Süryani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süryani etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2019 Salı

Bölücülüğün Taşları Nasıl Döşendi., Türkler Nasıl Uyutuldu!

Bölücülüğün Taşları Nasıl Döşendi., Türkler Nasıl Uyutuldu! 



Yazar: Mümtaz Sarıçiçek 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

Yıl 1992. Ahmet Türk ile şehit Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis bir televizyon programında, Nazlı Ilıcak ve Taha Akyol’un konukları. Program boyunca yöneticilerin ısrarla Ahmet Türk’ün ağzından almaya çalıştıkları bir ifade var:
 “PKK bir terör örgütüdür!” Ancak Ahmet Türk kem küm ediyor; ıkına sıkına PKK’nın faaliyetlerini onaylamadığı manasına gelecek sözleri söylemek zorunda 
kalıyor. 

Aradan yirmi yıl geçti… 

Oral Çalışlar 3 Ağustos 2013 tarihli Taraf’taki yazısına şehvetli bir başlık koymuş: “Kürdistan Konferansından Büyük Kürdistan’a”. Çalışlar, on altı yıl önce kendisine sorulduğunda cevap vermekte zorlandığını iddia ettiği bir soruyla başlıyor: “Nüfusu 20 milyondan fazla olan, bir ortak toprak parçası üzerinde yaşayıp devleti olmayan Kürtlerden başka halk var mıdır?” Çalışlar cevabı vermiyor; ama yazının devamından “yok” kabul ettiği ve bugünlerde artık o yolun açıldığını düşündüğü anlaşılıyor. Aslında dünya coğrafyasını ve demografik yapısını çok iyi bildiğini zannettiğimiz Çalışlar’ın bu soruyu cevaplandırmaması tipik bir “şark kurnazlığı.” Çünkü cevap verse ve “yok” dese, herkesin bildiği bir gerçeği inkar etmiş olacak; “var” dese, yazısında empoze etmek istediği düşünceye aykırı davranmış olacak. Esasında, Çalışlar’ın bu sorusu Türk milleti üzerinde yıllardır yapılan psikolojik operasyonun tipik uygulamalarından biridir. Soruyu tekrar edelim: 

“Nüfusu 20 milyondan fazla olan, bir ortak toprak parçası üzerinde yaşayıp devleti olmayan Kürtlerden başka halk var mıdır?” 

Önce dil psikolojisi açsından soruyu irdeleyelim: Türkçe “soru cümlesi”nde vurgu “soru kelimesi” üzerindedir; diğer öğeler yükleme yakınlığı ölçüsünde vurgu alır. Bilhassa birleşik bir cümle söz konusuysa yan cümlecikler, öznenin sıfatları ve tümleçler ikinci planda kalır ve içerikleri okuyucunun/dinleyicinin bilgi, kültür, o andaki psikolojik durumuna bağlı olarak bilinçaltına yerleştirilir. 

Bunu basit bir örnekle açıklayalım: Günlük hayatın telaşı içinde, televizyon kültürüyle yetinen geniş kitlelere “Buradan sık sık geçen sarı saçlı, yeşil gözlü zenciyi gördünüz mü?” biçiminde bir soru yöneltilse muhatapların büyük bir kısmı “görmedim” diye cevaplandıracak; “hangi sıklıkla geçermiş”, “öyle zenci mi olurmuş”, sorusu akıllarına gelmeyecektir. Fakat çoğunluğun bilinçaltına “buradan sık sık bir zenci geçiyormuş” olgusu ve “sarı saçlı, yeşil gözlü zenci” imgesi yerleşecek, bu tekrar edildikçe pekişecektir. 

Şimdi Çalışlar’ın cümlesine dönebiliriz. Cümlenin yüklemi, “var mıdır”; öznesi “Kürtler’den başka devleti olmayan halk” söz grubu olan bir cümle. Asıl cümle, “Kürtlerden başka devleti olmayan halk var mıdır?” biçiminde olsa da amaç bu soruyu sormak değildir. Eğer asıl soru bu olsaydı Çalışlar soruyu cevaplandırırdı. O halde soru neden soruluyor? 
Bahsettiğimiz psikolojik operasyonun sırrı burada! 

Okuyucunun dikkati yukarıda açıkladığımız üzere “soru kelimesi” “var mıdır” üzerinde ama asıl maksat cevabı bilinen bu asıl cümle ile ilişkili değil; birleşik cümlenin iki yan cümleciğinin içeriğini okuyucunun bilinçaltına yerleştirmek: 

1. Kürtlerin nüfusu 20 milyondan fazladır. 
2. Bütün Kürtlerin ortak bir coğrafyası vardır. 

   Bunlar cümlenin vurgu taşıyan öğeleri olmadığı için tartışmaya kapalı bir ön kabul biçiminde sunuluyor. Şimdi bu iki içeriğin etik ve bilimsel yönden doğruluğunu tartışabiliriz: 

1. Kürtlerin nüfusu yirmi milyondan fazladır: 

Her şeyden önce bu cümlenin bir algı yanılsaması yaratmayı amaçladığı bellidir. Çünkü zikredilen sayının “hangi Kürtler”le ilişkili olduğu kasıtlı olarak söylenmiyor. 
Okuyucunun ilk algısı Türkiye Kürtleri olacaktır; çünkü cümlenin muhatabı olan insanlar Türkiye’de yaşamakta ve yıllardır bu konu onun canını yakmaktadır. Keza, bu, Kürtçüler tarafından da sıkça dile getirilen bir iddiadır. Örneğin “ılımlı Kürt aydını” denilen Kemal Burkay birkaç ay önce bir televizyon programında Türkiye’deki Kürtlerin nüfusu en az Türkler kadar; bu bakımdan Kürtlerin federatif temsili meşrudur ama diğer halkların sayısı az olduğu için bu hakları yoktur demişti. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama gereksizdir. Lakin akla şu soru geliyor: Madem Kürtçüler bunu aleni ve sürekli söylüyorlar, Çalışlar’ın sorusu neden bir operasyon kabul ediliyor? Cevabı çok basit: Kürtçüler bunu kendi tabanlarına söylerken, Çalışlar gibi liberal/sol kökenli yazarların hedef kitlesi PKK’ya mesafeli duran; onu marjinal bulan İslamcı, liberal, sol, apolitik her kesimden Türkler. Kaldı ki, gargara yapılan bu cümlelerde kendisine çıkış yolu bırakan bu tür yazarlar sıkıştırıldığında bütün Kürtlerin nüfusunu kastediyoruz diyerek kendilerini ahlaken de kurtarmış oluyorlar! 

Oysa bilinen gerçek şudur: Türkiye’de yaşayan Kürtlerin nüfusunu en yüksek gösteren araştırmalarda bile sayı 13,5 milyondur ve üstelik Kürt olmadıkları bilimsel verilerle ispatlanmış olan Zazalar da her ne hikmetse ısrarla bu rakama dâhil edilmektedir. Netice itibariyle bu yan cümlecik bir yalanı bir algı yanılsaması yaratarak bir olguymuş sunmayı, okuyucunun bilinçaltına yapılan bir operasyonun göstergesi haline geliyor. 

2. Kürtler ortak bir toprak parçasında yaşıyor: 

Bu ikinci yan cümlecik okuyucunun bilinçaltına bir “Kürt toprağı” olgusu yerleştirmeyi amaçlıyor. “Ortak toprak parçası” ile diğer milletlerden arınmış, sadece Kürtlerin toprağı olan yani yazının başlığına şehvetle yerleştirilmiş “Kürdistan” kastediliyor. Bugünlerde sık sık duyduğumuz bu şehvetengiz ifade Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri tarihi gerçekliğe aykırı biçimde bir Kürt vatanına dönüştürme çabasının ürünüdür. Oysa “vatan” üzerinde siyasi egemenliğin tesis edildiği, kanla, terle, ilimle, irfanla, kültürle, mimariyle yoğrulan bir coğrafyanın adıdır. Türkiye’nin doğusu ve güney doğusu Artuklu, Tolunoğlu, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Osmanlı ve Cumhuriyet Türklerinin kanı, emeği, ilmi, irfanı, kültürü, mimarisi ile yoğrulmuş bir coğrafyadır. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye de Kürt, Türk/ Türkmen/ Azeri, Arap, Süryani, Ermeni kültürlerinin harmanlandığı tarihî ve aktüel bakımdan Kürt vatanı sayılmasına imkân olmayan coğrafyalardır. Mardin, Diyarbakır, Van, Bingöl, Şanlı Urfa, Adıyaman, Musul, Kerkük, Erbil, Tuzhurmatu ve benzeri birçok şehir/bölge tarihin hiçbir döneminde Kürt kimliği taşıyan beldeler olmamıştır. Hangi mezar taşında, hangi cami kitabesinde, hangi kale kapısında, hangi medresede, hangi çeşmede Kürtçe bir satır yazı vardır. 

Son elli yılda Kürtçü terör ve asimilasyonlarla gayrı Kürt unsurlardan arındırılma  çalışmalarına son on yılda siyasi iradenin verdiği destekle sanal bir Kürdistan oluşturulmakta, psikolojik operasyonlarla da millet buna razı edilmeye çalışılmaktadır. 

Gelelim Çalışlar’ın cevabını bildiği halde sorduğu; “Dünya üzerinde bu sayıda olup kendi devleti olmayan Kürtlerden başka halk bulunup bulunmadığı” sorusuna. Bu iddiayı çürütecek örneklerden bir kaçı şunlardır: Doğu Türkistan Türklerinin sayısı 35 milyonun üzerindedir ve ülke Çin işgali altındadır. Güney Azerbaycan Türklerinin sayısı 35 milyonun üzerindedir ve ülke İran işgalindedir. ABD nüfusunun yaklaşık 40 milyonunu Almanlar, 30 milyonunu İrlandalılar, 25 milyonunu Afrikalılar, 20 milyona yakınını İtalyanlar ve bir o kadarını da Meksikalılar oluşturmaktadır. Örnekleri çoğalmak mümkündür; tek bir örnek bile bu iddianın geçerliliğini ortadan kaldırmaya yeter. Kürtçü bölücülüğe meşruiyet kazandırmak için ortaya atılan bu iddialar hem bilimsel hem de “ahlaki” zaaf içerir. Çünkü dünyadaki devlet sayısı bilinen anadili (her anadili bir halk olduğuna ve yaklaşık 2000 civarında anadili ve 200 civarında da devlet bulunduğuna göre) sayısının onda biri kadardır. Eğer “devlet” salt hümanist çerçevede algılanacak bir olgu ise bir tek kişinin dahi kendi devletini kurma hakkını yok saymak ahlaka aykırıdır. Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığını destekleyenlerin Doğu Türkistan, Güney Azerbaycan, Çeçenistan, Keşmir gibi coğrafyalardaki Türk ve Müslümanların gasp edilen haklarına ilişkin tek satır yazmamaları da ahlaki zaafın bir göstergesidir. 

Yazının başında bahsettiğimiz televizyon programında Ahmet Türk’ün ağzından PKK terörünün kınanmasını duymak isteyen program yöneticileri yirmi yıl önceki Türk kamuoyunun ruh halini temsil ediyorlardı. O gün Türk milletinin büyük bir ekseriyeti, medyası ve siyaseti Amerika’da veya dünyanın herhangi bir ülkesinde Kürdistan ifadesi kullanıldığında resmi ve gayrı resmi yollardan tepki gösteriyor, 
çeşitli haritalar yayımlandığında kıyameti koparıyorlardı. Ancak, aradan geçen bunca yılda Türk milleti üzerine yapılan psikolojik operasyonla yalan ve sanal bir tarih algısı yerleştirildi; Türkiye Cumhuriyeti’nin

Başbakanının dilinden bu tarihi yalan seslendirildi: “Osmanlı’da Kürdistan eyaleti vardı.” Bugün de Oral Çalışlar şehvetle “Büyük Kürdistan” başlığı atıyor… 

http://www.21yyte.org/ 
adresinden 
06.08.2013 12:53 tarihinde indirilmiştir..

http://www.21yyte.org/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/08/05/7146/boluculugun-taslari-nasil-dosendi-turkler-nasil-uyutuldu


..

11 Aralık 2017 Pazartesi

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BAŞKANLARI ORSAM SÖYLEŞİLERİ, BÖLÜM 8

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI  BAŞKANLARI ORSAM SÖYLEŞİLERİ, BÖLÜM 8


İHSAN DOĞRAMACI ERBİL VAKFI

            Nesrin Erbil 13*
*13. İhsan Doğramacı Erbil Vakfı Genel Sekreteri Nesrin Erbil 22 Temm uz 2010

ORSAM: Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. 

Nesrin Erbil: 

Ben teşekkür ederim. 

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? 

