Doç.Dr. İrfan Kaya ÜLGER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doç.Dr. İrfan Kaya ÜLGER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2020 Perşembe

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 2

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 2





3. AB’nin Balkanlarda Siyasal İstikrara Katkısı 

Kuşkusuz Balkan coğrafyasında siyasal istikrar ve barışa katkı yapan tek aktör AB değildir;

ABD, BM, Türkiye gibi aktörlerin de bu süreçte kayda değer oranda önemli rolleri
bulunmaktadır. Bununla birlikte bölgenin çatışma ortamından çıkarılıp siyasal istikrara ve güvenliğe yönlendirilmesinde ilk planda gözükmeyen ancak ağırlığı hissedilen temel aktör, Avrupa Birliği olmuştur. Tüm Balkan devletleri için tehdit oluşturan fanatik, hegemonyacı karakter taşıyan Sırp milliyetçiliğinin dizginlenmesi, Kosova ihtilafının barışçı bir şekilde sonuçlandırılması, Bosna Hersek’te siyasal istikrarın ve güvenliğin sağlanması, başka şeylere ilave olarak, bölge devletlerine AB perspektifi verilmesi sayesinde gerçekleşmiştir.

   Makedonya, Karadağ ve Sırbistan için adaylık statüsü ve ardından Makedonya harici ülkelerle müzakerelerin başlaması bölgenin kaderini değiştirecek en önemli adımdır. Bu yöndeki gelişmelerin uzak olmayan bir gelecekte Kosova, Bosna Hersek ve Arnavutluk için de söz konusu olması beklenmektedir.

AB günümüzde her ne kadar, Ortak Dış Güvenlik ve Savunma Politikası alanında mesafe kat etmekte zorlanmakta ise de komşuluk politikası, adaylık/tam üyelik perspekifi ile mücavir bölgeleri derin biçimde etkilemekte ve dönüştürmektedir. 2005’den günümüze kendi içerisinde derin sorunlar yaşamış olmasına rağmen bütünleşme hareketinin tam üyelik perspektifi Balkanları kelimenin tam anlamıyla derin biçimde etkilemiş ve bölgenin siyasal istikrar kazanması ve barışa ulaşmasını sağlamıştır.

AB resmi raporlarında ve üye ülkelerde son yıllarda dikkat çeken eğilim şudur: Balkanlar yerine gittikçe artan ölçüde Güneydoğu Avrupa ismi tercih edilmektedir. 

Bu eğilimin gerisinde yatan düşünce Balkan kavramının yarattığı olumsuz izlenimden kaçınma yanında Balkanların Avrupa kıtası içinde yer aldığını vurgulama çabasıdır. Coğrafi bakımdan Avrupa kıtasında yer alan Balkanların bu özelliği ile AB üyeliği arasında irtibat kurulmaktadır.

Balkan ülkelerinden Yunanistan, 1981 yılında o zamanki adıyla AET’ye tam üye olarak katılmıştı. Slovenya, Mayıs 2004’de, Bulgaristan ve Romanya 2007’de, Hırvatistan ise 2013 Temmuz ayında AB’ye tam üye olmuştur.

Avrupa Birliği’nin Balkanlar yönelik temel stratejisi şudur: Bölge ülkelerinin tam üyeliğe özendirilmesini ve koşulları sağlamaları halinde üye olmalarını öngörmektedir.42  1990’lı yıllarda AB’nin Balkanlara ilgisi temelde kriz yönetimi ve Yugoslavya’nın dağılması sonrasında bölge ülkelerinin yeniden yapılanması üzerinde yoğunlaşmakta idi. 1999 yılında AB’nin Balkanlara bakışı daha da netleşti. 1999 yılında AB tarafından İstikrar ve İşbirliği Süreci başlatıldı. Kısa bir süre sonra da bu işbirliğinin örgütsel yapısını oluşturacak olan İstikrar Paktı kuruldu. 2000 yılında Fiera’da toplanan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet
Başkanları zirvesinde Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı’na üye olan Balkan devletleri AB’ye aday ilan edildi. 43  

   2003 yılında toplanan Selanik Zirvesinde ise bu karar teyit edilmiştir.
Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Balkan coğrafyasını derinden etkileyen siyasal eğilim hegemonyacı ve mikro milliyetçilik akımları olmuştur. Bölgede çatışmalara son veren antlaşma, 1995 yılı sonunda Dayton’da imzalanmış, uluslararası toplum bölgede güvenlik tesisi için BM tarafından oluşturulan barış gücüne (UNPROFOR) destek vermiştir. AB’nin Batı Balkanlara yönelik politikası 1999 yılında İstikrar ve İşbirliği Süreci ile ortaya çıkmaya başlamıştır. 

  Bu projenin amacı Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği ile tedrici olarak
yakınlaşmasını sağlamak ve tam üyeliğe giden yolu aralamaktır. 

Bu politika çerçevesinde ikili düzeyde ortaklık anlaşması karakteri taşıyan anlaşmaların  yanında mali yardım, siyasal diyalog, ticari ilişkiler ve bölgesel işbirliği amaçlanmıştır.
İstikrar ve İşbirliği süreci çerçevesinde imzalanan anlaşmalar, 1990’lı yıllarda eski Varşova Paktı üyesi devletlerle imzalanan Avrupa Anlaşmalarına benzemektedir. Bu antlaşma ile devletlerden ortak demokratik değerlere, insan hakları ve hukuk devletine uyum sağlamaları öngörülmektedir. AB ile aday ülke arasında işleyen sürecin karar organı İstikrar ve İşbirliği Konseyi adını almakta ve bu organ sürecin uygulamalarını denetlemektedir. İstikrar ve İşbirliği Konseyi’ne aynı ismi taşıyan komiteler destek vermektedir. İstikrar ve İşbirliği
Parlamenterler Komitesi bu işbirliği çerçevesinde ulusal parlamentolarla Avrupa
Parlamentosu arasında irtibat sağlamaktadır. 44

Halen AB ile İstikrar ve İşbirliği Anlaşması antlaşması imzalayan devletler Makedonya, Arnavutluk, Karadağ ve Sırbistan’dır. İstikrar ve İşbirliği üyesi olan Hırvatistan, 2013 Temmuz ayında AB’ye katılmıştır. Bosna Hersek ile imzalanan antlaşma ise henüz yürürlüğe girmemiştir. Sürece Kosova Cumhuriyetini de dahil etme çalışmaları devam etmektedir. Ne var ki, değişik sebeplerle 5 AB üyesi devletin (Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Romanya, Slovakya ve İspanya) Kosova’yı tanımamış olmaları bu konuda ilerleme sağlamasını zorlaştırmaktadır.

İstikrar ve İşbirliği süreci, bölge devletlerini potansiyel aday kabul etmektedir. Bu çerçevede gelecekte tam üye olacak ülkelerin yerine getirmeleri gereken asgari yükümlülükleri belirlemektedir.45 

Balkan ülkelerinin tam üyelik hedefine yönelmeleri ancak Kopenhag Kriterlerine uyum sağlamaları  halinde mümkün olabilecektir. 

Aday ülkelerden tedricen Topluluk müktesebatını iç hukukuna aktarmaları talep edilmektedir. 

AB’den ortaklık statüsü alan aday devletlerin bu alanda kaydettiği gelişmeler ise İlerleme Raporları  ile sıkı biçimde takip edilmektedir. AB ayrıca aday ve potansiyel aday ülkelerin mali yardım kapısını aralamıştır. 2007 yılından itibaren Balkan ülkelerine mali yardımlar Katılım Öncesi Yardım (IPA) fonundan sağlanmaktadır. Bu çerçevede sağlanan kaynaklar kurumsal gelişme, hukuki
reform, insan hakları, idari ve ekonomik yaptırımlar ve bölgesel düzeyde işbirliği projelerinin finansmanı için tahsis edilmektedir. Batı Balkan ülkeleri ayrıca Erasmus gibi AB programlarına da dahil edilmiştir.

İstikrar ve İşbirliği Paktının bir diğer amacı da bölge ülkelerini ticaret, taşımacılık, enerji, çevre gibi konularda işbirliğine yönlendirmektir. Ayrıca hassasiyet gerektiren savaş suçları, sınır sorunları, mülteciler ve organize suçlarla mücadele de desteklenmektedir.

