Neçirvan Barzani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Neçirvan Barzani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2018 Cuma

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 2

 IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 2


1.2. Bölgenin Politik Durumu 

1055-1056 yıllarında Selçuklu Devleti’nin egemenliğine giren Musul ve civarı, yaklaşık bin yıl Türk egemenliğinde kalmıştır.24 
Irak 1534 yılında Osmanlı egemenliğine girmiş, Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerinde, yaklaşık dört yüz yıl Osmanlı hakimiyeti sürmüştür.25 
Irak’ta Türklerin yoğunlukla yaşadığı Musul Vilayeti; Kerkük, Musul ve Süleymaniye olmak üzere üç sancaktan oluşuyordu.26 

Osmanlı hakimiyetinde iken bölgede çeşitli isyanlar ve karışıklıklar görülmüştür. 

1806 Babanzade Abdurrahman Paşa isyanını Ümit Özdağ etnik bir hareket olarak değerlendirmemektedir. Ancak; Özdağ’a göre, 1832 Soran Aşireti ayaklanması bir Kürt aşireti ayaklanmasıdır. Erbil, Altınköprü ve Musul arasında, 1830-1834 arası isyan eden Kör Mehmet Paşa; Cizre merkezli 1836-1838 arası meydana gelen Bedirhan ve Süleymaniye çevresinde 1850’de ortaya çıkan Babanlar isyanları Osmanlı güçleri tarafından bastırılmıştır.27 

Osmanlı’nın merkezi otoritesini tesis etme çabaları ve aşiretlerin yapısı, bu dönemde dini otoritenin güç kazanmasına yol açmıştır. Kadiri Berzenci Şeyhi Süleymaniye’de, Kadiri Talabani Şeyhi Kerkük civarında etkinlik gösterirken, kuzeyde, Musul, Dohuk ve Erbil civarlarında Nakşibendi şeyhleri nüfuzlarını artırmışlardır.28 

Barzan’da yaşayan Nakşibendi Şeyhi Ubeydullah’ın isyanının Osmanlı’ya karşı olmadığı, İran’da yaşayan aşiretlere destek amacıyla başlatıldığı ileri sürülmüştür. Şeyh Ubeydullah İran ordusu tarafından bozguna uğratılınca, Osmanlı’ya sığınmıştır. 2. Meşrutiyet’in ilanı, Kürtler arasında isyanlara neden olmuştur. Etnik özelliklerin dışında, Abdülhamit zamanında edinilen avantajlı hususların kaybedilecek olmasından kaynaklanan isyanlardır. Milli Aşireti reisi ve Hamidiye Alay komutanı İbrahim Paşa öldürülünce, Berzenci ailesinden Şeyh Sait, geniş bir alanı kapsayan isyan başlatmıştır. Şeyh Sait, Musul’da halk tarafından linç edilince, oğlu Şeyh Mahmut Berzenci isyana devam ederek, intikam almaya çalışmıştır.29 

Nakşibendiliğin Halidi kolundan olan Barzaniler , Barzan bölgesinde aşiretlerinin yerleşik düzene geçirilmek istenmesi üzerine 1903 yılında isyan etmişlerdir. İsyan lideri Şeyh Abdüsselam Barzani asılarak, isyan bastırılmış, Barzan aşiretinin liderleri tutuklanarak bir buçuk sene Diyarbakır cezaevinde 
tutulmuşlardır. Padişah’ın emri ile liderleri serbest bırakılarak, Barzan aşireti Süleymaniye, Erbil ve Kerkük bölgesine sürgüne yollanmıştır. Asılan isyancı 
aşiret lideri Şeyh Abdüsselam’ın yerine Şeyh Muhammed, o ölünce yerine Molla Barzani’nin ağabeyi olan Şeyh 2. Abdüsselam geçmiştir.30 

1907 yılında Şeyh 2. Abdüsselam, Osmanlı’ya dilekçe ile başvurup, bölgede Kürt dilinin resmi ve öğretim dili olmasını, yönetici ve memurların Kürtlerden atanmasını ve toplanan vergilerin bölgeye harcanmasını içeren taleplerde bulunmuştur. Osmanlı kuvvetleri, talepte bulunan aşiretlerin üzerine yürümüşler, karşılık vermeye yeltenen aşiretlerin liderlerini tutuklamışlardır.31 

1909’da affedilen Barzan aşireti liderleri, 1913 yılında vergi ve asker vermemek te direnmeleri üzerine, güvenlik güçlerinin müdahalesi ile karşılaşmışlardır. Şeyh Abdüsselam kaçarak İran’a sığınmış, Tiflis’e geçerek Rus idarecilerle görüşmüş, Osmanlı’ya karşı destek sözü almıştır. Dönüş yolunda yakalanan Şeyh 2. Abdüsselam da, 1915’te asılarak cezalandırılmıştır.32 

1915 yılında, İngiltere-Fransa ve İngiltere-Fransa-Rusya arasında Anadolu topraklarının paylaşılması konusunda görüşmeler yapılmıştır. 
Ancak, İstanbul ve Boğazların Rusya’ya verilmesi, İngiltere’nin Araplarla anlaşarak Orta Doğuya yerleşme çabaları, Fransa’yı tedirgin etmiştir. Fransa, 
ısrarla Suriye ve Adana’yı istemiştir. Rusya, bağımsız bir Arap devletine veya Arap devletleri federasyonu kurulmasına, Suriye, Adana ve Mezopotamya’nın İngiltere ve Fransa arasında bölüşülmesine olumlu bakmıştır. Karşılığında; Erzurum, Bitlis, Van vilayetleri ile Van’ın güneyinde Muş, ve Siirt vilayetleri arasında kalan toprakları ve sınırları sonradan belirlenecek, doğu Karadeniz kıyılarını talep etmiştir. Aladağ, Kayseri, Akdağ, Zara, Eğin, Yıldızdağ ve Harput arasında kalan topraklar, sınırları sonradan netleştirilmek üzere, Fransa’ya verilmiştir.33 

1. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla beraber, Osmanlı Devleti Merkezi Devletlere eğilim göstermeye başlamış, bunun üzerine İngiltere, Osmanlı Devleti’ni zorda bırakmak amacıyla bütün Arap alemini Osmanlı Devletine karşı ayaklandırmayı planlamıştır. Mekke şerifi Hüseyin, İslam Halifesi Sultana karşı Hrıstiyanlarla işbirliğine yanaşmış, ancak İngiltere Şerif Hüseyin’in isteklerini kabul etmemiştir. Savaş’ın şiddetini artırması, İngiltere’nin uzlaşma çabalarını da artırmıştır. Hüseyin, Suriye, Irak ve tüm Arap yarımadasını içine alan ve başında kendisinin bulunduğu bağımsız bir devlet kurulmasını şart koşmuştur. Uzun süren toplantı lar sonucunda, 1916 yılı ocak ayında, Lübnan dışında, İngiltere Hüseyin’in taleplerini kabul etmiştir. 34 

İngiltere, Mekke Şerifi ile yaptığı görüşmelerden Fransa’yı Kasım 1915’te haberdar etmiş, Fransa’da; Orta Doğu’nun paylaşılması üzerinde direterek, bir anlaşma yapılmasına muvaffak olmuştur. Müzakereler, 9-16 Mayıs 1916 tarihleri arasında gerçekleşmiş, Fransa adına Georges Picot , İngiltere adına ise Sir Mark Sykes katılmış, bundan dolayı da bu anlaşmaya Sykes-Picot Anlaşması denmiştir. Bu anlaşmaya göre; Suriye’nin Akka’dan itibaren kuzeye doğru bütün kıyı bölgesi (Beyrut dahil), Mersin ve Adana bölgeleri Fransa’nın; Bağdat-Basra arasındaki Dicle ve Fırat bölgesi de İngiltere’nin olacaktı. Bu bölgelerin dışında kalan topraklarda bir Arap devleti veya Arap devletleri federasyonu kurulacaktı. Ancak; yeni kurulacak devletin Akka-Kerkük çizgisinin kuzey kısmı Fransız, güneyi ise İngiliz kontroluna bırakılacaktı. İskenderun Limanı serbest liman, Filistin’de ise milletler arası bölge olması planlanmıştır.35 
Şerif Hüseyin Haziran 1916 da Osmanlı Devleti’ne savaş açmış ve Ekim 1916 da da kendisini Arabistan Kralı ilan etmiştir. 

13.Ordu Komutanı Halil Paşa, İngiliz ordusu karşısısında Şeyh Mahmut Berzenci’nin yardımını istemiş, karşılığında “Süleymaniye Sancağı’nın azlolunmaz emiri” olarak atamıştır. Şeyh Mahmut Berzenci, Türk Ordusunun çekilmesine yardım etmiş, İngilizlerle savaşmıştır.36 

Mondros Mütarekesi 31 Ekim 1918, saat 12.00 itibari ile yürürlüğe girdiğinde Ali ihsan Paşa (Sabis) Musul vilayetini elinde tutuyordu. Mütareke hükümlerine göre, bölgedeki tüm askeri birliklerin yerlerinde kalmaları gerekiyordu. Ama İngiliz Ordusu kuzeye doğru ilerlemesini sürdürdü. 
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından tam 16 gün sonra, 15 Kasım 1918 günü Musul şehri İngiliz birliklerinin denetimine girmiştir. İşgal silah 
bırakışmasından sonra gerçekleştiği için geçersizdi ve Türkiye Musul’daki İngiliz işgalini tanımamıştır. Mustafa Kemal Paşa ve yakın çevresinin hazırladığı ve 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Millet Meclisi tarafından kabul ve ilan edilen Misakı Milli’nin (Ulusal Ant) 1. maddesinde dile getirilmiştir.37 

Musul’un işgalinden bir ay kadar sonra, İngiliz Geçici Yüksek Komiseri, Süleymaniye’ye giderek, başta Şeyh Mahmud Berzenci olmak üzere Kürt 
aşiretleri ile bir Kürt Federasyonu kurulması doğrultusunda anlaşmıştır. Uygulamaya hemen geçilmemiş, bir süre sonrada, Mayıs 1919’da, yetkileri 
kısıtlanan Şeyh Mahmud Berzenci ayaklanmıştır. İngiliz kuvvetleri ayaklanmayı bastırmış ve Berzenci sürgüne yollanmıştır.38 

İngiltere, Osmanlı Devleti’ni parçalama politikasını, 1. Dünya Savaşından sonra hızlandırmıştır. Paris Konferansı metnine (30 Ocak 1919) ; 

“...Ermenistan, Mezopotamya ve Kürdistan, Suriye, Filistin ve Arabistan Osmanlı Devleti’nden tamamen ayrılmalıdır.” maddesini koydurmuştur. 24 
Nisan 1920 San Remo Konferansı’nda; gizlice imzalanan Sykes-Picot anlaşmasına göre Fransa’ya bırakılması gereken Musul, İngiltere’nin nüfuz 
alanı olarak kabul edilmiş, ancak Musul petrollerinin %25 hissesi Fransa’ya bırakılmıştır. ABD’nin Ankara Hükümetini destekler tutum içersine girmesi 
üzerine, İngiltere 1922 de Musul petrollerinin %20’sinin ABD’ye verilmesini kararlaştırmıştır.39

 Irak’ı yönetmeye hazırlanan İngiltere, ulemanın “Gidenin müslüman, gelenin ise gayri müslim” olduğuna dair fetvalar vermesi üzerine, halkın mukavemeti ile karşılaşmıştır. Irak’ı yönetmekte zorlanan İngiltere, 1921 yılında Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Faysal’ı referandumla kral seçtirerek Irak’ın başına geçmesini sağlamıştır. 23 Ağustos 1921’de Mekke Şerifi Hüseyin Bin Ali'nin oğlu Faysal, Irak'ın ilk kralı olarak taç giymiştir. 40 

Revandüz’de bulunan Yarbay Ali Şefik yani Özdemir Bey, Kuzey Irakta İngilizlerle olan mücadelesinde başarılar kazanmaya, Kürt aşiretlerini Türk 
Ordusu tarafına çekmeye başlamıştır. Bunun üzerine İngilizler, Sürgüne gönderdikleri Şeyh Mahmud Berzenci’yi Süleymaniye’ye getirterek durumu 
lehlerine çevirmeye çalışmışlardır. Süleymaniye’ye gelen Şeyh Mahmud Berzenci, Eylül 1922’de Kürdistan Kralı olduğunu ilan etmiştir. Kürt Devleti 
kurma hazırlıklarına başlayan Berzenci, Türk tarafı dahil herkesle görüşünce, İngilizler Berzenci’yi görevden almışlar ve Süleymaniye’yi terketmesini 
bildirmişlerdir. Direnmeye kalkan Berzenci’ye İngilizler; Süleymaniye’yi havadan bombalayarak karşılık vermişlerdir. Berzenci’nin Süleymaniye’yi terketmesi ile İngilizler Şeyh Mahmud Berzenci karşıtlarından bir yönetim çıkarmışlardır. Temmuzda geri dönen Şeyh Mahmud Berzenci, Süleymaniye’yi tekrar ele geçirmiştir. Irak ordusunun 1924 Temmuzunda Süleymaniye’yi ele geçirmesi ile Şeyh Mahmud dağa kaçmış, İngilizler altı sene Süleymaniye’de kontrolu ellerinde tutmuşlardır.41

