Yrd. Doç. Dr. Veysel AYHAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yrd. Doç. Dr. Veysel AYHAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2017 Çarşamba

TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEM; YÜKSEK DÜZEYLİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ



TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEM; YÜKSEK DÜZEYLİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ




Yrd. Doç. Dr. Veysel AYHAN 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı

Abant İzzet Baysal Üni., Uluslararası İlişkiler Bölümü 
www.veyselayhan.com 

TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR DÖNEM: YÜKSEK DÜZEYLİ STRATEJİK İŞBİRLİĞİ KONSEYİ* 
* Bu çalışmanın saha araştırması kısmında verdiği maddi destekten dolayı TÜBİTAK’a teşekkür ederim Ortadoğu Analiz 





 <  Suriye’deki birçok kesim Türkiye’nin 2004 ve 2005 tarihlerinde Suriye’ye karşı bir askeri, ekonomik ve politik müdahalenin engellenmesi yönünde çaba sarf ettiğini ve bu çabanın Şam’ın Türkiye politikalarını değiştirmesinde oldukça önemli bir rol oynadığını belirtmektedir. >


Türkiye - Suriye işbirliği ekonomiden enerjiye, ortak eğitim faaliyetlerinden ve güvenlik alanına kadar geniş bir zeminde gerçekleşmektedir

1957-58 ve 1998 tarihlerinde savaşın eşiğine gelen Türkiye ve Suriye arasında 16 Eylül 2009’da imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması ve her iki ülke vatandaşlarının 90 günle sınırlı olmak koşuluyla vizeden muaf seyahat serbestisine kavuşması hem yakın çevre ülkeleri hem de Ortadoğu’nun geneli açısından oldukça önemli ve tarihi bir olaydır. İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına dönük anlaşmanın imzalanmasının ardından 13 Ekim 2009’da Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısının gerçekleştirilmiş olması ise sürecin somut adımlarla ileriye taşınmak istendiğinin en açık göstergesidir. Bu çerçevede hem ilişkilerinde çatışma dan işbirliğine geçişte Türkiye’nin oynadığı role, Stratejik İşbirliği Konseyi’nin yapısına ve son olarak da 13 Ekim 2009’da Halep ve Gaziantep’te gerçekleştirilen 1. Bakanlar Kurulu toplantısına dikkat çekmek yerinde olacaktır. 

Stratejik İşbirliği Konseyi’ne Zemin Hazırlayan İki Ziyaret: Cumhurbaşkanı Sezer ve Başbakan Erdoğan’ın Suriye Gezileri Stratejik İşbirliği Konseyi’ne giden sürecin anlaşılması açısından Türkiye’nin 2003 sonrası dönemde Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı rolü iyi irdelemek gerekir. Suriye bağlamında düşünüldüğünde Türkiye’nin 1998 sonrası dönemde Suriye ile ilişkilerini çatışmacı bir zeminden çıkartmasına karşın stratejik diyebileceğimiz bir işbirliği düzeyine çıkartmadığı görülmüştü. Zira, Irak işgali karşısında hem Ankara’nın hem de Şam’ın aynı refleksi göstermelerine rağmen Türkiye’nin aksine Suriye yönetimi Amerikan askeri gücüne lojistik destek vermekten kaçınmış ve direnişçi olarak adlandırdığı Sünni kökenli Baasçı grupların ülkedeki siyasal faaliyetlerini sınırlandırmamıştı. Dolayısıyla her iki ülke de Irak işgaline karşı 
çıkmakla birlikte işgal sonrası dönemde farklı bir dış politika izlemişti. Bununla birlikte Irak’ın istikrarsızlaşmasından kaynaklanan ortak diyebileceğimiz 
tehdit algılamaları bulunmaktaydı. 

Bunların başında ise Irak’ın parçalanması ve ayrı bir Kürt devletinin kurulması gelmekteydi. 