1939’da Erbil’de doğdum. Çocukluk çağım ve gençlik çağımın ilk yıllarını Erbil’de geçirdim. İlkokulu Erbil’de bitirdim. Sonra Bağdat’a gittim. Bağdat’tan Oxford 
Üniversitesi’nden mektuplaşma yoluyla ders almaya başladım. Bağdat’ta İngilizce lise sınavına girdim. Sınavı kazandım. 1.000 kişiydi o sınava katılanlar olarak ama üç kişi geçebildi. Onlardan biri bendim, biri Musullu bir Hıristiyandı ve bir kişi daha vardı. Ondan sonra, hayatımın çoğu seneleri Bağdat’ta geçti. Bağdat’ta 4 sene Alman Kültür Merkezi’ne devam ettim. Dil kurslarına katıldım ve diploma aldım. Sonra Cambridge’in İngilizce dil sınavına girdim, onu kazandım. Bu arada 12 yaşından itibaren şiir yazmaya başladım. Babam şairdi, onun etkisinde kalmıştım. 
Daima şiirlerimi yazar babama gösterirdim, babam da onları düzeltirdi. En sevdiğim şey şiir yazmaktı ve aynı zamanda resim yapardım. 
Yağlı boya, sulu boya resimlerim de oldu. Ben Bağdat ve Erbil’deyken hiçbir yerde çalışmadım. 

Türkiye’ye ne zaman geldiniz? 

Türkiye’ye eskiden de her sene gelirdim. Yazın 2- 3 ay kalır dönerdim. Ama temelli olarak 2004 yılında geldim. Ondan sonra temelli burada kaldım. 
Türk uyruğuna girdim. Ondan sonra İhsan Doğramacı kendisiyle çalışmamı teklif etti. Tabi seve seve kabul ettim. Hepimizin büyüğüdür o Türkmenlere çok büyük yardımları dokunmuştur. Onun 7 vakfı vardır. En son kurduğu vakıf, İhsan Doğramacı Erbil Vakfı’ydı. O vakfa beni Genel Sekreter olarak tayin etti. Şimdiye kadar ben o vakıfta çalışıyorum. 

Bu vakıf dahilinde neler yaptınız? Bize biraz onlardan bahsedebilir misiniz? 

Erbil Vakfı olarak, Erbil’de İhsan Doğramacı Kliniği’ni açtık. Türkmen hastalara hem de Türkmen okullarında okuyan öğrencilere bakan bir hastanemiz var. 
Tedavilerini ve ilaçlarını da biz karşılıyoruz. Erbil’de bir kültür merkezimiz var. Kültür merkezinde bir folklor ekibimiz var. Haftada üç gün eğitim görüyorlar ve 
senede iki defa Bilkent Üniversitesi’ne gelip özel hocalardan eğitim görüyorlar. Yazın bir-bir buçuk ay kalıyorlar. Kışın geldikleri zaman 15 gün, yani sene ortası 
tatilini burada geçiriyorlar. Ondan sonra biz her sene bir heyet olarak Erbil’e gidip, oradan öğretmenler, televizyonda çalışanlar, rejisör, bu gibi işlerde 
çalışanları getirip sınava alıyoruz. Orada ilk önce Türkçesi biraz düzgün olanları getirip, Bilkent’te bir ay eğitim veriyoruz. Yani herkes kendi dalında eğitim alıyor. 
Bir yardım olsun diye. Tabi yalnız Erbil’den değil, Türkmenlerin bulunduğu her yerden getirilen Altınköprü, Telafer, Musul, Kerkük, Bağdat’taki bütün Türkmenlerin yer aldığı bir program. 

Zaten ondan önce ilan veriyoruz. Her Haziran’ın 25’inde biz gidip, bunları sınava alıyor ve getiriyoruz. Yani uygun bulduklarımızı tabi. Burada bir ay eğitim 
görüyorlar. Her sene bu böyle devam ediyor. 

Bundan başka, üniversite bitirmiş gençlerimizi onları da bilgisayar, İngilizce, Türkçe sınavına aldıktan sonra yine Bilkent Üniversitesi’nden götürdüğümüz hocalarla birlikte uygun olanları master için onları Türkiye’ye getiriyoruz. Ve şimdiye kadar Bilkent’te eğitimine devam eden öğrenciler olduğu gibi, iki kişi masterını bitirip Erbil’e döndü. Bunlardan da gayemiz, Erbil’de İhsan Doğramacı’nın 60 milyon dolar yatırdığı bir proje için. O proje de Bilkent Erbil Koleji’dir. 

Orada bu kolej Türkmenlere eğitim verecek. Ama biz zaten o vakıf senedinde yazılmış olduğu gibi ayrım yapmak istemiyoruz. Yani bu kolejde çoğunluğu Türkmenlere veriyoruz ama o bölgede yaşayan Kürt de, Arap da, Hıristiyan da gelebilir.

Eğitim sezonu ne zaman başlayacak Erbil Koleji’nde? 

İki seneden beri orada inşaat devam ediyor. Bu sene Eylül’de eğitime açılacak inşallah. Alım koşulları nasıl olacak? 

Ortaokul, lise hepsi bitti, hocalar için lojmanlar, spor sahaları, spor salonları, kütüphane, yemekhane vs. bunların hepsi bitti. Ama İhsan Doğramacı’nın vefatından sonra şöyle bir karar alındı; anaokulundan ve ilkokuldan başlayalım dediler. Hani hemen ortaokula, liseye almayalım biraz düşük olur seviyeleri. İlkokul birinci sınıftan alınsalar ve anaokulunu bitirdikten sonra hemen birinci sınıfa geçiyorlar. Başka bir eğitim alacaklar. Tabi orada eğitim İngilizce ve Türkçe olacak. Arapça ve Kürtçe yok. 

Bir ders Türkçe var, bir ders de Arapça din dersi olarak var. Bün hocalar İngilizce dersler için İngiliz ve Amerikalı olacaklar. Türkçe dersler için de buradan Türkiye’den yani Bilkent’ten hocalar götüreceğiz. 

Türkiye’deki kolej sistemi gibi eğitim parayla mı olacak? 

Evet parayla olacak. Ama yani büyük bir meblağ olmayacak. Çünkü biz aynı zamanda yardım etmek istiyoruz oradakilere. Lise ve ortaokul için burslu bir proje düşündük. Ama çocuklar kabiliyetli olmalı. Onlar ziyan olmasınlar diye biz onları burslu okutturacağız. 
O zaman size biraz da rahmetli İhsan Doğramacı ile ilgili sorular sormak istiyoruz. Türkiye’ye de çok büyük katkıları olan eğitime hem de bölgesine çok ciddi katkılar yapan bir Türk büyüğüydü. Sadece Irak değil, Türk dünyası açısından da aynı şekilde önemli bir şahsiyetti. İhsan Doğramacı’yı birkaç cümleyle bize nasıl anlatırsınız? 

Zaten onu anlatacak kelime bulmam çok güç. O kadar iyi, o kadar büyük bir insandı ki yani onun için ne desem yine de azdır. Yani onu sevdiğim için, onunla çalıştığım için bunu demiyorum, onu herkes böyle biliyor. Hiç kimseden yardımını esirgemezdi. Eğitim bakımından biliyorsunuz Bilkent var, Hacettepe var, Hacettepe Hastanesi var. Yani elinden geldiği kadar herkese yardım etti. Yalnız Irak Türkmenleri için değil, bütün dünya Türkmenleri, Türkmenistan’dan, Azerbaycan’dan, Kazakistan’dan her yerden öğrencileri getirip onlara fırsat veriyor, okutturuyordu. Tabi hepsi burslu olarak okuyordu. Türkmenlere, yani Irak Türkmenlerine özellikle çok katkıları oldu. Hiçbir şeyi esirgemezdi, sadece 
eğitimde değil her bakımdan. Bütün bizim hastaneye gelen hastalar yani hastalıkları biraz ağırsa, orada rapor hazırlanıp Türkiye’ye gönderilirdi. 
Onları hemen oradan aldırtıp, hocamın hesabına Hacettepe Hastanesi’ne yatırırdık. Hastalık tedavisi, ameliyat gerekirse ameliyat yapılıp hepsi İhsan Doğramacı’nın hesabına olurdu. Bu halen devam ediyor. Ali Doğramacı, İhsan Hoca’nın yerine geçti ama Ali Hoca da İhsan Hoca’nın yaptıklarının aynısını devam ettiriyor. Allaha şükür hiçbir şeyi esirgemiyor. Biz ne istersek hayır demiyor, onaylıyor. Biraz da Türkmenlerin ve sizin çektiğiniz sıkıntılardan bahsedelim. 

Irak’ta yaşadığınız dönemde sıkıntılarınız oldu mu? 

Tabi bir Türkmen olarak sadece ben değil, tüm Türkmenler sıkıntı çektiler. Dilimizi istediğimiz gibi okuyamazdık. Türkmen okulları yoktu. Benim 
vaktimde öyleydi. Bizlere annemiz, babamız veya ağabeyimiz Türkiye’yi öğretiyorlardı. Biz de daha sonradan yani bildiklerimize, tanıdıklarımıza 
öğretiyorduk. Ben daha on iki yaşlarındayken Erbil çarşı, pazarına gidip Türkçe ders verdiğim insanlar olmuştur. Aynı zamanda evde haftada üç gün benim yanıma gelen etraftaki komşular, komşu çocukları, mahallelerden gelen çocuklara ders verirdim. Yani bir tek ben değildim, benim ağabeylerim de aynı şeyleri yapardı. Bildiğim Türkmenler de aynı şeyi yapardı, çünkü gitgide erimemek için dilimizi kurtarmak istiyorduk. Allaha şükür şimdiye kadar, kendi irademizle, kendi gücümüzle, hiçbir yerin yardımı olmadan, bilhassa Türkiye’nin hiçbir yardımı olmadan, ayakta durmayı başardık.

Peki şu anki Irak’ta Türkmen siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı mı, başarısız mı? Neler yapılmalı? 

Türkmen siyasetinde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama bildiğiniz gibi, tabi engeller var. Yani bütün istediklerini hemen yapamazlar. 
Etrafta engeller var, ama eskisine göre o bizim yaşadığımız devirden biraz daha iyidir. Türkmen okulları var, insanlar serbestçe kendi dillerini okuyorlar, kendi kültürlerini alıyorlar. Bu bakımdan bizim zamanımızdan çok daha iyidir. Peki sizce Türkmen siyasetini geliştirebilmek için neler yapılabilir? 

Nesrin Erbil: Her şeyden önce, Türkiye’nin yardımcı olması gerekiyor. Çünkü herkesin bir arkası vardır. Kürtleri Amerika tutuyor. Ondan sonra, Bağdat’taki Şii hükümetini İran destekliyor. Türkmenler arada kalmış vaziyetteler. Bizi destekleyen, bizim elimizi tutan hiç kimse yok. 
Kendi irade gücümüzle bu güne kadar dayanabildik. Ne kadar daha sürecek onu bilmiyorum. Tabi ezile ezile ama kendimizi yine de ezdirmemeye çalışıyoruz. 

Peki siz Erbil’de kurulmuş olan bir vakıf olarak Kürt grupların baskılarıyla çok karşılaşıyor musunuz? 

Bu çalışmalarda hiçbir baskı olmuyor, çünkü dediğim gibi, bizim Erbil Vakfı Senedi’nde “ayrım yapmayız” diye yazılıdır. Hiçbir türlü ayrım yapmıyoruz. Yani mesela bizim ilgilendiğimiz o hastalar içinde Kürt hastalar da vardır. Buraya getirip tedavi ettiriyoruz. Okullarda Kürt öğrenciler var, Türkçe okuyorlar. Ve o okullara biz yardımcı oluyor, ihtiyaçlarını beslenmelerine kadar biz karşılıyoruz. Orada hem Türk hem de Kürt öğrenciler var. Onun için yani pek baskı yapmıyorlar. Şimdi kendileri de bundan istifade ediyorlar. Daha önceden servis olmadığı için Türkmen okullardan ayrılan öğrenciler olmuştu. Öğrenciler çok azalmıştı. Daha sonradan biz onlara servis getirdik, üstünde de İhsan Doğramacı Erbil Vakfı’nın diye yazıyor. Bu servislerle birlikte öğrenciler daha fazla çoğaldılar.

Çoğaldılar mı? 

Evet. Çünkü zaten çoğu fakir insanlar. O durumdayken, her gün taksiye para verip gelebilirler miydi okula? Tabi ayrılıyorlar, Kürt okullarına gidiyorlar. Şimdi bu servisler olduktan sonra, eskisinden daha fazla öğrenci gelmeye başladılar. Biz bir liseyi de onardık. Öğretmenlerine kadar hepsini biz getirdik ve bu öğretmenlerin hepsi Türkmen. O lisenin maaşlarını da biz veriyoruz. İpek Anaokulu isimli bir anaokulunda aynı şekilde biz yardım yapıyoruz. İpek Anaokulu’nun müdürü Kerküklüdür, Türkmendir. Ve çocukları Türkçe okuyorlar, Türkçe şarkı söylüyorlar. İnsanın gittiği zaman göğsü kabarıyor. O Türkmen okullarında Kürtçe ve Arapça da okuyorlar, ama onun yanı sıra bir de Türkmence var. Onun için biz onlara da yardımcı oluyoruz. Türkçe’nin korunması bu anlamda çok önemli. Tabi. Bu kapsamda Erbil’deki bölgesel yönetimle 

Türkiye’nin arasındaki gelişen ilişkiler sizce Türkmenlere olumlu katkı yaptı mı? 

