Arap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2019 Salı

Bölücülüğün Taşları Nasıl Döşendi., Türkler Nasıl Uyutuldu!

Bölücülüğün Taşları Nasıl Döşendi., Türkler Nasıl Uyutuldu! 



Yazar: Mümtaz Sarıçiçek 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

Yıl 1992. Ahmet Türk ile şehit Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis bir televizyon programında, Nazlı Ilıcak ve Taha Akyol’un konukları. Program boyunca yöneticilerin ısrarla Ahmet Türk’ün ağzından almaya çalıştıkları bir ifade var:
 “PKK bir terör örgütüdür!” Ancak Ahmet Türk kem küm ediyor; ıkına sıkına PKK’nın faaliyetlerini onaylamadığı manasına gelecek sözleri söylemek zorunda 
kalıyor. 

Aradan yirmi yıl geçti… 

Oral Çalışlar 3 Ağustos 2013 tarihli Taraf’taki yazısına şehvetli bir başlık koymuş: “Kürdistan Konferansından Büyük Kürdistan’a”. Çalışlar, on altı yıl önce kendisine sorulduğunda cevap vermekte zorlandığını iddia ettiği bir soruyla başlıyor: “Nüfusu 20 milyondan fazla olan, bir ortak toprak parçası üzerinde yaşayıp devleti olmayan Kürtlerden başka halk var mıdır?” Çalışlar cevabı vermiyor; ama yazının devamından “yok” kabul ettiği ve bugünlerde artık o yolun açıldığını düşündüğü anlaşılıyor. Aslında dünya coğrafyasını ve demografik yapısını çok iyi bildiğini zannettiğimiz Çalışlar’ın bu soruyu cevaplandırmaması tipik bir “şark kurnazlığı.” Çünkü cevap verse ve “yok” dese, herkesin bildiği bir gerçeği inkar etmiş olacak; “var” dese, yazısında empoze etmek istediği düşünceye aykırı davranmış olacak. Esasında, Çalışlar’ın bu sorusu Türk milleti üzerinde yıllardır yapılan psikolojik operasyonun tipik uygulamalarından biridir. Soruyu tekrar edelim: 

“Nüfusu 20 milyondan fazla olan, bir ortak toprak parçası üzerinde yaşayıp devleti olmayan Kürtlerden başka halk var mıdır?” 

Önce dil psikolojisi açsından soruyu irdeleyelim: Türkçe “soru cümlesi”nde vurgu “soru kelimesi” üzerindedir; diğer öğeler yükleme yakınlığı ölçüsünde vurgu alır. Bilhassa birleşik bir cümle söz konusuysa yan cümlecikler, öznenin sıfatları ve tümleçler ikinci planda kalır ve içerikleri okuyucunun/dinleyicinin bilgi, kültür, o andaki psikolojik durumuna bağlı olarak bilinçaltına yerleştirilir. 

Bunu basit bir örnekle açıklayalım: Günlük hayatın telaşı içinde, televizyon kültürüyle yetinen geniş kitlelere “Buradan sık sık geçen sarı saçlı, yeşil gözlü zenciyi gördünüz mü?” biçiminde bir soru yöneltilse muhatapların büyük bir kısmı “görmedim” diye cevaplandıracak; “hangi sıklıkla geçermiş”, “öyle zenci mi olurmuş”, sorusu akıllarına gelmeyecektir. Fakat çoğunluğun bilinçaltına “buradan sık sık bir zenci geçiyormuş” olgusu ve “sarı saçlı, yeşil gözlü zenci” imgesi yerleşecek, bu tekrar edildikçe pekişecektir. 

Şimdi Çalışlar’ın cümlesine dönebiliriz. Cümlenin yüklemi, “var mıdır”; öznesi “Kürtler’den başka devleti olmayan halk” söz grubu olan bir cümle. Asıl cümle, “Kürtlerden başka devleti olmayan halk var mıdır?” biçiminde olsa da amaç bu soruyu sormak değildir. Eğer asıl soru bu olsaydı Çalışlar soruyu cevaplandırırdı. O halde soru neden soruluyor? 
Bahsettiğimiz psikolojik operasyonun sırrı burada! 

Okuyucunun dikkati yukarıda açıkladığımız üzere “soru kelimesi” “var mıdır” üzerinde ama asıl maksat cevabı bilinen bu asıl cümle ile ilişkili değil; birleşik cümlenin iki yan cümleciğinin içeriğini okuyucunun bilinçaltına yerleştirmek: 

1. Kürtlerin nüfusu 20 milyondan fazladır. 
2. Bütün Kürtlerin ortak bir coğrafyası vardır. 

   Bunlar cümlenin vurgu taşıyan öğeleri olmadığı için tartışmaya kapalı bir ön kabul biçiminde sunuluyor. Şimdi bu iki içeriğin etik ve bilimsel yönden doğruluğunu tartışabiliriz: 

1. Kürtlerin nüfusu yirmi milyondan fazladır: 

Her şeyden önce bu cümlenin bir algı yanılsaması yaratmayı amaçladığı bellidir. Çünkü zikredilen sayının “hangi Kürtler”le ilişkili olduğu kasıtlı olarak söylenmiyor. 
Okuyucunun ilk algısı Türkiye Kürtleri olacaktır; çünkü cümlenin muhatabı olan insanlar Türkiye’de yaşamakta ve yıllardır bu konu onun canını yakmaktadır. Keza, bu, Kürtçüler tarafından da sıkça dile getirilen bir iddiadır. Örneğin “ılımlı Kürt aydını” denilen Kemal Burkay birkaç ay önce bir televizyon programında Türkiye’deki Kürtlerin nüfusu en az Türkler kadar; bu bakımdan Kürtlerin federatif temsili meşrudur ama diğer halkların sayısı az olduğu için bu hakları yoktur demişti. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama gereksizdir. Lakin akla şu soru geliyor: Madem Kürtçüler bunu aleni ve sürekli söylüyorlar, Çalışlar’ın sorusu neden bir operasyon kabul ediliyor? Cevabı çok basit: Kürtçüler bunu kendi tabanlarına söylerken, Çalışlar gibi liberal/sol kökenli yazarların hedef kitlesi PKK’ya mesafeli duran; onu marjinal bulan İslamcı, liberal, sol, apolitik her kesimden Türkler. Kaldı ki, gargara yapılan bu cümlelerde kendisine çıkış yolu bırakan bu tür yazarlar sıkıştırıldığında bütün Kürtlerin nüfusunu kastediyoruz diyerek kendilerini ahlaken de kurtarmış oluyorlar! 

Oysa bilinen gerçek şudur: Türkiye’de yaşayan Kürtlerin nüfusunu en yüksek gösteren araştırmalarda bile sayı 13,5 milyondur ve üstelik Kürt olmadıkları bilimsel verilerle ispatlanmış olan Zazalar da her ne hikmetse ısrarla bu rakama dâhil edilmektedir. Netice itibariyle bu yan cümlecik bir yalanı bir algı yanılsaması yaratarak bir olguymuş sunmayı, okuyucunun bilinçaltına yapılan bir operasyonun göstergesi haline geliyor. 

2. Kürtler ortak bir toprak parçasında yaşıyor: 

Bu ikinci yan cümlecik okuyucunun bilinçaltına bir “Kürt toprağı” olgusu yerleştirmeyi amaçlıyor. “Ortak toprak parçası” ile diğer milletlerden arınmış, sadece Kürtlerin toprağı olan yani yazının başlığına şehvetle yerleştirilmiş “Kürdistan” kastediliyor. Bugünlerde sık sık duyduğumuz bu şehvetengiz ifade Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri tarihi gerçekliğe aykırı biçimde bir Kürt vatanına dönüştürme çabasının ürünüdür. Oysa “vatan” üzerinde siyasi egemenliğin tesis edildiği, kanla, terle, ilimle, irfanla, kültürle, mimariyle yoğrulan bir coğrafyanın adıdır. Türkiye’nin doğusu ve güney doğusu Artuklu, Tolunoğlu, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Osmanlı ve Cumhuriyet Türklerinin kanı, emeği, ilmi, irfanı, kültürü, mimarisi ile yoğrulmuş bir coğrafyadır. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye de Kürt, Türk/ Türkmen/ Azeri, Arap, Süryani, Ermeni kültürlerinin harmanlandığı tarihî ve aktüel bakımdan Kürt vatanı sayılmasına imkân olmayan coğrafyalardır. Mardin, Diyarbakır, Van, Bingöl, Şanlı Urfa, Adıyaman, Musul, Kerkük, Erbil, Tuzhurmatu ve benzeri birçok şehir/bölge tarihin hiçbir döneminde Kürt kimliği taşıyan beldeler olmamıştır. Hangi mezar taşında, hangi cami kitabesinde, hangi kale kapısında, hangi medresede, hangi çeşmede Kürtçe bir satır yazı vardır. 

Son elli yılda Kürtçü terör ve asimilasyonlarla gayrı Kürt unsurlardan arındırılma  çalışmalarına son on yılda siyasi iradenin verdiği destekle sanal bir Kürdistan oluşturulmakta, psikolojik operasyonlarla da millet buna razı edilmeye çalışılmaktadır. 

Gelelim Çalışlar’ın cevabını bildiği halde sorduğu; “Dünya üzerinde bu sayıda olup kendi devleti olmayan Kürtlerden başka halk bulunup bulunmadığı” sorusuna. Bu iddiayı çürütecek örneklerden bir kaçı şunlardır: Doğu Türkistan Türklerinin sayısı 35 milyonun üzerindedir ve ülke Çin işgali altındadır. Güney Azerbaycan Türklerinin sayısı 35 milyonun üzerindedir ve ülke İran işgalindedir. ABD nüfusunun yaklaşık 40 milyonunu Almanlar, 30 milyonunu İrlandalılar, 25 milyonunu Afrikalılar, 20 milyona yakınını İtalyanlar ve bir o kadarını da Meksikalılar oluşturmaktadır. Örnekleri çoğalmak mümkündür; tek bir örnek bile bu iddianın geçerliliğini ortadan kaldırmaya yeter. Kürtçü bölücülüğe meşruiyet kazandırmak için ortaya atılan bu iddialar hem bilimsel hem de “ahlaki” zaaf içerir. Çünkü dünyadaki devlet sayısı bilinen anadili (her anadili bir halk olduğuna ve yaklaşık 2000 civarında anadili ve 200 civarında da devlet bulunduğuna göre) sayısının onda biri kadardır. Eğer “devlet” salt hümanist çerçevede algılanacak bir olgu ise bir tek kişinin dahi kendi devletini kurma hakkını yok saymak ahlaka aykırıdır. Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığını destekleyenlerin Doğu Türkistan, Güney Azerbaycan, Çeçenistan, Keşmir gibi coğrafyalardaki Türk ve Müslümanların gasp edilen haklarına ilişkin tek satır yazmamaları da ahlaki zaafın bir göstergesidir. 

