TSK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TSK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2020 Cuma

27 Aralık Muhtırası, 1979

''27 Aralık Muhtırası"nın Hikayesi..


Abdullah Muradoğlu


Muhtıra mektubu Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Başbakan Demirel ve anamuhalefet partisi lideri Ecevit''e elden teslim edilmişti. Korutürk, muhtıra mektubunu diğer muhalefet liderlerinin yanısıra TBMM Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı''na da göndermişti. ''12 Eylül'' darbesini yargılayan mahkeme, 27 Aralık 1979''da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e verilen ''muhtıra mektubu''nun orijinaline henüz ulaşamadı. 27 Aralık Muhtırası 12 Eylül''e giden yolu açmıştı.

14 Ekim 1979''da Senato Üçte Bir Yenileme Seçimleriyle birlikte Meclis''te boşalan milletvekillikleri için 5 ilde ''Ara Seçim'' yapılmıştı. Beş milletvekilliğinin tümünü Adalet Partisi kazanmıştı, Senato seçimlerinde de açık arayla öndeydi.
Seçim yenilgisini CHP Hükümeti için bir ''güvensizlik'' sayan Başbakan Bülent Ecevit istifa kararı almıştı. CHP Hükümeti''nin yerine 13 Kasım''da, MHP ve MSP''nin dışardan desteğiyle Adalet Partisi ''azınlık hükümeti'' kuruldu.
Başbakanlık koltuğuna Süleyman Demirel oturmuştu. Ecevit hükümeti döneminde yaygınlaşan siyasi şiddet olayları tam gaz devam ediyordu.
Cumhurbaşkanı Esseyit Hasan Fahri Korutürk''ün görev süresi Nisan ayında sona eriyordu. Ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Daha o zamanlarda bile Cumhurbaşkanlığı için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren''in adı geçiyordu.
Çiçeği burnunda Hükümet ekonomik krizin yanı sıra terör ve şiddet olaylarını da devralmıştı. 

Bu yüzden Demirel ''enkaz devraldık'' demişti.



SELİMİYE KIŞLASI''NDA MUHTIRA KARARI

Bir NATO toplantısı için Brüksel''de bulunan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 13 Aralık''da Ankara yerine İstanbul''a döndü. İstikamet 1. Ordu karargahının bulunduğu ''Selimiye Kışlası''ydı.
Kuvvet komutanları, ordu komutanları ve kolordu komutanları'' Kenan Evren''i bekliyorlardı.Toplantıda hükümete ve muhalefet partilerine muhtıra verilmesi kararı çıktı.
2 Ocak 1980''de gazetelerde Ordunun Cumhurbaşkanı''na ''uyarı mektubu ''verdiği haberi yer almıştı. Aslında altında kuvvet komutanlarının imzası bulunan ''muhtıra mektubu'' 27 Aralık 1979 günü, bizzat Kenan Evren tarafından Çankaya Köşkü''nde Cumhurbaşkanı Korutürk''e verilmişti.
1 sayfalık Muhtıra mektubuna ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü '' başlıklı 2 sayfalık bir bildiri eklenmişti. 6 sayfalık ''terörü durdurma hedeflerine varış'' başlıklı metin de cabasıydı.

''İSTERSENİZ İSTİFA EDEYİM''

Cumhurbaşkanı Korutürk''e,TSK''nın görüşleri hayata geçirilmediği takdirde ordunun yönetime müdahele etmek durumunda kalacağı söylenmişti. Oysa TSK, görüşlerini ''Milli Güvenlik Kurulu''nda zaten dile getiriyordu. Cumhurbaşkanı da MGK''nın başkanıydı.
Askerler açısından zarlar atılmıştı, gerisi bahaneydi. Askerler, hükümete hiçbir sivil hükümetin gerçekleştiremeyeceği ağır şartlar öne sürmüşlerdi.
Genelkurmay Başkanı muhtıra mektubunun önce radyoda okutulması yönünde bir eğilim geliştiğini, ancak bundan vazgeçildiğini söylemişti Korutürk''e. Mehmet Ali Birand''ın ''12 Eylül'' başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Cumhurbaşkanı, Evren''e ''Peki ne yapmayı planlıyorsunuz'' diye sormuştu.
Evren, ''Eğer bunlar doğru yolu bulmazsa, Meclis''i feshetmek ve başka bir yöntem denemek gerekebilir. Bizim, bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok'' cevabını vermişti.


Cumhurbaşkanlığı eski Basın Sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yer alan bilgilere göre komutanlar Korutürk''e şunları söylemiştiler:
''Bu işler böyle gitmiyor. Siz yaşça ve kıdemce bizden büyüksünüz. Hepimizin komutanısınız. Geniş tecrübe sahibisiniz. Gelin başımıza geçin, Türkiye''yi içine düştüğü badireden kurtaralım.''
Korutürk ise komutanlara bakın nasıl cevap vermiş:
''Askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye''yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız, ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye de hazırım''.
Cumhurbaşkanı Korutürk, Anayasal rejime sahip çıkmak yerine istifa etmeyi düşünmüştü.

ÇANKAYA, MUHTIRA POSTASI

CHP''li İsmail Hakkı Birler''e göre ise Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlardan, görev süresinin dolacağı Nisan 1980''e kadar yönetime müdahale etmemelerini istemişti. Oysa Korutürk, 1973''te Adalet Partisi ve CHP''nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.

27 Aralık muhtırası 12 Eylül darbesinin ilk adımıydı. Askerler Cumhurbaşkanı Korutürk''e adeta bir postacı görevi yüklemişlerdi. Korutürk, Başbakan Demirel ve ana muhalefet partisi lideri Ecevit''i Köşk''e çağırarak muhtırayı kucaklarına bırakmıştı.
Demirel de, Ecevit de ''muhtıra mektubu''ndan 2 Ocak günü haberdar olmuşlardı.
Korutürk''ün danışmanı ve basın sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yazdığına göre uyarı mektubu çoğaltılarak, Meclis Başkanı Cahit Karakaş''a, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil''e, Cumhuriyet Senatosu ''Milli Birlik Grup Başkanı Fahri Özdilek''e, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara''ya gönderilmişti.
Muhtıra''nın birer nüshaları Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş''e, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan''a, Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan''a da postalanmıştı.
Maalesef, hükümeti darbe ile tehdit eden uyarı mektubu karşısında Cumhurbaşkanı, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir tavır sergileyemediler.

CHP DARBEYİ ÖNLEYEBİLİRDİ

CHP''nin önemli simalarından merhum İsmail Hakkı Birler ''CHP''li yıllar'' başlıklı kitabının ''CHP, CHP olsaydı, darbeyi durdurabilirdi'' bölümünde şöyle diyordu:
''Bana göre 12 Eylül Cuma günü değil, 10 Eylül Çarşamba günü olmuştur. Zira o gün yapılan CHP grup toplantısında sergilenen manzara, CHP''nin artık istemediği şeyleri engelleme gücünün kalmadığını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Darbecilere adeta yeşil ışık yakılmıştır.''
Birler''i bu kanaate sevkeden gelişmeler, Adalet Partisi ve CHP arasında gerçekleşecek bir ''büyük koa-lisyon'' önerisinin Demirel tarafından kabul görmemesinin yanısıra Adalet Partisi''nin erken seçime gitme öne-risinin de CHP''lilerin çoğunlukta olduğu Anayasa Komisyonu''nda reddedilmesiydi.
CHP''liler bu öneriyi, Cumhurbaşkanı seçilmeden erken seçim kararı almanın Anayasa''ya aykırı olacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdi. Yani, darbe göz göre göre gelmişti.
2 Ocak günü, Cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel ''Muhtıra''yı sineye çekmek yerine, darbe yapmayı kafaya koymuş olanları hesaba çekseydiler Türkiye ''12 Eylül'' felaketini yaşamayacaktı.

Celal Bayar az kalsın kendini öldürecekti!

''12 Mart'' darbesi gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Cevdet Sunay oturuyordu. Süleyman Demirel Hükümeti''ne verilen askeri muhtıra karşısında Cevdet Sunay, askerlerin tarafında yer almıştı. Oysa Sunay''ın seçilmesinde Demirel''in dahli vardı. ''28 Şubat'' darbesinde'' 12 Mart'' ve ''12 Eylül''ün mağduru olmuş olan Süleyman Demirel oturuyordu. 28 Şubat, 12 Mart''ın kopyası gibiydi. 12 Mart muhtırasının verildiği gün Başbakan Demirel istifa etmiş, yerine ''ara rejim'' hükümeti kurulmuştu. 28 Şubat ise 12 Mart''ın 1 günde yaptığını birkaç aya yaymıştı, fark buydu. 12 Mart''ın balyozu ''sol''un tepesine inmişti. 28 Şubat''ın balyozu ise ''mütedeyyinler''i hedef almıştı. Demirel, 28 Şubat darbesinin Refah-Yol Hükümeti''ni düşürmesine ve mütedeyyin kesimleri ezmesine göz yummuştu. Hatta Demirel''in rolü göz yummadan daha fazlasıydı. 27 Mayıs''a gelince.. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya Köşkü''nde kendisini tutuklamak isteyen darbecilere direnme cesareti göstermişti. Küçük tabancasına el atarak teslim olmaktansa cuntacılara ateş etmeyi, sonra da intihar etmeyi bile düşünmüştü. Tümgeneral Burhanettin Uluç, Köşk''te karşısında teslim olmak istemeyen bir Bayar görünce ''Millet ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur bıraktınız'' diye bağırmış, Bayar da ''Bu işi siz yapamazsınız. Buraya seçilerek geldim'' diyerek karşılık vermişti. Bayar darbeyi önleyememişti ama hiç olmazsa direnmeyi göze almıştı.