Onu konuşmak için daha çok erken. İyi de olabilir, kötü de olabilir. Şimdilik hiçbir şey söylemeyeyim. 

Bir Türkmen olarak Türkiye’den beklentiniz nedir? 
Az önce söyledim. Türkiye’den bir tek beklentimiz var, sırtımız boşta kalmasın yani. Arkamızda biri var diyelim. 

Son olarak Türkmenlere mesajınız nedir? 

Türkmenler için şimdiye kadar en çok arzu ettiğim şey, Türkmenler kendi aralarında ayrım yapmamasıdır. Her zaman birbirlerini desteklesinler. 
Yani ben Erbilliyim, ben Kerküklüyüm, ben Kifriliyim, ben Telaferliyim, olmasın. Bir tek Türkmen olsun, Türkmen evi. Allah rahmet eylesin İhsan Doğramacı Türkmeneli demişti. Bir tek Türkmen evi olsun diyorum. Bütün Türkmenler birleşsinler, kalpleri bir olsun, gönülleri bir olsun, ayrım yapmasınlar. Ayakta durabilmek için en önemli şey budur. Sorularımızı içtenlikle yanıtladığınız için teşekkür ediyoruz. 

Ben teşekkür ederim.

*****

TÜRKMEN DANIŞMA MECLİS BAŞKANI

          Ümit Akkoyunlu*14
14. Türkmen Danışma Meclisi Başkanı Ümit Akkoyunlu 24 Ağustos 2010

ORSAM: Öncelikle bize kendinizi biraz tanıtır mısınız? 

Ümit Akkoyunlu: 1944 yılında Kerkük’te doğdum. 1960 yılında Türkiye’ye geldim. Türkiye’de Tıp Fakültesini bitirdim ve şimdi ortopedi profesörüyüm. Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin çeşitli aşamalarında genel başkanlığını yaptım. Ankara şubesini kurduk. Genel merkezin Ankara’ya nakledilmesiyle uğraştık, ama başarılı olamadık. Çünkü halkımız onu pek fazla arzu etmedi. Daha doğrusu İstanbul’daki yöneticiler istemediler. Hâlbuki doğru bir stratejiydi. Çünkü aktif olarak çalışmak isteyen Akademisyenlerden oluşan bir ekibimiz vardı ve hükümetin merkezi olan bir yerde aktif olmak istedik. Onu başaramadık, çok da önemli değil. Çünkü daha sonraki konjonktürel gelişmelerle derneksel faaliyetler geri plana atıldı. 

Neden? Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) var. Bu Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’nin şu andaki başbakanı onun eş başkanıdır, onu ilan ettiler. 
Daha önceki Başbakan Mesut Yılmaz Diyarbakır’ın başkent olduğunu söyledi. Dolayısıyla bu istikamette konjonktürel değişiklik şunu öngördü. 
Biz de bu bölgede Irak Türkmen meselesi son derece önemli olmakla birlikte önemseme açısından Türkiye’nin bugüne kadar üzerinde durmadığı ve bir politika üretmediği de bir vakadır. Onu ben söylüyorum, ama “Irak’la ilgili bir projemiz yok diye” Türk yetkililerde söylüyor. Olmayınca mı iyi olunca mı iyi? Gayet tabii ki olsaydı daha iyi olurdu. 

Buradaki yapısal değişiklikte Türkiye’nin rolü olması gerektiğini tüm hayatım boyunca inandım. Burada Amerika’nın bir proje yapması ve Türk başbakanlarının bu proje uyması yerine Türkiye’nin yaratacağı bir proje olması lazım. Biz de Türkiye’nin yetkili makamlarına 2002 yılında “geleceği yaratma projesi” adı altında bir proje sunduk. Biraz iz bıraktı sanıyorum. Türkiye’deki bu izlerin nasıl olduğunu bilmek zordur. Kurumlarda insanlar değişiyor. İnsanların çözüm 
önerileri farklı, vizyonları farklı, bildikleri farklı. Dolayısıyla bu derneksel faaliyet bir donma noktasına geldi. Yani derneksel faaliyetler daha çok kültürel ve sosyolojik yapısallaşmaya yarayan bir şeydir. 

Siyasi platforma atılmaya yaramaz. 

Kamuflaj olarak kullanabilir, ama bir uluslararası platforma çıktığınızda derneğim dediğiniz zaman size ikinci sınıf bir organizasyon olarak bakarlar. Yani Batı henüz olgunlaşmamış bir sosyolojik yapı olarak bakar. Bu noktada hareketle 2002 yılında biz bütün Türkmenleri kucaklayan bir Türkmen Danışma Meclisi kurmak amacıyla bütün dünyadaki Türkmenlere bir anons yaptık. Bunu web sayfamızda bulabilirsiniz. 
Turkmenya.com adlı sayfamızda var. 2002 yılında Türkmen Cephesi’nin iyi politika üretemediğini, kadronun buna yetersiz olduğunu, Türkmenleri iyi temsil etmediğini ben biliyordum, yaşıyordum. Bütün aydınlar akademisyenler bunu yaşadı. Halkımız da bunu yaşıyordu, halkı kucaklayamadı. Akademisyenleri bir tarafa bıraktı. Basit anlamsız memur zihniyetiyle “az olsun, benim olsun” anlayışıyla organize etmeye çalıştı. Türkmenler nüfus itibariyle 2,5-3,5 milyon arasında bir nüfusa sahiptir. Niye bu kadar geniş bir tahminde bulunuyorum. 
Çünkü 1957’den sonra ciddi bir sayım yapılmamış ve sayımla beraber etnik yapıyı belirleme yapılamadığı için bilemiyoruz. Türkmenler nüfus itibariyle 2,5-3,5 milyon arasında bir nüfusa sahiptir. Niye bu kadar geniş bir tahminde bulunuyorum. Çünkü 1957’den sonra ciddi bir sayım yapılmamış ve sayımla beraber etnik yapıyı belirleme yapılamadığı için bilemiyoruz. Yabancı kaynaklar da bunu teyit ediyor. Uydurma yabancı kaynaklar da var. Yani Kürtleri savunan mekanizmalar bizi daima küçük ve az göstermişlerdir. 

İyi kaynaklara bakıldığı zaman bu iyi bir potansiyeldir. Bu potansiyel bu bölgede son derece önemlidir. Bana göre Türkiye’nin yumuşak karnı olan güneydoğunun
problemlerini çözecek en iyi proje, en iyi yaklaşım, Türkmen potansiyelini değerlendirme potansiyelidir. Türkmen potansiyeli değerlendirme dediğim 
zaman ne bir ırkçı yaklaşımla buna bakıyorum ne de Türkmenleri silahlandırarak isyan etsinler diye düşünmüyorum. 

Peki bu potansiyel niye ortaya çıkmıyor? Çıkarmıyorlar. Türkmen Cephesi’nin kuruluş amacı da bu zaten. Türkmen Cephesi’nin kuruluş amacı Türkmenleri aşağı plana itmektir. Bunu herkes yüksek sesle söyleyemiyor, çünkü baskı var. 

Neden? 

Amerika’nın programına uymaz. Amerika’nın orada yapay bir Kürt devleti kurmak teşebbüsünde bulunuyor. Bakın ABD çok güçlü bir devlettir. Bunu methetmek amacıyla söylemiyorum. Silahlı gücü var. Eskiden Irak’ın işlerine müdahale ettiği zaman veya Türkiye’de bir şeyler yapıldığı zaman “Amerikan parmağı var” denirdi. Bende diyorum ki burada Amerikan parmağı yok Amerika’nın 200 bin askeri var, ne parmağı. Şimdi Amerikan planı burada yapay bir Kürt devleti kurmaktır. BOP haritalarına bakın. Türkiye ve Irak parçalanmış küçük devletçikler oluşmuş. Bu küçük devletçiklere hakim 
olmak çok kolaydır meselesi yatıyor. Büyük İsrail projesi var, Nil’den Fırat’a projesinde de o bölge İsrail’e ait olarak gözüküyor. O da ayrı bir tartışmadır. İsrail’in planı Tevrat’ta geçen Büyük İsrail’dir. bunun için İsrailliler Yahudi Kürt partileri kurarlar. Sabar diye bir yazarın Yahudi Kürtlerle alakalı eserleri var. 

Türkmen meselesi nasıl olmalı, ne yapılmalı? 

Türkmen meselesi bir tek organla, demokratik usullerle ve kendini yenileyebilen, periyodik olarak bir organa ihtiyacı vardır. Burada meclis olur. Biz Türkmen Danışma Meclisini kurduğumuz zaman bu amaçla kurduk ve geliştireceğiz. Meclis parlamentodur, parlamentoda fikirler tartışılmaz, sonuç çıkar, uygulamaya geçilir. Dolayısıyla uygulayıcılar ve fikir üretenleri olur. 

Peki oradaki Türkmen Meclisi bu görevi görmüyor mu? 

Hayır, o zaten sunidir. Bizim meclisimiz kurulduktan sonra, mümasil olsun diye aynı isimli bir şey kurdular. 

Oradaki Türkmen Meclisi sizin meclis kurulduktan sonra mı kuruldu? 

Tabiî ki, o imitasyondur. 

Peki Irak’taki Türkmenlerin geleceğinden ne bekliyorsunuz? 

Türkmenlerin geleceğinden son derece umutluyum, hiç iyimserliğimi kaybetmedim. Bu hayal değil, bu gerçeklere dayalı bir hükümdür. Türkmenler 
orada asla yok olmaz. Türkmenler orada daima mutlu olacaklardır. Bunun metotlarını, zamanlamasını, stratejisini konjonktürel şartlara uyduran bir organa ihtiyacımız var. O da herkesin girebileceği Türkmenlerin bağımsız bir organı olmalı. Seçilmişlerin değil, seçilenlerin katılacağı bir platform olmalı. Bu da meclistir. Meclis ihtisas komisyonları olur ticaret, hukuk vs. gibi. O bu işi idare eder ve tek muhatap odur. Seçime böyle bir atmosferde girilmiş olsaydı Türkmenler en 20 tane milletvekili çıkarmış olurlardı. 

Türkiye’den bir siyasetçi, doktor değil, bir Türkmen olarak ne beklentileriniz var? 

Türkiye’den beklentilerimiz yerine temennilerimiz var. Temennilerimiz nedir? Bizi daha eşit şartlarda görsün. Kürtlere yapmış olduğu muamelenin 100 katı bizden 
daha fazladır. Bunu biliyorum, bunun rakamları vardır bende. Kimse uydurduğumu zannetmesin. 36. paralelden tutun da maddi yardıma, yaralıların tedavisine kadar Kürtler çok kayrılmıştır. Ben onlara bakmayın demiyorum. Ama ben insanlara eşit davranın diyorum. İnsanlarımız hep aynıdır. Kerkük’te, Erbil’de, Musul’da Türk, Kürt, Yezidi bunların hepsi aynıdır. Bunlar iki gözü iki kulağı olan yaşayan varlıklardır. Onlara eşit gözle bakın, Türkmenlere de bu arada bakın. Türkmenlerin özel statüsü olmaz. Türkmenlerin diğerleriyle birlikte eşit statüsü olur. Türkmenlerin eşit statüsü olduğu zaman bu bir yarışmadaki en iyi at gibi daima önde olur. Çünkü Türkmenler çok yüksek bir kültüre sahiptir, çok yüksek bir devlet deneyimleri var. En önemlisi Türkiye aleyhinde bir mefkûreleri olamaz. Bu da Türkiye’nin en önemli can damarı ve kaynağıdır. Bunlar sağlama bağlandığı zaman Türkiye’nin terör belası biter. 

ORSAM: Öncelikle hoş geldiniz. Bize biraz kendinizi tanıtır mısınız? Şeyh Abbas Fadel Abbas: Bizi burada misafir etiğiniz için size çok teşekkür ederim. 
İnşallah çalışmalarınızda muvaffak olursunuz. 

Ben Kerkük’ün Tazehurmatu İlçesine bağlı Beşir Köyünde doğdum. 1965 yılında Bağdat Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdim. İlkokulu Kerkük’te Tekke’de okudum. 
Şu an Kerkük’te İnsani Diyalog Derneği’nin sorumlusuyum. Biz ayrım yapmadan, herkese ulaşmaya çalışıyoruz. Amacımız milleti birleştirmek. 

Türkiye’den beklentimiz Türkmenlere değişik bir açıdan bakması lazım. 

Siz çok genç yaşlarda başlamışsınız bu işe 1944 doğumlusunuz 1960’larda Türkiye’ye gelmişsiniz Türkmen gençliğine neler söylemek istersiniz? 