Yazının başında bahsettiğimiz televizyon programında Ahmet Türk’ün ağzından PKK terörünün kınanmasını duymak isteyen program yöneticileri yirmi yıl önceki Türk kamuoyunun ruh halini temsil ediyorlardı. O gün Türk milletinin büyük bir ekseriyeti, medyası ve siyaseti Amerika’da veya dünyanın herhangi bir ülkesinde Kürdistan ifadesi kullanıldığında resmi ve gayrı resmi yollardan tepki gösteriyor, 
çeşitli haritalar yayımlandığında kıyameti koparıyorlardı. Ancak, aradan geçen bunca yılda Türk milleti üzerine yapılan psikolojik operasyonla yalan ve sanal bir tarih algısı yerleştirildi; Türkiye Cumhuriyeti’nin

Başbakanının dilinden bu tarihi yalan seslendirildi: “Osmanlı’da Kürdistan eyaleti vardı.” Bugün de Oral Çalışlar şehvetle “Büyük Kürdistan” başlığı atıyor… 

http://www.21yyte.org/ 
adresinden 
06.08.2013 12:53 tarihinde indirilmiştir..

http://www.21yyte.org/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/08/05/7146/boluculugun-taslari-nasil-dosendi-turkler-nasil-uyutuldu


..

28 Kasım 2018 Çarşamba

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Üzerinden Türkmen Stratejileri.,

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Üzerinden Türkmen Stratejileri.,



Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 1 Ağustos 2012’de Suriye’nin kuzeyinde yaşanan olayları görüşmek üzere önce Erbil’e gitmiş ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin lideri Mesut Barzani ile uzun bir görüşme yapmıştır. Aynı gün Erbil Türkmenlerinin iftar yemeğine katılmış ve ardından ertesi gün sürpriz bir şekilde Kerkük’ü ziyaret etmiştir. 

Davutoğlu’nun, 1976’daki dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in ziyaretinin ardından Türk yetkililer tarafından yapılan ilk ziyaret olma özelliğini taşımasının yanında son derece kritik bir dönemde yapılmış olması da önemini arttırmaktadır. Diğer taraftan Ahmet Davutoğlu da 7 Ağustos 2012’de Irak Türkmen Cephesi’nden üst düzey bir heyeti ağırlamış ve iftar yemeği vermiştir. Kısa süre içerisindeki karşılıklı bu ziyaretler Türkmen stratejilerini de ön plana çıkarmaktadır. 


Bu yazı da son dönemki gelişmeleri Türkmenler üzerinden değerlendirmeyi ve Türkmen stratejilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Buradan hareketle öncelikle Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinin detaylarına değinmenin faydası bulunmaktadır. Ahmet Davutoğlu, Kerkük’te önce vilayet yönetimini ziyaret etmiş ve kısa bir görüşme yapmıştır. Ardından Irak Türkmen Cephesi’ni ziyaret eden Davutoğlu burada Irak Türkmen Cephesi yetkilileri ile bir basın açıklaması yapmış ve Türkmenlerin birlik beraberliğinden bahsederek, Kerkük’e fitne düşürmek isteyenlere kardeşlikle karşı çıkılması gerektiği ifadesiyle önemli bir mesaj vermiştir. 


Ayrıca Davutoğlu Türkmenlere Irak Türkmen Cephesi’ne sahip çıkmaları için çağrıda bulunarak, Türkiye’nin Türkmenlere olan desteğinin geçmişte olduğu gibi bugün de var olduğunu ve gelecekte de devam edeceğini vurgulamıştır. Nitekim Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretinde bir siyasi parti olarak sadece Irak Türkmen Cephesi’ni ziyaret etmesi, hem diğer etnik ve dini gruplara hem de Türkmenlere verilen bir mesaj niteliği taşımaktadır. Daha açık bir ifade ile bu ziyaret diğer etnik ve dini gruplara Türkmenlerin Türkiye için ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunun işareti olarak değerlendirilebileceği gibi, Türkmenlere de Irak Türkmen Cephesi vurgusu yapılmış olabilir. 


Davutoğlu’nun, bir kısım Türkmenler tarafından eleştirilse de Irak Türkmen Cephesi dışındaki diğer Türkmen partilerini ziyaret etmemesi, Türkiye’nin Irak Türkmen Cephesi’ne desteğini gösterir niteliktedir.

Öte yandan Davutoğlu’nun bu ziyareti, Irak’taki dengelerin yanı sıra özellikle Kerkük’teki siyasal yapıyı da ortaya çıkarır nitelikte olmuştur. 
Zira Davutoğlu’nun Kerkük ziyaret Türkmenler ve Kürtler tarafından olumlu karşılansa da Kerkük’teki Sünni Araplar tarafından oluşturulan Arap Siyasi Kitlesi tarafından çıkarılan bir bildiriyle eleştirilmiştir. Özellikle Haviceli Arapların yer aldığı bu oluşumun son dönemde Irak Başbakanı Nuri El-Maliki ile yakınlaştığı bilinmektedir. 


Bu doğrultuda Maliki’nin de bu ziyareti ağır bir dille eleştirmesinin ardından Arap Siyasi Kitlesi’nin de bu yönde bir bildiri çıkarması dikkat çekmektedir. 
Bu durum Kerkük’te bir kamplaşma olarak yorumlanmaktadır. Yaklaşık son bir yıllık dönemde Kerkük’te Araplar, Türkmenleri kendilerine karşı Kürtlerle ittifak yapmakla suçlamaktadır. Özellikle Mart 2011’de Hasan Turan’ın Kerkük Vilayet Meclisi Başkanı olarak seçilmesinin ardından Araplar, Kerkük vilayet meclisi boykot etmiş ve Türkmenlere karşı bir duruş sergilemeye başlamıştır. Bilindiği gibi 2003’ten sonra Kürt grupların Kerkük’e yönelik baskısı karşısında Türkmenler ve Araplar ortak bir tavır sergilemiş, özellikle uzun süre Kerkük vilayet yönetimi boykot edilmiştir. Ancak son birkaç yıl içerisinde hem Türkiye’nin Kürt gruplarla geliştirdiği ilişkiler, hem Kürt grupların yaklaşımındaki değişim hem de bir Türkmenlerden bir kısmının pragmatik politika üretme çabası Türkmen-Kürt yakınlaşmasını beraberinde getirmiştir. 


Nitekim 2012 yılı başında Irak Türkmen Cephesi Erbil İl Başkanlığını yeniden açarken, KDP’nin 2011 Aralık ayında yaptığı kurultaya Irak Türkmen Cephesi davet edilmiş ve karşılıklı ilişkiler artmıştır.

Bu noktada önümüzdeki dönemde 2013’te yerel seçimler ve 2014’te de genel seçimlerin yapılması planlanan Irak’ta, Türkmenlerin nasıl bir strateji izleyebileceğine yönelik tartışmalar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Zira özellikle Şii Türkmen partilerinin bir araya gelerek seçim hazırlıkları yapmak üzere bir koalisyon oluşturdukları bilinmektedir. Ancak özellikle genel Türkmen stratejisi konusunda bir muğlak olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Irak’ta yerel ve genel seçimlerin yapısı ve sistemi farklı olması dolayısıyla her seçime özgü stratejilerin hazırlanmasının uygun olduğu düşünülmektedir. Bu yüzden pragmatik ve rasyonel bir siyasetin 
hazırlanması ve Türkmenlerin maksimum çıkarının korunması buradaki ilk hedef olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkmen daha önceki seçimlerde farklı seçim stratejileri izleseler de ana eksenin Kürt gruplara karşıtlık olduğunu ifade etmek mümkündür. Ancak burada önemli olan faktörün hedef üzerinde dönemsel değişiklik ve konjonktüre uygun politika stratejilerinin hazırlanması olduğu değerlendirilmektedir. Zira 2010 seçimlerinden sonra Irak’taki siyasetin normalleşmeye başladığı ve etnik/dini siyasetin bir nebze olsun ötesine geçilerek, çıkar odaklı siyasetin takip edildiği söylenebilir. Özellikle bir dönem çatışma noktasına gelen Musul’daki Nuceyfi grubu ile Kürtlerin anlaşması buna verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Musul Vilayet Yönetimini elinde bulunduran Nuceyfi grubu, Kürt gruplarla anlaşmaları sonucunda Musul’un Kürtlerin hakimiyetindeki bölgelere de etki edebilmektedir. Burada karşılıklı bir “siyasi ticaret”ten bahsetmek mümkündür.


İşte bu siyasetin artık Türkmenler için de var olması gerektiği düşünülmektedir. Artık siyaset bilimi açısından klasik bir söylem haline gelen “siyasette ne sürekli bir dost ne de düşman vardır” cümlesi Irak için hayat bulmaya başlamıştır. Bu yüzden kazanımları maksimize etmek açısından değer ve önceliklerden ödün vermeden politika çizilmesi oldukça önemlidir. Örneğin Türkmenlerin son dönemde Kerkük’te Kürtler ilişkilerindeki normalleşme dikkat çekmektedir. 

Bu normalleşmenin bir ileri aşamaya taşınıp taşınmayacağı Türkmenlerin Kerkük’teki kaderini belirleyebilir. Öncelikle Türkmenlerin Kerkük için ne istediğinin belirlenmesi, uygulanacak stratejilerin açısından önemlidir. Bu noktada, Kerkük’ün hiçbir bölgeye bağlanmaması, Türkmenlerin vilayet yönetiminden eşit pay alması, gasp edilmiş Türkmen mülk ve arazilerinin 
Türkmenlere geri verilmesi gibi kırmızı çizgiler korunarak yapılacak ittifaklar Türkmenlerin çıkarlarını maksimize edecektir. Bu yüzden Türkmenlerin çıkarlarını en üst seviyede koruyacağı ittifakı hesaplaması yerinde olacaktır. Tarihsel travmaların kalıpları içerisinde kalarak siyaset üretmenin artık Türkmenlere fayda sağlamayacağı düşünülmektedir. Bu yüzden milli değerler korunarak, eğer Türkmenlerin çıkarlarını en üst düzeyde sağlayacaksa, Kürt gruplarla bile ittifak düşünülebilir. 