 Lozan Konferansı esnasında yapılan görüşmelerde, Musul sorunu çözüme kavuşturulamamıştır. Bu konuya, Lozan Anlaşması’nın üçüncü maddesi, ikinci fıkrasında şu şekilde yer verilmiştir. “Türkiye ile Irak arasındaki sınır, dokuz ay içinde Türkiye-Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir. Öngörülen süre içinde iki hükümet arasında anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti’ne götürülecektir....” Görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca, Musul sorunu 20 Eylül 1924’te Milletler Cemiyetine götürülmüştür. Toplumsal yapıyı incelemek ve halkın eğilimini tespit etmek amacıyla halk oylaması yapmak üzere bir komisyon oluşturulmuş, bölgeye gönderilmiştir. Bu görüşmeler esnasında İngiltere’nin kışkırtmasıyla güney doğu Anadolu’da yer yer isyanlar patlak vermiştir. Komisyon Musul vilayetinde inceleme yaparken, 22/23 Şubat 1925’te 
Genç’te başlayan ve hızla çevreye yayılan gerici isyan, Şeyh Sait’in 29 Haziran 1925’te Diyarbakır’da idam edilmesi ile bastırılmıştır. 7 Ağustos 1924 yılında patlak veren Nasturi ayaklanması, Musul sorununun İngiltere tarafından Milletler Cemiyeti’ne götürüldüğü günün ertesine denk gelmiştir.42 

Bu esnada, İngiliz hava kuvvetleri de Musul ve Kerkük’teki Türkiye yanlısı aşiretlere karşı hava harekatları yapmıştır. 16 Temmuz 1925’te Milletler 
Cemiyeti Komisyonu faaliyetlerini tamamlamıştır. Musul’un Türkiye hakimiyetine verilmesi hukuken uygun olacağı ifade edilmesine rağmen, İngiltere’nin baskıları sonucu Irak’ın manda yönetimine verilmiştir. İlerde bir taksim söz konusu olursa, Küçük Zap suyunu sınır olabileceği belirtilmiştir.43 

Görüşmeler sonucunda, Türkiye’nin bugünkü Irak sınırları (Kuzey Irak’ın Türkiye sınırları) 05 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması ile belirlenmiştir.44 

Musul sorunu çözülmekle birlikte, Irak’ta manda yönetimine karşı yer yer isyanlar devam etmiştir. Bunun üzerine İngiltere, 1930 yılında Irak ile bir 
anlaşma yaparak, iki yıl içinde bağımsızlığını tanıyacağını belirtmiştir. Söz konusu antlaşmada Kürtlere yer verilmemesi üzerine huzursuzluklar artmış, 
gösteriler düzenlenmiştir. İran sınırını geçerek bölgeye gelen Şeyh Mahmud Berzenci tekrar sahneye çıkarak aşiretleri ayaklandırmaya çalışmıştır. 
Ayaklanmalar bastırılmış, Şeyh Mahmud Berzenci tutuklanarak Nasiriye’ye sürgüne gönderilmiş, sürgünle beraber Berzenci dönemi kapanmış ve 
1956’da burada vefat etmiştir.45 

Aynı dönemde, Nakşibendi Şeyhi Ahmet Barzani, farklı yorumları ile diğer şeyhlerle ve 1927 yılından itibaren Irak yönetimi ile gerginlik yaşamaktaydı. İngiliz uçaklarının ve diğer Kürt aşiretlerinin de desteğindeki Irak ordusu, 1932’de Barzanilerin üzerine yürümüş, Barzani güçlerini yenilgiye uğratmıştır. Türkiye’ye doğru kaçan Barzaniler, Türk ordusuna teslim olmuş, Muş civarına yerleştirilmişlerdir. Irak hükümetinin 1943 genel affından yararlanan Barzaniler, Irak’a döndüklerinde, liderleri Hille’ye sürgün edilmişlerdir. Bir süre sonra, Halil Koşevi’nin öncülüğünde başlayan isyana, Molla Mustafa Barzani’de katılmış, isyan bastırıldıktan sonra Molla Mustafa Barzani Süleymaniye’ye sürgüne gönderilmiştir. Mustafa Barzani Süleymaniye’den İran’a geçmiştir. (12 Temmuz 1943) İran’dan Barzan bölgesine geçerek Irak hükümeti ile görüşmeler yapan, Irak ordusu ile çatışan Molla Mustafa Barzani, sonunda İran’a sığınmıştır.46

 Mustafa Barzani İran’da iken, Kadı Muhammed liderliğindeki İran’lı Kürtler, Mahabat kentinde Kürdistan Demokratik Partisini, ardından Mahabat 
Kürt Cumhuriyetini kurmuşlardır. Sovyet desteğindeki bu etkinlikler içersinde yer alan Molla Mustafa Barzani’ye general payesi verilmiştir. Bölgede Sovyet 
etkinliğini kırmak amacıyla Amerikalı bir generalin komutasındaki İran birlikleri, Mahabat’a girerek Kürt hareketini ezmiş, liderlerini asmışlardır. 2000 
adamı ile Sovyetlere sığınan Molla Mustafa Barzani, Sovyet Askeri 

Akademisinde, adamları da patlayıcılar, muhaberat ve nişancılık gibi konularda eğitim ve öğretime başlamışlar, 1958’e kadar burada kalmışlardır. 
Sovyetler Birliği, Türkiye’den ve Kuzey Irak’tan gelen Kürtleri eğitmişler, Kafkasya’dan kalkan Sovyet uçakları, Kuzey Irak’a malzeme yardımı 
yapmışlardır. Ancak, Bağdat Paktının47 kurulması, bu yardım uçuşlarını engellemiştir. 

Irak yönetimi, 14 Şubat 1958’de General Kasım ve Yüzbaşı Abdülselam Muhammed Arif’in darbesiyle el değiştirmiş, akabinde cumhuriyet ilan edilmiştir. Arif Başbakan olmuştur. Yükselen Arap milliyetçiliği ve İngiltere ile olan sorunlar nedeniyle Irak Bağdat Paktı’ndan ayrılmış, Sovyetler’e daha fazla yanaşmaya başlamıştır. Barzani’nin KDP’si, General Kasım ve Irak Komünist Partisi birlikte Arap milliyetçileri ve Baasçılara karşı mücadele etmişlerdir. Zamanla Mustafa Barzani ile araları bozulan General Kasım, Barzani karşıtı aşiretlere desteği kaydırmıştır. Bunun üzerine aralarında silahlı çatışmaya varan anlaşmazlıklar çıkmıştır. General Kasım ile KDP’nin mücadelesi, KDP içinde ciddi sorunların başlangıcına yol açacak çatlağa yol açmıştır. Hükümetin toprak reformu yapmak istemesine karşılık, Barzani’nin toprak ağalarını desteklemesi, KDP’nin önde gelenleri Celal Talabani ve İbrahim Ahmed tarafından desteklenmemiştir. Barzani KDP önde gelenlerini bölgesine sokmaz iken, KDP güneyde kendi silahlı birliklerini teşkilatlandırmaya başlamış, Talabani de bu güçlerin başkomutanı olmuştur.48

 8 Şubat 1963’te General Kasım, Arap Sosyalist Baas Partisi'nce (ASBP) düzenlenen bir darbeyle devrilmiş ve öldürülmüştür. Arif; kendisini mareşal ilan ederek, devlet başkanı olmuştur. Kürtlere ateşkes teklif edilmiş, ateşkes teklifi kabul edilmiş, Talabani Bağdat’ta görüşmelere başlamıştır. 
Görüşmeler, KDP ile Barzani arasının yumuşamasını sağlamıştır. Uzlaşma sağlanamayınca, Irak ordusu KDP üzerine yürümüş, fakat bir netice 
alamamıştır. Hükümet muhalifleri ile uğraşan Arif, tekrar ateşkes çağrısında bulunmuş, 10 Şubat 1964’te barış anlaşması imzalanmıştır. Barış anlaşmasına göre Bağdat hükümeti, Kürt milli haklarını geçici bir anayasa ile tanıyacaktır. Geçici anayasa ile “ Kürtlere Irak bütünlüğü içinde milli haklar verileceği” 3 mayıs 1964’te ilan edilmiştir. Geçici anayasa KDP’yi memnun etmemiştir. KDP ile Barzani tekrar ters düşmüşlerdir. KDP silahlı mücadele isterken, Barzani; eleştirilerine rağmen görüşmelerin sürdürülmesinin doğru olacağını belirtmiştir. Anlaşmazlık üzerine KDP kongresi yapılmış, kongrede Barzani, feodalite yanlısı ve teslimiyetçilik ile suçlanmıştır. Öfkelenen Barzani, 500 peşmerge ile Mahvut’taki KDP karargahını basmıştır. KDP güçleri, saldırı karşısında, İran sınırındaki Serdeşt’e çekilmek zorunda kalmıştır.49 

Nisan 1965’te Irak ordusu kuzeye doğru büyük bir harekat gerçekleştirmiş, Barzani dağlara çekilmiştir. İran’da bulunan Talabani ve KDP yöneticilerinin Barzani ile araları tekrar yumuşamaya başlamıştır. Bölgeye dönen Talabani, Irak yönetimi ile gizlice temas kurmuş, Irak yönetimi Barzani’nin tasviyesinin çıkarlarına olacağını düşünmeye başlamıştır. Gelişmeler karşısında Barzani, Talabani’yi tutuklamak istemiş, Talabani yine İran’a sığınmıştır. 

13 Nisan 1966’da, Abdüsselam Arif, helikopterinin düşmesi sonucu ölmüş, ağabeyi General Abdülrahman Muhammed Arif devlet başkanlığı görevini devralmıştır.50 Yeni yönetim, 4 Mayıs 1966’da 40.000 kişilik bir ordu ile Barzani’nin üzerine yürümüş, İran ve İsrail’in destek verdiği Barzani 
güçlerine karşı bir netice alamamıştır. Barış görüşmeleri esnasında, Kürtlere geniş haklardan bahsedilmiş, görüşmelerde Talabani ‘nin öne çıkmasından 
Barzani rahatsız olmuştur. Silahların sustuğu bu dönemde, Talabani güçleri İran’dan gelerek, Barzani’ye rağmen Süleymaniye’ye silah zoru ile 
yerleşmişlerdir. Bu olay, Kürt bölgesinin ikiye bölünmesi anlamına gelmektedir.51 

17 Temmuz 1968’de General Abdülrahman Muhammed Arif, Baas Partisi'nce düzenlenen bir darbeyle devrilmiştir. General Ahmed Hasan El Bakr devlet başkanı olmuş, yardımcılığına ise 31 yaşındaki Saddam Hüseyin getirilmiştir.52 Baas yönetimi, başlangıçta Kürtlerle iyi geçinmek istemiş, başarılı olamayınca Ocak 1969’da güç kullanarak sorunları çözmek istemiş, istediği başarıya yine ulaşamamıştır. 11 Mart 1970 Barış görüşmeleri sonucunda, Kürtler özerklik haklarını, imzalanan bir anlaşma ile almışlardır. Bu anlaşmada Kerkük ‘ün statüsü açıklığa kavuşturulamamıştır. Anlaşma dört yıl içinde uygulamaya sokulacaktır.53 

Kürtlerin Kerkük’ün statüsünü kendi çıkarlarına göre çözmek ve Kerkük’ü başkent yapmak istemeleri, Irak yönetimi ile anlaşmanın önündeki 
en önemli engeli oluşturuyordu. KDP’nin 25.000 peşmergeden oluşan silahlı gücü ile Türkiye ve İran’daki Kürt grupları desteklemek istemesine, Irak 
yönetimi izin vermiyordu. Zaman geçmiş, Barzani anlaşma şartlarına uyulması çağrısında bulunmuş ve akabinde silaha sarılmıştır. Irak’taki Baas 
rejimini destekleyen Moskova, KDP’nin bu tepkisi üzerine, tercihini Baas yönetiminden yana koymuştur. Moskova Kürtleri yalnız bırakmıştır. 11 Mart 
1972’de Irak ve Sovyetler Birliği arasında 15 yıllık bir Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalanmış, Irak hükümeti, Irak Petrol Şirketi'ni 1972’de 
millileştirmiştir. 
   Baas yönetimi, İran ve Irak arasındaki Şat-ül-Arap su yolu sorununu54, 6 Mart 1975’te Cezayir antlaşmasıyla neticelendirmiştir. İran’dan aldığı 
destekle direnen Kürtler, İran’ın Irak’la anlaşması sonucu tamamen yalnız kalmışlar ve tüm kazanımlarını kaybetmişlerdir. Bağımsızlık ve egemenliğin 
başka uluslara dayanarak değil, kendi gücüne dayanılarak kazanılabileceğini Kürtler hesaplayamamışlar ve ağır bedel ödemişlerdir.55 Böylece, Irak 
ordusu karşısında Barzani güçleri yalnız kalmıştır. Irak ordusunun ağır ve kapsamlı saldırıları karşısında, Barzani kuvvetleri hezimete uğramıştır. Bu 
yenilgi sonucu KDP çözülürken, Talabani 1 Haziran 1975’te Suriye’nin desteği ile Şam’da Kürdistan Yurtseverler Birliğini (KYB) kurmuştur. Saddam 

250.000 Kürdü güvenlik gerekçesi ile güneye sürmüştür. Kansere yakalanan Molla Mustafa Barzani tedavi için ABD’ye gitmiş ve 1979 yılında orada vefat 
etmiştir. Sol çizgiye kayan KDP, toparlanmaya çalışırken, Molla Barzani’nin ölmesi üzerine Sami Abdurrahman ve Mahmut Osman gibi önde gelen 
isimler KDP’den ayrılarak kendi partilerini kurmuşlardır.56 16 Temmuz 1979’da General Ahmed Hasan El Bakr, Baas partisinden ve devletteki görevlerinden istifa etmiş, yerine devlet başkanı olarak Saddam Hüseyin geçmiştir. 