Türkmen gençliği kendi meselelerine sahip çıksın. Benim söylememle sahip çıkmazlar, onlar zaten sahip çıkıyorlar. 

Sahip çıktığına inanıyor musunuz? 

Evet son derece inancım tam. Sadece sizin gördüğünüz talebeler ve gençler değil. Türkmen gençliği dediğimiz Türkmen’in yeni neslidir. 
Türkmen nesli okuyor ve olayları takip ediyor. Yeni Türkmen neslinden son derece umutluyum, hiçbir kaygım yok. Meseleleriyle ilgilenmeyenlerin çoğu Türkmen değil. Türkmen olmamayı ayıp olarak görmüyorum. Ama madem Türkmenlere ayrılmış Türkmen bursu var, Mısırlı’nın ne işi var. Aralarında Mısırlı var. Onlar kime küskün Türkmen Cephesi’ne. Niçin? Onlara köle muamelesi yapıyorlar. Bursları az kısıtlıyorlar. Onların yöneticilerinden duyduğum “ben size Saddam’dan daha beter yaparım” tehditleri var. 

Böyle bir şey var mı? 

Burslarını kesiyorlar. Kimin bursları kestiklerinin isimleri var. Niye burslarını kestiler? Çünkü Ümit Akkoyunlu’nun verdiği iftar yemeğine katılmışlar. 
Böyle bir gerekçe var mı dünyada. Bunun suçlusu bir gün sorgulamaya çekilmez mi? Sen hangi hakla öğrenci iftar yemeğine gitti diye bursunu kesersin. Yani bu yanlışlar o kadar çok ki can sıkmaya başladı. Hatta bana göre ilkel olmaya başladı. Program yapıyorlar öğrencilere seminer yapacaklar. Bana adamlar geliyor, 

“İlk seminere sizi koyuyoruz tarih uygun mu” diyorlar. Tarih uygun da onay yok. “Size bunu yaptırmazlar” dedim. “Adam nasıl olur. ben düzenliyorum semineri” dedi. Ben de “sen düzenlemiyorsun düzenletiyorlar sana” dedim. Ben bundan asla rahatsız olmam. Asla inandığım şeyden geri çekilmem. Bu sadece başkalarının ne kadar ilkel olduğunu göstermek için basit bir örnektir. 

Biz yolumuza devam ediyoruz. 
Size teşekkür ediyor ve başarılar diliyoruz. 

****


İNSANİ DİYALOG DERNEĞİ 

     Şeyh Abbas Fadel Abbas15*
*15. İnsani Diyalog Derneği Kerkük Sorumlusu Şeyh Abbas Fadel Abbas
1 Eylül 2010

İnsani Diyalog Derneği hakkında bilgi verebilir misiniz? 

Şimdi Başkanı Bağdat’ta bulunan Şeyh Hüseyin’dir. Irak’ın bütün bölgelerinde şubemiz var. 2003’ten yani, Saddam rejimi düştükten sonra bu tarz dernekler çoğaldı. Herkes Irak’ın geleceği için omuz omuza çalışmak için çok hevesliydi. Herkesin amacı Irak’ın bütünlüğünü sağlamak oldu. Ben Türkmeneli Televizyonunda 367 program yaptım. Özellikle dini konularda konuşmalar yapıyoruz. Elimizden geldiğinde fakirlere yardım ulaştırıyoruz, hastaları Bağdat’a gönderiyoruz. 

Bize birazda Beşir Köyü hakkında bilgi verebilir misiniz? 

Beşir Köyündeki insanlar inançları nedeniyle üç kere büyük saldırıya uğradılar. Saddam rejiminde 470 ev vardı. Hepsini yerle bir ettiler. 
Rejimden sonra tekrar yerleşmeler başladı. Şu an 1000’den fazla ev var. Nüfusları 7000’den fazladır. Tarımla ilgileniyorlar. 145.000 dönüm arazi var. 
Biliyorsunuz Irak’ta 1 dönüm 2500 metrekare. Beşir halkı özellikle tarımla ilgileniyor. Buğday, arpa, darı ekiliyor. Aynı zamanda hayvancılık da yapılıyor. 

Beşir’in nüfus dağılımı nasıl oluşuyor? 

Herkes Türkmen. Şii ya da Sünni diye bir ayrım yoktur. 

Peki, Kerkük hakkında neler söylemek istersiniz? 

Kerkük’teki sorunlar elbet çözülecek. Umuyoruz ki sorumlular olması gerektiği gibi çalışacaklardır. Son olarak bir Iraklı ve Türkmen olarak 

Türkiye’den neler bekliyorsunuz? 

Beşir, Tazehurmatu, Tuzhurmatu, Telafer, Musul gibi bölgelerin taliplisi çok. Ama bize Türkiye sahip çıksın. Türkiye ve Irak’ın tarih ve İslam gibi iki büyük bağı var. 
Bu nedenle Türkiye’ye kendimizi daha yakın hissediyoruz. Türkiye bölgede sözünü dinletir. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. 

****


IRAK ALEVİ- BEKTAŞİ  FEDERASYONU BAŞKANI

            Abbas Beyatlı *16
*16. Irak Alevi - Bektaşi Federasyonu Başkanı Abbas Beyatlı 1 Eylül 2010 


ORSAM: Abbas Bey bize biraz kendinizi tanıtır mısınız? 

Abbas Bayatlı: İsmin Abbas Bayatlı. Telafer doğumluyum. İlkokul ve liseyi Telafer’de bitirdim. Daha sonra Sağlık Enstitüsü’nde okudum. 1975 ile 1978 arası, Erbil Hastanesi’nde çalıştım. Sonra askere gönderildim. 23 ay askerlik yaptım. Hemen sonra İngiltere’ye gittim. Orada bir trafik kazası geçirdim. Aynı zamanda orada okudum. Bussiness English Institute’da İngilizce eğitimi aldım. İngiltere’de Katar’dan gelenlere çeviri yapardım. Daha sonra Iraklı bir turizm şirketinde de çeviri işini yaptım. 
1983 başında Irak’a döndüm. Döndükten sonra bir kontratla Japon şirketinde çeviri işi yapmaya başladım. Musul’dan güneyde bizden uzakta kibrit asidi çıkaran bir fabrika kurdular. Ondan sonra 1984’te Musul Barajı yapımında çalışan bir Alman-İtalyan şirketi ile tanıştım. Benimle çalışmak istediler. 
Musul Barajı’nı yapan Alman İtalyan ortak şirketi ile çalışmaya başladım. 
Bu şirketle 1991’e kadar çalıştım. O zaman Körfez Savaşı yaşandı. O zaman yabancı şirketlerin hepsi Irak’ı bıraktı. Irak ambargo altına girdi. 

O zaman Irak’ta kaldım ve özel işlerle uğraştım. “Boş durmayayım, resmi çevirmenlik yapayım” dedim ve Musul Üniversitesi’ne gittim. 

1996’da Birleşmiş Milletler’den 986 Sayılı Karar çıktı. Bu karar “Gıda Karşılığı Petrol” kararıydı. Evraklarımı topladım, BM ile hemen sözleşme yaptık. 
2003’e kadar BM ile bu konuda çalıştık. 
2003’ten Irak’a sonra sivil örgütler geldi. “World Vision International” isimli sivil örgüt benimle çalışmak istedi. Bu şirketin finansmanı da BM tarafından karşılanıyordu. 
Onlarla da çalıştım. 
2004 Eylül ayında, Musul’da ofisimize terörist baskın gerçekleştirildi. Müdürümüz öldürüldü, bir adamımız yaralandı. Ana ofis Ürdün’deydi. 
Oraya çağırıldık ve bir süre orada kaldık. 5-6 ay sonra güvenli diyerek beni Erbil’e gönderdiler. 2006’nın Şubat ayına kadar orada çalıştım. 
Sonra sözleşmem bitti. Benim doğum yerim Erbil olmadığı için orada çalışamıyordum. Beni Ürdün’e gönderdiler orada da çalışamıyordum. 
O zaman 2006’da Bağdat yanıyordu. Sonra Irak’a döndüm. Benim oğlum Ankara’da okuyordu. 2007 Aralık ayında onun yanına geldim 
ve burada kaldım. Ankara, Çankaya’da Birleşmiş Milletlere bağlı Human Resources Development çevirmen arıyordu, bu örgüt ile çalıştım. 
Bu örgüt ile istişarelerde bulunduk. 2008’de Irak’a döndüm. 2008’den sonra Irak’taydım hep. 

BM’ye bağlı bir örgütte çalıştınız. Bu sivil toplum örgütü neler yaptı? 

Sivil toplum örgütü çok şey yaptı. Söylediğim yıl ambargo olduktan sonra pek çok gıda maddesi azalmıştı. BM besin maddelerini dağıtması için tayin etti. 
Kişi başı 9 kilo un, 2 kilo pirinç, 1 kilo yağ, 250 gram çay dağıtırdı. Biz gözcü konumundaydık. Depolara Basra’dan, İskenderun’dan, Türkiye’den ne kadar 
gıda geldiğini takip ederdik. Vekillere verirdik. Her vekilde 200-300 aile vardı. Aileler de onlardan alırdı. Biz bu sistemi idare ettik. 
2008 itibariyle Irak’ta bir federasyon kurma çalışması yaptığınızı biliyoruz. 
Bu konuda bir şeyler söyleyebilir misiniz? 

2007’de Hacı Bektaş’a gittim. Baktım Bektaşiler’in bir federasyounları var. Herkes bu çardak, bu isim altında toplanıyor. Böyle bir şey Irak’ta yoktur. 
Bu konuda bir federasyon yapmak güzel olur diye düşündüm. Irak’ta, Musul’da, Musul civarında, Kerkük civarında, hangi kavimden, hangi milletten olursa olsun 
Bektaşi bölgelerini dolaştım ve danıştım. Onların büyük insanlarıyla, pirleriyle oturdum. Yapmak istediğim şey hakkında istişarelerde bulundum. 
Çok fazla insan olumlu cevap verdi. 50-60 kişi ile bir kuruluş grubu topladık. Evrakları, istenilen belgeleri hazırladım. Bir federasyon kurmak için yapılması gerekenleri okudum. Gerekli evrakları, kağıtları toparlayıp, iç tüzüğü hazırladık. Kim başkan olacak, kim maliyeden mesul olacak gibi bilgiler yazıldı. Dilekçeyi Telafer’den Musul’a, Musul’dan Bağdat’a gönderdik. İçişleri Bakanlığı’na ulaşmış ve beklemektedir. Ben bu konuda çalışalı bir buçuk sene olmuş. 

Bunları yaparken zorluklarla karşılaştınız mı? 

Çok zorluk vardı. Birincisi, federasyon kurmak için İçişleri Bakanlığı’ndan sertifika temin etmek biraz zor. İkincisi, Irak’ın güvenlik sorunundan dolayı Kerkük’ü, Musul civarını dolaşmak biraz zordu; ama sonunda tedbir alarak hallettik. 

Bu federasyonla neler yapmayı amaçlıyorsunuz? Amacınız nedir? 

Çok güzel bir soru. Birinci amacımız Iraklı Bektaşileri bir araya toplamak için bir yer bulmak. İkinci olarak, Irak’ta yaşayan Bektaşilerin büyük çoğunluğu Türkmen; ama Türkmenler farklı partilerde ve dağınık çalışıyorlar. Ben Bektaşiliğin ruhi bir şey olduğunu düşündüm. Bu ruhi şey insanları çok yakın hale getirebilir. 

Bektaşilik ile milliyetçiliği aynı kefeye koydunuz yani. 

Evet. Aynı kefeye koydum. Bektaşilik nasıl tanımlanır? İnsanlar Bektaşi olur, Ehli Beyti sever; ama milliyeti farklıdır. Türkmen, Şebek, Kakai, Arap olabilir; ama Bektaşidir. 

Devlet yönetimi size nasıl bakıyor? Hükümet ile hiç görüştünüz mü? 

Resmi bir görüşme olmadı; ama Telafer İlçe Meclisi ile görüştüğümüzde hepsi bize destek verdi. Musul’da ise destek görmedik; ama izin verdiler. 
Evraklarımız Bağdat’a yetişti. Şimdi Bağdat’ta durmaktadır. Yani bir katkı yok. Şu ana kadar bir katkı yok. Hükümet kurulduktan sonra orada İçişleri Bakanı bir şeyler sorabilir. Çağırıp bana amacımı sorabilir. Ben sistemi yazılı olarak verdim. Ben eminim ki bilgi almak için soru sorarlar. İzin verirler mi vermezler mi bilmiyorum. 
Orada bakanlıkta çalışan arkadaşlarım ise yardımcı olacaklarına dair söz verdiler. Gelecek dönemde kimlerle görüşmeyi planlıyorsunuz? 

Siyasi partilerden destek istiyor musunuz? 

