İLİŞKİLERİNDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İLİŞKİLERİNDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2017 Çarşamba

TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEM; YÜKSEK DÜZEYLİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ



TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEM; YÜKSEK DÜZEYLİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ




Yrd. Doç. Dr. Veysel AYHAN 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı

Abant İzzet Baysal Üni., Uluslararası İlişkiler Bölümü 
www.veyselayhan.com 

TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEM: YÜKSEK DÜZEYLİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ* 
* Bu çalışmanın saha araştırması kısmında verdiği maddi destekten dolayı TÜBİTAK’a teşekkür ederim Ortadoğu Analiz 





 <  Suriye’deki birçok kesim Türkiye’nin 2004 ve 2005 tarihlerinde Suriye’ye karşı bir askeri, ekonomik ve politik müdahalenin engellenmesi yönünde çaba sarf ettiğini ve bu çabanın Şam’ın Türkiye politikalarını değiştirmesinde oldukça önemli bir rol oynadığını belirtmektedir. >


Türkiye - Suriye işbirliği ekonomiden enerjiye, ortak eğitim faaliyetlerinden ve güvenlik alanına kadar geniş bir zeminde gerçekleşmektedir

1957-58 ve 1998 tarihlerinde savaşın eşiğine gelen Türkiye ve Suriye arasında 16 Eylül 2009’da imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması ve her iki ülke vatandaşlarının 90 günle sınırlı olmak koşuluyla vizeden muaf seyahat serbestisine kavuşması hem yakın çevre ülkeleri hem de Ortadoğu’nun geneli açısından oldukça önemli ve tarihi bir olaydır. İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına dönük anlaşmanın imzalanmasının ardından 13 Ekim 2009’da Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısının gerçekleştirilmiş olması ise sürecin somut adımlarla ileriye taşınmak istendiğinin en açık göstergesidir. Bu çerçevede hem ilişkilerinde çatışma dan işbirliğine geçişte Türkiye’nin oynadığı role, Stratejik İşbirliği Konseyi’nin yapısına ve son olarak da 13 Ekim 2009’da Halep ve Gaziantep’te gerçekleştirilen 1. Bakanlar Kurulu toplantısına dikkat çekmek yerinde olacaktır. 

Stratejik İşbirliği Konseyi’ne Zemin Hazırlayan İki Ziyaret: Cumhurbaşkanı Sezer ve Başbakan Erdoğan’ın Suriye Gezileri Stratejik İşbirliği Konseyi’ne giden sürecin anlaşılması açısından Türkiye’nin 2003 sonrası dönemde Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı rolü iyi irdelemek gerekir. Suriye bağlamında düşünüldüğünde Türkiye’nin 1998 sonrası dönemde Suriye ile ilişkilerini çatışmacı bir zeminden çıkartmasına karşın stratejik diyebileceğimiz bir işbirliği düzeyine çıkartmadığı görülmüştü. Zira, Irak işgali karşısında hem Ankara’nın hem de Şam’ın aynı refleksi göstermelerine rağmen Türkiye’nin aksine Suriye yönetimi Amerikan askeri gücüne lojistik destek vermekten kaçınmış ve direnişçi olarak adlandırdığı Sünni kökenli Baasçı grupların ülkedeki siyasal faaliyetlerini sınırlandırmamıştı. Dolayısıyla her iki ülke de Irak işgaline karşı 
çıkmakla birlikte işgal sonrası dönemde farklı bir dış politika izlemişti. Bununla birlikte Irak’ın istikrarsızlaşmasından kaynaklanan ortak diyebileceğimiz 
tehdit algılamaları bulunmaktaydı. 

Bunların başında ise Irak’ın parçalanması ve ayrı bir Kürt devletinin kurulması gelmekteydi. 


Diğer yandan ABD ile ilişkilere bakıldığında ise farklılaşan dış politikalara sahiptiler. Bu çerçevede Türkiye-Suriye ilişkilerinde işbirliğini gerekli 
kılacak tehdit algılamaları bulunmasına karşın, bunu stratejik düzeylere taşıyacak unsurları yeterince barındırmadığı görülmektedir. Ancak, 2003 işgalinden kısa bir süre sonra Amerikan yönetiminin doğrudan Suriye rejimini hedef alan açıklamaları ve ardından 2005 Şubatında eski Lübnan başbakanlarından Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra Suriye üzerinde artan baskılar Şam rejiminin Türkiye’ye olan ihtiyacını artırdı. Ocak 2004 tarihinde, Suriye lideri Beşar Esad üst düzey bir heyetle Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. 57 yıl aradan sonra Türkiye’ye gerçekleştirilen ziyaret sırasında Şam yönetimi Türkiye’nin sınırlarını resmi düzeyde tanıdı ve böylelikle Hatay sorunu da aşılmış oldu.1 Suriyelilere göre Suriye rejimini devirmeye yönelik diplomatik, ekonomik ve siyasal baskılara Fransa ve Rusya’nın da içinde yer aldığı Batılı devletler destek verirken, Türkiye beklenmedik bir şekilde Şam rejiminin uluslararası alandaki koruyucusu oldu.2 Bu bağlamda Suriye 
ile ilişkilerin stratejik düzeye çıkmasında Aralık 2004’te Başbakan Erdoğan, ardından da 2005’te Cumhurbaşkanı Sezer’in Batılı ülkelerin muhalefetine 
rağmen Suriye’ye düzenledikleri resmi ziyaretler etkili olmuştur. Her iki ziyaret birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin Suriye’ye karşı düzenlenmesi düşünülen bir askeri müdahaleye karşı çıkacağının uluslararası kamuoyuna açıklanması olarak nitelendirilmiştir. 

Başbakan Erdoğan’ın 2004 Aralığında Şam’a düzenlediği iki günlük resmi ziyaret ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ünlü Suriye gezisi Ankara-Şam hattında var olan ve tarihi geri planı Fransız işgal dönemi sonrasına dayanan karşılıklı önyargıların, güvensizliklerin ve kuşkuların aşılmasında anahtar rolü oynamış ve ilişkilerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Sözkonusu iki ziyaret Suriye’nin Türkiye’ye olan güvenini en üst düzeye çıkarmıştır. İlişkilerde bugün gelinen nokta ortak tehdit algılamalarının yanı sıra karşılıklı güven ve diyalog temelleri üzerine kuruludur. Diğer bir deyişle bazılarınca öne sürüldüğü üzere Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tarihsel geri planı zayıf ve güvenden yoksun olduğu yaklaşımı gerçekçi olmadığı gibi aksine aşağıda belirtildiği üzere oldukça kritik süreçlerin getirmiş olduğu bir tarihsel ve politik 
zemin üzerine inşa edilmiştir. 

< Beşar Esad rejimi Suriye’nin bölgede güçlü bir aktör olması için pro-aktif bir dış politika izlenmesini önemsemektedir. >


1559 Sayılı BM Kararı Sonrası Başbakan Erdoğan’ın Şam Ziyareti Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyareti BM Güvenlik Konseyi’nde, Suriye’nin Lübnan’daki askeri ve siyasi etkisini sonlandırmak için alınan 1559 Sayılı Karar’ın ardından 
gerçekleştirilmişti. Hatırlanacağı üzere 1991 Irak Savaşına destek veren Suriye rejiminin ödülü Lübnan üzerinde tam kontrol kurmak olmuştu. Beyaz Saray ve 
Avrupalı ortakları 1991 Irak Savaşı’na yaklaşık 6 bin askerle destek veren Şam’a, Lübnan’da o dönemin önde gelen Suriye karşıtı ismi Maruni lider Mişel Aoun’a karşı güç kullanmasına izin vermiştir.3 


<  Irak işgali, Amerikan baskıları ve Lübnan kriziyle gelişmeye başlayan işbirliği ve diyalog süreci her iki ülke arasında var olan olumsuz önyargıların 
yıkılmasına ve yerini birlikte ortak çıkarlara bırakmaya başlamıştır. >

George W. Bush iktidarıyla birlikte gündeme gelen Saddam’ın askeri yöntemlerle devrilmesi planı sonrası Washington bir kez daha Şam yönetimiyle işbirliğinin yollarını aradı. 

Bush yönetimi, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından Washington’la terörizm konusunda istihbarat paylaşımına giden Suriye’nin 4, İsrail’in açık muhalefetine rağmen 2001 Ekiminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliğine seçilmesine tepki göstermemişti. 