İran’da 1979’da gerçekleşen islam devrimi sonucu iktidara gelen Humeyni yönetimi ile Irak arasında 8 yıl süren savaş, KDP ve Kürtlerin yaralarını sarmalarına ve güçlenmelerine olanak sağlamıştır. 12 Kasım 1980’de, KYB, Kürdistan Demokratik Halk Partisi ve birkaç muhalefet gruplarının üye olduğu Irak Milli-yurtsever Demokrasi Cephesi kurulmuştur. 28 Kasım 1980’de ise; KDP, Irak Sosyalist Partisi Kürdistan Bölümü, Irak Türkmen Demokratik Örgütü ve benzeri grupların üye olduğu Irak Milli Demokrasi Cephesi kurulmuştur.57 

4 Eylül 1980’de, İran, Irak sınırındaki bazı köyleri topa tutmuş, Irak yönetimi bu olayı İran- Irak savaşının başlangıcı olarak kabul etmiştir. 22 Eylül’de Irak, İran hava üslerine saldırmış, 23 Eylül’de İran, Irak'ın askeri ve ekonomik hedeflerini vurmuştur. 7 Haziran 1981’de İsrail, Bağdat yakınlarındaki Tuveyta'daki nükleer araştırma merkezlerini bombalamıştır. 58 

Bütün bu gelişmelerin ardındanTürkiye Cumhuriyeti’ne karşı mücadele etmek üzere kurulmuş olan PKK terör örgütü, KDP lideri mesut Barzani’nin izni ile Ocak 1982’den itibaren Kuzey Irak’a yerleşmeye başlamıştır. Türkiye’yi karşısına almak istemeyen Barzani’nin kararında, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın rolü olmuştur. PKK’nın çocuk, kadın, yaşlı demeden köylüleri katletmesini onaylamamıştır. Ayrıca PKK’nın marksist leninist bir örgüt olarak KDP’yi feodal, gerici bulması ve aşiretlere dayanan yapısı nedeniyle aşağılaması, KDP ile PKK’nın arasının her geçen açılmasına neden olmuştur. PKK yüzünden Türkiye’nin baskısı ve operasyonları ile karşılaşan KDP, 1987’de PKK ile yaptığı protokolu tek taraflı olarak feshetmiştir. KDP ile ilişkileri bozulan PKK, 1 Mayıs 1988’de KYB ile protokol imzalamıştır.59 

İran’ın 20.000 askeri, 13 Mart 1988’de60 KDP’nin de desteğinde Süleymaniye istikametinde ilerlemiştir. Halepçe’de bulunan Iraklı askerler teslim olmak zorunda kalmışlardır. 16 Mart 1988’de Irak uçakları Halepçe’yi ve civarındaki köyleri havadan bomlalayarak, sinir gazı ve kimyasal silahlar kullanmışlardır. Bu saldırılarda 5000 Kürt ölmüştür. 20 Ağustos 1988’de İran ve Irak arasında Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan, İran-Irak askeri izleme grubu UNIIMOG denetiminde ateşkes ilan edilmiştir. 

Saddam, İran ile savaşırken, İran’ın yanında yer alan Kürtleri cezalandırmak, sınır güvenliğini sağlamak gibi nedenlerle 30.000 askerden oluşan kuvvetlerini 25 Ağustos’ta kuzeye doğru hareket ettirmiştir. Onbinlerce Kürt, Saddam’dan kaçarak Türkiye’ye sığınmıştır. 

İran ile savaşın bitmesinden yaklaşık iki yıl sonra 2 Ağustos 1990’da, Irak Kuveyt'i işgal etmiş, BM Güvenlik Konseyi 660 sayılı kararı ile işgali 
kınayarak Kuveyt’ten derhal çekilmesini istemiştir. 16-17 Ocak 1991’de koalisyon güçlerinin Irak'ı havadan bombardımanıyla “Çöl Fırtınası 
Operasyonu” olarak adlandırılan Körfez Savaşı başlamıştır. 3 Mart 1991’de Irak, BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 687 sayılı kararı kabul etmiştir. Karar gereği Irak; Kuveyt devleti sınırlarını tanıyacak, çalınan malları iade edecek, terörizmi desteklemekten vazgeçecek, uluslar arası denetim 
altına girerek kitle imha silahları ve balistik füzelerin tespiti ve yok edilmelerini kabul etmiştir. Irak yönetimi, Mart ve Nisan 1991’de ülkenin kuzey ve güneyin de çıkan ayaklanmaları bastırmak için askeri birliklerini sevk etmiş, Kuzey Irak’taki gruplar Türkiye ve İran’a doğru kaçarak canlarını  kurtarmışlar dır.61 Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyinin 5 Nisan 1991’de aldığı 688 sayılı kararı (Birinci Huzur harekatı) ile sığınmacıların geri dönmeleri sağlanmıştır. Bu harekatın askeri birliğine “Çekiç Güç” adı verilmiştir. 15 Temmuz 1991’de sona eren Birinci Huzur harekatından sonra, İkinci Huzur Harekatı ile; çok uluslu güç oluşturulmuş ve 36 ncı paralelin kuzeyi uçuşa yasaklanmıştır. 

KDP ve KYB, 19 Mayıs 1992'de etkin oldukları bölgede bir seçim gerçeklestirerek 105 üyeli bir Kürdistan parlamentosu, ardından iki örgütün koalisyon hükümeti niteliginde bir Kürdistan hükümeti olusturulmuştur. Ancak iki örgüt arasındaki ittifak uzun sürmemiş ve çok geçmeden bu iki örgütün taraftarları birbirlerine karşı silahlı mücadeleye girmişlerdir. Bütün bu gelişmeler Irak’ın Kürt bölgesini tam bir kargaşanın, yönetim boşluğunun ve belirsizliğin içine itmiştir.62 Aralık 1993’te, Kürdistan Sosyalist Partisi güçleri, KYB’nin desteği ile, Süleymaniye’de yedi KDP mensubunu öldürmüşlerdir. 

20 Aralıkta KYB ile islamcılar birbirlerine girmişlerdir. İslamcıları, KDP desteklemiştir.63 

İkinci Huzur Harekatı 31 Aralık 1996’da sona ermiştir. 1 Ocak 1997’den itibaren Kuzeyden Keşif Harekatı yürürlüğe girmiş ve ABD güçlerinin 2003 harekatı sonunda yürürlükten kaldırılmıştır. 

Irak Geçici Hükümeti 1 Haziran 2004 tarihinde açıklanmıştır. Bu Hükümet’in önünde güvenliğin tesisi ve siyasi geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde işletilmesi başta olmak üzere, önemli görevler bulunmaktadır. Ocak 2005 seçimlerine katılmayan sünniler, 15 Aralık 2005 genel seçimlerine katılmışlardır. 
Anayasaya konan bir madde ile Saddam döneminde Kerkük’ten sürülen Kürtler ve Türkmenler Kerkük’e geri dönecekler ve Kerkük’ün statüsü 2007 yılında yapılacak referandumla belirlenecektir. KDP ve KYB yetkilileri, Kerkük’e göç eden Kürtlere bedava arsa vermekte ve beş bin dolar para yardımı yapmaktadırlar. Elektrik ve su ise bedavadır. Hali hazırda, Kerkük’e 300.000 bin civarında Kürt’ün göç ettiği tahmin edilmektedir.64

 Irak anayasasının verdiği yetkiyle bölgede; bakanlıklar, üniversiteler, meslek odaları, TV kanalları, ordu birlikleri ve istihbarat örgütleri hâlihazırda kurulmuş durumdadır. Moskova’da bulunan ve Kürtlere ait birtakım kitapları ve lisanla ilgili kaynaklardan oluşan Kürt Dil Akademisi 2 yıl kadar önce Erbil’e taşınmıştır. Erbil’de Merkez Bankası ve Kürt parlamentosu yeni binalarında faaliyet göstermektedir. Parlamentoda KDP ve KYB’nin 41 sandalyesi bulunurken, Kürdistan İslam Partisi’nin 9, Komal Partisi’nin 6 sandalyesi bulunmaktadır. Parlamentoda Türkmenler 4, Komünistler 3, sosyalistler 2 sandalye ile temsil edilmektedir. Parlamentoda, sağlık, eğitim, kültür, kadın hakları, ziraat ve bayındırlık gibi 13 komite görev yapmaktadır.65 

 Bölgede yaşayan halk, bağımsız bir Kürdistan’ın kurulduğunu ileri sürerken, yetkililer bunun ilanının 2010 yılını bulabileceğini söylemektedirler. 

Irak’taki genel seçimlere Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin oluşturduğu ‘Kürt İttifakı’ndan ayrı katılan Irak Kürdistan İslam Birliği (IKİB) Genel Başkanı 
Selahaddin Muhammed Bahaddin, “bağımsız Kürt devleti” söyleminin iyi bir slogan olmasına karşın jeopolitik gerçeklerle bağdaşmadığı görüşünde. “Kürt 
devleti bölgedeki ülkelerle ‘ehli sünnet’ Kürtler arasında bir çatışmaya sebep olabilir. Dolayısıyla Müslümanların zarar göreceği bir oluşumu önermiyoruz.” 
demektedir.66

 Yaptığı terör eylemleri ile Türkiye’de 30 bin civarında insanın ölümüne yol açmış olan PKK terör örgütü, bölgede ofis açmış ve son yapılan seçimlere farklı isimler altında (PÇDK) katılmıştır. Yetkililer, demokrasi olduğunu ve yasadışı bir eylemde bulunmadıkları sürece karışamayacaklarını, bu sorunu Türkiye’nin kendisinin çözmesi gerektiğini söylemektedirler.67 

Kuzey Irak’taki Kürdistan Demokrat Partisi ve ’Kürdistan Bölge Başkanı’ Mesut Barzani, Kürt sorununun bir realite olduğunu, bundan dost ve komşu ülkelerin rahatsız olmamaları gerektiğine dair zaman zaman basına demeçler vermektedir. 68 

ABD yönetiminin Irak’ta düzeni sağlayamaması -veya sağlamak istememesi de mümkün-Şii, Sünni ve Kürt grupların ayrışmasını derinleştirmektedir. ABD kendini, başta Türkiye olmak üzere Irak’ın toprak bütünlüğünü savunanlara karşı, “ben istedim, ama bölünmeyi engelleyemedim” demeye hazırlanmaktadır. Çünkü, bugün itibari ile Irak hukuken olmasa bile, fiilen üçe bölünme sürecine girmiş durumdadır. 69 

 Adım adım bağımsızlığa yürüyen Kuzey Irak'taki bölge parlamentosu 23.02.2006’da gerçekleştirdiği toplantıda, Barzani denetiminde Erbil ile 
Talabani kontrolündeki Süleymaniye idarelerini tek çatı altında birleştiren kararı onaylamıştır. Ortak idarenin başbakanlığına Barzani'nin yeğeni Neçirvan Barzani atanırken, yardımcılığına KYB yöneticilerinden Ömer Fettah getirilmiştir.70 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Açılım kıskacı


Açılım kıskacı


ABD’nin gizli emellerini Türkiye’de en iyi bilenlerden biri olan değerli araştırmacı-yazar Erol Bilbilik’in yeni kitabının adı “Açılım Kıskacı” (Kırmızı Kedi Yayınları).
Açılım açılım diyoruz, bu sözcüğün gerçek anlamını hiç merak ettik mi? Türk Dil Kurumu sözlüğü şöyle açıklıyor açılımın anlamını: 


1-Açılma işi. 
2-Herhangi bir konuyla veya sorunla ilgili olarak düşünce ve uygulamalarda yeni koşulların gerektirdiği değişiklikleri veya yenilikleri yapma. 
3-Yeni bir bakış açısı getirme.” 

Son birkaç yıldır tartışmakta olduğumuz açılımlar, bu sözcüğe sözlük anlamının ötesinde anlamlar, içerikler, çağrışımlar yükledi, hatta kirletti. Neden? Çünkü tüm açılımlar, açıp rahatlatmıyor, kıskaca alıp canına okuyor ülke ve milletin.
Peki bu kıskaç ne anlama gelmekte? Son yıllarda öyle çok kullanıyoruz ki, anlamını yazmasak olmayacak. Kıskaç TDK sözlüğüne göre; 


1-Bir şeyi tutup sıkıştırmaya yarayan kerpeten, pense vb. araç, 
2-Demircilerin kızgın demiri tuttukları maşa vb. araç, 
3-Böceklerde besin maddelerini parçalamaya ve kendilerini savunmaya yarayan organ,
” demek.

Şimdi artık bu iki sözcüğün bileşik anlamını zihnimizde canlandırabiliriz. Ancak bu da yetmez, Bilbilik’in kitabı, bu kıskacı tutan eli, niyetini, planını, yerli işbirlikçilerini bir bir yazıyor. Bunları bilirsek bu kıskaçtan kurtulabiliriz.
Haydi bilmeye öyle ise:


Ana başlıklar verelim önce: 

1-Türkiye’nin NATO serüveni ve NATO’nun Orta Doğu yapılanması, 
2-İran Açılımı, 
3-Sudan Açılımı, 
4-Kürt Açılımı,
5-Ermeni Açılımı, 
6-Kıbrıs Açılımı, 
7-Karadeniz, Ege ve Jandarma Açılımı, 
8-12 Mart 1971 CIA (NATO) darbesine ait CIA belgeleri, 
9- Taraf Gazetesi’nin Balyoz Açılımı, 
10-Uğur Mumcu ve İpekçi cinayetlerinde CIA parmağı.