Gelecek dönem için planımız var. İlk olarak Necef’teki mercilerle, ikinci olarak orada bulunan partiler ile görüşeceğiz. Irak’taki partilerle, mecliste olsun, İslami olsun, hizip olsun bu konuda aydınlatıp desteklerini isteyeceğiz. 

Gelecekteki planınızda bir siyasi örgüt ya da parti kurmak var mı? Yoksa bir federasyon olarak kalmak mı istiyorsunuz? 
Bu güzel bir soru. Şu anda biz sadece federasyon kurmak istiyoruz; ama birkaç sene sonra düşünülmesi mümkündür. Bu federasyon içerisinde bir aday gösterilebilir. 
Kazanırsa parlamentoda haklarımızı istemeye çalışır. Ama bu uzun zaman alabilir. 

Siz hem bir Bektaşi hem de bir Türkmen olarak iki taraflı Türkiye’ye bağlısınız. Hacı Bektaş Veli Dergahı Türkiye’de ve siz soydaş olarak Türksünüz. 
Bu anlamda Türkiye’den beklentileriniz nelerdir? 

Türkiye bize her zaman destek verdi. Biz federasyon olarak Hem Türk hem Bektaşi olduğumuzdan dolayı özellikle manevi destek bekliyoruz. Başka bir destek de olursa çok memnun oluruz. Türkiye’nin gücü çoktur. İstedikleri konularda bize yardım edebilirler. 
Buraya 20 kişilik bir ekiple geldiğinizi biliyoruz. Bu ekibin buraya geliş amacı neydi? Siz neler yaptınız? 

Buraya 20 kişi olarak geldik. Bunun 15’i Türkmendir. Türkmeneli’nden, Telafer, Kerkük, Tazehurmatu, Tuzhurmatu, Tavuk, Şebek Bektaşilerinden, Kakailerden gelenler var. 
Biz burada siyasi partilerle görüştük. Büyük Birlik Partisi (BBP) ile görüştük. Adalet ve Kalkınma Partisinden (AK Parti) Ömer Çelik ile görüştük. 
Alevi Bektaşi Federasyonu ile görüştük. Alevi Enstitüsü’nde gelecek dönem Bektaşilerin sorunları, olaylar, ilişkiler üzerine bir konferans toplanacak. 
Hacı Bektaş Törenleri’ne katıldık. Orada çok insan gördük. Fransa’dan, Almanya’dan gelen Bektaşiler ile güzel bir 2 gün gerçirdik. Burada insanlarla tanışmamız çok iyi oldu. Bizim ilişkimiz şu an çok güzel bir durumda diye düşnüyorum. Her zaman söyleyeceğim. 

Bizi bu yola sevk eden ORSAM olmuştur. ORSAM olmasa biz böyle bir işe hiç girişemezdik. Sayın Hasan Kanbolat ile Ankara’ya, Türkiye’ye geçtiğimizde telefonla konuştuk.

Daha sonra ORSAM’da bir toplantı yaptık. ORSAM Ortadoğu Uzmanı Sayın Bilgay Duman bize çok yardımcı oldu. Bu görüşmelerin hepsini düzenledi. 
Adım adım gittiğimiz her yerde bize çok yardımcı oldu. Kendilerine çok teşekkür ederiz. 

ORSAM’ın başkanına ve çalışan elemanlarına bizden selam olsun. 

Biz de sizlere çok teşekkür ediyoruz.

***

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BAŞKANLARI ORSAM SÖYLEŞİLERİ, BÖLÜM 7

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI  BAŞKANLARI ORSAM SÖYLEŞİLERİ, BÖLÜM 7



          Necmettin Çenebaz11*
*11. Irak Türkleri Kültür Ve Yardımlaşma Derneği Ankara Şubesi Başkan Yardımcısı Necmettin Çenebaz 3 Mayıs 2010


ORSAM: Öncelikle kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? 

Necmettin Çenebaz: 
Ben 1963 doğumluyum. Liseyi bitiremedim atıldım. 1981’de Saddam rejiminin en hızlı döneminde bir devrim yaptılar. O dönemde bütün diller üzerinde Baasçı Araplar tarafından baskı yapılıyordu. Bu dönem bizim gençlik çağımıza denk geldi. Okul’da Baasçı bir öğretmenle kavga ettim. 
Daha sonra 1982’de askere alındım dokuz sene Saddam’ın ordusunda kaldım. Irak’ın İran savaşında çıkan bütün çatışmalarında biz vardık.1991’de Kuveyt’ten çıkışımızda Kerkük’te Saddam’ı devirmek istediler, fakat deviremediler. Bu dönemde Türkmenleri bir araya toplayıp bir parti kurmak istedik. Bize biraz sabredin Türk askeri gelecek dediler ama bu olmadı. Daha sonra Saddam ordusu Kerkük’e girdiği zaman kaçmak zorunda kaldık. Dağlardan Silopi, Şemdinli tarafından Türkiye’ye giriş yaptık ve kampta kaldık. Kampta yaklaşık bir ay 
kaldıktan sonra Ankara’ya geldik ve buraya yerleştim. 1991’den beri Ankara’dayım. 

Kampta neler yaşadınız biraz bahsedebilir misiniz? 

Sadece kampta kalanlar Türkmenler değildi. Arap ve Kürtler de vardı. Şemdinli’de kaldık, çadırları mahalle mahalle olarak ayırmışlardı. 
Her mahalleye bir muhtar tayin etmişlerdi. O zaman derneğin bir çadırı vardı ve ben de o çadırda kalıyordum. PKK falan daha yeni çıkmıştı. 
Eşekle gelip bize battaniye falan satıyorlardı. Ben fazla durmadım kampta bir ay falan durup Van’a gittim. Van’da yakalandım, birgün terörle mücadelede kaldım. Beni tanıyan ve geçmişimi bilen Türkmen ağabeylerimiz araya girip müdahale ettiler ve Ankara’ya gelip yerleştim. 
Bir süre tekstille uğraştım. Daha sonra lokantacılık yapmaya başladım. Şimdi hem lokanta hem de bir büfemiz var onunla uğraşıyoruz. 

Şu anda işten biraz uzağım bütün gücümüzle dernekle uğraşıyoruz. İlk 1991’de geldiğimizde Irak Milli Türkmen Partisi kurulduğu zaman Muzaffer Arslan’la ilk Erbil’e ayak basan biziz. 

Gelişmeleri biraz anlatabilir misiniz? 

Ankara’da gizli bir teşkilatımız vardı. Bölgeye falan gitmek isteyen bizim iznimiz olmadan gidemezdi. O zaman pasaport falan yoktu. Giden arkadaşların durumuna bakıyorduk, kimin hali vakti yerindeyse, orada akıncılara dağıtılmak üzere elbise almaları şartıyla bölgeye gönderiyorduk. 
Çünkü o zaman para falan yoktu. Kerkük’ten kaçanlar çoktu ve hepsi Erbil’de yaşıyordu o zaman. 

Ne kadardı sayı verebilir misiniz? 

Çoktu sayısını bilmiyorum, ama her yerde vardı. Zaten Erbil’de Türkmen çok. Bir de Kerkük’ten gelince her yerde Türkmen aileler oldu. O yüzden buradan ne bulursak gönderiyorduk Erbil’e. Yani biz o zaman iç içeydik. Şimdiki gibi ayrımcılık falan yoktu. Çünkü o zaman Türkmen siyaseti daha yeni çıkmıştı. Millet heyecan içinde caddeye çıktığın zaman bütün esnaf, herkes heyecan içindeydi. Bizden güç alıyordu halk. 
Irak Milli Türkmen Partisi zamanı halk oldukça hareketlendi. Şimdiki gibi Kerküklüdür, Erbililidir, öyle sıkıntı yoktu. Şimdi yeni yeni işin içine 
para girdiği için oluştu. Biz o zaman bekardık, çalışırdık. Biraz paramız olurdu onunla bu işleri yaptık. “Parayı al şunları yap” gibi şeyler yoktu. 
Kendi paramızla yapardık. Mesela bir görev verildiği zaman sadece içenlere bir paket sigara verilirdi, ama kimse bundan şikayet etmezdi. 

Herkes davaya inanmıştı, inanç vardı. Şimdi yeni nesilde bunları göremiyoruz. 

Kimler vardı bu ekip içerisinde tanıdığımız şu anda hala dava için uğraşan? Zamanında Necmettin Kasap, Sabah Aziz, Kasım Kazancı, Orhan Ketene, Abbas Tavuklu, Yaşar İmamoğlu ve bir kısım Köprülü arkadaşımız vardı. Bu ekip o zaman bu partinin başındaydı. Biz de onların altında bütün teşkilat işini üstlenmiştik. 
Kimin nereden nasıl gideceğini hep yazıp çizerdik, kimse karışamazdı. Yani düşünün saat gece on ikide biz birini alır şehirden başka şehre götürürdük hiç korkmadan. 
Muzaffer Ağabeyi alır onu koruma arabasına koyar, biz makam arabasına oturup öyle yola çıkardık. Ben 9-10 sene bu eğitimi aldığım için çok iyi yapıyordum bu işleri. Peşmergeler bile bize hayran kalmıştı. Herkes aynı şeyi giyerdi asker gibi ve herkesin yeri belliydi. Bize herkes hayran kalırdı, nerede eğitim alıyorsunuz derlerdi. Herkes çekinirdi bizden. Şimdiki durumlar ortada Türkmenler nereden nereye geldi. 

Peki Türkmen partisi nasıl kuruldu? Bu süreçten bahsedebilir misiniz? 

Milli Türkmen Partisi biz Türkiye’ye gelmeden önce kuruldu, fakat ilan edilmemişti. Bizi dönemimizde ilan edildi. Seçimler oldu, yürütme kuruldu, başkan seçildi. Daha sonra parti Erbil’e taşındı. 

Siz bu dönemde hep Erbil’de miydiniz? 

Teşkilat olduğumuz için devamlı gelip gidiyorduk, ama ipin ucu devamlı oradaydı. Her zaman biri oluyordu. 

Ne zamana kadar böyle devamlı faaliyet gösterebildiniz? 

Ben 1996’ya kadar sürdürdüm daha sonra çekildim. Şimdi biraz hayatlarımız zorlaştı. Bazı hadiseler oldu, Biraz kızdık işte. Kurultayda ben oradaydım. Sanan Ağa seçildiği zaman. Ondan sonra 4-5 sene ara verdim. Biraz çekildik yani. Zaten dernek de çok faal idi, çok gelen insan vardı. Irak’ın her yerinden insanlar akın etmeye başladı. Tabi o zamanlar bir su parasını bile ödeyemiyorduk. Sekretere verecek paramız yoktu, arkadaşlardan birini oraya koyuyorduk, yarı maşını biz kendi aramızda toplardık, yarısını da dernekteki ağabeylerimiz verirdi. Şimdi ancak derneğe işi olan geliyor. Çünkü hayat zorlaştı, eskiden böyle değildi. Eskiden iş konusu rahattı, yani işten çıktığı zaman diğer işe rahat bir şekilde girebiliyordu. Pahalılık bu kadar değildi. 

Bir de bekâr olduğumuz için paraya pek önem vermezdik. Yani Milli Türkmen Patisi dönemi iyiydi, Türkmenler daha atik idi. Bölgede Türkmenlerin 
sözü geçiyordu, teşkilat güçlüydü. Ama daha sonra Ankara’da devam ettik, ekmek derdine düştük. 2002’de vatandaş oldum, çok geç vatandaş yaptılar bizi. Çocuklarım okula gidiyordu, ama vatandaş olmamışlardı. 

Bu aradaki devrede ne gibi sıkıntılar çektiniz? 

Bir defa çalışma iznim yoktu, sigortasız yaşıyorduk hala da sigortamız yok. Yaşım 47 oldu, ama hala benim geleceğim yok, sigortam yok. Bana bir şey olduğu zaman çocuklarımın devletten alacak hiçbir şeyi yok. 1991’den beri çalışıyorum, bir güvencem olsaydı çok daha rahat olurdum. 
Devlet dairesinde çalışamadık, çünkü okumadık. Ancak dışarıdan kendi işimizi kurduk, fakat benim adıma yine bir şey yoktu. 

Neden? 

Çünkü çalışma iznimiz olmadığı için. Bunların hepsi yasaktı, ama göz yumuyorlardı. Çalışma Bakanlığından yada emniyetten kimse gelip de 
niye çalışıyorsun demiyordu bize. Ara sıra bazı arkadaşlara oldu, ama bana olmadı hiç. Fakat sigortamız yok, Türk vatandaşına 800 veriyorsa bize 600 veriyordu. Ben o zamanlar tekstilde çalışıyordum, usta adamım, benim çırağım 150 alırdı, ben 120 alırdım. Birde onun sigortası vardı, benim yoktu. O dönemler sıkıntı çoktu ve hala da var. Ama sonra çalışma izni verildikten sonra sigortası olanlar oldu. Bizler ne olduk? 
1991’de gelenler, eğitim şansı bulamadık burada. 