2008 yılında İstikrar Paktı mekanizması revize edilmiş ve Bölgesel İşbirliği Konseyi adını almıştır. Genel Sekreterliği Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’dadır. Sürecin adı ise Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci olarak değiştirilmiştir. Batı Balkan ülkelerine tanınan vize serbestisi de AB ile ilişkilerin canlanmasına kapı aralamaktadır. 2009 Aralık ayında vize serbestisi Makedonya, Karadağ ve Sırbistan’a, 2010 Kasım ayında ise Arnavutluk ve Bosna Hersek’e tanınmıştır. Haziran 2012’de Kosova Cumhuriyeti ile bu kapsamda diyalog
başlatılmış ve bu ülkeden yasal düzenlemeler yapması istenmiştir. Vize serbestisi uygulamalarında yasal olmayan mülteci başvuruları gibi bazı ihlallerin ortaya çıkması üzerine Komisyon tarafından Batı Balkan ülkeleri için izleme mekanizması kurulmuştur.

   Batı Balkan ülkelerinin AB ile ikili ilişkilerinin fiili durumu ana hatlarıyla şu şekildedir:

Arnavutluk ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Anlaşması Nisan 2009’da yürürlüğe girmiştir.

Bu gelişmeden birkaç gün sonra Arnavutluk tam üyelik başvurusu yapmıştır. 

   Komisyon tarafından yapılan bir açıklamada bu ülkenin öncelik taşıyan 12 alanda yükümlülüklerini yerine getirmesi halinde tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı bildirilmiştir. 

Komisyonun 2012 tarihli ilerleme raporunda bu ülkeye aday statüsü verilmesi önerilmiştir.
Potansiyel aday ülkelerden biri olan Bosna Hersek Cumhuriyeti henüz tam üyelik başvurusu yapmamıştır. Bosna Hersek ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği anlaşması 2008 yılında imzalanmıştır. Ancak anlaşma Bosna Hersek devletinin iç idari yapısından kaynaklanan sebeplerle yürürlüğe girmemiştir. Bununla birlikte anlaşmanın ticarete ilişkin hükümleri ayrı bir düzenleme yapılmak suretiyle uygulamaya konulmuştur. 2012 Temmuz ayında taraflar arasında yüksek düzey temaslarda tam üyelik başvurusu hazırlıkları konuşulmuştur. 

AB, Bosna Hersek Cumhuriyeti bakımından çok önemli olan Dayton antlaşmasını
desteklemektedir. 2011 yılından beri Avrupa Birliğinin Bosna Hersek özel temsilcisi aynı zamanda bu ülkenin Özel Temsilcisi statüsündedir.

2004 yılında AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunan Makedonya’ya bir yıl sonra aday ülke statüsü tanınmıştır. Ne var ki, bu ülkenin ismi nedeniyle Yunanistan’ın itirazları ikili ilişkilerde mesafe alınmasını engellemiştir. 2009 yılında Komisyon tam üyelik müzakerelerinin açılmasını tavsiye etmiş ve bu görüş Komisyon’un ilerleme raporlarında da tekrarlanmış ve Parlamento tarafından desteklenmiştir. Ne var ki, Bakanlar Konseyi’nde kararların oybirliği ile alınması nedeniyle Makedonya ile müzakerelere başlanamamıştır.

Yunanistan, ülkenin ismi nedeniyle karar alınmasını engellemektedir.

Kosova, AB’nin potansiyel aday ülkelerinden birisidir. 2008 yılında bağımsızlık ilan etmesinden ardından bu ülkeye tam üyelik perspektifi verilmiştir. Günümüzde AB’nin 28 ülkesinden 23’ü Kosova’yı tanımaktadır. AB tarafından bağımsızlık kararından sonra Kosova’ya Özel Temsilci atanmış ve EULEX (Rule of Law Mission) faaliyete başlamıştır.

   Haziran 2012’de Vize Serbestisi Yol Haritasının açıklanmasından bir yıl sonra bu ülke ile İstikrar ve İşbirliği anlaşması görüşmeleri başlamıştır. Bu ülkenin tam üye olarak AB’ye katılması esasında AB-Sırbistan ilişkileri ile doğrudan ilintilidir.

2006 yılında Sırbistan’dan ayrılmasından iki sene sonra Aralık 2008’de tam üyelik başvurusunda bulunan Karadağ Cumhuriyeti’ne adaylık statüsü 2010 yılında verilmiştir.

Haziran 2012’de bu ülke ile tam üyelik müzakereleri açılmıştır. Karadağ ile imzalanan İstikrar ve İşbirliği Paktı ise Mayıs 2010’da yürürlüğe girmiştir.

Sırbistan ise Aralık 2009’da tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve 2012 Mart ayında bu ülkeye adaylık statüsü verilmiştir. Bu kararın ardında Belgrad ve Priştina’nın uzlaşmaya varması yatmaktadır. Sırbistan’ın Kosova ile ilişkilerinin normalleşmesi üzerine Avrupa Konseyi tarafından Haziran 2013’de tam üyelik müzakerelerinin açılması kararı alınmış ve müzakerelere 2014 yılı Ocak ayında başlanmıştır. Sırbistan ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Antlaşması 2008 yılında imzalanmıştır. Ancak Haziran 2010’da onay süreci AB tarafından dondurulmuştur. Bunun temel sebebi Sırbistan yönetimimin o dönemde
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ile işbirliği yapmamış olmasıdır. 

Bu krizin aşılmasının ardından ikili ilişkiler normalleşmiş ve Sırbistan’ın tam üyelik yolu açılmıştır.

Sonuç

Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra önce Varşova Paktı’nın lağvedilmesi, ardından SSCB’nin dağılması tüm dünyada kimlik siyaseti ve mikro milliyetçiliğin güçlendiği yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Balkanlar bu gelişmeden derinden etkilenen bölgelerin başında gelmektedir. Özellikle Yugoslavya ve Arnavutluk gibi SSCB ile doğrudan bağlantısı olmayan komünist kökenli ülkelerde yaşanan değişim, etnisite, dil, din ve mezhep bakımından
dünyanın en karmaşık bölgesi olan Balkanlarda milliyetçilik çağının geri dönmesini sağlamıştır. 1992 başında Sırp Hırvat çatışması ile başlayan savaş, Bosna Hersek iç savaşı ve Kosova’daki çatışmalarla alanını daha da genişletmiş ve Balkan halklarının etnisite ve kimlik temelli ideolojilere eğilimini güçlendirmiştir.

Balkan coğrafyasında ki milliyetçiliklerin hegemonya, ayrılıkçılık ve irredentizm olarak  adlandırılabilecek ütopyaları siyasal çatışmaların temelini teşkil etmektedir. 

Bölgede normalleşme ve siyasalistikrarın tesisi temelde uluslararası toplumun desteğiile imzalanan  Brioni ve Dayton Antlaşmaları ve Martty Ahtisaari Planı belgelere dayanmaktadır. 

Bölge ülkelerinde BM , NATO ve AB şemsiyesi altında barış gücü görevlerinin yürütülmesi de  önemlidir. Ancak Balkanlarda kalıcı barış ve istikrarı görünmez el olarak AB yumuşak gücü  sağlamıştır. Bölgede en büyük istikrarsızlık unsuru olan Sırp milliyetçiliğinin güç  kaybetmesinde AB perspektifi, tam üyelik hedefinin bölge ülkelerini cezbedecek biçimde  ortaya konulmuş olması önemlidir. AB’nin temel hedefi etnik çatışmaları önlemek, siyasal istikrarsızlık  tan kaynaklanan göçü azaltmak ve Batı Balkan ülkelerini siyasal, hukuki ve  ekonomik değişim yoluyla AB bünyesine dahil etmektir. Balkanlarda kalıcı barış ve istikrara  en büyük katkı da AB’nin bu kapsamda yürüttüğü İstikrar ve İşbirliği Pakt olmuştur. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