Bu değerli eserden şimdi de önemli, değerli, özel alıntılar sunalım:
-Taraf gazetesinin Balyoz Darbe Planına kaynaklık eden, Türkiye’ye yönelik 5 ABD senaryosu: CIA’nın Türkiye’de şeriatçı iç savaş senaryosu, CIA’nın Ege’de kontrollü Türk-Yunan çatışması senaryosu, Manavgat Türk-Alman gazeteciler semineri toplantısı senaryosu, ABD ordusunun “ Bin Yılın Meydan Okuması-2002 ” tatbikatı senaryosu.


-Erdoğan ve Gül’ün Jandarma’yı MGK’dan ve sınırlardan dışlama planı.
-Kürt açılımı bir ABD projesidir. Bu açılımın mimarı Beyaz Saray’daki Siyahi Başkan’dır. Obama TBMM’deki konuşmasında, bu açılımı övdü, çerçevesini çizdi, içeriğini belirlerdi.
-Neçirvan Barzani ve Bahram Salih CIA ajanı.
-Doğu Ergil, Washington Kürt Enstitüsü Başkanı Dr. Necmaldin Kerim’le bağlantı halinde.
-Öcalan’ın stratejik hedefi: “Demokratik Orta Doğu Kürdistanı”. Öcalan’a göre çözümün esasları ve Öcalan’ın Kürt Açılımı.
-BOP’un Türkiye Enstitüsü: Bahçeşehir Üniversitesi. Fehmi Koru, Soli Özel, Murat Yetkin, Deniz Ülke Arıboğan ve Vamık Volkan kimlerle hangi projelerde, hangi çalışmaların içindeler?
-Küresel Ekonomik Kriz bir CFR tertibidir.
-Erdoğan, İsrail’i enerji üssü yapmaya girişti.
-Hikmet Çetin’in imzaladığı anlaşmaya göre Mossad Türkiye’de şubeler açabilecek.
-İsrail’in Türkiye üslerini kullanabilme anlaşmasını Tayyip Erdoğan imzaladı. Konya üssünün NATO ve Mossad üssü olması.
-Genişletilmiş Karadeniz Projesi... Türkiye, Montrö Antlaşmasının ihlaline yeşil ışık mı yaktı?
-BOP çökmedi, büyüdü.


Kaynak: Açılım kıskacı - Cazim GÜRBÜZ

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/acilim-kiskaci-14779yy.htm

***

4 Ocak 2017 Çarşamba

TÜRKİYE - ABD İLİŞKİLERİNDE OBAMA ETKİSİ ORTADOĞU VE IRAK



TÜRKİYE - ABD İLİŞKİLERİNDE OBAMA ETKİSİ ORTA DOĞU VE IRAK ,





Yrd. Doç. Dr. H. Tarık OĞUZLU 
Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 
oguzlu@bilkent.edu.tr

  <  Kendilerini hem Iraklı Arap unsurlara karşı yalnız hisseden hem de ABD karşında seçeneksiz gören Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim, Türkiye ile olan ilişkilere daha fazla önem vermeye başlamış ve son dönem Ankara-Erbil yakınlaşması mümkün olabilmiştir. >


Barack Obama’nın ABD başkanı seçilmesi hiç şüphesiz, ABD’nin Ortadoğu politikalarında, Türkiye-ABD ilişkilerinin doğasında ve de Türkiye’nin Irak’taki aktörlerle ilişkilerinde önemli etkiler ortaya çıkaracaktır. Burada vurgulanması gereken en önemli unsur, ABD’nin Irak’tan ayrılma zamanı ile Türkiye’nin Iraklı aktörlerle olan sorunlarını çözme zamanı arasındaki yakın ilişkidir. Bu ayrılma ne kadar çabuk olursa, Türkiye’nin Iraklı aktörlerle olan görüş ayrılıklarını ortadan kaldırması da o kadar acil olacaktır. Seçim kampanyası sırasında, başkan olduğu takdirde Amerikan askerlerinin Irak’tan ilk 16 ay içerisinde çekileceğini vaat eden Obama, ABD birliklerinin Irak’taki statüsüyle ilgili anlaşmaya da bağlı kalacaktır.1 Amerikan askerleri Irak’ı tam anlamıyla terk etmeden önce Türkiye’nin, Kerkük’ün statüsü, Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığı, Türkmenlerin yeni yönetimde nasıl temsil edilecekleri, Irak’ın doğal kaynaklarının Iraklılarca nasıl kullanılacağı ve de Irak’ın idari yapısının hangi prensipler çerçevesinde şekilleneceği konularında Iraklı aktörlerle, özellikle de Kürtlerle görüş birliğine varması önemlidir. Aksi takdirde ABD’nin gidişi, şu anki problemleri içinden daha da çıkılmaz bir hale dönüştürebilir. 

Türk-Amerikan ilişkilerinde Başkan Bush döneminde yaşanan gerginlikler ve krizler dikkate alındığında, Barack Obama’nın başkan seçilmesi birçok gözlemci tarafından olumlu karşılanmış, bu durumun Ankara-Washington hattında işbirliğinin artmasını sağlayacağı iddia edilmiştir. 

İlişkilerin eski Demokrat Başkan Clinton zama-nında olduğu gibi yine ortak çıkarlar ve güven üzerine inşa edileceği ileri sürülmüştür. Cumhuriyetçi 
bir başkanın Washington’da yönetimde olduğu geçtiğimiz sekiz yıl süresince, Türk-Amerikan ilişkileri kelimenin tam anlamıyla dibe vurmuş, bu da kaçınılmaz olarak, “Cumhuriyetçiler iktidarlarsa ikili ilişkiler de bir o kadar sorunsuz olur” genel kabulünü yerle bir etmiştir. 

Bu yazıda, geçen sekiz yıl içinde yaşanan krizin nedenleri üzerinde durulmayacaktır, çünkü bunlar artık yeterince bilinmektedir. Biz daha 
çok, Başkan Obama ile Türk-Amerikan ilişkilerinde, özellikle de Irak bağlamında, nelerin değişebileceğini tartışacak ve bu yöndeki beklentileri ortaya koymaya çalışacağız. Bunu yaparken kaçınılmaz olarak hangi konularda radikal değişiklikler beklenmemesi gerektiğine de değineceğiz. 

Türk-Amerikan İlişkileri: Olumlu Beklentiler 




Obama’nın Başkan Bush’un Orta Doğu ve Irak politikalarını şiddetli bir şekilde eleştirmiş olması, şu anki iyimser beklentilerin en önemli zeminini oluşturmaktadır. Obama’ya göre Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanmakta olan güven erozyonunun en temel sebebi Başkan Bush’un izlediği politikalardır. Yeni yönetimin gözünde, Türkiye’nin Orta Doğu bölgesindeki en antiAmerikancı ülke haline dönüşmesi ve Türkler arasında Batı’nın niyetlerine kuşku ile bakan insanların sayısının artmış olması kaygı uyandıran gelişmelerdir.2 Obama seçilmesi durumunda, bu durumun değişmesi yönünde çalışacağı vaadinde bulunmuş, bu da Türkiye tarafından olumlu karşılanmıştır. ABD’nin Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde gereken desteği uzun süre vermekten kaçınması, PKK’nın İran’daki uzantısı olan PJAK örgütünü terörist olarak tanımaması, Obama ekibi tarafından ilişkilerdeki sorunlu durumun oluşmasının temel nedenleri olarak görülmektedir. Yine ifade edilmektedir ki, Ekim 2007’de başlayan stratejik istihbarat paylaşımına dayanan işbirliği çok geç gelen ve çok küçük bir adımdır. Yeni Muhafazakarların iktidarda etkili oldukları son sekiz yılda, Türkiye’nin 1 Mart 2003 Tezkerezi nedeniyle adeta cezalandırılması, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine ilişkin olarak benimsediği kırmızı çizgilerin birer birer çiğnenmesi, Türkiye’deki anti-Amerikancı duyguların tırmanmasında etkili olmuştur. 


Iraklı Şii ve Sünni gruplar arasındaki bazı ciddi görüş ayrılıklarına rağmen, birçok önemli konuda Kürtlere karşı ortak bir cephe oluşturulmaya başladı. 

Bu arka plandan bakıldığında, Obama’nın iktidara gelmesi, Ermeni soykırımı iddialarının tanınacağı yönündeki endişelere rağmen, Türkiye’de olumlu karşılanmaktadır. Bu olumlu havanın ortaya çıkmasında Obama’nın yeni oluşturduğu dış ve güvenlik politika ekiplerinin kimlerden oluştuğu, Obama’nın ABD askerlerinin Irak’tan bir an önce çekilmesi yönünde takınmış olduğu tutum, Amerikan askerlerinin Irak topraklarını başka ülkelere karşı saldırı amaçlı kullanmayacakları garantisinin verilmiş olması, Orta Doğu barışı için başta İran ve Suriye olmak üzere bölge ülkeleriyle doğrudan görüşülmesi fikrinin benimsenmesi, Irak’ın toprak bütünlüğünün vurgulanması ve bu bağlamda başta Kürtler olmak üzere tüm Iraklı toplulukların cesaretlendirilmesi etkili olmuş olabilir. Obama’nın asıl ilgi alanını 

Afganistan’daki terörle mücadeleye kaydıracak olması ve bu bağlamda da Türkiye’nin işbirliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacak olması, 
yeni döneme ilişkin iyimserliğin artmasında olumlu bir unsur olabilir. 

Geçtiğimiz günlerde açıklanan Obama’nın dış politika ve güvenlik politikası ekiplerinde Türkiye’yi daha önceden ve yakından tanıyan şahsiyetlerin bulunması Türkiye açısından olumlu karşılanması gereken bir gelişmedir. Dışişleri Bakanlığı’na getirilen Hillary Clinton, eşinin başkanlığı döneminde Türkiye’yi sıklıkla ziyaret etmiş, dış politikada reelpolitikanın önemine inanan, Başkan Bush kadar “şahin” olan ama Obama kadar “güvercin” olmayan bir politikacı vasfıyla, ikili ilişkilerin ortak çıkarlar temelinde yeniden oluşturulmasında etkili olabilir. 


   < … Yeni Muhafazakâr politikalar, ABD’nin bölgedeki imajını ve yumuşak gücünü olumsuz şekilde etkilemiştir. 
Buradan hareketle denilebilir ki şayet yeni Amerikan yönetimi, ABD’nin yerlerde sürünen imajını tekrar iyileştirmek istiyorsa Türkiye gibi aktörlerle daha yakından çalışmak isteyecektir. >     

   Clinton’ın, müttefiklerin önemine ve dış politikanın değerlerden ziyade çıkarlar temelinde yürütülmesi gerektiğine inanan bir kişi olarak, Türkiye’nin ABD’nin 
bölgedeki çıkarlarının sağlanmasında etkili bir ülke olduğunu takdir edeceği düşünülmektedir. 
Obama tarafından Savunma Bakanlığı’ndaki görevinde bırakılan Robert Gates de, en az Clinton kadar gerçekçi ve reelpolitik dürtülere sahiptir. 
Neticede Gates, 
Irak’taki asker artırımına dayanan yeni stratejinin başarıyla uygulanmasında, demokrasinin zor kullanarak dahi olsa ihraç edilmesine inanan Yeni Muhafazakâr politikaların ABD’nin yumuşak gücü üzerinde açmış olduğu yaraların tedavi edilmesinde, Ankara ile Washington arasında PKK’ya karşı son dönemlerde geliştirilen stratejik işbirliğinin sağlanmasında etkili olmuş kişilerin başında gelmektedir. Bush tarafından Savunma Bakanlığı’na getirilmiş olsa da Gates ile Başkan Yardımcısı Cheney arasındaki görüş ayrılıkları açıkça ortadadır ve Gates görevde olduğu sürece yayılmacı ve saldırgan emperyalist politikaları şiddetle eleştirmiştir.3 Milli Güvenlik Danışmanlığı’na getirilen ABD’nin Avrupa’daki 
kuvvetlerinin eski komutanı James Jones da, Türkiye’nin önemini yakından bilen bir isimdir. 1 Mart Tezkeresi’nin açmış olduğu yaraların tamir edilmesinde Jones ile Türk Genelkurmayı arasında geliştirilen yakın ilişkiler etkili olmuştur. Neticede Jones bir askerdir ve Türkiye’nin ABD’nin jeopolitik çıkarlarının gerçekleştir mesinde ne kadar kilit roller oynayabileceğini yakından tahmin edebilir. 

Olumlu havayı pekiştiren bir başka faktör ise Obama’nın Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesini, Iraklıların kendi güvenliklerini kendilerinin sağlamasına bağlamasıdır. Bu Türkiye açısından bakıldığında önemli bir konudur zira Iraklı aktörler kendi güvenliklerini kendileri temin eder hale gelmeden, Amerikan askerlerinin apar topar Irak’tan çekilmesi daha çok kaos ve kargaşa yaratacak hatta böyle bir gelişme Irak’ta olası bir iç savaşı dahi tetikleyebilecektir. 