Darbecileri mağdur eden darbeciler..

''27 Mayıs'' darbesini yapan ''Milli Birlik Komitesi'' üyeleri 1961 Anayasası''na konulan bir maddeyle dokunulmazlık zırhına büründürülmüşler di. Buna göre MBK üyeleri ''Tabii senatörler'' olarak yaşam boyu görev yapabileceklerdi.
Görev süreleri dolan Cumhur başkanları da ''Tabii Senatörlük'' niteliği kazanmışlardı. ''12 Mart''ın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunun verildiği dönemde Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de 1980''e kadar Tabii Senatör olarak görev yapmışlardı.
Cumhur başkanların dan sadece Celal Bayar, 1974''de kendisine teklif edilen Tabii Senatörlüğü, ''Ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim. Demokrasilerde tabii senatörlük yoktur'' diyerek reddetmişti.
12 Eylül darbesiyle Meclis''in yanı sıra Senato''nun kapısına kilit vurmuştu. 1982 Anayasası Senato''yu tümden ortadan kaldırmıştı.
Tabii Senatörlük fikrini ortaya atan da CHP olmuştu. Bu fikri Temmuz 1960''da ilk defa kamuoyuna açıklayan Bülent Ecevit idi. Ecevit''e göre darbeciler, Tabii Senatörler olarak ''27 Mayıs rejimi''ni koruyabilirlerdi.
İlkin ''bu bir siyasi rüşvettir'' diyerek karşı çıkan darbeciler bir süre sonra sistemi denetlemek vve kollamak gerekçesiyle öneriyi kabul etmişlerdi. Milli Birlik Komitesi''nden tabii senatör olanlar ''Milli Birlik Grubu'' adıyla görev yaptılar.
1970''lerin sonlarına doğru ''Milli Birlik Grubu'' ile ''CHP'' arasındaki bağlantıyı CHP Genel Sekreter Yardımcısı sıfatıyla İsmail Hakkı Birler sağlıyordu. Birler, Milli Birlik Grubu''yla yaptığı toplantıları bir rapor halinde Ecevit''e bildiriyordu.
''12 Mart'' darbesini destekleyen Tabii senatörler, Baas tipi bir rejim kurmak için darbe hazırlığı yapan ''9 Mart cuntası''nın sivil liderlerinden Doğan Avcıoğlu''nun ''Devrim'' gazetesinin yazarları arasındaydılar.
'' Milli Devrim ordusu'' adında bir gizli teşekküle mensup oldukları gerekçesiyle suçlanan bazı Tabii Senatörlerin 12 Mart darbesinden önce dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. ''Anayasa Mahkemesi'' kararıyla senatörler dokunulmazlıklarını tekrar kazanmışlardı. 12 Mart''tan sonra dokunulmazlığı kaldırılan Ekrem Acuner''in dokunulmazlığı da aynı şekilde iade edilmişti.
1980 Eylül''ünde ''Senato Milli Birlik Grubu''nda 8 ''tabii senatör'' bulunuyordu. 19 yıldır görevdeydiler. 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin ''ömür boyu senatörlük'' ödüllerini rafa kaldırmıştı. Mağdur edenler, bu kez kendileri mağdur olmuşlardı.

Kenan Evren''e kutlama telgrafı göndermiş!

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunu Cumhurbaşkanı Korutürk''e elden teslim ettiğinde iş başında 35 günlük ''Süleyman Demirel hükümeti'' vardı. Oysa siyaset koridorlarında ''askerler darbe hazırlığı içerisindeler'' söylentisi ''Ecevit hükümeti'' döneminde ayyuka çıkmıştı.
CHP Hükümeti''nde Başbakan Yardımcısı olan Faruk Sükan ordu içerisindeki gelişmelerden bilgi sahibiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1979''da sürpriz bir şekilde görevinden istifa etmişti. Başbakan Ecevit''in Sükan''ı istifa etmemesi yönündeki ısrarlı girişimleri sonuç vermemişti. Sükan, Ecevit''e şöyle demişti:
''Arkadaşlarımla, Demokratik Parti''nin ileri gelenleriyle konuştum. Onlar bir askeri darbenin hazırlandığını bildiklerini açık bir şekilde anlattılar ve partili olarak benim de bu dönemde sorumluluk mevkiinde bulunmamı istemediklerini belirttiler.''
Sükan''ın bu sözleri karşısında irkilen Ecevit ise şu şekilde karşılık vermişti:
''Söyledikleriniz çok vahim. Ben derhal Cumhurbaşkanı''na gider ve bu söylediklerinizi naklederim. Böyle bir şey varsa, onun bilmesi gerekir.
Sükan, ''Nasıl isterseniz'' diyerek karşılık vermişti.
Ecevit dediğini yapmış, hemen özel bir uçakla İstanbul''a hareket etmişti. İstanbul''da Florya''da bulunan Cumhurbaşkanı Korutürk''ü ziyaret ederek Sükan''dan duyduklarını nakletmişti. Cumhurbaşkanı, ''kesinlikle böyle bir şey bilmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bir darbe olursa ben buna karşı vaziyet alırım'' demişti. Ecevit, rahatlamıştı.
27 Mayıs''ı ve 12 Mart''ı görmüş, deneyimli bir siyasetçi olan Ecevit''in rahatlaması için ciddi bir sebep yoktu. Askerlerle iyi ilişkileri olan Sükan''ın istifası aslında herşeyi anlatıyordu.
''Darbe olursa buna karşı vaziyet alırım'' diyen Korutürk 13 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren Paşa''ya bir telgraf göndererek kutlamıştı.
CHP şimdi 12 Eylül davasına müdahil olarak katılma kararı aldı. İlginç bir tesadüf, Korutürk''ün oğlu Osman Korutürk şimdi CHP milletvekili.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aralik-muhtirasinin-hikayesi-31963?mobil=true

Abdullah Muradoğlu KİMDİR;

Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi "Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi" bölümü mezunu. 15 yıldan uzun zamandır basın 
camiasının içinde yer aldı. 1997 yılından bu yana Yeni Şafak Gazetesi Haber Merkezi'nde özel haberler, dizi yazıları, araştırma yazıları, röportajlar, tarih sayfaları ve köşe yazıları yazdı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti  2004 Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Röportaj Dalı'nda ödüle layık görüldü. Biyografi alanında dört kitap yayınladı. Sivil toplum kuruluşlarında çeşitli görevler üstlendi. 
...
  _ ÖZEL NOTUM;
1952 DOĞUMLUYUM.. 1959 DAN İTİBAREN ÇOCUKLUĞUM.., GENÇLİĞİM VE BU GÜNLERİM.., YUKARIDAKİ OLAYLARI  HER TÜRK VATANDAŞI GİBİ BENDE YAŞADIM.., 
OLAYLARIN AKIŞI SONUCU HER  DÖNEM TÜRK HALKI VE  GENÇLİĞİ ZARARLI ÇIKTI..
DÜNYANIN GELİŞMİŞ ÜLKELERİN DE SİYASİLER  BİR DÖNEM GÖREVİNİ  TAM MANASIYLA 4X4 İFA EDER VE  GÖREVİ BİR SONRAKİNE DEVİR EDER.. VE KÖŞESİNE ÇEKİLİR DANIŞILIRSA FİKİR BEYAN EDER..
BİZDE SİYASET  SANKİ SANAT 50 YILDIR AYNI SİYASİLER İŞ BAŞINDA ( PARTİ ADI DEĞİŞİR  SİYASETÇİNİN ADI DEĞİŞMEZ ) ÖMÜR BOYU DA..EMEKLİLİĞİN KEYFİNİ ÇIKARIR YİNEDE KONUŞMADAN DURAMAZ .., 
ÖLÜNCE SİYASETİ BIRAKMIŞ  OLUR.. İŞTE YUKARIDAKİ OLAYLAR VE TABLONUN NETİCESİ ( POLİTİK ACILARA EN GÜZEL ÖRNEKTİR..)
BÖYLE BİR SİYASİ YAPI..,  TOPLUM ARASINDAKİ KOPUKLUK.. TOPLUMU AYAKTA TUTACAK OLAN SOSYLA DERNEKLERİN İÇERİSİNE SİYASİ YATIRIM KİŞİLERİN ELE GEÇİRMESİ..,

TÜRKİYEYİ 12 EYLÜLE GETİRMİŞTİR.. YİNE ANAYASANIN VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİ 35 MADDESİ GEREĞİ ÜLKENİN SELAMETİ İÇİN ASKERİ MÜDAHALE   KAÇINILMAZ OLMUŞTUR.. 