Diğer yandan ABD ile ilişkilere bakıldığında ise farklılaşan dış politikalara sahiptiler. Bu çerçevede Türkiye-Suriye ilişkilerinde işbirliğini gerekli 
kılacak tehdit algılamaları bulunmasına karşın, bunu stratejik düzeylere taşıyacak unsurları yeterince barındırmadığı görülmektedir. Ancak, 2003 işgalinden kısa bir süre sonra Amerikan yönetiminin doğrudan Suriye rejimini hedef alan açıklamaları ve ardından 2005 Şubatında eski Lübnan başbakanlarından Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra Suriye üzerinde artan baskılar Şam rejiminin Türkiye’ye olan ihtiyacını artırdı. Ocak 2004 tarihinde, Suriye lideri Beşar Esad üst düzey bir heyetle Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. 57 yıl aradan sonra Türkiye’ye gerçekleştirilen ziyaret sırasında Şam yönetimi Türkiye’nin sınırlarını resmi düzeyde tanıdı ve böylelikle Hatay sorunu da aşılmış oldu.1 Suriyelilere göre Suriye rejimini devirmeye yönelik diplomatik, ekonomik ve siyasal baskılara Fransa ve Rusya’nın da içinde yer aldığı Batılı devletler destek verirken, Türkiye beklenmedik bir şekilde Şam rejiminin uluslararası alandaki koruyucusu oldu.2 Bu bağlamda Suriye 
ile ilişkilerin stratejik düzeye çıkmasında Aralık 2004’te Başbakan Erdoğan, ardından da 2005’te Cumhurbaşkanı Sezer’in Batılı ülkelerin muhalefetine 
rağmen Suriye’ye düzenledikleri resmi ziyaretler etkili olmuştur. Her iki ziyaret birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin Suriye’ye karşı düzenlenmesi düşünülen bir askeri müdahaleye karşı çıkacağının uluslararası kamuoyuna açıklanması olarak nitelendirilmiştir. 

Başbakan Erdoğan’ın 2004 Aralığında Şam’a düzenlediği iki günlük resmi ziyaret ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ünlü Suriye gezisi Ankara-Şam hattında var olan ve tarihi geri planı Fransız işgal dönemi sonrasına dayanan karşılıklı önyargıların, güvensizliklerin ve kuşkuların aşılmasında anahtar rolü oynamış ve ilişkilerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Sözkonusu iki ziyaret Suriye’nin Türkiye’ye olan güvenini en üst düzeye çıkarmıştır. İlişkilerde bugün gelinen nokta ortak tehdit algılamalarının yanı sıra karşılıklı güven ve diyalog temelleri üzerine kuruludur. Diğer bir deyişle bazılarınca öne sürüldüğü üzere Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tarihsel geri planı zayıf ve güvenden yoksun olduğu yaklaşımı gerçekçi olmadığı gibi aksine aşağıda belirtildiği üzere oldukça kritik süreçlerin getirmiş olduğu bir tarihsel ve politik 
zemin üzerine inşa edilmiştir. 

< Beşar Esad rejimi Suriye’nin bölgede güçlü bir aktör olması için pro-aktif bir dış politika izlenmesini önemsemektedir. >


1559 Sayılı BM Kararı Sonrası Başbakan Erdoğan’ın Şam Ziyareti Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyareti BM Güvenlik Konseyi’nde, Suriye’nin Lübnan’daki askeri ve siyasi etkisini sonlandırmak için alınan 1559 Sayılı Karar’ın ardından 
gerçekleştirilmişti. Hatırlanacağı üzere 1991 Irak Savaşına destek veren Suriye rejiminin ödülü Lübnan üzerinde tam kontrol kurmak olmuştu. Beyaz Saray ve 
Avrupalı ortakları 1991 Irak Savaşı’na yaklaşık 6 bin askerle destek veren Şam’a, Lübnan’da o dönemin önde gelen Suriye karşıtı ismi Maruni lider Mişel Aoun’a karşı güç kullanmasına izin vermiştir.3 


<  Irak işgali, Amerikan baskıları ve Lübnan kriziyle gelişmeye başlayan işbirliği ve diyalog süreci her iki ülke arasında var olan olumsuz önyargıların 
yıkılmasına ve yerini birlikte ortak çıkarlara bırakmaya başlamıştır. >

George W. Bush iktidarıyla birlikte gündeme gelen Saddam’ın askeri yöntemlerle devrilmesi planı sonrası Washington bir kez daha Şam yönetimiyle işbirliğinin yollarını aradı. 

