Ege etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ege etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2020 Cuma

12 ADALAR EGE SORUNU ATATÜRK - İSMET İNÖNÜ

12 ADALAR EGE SORUNU ATATÜRK - İSMET İNÖNÜ 



Ortaylı: '12 adaları Lozan'da verdik' demek Cehalettir


18 Ekim 2018 09:49

Kayseri'de 2'ncisi düzenlenen Kitap Fuarı'na 'Onur Konuğu' olarak katılan Prof. Dr. İlber Ortaylı, sevenleriyle bir araya geldi. 

Ortaylı, 

   '12 Adayı Lozan'da kaybettik diyorlar. Bu söz tamamen cehalettir. Bu sözü söyleyen bizim içimizdeki ve Yunanistan'daki bazı yalancılar' dedi.

Ortaylı: '12 adaları Lozan'da verdik' demek cehalettir

   Merkez Kocasinan İlçesi Zümrüt Mahallesi'nde bulunan Kadir Has Kültür Merkezi Salonu'nda gerçekleştirilen konferansa Büyükşehir Belediye Başkanı 
Mustafa Çelik'in yanı sıra çok sayıda davetli, öğrenci ile vatandaşlar katıldı. Kayseri'nin en büyük salonlarından biri olan salonda izdiham yaşanırken, 
merdiven boşlukları ve kulis aralıklarının da dolu olduğu dikkatlerden kaçmadı. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik, "Geçen yıl salon dar gelmişti. 
Buraya geldik. Bu salonun kapasitesi de malum ama, maşallah vatandaşlarımız buraya da sığmadı. Müthiş bir ilgi var. Herkese teşekkür ediyorum" dedi. 
Kayseri Kitap Fuarı'na 'Onur Konuğu' olarak katılan İlber Ortaylı'nın söyleşisini 2 bin 500 kişinin takip ettiği belirtildi.

' TEL AVİV BİZİM SAYEMİZDE KURULDU '

    Günümüzde İsrail sınırları içinde yer alan birçok şehri Osmanlı'nın kurduğunu ifade eden Prof. Dr. İlber Ortaylı, "19. Yüzyıl'ın Osmanlı coğrafyasını 
maalesef bilmiyoruz. Bu bizim için çok yanlış şeyler getiriyor. O zaman ki Şam'dan, Halep'ten, Beyrut'tan haberimiz yok. Bu salonda bir anket yapsam 
'Beyrut neresi? Nasıl gelişmiştir' desem, çoğu kişi cevap veremez. Beyrut dediğimiz yer bir köydür. Onu, o hale getiren biziz. Bugün ki İsrail'deki şehirlerin 
hangilerini biz kurduk desem. Çoğundan haberiniz yoktur. Yafa, sadece bir iskeleydi. Gemi yanaşamazdı. Yafa'yı mamur hale biz getirdik. Osmanlı geliştirdi. 
Tel Aviv bizim sayemizde kuruldu. Biz müsaade ettik. Geldi, yerleştiler, kurdular. Sultan Hamit döneminde Yahudi gelmedi diyorlar. Bu tamamen yalandır. 
Avrupa'da zulüm gören Yahudiler sığınmak için talepte bulunuyor. Bir kısmı alınıyor. Bir kısmı reddediliyor. Gelenlerin bazıları da beğenmediği için ilk fırsatta 
buradan başka ülkelere gidiyor" dedi.
Yakın Çağ tarihinin, araştırmazlık dolayısıyla tahribatın çok fazla olduğunu da sözlerine ekleyen Prof. Dr. Ortaylı, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlar 
tamamıyla Osmanlı Devlet ricalidir. Ay'dan inmemişlerdir. Osmanlı demek bir millet demek değildir. Osmanlı diye bir millet yok. 'Osmanlıca' zaruretten 
dolayı bürokrasinin geliştirdiği bir dildir. Bir sürü kelime var. Çoğuna Arapça diyorlar. Araba söylesen anlamaz. Osmanlıca, bir düşüncenin, gelişmenin, 
devlet hayatının, bürokrasinin, ilmi ihtiyacının, sosyal bilimler ve iktisat gibi bilimlerini gelişmesi, yeni şeylere bakması için hayatımıza girmiş. 
Bunu ayrı dil diye söylemeyin. O, bürokrasinin dili. Onun için okumuş olmak ve halkın anlaması lazım. Halk, günlük hayattaki kelimeleri bilir" diye konuştu.