  27 MAYIS 1960 DAN FARKI HİÇBİR SİYASETÇİ İDAM EDİLMEMİŞTİR..  LAKİN  SUÇ İŞLEYENLER DE CEZASIZ KALMAMIŞTIR..SİYASİ HAYATLARI SONA ERMİŞTİR.. SON 50 YILIN SİYASİ TARİHİ GELİŞMELERİNİ OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDERİM..
TAKDİRLERİNİZE.
SAYGIYLA

***

1 Ekim 2018 Pazartesi

TSK'ya Karşı tek Ses oldular. CHP-HDP aynı Ses.

TSK'ya Karşı tek Ses oldular. CHP-HDP aynı Ses.

Ali Serdar Bolat 
4 Ağustos 2015

AutoResizeImage.mailbox:///Z:/PortableApps/ThunderbirdPortable/Data/profile/Mail/Local%20Folders/AKorunmali.sbd/ASIRADA?number=24157479&part=1.1.2&filename=Ayd%C4%B1nl%C4%B1k%202%20A%C4%9Fustos%202015.jpg
Aydınlık, 2 Ağustos 2015
CHP Genel Başkanı Dersimli Kemal:
"Biz çözümün parlamentoda toplumsal uzlaşma ile alabileceğini söyledik.
Bugün yeniden güvenlik önlemleriyle çözüm bulmaya çalışıyorlar. Bunun bedeli 90'lara göre daha ağır olacak. Bunun bedeli, yoksul çocuklar birbirini öldürecekler."
++++
HDP Eşbaşkanı Demirtaş:
"Türkiye'nin emekçilerinin, fukaralarının partisi olarak, Türkiye'nin halklarına bu savaşı doğru anlatacağız. Bu savaş bizim savaşımız değil. Saray için evlatlarımızın öldürülmesine göz yummayacağız."
++++
CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin:
"Barış ve Kardeşlik ve yangını söndürmek için Diyarbakır'dayız. HDP'nin Kapatılmasını kabul etmemiz mümkün değil. Barış sürecinin sağlıklı yürüyebilmesi için gereken ne varsa CHP olarak bunu yapmaya hazırız. Barış sürecinin sağlıklı yürüyebilmesi için 22 maddelik kanın teklifi veren tek partiyiz."
++++
Dersimli Kemal'in "Çözüm, Toplumsal Uzlaşma", Gürsel Tekin'in de "Barış Süreci" dedikleri şey, AKP'nin yıllardır PKK - HDP ile sürdürdüğü bölücü"Açılım" siyaseti. Tayyip'in "Eşbaşkanıyım" diye övündüğü Türkiye'yi bölüp Kürdistan kurmayı amaçlayan Büyük Ortadoğu Projesi.
İşte Dersimli Kemal, bu bölücü projenin yeni Eşbaşkanı olmaya soyunuyor.
AutoResizeImage.mailbox:///Z:/PortableApps/ThunderbirdPortable/Data/profile/Mail/Local%20Folders/AKorunmali.sbd/ASIRADA?number=24157479&part=1.1.3&filename=indir.jpg
CHP Heyeti Diyarbakır basın toplantısı
Dersimli'nin "Güvenlik Önlemi" diyerek karşı çıktığı uygulama da, güvenlik güçlerinin (ordu, emniyet) PKK ile mücadele etmesi. PKK ile mücadele ederek çözüm bulunamazmış. Ordu kışlaya polis karakola kapanmalı, toplumsal uzlaşma ile PKK'ye istedikleri verilmeli. Öncelikle özerklik.
PKK'ya Siper oldular, hiç utanma kalmadı.
++++
CHP'nin "Açılımı kurtaralım" feryadına AKP içinden güçlü bir yanıt geldi. Ağlamakla görevli AKP kodamanı Bülent Arınç "Açılıma başka isimle devam edebiliriz. Çözüm süreci insanlara antipatik geliyorsa ona başka bir isim buluruz." dedi.
Bu nasıl olacakmış: "Tercihim güçlü AKP-CHP koalisyonundan yana. Başbakan da, Kılıçdaroğlu da böyle bir hükümetin kurulmasının elzem olduğunu biliyor."
Yani: Güçlü AKP-CHP koalisyon orduyu yeniden kışlaya kapatacak. ABD emperyalizminin AB emperyalizmince de desteklenen planı bu.
Bu suretle Tayyip'ten de kurtulmuş olacaklar. Tayyip giderek etkisini yitirecek ve Saray'a gömülecek.
Gezi döneminden beri olgunlaştırılan "Tayyip'siz AKP ile yola devam" planı böylece hayata geçirilmiş olacak. "Diktatör Tayyip'in partisi" görüntüsünden kurtulan AKP'nin eli rahatlayacak.
Ama adı üzerinde, bu bir plan. Planın uygulanabilmesi için ordunun tekrar Ergenekon günlerindeki gibi etkisiz hale getirilmesi gerekecek.
Vatan Partisi, bu tehlikeye karşı, teröre karşı milleti ve partileri birleşmeye çağırdı. Başaramayacaklar.
Bakınız:
++++++++++
arşiv:
PKK'ya siper oldular, hiç utanma kalmadı
Saray savaşı değil, Vatan savaşı
Tayyip düşmanlığına esir olmak
Tayyip nefretini kullanarak PKK devletini hazmettirme çabası


***

21 Kasım 2017 Salı

Yeniden Yapılanma; TSK

Yeniden Yapılanma; TSK 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
28 Eylül 2017 Perşembe
Yeniden Yapılanma; TSK
Ünal Atabay tarafından yazıldı.


Tehdit Odaklı Yerine, Ulusal Menfaatleri Gözeten Yapılanma

Yaşadığımız ülkenin toprakları; konumu, bölgesel durumu ve küresel güçlerin dayattığı güvenlik ortamı, ana vatanımızda ve çevre coğrafyada yapılacak 
hataları affetmez bir özelliğe sahiptir. Nitekim, bu topraklarda nice hakimiyet kuran bir çok imparatorluk ve milletler zayıf düştükleri anda tarihe 
gömülmüşlerdir.

TSK; tarihin derinliklerinden beri var olan savaşçılık yeteneği, üstün disiplin anlayışı ve sürekli kendini yenileyen kurumsal hafızası ile her türlü coğrafyada 
varlığını kesintisiz sürdürmüştür. Farklı sosyo-kültürel yapıları bir arada barındıran ve sıkı sıkıya bağlı bir ruh yapısını içeren TSK, milletiyle birlikte 
aynı hedefe bakma becerisini gösterebilen, disiplinler manzumesiyle asırlardır yaşayan bir organizmadır.

Silah sistemleri ne kadar modern olursa olsun, ordunun savaşma kabiliyeti ile cesareti, onun tarihsel birikimi ve milletinin onlara olan inançlarıyla 
vardırlar. Ordu, içinden çıktığı milletin yansımasından başka bir şey değildir[i].       
Türk Ordusu’nun son 15 yıldır atlattığı badireden çıkarılan derslerden de istifadeyle, yeni bir ruh ve heyecan ile önümüzdeki yüzyılları karşılayacak 
şekilde ordumuzun yeniden teşkili ve yapılanması önem arz etmektedir.

TSK’nın; yeni dünya düzeninin ve bölgesel koşulların yaratacağı etkilere göre belirecek bir tehdit algılamasından ziyade, milletin beklentilerini karşılayacak 
şekilde ulusal menfaatleri gözeten bir yapılanmaya tabi tutulması esas olmalıdır[ii].

TSK’nın yeniden yapılandırılması, genel bir Türkiye yapılanması dışında elbetteki müstakilen ele alınmamalıdır. TSK’nın yapılandırılmasını ülkenin genel 
sistem yapılandırılması ile birlikte mütalaa etmek uygun olacaktır. Bu durumda ülkemizin genel sistemi ile bütünlük arz edecek şekilde sistem-parça ilişkisini 
daha sağlıklı kurgulayabiliriz.[iii] Ancak, burada sadece TSK’nın geldiği noktadaki ülke şartlarının dayattığı gerçekler ışığında özet bir model ortaya 
konulacaktır.

Modelin ortaya konulabilmesi için, öncelikle Türkiye’nin önümüzdeki süreçte ulusal menfaatlerinin neleri gerektirdiği ve muhtemel tehdit net olarak ortaya 
konulmalıdır.[iv] Şüphesiz ülkemizin yüce ulusal çıkarları ne ise, ordumuzun teşkilat yapısı da o olacaktır. Ulusal çıkarlar kapsamında belirlenecek ulusal 
hedefler ise askeri gücümüzü belirleyecektir.