Ayrıca Bush yönetimi Nisan 2002’de Kongrenin her iki kanadı tarafından alınmış ve Suriye’ye yeni yaptırımlar öngören yasayı da onaylamayarak Suriye 
rejimiyle pazarlık yolunu açık tutmuştu. Dış İlişkiler Komitesi tarafından 3 ve 4 Eylül’de basına verilen demeçte Başkan Bush’un Ortadoğu’daki olaylar karşısında hareket alanını sınırlayan yasaları onaylamak konusunda çekinceleri olduğu ifade edilmişti.5 Ancak, 2003 başında Suriye’nin Irak işgaline destek vermeyeceği ve işbirliğine yanaşmayacağı anlaşılınca Washington Suriye’ye yönelik daha radikal politikaları hayata geçirme kararı almıştır. 2003 Irak işgaline destek vermeyen Suriye rejimini cezalandırmak isteyen Amerikan yönetimi bir kez daha Lübnan kartını oynamaya başlamıştı. Bu çerçevede 2004 yazında Suriye taraftarı Lübnan Cumhurbaşkanı Emin Lahud’un görev süresinin bitmesine birkaç ay kala Lübnan’daki politik tartışmalar ve Suriye’nin askeri varlığı tartışmaları şiddetlendirmişti. ABD’nin baskılarını arttırdığı bir dönemde Suriye’nin Cumhurbaşkanı Lahud’un görev süresini üç yıllığına uzatma girişimleri üzerine Amerikan yönetimi hemen harekete geçmiştir. 2004 Ağustosu’nda Suriye üzerindeki baskılarını artıran Amerikan yönetiminin Lübnan sorununu BM’ye taşıması Şam rejimi üzerindeki uluslararası baskının artmasına yol açtı. ABD’nin etkisiyle BM Güvenlik Konseyi’nin 2 Eylül 2004’te kabul ettiği ve “Lübnanlı olan ve olmayan tüm silahlı güçlerin dağıtılması ve silahsızlandırılması, Lübnan hükümetinin idaresinin tüm Lübnan topraklarını kapsayacak şekilde genişlemesi, tüm yabancı güçlerin Lübnan topraklarından çekilmesi, Lübnan’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, birliğine ve siyasi serbestliğine tam 
saygı gösterilmesi, Lübnan Anayasası’na uygun, adil ve özgür seçimlerin, hiç bir dış müdahale ve etki olmaksızın sonuçlandırılması” yolunda çağrı yapan 1559 Sayılı Karar,6 açıkça Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılmasını ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını gündeme taşımıştı. 

Buna rağmen 1559 sayılı kararın açıklanmasını takip eden gün ise Suriye destekli Lübnan Meclisi, Cumhurbaşkanı Lahud’un görev süresini üç yıllığına uzatan yasayı kabul etmişti. Suriye’nin BM Kararına rağmen Lübnan siyasetine müdahale etme girişimlerini sürdürmesi üzere ABD’nin öncülüğün de Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılmasına dönük etkili bir kampanya başlatılmıştır. İşte tam da Suriye rejimi üzerindeki baskıların arttırıldığı bir tarihte Başbakan Erdoğan iki günlük Suriye ziyaretini Aralık 2004 tarihinde gerçekleştirmiştir. Başbakan Erdoğan ziyaretle ilgili olarak “uzak olan ilişkilerin nasıl yakınlaştığının göstergesidir” demiş, Suriye Başbakanı Naci Otri ise “ilişkilerimiz gelecekte her alanda daha da gelişecektir” ifadesini kullanmıştı.7 

Resmi programda olmamasına rağmen Başbakan Erdoğan’la iki ayrı görüşme gerçekleştiren Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Erdoğan’dan İsrail-Suriye arasındaki sorunların giderilmesinde arabulucu rolü oynamasını istemiştir.8 Diplomatik yakınlaşma ticaret alanında etkilere yol açmış ve ziyaret sırasında Türkiye-Suriye serbest ticaret anlaşması imzalanmıştır. Türkiye böylelikle Suriye rejimi üzerinde kurulmak istenen uluslararası baskıları desteklemeyeceğini açıkça göstermiş olmaktaydı. 


ABD ve AB’ye Rağmen Gerçekleşen Ziyaret: Cumhurbaşkanı Sezer’in Suriye Gezisi

Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin gelişim sürecini daha iyi anlayabilmek açısından Erdoğan’ın ziyaretinin ardından 13-14 Nisan 2005 tarihleri arasında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Suriye ziyaretine tekrar dikkat çekmek yerinde olacaktır. Sezer’in ziyareti, eski Lübnan Başbakanlarından Refik Hariri’nin Şubat 2005’te öldürülmesinden sonra hem Lübnan içinde hem de dışında Suriye karşıtı grupların Şam’a uluslararası bir yaptırım uygulama çalışması içinde oldukları bir tarihte gerçekleştirilmiştir. Refik 
Hariri cinayeti sonrası Beyaz Saray 1559 Sayılı Kararın derhal yerine getirilmesini istemiş ve Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılması, uluslararası 
yaptırımların devreye girmesi için diplomatik baskılarını artırmıştı.9 Bu bağlamda ziyaret öncesi hem AB hem de ABD’den Suriye rejimine ve Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyaretine ciddi bir tepki bulunmaktaydı. Dönemin ABD Ankara Büyü-kelçisi Edelman Bursa’daki temasları sırasında bir gazetecinin Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyaretini gündeme getirmesi üzerine ABD, AB ülkelerinin ve Mısır’ın Suriye’ye bir yaptırım uygulanması konusunda fikir birliği içinde olduğunu ve Türkiye’nin de uluslararası camianın kararlarını desteklemesini beklediğini ifade etmiştir. Büyükelçi Edelman sözlerinin devamında ise üstü örtülü bir şekilde ziyaretin gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin uluslararası kamuoyu tarafından 
dışlanacağı mesajını vermiştir. Edelman’a göre “ Tabii ki bu uluslararası camiaya uyup uymamak konusu, Türkiye’nin kendi kararıdır.”10 

Amerikan yönetiminden Sezer’in ziyaretine yönelik dile getirilen tepkiler Sezer ve Esad görüşmesinin gerçekleştiği günde bile sürmüştü. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher, Cumhurbaşkanı Sezer`in Şam’da bulunduğu sırada düzenlediği basın toplantısında Suriye rejimini Irak’ı istikrarsızlaştırmak, barış sürecini ve Ortadoğu barışını engelleyen grupları desteklemekle suçlamıştı. Boucher, uluslararası toplumun Suriye yönetimine davranışlarını değiştirmesi için açık ve anlaşılır bir mesaj verdiğinin de altını çizmekteydi.11 Dolayısıyla Büyükelçi Edelman ve Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher’in açıklamaları birlikte düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyaretinin Şam rejimi üzerindeki uluslararası baskıların en üst seviyeye ulaştığı bir dönemde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. 

Ziyaretin bir diğer önemli yanı ise Batı ülkelerinin Şam yönetimine karşı birlikte hareket ettiği bir dönemde gerçekleşmiş olmasıdır. Boucher’in 
de altını çizdiği gibi geleneksel olarak Suriye yönetimiyle ilişkileri bulunan Fransa ve Rusya dahil Batılı ülkelerin hemen hemen tümü Esad yönetimi karşısında ortak bir tutum ve politika benimsemişti. Aynı dönemde Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap ülkeleri de Suriye’yle ilişkilerini koparmıştı. AB ülkeleri Hariri suikastından sonra programı önceden belli olmasına rağmen Beşşar Esad’ın Viyana ziyaretini erteletmişti. Ayrıca, Lübnan’daki gelişmelerden dolayı Suriye ile AB arasında 2004 yılında imzalanan ticaret anlaşmasını da onaylamayacaklarını açıklamışlardı.

12 Dolayısıyla Türkiye, hem Arap dünyasından hem de geleneksel müttefiklerin den dışlanan Suriye’nin en zor gününde yanında yer alarak Şam’a ve Esad yönetimine ciddi bir meşruiyet ve güven vermiş, en azından Suriye’nin kuzey sınırından herhangi bir baskı ya da yaptırıma tabi tutulmayacağını göstermiştir. Irak’ın iç savaş içinde olduğu ve Lübnan’da da Suriye karşıtı gösterilerin gerçekleştiği günlerde kuzey sınırının mal ve insan dolaşımı açısından güvenli olduğuna yönelik verilen mesaj Esad yönetimi tarafından da doğru algılanmıştır. 

Bu bağlamda Suriyeli akademisyen Mervan Kablavi Rusya ve Fransa’nın içinde yer aldığı Batılı güçlerin Esad rejimini devirmek isteyen Amerikan yönetimine verdiği desteğin Suriye dış politikasında bir kırılma yarattığının altını çizmektedir. Kablavi’ye göre 2004 yılında “Lübnan sorununu bahane eden güçlerin asıl odaklandığı politika Suriye rejimini devirmekti. Suriye kendi içinde bir savunma politikasına yönelirken çevresinde ittifak yapabileceği ülkelerin bulunmadığı görmüştü. Türkiye’nin ziyareti işte tam da böyle bir ortamda gerçekleştiğinden önemli olduğu kadar tarihi olmuştur”. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Abdulfettah Ammura’dan Suriyeli akademisyen ve Suriye hükümetinin siyasal 
danışmanlarından Dr. Samir Al Taki’ye kadar birçok kesim Türkiye’nin 2004 ve 2005 tarihlerinde Suriye’ye karşı bir askeri, ekonomik ve politik müdahalenin engellenmesi yönünde çaba sarfettiğini ve bu çabanın Şam’ın Türkiye politikalarını değiştirmesinde oldukça önemli bir rol oynadığını belirtmektedir. 