Burada Türkmen siyasetçilerin Kürt gruplarla müzakere yapmasını “Türkmen milletine ihanet” olarak lanse edecek taraflar olabilir. Ancak burada yapılan milliyetçilik olmayacaktır. Çünkü ama “Türkmen milletinin çıkarlarını en üst seviyeye taşımak”tır. Bu yüzden eğer Kürt gruplarla bile ittifak yapmak Türkmenlere fayda sağlayacaksa, örneğin Kerkük’te yapılacak yerel seçimlerde Kürt gruplarla ittifak yapılabilir. Politika çizerken realiteyi de hesaba katmak gerekmektedir. Bozulan denge içerisinde, bunu haksız bir biçimde zorla gerçekleştirmiş olsalar bile Kerkük’teki Kürt grupların ağırlığı aşikardır. Bu durum Kerkük’te yapılacak olası yerel seçimlerde Kürt gruplarla, temel milli değer ve hassasiyetlerden ödün vermeden, yapılacak ittifak Türkmenlere fayda sağlayabilir. Diğer bir seçenek olarak Araplarla yapılacak ittifakın da Türkmenlere ne getireceği iyi hesap edilmelidir. Örneğin Arapların Kerkük vilayet yönetiminde (il hizmet müdürlükleri dahil) hiçbir ağırlığı yoktur. 

Bu yüzden özellikle çoğu Arapların elinde olan Türkmen arazileri konusunda pazarlığa gidilebilir. Hatta Türkmenler daha stratejik davranarak Kürt ve Arap grupların tamamı olmasa bile, en azından bir kısmıyla ortak bir liste çıkararak hareket edebilir. Böylece Arap ve Kürtlerin gücü kırılırken, Türkmenler bundan fayda sağlayabilir. 
Zira bunun olasılığı düşük olsa bile Irak’taki siyasi çekişme içerisinde özellikle Kürt partiler arasında problemler yaşandığı bilinmektedir. Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak merkezi hükümet çekişmesinde, Barzani’nin çok fazla güçlenmesini istemeyen grupların Maliki ile birlikte hareket ettiği söylenmektedir. Buradan hareketle Türkmenlerin de bunu avantaja dönüştürebileceği söylenebilir. Örneğin, Irak Türkmen Cephesi’nin öncülüğünde Türkmenlerin Irak siyasetindeki istikrarsızlık ve boşluğu değerlendirerek parlamentoda Türkmenler için sağladığı kazanımlar son derece önemlidir.

Sonuç olarak Türkmenlerin hedefinin Türkmen ulusal çıkarlarının en üst seviyede elde edilmesi ve korunmasını sağlamak olduğu düşünülmektedir. Bu hedefe hangi gruplarla işbirliği yaparak elde ediliyorsa o grubun seçilmesi önemlidir. Ancak burada tek taraflı cepheleşmelerin Türkmenlere fayda sağlamayacağını da belirtmek gerekmektedir. Bununla birlikte Kürtlerle olduğu gibi tarihsel sorunların arkasından bakarak hareket edilmesinin de Türkmenlere fayda sağlamayacağı değerlendirilmektedir. Burada ifade edilmek istenen Türkmenlerin tarihlerini ya da milli geçmişini unutması veya göz ardı etmesi değildir. 
Milletler tarihi ve milli bakiyeleri ile ayakta durur ve bunların ilelebet korunması için mücadele ederler. Bunlar akılda tutularak, ilelebet milli kimliğin korunması için, duygusal siyasetin önüne geçilerek, rasyonel ve pragmatik stratejilerin Türkmenleri başarıya ulaştıracağı düşünülmektedir.

http://orsam.org.tr/disisleri-bakani-ahmet-davutoglu-nun-kerkuk-ziyareti-uzerinden-turkmen-stratejileri/


***

18 Ekim 2018 Perşembe

Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926–1930)

Ağrı  İsyanlarında Yabancı Parmağı  (1926–1930) 


Esra SARIKOYUNCU DEĞERLİ
* Yrd.Doç.Dr., Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kütahya, esradegerli@gmail.com 
SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi  Sosyal Bilimler Dergisi 
Aralık 2008, Sayı:18, ss.113-132. 


ÖZET 

  Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Milli Mücadele döneminde olduğu gibi Kürtçü faaliyetlerin tehdidi ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. 
   Bilindiği gibi, bu tehditlerin ilki ve en büyüğü Şeyh Sait isyanı (13 Şubat–15 Nisan 1925) olmuştur. Musul’u İngiliz mandaterliği altındaki Irak’a bağlamak maksadıyla kışkırtılan ve kısa sürede Bingöl, Muş, Diyarbakır, Tunceli, Elazığ, Ergani, Silvan, Siirt ve Urfa gibi geniş bir alana yayılan isyan hareketi her ne kadar 15 Nisan’da bastırılmışsa da bölgede huzursuzluk dört yıl daha devam etmiştir. Bu huzursuzluk yıllarında İngiliz casusu Albay Lawrens’in Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de genel bir Kürt ayaklanmasını planlamak için gizlice bu bölgeye gönderildiği ve Kürt Teali Cemiyeti, Vilayeti Sitte Kürt Cemiyeti gibi kuruluşları yeniden organize ettiği bilinmektedir. 

Çalışmamızda 1926 yılında başlayan ve 1930 sonlarına kadar devam eden Ağrı isyanında, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na ait raporlardan yararlanılarak, başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan gibi devletlerin rolü özerinde durulacaktır. 

Giriş 

Bugün Orta Doğu olarak adlandırılan bölgede meydana gelen gelişmeler, tarihin hemen hemen her döneminde bütün dünyayı etkilemiş, bütün dünyanın ilgisini 
çekmiştir. Orta Doğunun dünya politikasındaki bu tarihi rolü, Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında kültürel ve ekonomik bir aracı olmasından kaynaklanmaktadır. 

Dünyanın en önemli su yolları olan Türk Boğazları, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi Orta Doğudadır. Bununla birlikte bölgenin yirminci yüzyıldaki önemli yeri petrol üretimi ile belirginleşmiştir. Bu nedenlerden dolayı, Orta Doğu büyük devletlerin rekabet sahasına dönüşmüştür. Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu bölge üzerindeki çekişmeler Şark Meselesi olarak adlandırılmış ve Avrupa Devletleri Türkleri bu coğrafyadan atmak ve yok etmek için her fırsatı değerlendirmişlerdir. Batı’nın Türklere karşı süregelen bu tutum ve davranışları, Osmanlı Devleti’nde baş gösteren çöküş belirtilerinin başlamasıyla yeni bir şekil ve mana kazanmış, Avrupalılar nazarında Osmanlı’nın mirasının paylaşılması halini almıştır1. Bu devletlerden özellikle İngiltere’nin stratejik ve ekonomik değeri olan Osmanlı toprakları üzerinde, kendisine bağlı küçük devletlerin kuruluşunu destekleme politikasına uygun olarak bölgeye gönderdiği misyonerler, diplomatlar, uzmanlar ve din adamları faaliyet göstererek, Ermeniler, Araplar ve Kürtler gibi bağımsızlık peşinde koşan grupları kışkırtmıştır2. Bu bağlamda Mark Sykes ve İngiliz casusu Albay T. E. Lawrence3 Arapları, bu politikalarının bir devamı olarak da Kürtlere ve Ermenilere bağımsızlık vaat ederek, Osmanlı hanedanlığının basit bir Anadolu emirliği haline gelmeden tam anlamıyla barışın sağlanamayacağı fikrini aşılamışlardır4. 

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeni ve Rum faaliyetlerinin tamamen Çarlık Rusya’nın kontrolü altına girmesi de İngiltere’yi Doğu Anadolu Müslüman halkı 
üzerindeki faaliyetlerini artırmaya itmiş ve İngiliz hükümetinin desteği ile “Kürdistan Azmi Kavmi”, “Kürt Teavün ve Terakki”, “Hewi/Hiva” gibi cemiyetler kurularak Osmanlı topraklarında bölücülük faaliyetlerinde bulunmuşlardır5. Birinci Dünya Savaşı’ndan Almanya’nın müttefiki olarak yenik çıkan Osmanlı’ya koşulları çok ağır olan Mondros Ateşkesinin (30 Ekim 1918) imzalatılmasıyla da ümitlenen bu zümreler tekrar harekete geçmişler, ülkenin parçalanması yolunda azami çaba sarf etmişlerdir. 

Ayrıca Mondros Ateşkesinin “Müttefiklerin, kendi güvenliklerini tehdit edecek herhangi bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkı bulunması” şeklinde düzenlenmiş olan 7. maddesi İtilaf devletlerince kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirilmiş, Birinci Dünya Savaşı esnasında aralarında yaptıkları gizli anlaşmalar6 gereğince daha ateşkesin mürekkebi kurumadan, 1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Trakya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgal etmişlerdir. 200 kişilik bir müfrezesini Samsun’a çıkaran İngilizler, İskenderun, Antep, Maraş, Urfa, Birecik ve Merzifon’u; Fransızlar, Trakya’nın yanı sıra Dörtyol, Mersin, Adana ve Zonguldak’ı; 
İtalyanlar Antalya, Fethiye, Marmaris, Bodrum ve Kuşadası’nı; Yunanlılar İzmir, Menemen, Manisa, Torbalı, Bayındır, Ayvalık, Aydın, Turgutlu, Ödemiş ve daha sonra da tüm Ege Bölgesi’ni işgal etmişlerdir7. 