Bush yönetimi, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından Washington’la terörizm konusunda istihbarat paylaşımına giden Suriye’nin 4, İsrail’in açık muhalefetine rağmen 2001 Ekiminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliğine seçilmesine tepki göstermemişti. 

Ayrıca Bush yönetimi Nisan 2002’de Kongrenin her iki kanadı tarafından alınmış ve Suriye’ye yeni yaptırımlar öngören yasayı da onaylamayarak Suriye 
rejimiyle pazarlık yolunu açık tutmuştu. Dış İlişkiler Komitesi tarafından 3 ve 4 Eylül’de basına verilen demeçte Başkan Bush’un Ortadoğu’daki olaylar karşısında hareket alanını sınırlayan yasaları onaylamak konusunda çekinceleri olduğu ifade edilmişti.5 Ancak, 2003 başında Suriye’nin Irak işgaline destek vermeyeceği ve işbirliğine yanaşmayacağı anlaşılınca Washington Suriye’ye yönelik daha radikal politikaları hayata geçirme kararı almıştır. 2003 Irak işgaline destek vermeyen Suriye rejimini cezalandırmak isteyen Amerikan yönetimi bir kez daha Lübnan kartını oynamaya başlamıştı. Bu çerçevede 2004 yazında Suriye taraftarı Lübnan Cumhurbaşkanı Emin Lahud’un görev süresinin bitmesine birkaç ay kala Lübnan’daki politik tartışmalar ve Suriye’nin askeri varlığı tartışmaları şiddetlendirmişti. ABD’nin baskılarını arttırdığı bir dönemde Suriye’nin Cumhurbaşkanı Lahud’un görev süresini üç yıllığına uzatma girişimleri üzerine Amerikan yönetimi hemen harekete geçmiştir. 2004 Ağustosu’nda Suriye üzerindeki baskılarını artıran Amerikan yönetiminin Lübnan sorununu BM’ye taşıması Şam rejimi üzerindeki uluslararası baskının artmasına yol açtı. ABD’nin etkisiyle BM Güvenlik Konseyi’nin 2 Eylül 2004’te kabul ettiği ve “Lübnanlı olan ve olmayan tüm silahlı güçlerin dağıtılması ve silahsızlandırılması, Lübnan hükümetinin idaresinin tüm Lübnan topraklarını kapsayacak şekilde genişlemesi, tüm yabancı güçlerin Lübnan topraklarından çekilmesi, Lübnan’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, birliğine ve siyasi serbestliğine tam 
saygı gösterilmesi, Lübnan Anayasası’na uygun, adil ve özgür seçimlerin, hiç bir dış müdahale ve etki olmaksızın sonuçlandırılması” yolunda çağrı yapan 1559 Sayılı Karar,6 açıkça Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılmasını ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını gündeme taşımıştı. 

Buna rağmen 1559 sayılı kararın açıklanmasını takip eden gün ise Suriye destekli Lübnan Meclisi, Cumhurbaşkanı Lahud’un görev süresini üç yıllığına uzatan yasayı kabul etmişti. Suriye’nin BM Kararına rağmen Lübnan siyasetine müdahale etme girişimlerini sürdürmesi üzere ABD’nin öncülüğün de Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılmasına dönük etkili bir kampanya başlatılmıştır. İşte tam da Suriye rejimi üzerindeki baskıların arttırıldığı bir tarihte Başbakan Erdoğan iki günlük Suriye ziyaretini Aralık 2004 tarihinde gerçekleştirmiştir. Başbakan Erdoğan ziyaretle ilgili olarak “uzak olan ilişkilerin nasıl yakınlaştığının göstergesidir” demiş, Suriye Başbakanı Naci Otri ise “ilişkilerimiz gelecekte her alanda daha da gelişecektir” ifadesini kullanmıştı.7 