Her ne kadar Başkan Bush tarafından başlatılan sur-ge stratejisi başlangıçta Obama tarafından eleştirilmiş olsa da, bu stratejinin ortaya çıkardığı olumlu 
gelişmeler yeni yönetim tarafından not edilmektedir. Ayrıca, yeni yönetim, Iraklı Sünni grupların bir an önce Irak yönetimine en meşru şekillerde dahil edilmesi gerektiğini söylemekte, bu da Ankara’nın Irak’ın bütünlüğüne dair taşımakta olduğu kaygıların dolaylı yollardan dahi olsa azalmasına neden olmaktadır. 

Irak’ın Geleceği 

Irak’ta son dönemde güvenlik sorunu göreceli olarak iyileşme sürecine girmiştir. Bu bağlamda, Obama yönetimi, Başkan Bush’un 2003-2006 dönemine ilişkin politikalarını değiştirmiş olmasını önemsemektedir. İlk dönem Amerikan stratejisi, kuzeydeki Kürt gruplarla sıkı ilişkiler geliştirmeyi, Iraklı Şiilerin İran’ın güdümünde olmamak şartıyla merkezi yönetimde daha fazla söz sahibi olması gerektiğini, Saddam rejimiyle özdeşleştirilen Sünnilerin olabildiğince marjinalize edilmesini ve yine Sünnilerin hakimiyetinde olan Irak ordusunun dağıtılmasını öngörmekteydi. 

Bu politikaların, Irak’taki iç çatışmaları daha da alevlendirdiği, ABD güçlerine karşı yerel Sünni direnişi hızlandırdığı, Kürtlerin niyetlerine karşı Şii ve Sünni çevrelerde ciddi şüphelerin ortaya çıkmasına yol açtığı ve de El Kaide’nin Irak’ta daha fazla zemin kazanmasına yardımcı olduğu dikkate alındığında, Obama yönetiminin son dönem Bush politikalarını olumlu bulması memnuniyet vericidir. Sünni Uyanış hareketinin ortaya çıkartılıp desteklenmesi ve bu sayede bir yandan El Kaide’nin etkisinin azaltılması 

Türkiye ve Irak arasında son dönemde kuzeydeki Kürt yönetimini de kapsayan bir yakınlaşma yaşanıyor. diğer yandan da Sünnilerin Saddam sonrası dönemde 
yönetime dâhil edilmeleri, Obama ekibi tarafından olumlu bulunmaktadır. Zaten Savunma Bakanı olarak Gates’in görevinin başında bırakılmış olması bu durumun en önemli kanıtıdır. 

Obama yönetimin son dönem Bush politikalarını desteklemesinde hiç şüphesiz Irak içi gelişmeler önemli olmuştur. Görülmektedir ki, Iraklı Şii 
ve Sünni gruplar arasındaki bazı ciddi görüş ayrılıklarına rağmen, birçok önemli konuda Kürtlere karşı ortak bir cephe oluşturulmaya başlamıştır. 
Kerkük şehrinin Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetime bırakılmaması gerektiği, Kürt silahlı güçlerinin sadece kendi bölgesel yönetimi sınırları içerisinde etkin olmaları gerektiği, Irak’ın doğal zenginliklerinin Bağdat’taki merkezi hükümet tarafından çıkarılması ve işletilmesi gerektiği, elde edilen gelirlerin yine merkezi hükümet tarafından nüfusla doğru orantılı bir şekilde paylaştırılması gerektiği, Kürtlerin merkezi hükümetten bağımsız olarak kendi bölgelerinde petrol çıkartılmasına ve işletilmesine yönelik olarak uluslararası kurumlarla anlaşmalar imzalamaması gerektiği ve de Irak’ın idari yapılanmasının daha merkezi bir karakter kazanması gerektiği konularında, Sünni ve Şii Araplar arasında bir görüş birliği oluşmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Amerikan yönetiminin Iraklı Kürtlere ilişkin görüşlerinde, son zamanlarda kayda değer bir değişiklik gözlenmektedir. Kendilerini hem Iraklı Arap unsurlara karşı yalnız hisseden hem de ABD karşında seçeneksiz gören Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim, Türkiye ile olan ilişkilere daha fazla önem vermeye başlamış ve son dönem Ankara-Erbil yakınlaşması mümkün olabilmiştir. Gerek görevi devredecek Bush yönetiminin gerek görevi devralacak Obama yönetiminin Iraklı Kürt grupları, Türkiye ile olan ilişkilerini bazen zorlayarak dahi olsa geliştirme yönünde cesaretlendirmeleri, Türkiye açısından olumlu gelişmelerdir.

Iraklı Kürtlerin laikliğe verdikleri önem, Batı ile sıcak ilişkiler geliştirme arzuları, Türkiye üzerinden denizlere ve Avrupa’ya açılmak istemeleri, kendi doğal kaynaklarını Türkiye üzerinden Batılı pazarlara ihraç edebilmeleri, onları Türkiye ile sıcak ilişkilere yöneltebilir. 

Amerikan askerlerinin aşamalı ve sorumlu bir şekilde Irak’tan ayrılmaları, Iraklı Kürtlerle olan ilişkileri bağlamında Türkiye’nin çıkarına olacaktır. 
ABD’nin yokluğunda Iraklı Kürtlerin Türkiye ile yakın ilişkiler geliştirmeleri ve Türkiye’yi daha fazla önemsemeleri kaçınılmazdır. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, ABD’nin yokluğunda Kürtlerin Türkiye’nin PKK ile ilgili taleplerine karşı koyabilmesi daha zor olacaktır. 
Sonuçta Ankara’nın karşısında pazarlık gücü azalacak olan Kürtler, PKK’ya karşı daha fazla işbirliğine yanaşacaklardır. ABD’nin varlığına ve her şeyden öte PKK’ya karşı harekete geçmedeki isteksizliğine dayanan eski anlayış yeni dönemde pek mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda not edilmesi gereken önemli gelişme, Kasım 2007 deki Erdoğan-Bush mutabakatını takip eden dönemde, Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Yönetim’in Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye’ye ilişkin daha yumuşak bir tutum takınmaya başlamasıdır.4 Bunda hiç kuşkusuz Ankara’nın bölgeye ilişkin bakış açısının değişmeye başlaması da etkili olmuştur. Üst düzey Türk yetkililerin Iraklı Kürt temsilcilerle görüşmeleri Iraklı Kürtlerce önemsenmekte, Türkiye’nin kendilerini ciddiye almaya başladığı şeklinde yorumlanmaktadır.5 

İkincisi; ABD’nin yokluğunda Iraklı Kürtlerin, Iraklı Arapları ve İran’ı dengeleme politikaları çerçevesinde Türkiye’ye olan ihtiyaçlarının artacak 
olmasıdır. Saddam sonrası kazanımlarını koruma adına Türkiye ile geliştirecekleri yakın ilişkiler önemli olabilir. Neticede, ABD’nin 
gidişinden sonra, Irak’ta Arapların, özellikle de Şii Arapların ve bölge ülkesi olarak İran’ın, daha etkin bir konum kazanmaları muhtemeldir. Iraklı 
Kürtlerin laikliğe verdikleri önem, Batı ile sıcak ilişkiler geliştirme arzuları, Türkiye üzerinden denizlere ve Avrupa’ya açılmak istemeleri, 
kendi doğal kaynaklarını Türkiye üzerinden Batılı pazarlara ihraç edebilmeleri, onları Türkiye ile sıcak ilişkilere yöneltebilir. Bu bağlamda kayda 
değer iki gelişme, son dönemde PKK ve Demokratik Toplum Partisi’nin Türkiye içerisinde takip etmeye başladıkları şiddet politikalarının 
Irak Kürtleri tarafından eleştirilmekte oluşu ve de Kürtlerin biraz gönülsüzce de olsa Kerkük konusundaki pozisyonlarını yumuşatmaya 
başlamalarıdır. Iraklı Kürtler, artan PKK şiddetinden ötürü Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine askeri operasyonlar düzenlemesini ve bunun da 
Ankara-Erbil ilişkilerini olumsuz etkilemesini istememektedirler. 

Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine 



Obama yönetimiyle ilgili olarak Türkiye tarafındaki iyimserliği artıran bir diğer faktör ise yeni Başkan’ın Türkiye’nin son zamanlarda Ortadoğu’da izlemekte olduğu çok-taraflı ve çok-boyutlu dış politikanın ABD’nin çıkarlarına uygun düşeceği beklentisidir. Bu konuda Başkan Obama’nın, Başkan Bush’un Türk dış politikasının Ortadoğu’daki açılımlarına karşı takınmış olduğu olumsuz tavrı aynen benimsemeyeceğine inanılmaktadır. Gerek Obama yönetimi gerek Türkiye’nin paylaşmakta olduğu görüş, Ortadoğu’daki sorunların birbirleriyle girift bir şekilde ilişkili oldukları ve bunların çözümünün bölgedeki aktörlerin hepsinin katılımını gerektirdiğidir. Geçen sekiz yıl zarfında takip edilen 
Yeni Muhafazakâr politikalar, ABD’nin bölgedeki imajını ve yumuşak gücünü olumsuz şe-kilde etkilemiştir. Buradan hareketle denilebilir ki şayet yeni Amerikan yönetimi, ABD’nin yerlerde sürünen imajını tekrar iyileştirmek istiyorsa Türkiye gibi aktörlerle daha yakından çalışmak 
isteyecektir. 

Başkan Bush zamanında Türkiye’nin bölgedeki aktif politikası çoğu zaman hoş karşılanmamıştır. Bunda Ankara’nın Şam ile ilişkilerini geliştirmek istemesi ile 
HAMAS lideri Halit Meşal’i Türkiye’ye davet etmesi etkili olmuştur. Ankara ile Washington arasındaki bölgesel amaçların yakınlık göstermesine rağmen, 
Türkiye’nin benimsediği araçlar, bazı kesimlerce Ankara’nın bölgesel liderlik arzularının kanıtları olarak değerlendirilmiştir. Bu durumun Başkan Obama’nın görevde olacağı sürede ortadan kalkacağına inanılabilir, zira tarafların benimsedikleri politika araçları birbirlerine çok benzemektedir. Buradan hareketle, Başkan Obama’nın Türkiye’nin Tahran ile Washington arasında ara-buluculuk yapma teklifine sıcak bakacağını ileri sürmek abartılı bir tahmin olmayacaktır. 

Yeni Amerikan yönetiminin Türkiye ile işbirliğini eski yönetime nazaran daha fazla önemseyecek olmasının bir önemli nedeni de Amerika’nın şu an içinden geçmekte olduğu ekonomik krizdir. İçeride şartlar bu kadar ağırken, Türkiye gibi bir müttefik ile işbirliği yapmak Washington’daki karar alıcılar açısından oldukça rasyonel ve düşük maliyetli bir strateji olsa gerektir. İçeride krizle uğraşmakta olan bir yönetimin Ortadoğu’da şahin ve tek-taraflı politikalar izlemeyeceğini öne sürmek abartılı olmayacaktır. Türkiye ile işbirliği, Obama’nın değişime ve dönüşüme referans yapan mesajlarının küresel ölçekte kabul görmesinde de etkili olabilecektir. 

Ankara’nın önemini artıracak bir diğer gelişme de, Amerikan askerlerinin Irak’tan taşınması aşamasında İncirlik hava üssünün kazandığı önemdir. Bu ortadayken, ABD’nin Türkiye’yi küstürecek adımlar atacağını öne sürmek pek doğru olmayacaktır. 

Kaygılar

Fakat tüm bu olumlu işaretlere rağmen Türk-Amerikan ilişkilerinin Obama döneminde sorunsuz geçeğini öne sürmek biraz abartılı olacaktır. 
Bunun nedenlerinden bir tanesi, Başkan Yardımcısı görevini üstlenecek Joseph Biden’in Ankara’da iyi bir şöhretinin olmamasıdır. Biden iki sene önce Irak’ın Kürtler, Şiiler ve Sünniler arasında üçe paylaştırılmasının doğru bir seçenekolduğunu ileri sürdüğünde Ankara’da sinirler gerilmişti. Bu bağlamda Ankara’nın endişelerini artıran bir gelişme, Obama-Biden ikilisinin Amerikan askerlerini bir an önce Irak’tan çekmek istemeleridir. Seçim kampanyalarında sık sık bu tema işlenmiştir. Burada Ankara’yı endişelendiren faktör, erken bir çekilmenin, Irak’ta istikrardan çok istikrarsızlığa neden olabileceği ihtimalidir. Iraklı gruplar kendi aralarındaki sorunları çözmeden, güvenliklerini kendi başlarına sağlamaları söz konusu değilken, Kürt gruplarla Türkiye arasında PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki varlığına ilişkin görüş ayrılıkları devam ederken, 
ABD’nin askerlerini Iraktan çekmesi Türkiye açısından hoş karşılanmayacaktır. 

İkincisi, Obama yönetiminin Türkiye’den içerideki liberalleşme ve demokratikleşme sürecini hızlandırmasını ve Kürt sorununun çözümünde 
daha çok politik ve demokratik yöntemleri kullanmasını isteyebileceğidir. Hatta, Obama yönetiminin Türkiye’nin AB sürecini ve PKK ile olan mücadelesini desteklemek için Ankara’dan Iraklı Kürtlerle olan ilişkilerini iyileştirmesini ön şart olarak ileri sürebileceği iddia edilebilir. Böyle bir durum, Türkiye’nin Iraklı Kürtlerin politik kazanımlarını meşru görmesi anlamına geleceğinden pek de sıcak karşılanmayabilir. Fakat, bu tarz bir Amerikan yaklaşımı aynı zamanda Türkiye’deki demokratikleşme sürecini hızlandırabilir de. Neticede, Ankara, Güneydoğu Anadolu’daki Kürtlerin Irak’ın kuzeyindeki yönetimin cazibesine kapılmalarını istemiyorsa, içerideki demokratikleşme sürecini hızlandırmak zorunda kalacaktır. 