29 Ian Bache ve Stephan George, Politics in the European Union, Oxford University Press, London, 2006, pp. 93.-105 
30 Joseph Nye, “Soft Power and European American Affairs”, HardPower,Soft Powerand the Future of Transatlantic Relations,Thomos L. Ilgen (ed), Asghata, London, 2006, p. 25-35 
31 Kroening, Matthew, M. McAdam ve S. Weber (2010), “Taking Soft Power Seriously”, Comparative Strategy, 29:5, s.412-431 
32 Metin için bakınız: 
    http://voicesofdemocracy.umd.edu/fdr-the-four-freedoms-speech-text/ 
33 Özgürlük radyosunun yayınları bazı ülkelerde devam etmektedir..     http://www.rferl.org/ 
34 Joseph Nye, op.cit. s 29-30. 
35 Desmond Dinan, Ever Closer Union-An Introduction to European Integration, Palgrave, London, 2003. S. 508-526 
36 Robert Dover, “The EU’s Foreign, Security and Defence Policies”,The European Union Politics, Michelle Cini (ed), Oxford University Press, New York 2007, s.237-251. 
37 Misha Glenny, Balkans-Nationalism, Warand the Great Powers, Granta Books, London, 1999, s. 545-580 
38 Makedonya ile Yunanistan arasındaki ihtilaf için bakınız. Axes Sotirin Walden, “Greece and New Macedonian State” 
http://dev.ulb.ac.be/cevipol/dossiers_fichiers/waldden-complet.pdf/ 
39 Marie Severosky, “Agenda 2000: A Blueprint for Successful EU Enlargement?, 
    http://aei.pitt.edu/777/1/scop98_1_4.pdf/ 
40 Bu konuda kapsamlı analiz için bakınız. “Heater Grabbe, A Partnership for Accession? The Implications of EU Conditionality for the Central and East European Applicants” 
http://www.esiweb.org/enlargement/wp-content/uploads/2010/01/grabbe_conditionality_99.pdf/ 
41 İrfan Kaya Ülger, Yugoslavya’nınParçalanması, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003, s. 140-166. 
42 Corina Stratulat, “EU Enlargement to the Balkans-Shaken not Stirred” 
     http://www.epc.eu/documents/uploads/pub_3892_eu_enlargement_to_the_balkans_-_shaken,_not_stirred.pdf/ 
43 https://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00200-r1.en0.htm/ 
44 İstikrar Paktı için bakınız. 
    http://www.esteri.it/MAE/EN/Politica_Estera/Aree_Geografiche/Europa/OOII/Patto_di_stabilit_dei_Balcani.htm 
45 Daniel Trenchov, “The Future of the Western Balkans Integration within the EU”, 
    http://www.analyticalmk.com/files/2012/01/04.pdf/ 



***

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 1

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ, BÖLÜM 1 



İrfan Kaya Ülger
* Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 


   Bu çalışma Soğuk Savaş sonrasında Eski Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte dünyanın en istikrarsız bölgesi haline gelen Balkan Yarımadasında barış ve güvenliğin nasıl tesis edildiğini ve bu süreçte Avrupa Birliğinin katkılarını incelemeyi amaçlamaktadır.

   Esasında bir bölgesel entegrasyon hareketi olan Avrupa Birliği’ni, başka özellikleri yanında bir barış projesi olarak da nitelendirmek mümkündür. Gerçekten de Avrupa kıtasında Eski Yugoslavya coğrafyası istisna tutulacak olursa İkinci Dünya Savaşından günümüze çatışma yaşanmamıştır. Özellikle AB üyesi devletler arasında görüş ayrılıkları ve gerilimler hiçbir şekilde savaşı gündeme getirebilecek düzeyde tırmanmamıştır. Öte yandan bütünleşme
hareketinin esas tetikleyicisinin de Almanya-Fransa anlaşmazlığına çözüm arama olduğunu bu bağlamda hatırlamak gerekir. 1945 yılında savaşın dört galibi tarafından işgal edilen Almanya toprakları, 1949 yılında ikiye bölünmüştü. İngiltere, Fransa ve ABD’nin kontrol ettiği toprakların birleştirilmesiyle Federal Almanya kurulmuş, bu oluşama dahil olmayan SSCB ise kendi işgal bölgesinde Doğu Almanya’yı kurmuştu. Fransa’nın bu süreçte ikna edilmesi, Almanya’nın egemenlik haklarına kavuşması bir uzlaşı sonucu mümkün olmuştur.

Fransa, o dönemde önemli enerji kaynağı olarak kabul edilen ve savaşın devamı için hayati ehemmiyet taşıyan çelik ve kömürün üzerindeki tasarruf hakkının yeni kurulacak Alman hükümetine verilmemesi konusunda ısrarcı olmuştur. Uzun müzakerelerden sonra günümüzdeki Avrupa Birliğinin temelini oluşturan Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatını kuran Paris Antlaşması üzerinde taraflar arasında mutabakat sağlamışlardır.29

    Kuruluşu aşamasında Almanya-Fransa ihtilafına çözüm teşkil eden, bu yönüyle bir barış projesi olarak yola çıkan Avrupa bütünleşme hareketi günümüze kadar kaydettiği ilerleme ile de bunu tescil etmiştir. Üye devletler arasında bugüne kadar savaş yaşanmamıştır. Hatta daha da ileri giderek şunu söylemek mümkündür. Avrupa bütünleşme hareketi içerisinde yer alan
devletlerin yanında komşuları ve siyasi, ekonomik ilişki içerisinde bulundukları devletlerde de barış ve istikrara katkı sağlamaktadır.

    Bu çalışmada Avrupa Birliği’nin Balkanlar üzerindeki etkilerini incelemeyi hedeflemektedir.

Çalışmanın birinci bölümünde Avrupa Birliğinin bir entegrasyon hareketi, bir yumuşak güç olarak değiştirme/dönüştürme fonksiyonu incelenecektir. İkinci bölümde ise Balkan Yarımadasındaki siyasal ihtilaflar ve son bölümde ise bölgede normalleşme, barış ve siyasal istikranın tesisinde Avrupa Birliği’nin rolü ele alınacaktır.

1. Bir Yumuşak Güç Olarak Avrupa Birliği

Etki altına alınacak devletin politikalarını fiziki güç kullanmadan değiştirmeyi hedefleyen her türlü faaliyet yumuşak güç kavramı içerisinde yer almaktadır. Sivil toplum örgütlerinin, hükümetler dışı uluslararası kuruluşların (NGO) faaliyetleri, konferans, gezi, panel gibi faaliyetler, hedef alınan ülke kanaat önderlerine dil eğitimi ve akademik destek vermek gibi çalışmalar Yumuşak Güç faaliyetleridir. Bir ülkede faaliyet gösteren diplomatik temsilciliklerin, kültür merkezlerinin tanıtım/propaganda faaliyetleri, kamuoyunu etkileme ve
yönlendirme amacı taşıyan faaliyetleri, kitle iletişim araçlarında görünürlük ve imaj yaratma çalışmaları da aynı kategori içerisindedir.

Yakın zamana kadar bir ülkenin ulusal gücünün hesaplanmasında silahlı kuvvetler esas alınıyordu. Günümüzde ise ülkenin cebire başvurmadan başkalarının politikasını değiştirme kapasitesi anlamında Yumuşak Güç de ulusal gücün hesaplanmasında dikkate alınmaktadır.

   Yumuşak Gücün etki yaratması için evrensel normlar içermesi, iletişim kanalları ile etkili biçimde kullanılması ve kamuoyunu etkilemesi zorunludur. 

Bu çerçevede Yumuşak Gücün öncelikli hedefleri, medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve iş dünyasıdır. Yumuşak güç kullanımında esas amaç ise nüfuz tesis etmektir. 31

Yumuşak Güç kavramının ihtiva ettiklerini daha da somutlaştırmak için yakın geçmişteki bazı olayları hatırlamakta yarar var. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in “dört özgürlük” konuşması32, Soğuk Savaş yıllarında Özgürlük Radyosunun 33 kamuoyu etkisi yaratmak için yaptığı yayınlar, Hollywood filmlerinin dünya genelinde Amerikan değerlerinin yaygınlaşmasındaki rolü, yumuşak güç kavramının kültürel/ideolojik
yelpazesini anlamamız bakımından önemlidir. Sert gücün günümüzde de önemini koruduğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte tek başına sert güç ile sonuç almak mümkün değildir. 