Ağabeylerimiz bizi şimdiki öğrenciler gibi karşılamadı. Yani daha gençtik bizi alıp okutmadılar, eğitmediler, şimdikiler gibi olamadık. 
Kendimiz çalışıp kendimiz yiyorduk. Aldığımız paranın bir kısmını biriktirip derneğe gidip geliyorduk ki kimseye muhtaç olmayalım. 
Düşünün sadece 100 dolarımız olduğu zaman ben Erbil’e kaçardım. Yol parası vermezdim, orada da kalacak yerimiz var zaten. 100 dolar iyi paraydı. 
İnanın giderken güzelce giyinirdik, ama dönerken eski püskü şeylerle dönerdik. Çünkü yeni kıyafetlerin hepsini orada bırakırdık. Biz davayı bu şekilde gördük, yaşadık. Ama şimdi herkes karşılığını bekliyor. Buraya gelince karşılığında ne verecekler diye bekliyor. Eskiden bunlar yoktu, ara sıra erzak dağıtılırdı. O da ailelere verilirdi. Bizler, bekârlar almazdık. Mesela, bana dediler ki “bir aile gelmiş dünden beri terminalde yatıp kalkıyormuş git onları al sende kalsın”. Gittim aileyi aldım, ama ailenin benim yaşlarımda iki tane kızı vardı. “Ben nasıl kalım iki kızla aynı evde?” diye düşündüm, ben de kendi evimi onlara bıraktım, gittim arkadaşlarımın evine yerleştim. Bizim durumumuz öyleydi, ama şimdi yok. Ne zamandır dernekte görev yapıyorsunuz? Şu anda yönetimdesiniz, ama daha önce dernekte faaliyetleriniz oldu mu? 
Biz önceden de hep bu işlerle uğraşıyorduk. Biliyorsunuz önceden öğrenci birliği falan yoktu, biz yine buradaydık. Biz çok aktiftik, her şeye koşardık ama ismimiz geçmezdi. Çok gençtik, bir şey bilmezdik. Aktif olarak beş senedir Mahmut başkanla bu görevi yapıyorum. 

Bu beş sene içerisinde neler yaptınız biraz bahsedebilir misiniz? 

Ankara’daki bütün mitingleri hemen hemen biz düzenledik. Tandoğan’daki büyük mitingin organizasyonunu bile biz yaptık. Irak’ta Türkmeneli bölgesindeki olayları gündeme getirdik, basın toplantıları yaptık, televizyonlarda, radyolarda konuştuk. Fakir ailelere yardımlarımız oluyor, onlara erzak ve çeşitli ihtiyaç malzemeleri veriyoruz. Bazı ailelere maddi yardımlarımız oluyor. Bunun yanında hastalara bakıyoruz, bugüne kadar 7.500 civarında hastaya baktık. 

Bu derneğe gelmeden önce eskiden bizim dernek evimiz, misafirhanemiz vardı. Önceden dernek kültür merkezindeydi orada kalmak yasaktı ve biz de misafirhane kiralamıştık. Daha sonra dernek binası değişince bu imkanımız kalmadı. Ama gelenlere yol gösteriyoruz, hangi hastaneye gitmeleri gerektiğini söylüyoruz, takip ediyoruz. Yani bu tür faaliyetleri yapıyoruz. Peki Türkiye’ye yönelik göç durumları nasıl devam ediyor? Orada askeri bir güç olmazsa, bu hep devam edecek. Ne yaparsan yap engelleyemezsin. 

Gençlerin hepsi boşta, iş yok, ne yapsın. Şimdi gençler üniversiteyi okuyor, ama işe alınmıyorlar. Daha yeni bazı yerler açılarak iş kolları yaratıldı, fakat oralar da master veya doktora yaparsan alıyor. Yani üniversite okumak bile yetmiyor. Kerkük’te bir yığın genç var. Üniversite okumuş ama bakkal dükkânı açmış. Bu işler ne zamana kadar sürecek? Herkes bakkal dükkânı mı açacak? Eskiden bakkalı belli kişiler açardı, Türkmen kıyafeti giyen belli insanlar. Şimdi her köşe başında bir bakkal var. Belli bir kısım da sağa sola kayıyor, Neden? Çünkü senin gücün yok. Artık insanlar bu davaya inanmıyorlar. 2003’te öyle değildi. Mitingler düzenleniyordu, konuşuyorlardı, inanç vardı. Benim yaşlı annem bile yürüyüşe çıkıyordu. Derdim “anne ne yapıyorsun?” O da “oğlum belki bizi gören utanır da gelir” diyordu. Şimdi ne oldu? Onun bile heyecanı kalmamış. Neden? Yanlış yönetim sonucu. 

Sevilmeyen insanları yönetime koymuşlar. Bugün Irak Türkmen Cephesi Başkanının suçu yok bu işte. Kimseye hesap soramıyoruz. 

Oradan bir genç geldiği zaman soruyoruz; “neden geliyorsun? Orada kal”, diye. O da bize “sen neden buradasın o zaman”, diye soruyor. Susturuyor seni, haklı olarak. Ben niye buradayım? Çünkü çoluk çocuk burada yetişmiş de ondan. Orası düzelse de götürsem keşke. Biz de burada rahat değiliz ki yaşımız 48’e geldi, belli bir yaştan sonra inan burada kaldıramıyorsun. Gitmek için can atıyorum. Bir ben değil, herkes. Kime sorarsan sor herkes öyle. Çünkü orası doğduğun yaşadığın yer. Keşke Kerkük’te şu petrol olmasaydı. Ne geldiyse bu petrol yüzünden geldi başımıza. Hepsini, bütün petrolü çıkarıp götürsünler, biz de rahat edelim. Yani Kürtlerin ne işi var Kerkük’te. Devlet mi olacaklar? İmkânı yok, çünkü geçmişleri yok. Biz gençlerimize davayı inandıralım yeter. Onların yüz bin tane peşmergeleri olsun, bize inanmış bin tane gencimiz yeter. 
Bunun örneği çoktur bizde, En ufak bir olayda bir tane Türkmen gelsin, hepsi kaçıp giderdi. Şimdi bakıyorsun Kerkük’e her tarafı zapt etmişler, 
dayanamıyoruz valla. Taksiye biniyorsun ya Kürt, ya Süryani, ya Ermeni, ya Türkiye’nin Kürt’ü. Orada bizim Kerkük Kürt’ü ile bir sorunumuz yok onu söyleyeyim, dışarıdan gelenlerle sorunumuz var. Orada yaşayan dost olduğumuz çok Kürt var. Orada doğan, büyüyen Kürtlerle bir sorunumuz yok. Mesela bizim mahallede bir tane Kürt evi vardı, bir-iki tanede Arap evi vardı. Ama onlar Türkmence konuşurdu. Benim halâ arkadaşlarım var orada Adnan isminde, Cafer isminde. onlarla halâ telefonda Türkmence konuşuruz. Yani bizim sıkıntımız Kerküklülerle değil, Kerkük dışından gelen insanlarla. 

Bu işi bir türlü çözemedik. Kim ne derse desin, bu iş siyasetle olmuyor. Bakın Baas Partisi, parti adı altında yavaş yavaş giriyor. Çünkü Irak’ı Şii’ler hiçbir zaman yönetemez, Sünniler yönetir. 
Çünkü oranın yapısı öyle. Şimdi bu eylemler nasıl oluyor? Silahlı mücadele ile oluyor. Bizim güçlü olmamız için bir tane milletvekili olması lazım. Aslında bir tane milletvekili var bizim, Bir Saadettin Ergeç başka Türkmen milletvekili yok. Başka partilerden gelmişler. Türkmen hakkını savunabiliyorlar ama belli bir yere kadar savunabilirsin. Şimdi MHP’de Kürt kökenli yok mu? Var. CHP’de yok mu? Var. Peki öyle BDP’li gibi, terör örgütü PKK’yı savunabiliyor mu? Hayır yapamazlar. Çünkü o partinin bir sistemi var ve buna uymak zorunda. Biz de siyasetten daha fazla silah gücü olması lazım, başka çaresi yok. 

Yani başka türlü olmuyor. Kürtler kapına geliyor hepsinde de silah var, sana hakaret ediyorlar, ama kimsenin sesi çıkmıyor. Çünkü gücün yok. 
Eskiden bizim zamanımızda Kürtler gelecek ve Kerkük’ün içerisinde bir Türkmen’e hakaret edecek, imkânı mı vardı. Her zaman biz onları kolladık. Ben orduda çok Kürt kolladım, ceza bile aldım. Çavuştum acıyordum onlara, onlar için ceza bile çektim. Onlar hiç Arapça bilmezlerdi, o yüzden çok kolladım onları. Kim ne derse desin şimdi devlet oldu adamlar. Bir de Türkiye tanıdığı zaman onları, bu iş bitiyor. Şimdi çıkan yeni pasaportlarda Kürtçe ve İngilizce yazıyor istersen kabul etme. Türkmenlerin neyi var. Sadece bir eğitimimiz var Kerkük’te, onu bile beceremiyorlar. Türkmen okulunda Arapça kitap çıkarmışlar, Türkmenceye çevirip çocuklarımıza okutuyorlar. İçinde Türklere karşı şeyler 
yazılmış, bunu çocuklarımıza okutuyorlar. 

Osmanlıları hep kötülemişler. Buradaki kitapları alıp okutmuyorsun, oradaki tarih kitaplarını tercüme ederek okutuyorsun. Bu olmaz, yanlış bir uygulama. Benim kendi yeğenim Türkmen okuluna gidiyor, küçük olanı gitmiyor, yengem göndermemiş. Aradım sordum. “Gel, gör. Türkçeyse Türkçe, Arapçaysa Arapça yine aynı şeyi okutuyorlar. Ben niye gönderiyim”, diyor. Yani bizim zamanımızda öyle değildi. Biz devamlı Türkmen dergisi, gazetesi okuyorduk. Gençlerde artık bu yok, televizyon ve diğer şeylerden dolayı eskisi gibi değil. 

Gençlerin eskisi gibi olmaması neden kaynaklanıyor? Üzüm üzüme baka baka kararır derler ya, herkes kendi çıkarını düşünür, herkes kendi derdinde 
olursa, her iş torpille yapılırsa olmaz. Görüyorsunuz işte öğrenci seçiminde herkes geliyor, Kürt de Arap da geliyor. Seçim gidin bakın hastaneler. Irak’tan hangi hastalar gelmiş hastanelere. Türkmen orada ceza çekmiş, yolda vurulmuş ama ailesini buraya getirmiyorlar. Ne olursa olsun en azından Türkmen getirin. Parası olan geliyor, olmayan gelmiyor. Yani çifte standart uygulanıyor. Bize kalsa kimse gelmesin. Bu güne kadar harcanan parayla 3 tane hastane yapılırdı orada. Doktor mu yok, buradan buluruz, gidip gelir, çok var burada milliyetçi doktorumuz. 
Bugüne kadar kaç öğrenci getirdiler, kaç tanesinden faydalandılar? Getirmeyin bu kadar, getirilecek olanları da seçin, inandığınız güvendiğiniz kişiler olsun, her şehirden on tane. Gönderin İngiltere’de, Amerika’da yetişsin. Yani değişik ülkelere gönderin oralarda yetişsinler. Siyaset gibi işe yarar şeyler okusunlar, şimdi gelmiş babası doktor. O da doktorluk okumak istiyor, babası eczacı, o da eczacı olmak istiyor. Herkesin keyfine göre bir şey olur mu? 

Bize bunlar lazım değil ki, bize siyasette okuyan adam lazım. Mesela hukuk çok önemlidir. Bize bunlar lazım. Bir de hepsi neden Türkiye’de okuyor ben bunu anlamıyorum. Her sene 70 tane getiriyorlar, 5 tane getirsinler, 5 tane Mısır’a, 5 tane Almanya’ya, 5 tane Amerika’ya göndersinler. Değişik yerlere göndersinler on sene sonra bunların meyvesini alırlar. Böyle olursa her dilde konuşanımız olur. Böyle yapılırsa gelecek vaat eden gençlerimiz çıkar. Hep orada Saddam zamanında sıkıntı çekmişler, hiçbir şey görmemişler, onların da hakkı var. Bizde ilk geldiğimiz zamanlarda biraz sarsıldık, şaşırdık ama büyüklerimiz bir şey söylediği zaman onları dinliyorduk. Kulağımızdan çekebiliyorlardı. Şimdiki 
gençlere bir şey diyemiyorsun, dediğin zaman kaçıp gidiyor bir daha gelmiyor buraya. Yani adama nasihat ediyorsun bir daha gelmiyor buraya. 
Türkmeneli gecesinde büyük önem verdim onlara ama bir daha gelmediler. Sonradan duydum küsmüşler. 
Neden küstünüz? Dediler bize teşekkür etmediniz. Arkadaş Türkmeneli gecesi, senin gecen. Kendi gecene geldiğin için sana niye teşekkür edeyim, zaten gelmek zorundasın. 
Bunlar bu zihniyette. Görev verdik, bunu yerine getirdiniz mi? Yok onu da yapmadılar. Bizim ağabeylerimiz kızardı, bağırırdı bize, ama yine de sesimizi çıkarmazdık. 