TBMM’nin kurulmasından Cumhuriyetin ilanına kadar Ankara hükümeti büyük güçlerle mücadele etmiştir. İçeride de İtilaf güçlerinin ve özellikle de Mezopotamya’da İngiliz himayesi altında kurulması öngörülen Arap devletinin ve Doğu Anadolu’da kurulması tasarlanan Ermeni devletinin güvenliğinin sağlanması için Kürtlerin Türk karşıtı harekete dahil edilmesini gerekli gören İngiltere’nin8 kanatları altında faaliyet gösteren Kürtçü teşekküllerin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çıkardıkları isyan hareketleriyle de mücadele etmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da Kürtçü faaliyetlerin tehdidi ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. Bilindiği gibi, bu tehditlerin ilki ve en büyüğü Şeyh Sait isyanı (13 Şubat–15 Nisan 1925) olmuştur. Musul’u İngiliz mandaterliği altındaki Irak’a bağlamak maksadıyla kışkırtılan ve kısa sürede Bingöl, Muş, Diyarbakır, Tunceli, Elazığ, Ergani, Silvan, Siirt ve Urfa gibi geniş bir alana yayılan isyan hareketi her ne kadar 15 Nisan’da bastırılmışsa da bölgede huzursuzluk dört yıl daha devam etmiştir9. Bu huzursuzluk yıllarında İngiliz casusu Albay Lawrens’in Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de genel bir Kürt ayaklanmasını planlamak için gizlice bu bölgeye gönderildiği ve Kürt Teali Cemiyeti, Vilayeti Sitte Kürt Cemiyeti gibi kuruluşları yeniden organize ettiği bilinmektedir10. Çalışmamızda 1926 yılında başlayan ve 1930 sonlarına kadar devam eden Ağrı isyanında, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na ait raporlardan yararlanılarak, başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan gibi devletlerin rolü özerinde durulacaktır. 

1. Ağrı İsyanları, 

Şeyh Sait isyanı sonrasında doğu vilayetlerinde huzursuzluk devam etmiş ve Türk hükümeti tarafından bölgede asayişi sağlayabilmek amacıyla asilerin takibi, silah toplanması ve bazı köylerin yer değiştirilmesine devam edilmiştir. Buna rağmen asayiş sağlanamamış, Mayıs 1926’da Yusuf Taşo ve çetesinin İran sınırını geçip Beyazıd köylerinden hayvan çalarak Ağrı yaylalarına sığınması Cumhuriyet tarihimizde “Ağrı isyanları” denilen bir seri olayların başlamasına sebep olmuştur11. Yusuf Taşo’nun sebebiyet verdiği ve Bro Haso Telli’nin elebaşılık yaptığı birinci Ağrı olayları 16-Mayıs– 17 Haziran 1926 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. 16 Mayıs 1926'da Soğanlı, Kızılbaşoğlu, Cilkanlı, Bilhanlı ve Cinganlı aşiretleri; Ağrı'daki Brosonlu İbrahim ve adamları ile birleşerek ayaklanmışlardır. İran'daki Yusuf Taso ile beraber 1.000 kadar atlının İran sınırını geçip Brosonlu'nun yardımına gelmesi üzerine ayaklanma büyümüştür. Bunun üzerine başlatılan askeri harekat nedeniyle isyancılar İran'a kaçmıştır. Her ne kadar İran hükümetinden sınırda gerekli önlemleri alması ve geçişleri önlemesi istenmişse de İran el altından bu asilere destek vermiş, bu nedenle 13–

20 Eylül tarihleri arasında ikinci Ağrı harekatı düzenlenmiştir12. 

Ağrı bölgesinde planlanmış olan asıl büyük ayaklanmayı desteklemek, devletin dikkatini çeşitli bölgelere çekmek suretiyle Ağrı’ya mümkün olduğu kadar az kuvvet gönderilmesine sebep olmak ve böylece Ağrı’da başlatılması düşünülen isyanı başarılı kılmak amacıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bir takım ayaklanmalar da bu dönemde patlak vermiştir. 22 Mayıs 1929 tarihinde patlak veren Jilyan Aşireti Reisi Ali Resul’ün çıkardığı ayaklanma 3 Ağustos 1929 tarihinde bastırılmıştır. 14 Eylül 1929 tarihinde başlayan Tendürük olayları ise 27 Eylül 1929’da bastırılmış, İranlı aşiret reisi Şeyh Abdülkadir ve mahiyeti İran’a kaçmıştır13. 20 

Mayıs 1930’da Midyad-Savur bölgesindeki olaylar 9 Haziran 1930’da Kernoslu Halit, Seyit Han ve Alican çetelerinin yakalanması ile sona ermiştir. Kör Hüseyin ve Emin-Paşaoğulları’nın 20 Haziran 1930’da çıkardıkları isyan ise Eylül’de bastırılmıştır. Ayrıca Irak’taki Şeyh Barzani’nin Molla Hüseyin Şerif idaresinde 500 kişilik bir grubu Irak sınırını aşarak Oramar’ın 15 km. doğusundaki Şat Dağı’na sevk etmesi devletin Oramar bölgesine kuvvet sevk etmesine sebep olmuş ve 16 Temmuz’da başlayan harekat 10 Ekim 1930’da sona ermiştir. Molla Hüseyin Şerif çetesi tekrar Irak’a sığınmak zorunda kalmıştır14. 

Bu olaylardan hemen sonra da üçüncü Ağrı isyanı patlak vermiştir. Süphanlı, Haydaranlı, Milanlı, Hasenanlı, Zirkanlı, Cibranlı ve Mokurlu aşiretlerinin katıldıkları Ağrı isyanının lider kadrosunu Bro Haso Telli, İhsan Nuri ve Ermeni Zilan oluşturmakta, diğer asiler arasında Abdülkadir ile oğlu Resul, Şimikanlı Timur, Şeyh Tahir, Şeyh Fevzi, Halis, Ferzende, Musa Lezgi, Halit Ağa, Lezgi Suli, Tozu Ağa ve Ali Aksu yer almış tır15. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu açık ihanet ve devletler arası hukuka sığmayan tecavüz karşısında Ağrı bölgesinde 7 Eylül 1930’da başlayan harekat 14 Eylül 1930 tarihinde tamamlanmış ancak isyancıların bir kısmı kaçmayı başarmıştır. Bunlardan kendini Ağrı Ayaklanması Başkomutanı ilan eden Yüzbaşı 
İhsan Nuri İran’a kaçmak zorunda kalmıştır. İran hükümetinin bu asilere kucak açması hatta İhsan Nuri’ye İran ordusunda görev vermesi Türkiye’ye karşı düşmanca politikalarının bir göstergesi dir 16. 

Kısaca özetlemeye çalıştığımız Ağrı isyanlarının perde arkasında meydana gelen olayları ve bu isyanları örgütleyen teşkilatın hangi ülkelerden destek aldığını 1927–1930 tarihleri arasında İngiliz Dış İşleri Bakanlığı’na ait konu ile ilgili derlenen raporlardan takip etmek mümkündür. Sözü edilen rapordan İngiliz hükümetinin Şeyh Sait isyanı sonrası gelişmelerle oldukça yakından ilgilendiği de anlaşılmaktadır. Bu durumun muhtemel sebebi İngiltere’nin Musul’u kendi egemenliği altında tutma isteğidir. 

Bilindiği gibi, 19 Eylül 1924 tarihinde Milletler Cemiyeti’nde Musul meselesi görüşülmeye başlanmıştır. Türkiye bölgede plebisit yapılmasını isterken, İngiltere bölge halkının cahil olduğu bahanesi ile plebisit yapılmasını reddetmiştir. Milletler Cemiyeti de İngilizlerin isteğini uygun olarak, plebisit yapılmasını reddederek üç tarafsız devletin birer temsilcisinin17 yer alacağı bir komisyon kurulmasına karar verilmiştir. Bu komisyon çalışmalarına başladığı sırada bölgede işgal hareketine girişmiş olmaları nedeniyle, Milletler Cemiyeti 30 Eylül 1924 tarihinde Bruxelles’de toplanmış ve Bruxelles hattı olarak da bilinen Musul’u Hakkari’den ayıran bir sınır çizilmiştir18. 

Komisyon 16 Temmuz 1925 tarihinde sunduğu raporunda, Irak’ın 25 yıl Milletler Cemiyeti mandasında kalması; adalet ve eğitimin yürütülmesi için Kürtlerden memur istenmesi ve Kürtçenin resmi dil olması; manda sona erdikten sonra Kürtlere özerklik sağlanamazsa Musul’un Türkiye’ye bırakılması ve bölgenin taksimine karar verilirse Küçük Zap Suyu sınır olmak koşu ile Musul Türkiye’ye, Kerkük ise Irak’a bırakılmasını önermiştir19. Bu rapor her ne kadar Türkiye tarafından Lozan’da Milletler Cemiyeti’ne bağlayıcı karar alma yetkisi tanımadığını iddiasıyla reddedilmişse de İngiltere tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. İngiltere’nin 1925 sonrasında da bu bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurulması için Türkiye karşıtı eylemleri yakından takip etmiş, destek vermeyi sürdürmüştür. 

2.İngiliz Belgelerinde Ağrı İsyanları, 

Birinci Ağrı isyanı sonrasında Türk hükümetinin bölgede asayişi sağlamak için bir takım önlemler almıştır. Türk hükümetinin bu sayede bölgede tekrar huzuru sağlaması ise, İngiliz Dış İşleri Bakanlığına 29 Ocak 1927 tarihinde “Kürt devrim hareketleri durdu” şeklinde rapor edilmiştir. Raporda Dersim’de bulunan asilerin bir kısmının teslim olduğu ve itaat etmeyi ve ellerindeki 8.000 silahı teslim etmeyi reddedenlerin ise Türk hükümeti tarafından ağır şekilde cezalandırıldığına dikkat çekilmektedir. Ayrıca Diyarbakır ve çevresinde bulunan Kürt nüfusun Türkiye’nin merkez ve doğu bölgelerine göç ettirilerek, Yunanistan ve Balkanlardan gelen Türk göçmenleri buralara yerleştirildiği de belirtilmektedir 20. 

Türk hükümetinin kısa sürede asayişi sağladığını gören İngilizler, Şeyh Sait ve 16-Mayıs–17 Haziran 1926 tarihleri arasında gerçekleşen Birinci Ağrı olayları 
neticesinde sadece Kürt isyanının Türkiye’yi bölmek konusunda başarılı olamadığını görmüşlerdir. Bu nedenle de Milli Mücadele döneminde Anadolu’da büyük bir kıyım gerçekleştirmiş olan Ermeni Taşnak liderlerinin Kürtleri yönlendirmesi ile ancak amaçlarına ulaşabilecekleri tespitinde bulunmuşlardır. Ermeni ve Kürtlerin ortak bir cemiyet çatısı altında birleşmesi için girişimlerde bulunmuşlar ve Türkiye karşıtı olan örgütlerin faaliyetlerini de dikkatle takip etmişlerdir. 