Resmi programda olmamasına rağmen Başbakan Erdoğan’la iki ayrı görüşme gerçekleştiren Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Erdoğan’dan İsrail-Suriye arasındaki sorunların giderilmesinde arabulucu rolü oynamasını istemiştir.8 Diplomatik yakınlaşma ticaret alanında etkilere yol açmış ve ziyaret sırasında Türkiye-Suriye serbest ticaret anlaşması imzalanmıştır. Türkiye böylelikle Suriye rejimi üzerinde kurulmak istenen uluslararası baskıları desteklemeyeceğini açıkça göstermiş olmaktaydı. 


ABD ve AB’ye Rağmen Gerçekleşen Ziyaret: Cumhurbaşkanı Sezer’in Suriye Gezisi

Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin gelişim sürecini daha iyi anlayabilmek açısından Erdoğan’ın ziyaretinin ardından 13-14 Nisan 2005 tarihleri arasında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Suriye ziyaretine tekrar dikkat çekmek yerinde olacaktır. Sezer’in ziyareti, eski Lübnan Başbakanlarından Refik Hariri’nin Şubat 2005’te öldürülmesinden sonra hem Lübnan içinde hem de dışında Suriye karşıtı grupların Şam’a uluslararası bir yaptırım uygulama çalışması içinde oldukları bir tarihte gerçekleştirilmiştir. Refik 
Hariri cinayeti sonrası Beyaz Saray 1559 Sayılı Kararın derhal yerine getirilmesini istemiş ve Suriye’nin Lübnan’dan çıkartılması, uluslararası 
yaptırımların devreye girmesi için diplomatik baskılarını artırmıştı.9 Bu bağlamda ziyaret öncesi hem AB hem de ABD’den Suriye rejimine ve Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyaretine ciddi bir tepki bulunmaktaydı. Dönemin ABD Ankara Büyü-kelçisi Edelman Bursa’daki temasları sırasında bir gazetecinin Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyaretini gündeme getirmesi üzerine ABD, AB ülkelerinin ve Mısır’ın Suriye’ye bir yaptırım uygulanması konusunda fikir birliği içinde olduğunu ve Türkiye’nin de uluslararası camianın kararlarını desteklemesini beklediğini ifade etmiştir. Büyükelçi Edelman sözlerinin devamında ise üstü örtülü bir şekilde ziyaretin gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin uluslararası kamuoyu tarafından 
dışlanacağı mesajını vermiştir. Edelman’a göre “ Tabii ki bu uluslararası camiaya uyup uymamak konusu, Türkiye’nin kendi kararıdır.”10 

Amerikan yönetiminden Sezer’in ziyaretine yönelik dile getirilen tepkiler Sezer ve Esad görüşmesinin gerçekleştiği günde bile sürmüştü. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher, Cumhurbaşkanı Sezer`in Şam’da bulunduğu sırada düzenlediği basın toplantısında Suriye rejimini Irak’ı istikrarsızlaştırmak, barış sürecini ve Ortadoğu barışını engelleyen grupları desteklemekle suçlamıştı. Boucher, uluslararası toplumun Suriye yönetimine davranışlarını değiştirmesi için açık ve anlaşılır bir mesaj verdiğinin de altını çizmekteydi.11 Dolayısıyla Büyükelçi Edelman ve Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher’in açıklamaları birlikte düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı Sezer’in ziyaretinin Şam rejimi üzerindeki uluslararası baskıların en üst seviyeye ulaştığı bir dönemde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. 