Ailenizden kaç kişi vardı Türkiye’de? Biz yedi kardeşiz sadece bendim Türkiye’de. Daha sonra kardeşim geldi okumaya. Onun dışında yok bizim aileden. Yani istesek hepsi gelirdi, ama kardeşlerim istemedi. “Taş yerinde ağırdır” dediler. Bir de cesaret meselesi. Aileden cesaretliyiz. Benim babam Abdullah Çenebaz. Babamın ismin dediğin zaman Kerkük’te tanımayan yoktu. Babam vefat ettiğinde ben 16 yaşındaydım. 1980’de vefat etti. Babamın vefatından sonra Necdet Koçak ve öbürleri hepsi ceza evine alındılar. 

Peki Türkmen davasından ne bekliyorsunuz? Umutsuz olmayalım yine de. Bizde bir söz var Arapçada ‘şükreden insanlar bir araya gelsin’, yani bu davaya emek vermiş, bu davayı planlayan, milletçe inanan, bir de genç olanlar. Bunlar bu işin başına geçecek, zaten bugüne kadar hep ezildik, kaybolduk. Bundan sonra da bir şey olmaz, bitmez. Daha çok baba yiğitler çıkacak. Şimdi biz sallantı içindeyiz, belki bir güçlü lider çıkarsa Kerkük’ten ki çıkacak biz inanıyoruz, o zaman millet belki yeniden ayaklanır, yeniden inanır buna, oraya can gelir, aynı 2003’teki gibi umut kesilmez. Ama bu işler çalışarak, didinerek, uğraşarak olur. Çıkacak o lidere zemin hazırlamak gerekir, yolunu temizlemek gerekir. Şu 
anda çıkacak adam var, ama belki şimdi zamanı değil. Bir de Türkiye istese o zaman olur. Buradan hareketle Türkiye’den ne beklentiniz var? 

Türkiye’den hiçbir şey istemiyoruz. Başkasına nasıl bakıyorsa bize de öyle baksın. Bize zaman ayırdığını için teşekkür ediyoruz.


***

IRAK TÜRKLERİ KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ


           Mahmut Kasapoğlu12*
*12. Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Ankara Şubesi Başkanı Mahmut Kasapoğlu 4 Mayıs 2010


ORSAM: Sayın Kasapoğlu kuruluşunuz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? 

Mahmut Kasapoğlu: 
Derneğimiz 1959’da kurulmuş. 

Ankara Şubesi ne zaman açılmış? 

Ankara Şubesinin açılış yılını tam olarak bilmiyorum. Ama derneğin kuruluşuyla ilgili şunu söyleyeyim. 1959’da katliamdan sonra yedi arkadaş toplanıyor lar ve İstanbul’da Irak Türkleri Derneği adı altında kuruyorlar. Yedi tane üyesi var. Dört tanesi yerli vatandaş, üç tanesi Türk, öyle tahmin ediyorum. 

Kendiniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? 
Ne zaman Türkiye’ye geldiniz, geliş sebebiniz nedir? 

1980’de Turancı faaliyetlere katıldığım için orada tutuklandım. Bir süre Kerkük emniyetinde işkence gördükten sonra tahliye edildim. O süre içerisinde dayımın oğlu Saddam tarafından idam edildi. Onunda suçu Turancılıktı. SözdeTürkiye’den bilgi sızdırmışız. Duvarlara yazı yazıyorduk, Atatürk resmi yapıyorduk, üç hilal, Türk Bayrağı, Alparslan Türkeş, bozkurt v.s. çünkü bir şey bilmiyorduk. 

Particilik değildi yani. Bunları Türklüğün simgesi diye yapıyordunuz değil mi? 

Hiç bir şey bilmiyorduk. Bir şey bilmeyen adam da Turancı falan olamaz.1985’de askere gittim. Eğitimci uzman çavuş olarak çıktık. Harbe girdik, altı ay harpta kaldım. Savaştayken bir annem kalmıştı benim. 

Yaşlı kadını durmadan emniyete götürüyorlar, oğlun nerde, harpten kaçtı mı? İran’a mı kaçtı? O da oğlum beni terk etti, ben artık onu tanımıyorum.1986 ‘da Türkiye’ye geldim. Geldikten 4 sen sonra 1990’da vatandaş oldum. 1988’de Türkiyeli bir bayanla evlendim. 

1986’da buraya nasıl geldiniz? Yani irtica ile kaçak olarak mı? 

Kaçak olarak dağlardan geldim. Hakkari’den Uludere’ye geçtik. Ortaköy, Uludere Uludere’den sonra Hakkari’ye orda 15 gün falan kampta kaldık. 

Ne kampı? 

Emniyetin kampı. Bize soruyorlardı; Türkiye’de kimi tanıyorsunuz, kimde kalacaksınız? Bizde teyzemin oğlu, dayım, amcam, teyzem, bacım falan diyorduk. 
Onlarda bu işleri düzenliyorlardı. 
Dedikleri kişileri arıyorlar, bu kişilere kefil misiniz diye soruyorlardı. Onlarda kefiliz deyince bırakıyorlardı kamptan. 

1980’lerden beri bu kamplar var yani. Kamp dediğimiz. Uludere’deki mesela, nezarethane gibi bir yerde gözlem altında tutmak amacıyla. Emniyetin bir odasında kalıyorduk. Ondan sonra bizi Hakkari’ye verdiler, orda da bir otel vardı. Her gün gelip kontrol ediyorlardı bizi otelin parasını da biz veriyorduk. Ondan sonra Ankara’ya geldim. Vatandaşlık sürecini bize biraz anlatabilir misiniz? 

Vatandaşlık Türkiye’den biriyle evlenmeniz halinde daha kolay oluyor. Mesela biz 4 senede olduk, ama bazı kişiler 12 senede vatandaş oldu. 
Ancak vatandaş olmak için evlenmedik. Yani Almanya’da formalite yapıyorlar ya burada da yapıyorlar bazen. Öyle değil normal evlendik, evlendikten sonra bir vukuat işlemediğin takdirde hemen vatandaş olabiliyordun.O zaman öyle idi. Torpile bağlıydı. 

Türk soylulara bir kolaylık tanınıyor öyle değil mi? 

Yoktu. Irak Türklerine kolaylık yok. Zaten Türkiye’nin bir prensibi vardır. Dış Türklerden kimse buraya gelmesin herkes yerinde otursun. 
Yani Türk’ün geleneğidir bu, orada elin kolun olur demektir. Türk insanı ben sosyalizmciyim, dinciyim dese de kafasının kenarında bir Turancılık, bir Türkçülük vardır. Şu anda gündeme getirmez ama 10 yıl 20 yıl sonra fırsatını bulunca gündeme getirebilir. 

Sizin mesleğiniz nedir? 

Liseyi bitirdim iyi bir dereceyle ama o yıl üniversiteye kimseyi almadılar. Musul Üniversitesi’ni kazanmama rağmen, o dönemde askerliğe aldıkları için gidemedim, sonra da fırsatım olmadı ve Türkiye’ye geldim. 

Burada ne iş yaptınız? 

Burada işçi olarak ve Et-Balık Kurumunda çalıştım. Seyyar deri mont sattım, dönercilik yaptım. Şu anda bir ofisim var, ihracat yapıyorum. 

Peki kuruluşunuzun yapısı hakkında biraz bilgi verebilir misiniz. Yönetim kurulu nasıl şekilleniyor? 

Yönetim kurulu beş kişiden müteşekkildir. Başkan, başkan yardımcısı, sekreter, muhasip ve aktif üye. Bunlar, ben, Necmettin Çenebaz, İnci Muratlı, Sadun Köprülü, Diler Kasap. 

Peki bu yönetim kurulunda olan üyeler nereli? Yani Türkmeneli’nin hangi bölgesinden gelmişler?

Ben beş yönetimle çalıştım hep Bir Kerküklü, bir Erbilli, bir Musullu, bir Telafer’li olmasına dikkat ettim. İnci Muratlı, Kerküklü olmasına rağmen Türkiye’de doğmuş büyümüş. Necmettin ve Mahmut Kerküklü, Diler Erbilli, Sadun Altunköprülü. 

Üye sayınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

250 üyemiz var. 350 idi ama 100 tanesini çıkarttık. 

Sebep Nedir? 

Adresleri yok, Göç etmişler. 

Geri bölgeye mi göç etmişler yoksa burada mı göç etmişler? 

Kanada, Avustralya gibi dünyanın her yerine göç edenler var. Adreslerini yanlış verenler var bunları tespit ettik onun için ihraç ettik. 

Bunlar nasıl gidiyorlar üçüncü ülkelere yani iltica yoluyla mı? 

Birleşmiş milletlerle gidenler var. Kendi imkanları ile kaçak yolla gidenler var. 

BM yoluyla giden ne kadar üye var biliyor musunuz? 

Yurt dışına giden Türkmenlerin yalnızca dörtte bir BM yoluyla gidiyordur. Daha çok kaçak yollar kullanılıyor. Yunanistan’dan, Bulgaristan üzerinden gemilerle ve kendi yaya yolları var kaçakların. Kıbrıs’tan gidiyorlar. Her yerden gidiyorlar. 

Bu 250 üyenin kaçı Kerküklü kaçı Erbilli bu sayıyı verebilir misiniz? 

İl olarak baz alıyoruz. Bunun yüzde 70 ‘i Kerküklü, yüzde 15’i Musullu, yüzde 15 ‘i Erbil’li. 

Başka bölgeden gelen yok mu? 

Zaten üç tane il var. Diyala’dan yok hemen hemen hiç yok. Bir kaç kişi yüzde 1 falan.Telafer. Musul’un içinde. 

Telafer’e ayrı bir rakam verebilir misiniz? 

Musul’dan gelen yüzde 15 ‘in yüzde 13’ü zaten Telaferli. 

Tuzhurmatu’lu kaç kişi var? 

Kerkük ‘ün içinde verdim onu ama oran olarak yüzde 70’in içinde yüzde 10 vardır. Çok az aile de Karatepeli, Kifrili ve Mendelili O zaman bunların sayısına yüzde 1 veya yüzde 2 diyebilir miyiz. Peki bu yönetim kurulu üyesinden kaç tanesi Türk vatandaşlığını kazanmış? 

Bir kişi dışında hepsi vatandaş. 

Yönetim kurulundakiler ne zaman Türkiye’ye gelmişler? 

Şimdi 1. kuşak cumhuriyet kurulurken Anadolu’yu tercih eden Irak Türkleri vardır. Sadece Türk kimliği ile gelip Anadolu’ya yerleşen ilk kuşak var. 
Bu da 1927 ‘den 1938 ‘a kadar. 

Böyle bildiğiniz biri var mı? 

İhsan Doğramacı. 1944 senesinde Türk vatandaşı olmuş. 

Ne zaman gelmiş Türkiye’ye? 

İşte o zaman gelmiş. Osmanlı kimliğine sahip ve Türk olan herkes sınırdan çok rahat girip çıkabiliyormuş. Osmanlı ordusunda teğmenlik, subaylık yapan Irak Türklerinden yüzde 90’ı tekrar Kerkük’e dönmemişler. Burada kalmışlar. Abdurrahman Erciyes, Lütfi Kırdar örneği gibi. 
Daha niceleri hiç birisi tekrar memleketlerine dönmediler. İkinci kuşak. 

Onlar 1959’dan sonra geldiler. Katliamdan sonra. Okumak için geldi onlar. 

Sadece eğitim için mi? Yoksa başka bir neden var mı? 

Çünkü Arapça, Türkmenler arasında pek yaygın olmadığı için, dersler de Türkçe 
verilmiyor, bu yüzden öğrencilerin başarısız olduğu bu yüzden Türkiye’ye geldiği biliniyor. 

Aslında parantez açacak olursak, 1959’dan 1970’e kadar durumları iyi olan Türkmen aileleri gelmiştir.1959’dan 1975’e kadar Irak’ta üniversite ortalaması nı tutturamayan zengin ailelerin çocukları geldi. Ama ailesinin durumu iyi olan Türkiye’de çocuğunu okuttu.1975’ten bu yana Baas Partisi’nin baskısı nedeniyle oğullarını parti yakalamasın, nezarete atmasın diye bir çok aile de fakir zengin demeden 1980’e kadar çocuğunu Türkiye’ye gönderdi.1975’ten sonra çocuklarının hem canını kurtarmak için hem de tahsillerini yapsın diye ve partinin baskısından kurtarmak için Türkiye’ye gönderdi. Ondan sonra kesildi. Yurt dışına çıkış Irak-İran savaşı nedeniyle yasaklandı.

Kaçak gelenler olmadı mı? 