Teşkilatlanma Yöntemi

İlk adımda; ana yurt ve yurt ötesinde ulusal çıkarlar doğrultusunda var olmanın hangi coğrafyada nasıl bir güce ihtiyaç olabileceği tespit edilmelidir. İkinci 
aşamada; TSK’nın sevk-idaresini sağlayacak komuta-kontrol yapısı ortaya konulmalıdır.Son olarak; ulusal çıkarlar çerçevesinde, ana yurt sathında 
kuvvetlerin tertiplenme ve teşkilatlanma mimarisine gidilmelidir.

Yeniden yapılanmada öncelikli olarak, zamanın ruhunun da ilerisinde ordunun insan kaynağının yetiştirilmesi ve geliştirilmesi üzerinde durulması hayatidir.

Güçlü Ordu İçin,  Güçlü İnsan

Bölgemiz coğrafyasında var olmanın ön şartı güçlü bir orduya sahip olmaktır. Güçlü ordu, güçlü Türkiye demektir. Geçtiğimiz yıllarda bazı odaklarca bu söz, 
maksatlı olarak çarpıtılmak istenmiştir. Unutulmaması gereken şudur ki; güçlü ülke hiçbir zaman güçlü orduyu yaratmaz, ekonomik gücünüzle teknolojik olarak ordunuzu donatabilirsiniz ve teknolojik olarak güçlü kılabilirsiniz, ama, sadece bu tedbirlerle onun güçlü olmasını sağlayamazsınız. Bu yetenek tek başına yetmez, esas olan insandır, insanın güçlü kılınmasıdır. Öncelikle, bu silah sistemlerini kullanacak olan insana yatırım yapmak zorundasınız.

Söz konusu yatırım; onların silah kullanma becerisine değil, onların ruhlarına ve düşüncelerine olan yatırım olmalıdır. İyi yetiştirilmiş insanlar, her türlü 
silah sistemleri ile mücadele edebilecek yetenekte olurlar ve kuvvet çarpanı daima insandır. Dillerden düşürülmeyen teknolojik kuvvet çarpanı ise, onu 
kullanacak olan insana verilen ruh oranında kuvvet çarpanı etkisi yaratacaktır.

Bir ordunun savaşma kabiliyetini; yukarıda da vurgulandığı gibi teknolojik yetenekler ve silah kullanma becerileri ile sağlayamazsınız. Ordular, sadakat ve 
itiat ile yoğrulmuş, ruhen iyi yetiştirilmiş personel ile ayakta dururlar ve savaşırlar. Bu ruh, milletin tarihten gelen birikimi, kültürel bağları ve 
gelenekleridir.

FETÖ/PDY darbe girişiminin yarattığı sonuçlar itibariyle TSK’nın personel yapısı; ruhi manada ve sayısal anlamda sarsıntıya uğramış ise de, gerektiğinde 
az personel ile de görev yapabilme yeteneğini tarihsel birikimi ve kurumsal kültürü ile aşabilen TSK, Fırat Kalkanı Harekâtı ve  terörle mücadeleyi 
aralıksız sürdürme yeteneğini göstermiştir. Bununla birlikte, FETÖ’nün TSK’ya verdiği zararı ortadan kaldıracak şekilde, TSK’nın savaşma azim ve iradesinin 
yeniden daha sağlam ayaklar üzerine oturtulmasına ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.

Şu unutulmamalıdır ki, TSK’nın kurumsal ve geleneksel yapısı itibariyle mevcut subay-astsubay sayısının önemli bir bölümünü kaybetse dahi, yönetimde zafiyet 
meydana gelmeyecektir. TSK, görevine kaldığı yerden devam edecek, bilakis her rütbedeki personelin bir-iki ve hatta üç üst kademeye ait görevleri yerine 
getirebilecek nitelik ve yeterlilikte olduğu unutulmamalıdır. O halde, FETÖ mensuplarını ordu bünyesinden tasfiyeye devam etmekte cesur olunmalıdır.    

Esas olan bundan sonrasıdır. Personel kaybı meydana geldiği endişesiyle, alel acele alınacak kararlar ve uygulamalarla TSK’ya daha büyük bir darbe indirme 
riski bulunmaktadır.

Harp okullarına ara sınıflara öğrenci alınması hataların en büyüğüdür.Oysa ki, sadece birinci sınıftan itibaren sabırla eğitilecek öğrencilerle yola çıkılması 
daha uygun olurdu. Ayrıca, sözleşmeli personel alımı, başka okullardan ordu nam ve hesabına öğrenci yetiştirmek veya açıktan subay-astsubay alımı da aynı vahim hatalardandır.

Esas ve öncelikli mesele istihdam değil, personeli yetiştirmektir.Yani, öğrencilere; bir birilerini yakından tanıma fırsatı, karşılıklı sonsuz güven, 
samimi itaat,sevgi-saygı,silah arkadaşlığı, aidiyet-sadakat duygusu, memleket ve millet sevdası ile savaşçı ruhu gibi değerlerin kazandırılmasıdır. 

Söz konusu değerler, kumpas öncesi dönemdeki askeri okullarda; uzun süreli, adım adım, bir sistem içerisinde ve tarihin derinliklerinden beri gelen, ancak yazılı olarak tarif edilemeyen ama geleneksel alışkanlıkları, uygulamaları ile ruhi kurumsal hafızasıyla kazandırılmaktaydı.

Tüm bu değerleri, açıktan temin edilen personele, ara sınıflara alınan öğrencilere veya sözleşmeli personele beklenilen manada bu ruhu kazandırmak son 
derece zordur. Çünkü bu durum, insanın tabiatına, fıtratına ve bilimselliğe aykırıdır.

Halkın Ordusu

TSK, tarihin, Çin Ordusu ile birlikte bilinen ve varlığını kesintisiz sürdüren iki ordusundan biridir.[v] TSK; herhangi bir ideolojinin, cemaatin, tarikatın, 
siyasetin veya bir sınıfın ordusu değildir. TSK, bir halk ordusudur. TSK’nın profesyonel mensupları, ülkesinin tüm sosyal sınıf mensuplarından hiç bir ayırım 
yapılmadan yeteneklerine göre seçilip ve yükümlü askerlerle birlikte kaynaşan ordu-millet anlayışı ile kucaklaşan, bu özelliğiyle yaşayan bir halk ordusudur.

Halkın ordusu demek, milletin ordusu ile birlikte hareket etmesi demektir. Türkler, uzun asırlar boyunca konar-göçer hayat yaşadıklarından, hayatlarındaki 
daimi tehlike onların ordu-millet bütünleşmesini sağlamıştır. Ordu-millet bütünleşmesinin temeli burada yatmaktadır. Ordusunun havasını teneffüs etmeyen milletler ordusuyla birlikte hareket edemezler.

Nitekim, Türk Ordusu’na kurulan kumpaslar ve dinsiz ordu gibi söylemlerle, sinsice yürütülen psikolojik harekâtın arkasındaki saldırılar; Türk Ordusu’nun 
asırlardan beri var olan geleneksel disiplin anlayışını ve milletin ona verdiği savaşçı ruhunu, ordu-millet bütünleşmesini yıkmak istemelerinden kaynaklanmış ve kumpas davalarıyla, dinsiz ordu karalama kampanyalarıyla öncelikle ordu-millet bağı hedef alınmıştır.

Söz konusu dönemde propaganda ile aldatılan ve kumpas kuranlara karşı ordusuna zamanında sahip çıkmayan/çıkamayan milletimiz, nihayetinde hain FETÖ/PDY’nin saldırısı ile bedel ödemek zorunda kalmıştır.

Ordu-Millet, Profesyonel Bir Tarzdır

Şer odaklarının ordu-millet bağınının koparılmasında uğraştıkları diğer bir yol haritası ise, teknik yetenekli insanlardan oluşturulacak tam profesyonel kadrolu 
bir ordunun yaratılması gayretleridir. Bu tip orduyu kamuoyuna her fırsatta bulunmaz bir nimet olarak sunmaya çalışmaktadırlar.

Kamuoyundaki propagandanın aksine; Hava Kuvvetleri öteden beri tam profesyoneldir, Deniz Kuvvetlerinin ana harp silah ve araçlarını kullananlar 
profesyoneldir, Kara Kuvvetlerinde ana muharebe sistemlerini kullanan kadroların önemli bir kısmı ile birlikte; iletişim, ikmal-bakım, istihkâm ve ulaştırma alanlarındaki kadrolar öteden beri profesyoneldir. Özel Kuvvetler Komutanlığı kurulduğu günden beri profesyoneldir. O halde, geriye ne kaldı diyebiliriz? 