'TÜRK KELİMESİ IRKÇILIK ANLAMINA GELMİYOR'

'Türkler' kelimesinin ırkçılık anlamına gelmediğini de ifade eden Prof. Dr. İlber Ortaylı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Devlet isimleri, ya kurulduğu şehrin adını taşırlar Roma İmparatorluğu gibi, yahut hanedanın adını taşırlar Sasaniler, Abbasiler, Emeviler, Selçuklu 
veyahut Osmanlı. Bunun düpedüz millet adına dönüşmesi biraz zorlamadır. Muhtelif unsurlardan oluştuğumuz için devletin adı böyle çıkmıştır. 
Yani bir vatandaşlık gibi çıkmıştır. Zaten o imparatorluk parçalandı, geriye Türkler kaldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye olarak kuruldu ve 
ondan sonra da yerleşti daha Osmanlı İmparatorluğu ortadan kalkmadan. Çünkü çifte idare vardı biliyorsunuz, 1922 Kasım’ına kadar. 

Ondan sonra da bugünkü Türkiye Devleti adı oldu. Adı ırkçı yaklaşımla söylenmemiştir, bu çok açıktır. Fransa nasıl sadece Frank’ların ülkesi değilse 
ama herkesi içeriyorsa. Hiçbir kimse kalkıp da ‘Vay faşist Fransa’ demiyor. Demekki burada başka bir şey var."

12 ADALAR TARTIŞMASI

    Yunanistan'ın batı devletleri tarafından sürekli korunduğunu da ifade eden Ortaylı, "Türkiye devleti kurulurken bazı şeyleri kabul etmek zorunda kaldı. 
Mudanya Mütakeresi ve Lozan'da müthiş bir kavga çıktı. Lozan'da bize hiç kimse, süngüyle girmediğimiz, restore etmediğimiz haritamızı ve haklarımızı 
restore etmediğimiz bir memleketi vermez. Tarihte böyle memleketler vardır. Bunlardan bir tanesi Yunanistan'dır. Her zaman başka kuvvetler tarafından 
korunur. Hatta kaybettiği bir şekilde iade edilir" dedi. Lozan Antlaşması tartışmalarından da bahseden Prof. Dr. Ortaylı, 

"O zaman İngiltere ve Fransa, kolay kolay Yunanistan'dan Türklere toprak vermezdi. Yunanistan karlı çıkardı. Atina'ya yanaştık. 
Oradan mütakere imzalandı. Lozan'da süngü nerede bitiyorsa orayı verirler bize. '12 adayı Lozan'da verdik' demek cehalettir. Gidin lütfen haritaya bakın, doğru dürüst tarih okuyun. Lozan'da 12 adaların işi yok. Onlar çoktan zaten elden gitmiş. Londra ve Uşi Antlaşmaları'nda elden gitmiş. 

   Bunu söyleyen 2 takım var. 
Birincisi, bizim içimizde olanlar, Allah onları ıslah etsin İkincisi de Yunan uydurukçuları. Yunanistan'daki ve buradaki yalancılar bir araya geliyor, adı da '12 adayı Lozan'da verdik' oluyor. 12 adaları Lozan'da vermedik. Musul'u da vermedik. O zaman, Musul'da değildik. 
Musul bizim değildi. Halep'i de vermedik. Orada da değildik. Niye verelim. Milletin inisiyatifi olmasa, Hatay, Maraş ve Urfa'dan bu tarafa geçecektik" ifadelerine yer verdi.

'KAYSERİLİLERİN TARİHİ GÖRÜŞÜ KİRLENMEYE BAŞLADI'

Osmanlılar döneminde Kayseri sanayisinin gelişmişliğinden bahseden Ortaylı, "Osmanlı coğrafyasını bilmezseniz ve sloganlarla öğrenirseniz 'Bu imparatorlukta hiç sanayi yoktu' dersiniz. Ben bunu bir devlet adamından duydum, bir eski başbakandan ama doğru değildir, sanayi vardır, ihracat bile yapıyorlardı. 
Kayseri'de sanayi vardı, bunu Kayserililer bilmiyor, en fazla 'Bizim burada halı dokuturlardı' derler. Halı dokutmanın ötesinde işler vardı. 