Ziyaretin bir diğer önemli yanı ise Batı ülkelerinin Şam yönetimine karşı birlikte hareket ettiği bir dönemde gerçekleşmiş olmasıdır. Boucher’in 
de altını çizdiği gibi geleneksel olarak Suriye yönetimiyle ilişkileri bulunan Fransa ve Rusya dahil Batılı ülkelerin hemen hemen tümü Esad yönetimi karşısında ortak bir tutum ve politika benimsemişti. Aynı dönemde Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap ülkeleri de Suriye’yle ilişkilerini koparmıştı. AB ülkeleri Hariri suikastından sonra programı önceden belli olmasına rağmen Beşşar Esad’ın Viyana ziyaretini erteletmişti. Ayrıca, Lübnan’daki gelişmelerden dolayı Suriye ile AB arasında 2004 yılında imzalanan ticaret anlaşmasını da onaylamayacaklarını açıklamışlardı.

12 Dolayısıyla Türkiye, hem Arap dünyasından hem de geleneksel müttefiklerin den dışlanan Suriye’nin en zor gününde yanında yer alarak Şam’a ve Esad yönetimine ciddi bir meşruiyet ve güven vermiş, en azından Suriye’nin kuzey sınırından herhangi bir baskı ya da yaptırıma tabi tutulmayacağını göstermiştir. Irak’ın iç savaş içinde olduğu ve Lübnan’da da Suriye karşıtı gösterilerin gerçekleştiği günlerde kuzey sınırının mal ve insan dolaşımı açısından güvenli olduğuna yönelik verilen mesaj Esad yönetimi tarafından da doğru algılanmıştır. 

Bu bağlamda Suriyeli akademisyen Mervan Kablavi Rusya ve Fransa’nın içinde yer aldığı Batılı güçlerin Esad rejimini devirmek isteyen Amerikan yönetimine verdiği desteğin Suriye dış politikasında bir kırılma yarattığının altını çizmektedir. Kablavi’ye göre 2004 yılında “Lübnan sorununu bahane eden güçlerin asıl odaklandığı politika Suriye rejimini devirmekti. Suriye kendi içinde bir savunma politikasına yönelirken çevresinde ittifak yapabileceği ülkelerin bulunmadığı görmüştü. Türkiye’nin ziyareti işte tam da böyle bir ortamda gerçekleştiğinden önemli olduğu kadar tarihi olmuştur”. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Abdulfettah Ammura’dan Suriyeli akademisyen ve Suriye hükümetinin siyasal 
danışmanlarından Dr. Samir Al Taki’ye kadar birçok kesim Türkiye’nin 2004 ve 2005 tarihlerinde Suriye’ye karşı bir askeri, ekonomik ve politik müdahalenin engellenmesi yönünde çaba sarfettiğini ve bu çabanın Şam’ın Türkiye politikalarını değiştirmesinde oldukça önemli bir rol oynadığını belirtmektedir. 




 < Ankara-Şam hattındaki işbirliği sürecinin; ekonomiden güvenliğe, sağlıktan eğitime veya kültürel değişim programlarına kadar geniş bir alanda karşılıklı bağımlılığı artırmasına ve tarihi sorunların bu vesile ile aşılmasına imkan tanıması kuvvetle muhtemeldir. >

Türkiye’nin politikalarının Suriye halkı tarafından nasıl anlaşıldığına gelince Büyükelçi Abdulfettah Ammura bunu şu sözlerle ortaya koymaktadır “Amerika ve Avrupalı ülkeler Suriye’ye baskı kurduklarında Türkiye Suriye halkının yanında yer aldı. Aynı zamanda halkımız da bunları görmektedir. Halkımızın talepleri de Batılı güçlerle birlikte hareket etmeyen Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönündedir”.13 