Yeni Amerikan yönetimi, Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki Kürtler arasındaki ilişkilerin gelişmesini, Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesini 
hızlandıracak bir unsur olarak değerlendirmektedir. Aksi takdirde, ABD çekildikten sonra Türkiye ile Irak’ın kuzeyi arasındaki ilişkiler baş ağrıtmaya 
devam edecektir. ABD’nin yokluğunda Türk askerlerinin Irak’ın kuzeyine yapabileceği askeri müdahaleler, Ankara ile Erbil arasında 
silahlı bir çatışmanın çıkmasına neden olabilir. 

Bundan dolayıdır ki, Irak’taki Amerikan askerlerinin statüsüne ilişkin antlaşmanın imzalanmasını takiben Türk, Amerikan ve Iraklı yetkililer 
Bağdat’ta bir araya gelmişler ve Türk savaş uçaklarının PKK kamplarını bombalamasına ilişkin gerekli izin mekanizmaları üzerinde çalışmaya 
başlamışlardır. Bu anlaşmaya göre 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren, Türk savaş uçaklarının Irak’ın kuzeyine girişleri ve burada askeri operasyonlar düzenleme leri, Iraklı otoritelerin iznine bağlı olacaktır.6 Türkiye’nin endişesi, Ankara ile Washington arasında sorunsuz işleyen bilgi ve istihbarat paylaşımına ilişkin işbirliğinin, Irak yönetimi ile sürüp sürmeyeceğinin belli olmamasıdır. 

PKK’nın bölgedeki varlığı ve bundan kaynaklanabilecek Türkiye’nin muhtemel askeri operasyonları, Ankara ile Erbil/Bağdat arasındaki ilişkilerin gelişmesini engelleyecektir. Yeni Amerikan yönetimi bu durumun farkındadır ve Amerikan askerleri bölgeden ayrılmadan önce bu sorunu çözmek isteyecektir. 

Obama döneminde Türk Amerikan ilişkilerini çok yakından etkileyecek bir gelişme ise İran ile uluslararası topluluk arasında devam etmekte olan gerginliğin alacağı seyirdir. Prensipte Amerikan yönetiminin İran rejimi ile konuşmayı ister gözükmesi Ankara’yı memnun etmektedir, ama sorun, bu konuşmalar neticesinde olumlu bir gelişmenin olmaması durumunda Ankara’nın takınacağı tavrın belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır. 

Ankara, İran’a karşı ekonomik ve diplomatik yaptırımlara destek verecek midir, yoksa şu ana kadar başarıyla yürütmekte olduğu “ Arada kalmama ” 
Politikasını sürdürebilecek midir? Bu bağlamda Ankara’nın işini zorlaştıracak iki unsur vardır. Birincisi; diplomatik çabalara rağmen İran rejiminin işbirliği yapmaması, Tahran üzerinde uygulanacak yaptırımların meşruluğunu artıracaktır. İkincisi ise; Türkiye yeni seçilmiş olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliği çerçevesinde İran’a karşı yaptırımların tartışılması durumunda net bir tutum almak zorunda kalacaktır. 

Obama yönetiminin seçim kampanyası sırasında sözde Ermeni soykırımı iddialarının ABD tarafından resmen tanınması gerektiği yönündeki tutumu Türk-Amerikan ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Fakat, son aylarda Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin ivme kazanmış olması ve tarafların ilişkileri tarihin ipoteğinden kurtarma yönünde bir irade göstermeye başlaması, yeni Amerikan yönetiminin soykırım politikasını gözden geçirmesine neden olabilir. Reel-politik kaygılar ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerini sabote etmeme endişesi, Amerikan yönetimini daha ihtiyatlı davranmaya yöneltecektir. Türkiye açısından da resme bakıldığında, soykırım iddialarının kabul edilmemesinin en önemli garantisinin Ankara ile Erivan arasında geliştirilecek ilişkiler olduğu görülmektedir. 

Sonuç 

Bu analizler ışığında, Türk-Amerikan ilişkilerinin Başkan Obama zamanında önceki döneme göre daha olumlu bir seyir izleyeceğini tahmin etmek mümkündür. Olumlu beklentilerin oluşmasına neden olan faktörler daha belirli ve güçlüdür. 

Obama ile başlayacak dönemde ABD’nin, Irak’taki askeri varlığının sona ereceği, tek taraflı ve diplomasiyi göz ardı eden yaklaşımları terk edeceği, Irak ve Ortadoğu’daki bölgesel istikrarın sağlanması için Türkiye’nin hem stratejik hem de kimliksel katkılarına ihtiyaç duyacağı düşünülmektedir. 
Obama yönetiminin Irak ve Ortadoğu politikalarında Türkiye’yle yapacağı işbirliği, Türkiye’nin Irak işgalinden sonra yüz yüze kaldığı tırmanan PKK terörü, Kerkük’ün statüsü ve Irak’ın toprak bütünlüğü gibi sorunların da çözülmesine yardımcı olacaktır. 

Yine de fazla iyimser olunması için zamanın çok erken olduğunun altını çizmeliyiz. İkili ilişkilerin ne yönde gelişeceğinin ilk önemli belirtisi, Obama’nın 
Irak ve Ortadoğu politikasından önce, 2009 yılının Nisan ayında sözde Ermeni soykırımı tasarısının Amerikan Kongresi tarafından kabul edilmesi 
talepleri karşısında alacağı tavır olacaktır. 


DİPNOTLAR

1 Ceyda Karan, “Herkesin Sofa’sı Kendine”, Radikal, 24 Kasım 2008 
2 “ABD’den Bir Sinyal Daha”, Radikal, 22 Mart 2005 
3 Michael T. Claire, “The Meaning of Gates: From Imperial Offense to Imperial Defense”, 14 Kasım 2006, 
http://www.globalpolicy.org/empire/challenges/overstretch/2006/1114offtodef.htm    ( Erişim Tarihi, 13.12.2008) 
4 İbrahim Karagül, “ Kuzey Irak’ı “ İşgal ” ve Yeni Senaryolar ”, Yeni Şafak, 20.02.2008 
5 “ Neçirvan Barzani: İlişkilerimiz PKK’ya Mahkûm Edilmesin”, Zaman, 20.10.2008 
6 Mete Çubukçu, “ ABD Çekiliyor, Türkiye Üzülüyor mu? ”, 18 Kasım 2008, 
http://www.ntvmsnbc.com/news/466350.asp,    ( Erişim Tarihi 18 Aralık 2008) 



TÜRKİYE - ABD İLİŞKİLERİNDE OBAMA ETKİSİ; ORTADOĞU VE IRAK 
Obama, Irak Ziyaretinde Başbakan El Maliki ile de bir süre görüştü. 
Yrd. Doç. Dr. H. Tarık OĞUZLU 
Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 
oguzlu@bilkent.edu.tr

***


10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 9




TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 9



2010’lar: Bölgesel Kürt Yönetimi ve  Türkiye 

5.1 Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak 

2010’lu yıllara gelindiğinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Irak Merkezi Hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar daha da derinleşmiştir. Petrol paylaşımı konusundaki anlaşmazlıklar, Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin durumundaki belirsizlik anlaşmazlıkların kaynağı olmuştur. 2009 yılında yapılan seçimlerden sonra Kürtler, Irak’ta diğer partilerle kuracakları ittifakları söz konusu sorunlarına çözüm getirip getirmeyeceğine göre şekillendirmişlerdir. Kürtler seçim sonrası koalisyon arayışlarında 19 maddelik bir liste hazırlamış ve hükümeti kurabilecek güçte bulunan Allawi ile Maliki’ye sunmuştur. Listede anayasanın 140. maddesinin en geç iki yıl içerisinde uygulanması, Kürt partilerin koalisyondan çekilmesi durumunda hükümetin düşmesi, peşmerge güçlerinin maaşlarının Irak Savunma Bakanlığı tarafından ödenmesi, petrol yasası taslağının onaylanması gibi talepler yer almıştır.35 Allawi bu talepleri büyük oranda reddederken, Maliki bazılarını kabul edip Kürtlerle anlaşmış ve 
hükümeti kurmuştur. 2011 Şubatına gelindiğinde Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yaptığı petrol anlaşmalarının geçerliliğini tanımış ve böylece 2006 yılından beri devam eden petrol anlaşması imzalama yetkisinin kimde olduğuna dair anlaşmazlık çözülmüştür.36 

2012 Nisan ayında ise yeni bir petrol gerginliği açığa çıkmıştır. Bağdat, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin taahhüt ettiği petrol miktarını ihraç etmediğini ileri sürerek bölgedeki petrol şirketlerinin alacaklarını ödememiş böylece Kürt Bölgesi ile merkezi hükümeti tekrar karşı karşıya gelmiştir. Bunun üzerine Kürdistan Bölgesel Yönetimi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına verilen ham petrolü kesmiştir.37 Ağustos ayında petrol ihracının yeniden başlamasına rağmen kriz bitmemiştir. Bunun üzerine şirketlerin alacaklarının ödenmesi için yeni bir adım atılmıştır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Bağdat’ın kontrolünde bulunan Kerkük-Yumurtalık hattı üzerinden yaptığı ihracatı kesmiş ve bölgede faaliyet gösteren ve en yüksek üretimi yapan firma olan Genel Enerji’ye “Kürdistan petrolü”nü ihraç etme izni vermiştir.38 

35 Namo Abdullah, “Kurds send 19 conditions to Allawi and Maliki”, rudaw.net, 18 Ağustos 2010. 

36 “Bağdat, bölgesel yönetimin petrol anlaşmalarını tanıdı”, Hürriyet, 6 Şubat 2011. 

37 “Kuzey Irak petrol ihracatını kesti”, Sabah, 1 Nisan 2012. 

Genel Enerji de bu petrolleri tankerlerle Türkiye’ye ulaştırmış ve buradan dünya 
pazarlarına sunmuştur. Gerginliğin arttığı bu dönemde merkezi hükümet Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni %17’lik payını azaltmakla tehdit etmiş ve 2014 yılı bütçe görüşmelerinde de Kürt Bölgesi’nin bütçesini kısmaya çalışmıştır.39 

Bu dönemde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geleceğini ilgilendiren bir başka önemli gelişme ise Ekim 2013’te yapılan parlamento seçimleri olmuştur. Seçim iki açıdan önemliydi. İlk olarak bu seçimi önceki seçimlerden ayıran yeni parlamentonun Kürdistan anayasası çalışmalarını sonuçlandırması beklentisiydi. Uzun süre boyunca üzerinde tartışılan fakat bir türlü nihayete erdirilemeyen anayasa sorununun aşılması hem kamuoyu tarafından hem de siyasi partiler tarafından seçim öncesinde sıkça dillendirilmiştir. İkincisi, Bölgesel Yönetim’in Ankara ve Bağdat ile ilişkileri de muhalefet partileri tarafından seçim çalışmalarında eleştiri konusu olmuştur. Bu iki parametre bağlamında oluşacak yeni parlamentonun önünde Kürdistan anayasa çalışmalarının sonuçlanıp sonuçlanmayacağı, yeni hükümetin iç ve dış politikalarında yeni bir dizaynının söz konusu olup olmayacağı seçimler öncesi tartışmaların temel konusu olmuştur.40 Bunların yanı sıra, KDP ve KYB’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin seçimlerine ilk kez ayrı listeler halinde katılmış olmaları da seçime ayrı bir önem yüklemiştir. Fakat KYB’nin seçimlere Aralık 2012’de beyin kanaması geçiren ve siyasete dönemeyen Celal Talabani’nin yokluğundan dolayı ciddi bir dezavantajla girdiğini de belirtmek gerekiyor. 

Seçim sonuçları açıklandığında Kürt bölgesinde ilk kez KYB üçüncü parti konumuna düşmüştü. Seçimin galibi %37.79 ile Barzani’nin partisi KDP olmuş, seçimin diğer kazananı ise %24.21 ile Kürdistan bölgesinde ikinci büyük parti olmayı başaran Goran Hareketi olmuştur. KYB ise %17.08 oranında oy alarak üçüncü parti konumuna düşmüştür. İslami partilerden Yekgirtu %9.49, Komal ise %6.01 oranında oy almıştır. Seçimler eyalet bazında değerlendirildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: Erbil’de %48.22, Duhok’ta %70.03 oy oranlarıyla KDP en çok oyu alan parti olmuştur. KYB’nin kalesi olarak sayılan Süleymaniye’de ise en çok oyu alan %40.08 Goran Hareketi olmuş, KYB %28.62 oy oranında 
kalmıştır. Fakat hiçbir parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemediği için geleneksel ittifak anlayışı yeniden devreye girmiş ve KDP ile KYB birleşerek hükümeti kurmuşlardır. 

Tablo 5: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

Partiler          Yüzde           Oy Sayısı               Milletvekili 
KDP              %37.79             743.984               38 
Goran           %24.11             476.736               24 
KYB              %17.8              350.500                18 
Yekgurti        %9.49              186.741                10 
Komal           %6.01              118.399                  6 
Diğerleri        %4.69                92.415                15 

38 “Barzani Türkiye üzerinden ilk kez petrol sattı” ntvmsnbc.com, 8 Ocak 2013. 
39 “Irak’ta bütçe krizi derinleşiyor” aljazeera.com.tr, 7 Mart 2014. 
40 Seçim sonuçları www.rudaw.net haber sitesinin seçim özel sayfasından alınmıştır. 