Metal dokuma sanayisi üst düzeydeydi. Burada metal, büyük olmayan bir sanayi vardı. Top fabrikaları yoktu ancak sanayi vardı ve bunlar ihraç ediliyordu. 
İhracattan dolayı demiryolu gelmesi söz konusu olunca Ankara'ya kadar geleceği duyulunca, Kayserililer ayaklandı, 'bize gelmeyecek mi?' diye. Berlin'e, 
Hamburg'a kadar mal satıyorlarmış. Buradan giden kumaşı, halıyı, metal eşyayı, kuru meyveyi ve tabi ki pastırmayı, çoğu kişi bilmiyor. 

   Belki bunlar silah satmaya, otomobile benzemez ama bir üretimdir, mamuldür. Gelir getirir. Kayseri'deki taş konaklar yıkıldı. Yerine devasa binalar yapıldı. 
1962'den beri bu şehri bilirim. O Kayseri gitti, bu Kayseri geldi. Afiyet olsun. İkisi aynı olmadığı için, Kayserililerin tarihi görüşü kirlenmeye başladı" diye konuştu.
Program sonunda Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik tarafından Prof. Dr. İlber Ortaylı'ya hediye verildi.


***

19 Nisan 2020 Pazar

Ayıp

Ayıp 





Yekta Güngör Özden
07.07.2003/ Sayı;34


Doğanın saldırılara uğradığı, değerlerin yitirildiği, toplumsal dokunun bozulmaya başladığı ortamlarda kötü olmak kolay, iyi olmak güçtür. Sağlık koşullarını olumsuz biçimde etkileyen gelişmelerin başında siyasal açılım gelmektedir. Kurtuluş ve Kuruluş evrelerini unutanlarla unutturmaya çalışanlar ruhsal ve bedensel yapımıza zarar vermektedirler. İnsan ne yazıp ne söyleyeceğini şaşırıyor. Karamsar birisi olmamakla birlikte umutlu olduğumu söyleyemem. Hiç ummadığımız kişilerden kaynaklanan öyle tutarsızlıklar, öyle çelişkiler, öyle saldırılar birbirini izliyor ki karşılaşmaktan duyduğunuz üzüntü kurduğunuz ilişkilere sizi pişman ediyor. Ne kuyruklu yalanlar, ne çirkin yakıştırmalar, ne haksız suçlamalar. Hiç ilişkiniz, ilginiz olmayan kimselerle, oluşum ve olaylarla kurulan bağlantılar. Açıklamak, yanıt vermek, düzeltmek için tüm zamanınızı vermeniz gerekir. 

“Unutkan” Gazete bana ödediği tazminatın acısını çıkarıyor 

Siyasal, hukuksal, toplumsal ekonomik nice iç ve dış soruna çözüm aramak varken gereksiz konularla uğraşmak kime ne yarar sağlar? Adam gibi, efendice, uygar biçimde tartışmayı bırakıp kavga etmenin ne anlamı var? Yurttaşının esenliğine katkıda bulunmanın bir insanlık gereği olduğunu unutup kişiliklere saldırarak kişileri yıpratmak neyi çözümler? Katılmadığınız görüşleri, uygun bulmadığınız davranışları eleştirebilirsiniz. Düşünce yanlışlıklarını doğrularını kanıtlayarak düzeltebilirsiniz. Ama kişiliğe, onura yalanlarla, çirkin sözcüklerle, kendinize yapılmasını istemediklerini yaparak saldıramazsınız. Kendi kişiliğinizi ve düzeyinizi yansıtan tutumunuz değerinizi de ortaya koyar. Kötülük, hiçbir nedenle yapılmamalıdır. Hele siyaset için, gösteri için, çıkar için. Siyasal partiler, devlet yönetimi için yarışmaya giren kuruluşlardır. Birbirlerine karşı kurum olarak saygılı davranarak yurttaşlara örnek olacaklar, bu yolla toplumsal barış güç kazanacaktır. İnançlı geçinen birinin aynı dinden, aynı mezhepten birisi hakkındaki yalanı, iftirası, saldırısı kendi boşluğuna ve karanlığına düşmesi demektir. Vicdanında kendini mahkûm eden insan en ağır suçludur. Ülkemizde bu durumlara daha çok medyada rastlanmaktadır. Hiç tanımadığınız, sizinle bir kez karşılaşmamış, bir kez konuşmamış, tartışmamış birisi gerçeği öğrenmeden, araştırıp soruşturmadan, söylediğinizin ve yazdığınızın tümünü gözardı ederek size sataşıyor. Düzeltmenizi ve yanıtınızı yayımlamıyor. Yargının kusurlu bulmasına karşın saldırısını yineleyip sürdürüyor. Aynı dernekte, vakıfta, aynı kurumda ve kurulda bulunan kişiler arasında da böyle kötü örneklere sıkça rastlanıyor. 