 < Ankara-Şam hattındaki işbirliği sürecinin; ekonomiden güvenliğe, sağlıktan eğitime veya kültürel değişim programlarına kadar geniş bir alanda karşılıklı bağımlılığı artırmasına ve tarihi sorunların bu vesile ile aşılmasına imkan tanıması kuvvetle muhtemeldir. >

Türkiye’nin politikalarının Suriye halkı tarafından nasıl anlaşıldığına gelince Büyükelçi Abdulfettah Ammura bunu şu sözlerle ortaya koymaktadır “Amerika ve Avrupalı ülkeler Suriye’ye baskı kurduklarında Türkiye Suriye halkının yanında yer aldı. Aynı zamanda halkımız da bunları görmektedir. Halkımızın talepleri de Batılı güçlerle birlikte hareket etmeyen Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönündedir”.13 

Türkiye-Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Dönemi

Yukarıda da belirtildiği üzere Türkiye-Suriye ilişkileri 2003 sonrası dönemde bölgesel koşullarda ve güç dengelerinde meydana gelen değişikliklerin 
etkisiyle işbirliği düzeyinden kısa sürede yüksek düzeyli stratejik işbirliğine dönüşmüştür. Irak işgali, Amerikan baskıları ve Lübnan kriziyle gelişmeye başlayan işbirliği ve diyalog süreci her iki ülke arasında var olan olumsuz önyargıların yerini ortak çıkarlara bırakmasını sağlamıştır. Her iki ülke arasında işbirliği alanlarının başında ekonomi, enerji vesu kaynaklarının yönetimi gelmekle birlikte dış politikada da Irak sorunundan kaynaklanan ortak güvenlik sorunlarıyla birlikte mücadele etme, Lübnan sorununun barışçıl yöntemlerle sonlandırılmasında işbirliği yapma, Suriye’nin İran ekseninden Arap eksenine katılımını sağlama ile Suriye’nin AB ve ABD ile ilişkilerini restore etme gelmektedir. 

İki ülke arasındaki ilişkilerin önemine değinen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na göre “Türkiye Suriye’nin Avrupa’ya açılan kapısı iken Suriye de Türkiye’nin Arap dünyasına açılan kapısıdır”14. Nitekim, 2000 Haziranında Suriye Devlet Başkanı koltuğuna oturan Beşar Esad rejimi de Suriye’nin politik olarak bölgede güçlü bir aktör olması için ekonomik ve diplomatik alanda da pro-aktif bir dış politika izlenmesini önemsemektedir. Türkiye ile kurulan stratejik ilişkiler Suriye’nin bu hedeflerini gerçekleştirmesinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır. 

Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi

16 Eylül 2009’da Beşar Esad’ın Türkiye ziyareti sırasında her iki tarafın aralarındaki diyalog sürecini ve işbirliğini stratejik bir aşamaya taşımak 
istedikleri ve buna yönelik olarak da gerekli mekanizmaları içeren bir Stratejik İşbirliği Konseyi kuracakları açıklanmıştı. Söz konusu açıklamanın hemen ardından her iki ülkenin Dışişleri Bakanları Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşmasını imzalayarak süreci başlatmış oldu.15 Stratejik İşbirliği Konseyi öncelikli olarak Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin her alanda gelişmesine yardımcı olacak mekanizmalar ve somut adımlar içermesinden dolayı oldukça önemlidir. Her iki ülkenin Başbakanları düzeyinde Eş Başkanlık sistemini öngören İşbirliği Konseyi’nin Bakanlar Kurulu’nun içinde dışişleri, enerji, ticaret, bayındırlık, savunma, içişleri, ulaştırma ve tarım bakanlarının bulunduğu toplam on altı (Türkiye ve Suriyeli) bakandan oluşması öngörülmüştür. Bununla birlikte gerek görüldüğünde toplantılara kurul 
üyesi olmayan diğer bakanların da katılması sağlanarak Bakanlar Kurulu’nun yapısı daha da genişletilebilir. Bakanlar Kurulu’nun yılda en az iki kez toplanması öngörülmektedir. Bununla birlikte her iki ülkenin kararıyla toplantıların sayısı arttırılabilir. Toplantılarda işbirliği öngörülen alanlarda somut gündem maddeleri belirlenecek, söz konusu maddeler üzerinde tarafların pozisyonları ve süreçlerin ilerlemesi için gerekli değişiklikler gündeme gelecektir. 

Bakanlar Kurulu toplantısında taraflar arasındaki işbirliği alanları tartışılacak ve gerekirse işbirliği öngörülen alanlara dönük anlaşmalar, protokoller ve mutabakat zaptları imzalanacaktır. Sürecin resmi düzeyde kalmaması için ise toplantıda alınan kararlar doğrultusunda ilgili bakanlıkların kısa süre içinde bir eylem planı hazırlaması ve bu planı da karşı tarafa sunması öngörülmüştür. Dolayısıyla sürecin bürokratik aşamalara takılması engellenmiş olmaktadır. Diğer bir deyişle işbirliği süreci dinamik bir yapı ve işleyiş üzerine kurulmuştur. Bu durum doğal olarak tarafların işbirliği yapma arzusundan kaynaklanmaktadır. 

Diğer yandan dinamik süreç, sorunların kısa sürede aşılması ve süreçlerin kesintisiz işlemesini de beraberinde getirecektir. Bakanlar Kurulu toplantılarının ardından hazırlanan eylem planlarının hayata geçirilmesi ise, yılda en az bir kez iki ülke başbakanlarının eş başkanlığında toplanması öngörülen İşbirliği Konseyi toplantısında kararlaştırılacaktır. 16 

Türkiye-Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu Toplantısı


13 Ekim 2009’da her ülkeden ilgili Bakanların katılımıyla Halep ve Gaziantep’te gerçekleştirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısı Türkiye-Suriye ilişkilerinde başlayan işbirliğinin somut adımı olmuştur. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve meslektaşı Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim Halep’teki 1. Bakanlar Kurulu toplantısının ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında görüşmelerde işbirliği anlayışıyla genel bir çerçeve çizildiğini ve sürecin somut anlaşma ve protokollere dönüştürülerek Aralık ayında Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyaretinde düzenlenecek olan Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısında uygulamaya aktarılacağı ifade edilmiştir. Basın toplantısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “iki ülkenin ekonomik entegrasyonu ve halklarının kaynaşmasını sağlayacak bu anlayışın bölgeye yayılmasını umduğunu” ifade etmiştir. Davutoğlu Suriye’yle ilişkilere dönük olarak da Türkçe ve Arapça “ Ortak sloganımızı, ‘ Ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek; el kader el müşterek, et tarih el müşterek, el müstakbel el müşterek’ olarak ilan ediyorum ” demiştir.17 

Ortak basın toplantısında Suriye Dışişleri Bakanı Muallim de Türkiye ile Suriye arasındaki stratejik ilişkilerin ve sürecin ekonomik ve toplumsal entegrasyon yönünde hızla ilerlediğini belirtmiştir. 

1. Bakanlar Kurulu toplantısında yerel yöneticilerin yanı sıra her iki ülkeden Dışişleri Bakanları, Devlet Bakanları Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Sağlık Bakanı, Ulaştırma Bakanı, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Çevre ve Orman Bakanı katılmıştır. 

Suriye tarafından ise toplantıya katılan 15 bakandan oluşan heyete Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Vekili Hasan Türkmeni başkanlık etmiştir.18 

Türkmeni basın toplantısında Konsey Anlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra toplantının gerçekleştirilmiş olmasının memnuniyet verici olduğunu belirtmiş ve iki ülke arasında gerçekleşen görüşmelerin ekonomi, güvenlik, savunma, sağlık ve çevre gibi alanlarda gelişmesine katkıda bulunacağını ileri sürmüştür. 19 

Halep ve Gaziantep’te düzenlenen toplantıların ardından taraflar arasında yaklaşık 40 protokol, proje, mutabakat zaptı ve anlaşma üzerinde çalışma 
kararı alınmıştır. Toplantıda alınan kararların hayata geçirilmesi için ilgili bakanlıklar 10 gün içinde kendi eylem planlarını hazırlayacaktır. 
İlgili birimler hazırladıkları eylem planlarını aynı zamanda muhataplarıyla da paylaşacaktır. Örneğin, eğitim alanında karşılıklı öğretmen değişimini öngören bir eylem planı hazırlandığından, buna hazırlayan birim diğer ülkedeki muhatabına kendi eylem planını sunacaktır. 

Böylelikle her iki tarafta söz konusu eylem planının organizasyonu ve uygulanması konusunda detaylı bir ortak çalışma yapmak zorunda kalacaklardır. 

Ardından da Aralık 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyaretinde düzenlenecek 
olan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 

1. Konsey Toplantısında eylem planlarından uygulanabilir olanların hayata geçirilmesi sağlanacaktır. Görüldüğü gibi somut takvimler ve aşamalar 
üzerine kurulu Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kısa ve orta vadede iki ülke arasında ilişkileri güçlendirmesi kaçınılmazdır. 
Bu kapsamda Stratejik İşbirliği Konseyi’nin yapısı ve çalışma şekline bakmakta yarar vardır. 

Diğer yandan Bakanlar Kurulu toplantısının ardından Türkiye-Suriye ilişkilerinin ekonomik ve toplumsal alanlarda olduğu kadar güvenlik ve savunma alanlarında da ileriye götürüleceği açıktır. Bu kapsamda ilk olarak 27-29 Nisan 2009 tarihleri arasında düzenlenen “Türkiye-Suriye Sınır Birlikleri Değişim Tatbikatı”nın ardından her iki ülkenin kara kuvvetlerinin katılacağı ve geniş kapsamlı ortak savunma ve güvenlik tatbikatlarının yapılması öngörülmüştür. Bakanlar Kurulu toplantısında Dışişleri Bakanı Muallim İsrail’in Anadolu Kartalı Tatbikatı’ndan çıkarılmasının memnuniyet verici olduğunu açıklamıştır. 