Ordu-millet bütünleşmesini sağlayan yükümlü askerlerin kadroları.

Ordunun gücü milletin ta kendisidir. Ordu-millet bir ruhtur, bu ruh zaten profesyonel bir tarzdır. Tam profesyonel askerlik; milletin tarihsel birikimine, 
kültürüne, geleneklerine, milletin var olma ruhuna-iradesine, istiklaline ve ülkemizin güvenliğine aykırıdır.Tam profesyonel bir TSK, Türk halkına 
yabancılaşacaktır[vi]. Türkiye’nin savunma sisteminin asıl sorunu ordunun değil, ordu ile ilişkilerde sivil yöneticilerin profesyonelleşememesi ve bu alandaki 
eleman açığıdır[vii].      

Bununla birlikte; çağın getirdiği yenilikleri, karmaşık silah sistemlerinin kullanılabilirliğindeki sürekliliği sağlamak maksadıyla, yükümlü askerlik 
sisteminden asla vazgeçilmeden yarı profesyonel bir sistem içerisinde ordumuzu şekillendirmek daha akıllı bir yöntem olacaktır.

Yeniden Teşkilatlanma - Anayurt Komutanlığı     

TSK’nın mevcut emir-komuta yapısı, bilimsel ve askeri ihtiyaçları karşılamaktan uzak bir yapıdadır. Kuvvet komutanlıklarının Genelkurmay Başkanlığından 
koparılarak doğrudan MSB’lığına bağlanması, dünyaca kabul görmüş harp prensiplerinden olan emir-komuta birliği ve sadelik prensibi bu uygulamayla 
sakatlanmıştır. Baş ve kollar ayrılmıştır.

Anılan olumsuz durumla birlikte, yeni ihtiyaçlara göre; Genelkurmay Başkanlığını, son dönem yıpranan durumundan uzaklaştırmak ve yeni bir vizyon 
çerçevesinde,Türklerin tarihsel olarak geniş coğrafyalara yayılan soydaşlarının da üzerinde manevi bir değer oluşturacak şekilde, “Anayurt Komutanlığı” adı ile 
Cumhurbaşkanlığına bağlanması (Anayasa değişikliğini müteakip), kuvvet komutanlıklarının karargâh yapıları kaldırılarak “Anayurt Komutanlığı” 
karargâhında “Baş Karargâh” adı altında (Bugünkü Gnkur. 2’nci Bşk), halen olduğu gibi müşterek (kara-deniz-hava iç içe ve birlikte) karargâh işleviyle 
birleştirilmelidir.

Ülkemizin konumu itibariyle bekasını yakından ilgilendiren ilgi ve etki sahalarındaki küresel güvenlik ortamları bağlamında; Kuzeybatı Sahası 
(Marmara-Balkanlar),Güneybatı Sahası (Ege-Akdeniz Havzası-Kıbrıs),Güneydoğu Sahası (Ortadoğu),Kuzeydoğu Sahası (Doğu Karadeniz-Kafkasya-İran) veMerkezi Saha (Batı Karadeniz-Orta Anadolu) olacak şekilde ve yurt ötesi alanlarla birlikte mütalaa edilerek, barıştan itibaren TSK’nın organizasyonu; 5 ana bölgede oluşturulacak müşterek karargâhlar ile teknolojik yeteneklere dayalı müşterek birliklerden, atak ve mobilize yapılardan oluşan “Müşterek Saha Komutanlıkları” şeklinde düzenlenmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. 

Merkezi Saha Kuvvet Komutanlığı bünyesinde ise; gerektiğinde müşterek komutanlıkları derhal takviye edecek, elastiki ve modüler-müşterek bir yapıda 
ana yurt merkezinde olacak şekilde kuvvetler bulundurulmalıdır.   

Burada bahse konu saha komutanlıkları; klasik savunma anlayışına göre değil, bölgedeki menfaatlerimize uygun bir müşterek karargâh çatısı altında teşkil 
edilmelidir. Bu teşkiller, başlangıç tertiplenmesini oluştururlarken, bir taraftan da zamanın ruhuna uygun olarak elastiki yapılarla anayurt bölgesinin her noktasında derhal bulunmak, yurt ötesinde ise; gerektiğinde varlık göstermek ve menfaatlerimize uygun hatlar ile üsler tesis etmek hedefleri doğrultusunda  düzenlenmelidir.       

Söz konusu kuvvetlerle birlikte müşterek harekâtın ruhuna uygun olarak, bünyesinde; uzay[viii], askeri istihbarat, dijital-siber güç, stratejik ulaştırma, merkezi lojistik, merkezi sağlık, stratejik iletişim ve sivil-asker-insani yardım unsurlarını bulunduracak şekilde, “Müşterek Özel Saha Komutanlığı” teşkiline de ihtiyaç vardır. Burada sözü edilen askeri istihbarat, MİT’e devredilen Gnkur. Elektronik Sistemlerini de devralarak muharebe sahası istihbaratı için yeni ihtiyaçlara göre teşkil edilmelidir.

TSK bünyesinde; eski askerlerden ve sivil akademisyenlerden istifade edecek şekilde, daimi danışmanlık kurumu tesis edilmeli, özellikle terörle mücadele 
bölgesi için bazı kademelerde danışmanlık hizmeti düşünülmelidir.

Askeri Sağlık Sisteminin Yeniden İhyası   

Muharebe sahasından hasta ve yaralıların tahliyesi ile tedavisi için mutlak ihtiyaç duyulan askeri tabiplik müessesesinin yeniden ihyası önemini muhafaza 
etmektedir. Bu kapsamda; askeri doktorlar rütbesiz olarak (askeri memur veya başka bir tarz statü) ve yeni bir statüde yapılacak bir düzenlemeyle yeniden 
bünyeye kazandırılmalıdır. Söz konusu yapılanmada; daha çok mobil, hava ulaştırma ağırlıklı ve sahraya dayalı yeni bir askeri sağlık sisteminin ihdası 
üzerinde çalışılmalıdır. Söz konusu askeri tabiplik müessesesinin insan kaynağı için; doğrudan MSB’ye bağlı olacak şekilde “Milli Savunma Sağlık Bilimleri 
Üniversitesi” adı altında yeni bir teşkil de düşünülmelidir.

Geleceğin Türk Ordusu

Katılımcı çoğulcu demokrasi ile özdeşleşen, milletin değerlerini özümsemiş, her türlü tarikat, cemaat ve gruplaşmalardan uzak, toplumun kültürel dokusunun bir parçası olarak milletin mukaddesatını kavramış ve ordu-millet arasında sarsılmaz bir bağ oluşturulmasını sağlayacak liyakat sahibi bireylerden oluşmalıdır.

[i] Ümit Özdağ, “Kendi Ülkesinde Kuşatılan Ordu-TSK”,  4. Baskı, Kripto Yay., Ankara, 2014, s.205.

[ii]Sait Yılmaz, “Türkiye’de Savunma Reformu Çalışmaları: Ak MİT’den Sonra Ak Ordu’ya Geçiş”, makale, www.ulusal.com.tr, 12 Mayıs 2014.

[iii]Cengiz Kapmaz, “Peki, Halkı Kim Kurtaracak”, www.serbestiyet.com/yazarlar/cengiz-kapmaz/708480, 03 Ağustos 2016.

[iv]26 Temmuz 2017 tarihinde aynı sitede yayımlanan “Altı Buçuk Cephede Savaşa/Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye)” başlıklı yazıda ortaya konulmuştur.

[v] Ümit Özdağ, a.g.e., s.204.

[vi] a.g.e., s.207.

[vii] Sait Yılmaz, a.g.m.

[viii]  a.g.m.

Uzman Hakkında
Ünal Atabay
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
Uzmanın Diğer Yazıları

  Yeni bir PKK mı? 
  Şeytan Üçgeninde Kürtler Üzerinden Oyunlar 
  Idlib Harekâtı ve Olası Seyri 
  Barzani’nin İhaneti ve Bölge Barışı İçin Harekât 
  Yeniden Yapılanma; TSK 
  PKK’nın Korkusu; SİHA ve İHA’lar 
  Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye) 

 ***

15 Ağustos 2016 Pazartesi

TSK hukuktan azade mi oluyor?



TSK Hukuktan azade mi Oluyor?



Ümit ÖZDAĞ 
04.07.2014 00:00

Bugün köşemi Dr. Mustafa Güler’e bırakacağım. Uzman bir hukukçu, emekli bir subay Mustafa Güler. Üniformasını çıkarmış olmasına rağmen bir çok üniformalıdan daha subay benim için. Zaten son süreç Türk milletine her üniformalının subay her generalin komutan olmadığını öğretti. Neyse konumuz şimdi bu değil. Mustafa Güler çok önemli bir hususa parmak basmış ve ben de köşemi ona bırakıyorum: 

“ TBMM’de görüşülmekte olan torba yasa tasarısına eklenen bir madde ile ” TSK’da görevden alınanlar, Mahkeme yoluyla görevden alma işlemini iptal ettirseler bile Mahkeme kararının iki yıl süreyle uygulanmayabileceği “ Şeklinde bir hüküm getiriliyor.