Unutkan bir toplum olduk. Toplumsal bellek zayıf. Kendi kusurunu başkasına yüklemek kolaylığı da yaygın. Efendice, terbiyeli eleştiri olsa teşekkürle karşılarım. Anlamadığı, bilmediği konularda tartışmaya girip yanlışında direnmek, bağnazlık ve ilkelliktir. Hakkımdaki olumsuz yayınları benim doğru olduğumu gösteren bir gazete, kendi muhabirinin algılama, amaçlı saptırma, yavanlık ve bilgisizlik olasılıklarını gözardı edip konuşmamı değiştirdiğimi ileri sürüyor. Bu “mâlûm” gazete beni övseydi üzülürdüm. Söylemediğim şeyleri söylemiş gösterip kendi yalanına kendini tanık tutuyor. Herhalde birkaç yıl önce ödediğim manevî tazminatın kendince acısını çıkarıyor. Yayınları kendilerinin göstergesidir. 

Uğur Mumcu’yla tartıştığımız konular 

Geçen yıl, bir kitapta avukatken duruşma salonunda bana sözle saldırıldığını yazan gazetede düzeltmem çıktı. Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan bu tür saçmalıklara başvurmanın ne gereği var? Toplum, ilgililer kimin ne olduğunu bilmiyorlar mı? Böyle bir olayın yenisine de kendisinden hiç beklemediğim bir yazarın kitabında rastladım. Doğrusunu saptamak için sormak zahmetine katlanmayıp kişiliğinize gölge düşürmeye çalışanın kişiliğine saygı duyabilir misiniz? Kendisine anlatanın benimle olan ilişkilerini, aramızda geçen olayları, nedenlerini, kişisel düşkünlüklerini, siyasal karşıtlıklarını, tartışmanın iç yüzünü, duygusallıklarını bilmeden tek yanlı yazmak ağır yanılgıdır. Namuslu ve şerefli insanlar yalan söylemez. Benim davranışlarıma kendince anlam verenlerin, kestirimde bulunanların yanlışları beni bağlamaz. Tanıdıkları kimselere sormadan her eline geçen notu gerçek sayarak yayıma vermek yazar niteliğiyle bağdaştıramadığım bir gelişigüzelliktir. 

Bu arada aramızdan ayrılışından bir hafta önce öğle yemeğinde konuğum olan Uğur Mumcu ile tartıştığımız konulara açıklık getirmek istiyorum: 

1. ODTÜ’de kavganın önlenmesi için derslere ara verildi. Sonraki üzücü olaylar beni doğruladı. Yargı kararlarını ilişkiye bağlamadım. 

2. Esenboğa Havaalanı’nda ABD Dışişleri Bakanı’nı protesto eden başka partili gençlere Başhukuk Danışmanı olduğum CHP’nden avukat görevlendirmemem, elele ayrıldığı Muammer Aksoy’la birlikte Uğur’un da hoşuna gitmemişti. 

3. Baro Başkanlığım sırasında yazılı ihbar üzerine o zaman yakınlığı olan kimi avukatlar hakkında açtığımız zorunlu soruşturmaya karşı çıkınca bu konuda Yeni Ortam’daki yazılarını yanıtlamıştım. 

4. Anayasa Mahkemesi’ndeki kurul görüşmelerinin basına yansıtılmasını doğru bulmayarak yaptığım engelleme girişimlerini kardeşimi bahane ederek eleştirmişti. 

5. DTCF Farabi Salonu’nda 1 Mart 1991’de düzenlenen yöneticisi olduğum etkinlikte Türk Ceza Yasası’nın 163. Maddesi’nin kaldırılması isteklerine karşı çıktığımda alınmış, ancak Başkan seçildiğimde kutlamaya gelerek bu yanlışından dolayı özür dilemişti. 