Bir örnek olarak zikretmek gerekirse terörizmle mücadelede siyasal desteğin kesilmesini askeri yollarla başarma imkânı sınırlıdır. Daha önemli ve kalıcı olan, kitlelerin düşünce ve algılarında değişiklik sağlanması ve böylece terörle mücadelede halk desteği kazanmaktır. Demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi gibi kavramların yarattığı çekicilik ve cazibeyi de bu çerçeve içerisinde ele almak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’da ABD gücünün ve etkisinin artmasında çeşitli devletlerdeki üslerde konuşlanan
ABD askeri varlığı ve Marshall Yardımları kadar ve hatta ondan daha fazla ABD kültürünün yaygınlaşması rol oynamıştır.34

2006 yılında Savunma Bakanı D. Rumsfeld, Başkan Bush’un teröre açtığı savaş konusunda şunları söylemişti: “Bu savaşın en kritik çatışmaları Afganistan dağlarında veya Bağdat sokaklarında değil, New York, Londra, Kahire veya başka yerlerdeki televizyon stüdyolarında gerçekleşebilir.”

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Avrupa Birliği bir Yumuşak Güç müdür?

Maastricht Antlaşmasından sonra Avrupa Birliği adını alan Batı Avrupa’daki bütünleşme hareketinin başlangıçtan günümüze kayda değer ilerlemeler gerçekleştirdiği bir vakıadır.
Avrupa Birliği’nde iki ana eğilimi vardır. Bunlardan ilki işbirliği alanlarının genişlemesi anlamında derinleşme, öteki de üye sayısının artması, yani genişlemedir. Avrupa Birliği 1980’lerin ortalarından beri uluslararası siyasal sistemde “ekonomik dev, siyasi cüce” olarak tanımlanmaktadır.35 Bu kavramla kastedilen ekonomik bütünleşme alanında kaydedilen ilerlemenin ve gücün uluslararası politikayı çok da fazla etkilemediğidir. Avrupa Birliği, zaman içerisinde askeri güç konumunu güçlendirecek faaliyetlere girişmiştir. 1997 yılında İngiltere ile Fransa’nın St. Malo görüşmelerinde sağladıkları mutabakat üzerine başlatılan ve Acil Müdahale Gücü oluşturulması faaliyetlerini bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir. 36


Bununla birlikte, siyasal ve askeri bütünleşme alanlarında üye devletlerin yetki devri konusunda mutabakat sağlayamamış olmaları, AB’nin uluslararası alanda ağırlığının ve yaptırım gücünün bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Günümüzde AB, gerek ortak dış ticaret politikası yoluyla, gerek Komisyon ve Dönem Başkanı ülkenin inisiyatifi ile girişilen faaliyetlerle uluslararası siyasal sistemi ve devletleri doğrudan ve derinden etkileyebilmektedir. Çatışma sonrası bir bölgenin normalleşmesi için yürütülen faaliyetlere iştirak, uluslararası insani yardımlar, Avrupa Komşuluk Politikası ve nihayet adaylık/tam üyelik, sınırlı ekonomik işbirliği hedefi ile yürütülen faaliyetlerin başarısı, AB’nin çok etkili
bir Yumuşak Güç olduğunu göstermiştir.

2. Balkanlarda Siyasal İhtilaflar ve AB’nin Tutumu

Avrupa Birliğinin Balkanlara yönelik politikasını analiz etmeden önce kısaca Balkan ülkelerini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen ihtilaf konuları üzerinde durmak gerekmektedir. Balkan ülkelerinin yakın siyasal geçmişi, İkinci Dünya Savaşından sonra farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir. Romanya ve Bulgaristan, savaş sonrasında SSCB etkisi altında kalmış ve Varşova Paktı ve COMECON ile bunu tescil etmiştir. Yunanistan ve Türkiye ise Batı ile yakın ilişki içerisindedir. Her iki ülke de 1952 yılında NATO’ya katılmıştır. Arnavutluk’ta yönetimi ele geçiren Enver Hoca, SSCB ile ilişkilerinde sorunlar ortaya çıkınca ülkeyi dünyadan tamamen tecrit etmiştir. 1985 yılında ölümünün ardından    Arnavutlukta    komünizm 7 yıl daha devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra Tito tarafından kurulan Sosyalist Yugoslavya ise hem Arnavutluk’tan hem de SSCB bloğunda yer alanlardan farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir.

Kendine özgü sosyalist modeli ile dikkatleri üzerinde toplayan Yugoslavya bir yandan tek parti idaresi altında başka siyasal görüşlerin temsilini engellemiş, öte yandan Pazar Sosyalizmi adıyla özel mülkiyetin var olduğu piyasa ekonomisi uygulamıştır. Yugoslavya’nın özgün koşulları nedeniyle bu ülkede hegemonyacı, ayrılıkçı ve irredentist milliyetçi eğilimler varlığını hep korumuş, yönetim tarafından kurgulanan Güney Slav (Yugoslav) üst kimliği başarılı olmamıştır.37

Tito döneminde dahi gücünü koruyan milliyetçi eğilimler, Tito sonrası dönemde önce illegal ardından da fiilen ve hukuken örgütlenerek siyasetin içerisinde yer almışlardır. Balkanların kronik sorunu, tatminsiz milliyetçi ütopyalardan kaynaklanan siyasal hareketlerdir. Bu çerçeve dahilinde Sırplar diğer Cumhuriyetlerde yaşayan Sırpları da içine alacak Büyük Sırbistan projesini gündeme getirirken, Hırvatlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında 4 yıl ayakta
kalan Ustaşa Hırvatistan’ı hedefine yönelmişlerdir. Makedonlar tarihsel coğrafyanın sınırlarını tartışmaya açarken, Kosova’da yaşayan Arnavutlar kendilerine haksızlık yapıldığını ileri sürerek Federe Cumhuriyet taleplerini dile getirmişlerdir. Hiçbir milletin çoğunluk oluşturmadığı Bosna Hersek’te ise yerel Sırplar yaşadıkları toprakların Sırbistan ile birleşmesini talep etmişlerdir. Benzer şekilde Bosnalı Hırvatların ütopyası da Hırvatistan’ın sınırlarının kendi yaşadıkları yerleri de içine alacak şekilde genişlemesidir.

Yugoslavya’nın dağılması sonrasında da bölge halkları/milliyetçilikleri arısındaki
anlaşmazlıklar varlığını devam ettirmiştir. Yunanistan, Makedonya’nın kendi ismiyle uluslararası topluma dahil olmasını engellemiş ve bu ülkenin AB ile ilişkilerini bloke etmiştir.38 

   Kosova’nın 2008 Şubat ayında bağımsız devlet olarak sahneye çıkmasından sonra dahi Batı Balkanlarda ihtilaflar sona ermemiştir. Bir yandan Kosova içinde kalan Sırp bölgeleri, öte yandan Sırp milliyetçilerin Kosova’yı anavatan kabul etmeleri siyasal ihtilafların başında yer almıştır. Bunun dışında Kosova, Arnavutluk ve Makedonya’nın bu ülkelere mücavir bölgelerinde yoğunlaşan yerel Arnavutların birleşmesi projesi sık aralıklarla gündeme gelmiştir. Bosna Hersek’de temelleri Dayton anlaşmasına dayanan siyasal sistemin karmaşık yapısı bu ülkenin karar alma sürecini tıkamıştır. Bosnalı Sırpların irredentist
eğilimleri nedeniyle sık sık başvurdukları veto/blokaj siysasal sistemin sağlıklı yürümesini kilitlemiştir.

Günümüzde Balkan ülkelerinin bir bölümü AB’ye tam üye olarak katılmıştır. Bazıları adaylık/müzakere sürecinde, bakiye kalanlar ise potansiyel aday statüsündedir. Balkan ülkelerinden AB’ye ilk katılan Yunanistan olmuştur. Yunanistan aynı zamanda 15 Temmuz 1959’da o dönemdeki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılmak için ilk başvuruyu yapan ülkedir. Albaylar Cuntası dönemindeki duraklamaların ardından Yunanistan’ın AB yolculuğu 1974 sonrasında hızlanmış ve bu ülke 1 Ocak 1981’de AET’ye tam üye olarak
katılmıştır. Balkanların geriye kalan ülkelerinin Avrupa Birliği ile adaylık/tam üyelik ilişkisi içerisine girmeleri ise ancak 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren gündeme gelmiştir. Bir başka ifadeyle, Avrupa Birliğinin Balkan bölgesine ilgi duyması ve bölgedeki gelişmelerle yakından takip etmesi ancak Soğuk Savaşın sona ermesi sonrasında mümkün olmuştur.