Bu bağlamda İngiliz Dış İşleri Bakanlığına gönderilen 28 Mayıs 1927 tarihli.; 

“Türkiye Anti-Kemalist ve Kürt Faaliyetler” başlığını taşıyan raporda, Beyrut’taki Kürt Devrim Komitesi tarafından Wahan Papazian’a21 anti-Bolşevik olan Taşnak Partisinin Kürtlerle birlikte Türklere karşı organize olarak faaliyet düzenleme konusunda İtalyan ve Yunan hükümetleri ile anlaştığı bildirilmiştir. 
Bu anlaşmanın ayrıntılarıyla ilgili Kürt Devrim Birliği’nin Merkez komitesi ile direkt konuşmak için Papazian’ın Suriye’den Irak’a geçtiği ve eğer bu iki komite anlaşma imzalarsa yukarıda bahsedilen amaç doğrultusunda Yunan ve İtalyan hükümetlerinin silah ve para sağlamayı taahhüt ettiği de kaydedilmiştir. 

Sözü edilen raporda Papazian’ın Kürt faaliyetlerinin hem Türkiye’de hem de Türkiye’nin doğusunda kalan bölgelerde aynı önem verilerek gerçekleştirileceğinin de altı çizilmiştir22. 

“Kürt Faaliyetleri” başlıklı 21 Ekim 1927 tarihli raporda ise yine Papazian’ın faaliyetleri üzerinde durulmuştur. Ermeni yetkililerin İsmail Ağa (Simko) 23 ile 
görüştüğü ve Kürtlerden politika ve kuruluşlar için destek sözü aldığı kaydedilmiştir. Raporda Musul meselesinden doğan gerginliğe dikkat çekilerek, Türkiye dış güçlerle savaşa girerse bu durumda Kürtlerin çok önemli bir rol oynayacağı bu sebeple yeterli finansal destek sağlanmasının zorunlu olduğu da dile getirilmiştir. Ermenilerin finansal destek için İtalya’ya başvurduğu ve İtalyan hükümetinin karar vermesinin beklendiği belirtilmektedir. Benzer bir anlaşmanın İngiltere ile Irak arasında yapılması gerektiği, aksi takdirde İngiliz desteği olmaksızın Kürtlerin Ermeniler ile ortak bir harekata girişmeyeceği de vurgulanmaktadır. Dolayısıyla Suriyeli lider Dr. Şeyh Bender24’in İngiltere’nin Kürt otonomi devletinin kurulmasını isteğinin bilinmesinin Bağdat’ta olumlu etki uyandırdığına dair görüşlerine de yer verilmiş tir25. 

Bu rapordan da anlaşıldığı üzere İngiliz desteğinin sağlanması ile Kürtler ve Ermeniler Türklere karşı ortak harekata girişmek için fikir birliğine varmıştır. 12 Kasım 1927 tarihli rapordan ise 10 Ekim’de Kürt delegasyon üyesi Ali İlmi’ye26 Kürt Devrim Komitesi’nin Irak otoritesi Ermeni Taşnak temsilcisi Wahan Papazian ile görüşmelere devam etmesi talimatını verdiği anlaşılmaktadır. Kürt liderlerinden Salar ed Dawla tarafından Papazian’a iletmesi için şu sorular yöneltilmiştir: 


a) Yunanlılar ve İtalyanlar ne kadar finansal yardım yapacak? 
b) İsyan hangi şekilde olacak ve nerede isyan edilecek? 
c) Yunanlılar ve İtalyanlar isyan durumunda nasıl bir işbirliğine gidebilirler, nasıl yardım ederler? 
d) Taşnak Komitesinin isteği nedir ve Kürtlerden beklentileri nelerdir?” 

Partisinin Merkez Komitesinin etkin ismi olduğu belirtilerek, Kürt Devrim Komitesi ile gizli olarak işbirliği içerisinde olduğu vurgulanmıştır (PRO, AIR 23/407). 

Denildikten sonra Kürtlerin genel bir kongresinin Irak’ta ya da İran’da yapılması mümkün olmadığı, Irak otoritesi Musul anlaşmasından ve aşiretler Türkler aleyhine faaliyetlerde geçtikten sonra Kürt aşiret cemiyetlerini görmezlikten geldiği için şikayet edilmektedir27. 

25 Ekim’de ise Papazian, Taşnakistlerin Kürt Komitesi ve Taha ile görüşmek üzere Bağdat ve Musul’daki yerel komiteyi yönlendirebileceğini belirtmiştir28. 

 3 Aralık 1927 tarihli raporda ise Papazian’ın 12 Kasım’da Paris’e gitmek için Beyrut’tan ayrılarak Memduh Selim29 ve Genç Kürt Partisi yetkilileriyle görüştüğü belirtilmektedir. Bu görüşme sonucunda komitenin yeni kana ihtiyaç duyduğu ve üyelerin politik deneyinden yoksun olduğuna dikkat çekilerek, önemli başarı etmek için önce tümüyle organizasyonun elden geçirilmesine, enerjik bir propaganda kampanyası yapılarak gençlerin Kürt Ulusal hareketinde yer almasının bir sorumluluk olduğu ortaya konmasına karar verilmiş tir30. 

8 Ocak 1928 tarihli rapordan anlaşıldığına göre Hilafet yanlıları da Kürt ve Ermenilerle ortak hareket etme kararı almıştır. Raporda belirtildiğine göre, Kürt 
Devrim Komitesi üyelerinden olan Rıfat Mevlanzade31 komitesinin verdiği talimatlar doğrultusunda Halep’e giderek eskiden Osmanlı hükümetinin resmi görevlisi olan şimdi ise Damat Ferit Paşa kabinesinde içişleri bakanlığı yapmış olan Mehmet Ali’nin başkanlık ettiği ve merkez bürosu Paris’te olan Türk Devrimi karşıtı komitenin gizli ajanı olan Radi Bey ile uzun bir görüşme gerçekleştirmiş tir. Bu görüşmede Radi Bey, 9 Kasım tarihli Mehmet Ali tarafından kendisine gönderilen mektubu Rıfat’a sunmuştur. 

Bu Mektup şöyledir: 

“ Biz Taşnak Sütyun Komitesi ile anlaşmayı yaptık. Şimdi Rusya’nın Grand Duke Cyril ile başka bir antlaşma yapmak için uğraşıyoruz. Gümülcineli İsmail Hakkı32’yı organizasyondaki gelişmeleri görüşmek üzere sana gönderdik. Ürdün’deki Türk görevlileri ve Irak’taki Kürt aşiret liderlerinin sadakatinden emin olmak istiyoruz. İsmail Hakkı önce Irak’a sonra İran’a giderek gizli olarak Şah ve İran hükümetinin Türkiye ve Mustafa Kemal’e olan yaklaşımını araştıracak. İngiltere ve Fransa hükümetinin Mustafa Kemal karşıtı hareketlerimizi desteklediğinden emin olmak istiyoruz. Lütfen Gümülcineli İsmail’in faaliyetleri hakkında ayrıntılı bir rapor gönderin. 
   Eğer Rıfat Mevlenzade ile temasa geçebilirseniz bizim davamızı desteklediklerinden emin olmaya çalışınız ve sakın bu mektubun içeriğinden ve sürekli olarak izleyiniz.” 

Ayrıca, Sözü geçen raporda Fransız otoritesinin Kürtler ve Ermeniler ile işbirliği içerisine giren liderleri arasında Mehmet Ali, Gümülcine li İsmail, Refi Cevad33, 

Mehmet Reşit Bey yer aldığı İstiklal-i Mukaddes(Kutsal Devrim Komitesi)’in Türkiye’ye karşı ortak faaliyetlerini desteklediği de belirtilmekte dir34. 

Irak İngiliz istihbaratı tarafından kaleme alınan 14 Ocak 1928 tarihli raporda da Radi Bey’in 28 Aralık 1927 tarihli mektubunda basit şekilde Kürtlerden bağımsızlık için savaşmak yerine Türk Devrimi karşıtı Türklerle işbirliğine girmesini istemiş, Kürtler ise yalnızca düzenlenecek hareketin Kürt bağımsızlığını sağlayacağı koşullarda Türk Devrimi karşıtı Türklerle işbirliği yapılabileceğini bildirdiği kaydedilmiştir. Ayrıca Radi Bey, Kürt liderlerine Osmanlı hanedanı üyeleri ile Avrupa’da bir görüşme gerçekleştirme teklifi de iletilmiştir.35. 

24 Mart 1928 tarihli İngiliz Dış İşlerine gönderilen bir başka raporda ise Hilafet yanlısı Türklerin hedefleri ortaya konmaktadır. Rapora göre Mart’ın ilk haftası Sultan Reşat’ın saray nazırı Ahmet Reşit Bey ve eski Hidiv Abbas Hilmi’nin vekili sözde Mısır hükumetinden eski hidivin temsilcisi olarak emekli maaşı almak için ikna etmeye Mısır’a gitmiştir. Reşit Bey, Damat Nami’yi görmek için kısa bir süre Suriye’yi ziyaret etmiş, Suriye Cumhurbaşkanı ile görüşmüş, daha sonra da Beyrut’ta Kürt Devrim Komitesi ile bir araya gelmiştir. Reşit Paşa ayrıca bir İngiliz yetkilisi ile de görüşmüştür. Bu görüşmede Reşit Bey Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki karşıtı bir politika takip ettiğini belirterek, gizli tutulmak kaydıyla bazı bilgiler vermiş ve İngiliz hükümeti tarafından kendisine tavsiyelerde ve yardımda bulunup bulunamayacağı sormuştur. 