Öte yandan Savunma Bakanı Ali Habib ise yaptığı konuşmada “geçen baharda Türkiye ile kara kuvvetlerinin içinde yer aldığı ilk tatbikatı gerçekleştiklerini” ifade etmiş ve ardından da Bakanlar Kurulu toplantısında daha büyük bir tatbikat düzenlenmesi konusunda anlaştıklarını belirtmiştir. 20 
Öte yandan Suriye Dışişleri Bakanı Muallim verdiği bir demeçte ise İsrail’in Türkiye’de düzenlenmesi öngörülen tatbikattan çıkartılmasını Türkiye-Suriye arasındaki Stratejik İşbirliği Anlaşması’nın bir sonucu olduğunu ileri sürmüştür.21 

1.Bakanlar Kurulu toplantısının kısa süre içinde birçok sonuçları olacağı açıktır. Dolayısıyla yalnızca politik aktörlerin değil bir o kadar da toplumun süreci yakın takip etmesi gerekecektir. Örneğin, tüm işbirliği süreçlerinin gerçekleş tirilmesinde dil sorununun aşılması için Türkçe ve Arapça bilen uzmanların sayısında ciddi bir artış yaşanacaktır. Her bakanlık AB uyum yasaları çerçevesinde İngilizce bilen uzman aldığı gibi, Arapça bilen uzmanlar da bünyesinde bulundurmak zorunda kalacaktır. İş dünyasından akademik camiaya kadar her alanda Arapçaya olan ilgi ve ihtiyaç artacaktır. Kısa süre içinde hayata geçirilmesi öngörülen eylem planlarının ilgili ülkelerde yürütüleceği göz önüne alındığında 

Türkçe ve Arapçanın gerekliliği daha iyi anlaşılacaktır. 2008 sonu itibariyle 2.5 milyar dolara yaklaşan ihracatın 2010 yılı sonunda 5 milyar doları aşacağı öngörülmektedir. 2004 yılında imzalan Serbest Ticaret Anlaşmasında yer alan bazı protokollerin de hayata geçirilmesiyle iki ülke arasındaki ticaretin kısa sürede 5 milyarı aşacağı ileri sürülebilir. Ekonomik ve toplumsal düzeyde sınırların önemsizleşmesi ülkeler arasında var olan bazı tarihsel sorunların da süreçle ortadan kalkmasına yol açacaktır. Diğer bir deyişle ortak su politikasının oluşturulması ya da 16 Eylül’de kabul edilen ve 13 Ekim’de imzalanan vize muafiyeti Antakya ve Halep arasındaki sınırın anlamsızlaşmasına yol açabilecek düzeyde bir adımdır. 

Sonuç 

Türkiye ve Suriye arasında her alanda genişleyen işbirliğinin ekonomiden enerjiye, toplumsal etkileşimden ortak eğitim faaliyetlerine ve güvenlik alanına kadar geniş bir zeminde yansımaları olacağı açıktır. Bu açıdan bakıldığında TPAO’nun Suriye’de ortak petrol ve doğal gaz aramaları, sınırın iki yakasında yaşayan insanların günü birlik veya hafta sonları birbirlerinin ülkelerini ziyaret etmesi veya güvenlik alanında da İsrail’in son anda da olsa tatbikattan çıkartılmasının hemen ardından Suriye’yle geniş kapsamlı bir tatbikat yapılmasının gündeme gelmesi dikkat çekicidir. Dolayısıyla Ankara-Şam hattındaki işbirliği sürecinin; ekonomiden güvenliğe, sağlıktan eğitime veya kültürel değişim programlarına kadar geniş bir alanda karşılıklı bağımlılığı artırmasına ve tarihi sorunların bu vesile ile aşılmasına imkan tanıması kuvvetle muhtemeldir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi süreç komşularla sıfır problemden tam işbirliği ve entegrasyona doğru gitmektedir. 



DİPNOTLAR 

1 Banu Eligür, “ Are Former Enemies Becoming Allies? Turkey’s Changing Relations with Syria, Iran, and Israel Since the 2003 Iraqi War”, Brandeis University Crown Center for Middle East 
Studies, No. 9 (August 2006), ss.2-3 
2 Suriye’de gerçekleşen görüşmeler sırasında elde edilen mülakatlar ve gözlemler, 18-24 Ağustos 2008, Şam. 
3 Bu konuda detaylı bilgi için bkz., Veysel Ayhan-Özlem Tür, Lübnan: Savaş, Barış, Direniş ve Türkiye ile İlişkiler, Bursa: Dora Yay., 2009, ss.158-162 
4 Alfred B. Prados, “Syria: U.S. Relations and Bilateral Issues”, Issue Brief for Congress (Updated January 23, 2003), ss. 9-10 
5 Ibid., s. 14 
6 UNSC Resolution 1559, (02 September 2004) S/RES/1559/2004 
7 Eligür, op. cit., s. 3 
8 Ergun Aksoy- Bülent Aydemir, “Suriye’de İsrail Sürprizi”, Sabah Gazetesi, 24.12.2005, http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/24/siy101.html 
Detaylı bilgi için bkz., Ayhan-Tür, Lübnan.. op. cit., ss.185-195 
10 “ABD: Suriye’ye Bastırın”, Radikal Gazetesi, 15.03.2005, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=146549 
11 U.S. Department of State Daily Press Briefing, “State Department spokesman Richard Boucher briefed the press April 13” 
http://www.america.gov/st/washfile-english/2005/April/20050413192129XLrenneF0.491543.html#ixzz0UJuGd0ha. 

12 Souria News, “Syria raises doubts about signing EU partnership”, 14.10.2009, 
http://www.souria.com/em/hl/article.asp?at=32451. 
13 20 -21.08.2009 arası Şam’da gerçekleştirilen mülakatlar. 
14 Souria News, “Turkey Boosts Syria Ties Amid Renewed Israel Row”,17.10.2009, 
http://www.souria.com/em/hl/article.asp?at=32515 
15 H. Sabbagh, “First Ministerial Meeting of the Syrian-Turkish Strategic Cooperation Council Concluded, Long-Term Strategic Partnership between the Two 
Countries Established”, Syrian Arab News Agency, Oct 14, 2009, 
http://www.sana.sy/eng/22/2009/10/14/249621.htm 
16 “Türkiye-Suriye Arasında Vize Kalktı”, TRT Haber, 16.09.2009, 
http://www.trtchinese.com/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=b209f299-666d-4438-b74d-14e86cf69621
Turkish New York News, “Türkiye ile Suriye Arasında Büyük Anlaşma”, 16.09. 2009, 
http://www.turkishny.com/en/headline-news/15525-turkiye-ile-suriye-arasinda-buyuk-anlasma.html 
17 Turkish Press Review (ARCHIVE), “Turkey, Syria sign Strategic Deal, Lift visa Requirments”, 14.10.2009, 
http://www.byegm.gov.tr/yayinicerikarsiv.aspx?Id=6&Tarih=20091014&Haftalik=0#1 
18 Ibon Villelabeitia; Syria says to hold Military Exercises with Turkey”, Reuters News, 
http://www.reuters.com/article/latestCrisis/idUSN13205852 http://www.reuters.com/article/latestCrisis/ 
idUSN13205852, 13.10.2009; Gaziantep Haber, “Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Toplantısı”, 13.10.2003, 
http://www.gaziantep.com/tr/gaziantephaberleri/2009/10/13/2982/turkiye-suriye-yuksek-duzeyli-stratejik-isbirligi-konseyi-1-bakan 
19 CNNTurk Haber, “Türkiye ile Suriye arasında tarihi gün”, 13.10.2009, 
http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/13/turkiye.ile.suriye.arasinda.tarihi.gun/547524.0/index.html 
20 Villelabeitia, loc. cit. 
21 The Memri News, “Turkish-Syrian Strategic Cooperation Council Convenes”, 13.10.2009, 
http://www.thememriblog.org/blog_personal/en/20875.htm 


****

10 Ocak 2016 Pazar

TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU.., BÖLÜM 2


TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU.., BÖLÜM 2




1980-1990 DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ

15 Kasım 1983’te Rauf Denktaş’ın bağımsızlık bildirisini okuması ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edilmiştir. Rumlar, Yunanistan ve BM ilâna tepki göstermiştir. BM Güvenlik Konseyi tepki olarak 541 sayılı karar ile Türk tarafının kararından vazgeçmesini istemiştir. Türkiye ve KKTC ise BM’nin bu çağrısına uymamıştır.[86]

Türkiye’deki hükümet ise KKTC’yi tanımıştır. KKTC Kurucu Meclisinin hazırladığı anayasa 12 Mart 1985’te kabul edilmiştir. Ardından yapılan seçimler sonucu ise Rauf Denktaş KKTC’nin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Ve sonuç olarak kuzeyde Türk, güneyde Rum devletli, iki toplumlu bir ada oluşmuştur. Kurulan KKTC’yi ABD’nin baskılarından dolayı hiçbir ülke tanımamıştır. Yunanistan ise konuyu hemen uluslararası platforma taşımıştır.