   Lağvedilen Varşova Paktı ve kimi eski SSCB/Yugoslavya ardılı ülkelerle 1990’lı yıllarda imzalanan Avrupa Antlaşmalarının temel amacı, bölünmüş Avrupa kıtasında birliğinin sağlanmasıdır. NATO’ya ilave olarak bu süreçte AB’de önemli rol üstlenmiştir. 39

Nitekim, AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının Haziran 1993’de kabul ettiği Kopenhag Kriterleri de esasen Avrupa kıtasında siyasal birliği tesis etme hedefine yönelikti. Söz konusu belge ile tarihlerinde demokrasi ve piyasa ekonomisi deneyimi olmayan ülkelerin hızlı bir şekilde AB üyeliğine hazırlanması için yerine getirilmesi gereken asgari yükümlülükler düzenleniyordu. Buna göre, AB’ye katılmak isteyen ülkelerde çok partili siyasal hayatın vatandaşların tercihleri ile şekillenmesi, insan hakları ve azınlık haklarına saygı gösterilmesi,
hukuk devleti ve son olarak da piyasa ekonomisi asgari koşullar olarak belirlenmişti.40 1990’lı yıllarda Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri belirli ilerlemeleri kaydetmeleri koşuluyla Avrupa Birliği ile adaylık ve tam üyelik hedefi öngören kapsamlı ve çok taraflı ilişkiler içerisine girdiler.

AB’nin Balkanlara yönelik stratejik vizyonu bu dönemde şekillenmeye başladı. 1990’ların başında Yugoslavya’da patlak veren krizi yönetmede Avrupa Birliği yetersiz kalmıştı. Gerek 1991 Haziran ayından 1992 başına kadar devam eden Sırp Hırvat savaşında, gerek 3.5 yıl süren Bosna Hersek Savaşında gerekse 1998-1999 Kosova çatışmalarında Avrupa Birliği etkili bir varlık gösteremedi. Balkan coğrafyasında çatışmaya dönüşen anlaşmazlıklar temelde Atlantik ötesinden gelen gücün inisiyatif kullanmasıyla çözüme kavuşturulmuştur.41 

   AB’nin Batı Balkanlarda meydana gelen siyasal gelişmelere hazırlıksız yakalanması ve olaylar karşısında yetersiz kalması hiç kuşku yok ki Batı Avrupa bütünleşme hareketinin kapsamı ile de yakından ilgilidir. O döneme kadar temelde ekonomik bütünleşmeye ağırlık ve önem veren AB’nin siyasal gelişmelere ilgi ve alakası aynı ölçüde değildir. Ortak dış ve güvenlik
politikası alanında kaydedilen mesafeye rağmen AB’nin günümüzde bile yekpare ve kararlı bir siyasal aktörlüğünün varlığı tartışmalıdır.

Bununla birlikte şu saptama da doğrudur: Avrupa Birliği 1990’lı yıllardan günümüze tam üyeliği özendirmek suretiyle Balkan coğrafyasındaki siyasal ihtilafların ve çatışmaların normalleşmesine katkı sağlamaktadır. Söz konusu katkı konvansiyonel askeri güç kullanımı kadar net ve belirgin değil ise de, yarattığı etki bakımından aynı yahut benzer sonuçlar doğurabilmektedir. Balkan coğrafyasının kadim/kronik sorunları olan hegemonyacı ve mikro milliyetçilikten kaynaklanan yayılmacı ve irredentist eğilimler, AB adaylık süreci ve tam
üyelik hedefinin bölge ülkeleri tarafından benimsenmesiyle geri planda kalmış ve bölge top yekûn normalleşmeye başlamıştır.

2. Cİ BÖLÜM İE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

23 Ekim 2015 Cuma

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 15





TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

BÖLÜM 15


BALKANLARDA SİYASİ İSTİKRAR VE GELECEĞİ


Prof.Dr. Hasret ÇOMAK
Doç.Dr. İrfan Kaya ÜLGER



Balkan Yarımadası kültürel, siyasal ve ekonomik bakımdan dünyanın en karışık bölgesidir. Tarih boyunca Balkanlar Doğu ile Batının, İslam ile Hıristiyanlığın, Katoliklikle Ortodoksluğun birbiriyle buluştuğu, birbirinden ayrıldığı bir tampon bölge olmuştur. Balkanlarda herhangi bir konuda genelleme yapmak son derece güçtür. Bir bütün olarak ve çoğu kez bölge devletleri bakımından da Balkanlar mozaik görünümü taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı 2008 Sonbaharı itibariyle Balkanların genel bir değerlendirmesini yapmak ve öncelikli konularda dikkatleri
çekmektir. Bu çerçevede öncelikle Soğuk Savaş sonrası gelişmeler üzerinde durulacak, ardından fiili durum incelenerek ve bölgenin geleceğine ilişkin senaryolar ele alınacaktır.

Soğuk Savaşın sona ermesinden Balkanlar doğrudan etkilenmiştir.


Bölgede II. Dünya Savaşı sonunda tesis edilen ve büyük ölçüde Yalta müzakerelerinin eseri olan statüko, 1990’lı yıllarda değişmiştir. Bu değişiklik
özellikle Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ve Arnavutluk gibi ülkelerde belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Buna karşılık aynı zamanda bir Balkan ülkesi olan Türkiye ile 1981 yılından beri Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan diğer ülkeler ölçeğinde etkilenmemişlerdir.

Soğuk savaşın sona ermesi, en başta Varşova Paktı’nın lağvedilmesi neticesini doğurmuş; Bulgaristan ve Romanya üzerindeki SSCB tahakkümü ortadan kalmıştır. 1990’lı yıllarda anılan ülkeler hızlı biçimde eski rejimin etkilerinden kurtulma ve yeni koşullara uyum sağlama çabası içerisine girmişlerdir. Bu çerçeve içerisinde temel hedef Batı ile bütünleşme  olarak tespit edilmiş, Bulgaristan ve Romanya, bir yandan Avrupa Birliği, öte yandan NATO ile yakından ilgilenmeye başlamışlardır.

Avrupa Birliği ile anılan ülkeler arasında ticari ve ekonomik işbirliği anlaşmalarıy la başlayan işbirliği, bir süre sonra tam üyelik için altyapı hazırlama amacını taşıyan Avrupa Anlaşmaları ile devam etmiştir. Uzun ve zahmetli geçen bir sürecin ardından Bulgaristan ve Romanya, 1 Ocak 2007’de tam üye olarak Avrupa Birliği’ne katılmışlardır. Anılan ülkeler aynı zamanda 2004 yılında NATO’ya üye olmuşlardır.

1990’lı yıllarda Balkan yarımadasında tüm dünyanın dikkatini üzerinde toplayan ülkeler Yugoslavya ve Arnavutluk olmuştur. II. Dünya Savaşından sonra Enver Hoca liderliğinde kendine özgü komünist uygulamalar ile diğerlerinden farklılaşan Arnavutluk rejimi varlığını 1992 yılına kadar sürdürmüştür. Her ne kadar 1985 yılında Enver Hoca’nın yerini Ramiz Alia almış ise de, rejimin totaliter / baskıcı yapısında ve dışa kapalı tutuculuğunda bir değişim gözlenmemiştir. Arnavutluk’ta değişim biraz da dünya koşullarının zorlaması sonucu gerçekleşmiş, ilk çok partili seçimler 1992 yılında yapılmıştır.

YUGOSLAVYA’DA ULUS SORUNU VE DAĞILMA SÜRECİ


Ancak dünyanın dikkatinin Balkanlar üzerine yönelmesi esas itibariyle Yugoslavya sorunundan kaynaklanmıştır. Yugoslavya, Soğuk Savaş
sonrası dünyada siyasal varlığını yeni koşullara uyarlayamamıştır.

Yapay bir devlet olan Yugoslavya’nın yaşadığı sorunlar aslında bu ülke tarihinde yaşanan gelişmelerden ayrı olarak ele alınamaz. 1918 yılında Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı olarak kurulan devletin 1941’e kadar devam eden ilk döneminde, siyasal rejim temelde, Sırp egemenliğine dayanmış ve bunun bir doğal sonucu olarak da diğer uluslar ve azınlıklar baskı altında tutulmuşlardır.