Bu görüşme ise İngiliz yetkililer tarafından şu şekilde özetlenmiştir: “Sultan Abdülmecit’in Türkiye’den çıkarılmasından sonra Reşit Bey (Sevr’e imza atanlardan biri olan ve aynı adı tanıyan eski içişleri bakanı ile karıştırılmamalı) Nice’de yaşayan ve Abdülmecit’e bağlı, onun güvenilir danışmanıdır. Onun Mısır’ı ziyaretinin nedeni sadece Mısır hükümeti hakkındaki iddialarını dile getirmek değil, aynı zamanda Suriye’de Kürt ve Ermeni liderlerle görüşerek Türkiye’de Mustafa Kemal’in öldürerek gücünü yıkacak güçlü bir organizasyon kurmaktır. Monarşist Türkler ile Kürtler arasında kesin olmayan bir anlaşma Fransa’da yapılmıştır. Buna göre eğer Türkiye Osmanlı’nın eline geçerse Türk hanedanı Kürdistan’ın özerk yapısını tanıyacak ve Osmanlı prensi yeni Kürt devleti’nin başkanı olacaktır. Türk komitesi Suriye, Irak ve Yunanistan’a dağılmış olan Ermeni 

liderlerle birleşme konusunda tamamen samimilerdir. Aynı zamanda Kürt komitesi de Ermeni Taşnak Partisi ile bir anlaşmaya varmıştır ve Türk komitesi kendilerinin katılımıyla üçlü bir anlaşma yapılmasını umut etmektedir. Konfederasyonun oluşturulma koşulları ise eğer izledikleri programda başarılı olurlarsa üç ulus Sultanın otoritesi altında toplanacaktır. 

Reşit Bey’in bu birleşmenin olacağından bir hayli umutludur. 
Çünkü Rusya’ya göğüs gererek ne Ermenilerin ne de Kürtlerin ayrı bağımsızlık düşünemeyeceğini, Rusya’ın da etkisiyle Atatürk’ün ölümüyle büyük bir kaosun ortaya çıkacağı ve bütün Doğu Anadolu’yu etkisi altına alacağını düşünmektedir. Eğer anlaşma kesinlikle gerçekleşirse, yorgun düşen Kemalizmin yerini yığının kalbinde Osmanlı olacaktır. Ayrıca Reşit Bey İzmir ve Gelibolu’da Türkiye’yi restore etme hareketine katılacak bir Türk gücünü hemen ortaya çıkarabileceğini ve bu Türk gücünün İtalya ve Yunanistan’dan gelen büyük tehlike nedeniyle kendi organizasyonları kurulumunu tamamlayana kadar Mustafa 

Kemal’e destek verdiğini iddia etmiştir. Yunanistan’ın Trakya, İtalya’nın ise İzmir ve Adana vaat edilirse işbirliğine gireceğini kanaatindedir. Ancak Reşit Bey’e göre, ne İtalya’nın ne de Yunanistan’ın Ruslardan Türk, Ermeni ve Kürtlerini koruyamaya gücü yetmez. Sonuç olarak da bu ülkelerin durumlarının eskisinden daha kötü olacağına inanmaktadır. İşe yarayacak tek politikanın bir araya gelerek plan hazırlanması ve uygun zamanın kollanmasıdır. 

Reşit Bey’e göre Türk monarşistlerinin bu planındaki en büyük sorun para sıkıntısıdır. Sultan her ay Haydarabat Nizamından gelen 300 pound ve Hint Prensinden gelen 100 pound ile hayatını idame ettirmeye çalışmaktadır. Önce Ağa Han bu konuya sempati göstermiş, ancak daha sonra nedeni anlaşılamayan bir şekilde yardımını reddetmiştir. 

Ayrıca Türk hükümetinden de Sultanı desteklediği için özür dilemiştir. Belli ki Ağa Han’ın Kemalistlerin mi yoksa monarşistlerin mi yanında yer alacağı konusunda kafası karışıktır. Aynı zamanda Osmanlı Bankasınca kendilerine yardım yapılacağından hiç kuşkuları yoktur, ancak elbette Türk hükümeti ile birleşip monarşistleri yok etme amacı güdülmez ise. Şu kesinleşmiştir ki, İngiliz hükümeti kesinlikle materyal yardımında bulunmayacaktır. Ancak bilinmelidir ki Rusya, İngiliz menfaatlerini baltalayarak Anadolu’ya inecektir. İngiltere’de başka yollarla yardımda bulunabilir. 

Daha öz bir ifade ile İngiltere Atatürk’ün ölümünden sonra monarşistler gücü ele geçirene kadar İtalya ve Yunanistan’ın müdahalesini engelleyebilir.36” 

31 Mart 1928 tarihli raporda ise 8 Ocak’ta Ermeni Taşnak Komitesi, Hilafet yanlısı Türk Komitesi ve Beyaz Rus Organizasyon’nun Paris’te kesin bir anlaşmaya vardıkları kaydedilmektedir. İngilizler bu anlaşmanın Kürt Komitesinin Türkiye karşıtı faaliyetlerine hız kazandırdığı kanaatindedir. Ayrıca raporda İtalyanlar ve Yunan hükümeti Türkiye karşıtı hareketlere sempati duyduğu hatta İtalyan hükümeti’nin küçük miktarda bir parayı Kürt komitesine destek olmak için gönderdiği de kaydedilmektedir. Buna ek olarak da Halep’teki Kürt gazetesini yayınlamak için gerekli olan paranın da Şubat ayında İtalyan hükümeti tarafından tedarik edilerek Papazian tarafından Kürt Devrim Komitesine verildiği bildirilmektedir. Bu gazetenin editörü olarak Cemil Bey (Ali Hilmi ile Şam’da olan Memduh Selim Bey’in babası) düşünüldüğü ve 1929 yılında Kürtlerin Türklere karşı güçlü bir askeri atak gerçekleştirmeyi planladığının da altı çizilmiş tir37. 

12 Mayıs 1928 tarihli raporda ise Celadet Bederhani emri altında Halep’te faaliyet gösteren Kürt Devrim Komitesi’nin Fransa’dan da büyük miktarda para aldığı belirtilmektedir. Suriye Kürtlerinin lideri Şeyh Mustafa Barazi’nin emri ile bu paranın genel Malatya’daki organlarına aktarıldığı, bu para ile hazırlanan afişleri Nisan ayı boyunca Malatya’da işyerlerinin duvarlarına gizlice asıldığı kaydedilmektedir. İngilizlere göre bu afişlerin asılmasının amacı ise, gizlice Kürt bölücü hareketine sempati duyanları cesaretlendirmektir. Ayrıca raporda diğer gizli komitelerin ise Mardin ve El Cezire’de kurulduğu ancak Türk hükümeti tarafından açıkça bu faaliyetleri engellendiği bildirilmektedir. Buna ek olarak Ankara hükümetinin pişman olarak teslim olan Kürt göçmenlerin Anadolu’ya dönmelerine izin verdiği, Suriye tarafından da bazı askeri tedbirler alarak 51. takım top birliği Malatya’dan Maraş’a; 12. Suvari alayını Siverek’ten Maraş’a kaydırdığı ve Malatya, Elbistan, Geuksan, Aziziye ve Urfa’da ulaşıma ve ulaşım araçlarına el koyduğu verilen bilgiler arasındadır. İngiltere, Ankara hükümetinin bu sayede duruma hakim olmaya çalıştığı kanaatindedir38. 28 Eylül 1928 tarihli raporda da bu aftan kimlerin yararlandığı bilgisi verilmektedir. Bu rapora göre Şeyh Ali Rıza, Şeyh Sait’in oğlu, Şeyh Mehdi ve Abdurrahman ve Şeyh Sait’in kardeşleri aftan yararlanmıştır. İngiliz hükümetine göre Kürtler, yeniden savaş durumu olursa Türkler yakınlarını tutsak almasın diye böyle bir önlem almışlardır39. 

23 Temmuz 1928 tarihli raporda ise, Kasım 1927’de Ermeni Taşnak Komitesi ile İhtilal-i Mukaddes Cemiyeti’nin Paris’te bir anlaşma imzaladığı belirtilerek, anlaşma maddeleri şu şekilde sıralanmıştır: 

''
a) Ermenilerin hakkı olan bölgede Ermeni hakkını tanıyan liberal Türk devleti kurmak ve Kemalist rejimi yıkmak için iki parti anlaşmaya varmıştır. 
b) Faaliyetler Taşnak komitesinin sorumluluğu altında gerçekleştirilir. 
c) Her iki parti de Kemalist rejimi yıkmak için Kemalizme karşı olan herkesle birleşme, yandaş toplama ve güçlü bir birlik oluşturmakla yükümlüdür. 
d) Gümülcine’deki İsmail Bey Suriye, Ürdün, Irak ve İran’da Ankara hükumeti ne karşı Anti-Kemalist Türkleri ve Müslümanları kışkırtmakla sorumludur.” 

Ayrıca raporda kendisine bu görev için 18.000 frank verilen İsmail Bey’in 1927 yılı sonunda Suriye’ye giderek, Papazian ile görüştüğü ve bunun neticesinde de Ermeni ve Kürtlerin birleşmesiyle Joka Hoybun’un kurulduğu kaydedilmektedir. Bu rapordan da anlaşılacağı gibi, Ağrı isyanlarının temelinde İngiliz kışkırtması yatmaktadır. 

Devletin bu eşkıyanın yakalanması için aldığı tedbirler siyasi Kürtçülere olaya siyasi bir mahiyet vererek genel bir ayaklanma başlatmak hususunda fırsat vermiş ve burada sahneye Kürt-Ermeni dayanışması üzerine teşkilatlanan Irak ve Suriye’de faaliyet gösteren Hoybun çıkmıştır40. 

 Hoybun Cemiyeti’nin Şeyh Sait isyanının bastırılmasının ardından Suriye, Irak ve İran ile Türkiye’den kaçan asilerin ileri gelenleri ve Kürt Teali Cemiyeti, Kürt 
Teşkilatı İçtimaiye Cemiyeti, Kürt Ulusal Birliği ve Kürt Millet Fırkası mensuplarınca kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu şahısların pek çoğunun 150’likler adı verilen ve 1 Haziran 1924 tarihinde yürürlüğe giren Kurtuluş Savaşı esnasında düşman ile işbirliği yapmış ve sürgün edilmeleri kararlaştırılmış olan vatandaşların yer aldığı listede isimleri bulunmaktadır. Kanaatimizce Kürtçü gruplar, Ermeni Taşnak Komitesi mensuplarınca kullanılmak suretiyle, İngiltere’nin organizatörlüğünde Hoybun adlı teşkilatta bir araya gelmişlerdir41. Bu cemiyetin amaçları ise raporda şu şekilde yer almıştır: 

''
a) Joka Hoybun Taşnak Komitesi gibi devrimci bir karaktere sahiptir. 
b) Joka Hoybun Taşnak tarafından desteklenir ve amacı bağımsız Kürdistan’dır. 
c) Joka Hoybun bütün Kürtleri emri altında birleştirecektir. 
d) Taşnak ve Joka Hoybun Anti-Kemalist tüm örgütlerle işbirliği yapacaktır. 
e) Joka Hoybun’un gizli şubeleri Türkiye, Irak ve İran’da Taşnak yardımıyla teşkilatlanacak tır. 
f) Joka Hoybun amacı doğrultusunda gazeteler çıkaracaktır. Ancak Fransa Türkiye’yi kızdırmamak için Halep’te yayınlanmamasını istemektedir. 
g) Joka Hoybun Türk ordusu karşısındadır. 
h) Türkiye’nin doğu vilayetlerinin Kürtler ve Ermeniler tarafından paylaşılacağından büyük güçlerin şüphesi olmamalıdır.” 