Kıbrıs Rum tarafı, tüm dünyada “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanınmanın rahatlığından dolayı hiçbir anlaşmaya yanaşmamıştır. KKTC’nin ilânından sonra 2 Ocak 1984’te Denktaş, Rum yönetimine Maraş ve Lefkoşe havaalanının açılması, Kayıp Kişiler Komitesi kurulmasını içeren iyi niyet önerilerinde bulunmuştur. Fakat Rumlar bu iyi niyet önerisini reddetmiştir. Ayrıca Rumlar BM Genel Sekreteri tarafından sunulan iki toplumlu iki federasyonlu Ocak 85 belgesini de Türk tarafının kabul etmesine rağmen reddetmişlerdir.[87]

29 Mart 1986 tarihinde BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar taraflara “Kıbrıs Üzerine Anlaşma Taslağı” adlı federal çözümü öngören bir belge sunmuştur. KKTC’nin kabul ettiği bu belgeyi Rum tarafı reddetmiş, bunun üzerine Genel Sekreter Rum tarafını uzlaşmaz taraf olarak nitelendirmiştir.[88]

Rum tarafında yapılan 1988 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucu Kipriyanu’nun yerini Yorgo Vassiliu almıştır. Denktaş’ın 3 Mart 1988’de sunduğu iyi niyet önerileri diğerler öneriler gibi reddedilmiştir.[89] Vassiliu’da Kiprianu’dan farklı bir davranış sergilememiştir.

25 Temmuz 1989’da BM Genel Sekreteri Cuellar taraflara yeni bir tasarı sunmuştur. Ancak Türk tarafının görüşünün alınmadığı gerekçesiyle Denktaş tarafından reddedilmiştir. Ardından yapılan görüşmelerde ise Vasiliou’nun adada Türk tarafının self determinasyon hakkını kabul etmemesi üzerine kesilmiştir.[90]

1990-2002 DÖNEMİ İLİŞKİLER

1989’da taraflar arasında kabul görmeyen tasarılar nedeniyle kesilen görüşmeler 1990’lı yılarda tekrar başlamıştır. 27 Mart 1991 tarihinde BM Genel Sekreteri Cuellar tarafların üzerinde anlaşılan noktalar Güvenlik Konseyine sunmuştur. Turgut Özal ise “Dörtlü Konferans” (Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türk Tarafı, Kıbrıs Rum Tarafı) önerisinde bulunmuştur. Buna karşılık Yunan tarafı “Dokuzlu Konferans” (Güvenlik Konseyinin beşlisi de dahil) önermiştir. Fakat tarafların isteksizliği nedeniyle bu toplantı yapılamamıştır.[91]

1992’te Rauf Denktaş Güzelyalı’nın dahil olduğu, Türk tarafının %29+ payı olan bir harita ortaya çıkarmıştır. Buna karşılık BM Genel Sekreteri Boutros Gali ise Güzelyalı’yı Rumlara veren, %28,2’lik Türk toprağı olan bir haritayı ortaya çıkarmıştır. Gali’nin “Fikirler Dizisi” adlı çözüm planını sunmuştur. Bu harita 26 Haziran 1992’de BM’nin 774 sayılı kararı bu harita resmileştirilmiştir. Ardından yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamış, BM Güvenlik Konseyi bir önceki karara benzeyen 789 sayılı kararına almıştır.[92]

1993 yılına gelindiğinde ise Rum tarafında yapılan Başkanlık seçimlerini Fikirler Dizisine karşı olan Klerides kazanmıştır. Klerides bu diziyi müzakere etmeyeceğini bildirmiş, Avrupa Birliği üyeliği çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Yunanistan’da Rumlar’ı üyelik konusunda desteklemiştir.[93]

Mayıs 1993’te BM Genel Sekreteri’nin önerisi ile “Güven Arttırıcı Önlemler” paketi üzerinde durulmuştur. Fakat Temmuz 1994’te Avrupa Birliği Adalet Divanı, Rumlar’ın isteği ile KKTC’nin AB’ye ihracatını yasaklayan bir karar alması ile güven arttırıcı paketin Kıbrıs Türk Tarafına getireceği faydalar ortadan kaldırılmıştır. 30 Mayıs 1994’te Gali Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda Türk tarafını sonuca ulaşamamadan sorumlu tutmuştur.[94] Bu sırada AB Korfu Zirvesi yapılmış, zirvede GKRY’ni temsil eden Kıbrıs AB genişleme programına dahil edilmiştir. KKTC’de buna peki olarak Demirel-Denktaş Deklarasyonu imzalamıştır. Böyle KKTC ile Türkiye arasındaki ilişkiler derinleştirilmek istenmiştir.

20 Ocak 1995’te Rauf Denktaş’ın ortaya koyduğu Rum tarafını görüşmelere davet eden 14 maddelik barış planı yine Klerides tarafından çözümden önce AB üyelik sürecinin tamamlanması stratejisi doğrultusunda görüşmeyi reddetmiştir. Türk tarafı ise buna tepki göstermiştir.[95]

1996-1997 arası dönem ise oldukça gergin geçmiştir. Bu gergin süreçte sınır gösterileri, çatışmalar, Kıbrıs’a konuşlandırılması düşünülen Rus S-300 füzeleri meseleleri, Rum kesinin bitmek bilmeyen AB üyelik çabaları, bir Rum askerinin BM bölgesinde bir Türk askeri tarafından vurulması, Türk bayrağını direkten indiren Rum göstericinin öldürülmesi, Rum motosikletlilerinin sınır delme girişimleri v.s.  gibi olaylar dizisi yaşanmıştır.[96]

24 Şubat 1997 tarihinde AB’nin Kıbrıs Sorununa bakışında bir değişim yaşanmıştır. AB, Kıbrıs’ın tam üyeliği için öncelikle adada siyasi bir çözümün olması gerektiğini şart koşmuştur. Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos ise bu açıklamanın ardından AB’nin Doğu’ya doğru genişlemesini veto edeceklerini bildirmiştir. Aralık 1997’ye gelindiğinde ise AB Lüksemburg Zirvesi’nde AB çerçevesinde Kıbrıs Rum tarafı tüm Kıbrıs’ın temsilcisi sıfatıyla tam üyelik görüşmelerine başlanılması kararı alınmıştır. Türkiye’nin bu karara tepkisi KKTC-Türkiye Ortaklık Konseyi kurmak olmuştur.

1997’de BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafların arasında kapsamlı bir çözüme yönelik müzakereler için yoğun çabalarda bulunmuştur. Bu çerçevede Newyork’ta görüşmeleri başlatmıştır. Annan’ın aracılığı ile gerçekleşen görüşmelerde Rum tarafının AB’ye tam üyelik başvurusu nedeniyle Denktaş ile Klerides’in görüşebilmesi söz konusu dahi olamamıştır.[97]

31 Ağustos 1998 yılında soruna kalıcı bir çözüm amacıyla Denktaş adada iki devlet arasında bir konfederasyon tezini açıklayarak Kıbrıs konusundaki tutumunu net bir şekilde ortaya koymuş ve yeni bir dönem başlamıştır.

Konfederasyon tezninin açıklanmasının ardından bir süre durgunluk dönemi yaşanmış, daha sonra Kofi Annan’ın çabalarıyla yeniden görüşmelere başlanmıştır. 3-14 Aralık 1999 tarihleri arasında Klerides ve Denktaş arasında Newyork görüşmeleri başlamış, sonrasında Cenevre’de görüşmelere devam edilmiştir. Görüşmelerden pek bir verim alınamamasının ardından 12 Eylül 2000’de Annan’ın konuşmasında yeni bir ortaklık kurulmasının hedeflendiği, iki tarafın eşit temsili ve statüsünün doğru bir çözüm olacağını belirten açıklamalar yapması Rum yönetimin tarafından sert şekilde eleştirilip, boykot edilmiştir. Bundan sonraki aşamalarda ise BM Rum tarafının durumunu güçlendirip, Türk tarafını göz ardı eden davranışlar sergilemiştir. 1-10 Kasım’da Cenevre’deki görüşmelerden de bir sonuç alınamamıştır. Bunlara ek olarak 8 Kasım 2000’de AB’nin yayınlamış olduğu Katılım Ortaklığı Belgesinde Kıbrıs Türkiye’nin üyeliği önünde bir önkoşul olarak açıklanmıştır.[98]

2001 yılında AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi’nin Kıbrıs Sorunu çözülmeden Güney Kıbrıs’ın üyelik başvurusunun değerlendirilebileceği açıklaması Türk tarafı için sarsıcı bir gelişme olmuştur. Denktaş ise Klerides ile BM gözetiminde Yeşil Hat’ta görüşmelerde bulunmuşlardır. Bu görüşmeler sonunda liderler 2002 Ocak’ta yeniden bir araya gelip, tüm konuların masaya yatırılacağı bir görüşme yapmaya başlayacaklarını bildirmişlerdir.[99]

Görüldüğü üzere 1990’dan başlayarak ilişkilerde Rum tarafının AB üyelik süreci, dönem dönem -yaşanan çatışmalar ve sonuçsuz kalan sayısız müzakere ve görüşmeler gerçekleşmiştir. Bu süreçte Yunanistan, Rum tarafının destekçisi olmayı hiçbir zaman ihmal etmemiştir.

2002’DEN GÜNÜMÜZE YAŞANAN GELİŞMELER

Türkiye, çalışmada anlatıldığı üzere 1950’lerden itibaren adadaki Türklerin can ve mal güvenliğini korumaya çalışmış, Rumların Kıbrıs’a tamamen egemen olmasına engel olmuş, Kıbrıs’taki Yunan varlığına karşı koymuş ve KKTC’yi bağımsız bir devlet olarak uluslararası alanda tanıtmaya çalışmıştır.