Saddam düşene kadar Türkiye’ye kaçak göç oldu. Savaştan kaçtılar. Toplu halde kaçtılar. 1980’de tek tek gelmeye başladılar. 1985-86’lara geldiği zaman bu onlara yüzlere çıktı. 1988’de biraz daha fazla arttı. İki yüzlere, beş yüzlere vurdu.1990-91’de bunlar binlere çıktı. Körfez savaşı bittikten sonra yine durakladı azaldı yani. 

Yurt dışına üçüncü yollarla geçenlerin bir çoğu o ülkenin vatandaşlığını alıyor mu? 

Hemen hemen alıyor. Zaten Avrupa’da kanun var 3-4 sene kaldığın zaman suça karışmazsan vatandaş olabiliyorsun. 

Siz ne zaman göreve geldiniz? Bugüne kadar yaptığınız faaliyetlerden bahsedebilir misiniz? 

2004’ten bugüne kadar görevdeyiz. Biz hep ilkleri yaptık.Büyük mitingler yaptık. Bütün büyük mitingler bizim zamanımızsa oldu.İnternette faaliyetlerimiz var. Hiç bir zaman Türkmrneli mitinglerinde 2-3 bin olmadı, sadece biz görevdeyken bu sayıları bulduk.2004-2005-2006-2007 yıllarında Büyük Türkmen mitingleri yaptık. Yeniden Kerkük dergisini çıkarttık. Ama bu aralar ekonomik durumdan dolayı çıkartamıyoruz. En son 2007’de olması lazım. 

Maddi durumdan söz ettiniz.Kim tarafından destek görüyorsunuz? 

Türkmeneli Vakfı destek sağlıyor. 

Başka bir kuruluştan geliriniz veya ticari kuruluşunuz var mı? 

Sadece dernek kiralarını, elektrik, su, telefon bunları vakıf karşılıyor. Başka bir şey yok. Mesela dergiyi kendi imkanlarımızla çıkartıyorduk. 
Ama şimdi çıkartmıyoruz. Bir de dergide yeni yazı olması lazım yoksa internetten alıp yüklersin yaparsın. Biz bunu denedik ama başaramadık. 
Dergicilik başlı başına iş. En az 80 tana özel yazarın olması lazım. Birisi iki ayda bir tane yazsa kırk sayfalık bir dergi çıkartırız. Gündemle 
ilgili. İnternetten alıp çıkartmak istemedik o yüzden molla verdik. 

Genç profiliniz nasıl? Ne kadar genç üyeniz var? 

Genç üye hemen hemen hiç yok. Hep babaları üyemiz. Türkmenlerde şu sıkıntı var. Türkmenler çocuklarını derneğe getirmez ve kimse de kimseyi tanımaz. Yani son kuşak birbirlerini tanımaz. 

Türkiye’deki Türkmen kimliği kayıp mı oluyor? Evet kayboluyor. Aslında tam olarak kaybolmuyor. Yani Türklüğü kaybolmuyor tabi ki ama Türkiyelileşiyor? 
Kendi hemşerilerimizi, bölgemizle ilgili problemlerimizi, insanları bulup da tartışamıyoruz. Mesela ben kızımı buraya getirmedim. Kimse getirmiyor, ben de getirmiyorum. Eşimizi getirmiyoruz mesela. 

Siz öncü olabilirsiniz. 

Hep bunu söylüyoruz. Bir gün hanımlarımız, bir gün çocuklarımız hepsi tanışsınlar. Dışarıda belki görüyoruz ama tanımıyoruz onları, belki onlar da bizi tanımıyordur. Birde burada üçüncü kuşak büyüdü nerdeyse. Benim çocuğum benden ne kadar duyduysa o kadar biliyor ama aktif olarak hemen hemen hiç gelmedi. Bizden ve basından duyduğu kadar. Türkmenlerin çocukları Türkiye’de kaybolup gidiyor. Hele birde hemşericilik evliliği yapmadığı zaman iyice kayboluyor. 

Önemli bir mesele. Sizin bildiğiniz Türkmen gençlerin ne kadarı hemşerisi ile evleniyor? 

En fazla yüzde 10. Bütün ağabeylerimizin eşleri yerli. Yüzde 90’ının eşi yerli, ya okurken ya da yaşarken tanışıp evlenmişler. 

Bu göç olgusu hep yalnız başına olmuş acaba ondan mı kaynaklanıyor? 

Hep yalnız kalmış, anadan babadan uzak duygusal olarak bir insanla dertleşmek istersin ve ondan sonra tanıştığın ilk kıza evlenme teklifi ediyorsun ve evleniyorsun. Biraz da yalnızlığın verdiği bir şey. Bir de Türklüğü özlem önemlidir yani Türk’le evlenmek Kerkük’te ve orda güzel bir şeydir. 

Peki sizin kızınıza sorduğumuz zaman kendini nasıl tanımlıyor? 

Kerküklüyüm diyebiliyor ya da Irak Türklerindenim diyor. Demese bile oğlunun kurtuluşu yok ve oğlunun çocuğu bitiyor. Hadi bizimkiler bizden duydu. 
Kerküklüyüm, Musulluyum diye ya da Iraklıyım diye ama kızımı bir yerli ile evlendirdiğim zaman torunu dedem şuralıdır der. 
Mesele Lütfi Kırdar’ın çocuğu Gökhan herhelde torunudur ona sorsak dedem Iraklıdır der. 
Reha Muhtar mesela Kerkük’lüdür, Mehmet Ali Erbil Erbillidir. 

Başkanı olduğunuz kuruluşla Türkmen halkı arasında nasıl iletişim var, yani iletişimi nasıl sağlıyorsunuz?

Çok ciddi ilişkilerimiz var. Öyle tahmin ediyorum ki Türkmen toplumu içinde en kuvvetli ilişki Irak Türkmenleri derneği arasındaki ilişkidir.

Hem geçmişte hem de bizim dönemimizde daha da arttı. 

Bu 250 kişiye bir anda rahat ulaşabiliyor musunuz? 

Çok rahat ulaşabiliyoruz. En son dağıttığımız kurban etleri listeleri var, bizde ramazanlarda erzak dağıtıyoruz. 

Peki derneğe kayıtlı olmayan Türkmenleri kazanmak için ne yapıyorsunuz? 

Bunları kazanma şansın yok zaten. Bunlar radikalleşmiş 30 senedir buradalar. Onların adı sadece Türkmen, ilgileri kalmamış. Çevresi, ailesi, ideolojisi farklılaşmış. Bu dernekte milli duyguları yoğun olanlar üyedir genellikle. Milli duygusu az olan, vurdum duymaz Türkmenler çok burada. Bunlarla ilgili bir çalışma bırakmadılar ki bize eskiden tek bir kuruluş vardı Irak Türkleri Derneği. Herkes buraya gelirdi. Şimdi Türkmen kuruluşu çoğaldı Türkmeneli Vakfı, Türkmeneli Öğrenci Birliği, Irak Türkmen Cephesi ve bizimle dört oldu. Öğrencileri bizim kullanma şansımız olmadı. 

Bunlar engelleniyor mu yani öylemi diyorsunuz? 

Bize bırakılmadığı için bizce engelleniyor belki. Yani şimdi ben Türkiye’de siyaset yapıyorum. 
Ben Türkeş’in talebesiyim ve ülkü ocakları başkanlığı yapmışım. Milliyetçi Hareket Partisi Ankara ikinci başkanlığı yapmışım. Ben sokaktan gelmişim, teşkilattan gelmişim. Ben her kademede görev yapmışım, ben Türkiye’de duvarlara yazı yazmışım, afiş asmışım, karakolda yatmışım. Ama benim dışımdaki bir Türkmen bürokrat bilmez. Şuna getirmek istiyorum yani gençleri bize bırakmadılar. Ha bize bıraksalar çok mu iyi olurdu, belki bariz hatada yapabilirdik biz. 

Bölgeye yönelik hangi çalışmaları yaptınız? 
En son önlük 1000 tane önlük götüreceğiz. 
Hangi sıklıkla bölgeye gidiyorsunuz? 

2-3 ay önce gittik, birde şimdi önlükler için gideceğiz. 2003’den bu yana ne sıklıkla ziyaret ettiniz? Beş defa gittim. 

O zaman irtibatınız var diyebiliriz. Tabi. Bölgeden gelen insanlarla bire bir muhatap oluyoruz. Ciddi yardımlar yapıyoruz. Barındırma, yiyecek, sağlıkla ilgili birçok imkânlar sağlıyoruz. Hatta ameliyatlar yaptırıyoruz çeşitli hastanelerde, başhekimlerinden dolayı hastane müdürlerinden dolayı 

Yurt dışındaki Türkmen kuruluşları ile ilişkileriniz nasıl? Bağlantınız var mı? 

Yok. Zaten Türkmenler burada bile kolay kolay bir araya gelemiyor. Avrupa’da da pek görmüyorum. Bölgede bile pek yardımlaşma, dayanışma görmedim. 
Ama tabanda var dayanışma. Kurumlar kendi aralarında görüntü olarak pek sıkıntı yok. Ama sıkıntı çok büyük. 

Ne sıkıntısı var? 

Yardımlaşma, dayanışma ile ilgili sıkıntılar. 

Peki Türkiye’de Türkmen davası deyince aklınıza gelen ilk on isim kimdir söyleyebilir misiniz? 

Yaşayan, aktif ya da vefat etmiş olan. Kendimin dışında hiç kimseye kefil olamam. 

Aklınıza gelen isim yok mu? 

Türkiye’de hiç yok. Türkiye’den değil, genel olarak. Şehit olanlardan olur mu? 

Tabi tabi aklınıza gelen ilk on kişi. Türkmen davası adına.

Abdullah Abdurrahman, Ata Hayrullah, Necdet Koçak, Abdullah Çenebaz,İzzettin Terzi hep şehit olanları yazdık. Bir de Ata Terzibaşı ama şair. 
Bakın şimdi Azerilerle, Türkmenlere bilinçli olarak İngiliz politikası diye bizi ve Azerileri hep şair ve ressam yaptılar. Değil mi? Hiç militan ruhu vermediler. 
Tavukla yat kalk tavuk olursun, kurtla yat kalk kurt olursun bu budur. 

Yani on kişi sayamıyor musunuz? 

Sayamıyorum. 

Bu önemli bir kriter. 
Adsız kahraman var. Bunlar farklı. Bilmek başka, Türkiye’de çok isim duyabilirsiniz. Siz bize soruyorsunuz ki Türkmen’e önderlik yapacak 
lider pozisyonunda, bende sadece bunlardır diyorum başka bilmiyorum. Bizim en büyük eksiğimiz genç yaşta liderlerimizin öldürülmesi. 
Necdet (Koçak) ağabey 41 yaşında benim şu anki yaşımdan 5 yaş daha küçüktü, Abdullah Abdurrahman 45 yaşında idam edildi. Yani Bir Türkmen nasıl lider çıkartsın? Liderler şöyle çıkar. Sıkıntılı günlerde çıkarlar. Liderle asker arasında çok ince bir çizgi vardır nedir biliyor musunuz? Ani refleks verirsin o anda herkesi arkanda sürüklersin. Bu çok önemlidir. İlk olmakta önemlidir.Liderlerde niye lider olur. 
Lider öyle saunalarda, Çankaya’nın göbeğinde oturup lider olunmaz. Bakın İzzettin Kocova liderdi. Onlar Mustafa Barzani ile Kuzey Irak’ta mücadele verdiler Türkmen meselesi için. bütün Türkmenler kuzeye kaçarken bunun yanında kalırmış orda karargahı varmış. 
Molla Mustafa’yla beraber mi? Tabi. O kamptır. O ayrı bu ayrı. Ama Molla Mustafa ile bile işbirliği edebilecek zaman zaman bir araya geldi. O lider. Abdurrah Abdurrahman lider. 1959 katliamında kendi idam olmadı hemen gitti. Bağdat’tan orduyu getirdi. 
Kerkük’teki katliamı bastırdı. Ata Hayrullah idam oldu Türkmen lideriydi. Bir Türkmen’in başına bir şey gelse hemen hem şahsi ilişkisini hem de rütbesini kullanarak bir şeyler yapıyordu. 

Lider bunlara denilir. Yoksa ben altı üstü dernek başkanıyım, “ben liderim” desem olur mu? Ya da “Cephe başkanıyım” “liderim”, desem olur mu? Yani öncü olmak başka lider olmak başka. Hasbelkader bir kurumda baş olmuşsun bu başka. 

Son olarak Türkiye’den beklentiniz nedir? 

Hiç bir beklentimiz yok. Çünkü ekonomisi dışarıya bağlı olan bir ülkedeyiz, dış borcu çok olan bir ülkedeyiz, dolayısıyla siyaseti bile günlük 90 derece değişebilen bir ülkedeyiz. Bu ülke ancak kendi kendine sahip çıkarsa biz mutlu oluruz. Türkiye, İran değil, petrol yok, hiçbir şeyin yok milyarlarca borcun var, onların borcu yok petrolü de çok dolayısıyla Türkiye’den bir şey beklemiyoruz. 

Teşekkür ederiz.

8 NCİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
****