Rapordan anlaşıldığına göre, komitenin Bağdat’taki kolu Celadet Bederhani, Memduh Selim42, Dr. Şükrü Muhammed tarafından organize edilecektir. Papazian’ın Joka Hoybun’a verdiği 20.000 doların 5.000’i Bağdat’taki faaliyetler için Şükrü Muhammed’e verilmiştir. Bu durumun Türk hükümetinin gözünden kaçmadığı anlaşılmaktadır. Halep’teki Türk istihbaratı tarafından Joka Hoybun’un faaliyetleri nedeniyle Fransa’dan Celadet’in Halep’ten çıkarılmasını istemiştir. 

Joka Hoybun ile Papazian anlaşması ise şöyledir: 

''
a) Halep’de yaşayan Kürtleri kazanmak Mustafa Barazi emrinde Milli Kürt Birliği oluşturmak ve Malatya’da şubeler açmak. 
b) Kürt aşiret reisleri Ağrı’da İhsan Bey’in emri altında birleşecekler ve Joka Hoybun’un emirleri doğrultusunda çalışacaktır. 
c) Kürt göçmenlerin Ankara hükümetinin genel affından yararlanmasına izin verilmeyecektir. 
d) Milli lider Süleyman Ağa Joka Hoybun ile birlikte hareket edecektir. ” 

Raporda bu faaliyetlerin Türk hükümetine karşı isyan hareketi başlatılmasının 
önünü açtığı ve Türkiye sınırları içindeki Meydan Akbar köprüsünü yok edildiği kaydedilmektedir. Türkiye’nin protestosu nedeniyle Halep’te Fransız hükümeti 
Hoybun’a karşı tedbir almak zorunda kaldığı, İngiliz yetkili General Duclos’un Fransız istihbaratından Türk hükümetinin Ermeni ve Kürt bölücü muhtemel hareketine karşı geniş çapta önlem aldığı ve Doğu Anadolu’da güçlü bir casus ağı da kurduğu kaydedilmekte dir43. 

1 Eylül 1928 tarihli raporda ise, Türkiye karşıtı örgütlerin genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu raporda Rowanduz ile Papazian birleşmesinin iyi olabileceği, Rowanduz Kürtleri tabirinin Irak’ta ve diğer yerlerde yaşayan bütün Kürt liderlerini ifade ettiği ki bunun da Türkiye’deki önceki adı Kürt Teali Cemiyeti olduğu belirtilmektedir. Hoybun’nun da devrimci-sosyalist Ermeni Taşnak Partisi kontrolü altında 1922 Yunan yenilgisinden sonra Türk hükümetine büyük sorunlar yaşattığının altı çizilmiştir. Taşnak’ın çok disiplinli, para kaynağı olan, Türk karşıtı mükemmel bir örgüt olduğuna vurgu yapılarak, Orta Doğu’da özellikle Bağdat ve Musul’da teşkilatlandığı kaydedilmektedir. Raporda Türk hükümetinin Taşnak cemiyetinden oldukça tedirgin olduğu belirtilerek, “Çünkü Türkler Taşnak’ın ne anlama geldiğini herkesten iyi bilirler. Ateşkes sonrası ittihat ve Terakki liderleri genç Türkler Abdülhamit döneminde ilk derslerini aldılar” denmektedir44. 

Bu rapor doğrultusunda İngiltere’nin Rowanduz ile Ermeni Taşnak Partisi’nin birleşmesi için girişimlerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun neticesinde 29 Eylül 1928 tarihli rapordan anlaşıldığı üzere 7 Ağustos tarihinde Papazian Nevlenzade’ye Rowanduz Kürtleri ile birleşmek için aşağıdaki teklifi göndermiş ve bu şartlar kabul edildiği takdirde Kürtlere para ve ordu sağlama konusunda söz vermiştir. 

''
a) Van, Bitlis ve Erzurum’da Ermeni hakimiyeti kabul edilecek 
b) Kürtler taleplerini otonomi değil de tam bağımsız Kürt devleti olarak değiştirecekler. 
c) Rowanduz Kürtleri Joke Hoybun ile birleşecek. ” 45 

11 Eylül 1928 tarihli raporda Papazian’ın teklifine karşılık Rowanduz Kürtlerinin 10 Ağustos’ta verdikleri cevap yer almaktadır. Buna göre Rowanduz Kürtleri 
Ermenilerle işbirliği yapmaktan mutluluk duyacaklarını ve asıl amaçlarının bağımsız bir Kürdistan kurmak olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak Taşnak’a şu soruları yöneltmişlerdir: 

1. “İki komite (Rowanduz ve Taşnak) faaliyetlerinde tamamen özgür olmalıdır. Sadece Türklere karşı faaliyette birlikte hareket edilecektir. Bu koşul altında Taşnak ne kadar finansal yardıma söz veriyor ve ödeme nasıl gerçekleştirilecek? Hangi hükümet tarafından gerekli materyal sağlanacak ve bu hükümetin pozisyonu ne olacak? 
2. Halep’te Fransızca, Arapça ve Türkçe yayınlanacak olan gazeteye finansal desteğiniz ve huzursuzluk politikanız ne olacak? 
3. Politik kışkırtma doğrultusunda halk kampanyası yapmak gereklidir. 
Bu konuda ki çalışmalarınız nelerdir?”46 

28 Eylül 1928 tarihli raporda ise, Hoybun üyelerinden Memduh Selim tarafından Süleymaniye Kürtlerinden olan Kevr Tevfik Temmuz ayında Mustafa Kemal’e suikast düzenlemek maksadıyla Türkiye’ye gönderildiği, Tevfik’in Ankara’ya ulaşmayı başardığı ancak Türk polisi tarafından fark edilmesi üzerine 20 Ağustos’ta Halep’e döndüğü bildirilmektedir47. 

9 Şubat 1929 tarihli raporda ise 2 yıldır çeşitli Türkiye karşıtı faaliyetlerin Suriye ve Irak’ta Ermeni Taşnak Komitesi, Rowanduz Kürt Devrim Komitesi ve Hoybun 
tarafından yürütülmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. 2 Mart 1929 tarihli raporda ise, Türk hükümetinin Kürt sorunu ile ilgili politikasını değiştirdiği, Kürt liderleri olan Şeyh Abdurrahim ve Şeyh Ali Rıza, Şeyh Sait’in kardeşi ve oğlundan alınan mektuplara göre Türk hükümetinin Kürt kabilelerin ve bütün Kürtlerin şimdi gönlünü almaya çalıştığı ve Türk hükümeti her yerde okullar açarak Türkçe ve Latin harfleriyle eğitimi zorunlu kıldığı ve Kürtçe eğitimi hatta Kürtçe konuşulmasını bile yasakladığı ifade edilmektedir. İngiliz hükümetine göre, her ne kadar Türklerin Kürtlere karşı daha yumuşak bir politika uygulaması Kürtlerin durumunu rahatlatsa da, Kürtler Türk eğitim politikasından tatmin olmadıklarını söylemeye ve Türk Kürdistan’ını kurmaya çalışmaya devam etmektedir48. 

Nitekim 2 Mart 1929 tarihli İngiliz Dış İşleri Bakanlığı raporunda değinildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yönelik 1930 yılında da isyanlar baş göstermiştir. 
Bunun üzerine Türk hükümeti harekat kararı almış ve Ağrı bölgesinde 7 Eylül 1930’da başlayan harekat 14 Eylül 1930 tarihinde tamamlanmıştır. Böylece Ağrı isyanları son bulmuş ancak isyancıların bir kısmı kaçmayı başarmıştır. 1926-1930 yılları arasında Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da çeşitli bölgelerde organize edilen ayaklanmalar sonucunda kan gövdeyi götürürken emperyalist güçler Ermenileri kullanarak lider konumundaki Kürt ileri gelenlerine yeni ayaklanmalar sipariş vermeye devam etmiştir. 
Yine emperyalist güçlerin destek ve kışkırtması ile 1937 yılında patlak veren Dersim isyanı da bunun bir göstergesi dir.49. 

Sonuç 

Ağrı İsyanları, dış destekli bir teşkilat olan Hoybun tarafından yönlendirilen Cumhuriyet tarihinin önemli isyanlarından biridir. Bu isyanların temelinde siyasi 
Kürtçülük hareketi ve İngiliz kışkırtması yatmaktadır. İngiliz hükümetinin Ağrı isyanları esnasında tutmuş oldukları rapor ve yazışmalardan Ağrı isyan hareketlerinde aktif olarak rol aldıkları anlaşılmakta, 1926 yılında başlayan ve 1930 sonlarına kadar devam eden isyanların perde arkası metinde sunulan belgelerle apaçık ortaya çıkmaktadır. Bu durum her ne kadar İngilizlerin Şeyh Sait isyanında etkin bir rol oynadığı ispatlanamamış ise da Ağrı isyanlarında olduğu gibi faaliyette bulunduklarını düşündürmektedir. Kanaatimizce İngilizler, Şeyh Sait isyanından sonra Türkiye’de tek başına Kürt hareketlerinin ülkeyi parçalama açısından yeterli olmadığı düşünmüşler ve Ermeni Taşnak liderlerinin tecrübeleri ile Kürt liderlerini yönlendirmesi zaruri olduğu değerlendirmesini yapmışlardır. Nitekim 1927 yılında da İngiltere’nin hamiliğinde Hoybun Cemiyeti’nin oluşturulması için faaliyete geçildiği görülmektedir. 