Peki, bu düzenleme ne manaya gelmektedir? 


Örnek vermek gerekirse, bir general veya bir albay, TSK komuta kademesinin hukuksuz bir işlemine “evet” demezse hemen görevden alınabilecek ve mahkeme bu görevden alma işlemini iptal etse bile iki yıl süreyle görevine dönemeyecektir. İki yıl içinde köprünün altından çok sular akacak, ilgilinin zaten rütbe ve kıdemce aynı göreve iade edilmesi bir anlam ifade etmeyecek, hatta mümkün bile olmayacaktır.

 31.01.2013 tarihinde TSK Disiplin Kanunu, TSK’da meslekten çıkarma işlemleri için Kuvvet Komutanlıkları düzeyinde kurulacak Yüksek Disiplin Kurullarının yetkili olduğunu düzenlemektedir. Ancak kanuna eklenen Geçici 1’inci maddeyle, Yüksek Disiplin Kurulları Yönetmeliği çıkana kadar, meslekten çıkarma işlemlerinde, 926 sayılı TSK Personel Yasasının ayırmaya ilişkin hükümlerinin uygulanacağını düzenleyen bir hüküm konmuştur. 926 sayılı Kanun, ayırma işlemlerinde savunma alınmasını bile gerek görmeyen tamamen hukuka aykırı bir yöntemi düzenlemekteydi. 


Bu hüküm, memurların savunması alınmadan haklarında disiplin cezası verilemeyeceğini düzenleyen Anayasa’nın 129’uncu maddesine aykırı olmasına rağmen yıllarca uygulandı. Bu yöntemi kaldıran TSK Disiplin Kanunu’na eklenen Geçici 1’inci madde ile TSK Yüksek Disiplin Kurulları Yönetmeliği çıkarılana kadar bu hukuk dışı uygulamanın sürdürülebileceği belirtiliyordu. Söz konusu Yönetmelik 12 Nisan 2014 tarihine kadar çıkarılmadı ve 14 ay süreyle ayırma işlemleri bakımından TSK Disiplin Kanunu hükümleri devreye giremedi. Bu durum, açıkça Anayasa’nın “yasama yetkisinin Türk Milleti adına TBMM eliyle kullanılacağını ve bu yetkinin devredilemeyeceğini” düzenleyen 7’nci maddesine aykırı olmuştur. Yönetmelik 14 ay boyunca çıkarılmadığından TSK Disiplin Kanunu’nun ilgili hükümleri yürürlüğe girmemiş ve bu süre boyunca yasama yetkisi yürütme organı tarafından gasp edilmiştir. Yönetmelik çıkarılana kadar, yüzlerce personelin, savunması bile alınmadan, disiplinsizlik ve ahlâkî zayıflık sebebiyle ordudan ilişiği kesilmiştir. 

Son olarak İzmir Casusluk Davası kapsamında yargılanan 63 subay ve astsubay, idari soruşturma kapsamında savunmaları alınmadan, hatta haklarında idari soruşturma yapıldığı kendilerine haber bile verilmeden, haklarında hiçbir mahkeme hükmü olmadığı halde, masuniyet karinesi ihlâl edilerek TSK bünyesinden çıkarıldı.

Bu hâk ihlâlleri yaygınlaşınca, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, önüne gelen bir davada uyuşmazlığın çözümü için uygulanması gereken TSK Disiplin Kanunu’nun Geçici 1’inci maddesinin Anayasa’nın 7’nci maddesine aykırı olduğu iddiasını ciddi buldu ve konuyu Anayasa Mahkemesi’ne  götürdü. Anayasa Mahkemesi’nin 04 Temmuz 2014 tarihinde bu konuyu görüşmek üzere gündeme alması sanırız bazı mahfilleri tedirgin etmiş olacak ki apar topar torba kanuna bir hüküm ilave edilmiştir. TSK Disiplin Kanunu’nun Geçici 1’inci maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse, 31 Ocak 2013 tarihinden bu yana TSK’dan çıkarılmış olan tüm personel geri dönecektir.


Muhtemeldir ki, yazının başında değindiğimiz ve başlı başına bir hukuk garabeti olan torba yasa tasarısı genel kurula getirildiğinde, sadece görevden alınanlar değil meslekten çıkarılanlar için de aynı hükmün genişletilmesi ve meslekten çıkarılanların mahkeme yoluyla da olsa TSK’ya dönmelerinin önünün iki yıl süreyle tıkanması amaçlanabilir. Böylece, iki yıldır mağdur edilmiş bulunan onlarca personelin mağduriyetlerinin giderilmesinin yolları da tıkanmış olacaktır. Hukuka  saygılı tüm milletvekillerini bu konuda uyanık olmaya davet ediyoruz.


Bu kanun maddesinin TSK komuta kademesinin isteği ve onayı olmadan TBMM’ye getirilmesi mümkün değildir. Yüzlerce general, amiral, subay ve astsubayı yargılanırken her fırsatta hukuka ve mahkemelere saygılı olduğunu ifade eden, bu sebeple davalara müdahil olma hakkı mevcutken bunu kullanmayan, hatta davalar hakkında açıklama yapmayı bile gerekli görmeyen TSK Komuta kademesinin hukuktan anladığı sanırız “vatansever personelinin kumpas yoluyla ordudan atılması karşısında sessiz kalmak”tır.”
Mustafa Güler’in altını çizdiği gibi artık hukuk devleti falan yok. AKP devleti var. Ve bu devlet meşru olmayan bir şiddet gücü ile vatandaşın gırtlağına basıyor. Çok tehlikeli bir süreç bu.


Kaynak: TSK hukuktan azade mi oluyor? - Ümit ÖZDAĞ

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/tsk-hukuktan-azade-mi-oluyor-31302yy.htm


..

30 Haziran 2016 Perşembe

PENTAGON Demokrasisi ve TSK



PENTAGON Demokrasisi ve TSK

Yazar: Ümit Özdağ
02 MAYIS 2012 ÇARŞAMBA


TSK, bu süreçte ağır bir baskı altında. Onlarca general ve yüzlerce subay tutuklu veya tutuksuz yargılanıyor. " Balyoz davası " çerçevesinde yapılan yargılama çok ilginç. Birinci Ordu'da yapılan plan seminerine katılan subayların ancak küçük bir bölümü yargılanıyor. Ancak orada hiç olmadıkları hatta o sırada yurtdışında oldukları halde bir çok general ve subay adları imzasız digital belgelerde geçtiği için Balyoz'dan yargılanıyorlar. Bütün bunlar yaşanırken ne NATO ne ABD ne de AB orduları merak edip, " TSK'ya ne oluyor? " diye sormuyorlar. Çünkü herkes ne olduğunu biliyor.

Yaşanan süreç Türkiye'nin demokratikleşmesinden çok TSK'nın NATO dışında baskın ve etkin bir güç haline gelmemesi ile ilgili. Amerikan Hava Kuvvetleri istihbarat servisinde ve sonra CIA'da görev yapmış, doktora tezi Osmanlı ordusu üzerine olan M. Robert Hickok Amerikan Kara Kuvvetleri'nin dergisi olan Parameters'da 2000 yılı yaz sayısında "Yükselen Hegemon:Türk Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Boşluk" başlıklı makalesinde "Modern silahlara ve gelişmiş kabiliyete sahip olan Türk Ordusu, ülke içinde kültürel ve anayasal gücünde önemli değişiklikler yapılmadıkça, ne kısa vadede komşularına ne de uzun vade de Türkiye halkına rahat yüzü gösterecektir" derken, ABD'nin güçlenen bir TSK ile daha zor müttefik olduğunu da altını çizmektedir.
Esasen ABD ile TSK arasındaki ortaklık 1990'da TSK'nın K. Irak'a girmeyi reddetmesi ile parçalanmaya başlamıştır. 1990'lı yıllarda ABD-TSK gerilimi K. Irak merkezli olarak devam ederken, TSK'da hızla modernleşen, ateş gücü ve hareket kabiliyeti artan, öz güveni yükselen savaşan bir orduya dönüşmeye devam etmiştir. Bu durum Türk-Amerikan ilişkilerini daha da germiştir. 28Şubat döneminde TSK ile Pentagon arasında kurulan yakın ilişki de ilişkilerin genel olumsuz eksenini değiştirmemiştir. Org. Kıvrıkoğlu, dört senelik görev süresi boyunca; Çin'i ziyaret ederken, ABD'yi ziyaret etmeyerek gerilimi sergilemiştir. Böylece Org. Özkök ABD kaynaklarında TSK'nın tekrar NATO'laşması için umut olarak gösterilmeye başlanmıştır.