6. İmran Öktem’in cenaze törenindeki olayı kınamak için düzenlenen yürüyüşte yöneticilerden biri olarak Maltepe’de ABD’lilerin çalıştığı binaların taşlanmasını önlemek istediğimde karşı çıkması üzerine tartışmıştık. Ne başka bir nedenle tartıştık, ne de kavga oldu. 

Kimi durumları Cumhuriyet gazetesinin bu yılki Uğur Mumcu ekinde anlattım. Uğur’la bana stajyer olmak istediği günden yitirdiğimiz güne değin dosttuk. Tartışmalarımız uygarlık çizgisini aşmamıştır. Terbiyeli ve saygılı idi. Benim için “Devrimcilerin devrimci avukatı” nitelemesi yaptığı yazısı da vardır. 

CDP ve ADD hakkında 

Bir başka yararlı olacağını sandığım açıklamayı da Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi için yapacağım. Benim ve yakın arkadaşlarımın bir siyasi parti kurmak amacımız ve düşüncemiz yoktu. Yorgundum, anılarımı yazacak zamana gereksinim duyuyordum. Sürekli ısrarlar sonucu Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkez yönetimine aday oldum. Seçilen Yönetim Kurulu beni Genel Başkanlığa getirdi. Yenilenmeden, gençlikten yana olduğum, başkaları gibi yıllarca aynı yerde kalıp donukluk ve durgunluğa neden olmamak için Tüzük değişikliği sağlayarak iki dönem üst üste seçildikten sonra bir dönem ara verme zorunluluğunu getirdim. Genel Başkanlık’ta iki dönemde kalmadım. Türk Hukuk Kurumu Başkanlığı’nı da bir dönem yapıp bıraktım. Benim Parti Genel Başkanı olmam rastlantıların ve zorunlulukların sonucudur. Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yaptıktan sonra Parti Genel Başkanlığı -benim kişisel görüşüm- güç kabûl ettiğim bir görevdir. Böyle bir görev için Dernek Genel Başkanlığı’na da gereksinimim yoktur. Tersini söyleyenler kendi düşkünlüklerini gündeme getirmişlerdir. 

Parti kurmayı, Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanları adımı vererek yazılı bildirileriyle istemişlerdir. Buna karşın tartışmalar, çalışmalar yapılmış, Dernek’le hiçbir ilgisi olmayan Parti kurulmuştur. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde her partiden üye vardır. Partimizin kuruluşu Dernek Kurultayı’nın sonrasına bırakılarak yansız davranmanın örneği verilmiştir. Kimi üyelerimizin ve kurucularımızın aynı zamanda Dernek üyesi olması doğaldır, hiçbir yasal ve tüzüksel sakıncası da yoktur. Eleştirdiklerini sananlar kimi partilerin kapılarında dolaşıp yüz bulamayanlar, yanlarına kimseyi çekemeyenler, kıskananlar, kötü alışkanlıklarına kapılıp yalan ve iftirayı beceri sayanlardır. Kimilerinin TÜRKSOLU gazetesinin nasıl yayınlanıp dağıtıldığına, tirajına şaşırdıkları gibi. Kendileri yayınlarını gerçekleştiremiyorlar, toplumda giderek değer yitiriyorlar, çalışmıyorlar, sonra başkalarını eleştirerek bir iş yaptıklarını sanıyorlar. Siyasal partilerin, özellikle iktidarın tutumuna bakıp Atatürk ilkelerini özenle ve ödünsüz savunan bir partinin kurulmasından mutluluk duyacaklarına, adaylık bekledikleri kendi partilerini zayıflattığımız kanısıyla ve yaranmak için eleştiride bulunuyor lar. Bizi değil parti kurulmasını isteyen kendi Şube Başkanlarını suçlamalıdır lar. Biz bir partinin içinden çıkmadık, bir partiyi bölmedik. Kimseye ihanet etmedik. Emekli, partisiz yurttaşlar, birleşmeye, güçlenmeye karşı çıkan Atatürk ilkeleri konusunda ödünler verip gevşekliğe düşenler karşısında birleştirici, toplayıcı olmak için kuruluşumuzu gerçekleştirdik. Dernek bize zarar vermesin yeter, başka hiçbir şey beklemiyoruz. Bir de benim Genel Başkanlığım zamanında ve sonrasında parasal, onursal ve öbür yönlerden benim Derneğe yaptığım, sağladığım katkıları yapanlar varsa nedenleri ve adlarıyla birlikte açıklanırsa mutlu olurum. Parti, Derneğin yapamadıklarını yapacaktır. 