Türkiye-Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Dönemi

Yukarıda da belirtildiği üzere Türkiye-Suriye ilişkileri 2003 sonrası dönemde bölgesel koşullarda ve güç dengelerinde meydana gelen değişikliklerin 
etkisiyle işbirliği düzeyinden kısa sürede yüksek düzeyli stratejik işbirliğine dönüşmüştür. Irak işgali, Amerikan baskıları ve Lübnan kriziyle gelişmeye başlayan işbirliği ve diyalog süreci her iki ülke arasında var olan olumsuz önyargıların yerini ortak çıkarlara bırakmasını sağlamıştır. Her iki ülke arasında işbirliği alanlarının başında ekonomi, enerji vesu kaynaklarının yönetimi gelmekle birlikte dış politikada da Irak sorunundan kaynaklanan ortak güvenlik sorunlarıyla birlikte mücadele etme, Lübnan sorununun barışçıl yöntemlerle sonlandırılmasında işbirliği yapma, Suriye’nin İran ekseninden Arap eksenine katılımını sağlama ile Suriye’nin AB ve ABD ile ilişkilerini restore etme gelmektedir. 

İki ülke arasındaki ilişkilerin önemine değinen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na göre “Türkiye Suriye’nin Avrupa’ya açılan kapısı iken Suriye de Türkiye’nin Arap dünyasına açılan kapısıdır”14. Nitekim, 2000 Haziranında Suriye Devlet Başkanı koltuğuna oturan Beşar Esad rejimi de Suriye’nin politik olarak bölgede güçlü bir aktör olması için ekonomik ve diplomatik alanda da pro-aktif bir dış politika izlenmesini önemsemektedir. Türkiye ile kurulan stratejik ilişkiler Suriye’nin bu hedeflerini gerçekleştirmesinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır. 

Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi

16 Eylül 2009’da Beşar Esad’ın Türkiye ziyareti sırasında her iki tarafın aralarındaki diyalog sürecini ve işbirliğini stratejik bir aşamaya taşımak 
istedikleri ve buna yönelik olarak da gerekli mekanizmaları içeren bir Stratejik İşbirliği Konseyi kuracakları açıklanmıştı. Söz konusu açıklamanın hemen ardından her iki ülkenin Dışişleri Bakanları Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşmasını imzalayarak süreci başlatmış oldu.15 Stratejik İşbirliği Konseyi öncelikli olarak Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin her alanda gelişmesine yardımcı olacak mekanizmalar ve somut adımlar içermesinden dolayı oldukça önemlidir. Her iki ülkenin Başbakanları düzeyinde Eş Başkanlık sistemini öngören İşbirliği Konseyi’nin Bakanlar Kurulu’nun içinde dışişleri, enerji, ticaret, bayındırlık, savunma, içişleri, ulaştırma ve tarım bakanlarının bulunduğu toplam on altı (Türkiye ve Suriyeli) bakandan oluşması öngörülmüştür. Bununla birlikte gerek görüldüğünde toplantılara kurul 
üyesi olmayan diğer bakanların da katılması sağlanarak Bakanlar Kurulu’nun yapısı daha da genişletilebilir. Bakanlar Kurulu’nun yılda en az iki kez toplanması öngörülmektedir. Bununla birlikte her iki ülkenin kararıyla toplantıların sayısı arttırılabilir. Toplantılarda işbirliği öngörülen alanlarda somut gündem maddeleri belirlenecek, söz konusu maddeler üzerinde tarafların pozisyonları ve süreçlerin ilerlemesi için gerekli değişiklikler gündeme gelecektir. 

Bakanlar Kurulu toplantısında taraflar arasındaki işbirliği alanları tartışılacak ve gerekirse işbirliği öngörülen alanlara dönük anlaşmalar, protokoller ve mutabakat zaptları imzalanacaktır. Sürecin resmi düzeyde kalmaması için ise toplantıda alınan kararlar doğrultusunda ilgili bakanlıkların kısa süre içinde bir eylem planı hazırlaması ve bu planı da karşı tarafa sunması öngörülmüştür. Dolayısıyla sürecin bürokratik aşamalara takılması engellenmiş olmaktadır. Diğer bir deyişle işbirliği süreci dinamik bir yapı ve işleyiş üzerine kurulmuştur. Bu durum doğal olarak tarafların işbirliği yapma arzusundan kaynaklanmaktadır. 