Türk Ordusu ile ilgili şikayetlerin ve Org. Özkök'e beslenen umutların sadece Amerikan askerleri ile sınırlı kalmadığı Wikileaks belgelerinin yayınlanmasından sonra ortaya çıkmıştır. 18 Nisan 2003 tarihinde ABD'nin Ankara Büyükelçisi Pearson'un Washington'a geçmiş olduğu telgrafta TSK'da üç grup olduğu savunulmuştur: "Birincisi, Türkiye'nin stratejik çıkarlarının, ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu, istekli olsa da olmasa da kabul eden Atlantikçiler. İkincisi, ABD ile bağları sürdürme ihtiyacına öfkelenen, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan, kimseye güvenmemeyi (Irak topraklarında kurulacak bağımsız bir Kürt Devleti'ni destekleme niyetinden emin oldukları ABD de buna dahil) yeğleyen ve Kemalist devletin tavizsiz biçimde korunmasında ısrar eden katı Milliyetçiler. Üçüncüsü de Avrasya konseptinin, Rusya'nın hakimiyetindeki tabiatını kavramaksızn, uzun zamandır ABD'ye bir alternatif arayan ve Rusya'yla ya da Rusya ile İran'ı veya Rusya ile Çin'i içine alan iyi tanımlanmamış bir gruplaşma ile daha yakın ilişkiler kurmayı düşünen Avrasyacılar."[1] 

Belgenin devamında, "Türk Genelkurmayı'nın ABD'nin Irak stratejisine karşı uzatmalı muhalefeti, operasyonel konularda ayak sürümesi ve ABD'nin Irak'ta Türk karşıtı bir gündemi olduğuna dair devam eden suçlamaları, Genelkurmay'ın ABD ile ilişkilere ne kadar bağlı olduğu konusunda daha çok soru sorulmasına yol açtı…Özkök'ün ABDile yeniden sağlam bir işbirliği inşa etmek için Türk Genelkurmayı'ndaki muhaliflerinin emekli olmasını bekleyerek fırsat kolladığı yönünde bazı ipuçlarına sahibiz. İrtibatta olduğumuz kişiler, Türk devlet sistemi üzerindeki mevcut askeri hakimiyette köklü değişiklikler olması kadar, ABD-Türkiye ilişkisinin yeniden dinamizm kazanmasının da, hem katı muhafazakarların istifasını hem de özellikle modern, ileri görüşlü, yeni bir subay kadrosunun yetişmesini gerektireceğini tahmin ediyorlar." Ayrıca belgede katı milliyetçi ve Avrasyacı olarak Yaşar Büyükanıt, Aytaç Yalman, Çetin Doğan, Şener Eruygur, Fevzi Türkeri, Köksal Karabay ile emekli generaller Hüseyin Kıvrıkoğlu, Teoman Koman, Doğu Aktulga gibi isimler verilmiştir.

Özetle içinden geçtiğimiz süreçte yaşananlar Türkiye'de askeri vesayetin tasfiyesi ile ilgili olmaktan çok TSK'nın NATO'laştırılması olduğunu bilmeliyiz. Öte yandan yine hatırlamalıyız ki TSK, 2002'de AB tam üyelik sürecini destekleyerek zaten askeri vesayetten vazgeçmeye hazır olduğunu ortaya koymuştur. Ancak beklemediği şey olup AKP iktidara gelince bir şaşkınlık dönemine girilmiş, yanlış bir tavır ile AKP'nin ABD/AB/NATO ile ittifakı güçlendirilmiştir.

Peki bu yaşananlardan bağımsız olarak demokrasi-TSK denklemi incelenemez mi? Tabii ki incelenir ve incelenmelidir. Yarın o konuyu ele alacağız. Bu vesile ile aslında İnönü'ye karşı ilk demokrasi mücadelesi olan 3 Mayıs Türkçüler Bayramınızı kutluyorum.


[1] Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu, Sızıntı-Wikileaks'te Ünlü Türkler, Kırmızıkedi Yayınları, İstanbul 2012, s.165-166


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2012/05/02/6589/pentagon-demokrasisi-ve-tsk

..

Bal­yoz TSK’­ya in­di vic­dan­lar ka­nı­yor!..

Bal­yoz TSK’­ya in­di vic­dan­lar ka­nı­yor!..


Mehmet Türker:
10 Ekim 2013

Yar­gı­ta­y’­dan bu ka­rar­la­rın çı­ka­ca­ğı aşa­ğı yu­ka­rı bel­liy­di!..
Tür­ki­ye­’yi de­rin­den sar­san ola­ğa­nüs­tü bir yar­gı­la­ma sü­re­cin­den son­ra "ö­zel yet­ki­li" mah­ke­me­nin ver­di­ği ka­rar­la­rın top­tan bo­zul­ma­sı bek­len­mez­di!.."Si­ya­si da­va" ola­rak eti­ket­le­nen böy­le bir yar­gı­la­ma­da hu­ku­kun ege­men ol­ma­sı da müm­kün de­ğil­di!..Ni­te­kim bek­le­nen ol­du!..İk­ti­dar ve yan­daş­la­rı­nın odak­lan­dı­ğı isim­le­rin ce­za­la­rı onan­dı!.."De­mok­ra­tik­leş­me pa­ke­ti" de­dik­le­ri na­ne­nin bal­yo­zu de­mok­ra­si­ye, Bal­yoz da­va­sı­nın bal­yo­zu hu­ku­ka, ik­ti­da­rın bal­yo­zu da Türk Si­lah­lı Kuv­vet­le­ri­’ne (TSK) in­di!..Tür­ki­ye va­him bir tab­lo ile kar­şı kar­şı­ya!..* * *Bu­gü­ne ka­dar sü­rek­li ola­rak "As­ker ve­sa­ye­ti" di­ye­rek top­lu­mu uyut­tu­lar…Oy­sa, "Tay­yip ve­sa­ye­ti" çok­tan baş­la­mış­tı!..Kuv­vet ko­mu­tan­la­rı, Or­du ko­mu­tan­la­rı, emek­li ve mu­vaz­zaf ge­ne­ral­ler, ami­ral­ler, seç­kin su­bay­lar tu­tuk­la­nıp içe­ri atıl­dık­ça TSK dar­be üs­tü­ne dar­be yi­yor, "Tay­yip ve­sa­ye­ti" yük­se­li­yor­du!..Bi­rin­ci dal­ga, üçün­cü, be­şin­ci dal­gay­la üst üs­te ge­len tu­tuk­la­ma­lar top­lu­mu kor­kut­ma­ya, sin­dir­me­ye, sus­tur­ma­ya yet­miş­ti!..Bu­na Er­ge­ne­kon dal­ga­la­rı da ek­le­nin­ce Tür­ki­ye "Kor­ku İm­pa­ra­tor­lu­ğu" ha­li­ne gel­di!..TSK’­nın ba­şı­na ik­ti­dar­la uyum­lu ha­lim se­lim bir Or­ge­ne­ral ge­lin­ce de Tür­ki­ye­’nin "a­nor­mal­leş­me­si" ra­yı­na otur­du!..* * *Bin­ler­ce say­fa id­di­ana­me, bin­ler­ce ek ve di­ji­tal ve­ri­ler…Bu ve­ri­ler­den ço­ğu­nun sah­te­li­ği­nin ka­nıt­lan­ma­sı da adil yar­gı­la­ma­ya yet­me­di!..Sa­nık­lar "son söz­le­ri­ni" da­hi söy­le­ye­me­den 16 yıl, 18 yıl, 20 yıl gi­bi ağır ha­pis ce­za­la­rı­na çarp­tı­rıl­dı­lar!..Bir yan­dan Er­ge­ne­kon, di­ğer yan­dan Bal­yoz, As­ke­ri Ca­sus­luk, 12 Ey­lül, 28 Şu­bat da­va­la­rı!..Tay­yi­p’­in eli gi­de­rek güç­le­nir­ken, ik­ti­dar da "rö­van­şı al­ma" se­vin­ci ya­şan­ma­ya baş­la­dı!..* * *İs­tan­bul Ba­ro­su Baş­ka­nı Ümit Ko­ca­sa­ka­l’­ın de­di­ği gi­bi, eğer Bal­yoz ve Er­ge­ne­kon gi­bi da­va­lar ol­ma­say­dı açı­lım-sa­çı­lım da ol­maz­dı!..İs­tan­bul Ba­ro­su Baş­ka­nı, bu­nun bir "dö­nem yar­gı­la­ma­sı" ol­du­ğu­nu be­lir­te­rek, "Bu da­va­lar ol­ma­say­dı, son çı­kan pa­ket da­hil Tür­ki­ye böy­le pa­ket­len­mez­di… Cum­hu­ri­ye­te ait iz­ler ve bel­lek si­li­ni­yor" di­yor…Es­ki AHİM Yar­gı­cı, CHP Mil­let­ve­ki­li Rı­za Tür­men ise, ke­sin ko­nu­şu­yor:"Bu ka­rar hu­ku­ka in­di­ri­len bal­yoz­dur"* * *Vic­dan­lar ka­nı­yor!..Ka­rar­la­rı ka­mu vic­da­nı ka­bul et­mi­yor!..Yaş­la­rı göz önün­de bu­lun­du­rul­du­ğun­da, TSK’­ya ha­ya­tı­nı ada­mış şe­ref­li as­ker­le­rin bu ce­za­lar­la öm­rü­nü ce­za­ev­le­rin­de ge­çi­re­ce­ği or­ta­da…Ai­le­ler pe­ri­şan, fer­yat edi­yor, mah­ke­me ka­pı­la­rın­da göz­ya­şı dö­kü­yor!..Ve ve­sa­yet re­ji­mi bü­tün ağır­lı­ğıy­la Tür­ki­ye­’nin üze­ri­ne çö­kü­yor…Ta­rih, Ab­dül­ha­mi­t’­in Yıl­dız Sa­ra­yı­’n­da kur­du­ğu ça­dır mah­ke­me­le­ri gi­bi bu­nu da ya­za­cak­tır!..Gün ge­le­cek akan göz­yaş­la­rı­nın he­sa­bı so­ru­la­cak, bu­gün ik­ti­dar­da olan­lar ta­ri­he kar­şı so­rum­lu­luk­la­rın­dan ka­ça­ma­ya­cak­lar­dır!..Hü­se­yin Çe­lik hâ­lâ ko­nu­şu­yor!..Kı­ya­fe­ti­ni açık bu­la­rak, yan­daş TV ka­na­lın­da­ki su­nu­cu­nun ko­vul­ma­sı­na se­bep olan Tay­yi­p’­in AK­P’­de­ki mu­avi­ni Hü­se­yin, top­lu­mun ak­lıy­la alay edi­yor!..Efen­dim, "e­leş­ti­ri hak­kı­nı" kul­lan­mış!..Su­nu­cu­nun kı­ya­fe­ti­ni çok de­kol­te bul­ma­sı "dü­şün­ce­nin ifa­de­si" imiş!..Bu "de­mok­ra­tik hak­kı­nı kul­lan­ma" ma­sal­la­rı­nı Hü­se­yin be­nim kü­la­hı­ma an­lat­sın!..AKP Ge­nel Baş­kan Yar­dım­cı­sı eleş­ti­ri (!) hak­kı­nı kul­la­na­cak da, Tay­yi­p’­in da­ma­dı­nın ba­şın­da ol­du­ğu hol­din­ge ait TV ka­na­lı o su­nucu­yu kov­ma­ya­cak, olur mu?!.* * *Kim­se­nin kı­lık kı­ya­fe­ti­ne, ha­yat tar­zı­na ka­rış­maz­lar­mış!..Ne ya­par­lar­mış, eleş­ti­ri hak­la­rı­nı kul­la­nır­lar­mış!..İk­ti­da­rın eleş­ti­ri hak­kı­nı kul­lan­ma­sı de­mek, do­lay­lı ola­rak ha­yat tar­zı­na ve kı­lık kı­ya­fe­te mü­da­ha­le de­mek­tir!..
Bas­kı­dır, teh­dit ve tah­rik­tir!..
Di­ğer TV ka­nal­la­rı­na da göz­da­ğı­dır!..Tür­ba­nı res­mi da­ire­ler­de ser­best bı­rak­tır­mak da bun­la­rı kes­mez, amaç­la­rı Tür­ki­ye­’nin ta­ma­mı­nı te­set­tü­re sok­mak, ka­fa­sı­na tür­ba­nı ge­çir­mek­tir!..
Hü­se­yin Bey, eleş­ti­ri hak­kı-dü­şün­ce­nin ifa­de­si gi­bi ma­sal­la­rı bı­rak!..
Açık ko­nuş açık!..
SÖZCÜ