Atatürk ilkelerine aykırı iç ve dış gelişmeleri, köktendinciliği, etnik ayrımcılığı, terörü, soygunu, hortumu, hırsızlığı, rüşveti, adaletsizliği, haksızlığı, ahlâksızlığı, siyasal, hukuksal, toplumsal, ekonomik tüm sorunları bırakıp bu konularda yepyeni yüzler, tertemiz ellerle çaba gösterenleri engellemek kime, nasıl yakışır? Atatürkçü Düşünce Derneği dergisindeki ve başka yerlerdeki yazılarımla gerçekleri açıklıyor, savunuyorum. Derneğin bağımsızlığına ve yansızlığına gölge düşmemesini, Atatürkçü karakterinin değişmemesini diliyorum. 

Sahte Atatürkçüler gerçek Atatürkçülere katlanamazlar 

Utanmasını bilmeyen kimileri de kendilerinin sarmaşdolaş oldukları, üye yazdıkları kimseleri bırakıp benim mason olduğum yalanını yayıyor. Mason olsam söylerim. Ne isem açıklamaktan kıvanç duyarım. Mason değilim. Masonları da kınamıyorum. Yasak ve sakıncalı bir durum varsa yetkililer elkoyar. Bana böyle gerçekdışı ilişki yakıştırmaya çalışan bir dergi manevî tazminata mahkûm oldu. Bir kimsenin başkası için yargı açıklamadan önce kendini tartması gerekir. Sahte Atatürkçüler, gerçek Atatürkçülere katlanamazlar, kötülemek için her yola başvururlar. Bu, onların yolsuzluğudur. 

Atatürkçülüğü ve Atatürkçüleri karalayıp suçlamak aymazlık ve sapkınlıktır. Atatürkçülükten ve Atatürkçülerden kimseye bir zarar geldiği söylenemez. Atatürkçü sanılan ya da kendini öyle gösteren birinin -örneğin kimi siyasetçiler gibi- aykırı davranışları kendi yapısının, ahlâkının sonucudur, Atatürkçülükle ilgisi yoktur. Tersi düşünülürse kişisel her eylem ve durum ilkeye bağlanır, bu da akla aykırıdır. Atatürkçü ve aydın bilinenlerin asıl sorumluluğu dayanışmadan uzak, birbirlerine karşı olmalarıdır. Gericilerdeki dayanışma bile bu kesimi uyaramamaktadır. Anlaşmayı, tartışmayı, birleşmeyi becerememektedirler. Kimileri de üne, sana, mevkiye, paraya teslim olabilmektedir. Birbirleriyle anlaşamayanların karşıdevrimcilerle anlaşabildiği de bir gerçektir. 