30 Nisan 2014’te yapılan Kürdistan Bölgesi Vilayet Seçimleri de Kürt partiler arasındaki dinamikleri fazla değiştirmemiş fakat KYB küçük bir farkla da olsa Goran’ı geçerek tekrar ikinci parti konumuna yükselmiştir. Aynı tarihte Irak genelinde yapılan seçimlerin ise Irak geneli için çok parçalı bir görüntü sunması bunun aksine Kürt partilerin blok hareket edebilme esnekliği Bağdat ve Erbil arasında işgalden itibaren var olan yapısal farkı daha da arttırmıştır. Bağdat siyasal istikrarsızlıkla ve çatışmalarla “başarısız devlet” görüntüsü vermeye 
devam ederken, Erbil siyasal istikrarın kurumsallaştığı ve güvenlik sorunlarının önemli ölçüde çözüldüğü bir de facto devlet görüntüsünü sağlamlaştırmaya devam etmektedir. 

5.2 Türkiye ve Bölgesel Kürt Yönetimi İlişkisi 

2009 ve sonrasındaki gelişmeler Ankara ve Erbil arasında yeni bir dönemin başladığının işaretleriyle doluydu. İlişkilerdeki bu kırılma Türkiye iç siyaseti bağlamında Kuzey Irak ile ilişkilerde güvenlik odaklı bir politika izlenmesi gerektiği konusunda ısrarcı olan askeribürokratik yapının 2008 yılı itibariyle dış politika belirlenmesi sürecinde etkinliğini kaybetmesi ile ilişkili olduğu kadar bazı dışsal gelişmelerin de sonucuydu. ABD’nin 2011’de Irak’tan çekileceğini açıklaması Türkiye’nin Irak’a yönelik ilgisini artırdığı gibi özellikle Erbil 
yönetimi ile hızla gelişen ekonomik ilişkiler, ekonomik işbirliği temelinde bir dış politika izleyen Ankara’yı Irak Kürtlerine yakınlaştırmıştır. ABD’nin Irak’tan çekilmesini açıklaması ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve merkezi Irak yönetiminin arasının açılmaya başlaması da Iraklı Kürtleri Türkiye’ye yakınlaştıran bir başka unsur olmuştur (Özcan, 2010b: 175). 

Bu yakınlaşmanın en dikkat çekici adımlarından biri Türkiye tarafında dışişleri bakanı düzlemindeki diplomatik ilişkinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mart 2011’de Erbil’i ziyaret etmesi ve burada Mesut Barzani ile görüşmesinin ardından üst düzeyde seyretmeye başlaması olmuştur. Türkiye’den ilk kez bir başbakanın ziyaret ettiği Erbil’de konuşan Erdoğan, bölgeye yönelik politika değişimlerini şöyle ifade etmiştir: “İktidardaki ilk iki yılımızda Irak denince hep Türkmenler konuşulurdu. Gerilim istemediğimiz için biz de fazla zorlamadık. Sırf Türkmen odaklı politikadan tüm Irak’a bakan politikaya geçmek için çok sabır gösterdik. Önce bürokratla, sonra özel temsilciyle, daha sonra bakanla adım attık. Artık bizim gelme zamanımız geldiğini düşününce de Erbil’e geldik.”41 Bu ziyaretten kısa bir süre sonra da, 12 Ekim’de Erbil’de Türkiye Başkonsolosluğu hizmete girmiştir.42 

Erdoğan’ın Erbil ziyareti sırasında ikili ilişkilerde kırılma teşkil edecek bir başka önemli gelişme ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Erdoğan ile görüşmesi olmuştur (Balcı, 2014). Bu görüşme ile birlikte Ankara’nın Erbil’e yönelik enerji ilgisi önemli ölçüde artmaya başlamış ve enerji ilişkileri 2012 yılına damgasını vurmuştur. Türkiye’nin ucuz enerji bulma, Rusya ve İran’a enerji alanında yaşanan bağımlılığı azaltma ve bölge için enerji transfer merkezine dönüşme politikaları Ankara’yı hızla Erbil’e yakınlaştırmıştır. Enerji boyutuna bir de Suriye iç savaşı bağlamında Ankara ve Bağdat’ın 
arasının açılması ve PKK’nın Suriye’de güçlenmesi eklenince Erbil ile ilişkiler kendisine ciddi yapısal bir dayanak da bulmuştur. Bütün bunların sonucunda, 20 Mayıs 2012’de Türkiye Enerji Bakanı Taner Yıldız, Erbil’e yaptığı ziyaret sırasında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami ile merkezi Irak yönetiminin onayı olmaksızın çeşitli enerji antlaşmaları imzalamıştır. Bu antlaşmalar la Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden transfer edilmesi öngörülürken bu miktarın günde bir milyon varilin üzerinde olacağı açıklanmıştır.

41 Abdulhamit Bilici, “Başbakan Erdoğan: Erbil’i ziyaretin zamanı gelmişti ama bu kolay olmadı”, Zaman, 31 Mart 2011. 
42 Ahmet Haşim Muhtaroğlu, “Erbil Başkonsolosluğu açıldı”, Radikal, 12 Aralık 2010. 

 Türkiye-Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Petrol Boru Hattı 





2014 yılına gelindiğinde Erbil, Ankara’nın en önemli enerji partneri haline geldiği gibi, Arap Baharı sonrası dengelerin yeniden karıldığı Ortadoğu’da ilişkilerin en iyi yürütüldüğü aktör statüsüne yükselmiştir. Ankara ve Erbil arasındaki bu ciddi yakınlaşma PKK konusuna da yansımış ve Erbil’in desteği ile birlikte Ankara 2012 sonunda yeni bir barış süreci başlatmış ve bu süreç kapsamında PKK militanlarının Kuzey Irak’a çekilmesi öngörülmüştür. 

5.3 PKK ve Bölgesel Kürt Yönetimi 

Mart 2009 tarihinde Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani PKK’nın önünde iki seçenek olduğunu ve PKK’nın ya silah bırakmayı ya da Irak’tan çekilmeyi seçmesi gerektiğini açıklamıştır. Talabani’nin bu açıklamasını Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani’nin PKK’nın Türkiye’ye saldırmak için kendi topraklarını kullanmasını eleştirdiği açıklamaları izlemiştir. Irak’taki Kürt liderler ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşma PKK’nın Kandil’deki liderlerinden Murat Karayılan’ın tepkisine neden olmuş ve Karayılan “Talabani’nin Türk generalleri memnun etmeye çalıştığını iddia ederek onun Kürt sorununun 
çözümünde olumlu bir rol oynaması umutlarını kaybettiklerini, kimsenin kendilerini o dağlardan çıkaramayacağını” açıklamıştır (Özcan, 2010a: 165). 

2010’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi yapılan seçimlerden yaklaşık bir ay sonra Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Kuzey Irak’a giderek Mesut Barzani ile seçim sonrası oluşacak muhtemel durumu görüşmüştür. Görüşmenin en önemli gündem maddelerinden biri PKK konusuydu. Ankara, Kuzey Irak’ta son dönemde artan hareketlilikle ilgili olarak Türkiye-ABD-Irak arasındaki üçlü mekanizmanın daha iyi işlemesini istemiş ve bu doğrultuda da Erbil’den 
daha fazla istihbarat talep etmiştir. Bunun gerekçesi olarak da PKK’nın Türkiye-Irak sınırını tekrardan aktif bir şekilde kullanmaya başlaması göstermiştir.43 

43 Uğur Ergan, “Barzani’den PKK’ya karşı etkin mücadele istedi”, Hürriyet, 28 Nisan 2010. 

Bu karşılıklı açıklama ve görüşmelere rağmen 2011 ve 2012 yılları 2004’te ateşkesin bozulmasından sonra PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri arasında yaşanan çatışmaların en şiddetlilerine tanık olmuştur. Özellikle 2011 yılındaki çatışmalar kapsamında kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Irak’taki Kürt liderlerin temel politikası PKK eylemlerini eleştirmek ve Ankara’ya destek verileceğini açıklamakla sınırlı kalmıştır. Örneğin, 19 Ekim 2011’de PKK’nın Hakkari’nin Çukurca ilçesinde düzenlediği saldırıda 24 askerin hayatını kaybetmesi 
üzerine Türkiye’ye gelen KDP Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani, hiçbir eylemin Türkler ile Kürtler arasındaki kardeşlik ilişkisini bozmaması gerektiğini dile getirmiştir (Özcan, 2012: 274). 

Önemli bir ayrıntı da 2007 ve 2008 yıllarında olduğu gibi bu tarihte 
Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına Iraklı Kürt liderlerden bir tepki gelmemesidir. Hakkari saldırısının ardından TSK Kuzey Irak’a havadan ve karadan operasyon başlatmıştır ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Tosun, operasyon kapsamında 270 PKK’lının ölü olarak ele geçirildiğini söylemiştir.44 

2012 yılına gelindiğinde Ağustos ayında PKK’nın Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru 
Hattı’na düzenlediği saldırı Türkiye ile kısa süre önce 20 Mayıs’ta çeşitli enerji antlaşmaları imzalayan Bölgesel Kürt Yönetimi’ni rahatsız etmiştir.45 Bu saldırı Erbil’in enerji bağımsızlığı konusunda geliştirdiği yeni strateji bağlamında PKK’nın önemli bir istikrarsızlık unsuru olduğunu ortaya koymuş ve Erbil yönetimini bu konuda adım atamaya zorlayacak bir motivasyon olmuştur. Öte yandan Suriye’de devam eden iç savaşta PKK’ya yakınlığı ile bilinen PYD’nin (Partiya Yekitiya Demokrat – Demokratik Birlik Partisi) Suriye’nin kuzeyinde 
kontrolü ele geçirmesi Ankara ve Erbil’in PKK konusundaki hassasiyetine yeni bir boyut eklemiştir. Dolayısıyla Suriye’deki PYD’nin varlığı Ankara ve Erbil’i PKK konusunda bir başka ortak noktada buluşturan bir etki yapmıştır. 2012 yılı boyunca TSK’nın Kuzey Irak’a yaptığı hava operasyonlarına ses çıkarmayan Erbil, PKK’nın bölgedeki etkinliğinin ortadan kaldırılması noktasında Türkiye ile ortaklaşa bazı adımlar atmaya başlamıştır. Bu politika Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ve PKK’nın üst düzey yöneticilerinden 
olan Duran Kalkan’ın dolaylı tartışmasında kendisini net bir şekilde göstermiştir. Barzani Türkiye’den Kürdistan bölgesi için umut kapısı olarak söz ederken46 Kalkan, Barzani’yi açıklamalarından ve Ankara ile olan yakınlaşmalarından ötürü sert bir şekilde eleştirmiş ve Kürdistan Bölgesi’nin değil Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ne muhtaç olduğunu ifade etmiştir.47 

Bu gelişmelerin yanı sıra, Mesut Barzani 20 Nisan 2012’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında PKK konusundaki tavrını daha da sertleştirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Bundan sonra PKK silahlı yöntemini sürdürürse sonucuna kendi katlanır. Ben PKK’nın Irak Kürdistanı’nda hüküm sürmesine müsaade etmem. Bundan sonraki süreçte savaş Kürt meselesine zarar verecektir. Bu konuyla ilgili PKK beni dinlerse iyi eder”.48 PKK’nın Kuzey Irak’ı bir konuşlanma alanı olarak kullandığı düşünüldüğünde Barzani’nin PKK’nın silah bırakması konusunda zorlayıcı gücü devreye soktuğu da söylenebilir. Üstelik Barzani 2012 yılı itibariyle AK Parti hükümetinin çözüm konusunda bir adım attığına kanaat getirmiş ve bu bağlamda aynı ziyaret sırasında PKK ve BDP’ye de çağrıda bulunarak “Türkiye devletinin bu yeni bakışına PKK ve BDP’nin daha fazla destek vermelerinin daha iyi olacağına inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır.49 

44 “Sınır ötesi operasyonlarda 270 terörist öldürüldü”, Haber Türk, 24 Ekim 2011. 
45 Mehmet Selim Yalçın, Dündar Sansur, “Kerkük-Yumurtalık boru hattında yangın”, Hürriyet, 27 Ağustos 2012. 
46 “Umut kapımız Türkiye kapanırsa Bağdat’a teslim oluruz”, t24.com.tr, 25 Aralık 2012. 
47 “Türkiye Kürt bölgesine Muhtaç”, Milliyet, 26 Aralık 2012. 
48 “Barzani’den PKK’ya rest”, Zaman, 20 Nisan 2012. 
ARAŞTIRMALAR, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 



Barzani’nin ziyaret sırasında Başbakan Erdoğan ve AK Parti’nin Kürt açılımları konusunda yetkilendirdiği isim olan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile birlikte Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde üçlü bir görüşme gerçekleştirmesi, Erbil’in PKK meselesinin çözümü konusunda aktif bir politika izlemeye başladığının göstergesi olmuştur (Balcı, 2013b: 131). 