İkinci Dünya Savaşından sonra Tito’nun önderliğinde kurulan İkinci Yugoslavya birçok bakımdan iki savaş arası dönemden farklıdır. Tito, “Özyönetim” ve “pazar sosyalizmi” adı altında SSCB ve Çin uygulamalarından farklı, kısmen liberal çizgiler taşıyan sui generis bir rejimle Yugoslavya’da siyasi ve toplumsal istikrar sağlamıştır.1 Yugoslavya siyasal yaşamının en istikrarlı ve mutlu günleri belki de Tito’nun işbaşında olduğu dönem olmuştur. 

1) Daha fazla bilgi için bakınız: Tanıl Bora, Yugoslavya (Milliyetçiliğin Provokasyonu), İletişim Yayınları, İstanbul, 1991; İrfan Kaya Ülger, Yugoslavya Neden Parçalandı?, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003; Misha Glenny, The Balkans (1804-1999), Granta Books, London, 1999.


Ne var ki, 1980 yılında Tito’nun ölümünün ardından “Yugoslav Uyumu”nu sürdürme imkânı ortadan kalkmıştır.

Kendisi de bir Hırvat olan Tito, Hırvat milliyetçiliği dâhil, Yugoslavya halkları arasında sık aralıklarla alevlenen mikro milliyetçi akımlarla mücadele etmiştir. Tito’nun Yugoslavya’yı oluşturan federe Cumhuriyetler arasında nüfus bileşimlerini dikkate almadan eşitlikçi uygulamalar ortaya koyması, azınlıkların haklarına saygı göstermesi, milliyetçilikle mücadele etmesi gibi uygulamaları kendisinden sonra sürdürülememiştir.

Aslında Yugoslavya’nın çıkmazı federalizm, sosyalizm ve ademi merkeziyetçiliği tek parti yönetimiyle sürdürme çabasından kaynaklanmıştır.

1965 yılında yapılan reformlar ülkenin bölgesel bazda birbirinden ayrılma sürecini hızlandırmıştır. Özellikle, Federe Cumhuriyetlere ekonomi alanında kendi başlarına hareket etme özgürlüğünün tanınması, Cumhuriyetlerde milliyetçi akımları güçlendirmiştir.2

Bir yanda milliyetçiliğin alevlenmesi, öte yanda Yugoslavya’da yaşayan her ulusun ve bu arada azınlıkların kendilerine avantaj sağlayan talepler ileri sürmeleri, Tito sonrasında Devlet Başkanlığının dönüşümlü hale gelmesi, Kosova Arnavutlarının 1960’lı yılların sonundan başlayarak giderek artan ölçüde kurucu cumhuriyet statüsü elde etmek amacıyla başlattığı gösteriler, Tito’nun ölümünden sonra ülkeyi parçalanmanın eşiğine getirmiştir. Bu süreçte çok önemli bir dönüm noktası 1996 yılında Slobodon Miloseviç’in Sırbistan Komünist Partisi liderliğini ele geçirmesi olmuştur. Aslında Marksist olan Miloseviç, Sırbistan yönetimini ele geçirdikten sonra ülkede güçlü olan Sırp milliyetçiliğinin
potansiyelini hissetmiş ve iktidarını güçlendirmek için neticede ülkeyi kaçınılmaz biçimde yıkıma götürecek milliyetçilik bayrağına sarılmıştır.

Kosova Arnavutlarının Tito zamanından beri tekrarladıkları, artık rutin hale gelen ve “vakay-ı adiye”den sayılan Cumhuriyet statüsü amacıyla düzenledikleri gösterilere Sırplar, 1990’lı yılların ikinci yarısında Miloseviç’in yönlendirmesiyle tepki göstermişlerdir. Kosova Sırplarıyla dayanışma adı altında ülkenin her tarafında Sırbistan yönetiminin desteği ile gösteriler tertiplenmiş ve bu durum bir yanda Sırp milliyetçiliğini alevlendirirken, öte yandan bundan endişe duyan Sloven, Hırvat,Boşnak ve Makedonlarda yeni arayışlara neden olmuştur.


2) Gregory O. Hall, "Ethnic Conflict, Econonimc and Fall of Yugoslavia", Mediterranian Quarterly, Summer
1994, s. 132 (123-141)


İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve öncesinde yaşanan gelişmeleri belleklerinde tutan diğer uluslar Sırp dominasyonundan endişe etmişlerdir.

Hırvatlar ve Slovenler, Sırpların ülke genelinde hükümranlık kuracağı endişesiyle ayrılıkçılığa yönelirken, Makedonlar ve Boşnaklar adem-i merkeziyetçi yeni bir yapılanma teklifini ortaya atmışlardır. Soruna çözüm bulmak amacıyla 1990 Ocak ayında Yugoslavya Komünist Partisi’nin 14. Olağanüstü Kongresi toplandı. Kongrede, merkeziyetçi yönetim yanlısı Sırbistan ile diğer Cumhuriyetler arasındaki görüş ayrılıkları giderilemediği için Kongre hiçbir karar almadan dağılmıştır.3

Kuşkusuz Yugoslavya’nın dağılmasında birden çok faktör rol oynamıştır. Ancak dağılmayı esas tetikleyen Sırp milliyetçiliği olmuştur. Miloseviç önderliğindeki Sırbistan Komünist Partisi yönetiminin Sırp milliyetçileri ile ittifak etmesi ülke genelinde gerilim ve endişe yaratmıştır.

Özellikle Sırbistan yönetiminin 1989 yılında tek yanlı bir kararla, Federal Başkanlık Konseyinin onayını almadan kendisine bağlı Voyvodina ve Kosova özerk bölgelerinin statüsünü ortadan kaldırması, federasyonun sonunu getirecek gelişmelere kapı aralamıştır. Federal yasalara aykırı olan bu olaydan çok kısa bir süre sonra ilkin Slovenya’da, ardından Hırvatistan’da yine federal yasalara aykırılık teşkil eden bir gelişme meydana gelmiş, çok sayıda milliyetçi parti kurulmuştur.

Yugoslavya anayasasına göre ülkede komünist partiden başka siyasal örgütlenme yasaktı. Yugoslavya Komünist Partisi’nin “iktidar tekeli ve
öncü rolü” anayasanın ve siyasal sistemin temelini oluşturuyordu. Sırbistan yönetiminin ihlali ile başlayan süreç, Federal Cumhuriyetlerin çıkarlarının
Federasyondan önde geldiği bir dönemin kapısını aralamıştır. Kısa sürede tüm Cumhuriyetlerde milliyetçi temelde siyasal partiler kurulmuştur.


3) Vasil Tuporkovsky, "The Dissolution of Yugoslavia: An Inseder's View", Mediterranian Quarterly, Vol:4,
No:2, Spring 1993, s. 19-21.


Sırbistan’da ise bir yandan Sırp milliyetçilerinin denetimi altında olan Sırbistan Komünist Partisi adını Sosyalist Parti olarak değiştirirken, öte yandan daha aşırı çizgide milliyetçi partiler kurulmuştur.

1990 yılı içerisinde her Federe Cumhuriyette farklı bir tarihte yapılan seçimlerin galibi yeni kurulan milliyetçi partiler olmuştur. Ardından federal parlamentoların egemenlik kararları birbirini takip etmiştir.

1991 Temmuz ayı ortasında Hırvatistan ve Slovenya tek yanlı olarak bağımsızlık ilan etmiştir. Bu karara tepki duyan Sırbistan, Federal Ordu desteği ile Hırvatistan’a savaş açmıştır. 1992 Ocak ayına kadar süren çatışmalarda Vukovar, Dobrovnik gibi tarihi kentler yerle bir olmuştur.

Ateşkes kararı anılan Cumhuriyetlerin bağımsızlık ilanlarından geri adım atmaları sonucunu doğurmamıştır. Aralık ayında Almanya’nın tek yanlı olarak tanıdığı bağımsızlık kararını bir süre sonra diğer ülkeler de kabul etmiştir. 1991 Kasım ayında Makedonya ve 1992 Mart ayında ise Bosna Hersek bağımsızlık ilan etmiştir.

