azarlama Antalya’daki ver oyunu al hizmetini pazarlığı yanlışlıkların iri boyutlu örnekleriydiler. Bu yorumları bugün yapabiliyoruz; çünkü seçim sonuçları belli oldu. A&G firması geçen seçimde KONDA’nın isabetini bu yıl ele geçirdi. H Şimdi AKP’nin oransal değerlendirmesini yeniden yapabiliriz... AKP bu seçimde yüzde47’den değil, Davos sonrası yükseldiği yüzde 55 oranından hızlı bir düşüşle yüzde 39’a indi, A&G Firmasının yüzde 39 tahminini isabetli bulduğumuza göre Davos sonrası yaptığı yüzde 55’e ulaşan tahmini de benimsemek noktasındayız. Buradan yola çıkarak tahlil tekrarını sürdürebiliriz: Olayı sayısal boyutundan sıyırıp çıplak niteliklerle izlersek, AKP’de oy kaybının devam edeceği söylenebilir. Çünkü önceleri hoş görebileceğiniz acılar, şimdi canımızı daha fazla yakacak bir psikoloji yaratmıştır. Yani siyasetteki heyecan tarzı değişmiştir.. Bunu sadece AKP için olumsuz bir çözümleme olarak değil, ülke geleceği için dikkat çeken kampana gibi değerlendirmek gerekecektir. Eğer bu seçimler Mayıs ayı sonunda yapılsaydı, AKP’nin oyu yüzde 35’lerin altına düşebilirdi.Çünkü AKP, asıl sorunun ekonomik sorun olduğunu hala fark edebilmiş değil.. Büyüme durdu; ihracat durdu... Yani kriz teğet geçmedi. H Liderler yaptıkları açıklamalarda sadece tespit cümlelerini sıralamakla yetindiler. Oysa ülkenin ve milletin ihtiyacı, hüküm noktasındadır. Bugüne kadar eksik bırakılan budur.  Tepeden baktıkça her şeyi küçük görülebilir. Her şeyi gerçek boyutunda ve tesirinde görebilmek için birlikte olmak gerekir. Galiba siyasetin bize öğretemediği şey bu.. Halktan uzaklaşırsanız kendinizi büyük görebilirsiniz..  Mubassır yöntemi  İlk okuduğumda şaşırmadım; geleneksel 1 Nisan şakalarından biri deyip geçtim. Biraz da abarttım:  Yani Meclis düzeyinde bir şaka denemesi diye     düşündüm. Oysa söylenenler ciddiymiş. Çünkü teklif ciddiymiş.. Dışişleri Bakanlığı işi ciddiye alıp TBMM Başkanlığı’na yansıtmış. Köksal Toptan da işi ciddiye almış. Peki nedir bu ciddiye alınan iş? Obama TBMM’de konuşmasını yapmadan önce muhalefet liderlerini topluca kabul edip ellerini sıkacakmış.. Hal soracakmış; hatır soracakmış.. Adam başı 10 dakika.. Buna halk arasında “laf ola beri gele“ denir. Köksal Bey teklifi liderlere aktardı. Devlet Bey teklifi hemen reddetti. Deniz Bey onu izledi. Eski eğitim usulümüzde “mubassır” denilen bir yönetici tipi vardı. Kuralları uygulardı. Bazen keyfileşir, kendisi de kural koyardı. Karşı çıkan olursa cezalandırılırdı. En basiti,kulak kepçesine asılıp koparırcasına çekmekti. Obama ve danışmanlarının “mubassır usulünü” bildiklerini sanmıyorum. Ama hala izlerini taşıdıkları bir tarih geleneği var. Eski Amerikan eğitim modelinde zenci kulaklarına asılmaya meraklı bir beyaz Amerikalı “mubassırlık” kurumu vardı. Üstelik çocuk sırtında şaklamaya alıştırılmış meşin kırbaç taşırlardı. Köksal Bey zor durumda kalmamak için bu teklifi liderlere götürmüş olabilir. Fakat farklı bir tecrübe yaşanabilirdi. Obama’nın bu hayret verici teklifini, Meclis başkanına söyletmek yerine Dışişleri devreye girebilirdi. Müsteşar ön yoklamalar yaparak nabız yoklayabilirdi. Böylece siyasi liderlerin, Meclis Başkanını reddetmek gibi yakışıksız bir durum yaratılmazdı; bu ayıp yaşanmazdı. Dışişleri’nin neden böyle davrandığı gerçekten şaşırtıcı.. Meclis başkanlarının yanında daima bir “Dışişleri Danışmanı” bulunur. Bunlar büyükelçi düzeyindedirler. Üstelik Meclisin Dışişleri Komisyonu vardır. Bunlar da bu sevimsiz manzara için müdahale edebilirlerdi. Şimdi Obama, liderlerle tek tek görüşmeyi kabul etmiş. Bu durumda Köksal Beyin 24 saat içinde düştüğü durumu düşünebiliyor musunuz? Reddedilecek bir teklif için Dışişleri Bakanlığı, Meclis başkanını kullanmış oldu. Anlaşılan fazla delikanlı bir “Hariciyemiz” var...

http://www.haberturk.com/yazarlar/yilmaz-karakoyunlu/217731-nostradamus-2009