Ocak 2002’de çözüme yönelik Denktaş-Klerides yüz yüze görüşmeleri gerçekleşmiş fakat yine sonuç alınamamıştır. 3 Kasım 2002’de Türkiye’de yönetim değişikliği yaşanmış, iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, AB’ye üyelik sürecinin önünde en büyük engel olan Kıbrıs meselesinde diğer hükümetlerden farklı politikalar içinde bulunduğunu iktidara geldiği ilk dönemlerden itibaren dile getirmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile proaktif bir dış politika izlenerek Kıbrıs politikasında bazı değişimler yaşanmıştır.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara gelmeden önce seçim bildirgesinde Kıbrıs Sorununa karşı tutumunun nasıl olacağının işaretlerini vermiştir. Bildirgede mutlaka bir çözümün bulunması gerektiği ve Belçika’da olduğu gibi iki toplumdan oluşan bir devlet yönetiminin kurulması gerektiği belirtilmiştir. Erdoğan’dan önce yönetimde olan Ecevit hükümetinin politikası ise “çözümsüzlüğün en iyi çözüm olacağı” yani mevcut statükonun devam ettirilmesi yönünde olmuştur.[100]

AKP’nin iktidara gelmesinin ardından BM Genel Sekreteri Kofi Annan kendi adıyla anılan “Annan Planı”nı 11 Kasım 2002’de taraflara sunmuştur. Plan adanın İngiliz üsleri dışında kalan bölgeleri bağımsız ve federal bir devlet olacak şekilde birleştirilmesini öngörmüştür. Annan Planı karşısında AKP hükümeti ile Denktaş’ın politikaları ters düşmüştür Hükümet planın kabulü yönünde Denktaş’a baskı yapmış, fakat yapılan müzakerelerden olumlu bir sonuç alınamamıştır.  Plana karşı çıkan Denktaş ve ekibi Türkiye’nin adaya garantörlük hakkını sulandırdığı, referandumdan evet çıksa dahi GKRY’nin AB’ye üye olacağı ve Genel Sekreter’in plandaki boşlukları doldurmasını olumsuz gördüğü gerekçesiyle Annan Planının görüşülecek bir yanının olmadığını dile getirmiştir.[101]

Türkiye ve KKTC için Annan Planı’nın kabul edilemez nitelikte bir yönü vardır. Bu da planda taraflar arasındaki müzakerelerde bir uzlaşma sağlanmamış olsa bile planın boşluklarını BM Genel Sekreterinin dolduracak olmasıdır. Üstelik ABD ve AB Türkiye’de bu planın kabul edilmesi için birçok vaatte bulunmuştur. Bu vaatlerden biri de Türkiye plana “Evet” der, Rum tarafı “Hayır” derse KKTC’nin bağımsızlığının tanınması ve izolasyonların kaldırılması yönünde karar alacağıdır. Fakat Nisan 2004’te Türk ve Rum tarafında yapılan referandumda oylamaya sunulan plan Türk tarafından %64.91 kabul oyu alırken, Rum tarafından %75.38 red oyu almıştır.[102]

Annan Planı’nın Rum kesimince reddinin beraberinde ne KKTC’nin bağımsızlığı tanınmış, ne de ambargo ve izolasyon kaldırılmıştır. Yani KKTC’ye verilen vaatler tutulmamıştır. Planın kabulünün Türk tarafı için olumsuz sonuçları olmuştur. Daha sonraki görüşmelerde Türk tarafının planda kabul ettiği noktalar başlangıç noktası olmuştur.

Planın reddinin ardından kısa bir süre sonra 1 Mayıs 2004’te GKRY “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı ile Avrupa Birliğine tam üye olmuştur. Bu şekilde Rum kesimi ödüllendirilmiştir. Bun karşılık Türkiye Rumların, Kıbrıs Türklerini temsil etmeye yetkisi olmadığı ve üyeliğin Türkiye’nin adada1960 Anlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerini hiçbir şekilde halel getirmeyeceğini ifade etmiştir.[103]

28 Mayıs 2004’te Kofi Annan BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporunda Türk kesiminin çoğunun planı kabul ettiğini, ancak Rum tarafının çözümden yana olmadığını ve anlaşmayı reddettiğini belirtmiştir. Referandum sonuçlarının Kıbrıs Türk tarafına baskı ve izolasyon uygulamak için tüm nedenleri ortadan kaldırdığını da raporunda belirtmiştir. Fakat Annan’ın ekonomik izolasyona son verebilecek bu planı Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmamıştır. AB ise Türk tarafının BM planına tavrından ötürü destek amacıyla izolasyonların kaldırılmasına yönelik bir karar almıştır.  Fakat izolasyonları kaldıran bu “ Mali Yardım ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü” GKRY’nin engellemeleri sonucu birbirinden ayrılmış, Mali Yardım Tüzüğü ancak Şubat 2006’da yürürlüğe girebilmiştir. Diğer tüzük ise hâlen onay beklemektedir.[104]

Kıbrıslı Türkler üzerindeki izolasyon kararlarına yönelik bir gelişmede 27 Temmuz 2005’te Azerbaycan’ın adaya direk uçuşlar yaparak izolasyonu kaldırmaya yönelik bir adımı olmuştur. Fakat Yunanistan ve Kıbrıs’ın baskıları ile bu gerçekleşememiştir.[105]

2006 yılına gelindiğinde ise Abdullah Gül’ün önderliğinde sorunları çözmek amaçlı 10 maddeden oluşan bir eylem planı önererek yeni bir insiyatif yaratmıştır. Bu plan ile Türkiye’deki liman ve havaalanlarını Kıbrıs Rum bandıralı gemi ve uçaklara açmayı önermiştir. Fakat bu planda Rumlarca reddedilmiştir.[106]

Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmelerin ardından “8 Temmuz Anlaşması” olarak anılan 2006 tarihli 5 maddelik İlkeler Dizisi çerçevesinde soruna ilişkin çözüm yolunda bazı hususlarda mutabakatlara varılmıştır. Fakat her zaman çözümün karşısında olan Rum yönetimi 8 Temmuz’u da kendi çıkarlarına göre şekillendirmek istemiştir.[107]

2007 yılına gelindiğine Talat-Papadopulos görüşmeleri gerçekleşmiş, pek bir sonuç alınamamıştır. Şubat 2008’de ise Cumhurbaşkanlığı görevine gelen Hristofyas ile beraber adadaki çözüm arayışları hız kazanmıştır. Bu çerçevede Talat-Hristofyas görüşmeleri gerçekleşmiş, Lokmacı Barikâtı’nın kaldırılması kararlaştırılmıştır. Görüşmeler sonucunda iki liderin temsilcilerinden oluşan çalışma grupları ve teknik komitelerin kurulmasına karar verilmiştir. 25 Temmuz’da ise çözüme yönelik tam teşekküllü müzakereleri başlatma kararı alınmıştır. Nisan 2009’daki seçimlerde Başbakanlık görevini üstlenen Derviş Eroğlu ise kapsamlı müzakerelerde Mehmet Ali Talat’ı desteklediklerini belirtmiştir. Hristofyas ile yapılan görüşmeler sonunda da çabalar sonuçsuz kalmış, yeni liderin diğer liderlerinden farklı bir tutumu olmadığı görülmüştür.[108]

18 Nisan 2010’da KKTC’de Cumhurbaşkanlığı görevini Derviş Eroğlu kazanmıştır. Eroğlu BM Genel Sekreteri Ban ki Moon’a bir mektup göndererek Mehmet Ali Talat ve Hristofyas’ın 23 Mayıs 2008’de tarihli açıklamalarına, tam teşekküllü müzakereye yönelik ortak çalışmalarına bağlı olduğunu, müzakerelere kaldığı yerden devam etmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Peşpeşe süregelen sonuçsuz müzakereler yapılmıştır.[109]

Şubat 2011’de adada sendikaların düzenlediği bir mitingde Türkiye karşıtı çirkin bir pankart açılmıştır. Başbakan Erdoğan’ın pankart sürecinden sonraki rahatsızlığını sert bir dille ifade etmesi “besleme krizi”nin patlak vermesine neden olmuştur.[110]

13 Ekim 2012’te Türkiye’den KKTC’ye içme suyu taşıyacak ve sulama ihtiyacını karşılayacak dev bir proje için düğmeye basılmıştır. Bu can suyu projesi ile hem anavatan ile yavru vatanın bağını perçinleyecek, hem de Rum Kesimi’ne de Türkiye’nin varlığını hatırlatmaktadır.[111]

AKP’nin iktidarda olduğu 11 yıl boyunca Yunanistan’da iktidar birkaç kere el değiştirmiştir.  Şöyle ki sırasıyla 2002’den bu yana Kostas Smitis, Kostas Karamanlis, Yorgo Papandreu, Lukas Papadimos, Panagiotis Pikrammenos ve şu anda görev başında bulunan Antonis Samaras Başbakanlık görevini yerine getirmiştir. 2002 yılında Türkiye’deki iktidar değişikliğiyle Türkiye’nin Kıbrıs politikasında değişimde beraberinde getirmiştir. Bu yıldan itibaren Kıbrıs Sorunu bir nevi AB’ye devredilmiştir. Bu nedenle bu dönemden sonra Yunanistan ada ile ilgili çok sert açıklamalarda bulunmamıştır.

SONUÇ

Çalışmada aktarıldığı gibi Yunanistan tarihinin eski dönemlerinden beri Megali İdea hedefleri doğrultusunda yayılmacı bir politika izlemiştir. Bu “Büyük Ülkü”lerini gerçekleştirmek için ise Enosis’i milli bir politika hâline getirmişlerdir.