Bosna Hersek’in bağımsızlık ilanının hemen ardından yerel Sırp güçlerin Sırbistan’ın kışkırtmasıyla başlayan saldırılar 3,5 yıl sürecek olan Bosna savaşını başlatmıştır. Yüz binlerce kayba neden olan savaş, ABD’nin devreye girmesiyle sona ermiştir. Savaşan tarafların temsilcilerinin katılımıyla yapılan müzakerelerin sonunda 1995 Kasım ayında Dayton antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre, Bosna Hersek topraklarının % 49’u Sırplara, % 51’i Boşnak-Hırvat Federasyonuna bırakılmıştır. Antlaşma ile tesis edilen statükonun korunması için ülkeye 60 bin kişilik barış gücü yerleştirilmiştir.4

1995 sonuna gelindiğinde eski Yugoslavya toprakları 5 ayrı parçaya ayrılmış oluyordu. Yugoslavya’yı oluşturan Federe Cumhuriyetlerden Karadağ ile Sırbistan’ın Yeni Yugoslavya adıyla kurdukları devlet de dağılma sürecinin dışında kalamamıştır. Önce devletin örgütlenme yapısı  Sırbistan-Karadağ Federasyonu olarak değiştirilmiş, kısa bir süre sonra da Karadağ Cumhuriyetinde yapılan referandumun sonucunda 2006 yılı yazında bağımsızlık ilan edilmiştir.5

4) Dayton antlaşması metni için bakınız:
http://www.yale.edu/lawweb/avalon/intdip/bosnia/day04.htm/
5) http://www.iht.com/articles/2006/06/04/news/balk.php


KOSOVA’NIN BAĞIMSIZLIK İLANI VE SONRASI


Eski Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde son halka 17 Şubat 2008’de Kosova’nın bağımsızlık ilanı ile gerçekleşmiştir. Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin muhalefetine rağmen Kosova’nın bağımsızlık kararı, Türkiye, ABD ve AB’nin 27 ülkesinden İspanya, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Romanya ve Slovakya dışında kalan devletler tarafından tanınmış, tanıyan ülkelerin sayısı 41’e ulaşmıştır. Kosova’nın Sırbistan’ın ayrılmaz bir parçası olduğu iddiasını biteviye tekrarlayan Belgrad yönetimi, ABD başta olmak üzere bazı ülkelerle
diplomatik ilişkilerini askıya almıştır.

Kosova’nın bağımsızlık kazanması ile birlikte Martti Ahtisari planı ile öngörülen statünün uygulaması gündeme gelmiştir. Buna göre, Kosova bir başka ülke veya bir devletin içindeki bölgeye intikal etmeyecekti.

Kosova’da yaşayan Sırplar ve diğer azınlıkların haklarına saygı gösterilecekti. Bu çerçevede Kosova’nın kuzeyinde Sırp nüfusun yoğun yaşadığı 6 yerleşim biriminde belediyelerin yerel yetkileri güçlendirildi, polis ve adli konularda yerel güçlere ayrıcalıklar verilmiştir. Buna rağmen, Sırplar Mitroviça’da Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği güçlerine ve hükümet binalarına ve personeline karşı saldırıda bulunmuşlardır.

Kosova’nın bağımsızlığının bölge için yeni gerilimlere neden olmuştur.

Bosna Hersek Federasyonunun bir parçası olan Bosnalı Sırpların da benzer bir yöntem uygulamasından endişe edilmektedir. Bosnalı Sırplar, konjonktürün uygun olduğunu düşündükleri anda self determinasyon hakkını ileri sürerek Sırbistan’a katılma yönünde harekete geçebileceklerdir. Kosova’nın bağımsızlığı aynı zamanda Makedonya’da da kaygı yaratmıştır. Makedonya’da nüfusun dörtte birini Arnavutlar oluşturmaktadır. Arnavutluk ve Kosova’ya mücavir bölgelerde
yaşayan Makedonya Arnavutlarının da ileride diğerleriyle birlikte hareket edeceğinden endişe edilmektedir.6

BALKAN DEVLETLERİNİN RÜYASI AB ÜYELİĞİ


Yukarıda da belirtildiği üzere Bulgaristan ve Romanya, 1 Ocak 2007 itibariyle Avrupa Birliği’ne tam üye olarak katılmışlardır. Diğer bir Balkan ülkesi olan Yunanistan, 1981 yılından beri AB üyesidir. 3 Ekim 2005’de Türkiye ve Hırvatistan, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlamışlardır. Avrupa Birliği tarafından aday ülke ilan edilen Makedonya’nın yakın bir zamanda masaya oturması beklenmektedir.

Kosova, Bosna Hersek ve Arnavutluk gibi geriye kalan ülkelerin hedefi Avrupa Birliği’ne katılmaktır. Anılan ülkeler içinde bulunduğumuz dönemde yaşadıkları ekonomik ve siyasi sıkıntılar nedeniyle tam üyelik için öngörülen kriterlerin uzağındadırlar.
Öte yandan Avrupa Birliği ile yakınlaşma eğilimi Sırbistan ve Karadağ için dahi Balkan bunalımından çıkış yolu olarak gözükmektedir. Temmuz 2008’de Bosnalı Sırpların savaşa suçlusu siyasi lideri olan Radovan Karadziç’in Belgrad’da yakalanması ve Lahey’de bulunan BM Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesine sevk edilmesini, Belgrad yönetiminin gelecek tasarımından ayrı değerlendirmek güçtür. Bu olayın da somut biçimde ortaya koyduğu gibi Sırbistan yönetimi Avrupa Birliği ile yakınlaşmanın altyapısını hazırlamakla meşguldür.

Bölge ülkelerinin Avrupa Birliği’ne katılma yönündeki çabaları Brüksel tarafından da desteklenmektedir. 2007-2011 yılları arasında Balkan ülkelerinin AB standartları hedefine yönelmesi çalışmalarına destek için 3,5 milyar Euro kaynak ayrılmıştır.7 
Brüksel çevreleri Balkanların Avrupa Birliği’ne katılmasını başka faktörlerin yanında siyasi bakımdan önem taşıdığı görüşündedirler. 

6) Daha fazla bilgi için bakınız. CRS Report RL31053, Kosovo and U.S. Policy: Background and
Current Issues, by Julie Kim and Steven Woehrel
7) http://europa.eu/rapid/presReleasesAction.do?reference:MEMO/08/144&format:HTML&aged:0&uage:
http://europa.eu/rapid/presReleasesAction.do?reference:MEMO/08/144&format:HTML&aged:0&uage: EN&guiLanguage:en/


Zira Balkan Yarımadasının Avrupa Birliği’ne dahil olması, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonunda ortaya çıkan bölünmüşlüğü tamamen ortadan kaldıracak bir siyasal hareket olarak algılanmaktadır.

Aynı zamanda bir Balkan ülkesi olan Slovenya, 1 Mayıs 2004 tarihinde tam üye olarak Avrupa Birliği’ne katılmıştır. Türkiye ile eş zamanlı olarak katılım müzakerelerine başlayan Hırvatistan’ın ise 2010 yılında tam üye olması beklenmektedir. Bununla birlikte aday ilan edilen Makedonya ile ne zaman masaya oturulacağı belirsizliği korumaktadır.

Zira bu ülkenin tam üyelik müzakerelerine başlamasına Yunanistan isim sorunu nedeniyle karşı çıkmaktadır. Nitekim bu ülkenin BM üyeliği de ancak “Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti” adıyla mümkün olmuştu. Yunanistan, Makedonya adını taşıyan eyaleti bulunduğunu öne sürerek bu ülkenin uluslararası ilişkilerini engellemektedir.

Resmi Yunan yayın organlarında Makedonya yerine “Üsküp Cumhuriyeti” ismi kullanılmaktadır.

Makedonya-Yunanistan ihtilafının arka planı incelendiğinde Yunanistan’ın bu ülke aleyhindeki faaliyetlerinin gerisinde tarihsel Makedonya topraklarının bir bölümünü işgal etmiş olduğu gerçeği bulunmaktadır. Zira bugünkü Makedonya Cumhuriyeti tarihsel Makedonya’nın sadece “Pirin Makedonyası” olarak anılan bölümüdür. “Ege Makedonyası” Yunanistan, “Vardar Makedonyası” ise Bulgaristan tarafından Balkan Savaşları esnasında işgal edilmiştir. Sorunu daha da çetrefil hale getiren husus Sırpların bugünkü Makedonya Cumhuriyeti
topraklarını “Güney Sırbistan” olarak tanımlamalarıdır. Bir başka sorun Makedonya topraklarının dörtte birini oluşturan Arnavut nüfustur.