İsyanda bir diğer dikkat çekmesi gereken husus ihanet odaklarının ortak hareketidir. Aşiret mensubu asilerin yanında Ermeni ve Nasturi çeteleri de yer alırken, asilerin silah ihtiyaçları Rusya ve İran tarafından karşılanmıştır. Bununla da kalınmamış İngilizler cephane imali ve silah onarımı için asilere techizat verirken, Ermeniler haberleşme araçları yanında sıhhi araç-gereç sağlamışlardır. İran ise asi gruplarını kendi topraklarında barındırmakla onlara bir üs görevini de üstlenmiştir. Daha öz bir ifade ile Ağrı İsyanlarında Fransa, Rusya, İtalya, Yunanistan, Suriye, İran gibi devletlerin de Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı faaliyetlere gerek silah ve para yardımı yaparak gerekse kendi topraklarında barınmalarına izin vererek destek oldukları görülmektedir. Diğer taraftan bu isyan hareketinde hilafet yanlısı Türkler de “İhtilal-i Mukaddes” adlı bir cemiyet kurarak, Kürtler ve Ermenilerle birleşerek ortak hareket etmişlerdir. 

Sonuç olarak Ağrı İsyanlarında aktif rol oynayan Emperyalist Güçlerin, Dersim İsyanında görüldüğü gibi Ermeni ve Kürtleri Kullanmak suretiyle Türkiye’de kargaşa çıkarma Politikalarını günümüzde de devam ettirdiklerini söylemek mümkündür. 


Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 
EK I 


EK I-1 



Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 
EK I-2 


EK I-3 


Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 
EK II 



EK II-1 


Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926-1930) 


Kaynakça ;

Arşiv Belgeleri ;

İngiltere Ulusal Arşivi (UK The National Archives) 

PRO, FO 602/52. 
PRO, FO 602/8. 
PRO, FO 881/5168A. 
PRO, FO 226/225. 
PRO, FO 882/14. 
PRO, AIR 23/407. 

Kitaplar ;

Akgül, Suat, Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında Dersim, Yaba Yay., İstanbul, 2000. 
Armaoğlu, Fahir H., Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara, AÜ SBF Yay., 1975. 
Çay, Abdülhaluk M., Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996. 
Gürsel, İbrahim Ethem, Kürtçülük Gerçeği, Ankara, 1977. 
Kalafat, Yaşar, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Ankara, 1992.; 

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. V., Ankara, 1947. 
Khoury, Philip S., Syria and the French Mandate: The Politics ofArab Nationalism, 1920 – 1945, 
Princeton, NJ: Princeton University Press, 1987. 
Minorsky, Vladimir F., Musul Sorunu, Çev: Salim Şahin, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998. 
Müderrisoğlu, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Ankara, 1981. 
Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara, 1972. 

Makaleler; 

Kaymaz, İhsan Şerif, “Emperyalizmin Kürt Kartı”, Gazi Üniversitesi Akademik Bakış Dergisi, C. I, Sayı: 1 (Kış 2007), s. 156–191. 
Sarıkoyuncu Değerli, Esra, “ Lozan Barış Konferansında Musul ”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 10, Sayı 18 (Aralık 2007), s. 127–140. 


DİPNOTLAR;

1 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. V., Ankara, 1947, s. 207-208.
2 PRO, FO 602/52; PRO, FO 602/8; PRO, FO 881/5168A.
3 Thomas Edward Lawrence İngilizlerin Orta Doğu'daki Ünlü casus subaylarından dır. İngilizlerin Orta Doğu'ya yayılma siyaseti istikametindeki faaliyetlerine katılıp, 1910 yılında Türkiye'ye gelmiştir. Fırat Nehri kıyısında arkeolojik araştırmalar adı altında, petrol etüdü, siyasi ve etnolojik bilgiler toplamıştır. Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır'ı gezip, Arapça ve İslam adetlerini öğrenmiştir.
4 PRO, FO 226/225; PRO, FO 882/14.
5 Abdülhaluk M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1996, s. 300–307.
6 İstanbul Anlaşması: 1915 yılının Şubat ve Mart aylarında İngiltere, Fransa ile Rusya arasında yapılan Boğazlar dahil İstanbul ve çevresinin Rusya’ya verilmesini öngören gizli anlaşmadır. Londra Anlaşması: 26 Nisan 1915 tarihinde İtilaf Devletleri ile İtalya arasında Menteşe Adaları (Oniki ada)’nın ve Anadolu paylaşıldığı takdirde Antalya ve çevresinin de İtalya’ya bırakıldığı gizli antlaşmadır. Saint Jean Maurienne Anlaşması: 18 Ağustos 1915 tarihinde İtilaf Devletleri ile İtalya arasında yapılan gizli antlaşma ile İtalya’ya verilecek pay ve nüfuz alanı genişletilmiştir. Sykes-Picot Anlaşması: 9-16 Mayıs 1916 tarihinde yapılan antlaşma ile Suriye’nin Fransa’ya, aşağı Mezopotamya’nın İngiltere’ye verilmesi kabul edilmiştir. Ayrıca 1915-1916 yıllarında İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri M. C. Mahan ile Arap liderleri arasında gerçekleşen görüşmeler sonucu Arapların bağımsızlığı kabul edilmiştir. Balfour Bildirisi: 2 Kasım 1917 tarihinde Yahudilere bir yurt verilmesinin vaat edildiği bildiridir (Fahir H. Armaoğlu, Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara, AÜ SBF Yay., 1975, s. 438-439, 451-452).
7 Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Ankara, 1981, s. 18-19.
8 İhsan Şerif Kaymaz, “Emperyalizmin Kürt Kartı”, Akademik Bakış, C. I, Sayı: 1 (Kış 2007), s. 159–160.
9 Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Ankara, 1992, s. 134-151.
10 İbrahim Ethem Gürsel, Kürtçülük Gerçeği, Ankara, 1977, s. 56-57.
11 Çay, a.g.e., s. 341.
12 Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Başkanlığı Yay., Ankara, 1972, s. 168-213.
13 Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), s. 249-270.
14 Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), s. 271-317.
15 Çay, a.g.e., s. 342.
16 Çay, a.g.e., s. 343.
17 Macaristan eski Başbakanı Kont Teleki, Belçikaordusunda görevli Albay Poulis ve Bükreş’teki İsveç Bakanı A. Wirsen.
18 Vladimir F. Minorsky, Musul Sorunu, Çev: Salim Şahin, Avesta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 19, 38–39.
19 Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Lozan Barış Konferansında Musul”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 10, Sayı 18 (Aralık 2007), s. 137.
20 PRO, AIR 23/407.
21 11 Haziran 1927 tarihli Musul ve Kerkük İngiliz Özel Servisi tarafından hazırlanan raporda Wahan Papazian’ın Osmanlı Parlamentosunda Van Ermeni milletvekili olduğu ve şimdi Ermeni Taşnak-Sütyun Partisinin Merkez Komitesinin etkin ismi olduğu belirtilerek, Kürt Devrim Komitesi ile gizli olarak işbirliği içerisinde olduğu vurgulanmıştır. (PRO, AIR 23/407).
22 PRO, AIR 23/407.
23 1921-1922 yılları arasında Doğu Anadolu Bölgesinde isyan çıkaran eden Şikak Aşireti reisidir(PRO, AIR 23/407).
24 1880-1940 yılları arasında yaşamış Süriyeli bir politikacıdır. İngiltere’nin desteğini alarak Suriye, Filistin ve Lübnan’ı içine alan bir konfederasyon kurmak istemiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz., Philip S. Khoury, Syria and the French Mandate: The Politics ofArab Nationalism, 1920 – 1945, Princeton, NJ: Princeton University
Press, 1987.
25 PRO, AIR 23/407.
26 Fanizade Ali İlmi, II. Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının ikinci döneminde Kozan milletvekili olarak bulunmuştur. Hayatının önemli bir bölümü Adana’da geçen Ali İlmi, burada, Anadolu ve Teceddüt (Yenilik) gazetelerinin başyazarlığını yaptığı gibi, Rehber (Yolgösterici) ve Ferda (Yarın) adlarında iki gazete yayımlamıştır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür(PRO, AIR 23/407).
27 PRO, AIR 23/407.
28 PRO, AIR 23/407.
29 Kürt Teali Cemiyeti üyesidir. Şeyh Sait isyanından sonra Suriye’ye kaçmış ve burada Hoybun Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır(PRO, AIR 23/407).
30 PRO, AIR 23/407.
31 Serbest adlı gazetenin yazarıdır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür  (PRO, AIR 23/407).
32 Kurtuluş Savaşı muhalifi olan Osmanlı devlet ve siyaset adamıdır. Gümülcine milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda yer almıştır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür (PRO, AIR 23/407).
33 Kurtuluş Savaşı muhalifi olarak Alemdar Gazetesini çıkarmıştır. 150’likler listesinde yer almış, 28 Haziran 1938 tarihinde 150’liklerin yurda girmesini engelleyen yasanın kaldırılmasıyla Türkiye’ye dönmüştür(PRO, AIR 23/407).
34 PRO, AIR 23/407.
35 PRO, AIR 23/407.
36 PRO, AIR 23/407. 
37 PRO, AIR 23/407. Raporda değinildiği gibi, 22 Mayıs 1929 tarihinde Jilyan Aşireti Reisi Ali Resul tarafından bir ayaklanma çıkarılmış, 14 Eylül 1929 tarihinde ise Tendürük olayları baş göstermiştir. 
38 PRO, AIR 23/407. 
39 PRO, AIR 23/407. 
40 Çay, a.g.e., s. 341; Ayrıca bkz: EK: I (PRO, AIR 23/407). 
41 Çay, a.g.e., s. 331-332. 
42 Kürt Teali Cemiyeti üyelerindendir. Hevi Cemiyetinin yayın organı olan Roji dergisinde yazılar yazmıştır. Şeyh Sait isyanından sonra Suriye’ye kaçmıştır. 
43 PRO, AIR 23/407. 
44 PRO, AIR 23/407. 
45 PRO, AIR 23/407. 
46 PRO, AIR 23/407. 
47 PRO, AIR 23/407. 
48 PRO, AIR 23/407. Ayrıca bkz: EK: II 
49 Emperyalistlerin Dersim İsyanındaki rolü hakkında ayrıntılı bilgi almak için bkz., Suat Akgül, Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında Dersim, Yaba Yay., İstanbul, 2000. 

***