Yunanistan, Megali İdea hedefleri içinde yer alan Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için bütün fırsatları değerlendirmeye çalışmıştır. Kıbrıs’ı adeta bir “Helen toprağı” olarak görmüşlerdir.  Bu doğrultuda Yunanistan, Kıbrıs’taki Rumları tahrik etmekten geri durmamıştır. Bu da Kıbrıs’ta Türk-Rum sorunundan ziyade bir Yunan yayılmacılığı ve milliyetçiliği sorunu olduğunu göstermektedir. Sorunun çözülmesi ise şüphesiz Yunanistan’ın adadan elini çekmesi ile mümkün olabilecektir. Adaya barış ancak Türk ve Rum tarafının ortak iradesi ile iki halkında eşit olduğunun kabulü ile gerçekleşecektir.

Türkiye, 1950’li yıllara kadar Kıbrıs’a gereken önemi ve özeni gösterememiştir. Oysaki Yunanistan adayı hiçbir zaman gündeminden düşürmemiştir. Fakat 1950’li yıllarla beraber Kıbrıs Türkiye’nin gündemine ana sorun olarak oturmuştur. 1974’ten 2004’e kadar 30 yıllık bir süreçte Denktaş’ın çizgisinde geçmiştir. Adadaki uzun yıllardır devam eden bu çözümsüzlük ada halkına maddi ve manevi yönden büyük rahatsızlıklar vermiştir. KKTC’de uzun yıllardır süregelen izolasyonlar, siyasi, ekonomik, kültürel ve sportif alanlarda kendini hissettirmiştir. Hukuki gerekçesi bulunmayan bu uygulamalar uluslararası hukuka oldukça aykırı bulunmaktadır. Ve KKTC’ye bu ambargo ve izolasyonların ekonomik faturası oldukça fazladır. Bu nedenle çözümsüzlük Kıbrıs Türk tarafı için oldukça yıpratıcıdır.

Sorunun çözümü için iki ayrı halkın yaşadığı adaya federal bir çözümden ziyade iki ayrı devlet esasına uygun olan konfederal bir çözüm getirilmelidir.  Bu da ancak Batılı güçlerin (özellikle ABD, AB) ve Yunanistan’ın adadan elini çekmesiyle mümkün olabilecektir.

Yıldız ÇELİKTAŞ

KAYNAKÇA

Kitaplar:

– Erol Mütercimler Erol, Satılık Ada Kıbrıs: Barış Harekâtı’nın Bilinmeyen Öyküsü, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yay.

– Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Haziran 1985.

– İsmail Sabahattin, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821-2000), Kıbrıs: Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2000.

– İsmail Sabahattin, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, İstanbul: Kastaş Yay., 1998.

– İşyar Ömer Göksel, Karşılaştırmalı Dış Politikalar: Yöntemler-Modeller-Örnekler ve Karşılaştırmalı Türk Dış Politikası, Bursa: Dora Yayıncılık, Ekim 2009.

– Kıbrıs Sorunu (Haz. Av. Mehmet Cengiz, Av. Uğur Uzel), Ankara: Ankara Barosu Yay., 2001.

– Manisalı Erol, Avrupa Kıskacında Kıbrıs, İstanbul: Derin Yayınevi, Nisan 2004, (ikinci basım, ilk basım Nisan 2003).

– Oran Baskın, Türk Dış Politikası (2001-2012) Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne, Olgular Belgeler, Yorumlar,  İstanbul: İletişim Yay., 2013.

– Özmen Süleyman, Avrasya’nın Kırılma Noktası: Kıbrıs, İstanbul: IQ Yay., Mayıs 2005.

– Sönmezoğlu Faruk, Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler: Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul: Der Yayınevi , 2000.

– Tuncer Hünel, Kıbrıs Sarmalı, Ankara: Ümit Yayıncılık, Şubat 2005.

Makaleler:

– Akgün, Sibel, “Atatürk Dönemi Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumu İlişkileri (1923-1938)”, XVI. Türk Tarih Kongresi Bildirisi, Şubat 2012.

– Çakmak Zafer, “Venizelos’un Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne Aday Göstermesi”, 

http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_715/715_47877.pdf, 2008.

– Göktürk, Turgay Bülent, Rumlar’ın Kıbrıs’taki Enosis İsteklerinin Şiddete Dönüşmesi: 1931 İsyanı; Öncesi ve Sonrası, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt VI, Sayı 16-17, Bahar-Güz 2008.

– Sarıkoyuncu, Esra, Demokrat Parti Döneminde Türkiye’nin Kıbrıs Politikası (1950-1960), Gazi Akademik Bakış Dergisi, Cilt 6, Sayı 11, Kış 2012.

– Güler Yavuz, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi”, G.Ü. Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2004; 101-112.

– Günay Necla, “Filik-i Eterya Cemiyeti”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 2005.

– Hülagü Metin, “Türkiye, Yunanistan ve Avrupa İlişkilerinde Kıbrıs”, 

http://www.metinhulagu.com/images/dosyalar/20120229230708_0.pdf (e.t.19.05.2013)

– Kalelioğlu Oğuz, “Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 41, Mayıs 2008.

– Meral Ömer Ertuğrul, “Türk-Yunan İlişkileri ve Kıbrıs”,  

http://www.scribd.com/%C3%96mer_meral (e.t. 10.05.2013)

– Toprak Serap, “1821 Mora İsyanı”, Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 6, Yıl 2011.

– Yavuz Celalettin, “Kıbrıslı Türkler Besleme Oldular”, 07.02.2011, http://www.turksam.org/tr/yazdir2322.html , (e.t.06.06.2013)

Elektronik Kaynaklar:

– “Anadolu’dan Kıbrıs Can suyu”, 

http://ekonomiekibi.com/haber/detay/1798/anadoludan_kibris_cansuyu , 13.10.2012 , (e.t.06.06.2013)

– “Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu”,   

http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_I.pdf (e.t.18.05.2013)

– “Denktaş: Annan Planı’nın Görüşülecek Bir Yanı Yok”,  22.12.2003, 

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=99767 , (e.t.05.06.2013)

– “Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu”, 

http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_III.pdf  (e.t.24.05.2013)

– “Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu”, 

http://crc.atilim.edu.tr/sorun/57-kbrs-tarihi-  , (e.t.06.06.2013)

– İki Liderin Üzerinde Mutabakata Varmış Olduğu Karar ve İlkeler Dizisi için BKZ: http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/%C4%B0lkelerDizisi.pdf, (e.t.06.06.2013)

– Kıbrıs Konusundaki Son Gelişmeler, 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-konusundaki-son-gelismeler.tr.mfa ,

– Kıbrıs Kronolojisi, 

http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/118205.asp?cp1=1 , (e.t.25.05.2013)

– Kıbrıs Tarihçe, 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa,

– Mehmet Bacaksız, “AK Parti’nin Dış Politika Karnesi”,  

http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi28927-AKPnin_Dis_Politika_Karnesi_1.html , 19.04.2011 , (e.t.05.06.2013)

[1] Hüner Tuncel, Kıbrıs Sarmalı, Ankara: Ümit Yay. , Şubat 2005, s. 45.

[2] Kıbrıs, Suriye’ye 112 km, İsrail’e 267 km, Lübnan’a 162 km, Mısır’a ise 418 km mesafededir.

[3] Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Türk-Yunan İlişkileri ve Megalo İdea, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. , Haziran 1985, s. 9.

[4] Ankara Barosu, Kıbrıs Sorunu (Haz. Av. Mehmet Cengiz, Av. Uğur Uzel ), Ankara: Ankara Barosu Yay. , 2001, s. 9.

[5] Süleyman Özmen, Avrasya’nın Kırılma Noktası: Kıbrıs, İstanbul: IQ Yay. , Mayıs 2005, s. 55.

[6] age.

[7] Erol Mütercimler, Satılık Ada Kıbrıs: Barış Harekâtı’nın Bilinmeyen Öyküsü, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yay. Kasım 2003, s. 55.

[8] Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, op. cit. , s. 18.

[9] “Megali İdea”, “Büyük Ülkü” anlamına gelmektedir. Kendini Bizans İmparatorluğu’nun devamı olarak gören Yunanistan’ın İstanbul merkezli, Doğu Roma İmparatorluğu topraklarının dahil edildiği bir Bizans-Yunan İmparatorluğu’nun canlandırılması düşüncesidir.

[10] Mütercimler, op. cit. , s. 56, 57.

[11] Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, loc. cit.

[12] Kıbrıs Tarihçe, 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa, (e.t. 10.05.2013)

[13] Özmen, op.cit, s. 66.

[14] Sabahattin İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821-200), Kıbrıs: Akdeniz Haber Ajansı Yayınları , 2000, s. 8.

[15] age.

[16] Turgay Bülent Göktürk, Rumlar’ın Kıbrıs’taki ENOSİS İsteklerinin Şiddete Dönüşmesi: 1931 İsyanı; Öncesi ve Sonrası, 

http://web.deu.edu.tr/ataturkilkeleri/ai/uploaded_files/file/dergi%2016-17/19_turgay_bulent_gokturk.pdf (e.t. 11.05.2013), s. 335.

[17] Necla Günay, Filik-i Eterya Cemiyeti, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı, 2005, 263-287, 

http://kefad.ahievran.edu.tr/archieve/pdfler/Cilt6Sayi1/JKEF_6_1_2005_263_287.pdf  (e.t.11.05.2013), s. 273.