Makedonya Arnavutları, Arnavutluk ve Kosova’ya mücavir bölgelerde yaşamakta dır. Makedonya yönetimi günün birinde Büyük Arnavutluk kurulması kaygısı taşımaktadır.

Günümüzde Makedonya, tıpkı Bosna Hersek Cumhuriyeti gibi Balkanların minyatür bir örneğini oluşturmaktadır. Makedonya’da bir yandan Makedonya milliyetçiliği tarihsel Makedonya projesini gündeme getirerek Bulgaristan ve Yunanistan üzerinde hak iddia ederken, öte yandan diğerlerinin Makedonya toprakları üzerinde emelleri vardır. Mevcut haliyle Makedonya, irredentizmin hem nesnesi, hem öznesi konumundadır. Her ne kadar 2001 yılında Makedonya ile Arnavutluk arasında imzalanan Ohrid Anlaşmasıyla iki taraf arasında yakınlaşma sağlanmış ise de güven tam olarak tesis edilememiştir. Anlaşmayla Makedonya’nın demokratik ve çoğulcu kimliğine vurgu yapılmış ve ülkede
Arnavutların ve diğerlerinin temel hak ve özgürlükleri bakımından beynelmilel standartlara sahip oldukları teyit edilmiştir.

SIRBİSTAN’IN ÇIKIŞ YOLU

Balkanların uluslararası toplum ile bütünleşmede en geride kalan ülkesi halen tahakkümcü milliyetçiliğin etkisinden kurtulamamış olan Sırbistan’dır. 2005 yılında Belgrad ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Paktı imzalama çabaları neticesiz kalmıştır. Bunda Kosova’nın statüsü konusundaki görüş ayrılıklarının rol oynadığı kuşkusuzdur. Kosova’nın bağımsızlık kararı ve ardından Radovan Karadziç’in yakalanması ile ortaya çıkan koşullar tarafları birbirine yakınlaştırmıştır. Öte yandan normalleşme işaretleri Sırbistan ekonomisinde de hissedilmektedir. Büyük ölçüde Bosna Hersek ve Kosova savaşlarından kaynaklanan ekonomik istikrarsızlık kontrol altına alınmıştır. 2008 itibariyle ülkede enflasyon %20 düzeyindedir.

Sırbistan ile AB arasında en önemli anlaşmazlık konusu hiç kuşku yok ki, Kosova’nın statüsü olmuştur. 17 Şubat 2008’de Kosova’nın bağımsızlık
ilan etmesinin hemen ardından 27 AB ülkesinin 22’si tarafından kararın tanınması ilişkilerde duraklamaya neden olmuştur. Bununla birlikte Sırbistan yönetimi, Kosova’yı kabullenme eğilimine girmiştir. 2006 yılında bağımsızlık ilan eden Karadağ Cumhuriyeti, çok kısa bir süre sonra Ekim 2007’de AB ile İstikrar ve İşbirliği Anlaşması imzalamıştır. Böylece, tarih boyunca Sırplarla birlikte hareket eden ve ayrı bir kimlik geliştirmeyen Karadağlılar da, pragmatist bir yaklaşımla geleceklerini tam üyelik hedefine endekslemişlerdir.

Balkanların en yoksul ülkesi olan Arnavutluk bakımından da AB üyeliği tek çıkış yolu olarak gözükmektedir. Geçiş dönemi sorunlarını tüm alanlarda yaşayan Arnavutluk’ta en kronik problem yolsuzluklardır. Hükümet, hem Avrupa Birliğine hem de NATO’ya katılma istediğini net bir biçimde ortaya koymuştur.

1995 yılından beri silahların gölgesinde barışın devam ettiği Bosna Hersek’te toprak bütünlüğü endişesi sona ermemiştir. Bosnalı Sırpların Bosna Hersek Cumhuriyeti’nden ayrılıp Sırbistan’a katılma niyeti taşıdıkları hiç kimse bakımından sır değildir. Sırplar, barış gücü misyonu ile sürdürülen statükoyu fırsat buldukları en kısa zamanda istedikleri yönde değiştirmek istemektedirler. Kosova’nın bağımsızlık ilan etmesi, Bosnalı Sırpların bu yöndeki taleplerinin belirgin biçimde ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Netice olarak Balkanların fiili durumu ve geleceği konusunda vurgulanması gereken husus şudur. Soğuk savaş sonrasında siyasi istikrarsızlık yaşayan Balkanlarda 1995 yılında imzalanan Dayton antlaşması ile tesis edilen barış pamuk ipliğine bağlı olmaktan kurtulamamıştır.

Bölgede siyasi istikrar günümüzde ancak silahların gölgesinde sürdürülmektedir.

Bununla birlikte “soft power” olarak Avrupa Birliği’nin bölgenin geleceğinin şekillenmesinde önemli olduğu kuşkusuzdur. Halen Balkan ülkelerinden Yunanistan, Slovenya, Bulgaristan ve Romanya Avrupa Birliği’ne tam üyedir. Hırvatistan ve Türkiye ile müzakereler devam etmektedir. Makedonya ile uygun koşullar oluşması halinde müzakerelere başlanacağı teyit edilmiştir. Bakiye kalan ülkelerden Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova ve Sırbistan da açık veya zımni olarak gelecek hedeflerini Avrupa Birliği’ne katılma olarak belirlemişlerdir.
Balkanlarda 1990’lı yıllara damga vuran mikro milliyetçilik ve etnik çatışmaların aşılması ve siyasi istikrarın kalıcı olarak tesis edilmesinin yolu Avrupa Birliği tam üyeliğinden geçmektedir.

SONUÇ

Son olarak tüm bu aşamalarda Türkiye’nin rolü üzerinde durmak gerekirse, Balkanlarda kalıcı istikrarın sağlanması ve işbirliği ortamının güçlendirilmesi yönünde Türkiye, Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Süreci başta olmak üzere, bölgesel oluşumlarda öncü rol oynamakta, “Güney Doğu Avrupa İstikrar Paktı” gibi bölgeye yönelik uluslararası girişimlerde yapıcı katkıda bulunmaktadır. Türkiye’nin önerisi hayata geçirilen “Güney Doğu Avrupa Çok Uluslu Barış Gücü” bu çerçevede en somut örneği oluşturmaktadır.

Türkiye’nin temel dış politikası çağdaş uygarlığı temsil eden Batıya dönüktür. Avrupa ile bütünlüğünü ve bağını sağlayan Balkanlarda barış ve istikrarın sürdürülebilir bir statüde geliştirilmesi bölge ülkeleri kadar, Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun düşmektedir. Balkanlarda sürekli bir barış sağlanması bölge ülkelerinin ortak bir dış politika hedefi bulunması ve yaşama geçirilmesi ile mümkün olabilecektir.

Balkanlarda kalıcı istikrarın tesis edilmesi üye olmayan ülkelerin Avrupa Birliği’ne üye olmaları ile ivme kazanabilecektir. 

Avrupa bütünleşmesi ve bunun getireceği siyasal, sosyal ve ekonomik reformlar konusunda bölge ülkelerinin girişimleri çok önem taşımaktadır.

Türkiye, Balkanlarda kalıcı bir istikrara çok önem vermiş ve her aşamada desteklemiştir. Avrupa ile Anadolu’yu birleştiren evrensel değerlerin insanlığa gelecekte çok daha zengin kazanımlar sağlayacağı bilinmektedir. Bu ortak değerler, ortak hedefler, ortak kazanımlar Avrupa Birliği içinde birlikte yaşama ve paylaşmayı güçlendirecek ve sonsuzlaştıracaktır. 2010’lu yıllarda Balkan ülkeleri, bölgede sürdürülebilir güven, huzur, istikrar, refah ve çok taraflı işbirliği sağlanması yönünde bütün imkanları değerlendirmeli ve yaşama geçirebilmeli dir. Bu yaklaşım, ülkemizin, bölge ülkelerinin, AB’nin ve en başta uluslararası toplumun çıkarlarına hizmet edecek, uluslararası barış ve güvenliğine çok katkı sağlayabilecek ve dünya barışı için önemli kazanım olabilecektir.


Balkanlarda Siyasi İstikrar ve Geleceği
Prof.Dr. Hasret ÇOMAK
Doç.Dr. İrfan Kaya ÜLGER

16. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***