2013 yılıyla birlikte Erbil, Ankara’nın başlattığı barış sürecine mutlak desteğini açıklamıştır. Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’ta Newroz mesajında hükümetin Kürt sorunu konusunda kültürel ve siyasi reformlar gerçekleştireceğinden, PKK’nın da ateşkes ilan ederek çekileceğinden bahsetmesi ile50 başlayan barış sürecinde Erbil kritik bir rol oynamıştır. Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’daki mitingine katılan Mesut Barzani Türkiye’deki çözüm sürecine destek verdiklerini ve atılan adımlardan memnun olduklarını dile getirmiştir.51 Öte yandan Barzani’nin Diyarbakır’a geldiği gün KDP’nin Facebook sayfasında Türkiye sınırlarını da kapsayan bir Büyük Kürdistan haritası paylaşılması Türkiye’de küçük çaplı da olsa tartışılmış ancak harita kısa bir süre sonra kaldırılarak tartışmaların büyümesinin önüne geçilmiştir. Haritanın sayfada paylaşılması değil ama kaldırılması, KDP’nin Ankara’yla arasını açmak istememesi olarak yorumlanmıştır.52 

49 “Barzani: PKK beni dinlerse iyi eder”, Hürriyet, 20 Nisan 2012. 
50 “İşte Öcalan’ın Nevruz mektubu”, Radikal, 21 Mart 2013. 
51 Uğur Ergan, “Barzani ve “ Diyarbakır’da”, Hürriyet, 16 Kasım 2013. 
52 “İşte Barzani’nin Kürdistan haritası”, Cumhuriyet, 17 Kasım2013. 


6. Sonuç 

Yaklaşık yarım yüzyıllık bir süreye bakıldığında Türkiye ve Irak’taki Kürt gruplar arasındaki ilişkilerin “güvenlik” merkezli bir ilişki olmaktan çıkıp “işbirliği” odaklı yeni bir ilişki doğrultusunda dönüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Türkiye uzun yıllar Irak’taki Kürt hareketlerini kendi Kürt nüfusundan duyduğu “tehdit” üzerinden ele almış ve bu nedenle Irak’taki Kürt siyasal hareketlerini tehdit olarak görmüştür. Bunu destekleyen iki temel parametreden bahsedilebilir. Birincisi Irak’ta bir Kürt otonom bölgesinin oluşması ile Türkiye-Irak sınırının Türkleri ve Iraklıları ayıran bir sınır değil aksine Türkiye’deki Kürtler ve Irak’taki 
Kürtleri bölen bir sınır işlevi gördüğü ortaya çıkacaktır. Bu durum Türkiye’nin ulus-devlet karakterini tahrip eden bir özellik taşımaktaydı. İkincisi Türkiye’nin güneydoğu bölgelerinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacıyla kurulan PKK’nın, Irak’ın kuzey bölgelerini üs olarak kullanması Ankara için açık bir tehdit anlamına geliyordu. Dolayısıyla uzun bir süre Türkiye Kuzey Irak’taki Kürt siyasal hareketini bu iki parametre ekseninde okumuştur. 

İki gelişme kuzey Irak’a yönelik güvenlik odaklı bakışın değişmesini imkanlı kılmıştır. Birincisi daha çok yapısal olarak değerlendirilebilecek ABD’nin Irak müdahaleleri ve bu müdahalelerin ardından kuzey Irak’ta de facto bir Kürt devletinin ortaya çıkması. Bu durum Türkiye’nin değiştirme ya da etkileme gücünün olmadığı bir olgu karşısında politikalarını yeniden gözden geçirmesini gerektirmiştir. İkincisi Türkiye iç siyasetinde 2000’li yılların başında yaşanan iktidar değişikliği Ankara’nın Kuzey Irak’a bakışını önemli ölçüde değiştirmiştir. 
Bu iki temel dinamiğin yanı sıra PKK, enerji ve başka çok sayıda dinamik 2000’lerin ikinci yarısından itibaren Ankara ve Erbil arasında yeni bir ilişki biçiminin kapısını aralamıştır. 2000’lerin ikinci on yılına gelindiğinde ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Ankara’nın en iyi ilişkilere sahip olduğu komşusu haline gelirken, Türkiye siyasetçilerinin bölgesel güç olma hedeflerinde Erbil merkezi bir konum almıştır. 

Bu değişimin iki önemli etkisi oluştur. Birincisi Ankara PKK sorununu Erbil ile işbirliğine giderek çözmeye başlamış ve bu durum Türkiye için daha esnek bir Kürt siyasetini beraberinde getirmiştir. İkincisi ilişkilerde en önemli dinamik olarak devreye giren enerji konusu bir taraftan Erbil’in otonom gücünü Türkiye üzerinden artırmasına olanak sağlarken diğer taraftan da Türkiye’yi ciddi bir enerji aktörü konumuna taşımaktadır. Fakat bu iki “olumlu” çıktıya rağmen Ankara-Erbil ilişkileri çok önemli risklerle de karşı karşıyadır. Radikal bir çizgi izleyen Irak-Şam İslam Devleti (bkz. Gürler ve Özdemir, 2014) 2014 yılıyla birlikte de facto Kürt devletini ciddi şekilde tehdit etmeye başlamıştır. Yine İran başta olmak üzere bölge ülkelerinin ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere küresel güçlerin bu yeni oluşan duruma yani Bağdat’ta bağımsız hareket eden ve Ankara’ya bir hayli yaklaşan Erbil siyasetine yönelik tavırları henüz netleşmemiştir. 


Kaynakça 

Anderson, Liam ve Stansfield, Gareth. (2009), Crisis in Kirkuk: The Ethnopolitics of Conflict and Compromise, Pennsylvania: University of Pennsylvania Press 
Aykan, Mahmut Bali, (1996), “Turkey’s Policy in Northern Iraq, 1991-95”, Middle Eastern Studies, 32 (4), ss. 343-366 
Balcı, Ali (2013a), Türkiye Dış Politikası, İstanbul: Etkileşim Yayınları 
Balcı, Ali (2013b), “Türkiye’nin Irak Politikası 2012: İki Irak Hikâyesi”, İnat, K., Duran, B., Ulutaş ve U., (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2012, Ankara: Seta Yayınları, ss. 119-135 
Balcı, Ali (2014), ‘Enerji’sine Kavuşan Komşuluk: Türkiye-Kürdistan Bölgesel Yönetimi İlişkileri, SETA Analiz Serisi, (94), Haziran 2014 
Bila, Fikret (2007), Komutanlar Cephesi, İstanbul: Detay Yayıncılık 
Bölme, Selin M. (2012), İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları 
Bölükbaşı, Süha (1991), “Ankara, Damascus, Baghdad, and the Regionalization of Turkey’s Kurdish Secessionism”, Journal of South Asian and Middle Eastern Studies, 14(4), ss. 15-36 
Bruinessen, Martin van (2006), Ağa, Şeyh, Devlet, Çeviren: Banu Yalkut, İstanbul: İletişim Yayınları, 6. Baskı 
Danly, J., (2009), The 2009 Elections, Instıtute for the Study of War, Military Analysis and Education for Civilian Leaders 
Charountaki, Marianna (2012), “Turkish Foreign Policy and the Kurdistan Regional Government”, Perceptions, Winter, 17(4), ss. 185-208 
Ferris, Elizabeth, Fellow, Senior, Stoltz, Kimberly, (2008), The Future of Kirkuk: The Referendum and Its Potential Impact On Displacement, The Brookings Institution 
Galbraith, Peter (2007), Irak’ın Sonu, Çeviren: Mehmet Murat İnceayan, İstanbul: Doğan Kitap 
Gunter, Michael M. (1993), “A De Facto Kurdish State in Northern Iraq”, Third World Quarterly, 14 (2), ss. 295-319 
Gunter, Michael M. (1996), “The KDP-PUK Conflict in Northern Iraq”, The Middle East Journal, 50 (2), ss. 225-241 
Gunter, Michael M. (1996), PKK-KDP Hostilities. Olson, Robert W. (Ed.), The Kurdish Nationalist Movement in the 1990s, Kentucky: The Univeristy Press of Kentucky Gunter, Michael M. (2011), Historical Dictionary of the Kurds, İkinci Baskı, Maryland: Scarecrow Pr. 
Gürler, Recep Tayyip, Özdemir, Ömer Behram, “Tevhid ve Cihad Örgütü’n”den “İslam Devleti”ne, SETA Perspektif, (60), Ağustos 2014 
ICG (2008), “Turkey and Iraqi Kurds: Conflict or Cooperation?”, International Crisis Group, Middle East Report, No: 81, 13 November 
İmset, İsmet G. (1993), PKK: Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı 1973-1992, Ankara: Turkish Daily News Yayınları 
İnat, Kemal (2006), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2005”, Kemal İnat ve Ali Balcı (Ed.), Ortadoğu Yıllığı 2005, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-49 
İnat, Kemal (2008), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2006”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman (Ed.), 
Ortadoğu Yıllığı 2006, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-54 
Kakayi, Falakaddin (1994), The Kurdish Parliament. Hazelton Fran (Ed.), Iraq since Gulf War: Prospects for Democracy, London: Zed Books 
Katzman, Katzman ve Prados, Alfred B., (2006), “The Kurds in Post Saddam Iraq”, CRS Report for Congress, Order Code: RS22079, 12 December 
Katzman, Kenneth (2010), “The Kurds in Post-Saddam Iraq”, CRS Report for the Congress, Order Code: RS22079, 1 October 
Kısacık, Raşit (2007), Kuzey Irak’a Son Operasyon, İstanbul: Truva Yayınları 
Miroğlu, Orhan (2012), Silahları Gömmek, İstanbul: Everest Yayınları 
Oran, Baskın (1998), Kalkık Horoz: Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 2. Baskı, İstanbul: Bilgi Yayınevi 
Oran, Baskın (Ed.) (2005), Türk Dış Politikası Cilt II, 8. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları Oran, Baskın (Ed.) (2013), Türk Dış Politikası Cilt III, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları 
Öcalan, Abdullah (2010), Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz, Abdullah Öcalan 
Sosyal Bilimler Akademisi: Azadi Matbaası 
Özcan, Mesut (2009), “Irak 2007”, Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Murat Yeşiltaş (Ed.), Ortadoğu 
Yıllığı 2007, İstanbul: Küre Yayınları, ss. 33-59 
Özcan, Mesut (2010a), “Türkiye’nin Irak Politikası 2009”, Burhanettin Duran, Kemal İnat ve Muhittin 
Ataman (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2009, Ankara: SETA Yayınları, ss. 61-95 
Özcan, Mesut (2010b), “Turkish Foreign Policy Towards Iraq in 2009”, Perception, 15, (3-4), ss. 113-132 
Özcan, Mesut (2012), “Türkiye’nin Irak Politikası 2011”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2011, Ankara: 
SETA Yayınları, ss. 265-281 
Özdağ, Ümit (1999), Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi, Ankara: 
Asam Yayınları 
Özdağ, Ümit (2007), Türk Ordusunun PKK Operasyonları, 5. Baskı, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Özdağ, Ümit (2008), Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Romano, David (2006), The Kurdish Nationalist Movement Opportunity, Mobilization and 
Identity, New York: Cambridge University Press 
Stansfield, Gareth R. V. (2003), Iraqi Kurdistan: Political Development and Emergent Democracy, 
London: Routledge Curzon 

Süreli Yayınlar 

Cumhuriyet 
Haber Türk 
Hürriyet 
Milliyet 
Sabah 
Serxwebûn 
Yeni Şafak 
Zaman 


Berkan Öğür - Zana Baykal - Ali Balcı 
BU MAKALEYİ HAZIRLAYAN YAZARLARIMIZIN ORTAK  GÖRÜŞÜ

Türkiye’nin hem kendi içerisindeki Kürt vatandaşları ile hem de sınır ötesindeki Irak Kür distan Bölgesi ile olan ilişkisi Ankara için bir “Doğu Problemi” niteliğindeydi. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını izleyen süreçte Türkiye’deki iç siyasi gelişmelerin de etkisi ile Ankara’nın Kürt politikasında hayati değişiklikler yaşandı. Özellikle Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin hem iç hem de bölgesel politikalarda daha etkin olabilmenin anahtarı olarak Kürt sorununun çözümünü görmesi bu anlamda önemli adımların atılmasını sağlamıştır. Türkiye içerideki Kürt sorununu demokratikleşme çerçevesinde çözerken sınır ötesinde de 
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle daha yakın işbirliği kurarak kendisine yönelik olası bir tehdidi eleme yoluna gitmiştir. Böylece Ankara bölgesel siyasette daha emin adımlarla iler lemeye başlamış, iç barışın sağlanması ve demokratikleşme yolunda hızlı adımların atılması konusunda da önemli ilerlemeler kaydetmiştir. 

Yaşanan bu gelişmeler zorlu süreçlerin ve siyasi çekişmelerin gölgesinde uzun çabaların ardından gerçekleşebilmiştir. Bu sürecin uzmanlar, siyaset yapıcılar ve kamuoyu tarafından kapsamlı bir biçimde anlaşılması kat edilen mesafenin ve elde edilen kazanımların doğru okunabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede yapılacak bilimsel çalışmalar, saha araştırmaları ve kapsamlı raporlar literatüre katkılarının yanında kamuoyunun 
aydınlanması açısından da gereklidir. 

ORMER ARAŞTIRMALAR MERKEZİNE TEŞEKKÜRLER EDERİM  
DUATEPE POLATLI



ORMER 
SAMEC 

İRTİBAT;
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi 
Sakarya Üniversitesi Esentepe Kampüsü 54187 Serdivan / SAKARYA 
Tel: +90 264 295 3603 

ormer.sakarya.edu.tr 
info@ormer.sakarya.edu.tr 

..