[18] Filiki Eterya’nın programı; Yunan Bağımsızlığı’nın sağlanması, Batı Trakya ve Selanik, Ege Adaları, Oniki Adalar, Girit, Batı Anadolu, Pontus Rum Devleti, İmroz, Bozcaada ve Kıbrıs’ın ilhâkı ve İstanbul’un fethedilerek Doğu Roma İmparatorluğu’nun canlandırılmasıdır. (Oğuz Kalelioğlu, Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Mayıs 2008 s.105-123, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/815/10340.pdf (e.t.11.05.2013), s. 109.

[19] age.

[20] Sabahattin İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, İstanbul: Kastaş Yay. , 1998, s. 4.

[21] Kalelioğlu, op. cit. , s. 110.

[22] age.

[23]Mütercimler, op. cit, s. 68.

[24] Kalelioğlu, op. cit. , s. 108.

[25] Serap Toprak, 1821 Mora İsyanı, Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl:2011, Sayı 6, ss. 317-328, 

http://www.tarihinpesinde.com/sayi06/15.pdf  (e.t. 11.05.2013)

[26] İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, op. cit. , s. 6.

[27] Özmen, op. cit. , s. 173.

[28] age, s. 67.

[29] İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit. s. 29.

[30] Özmen, loc. cit.

[31] Sibel Akgün, Atatürk Dönemi Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumu İlişkileri (1923-1938), 20-24 Eylül 2010 XVI. Türk Tarih Kongresi Bildirisi, 

http://www.jasstudies.com/Makaleler/1211846168_akg%C3%BCn_sibel_TT.pdf , (e.t. 19.05.2012), s. 2.

[32] Seha Meray, Lozan Barış Antlaşması Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, TII-CII, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay. , 1969, s.7.   -den aktaran Yrd. Doç. Dr. Sibel Akgün, Atatürk Dönemi Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumu İlişkileri (1923-1938), 20-24 Eylül 2010 XVI. Türk Tarih Kongresi Bildirisi, http://www.jasstudies.com/Makaleler/1211846168_akg%C3%BCn_sibel_TT.pdf , (e.t. 19.05.2012)

[33] Erol Manisalı, Avrupa Kıskacında Kıbrıs, İstanbul: Derin Yay. , Nisan 2004, (ikinci basım) (ilk basım Nisan 2003) s. 20.

[34] age.

[35] Akgün, op. cit. s. 3.

[36] age.

[37] 1928’de başlayıp 1950’lere kadar bu dostluk dönemi devam etmiştir. Hatta bu süreç içinde Atatürk, Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir.

[38] Zafer Çakmak, Venizelos’un Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne Aday Göstermesi, 

http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_715/715_47877.pdf (e.t.19.05.2013)

[39] Mütercimler, op. cit. , s. 72.

[40] Ömer Göksel İşyar, Karşılaştırmalı dış politikalar: yöntemler-modeller-örnekler ve karşılaştırmalı Türk dış politikası, Bursa: Dora Yay. , Ekim 2009, s. 754.

[41] Metin Hülagü, Türkiye, Yunanistan ve Avrupa İlişkilerinde Kıbrıs, 

http://www.metinhulagu.com/images/dosyalar/20120229230708_0.pdf (e.t.19.05.2013),

[42] Faruk Sönmezoğlu, Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler: Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul: Der Yay. , 2000, s. 18.

[43] Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu, 

http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_I.pdf (e.t.18.05.2013), s. 6.

[44] İşyar, loc. cit.

[45] Faruk Armaoğlu, Kıbrıs Meselesi, 1954-1959, Türk Hükümeti’nin ve Kamu Oyunun Davranışları (Karşılaştırmalı Bir İnceleme), Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay. , 1963 , -den aktaran Faruk Sönmezoğlu, Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler: Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul: Der Yay. , 2000, s. 18.

[46] İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit. ,  ss. 53-54

[47] age , s. 56.

[48] Özmen, op. cit. , s. 212.

[49] Esra Sarıkoyuncu Değerli, Demokrat Parti Döneminde Türkiye’nin Kıbrıs Politikası (1950-1960), 

http://ataum.gazi.edu.tr/posts/view/title/demokrat-parti-doneminde-turkiye%E2%80%99nin-kibris-politikasi-(1950%E2%80%931960)-46441 , (e.t. 21.05.2013), s. 85.

[50] İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit. , s. 66.

[51] age.

[52] İşyar, op. cit. , s. 756.

[53]İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, op. cit. s. 31.

[54] age.

[55] Manisalı, op. cit. , s. 27.

[56] Türk Dış Politikası; Komisyon, editör: Baskın Oran, İstanbul: İletişim Yay. , 2001, Cilt 1, s. 602. -den aktaran   Yavuz Güler, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi, G.Ü. Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2004; 101-112, http://kefad.ahievran.edu.tr/archieve/pdfler/Cilt5Sayi1/JKEF_5_1_2004_101_112.pdf , (e.t.20.05.2013), s. 105.

[57] İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit., s. 79.

[58] Turkey and Cyprus, London: Press Attache’s Office, Turkish Embassy, 1956, s.58. -den aktaran  Faruk Sönmezoğlu, Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler: Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul: Der Yay. , 2000, s. 18.

[59] Değerli, op. cit., s. 91.

[60] İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit. , ss. 80-81.

[61] İşyar, op. cit. s. 764.

[62] age, s. 765.

[63] İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit., s. 82.

[64] İşyar, op. cit.,  s. 767.

[65] İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit., s.81.

[66] Güler, op. cit., s. 106.

[67]  Zürih, Londra Antlaşmaları için bkz. 

http://www.mfa.gov.tr/kibris.tr.mfa (e.t.22.05.2013).

[68]  İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit., s. 85.

[69] Özmen, op. cit, s. 253.

[70] Sabahattin İsmail, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu, op. cit. , s. 86.

[71] Manisalı, op. cit. s. 34.

[72] Manisalı, op. cit. , ss. 34-36.

[73] Ömer Ertuğrul Meral, Türk-Yunan İlişkileri ve Kıbrıs,  

http://www.scribd.com/%C3%96mer_meral (e.t. 10.05.2013) , s. 15.

[74] age.

[75] Özmen, op. cit, s. 270.

[76] Mütercimler, op. cit. , ss. 158-160.

[77] Sönmezoğlu, op. cit. , s. 116.

[78] Güler, op. cit. , s. 108.

[79] Kıbrıs Tarihçe, 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa , (e.t.22.05.2013)

[80] Meral, op. cit. , s. 17.

[81] İşyar, op. cit. , s. 802.

[82] age.

[83] Kıbrıs Tarihçe, 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa , (e.t.23.05.2013)

[84] İşyar, op .cit. , s. 805.

[85] Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu, op. cit. , s. 10.

[86] Özmen, op. cit. , s. 295.

[87] Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu, 

http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_III.pdf  (e.t.24.05.2013), s. 3.

[88] Meral, op. cit. ,s. 21.

[89] Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu, op. cit. , s. 4.

[90] Meral, op. cit. , s. 21.

[91] Sönmezoğlu, op. cit. , s. 297.

[92] İşyar, op. cit, s. 811.

[93] Kıbrıs Tarihçe, 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa , (e.t.25.05.2013)

[94] age.

[95] İşyar, op. cit. , s. 812.

[96] age, ss. 813-814.

[97] Sönmezoğlu, op. cit. , ss. 302-303.

[98] Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu, op. cit. , s. 11.

[99] Kıbrıs Kronolojisi, 

http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/118205.asp?cp1=1 , (e.t.25.05.2013)

[100] Baskın Oran, Türk Dış Politikası (2001-2012) Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne, Olgular Belgeler, Yorumlar,  İstanbul: İletişim Yay. , 2013, s. 636.

[101] “Denktaş: Annan Planı’nın Görüşülecek Bir Yanı Yok”,  22.12.2003, 

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=99767 , (e.t.05.06.2013)

[102] Mehmet Bacaksız, “AK Parti’nin Dış Politika Karnesi”,  

http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi28927-AKPnin_Dis_Politika_Karnesi_1.html , 19.04.2011 , (e.t.05.06.2013)(KÖŞEYAZISI)

[103] Kıbrıs Konusundaki Son Gelişmeler, 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-konusundaki-son-gelismeler.tr.mfa , (e.t.05.06.2013)

[104] Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu IV, 

http://crc.atilim.edu.tr/sorun/57-kbrs-tarihi-  , (e.t.06.06.2013), s. 6.

[105] age.

[106] Kıbrıs Konusunda Türkiye’nin Yeni Açılımı, http://www.mfa.gov.tr/kibris-konusunda-turkiye_nin-yeni-acilimi-.tr.mfa , (e.t.06.06.2013)

 [107] İki Liderin Üzerinde Mutabakata Varmış Olduğu Karar ve İlkeler Dizisi için BKZ: 

http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/%C4%B0lkelerDizisi.pdf , (e.t.06.06.2013)

[108] Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu IV, op. cit. , s. 10.

[109] age.

[110] Celalettin Yavuz, “Kıbrıslı Türkler Besleme Oldular”, 07.02.2011 , 

http://www.turksam.org/tr/yazdir2322.html , (e.t.06.06.2013)

[111] “Anadolu’dan Kıbrıs Can suyu”, 

http://ekonomiekibi.com/haber/detay/1798/anadoludan_kibris_cansuyu , 13.10.2012 , (e.t.06.06.2013)


http://politikaakademisi.org/2013/06/24/turkiye-yunanistan-iliskilerinde-kibris-sorunu/

..