Tayyip ABD ile AB’ye dayanıp içerde bildiğini okuyor 

Son günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’na 13 bin kadro boş dururken 16 bin kişilik yeni kadro verilerek 29 bin kişiye kadro açılması, özel okullara yerleştirilecek öğrenciler için ödemeler yapılacak olması, görev aktarmalarıyla kadrolaşmaları ve imam hatip okullarını çekici duruma getirme gibi çok yönlü amaçlar taşımaktadır. Recep Tayyip’in “Demokrasi amaç değil araçtır” sözünden cezalandırıldığı şiirle anlatmak istedikleri, lâikliğin ulus isterse elden gitmesinin doğallığını savunması, herkesin inancı gibi yaşayacağını söyleyerek çok hukuklu düzene ışık yakması, olası gelişmelere karşı ABD ile AB’ye dayanıp içerde bildiğini okuması birlikte değerlendirilmesi gereken olumsuzluklardır. AB üyeliği için devlet görevlilerinin AB’nin para desteğiyle düzenlediği koşullandırma toplantıları, kimi siyasi partilerin ve bilim adamlarının içinde bulunduğu vakıf etkinlikleri, Cumhurbaşkanı’nın önerili uyarısıyla geri çevirdiği Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesi konusunda inanç ve düşünce özgürlüğü sömürüsü yapan koronun tepkisi, azınlık yaratma çabalarıyla ayrılıkçı kışkırtmalara sessiz kalma uyuşukluğu iyi değerlendirilmelidir. Silâhlı Kuvvetleri etkisiz ve güçsüz kılma girişimleri de umursamazlıkla sürdürülmekte, yurdu kurtaran cumhuriyeti kuran gücün kendi varlıklarını koruma görevi doğal, hattâ zorunlu sayılacak yerde yadırganmaktadır. Cumhuriyeti güvencesiz bırakma, lâiklik niteliğini ortadan kaldırma, Türkiye’yi bölme ve ABD karakolu ile AB pazarı yapma oyunlarına karşı etkin bir duruş yoktur. Sivas’ı ve Sivaslıları üzen Madımak kıyımının sorumluları “mağdur” gösterilerek af yasalarıyla kurtulmalarına çalışılmakta, dokunulmazlık kalkanıyla korunan siyasetçilere ilişmek olanaksız kalmaktadır. Medyanın büyük bölümünü ele geçiren, kendi gruplarının meslek ilkelerine karşın terbiye dışı yazılar, hakaret ve sövmelerle saldırılarını artıran militanlar boş durmamaktadır. Köktendinci teröristlerin bağışlanmasını isteyecek kadar cumhuriyete düşman kesilenler özgür, cumhuriyeti korumak için özveriyle çalışanlar, önce öldürenler yetmiyormuş gibi, saldırıya açık duruma getirilmektedir. Bu çelişkilerin Sivas olaylarının 10. yılına rastlaması ilginçtir. Ne idüğü bilinenlerin “Statükocu-Zaptiye” suçlamaları parababalarını düşündürmektedir. Yurdunu düşünmeyen, nasıl ve nerden gelirse gelsin parasını düşünenler için gülümseyişle izlenen bu sapkınlıklar sorunların giderek nasıl ağırlaştığının kanıtıdır. Hizbullah’ı, İBDA-C’yi, PKK/KADEK’i, Sivas-Madımak suçlularını düşündüklerinin binde biri kadar Yargıçlarını, Savcılarını düşünmemektedirler. Yarın hiçbir görevlinin istenenden başkasını yapmayacak konumda olması için emeklilere gözdağı verilmeye çalışılmaktadır. İktidar uşakları besleme kadrolarla şeriat düzenini AB desteğinde gerçekleştirmek için atılan adımların sesi duyulmaya başlanmıştır. Tehlikenin ayırdında olmayıp bu kötülükleri demokrasi ve özgürlük adına aymazlıkla karşılayanlar geçmişe bir kez daha bakmalıdır. Günümüz iktidarını güç durumda bırakmamak için beklediği anlaşılan şeriat militanları kendilerine en uygun fırsatta azgınlıktan vazgeçmediklerini göstereceklerdir. Sözcüleri, yandaşları, parasal güçleriyle siyasette palazlanarak adımlarını hızlandırmışlardır. Yurttaşların çektiği sıkıntıların hiçbirine aldırmayan yetkililerin ne zaman uyanacağı bilinmemektedir. 

Türkiye’nin demokratikleşmesi AB’nin umurunda değil 

Ama halk uyumuyor. AB oyalaması açık. Türkiye’nin demokratikleşmesi umurlarında değil. Dertleri  Kıbrıs, Ege, Kürt devleti, Silâhlı Kuvvetler, bağımlılığımız. 

Ulusal onuru, toplumsal namusu, ülkenin kaynaklarını, değerlerini savunanlar karalanıp suçlanıyor, soygundan yağmaya tüm suçlar alkışlanıyor. Döneklerin körükörüne girmeyi önerdikleri Avrupa Birliği’ne eşit konumda girmeyi öngörenler karşıt sayılıyor. Avrupa kafası olmayanın, uygarlıkla zıtlaşanın, türban yalanıyla dolaşanın, AB için düzenleme yaptıklarını ve yapacaklarını söyleyenin yurtseverlere sözü olabilir mi? Kimse takiyyeyi yutmuyor. Kimi paranoyak ne derse desin Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı olmaktan kıvanç duyanlar bu görkemli yapıyı kaptırmayacak ve yıktırmayacaktır. 


http://www.turksolu.com.tr/34/ozden34.htm


***