12 Kasım 2015 Perşembe

TSK ve AVRUPA BİRLİĞİ




TSK ve AVRUPA BİRLİĞİ



Prof. Dr. Erol Manisalı
AĞUSTOS 2001  

Genelkurmay Başkanlığı bir açıklamayla AB'ye karşı olmadığını bildirdi.

Türkiye'nin AB'ye bir Fransa ya da bir İspanya gibi tam üye olmasına TSK karşı değildir. Bunu çok doğal karşılamak gerekir. TSK'yi bu yönde açıklama yapmaya, bazı spekülatif yayınlar zorladı.

Ancak, arada bazı farklar var...

Evet, Türkiye'nin aynen AB içindekiler gibi eşit statüde ve normal, tek yanlı olmayan bir ilişki düzeni içinde AB'ye üye olmasına TSK karşı değildir. Ancak bugüne kadar, haklı nedenlerle TSK ve askeri çevreler, Türkiye-AB ilişkilerinde "bazı tepkiler" göstermişlerdir.


Son aylarda bu tepkilerin "hangi konularda" ortaya çıktığını sıralayalım:

1) Güneydoğu konusunda Brüksel'den ve AB Parlamentosu'ndan, "Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik dayatmalara" yeltenildiğinde TSK ve askeri çevreler, "AB Türkiye'den böyle şeyler isteyemez" demişlerdir.

2) "Ulusal azınlıklar" adı altında, Türkiye'den, ülke bütünlüğüne yönelik tahrikler ve dayatmalar yapıldığında, TSK tepki göstermiştir.

3) Türkiye-AB ilişkileri bahane edilerek, hatta istismar edilerek Kıbrıs ve Ege konularında AB "koşul getirdiğinde", TSK olmaz demiştir.

4) Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği-NATO ilişkilerinde, AB'nin dayatmak istediği "tek yanlı düzene", TSK karşı çıkmıştır. TSK, Türkiye-AB ilişkilerinde çok haklı olarak tek yanlı yapılanmalara karşıdır.

5) MGK konusunda, Brüksel'den "dayatmalar yapılmak istendiğinde", TSK buna da tepki gösterdi. 

6) Son olarak, Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, Kıbrıs'ın "koşul olarak dayatılmasına" TSK hayır demiştir.

Ayrıca bu konuda, Çankaya Doruğu ile Sezer, Denktaş, Ankara hükümeti ve Genelkurmay, ortak tepkilerini ve çizgilerini net bir biçimde kamuoyuna yansıtmışlardır.


7) Son olarak Nice Doruğu'nda TSK, Türkiye'nin AGSK'den dışlanmasına ve Türkiye'ye 2010 randevusu verilerek ülkemizin "oyalanmasına" anında tepki göstermiş bulunuyor.

TSK Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olmamıştır ama, AB'nin, adaylığımız bahane edilerek ulusal çıkarlarımız üzerinde oynamasına tepki göstermiştir.

TSK Nelere Karşı?

Türkiye-AB ilişkilerinde, TSK'nin tepki gösterdiği konulara baktığımızda aşağıdaki gerçekler ortaya çıkıyor:

1) TSK, Türkiye-AB ilişkilerinde, "tek yanlı düzenlemelere karşıdır". Bunun somut örneğini AGSK-NATO ilişkisinde gördük.

2) TSK, ileride Türkiye'nin bütünlüğünü tehlikeye sokacak AB isteklerine karşıdır.

3) TSK, Kıbrıs ve Ege konularında, AB'nin "ön koşul dayatmalarına" karşıdır. Atina'nın, AB'yi kullanarak Türkiye'nin karşısına çıkmasına tepki gösteriyor.

4) AB'nin, MGK gibi, Türkiye'nin ulusal çıkarlarının korunmasında önemli olan bir kurumu karşısına almasına tepki veriyor.

5) TSK, AB çevrelerinin, Atatürkçü düşünceden rahatsız olmalarına da, çok doğal olarak tepki göstermektedir.

6) TSK, Türkiye'nin AB tarafından "oyalanmasına" da karşıdır.

TSK AB'ye karşı değildir ama, AB'nin Türkiye ile ilişkilerinde, yukarıda anılan konular üzerinde ısrar etmesine çok haklı olarak karşı çıkmakta, tepki göstermektedir.

İki Şeyi Birbirinden Ayırmak...

TSK, AB'ye normal koşullar altında "evet" demektedir. Oysa AB, sürekli olarak Türkiye'nin ulusal çıkarları ile bağdaşmayan önerilerle karşımıza çıkmaktadır. Bir taraftan Türkiye'den ödün koparmaya çalışırken öte yandan da ülkemizi "oyalama taktiği" gütmektedir.

TSK, AB'ye karşı değildir ama, bütün bu anormal taleplere de tamamen karşıdır. Karşı olduğunu, bugüne kadar ortaya koyduğu tepkilerle göstermiştir.

Kimse konuyu istismar etmeye kalkmasın: AB'ye karşı olmamak başka şey, ulusal çıkarlarla bağdaşmayan dayatmalara evet demek ise bambaşka bir şey.

 http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/agustos01_08.html

..