Diğer yandan dinamik süreç, sorunların kısa sürede aşılması ve süreçlerin kesintisiz işlemesini de beraberinde getirecektir. Bakanlar Kurulu toplantılarının ardından hazırlanan eylem planlarının hayata geçirilmesi ise, yılda en az bir kez iki ülke başbakanlarının eş başkanlığında toplanması öngörülen İşbirliği Konseyi toplantısında kararlaştırılacaktır. 16 

Türkiye-Suriye Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu Toplantısı


13 Ekim 2009’da her ülkeden ilgili Bakanların katılımıyla Halep ve Gaziantep’te gerçekleştirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısı Türkiye-Suriye ilişkilerinde başlayan işbirliğinin somut adımı olmuştur. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve meslektaşı Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim Halep’teki 1. Bakanlar Kurulu toplantısının ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında görüşmelerde işbirliği anlayışıyla genel bir çerçeve çizildiğini ve sürecin somut anlaşma ve protokollere dönüştürülerek Aralık ayında Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyaretinde düzenlenecek olan Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısında uygulamaya aktarılacağı ifade edilmiştir. Basın toplantısında Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “iki ülkenin ekonomik entegrasyonu ve halklarının kaynaşmasını sağlayacak bu anlayışın bölgeye yayılmasını umduğunu” ifade etmiştir. Davutoğlu Suriye’yle ilişkilere dönük olarak da Türkçe ve Arapça “ Ortak sloganımızı, ‘ Ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek; el kader el müşterek, et tarih el müşterek, el müstakbel el müşterek’ olarak ilan ediyorum ” demiştir.17 

Ortak basın toplantısında Suriye Dışişleri Bakanı Muallim de Türkiye ile Suriye arasındaki stratejik ilişkilerin ve sürecin ekonomik ve toplumsal entegrasyon yönünde hızla ilerlediğini belirtmiştir. 

1. Bakanlar Kurulu toplantısında yerel yöneticilerin yanı sıra her iki ülkeden Dışişleri Bakanları, Devlet Bakanları Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Sağlık Bakanı, Ulaştırma Bakanı, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Çevre ve Orman Bakanı katılmıştır. 

Suriye tarafından ise toplantıya katılan 15 bakandan oluşan heyete Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Vekili Hasan Türkmeni başkanlık etmiştir.18 

Türkmeni basın toplantısında Konsey Anlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra toplantının gerçekleştirilmiş olmasının memnuniyet verici olduğunu belirtmiş ve iki ülke arasında gerçekleşen görüşmelerin ekonomi, güvenlik, savunma, sağlık ve çevre gibi alanlarda gelişmesine katkıda bulunacağını ileri sürmüştür. 19 

Halep ve Gaziantep’te düzenlenen toplantıların ardından taraflar arasında yaklaşık 40 protokol, proje, mutabakat zaptı ve anlaşma üzerinde çalışma 
kararı alınmıştır. Toplantıda alınan kararların hayata geçirilmesi için ilgili bakanlıklar 10 gün içinde kendi eylem planlarını hazırlayacaktır. 
İlgili birimler hazırladıkları eylem planlarını aynı zamanda muhataplarıyla da paylaşacaktır. Örneğin, eğitim alanında karşılıklı öğretmen değişimini öngören bir eylem planı hazırlandığından, buna hazırlayan birim diğer ülkedeki muhatabına kendi eylem planını sunacaktır. 

Böylelikle her iki tarafta söz konusu eylem planının organizasyonu ve uygulanması konusunda detaylı bir ortak çalışma yapmak zorunda kalacaklardır. 

Ardından da Aralık 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Şam ziyaretinde düzenlenecek 
olan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 

1. Konsey Toplantısında eylem planlarından uygulanabilir olanların hayata geçirilmesi sağlanacaktır. Görüldüğü gibi somut takvimler ve aşamalar 
üzerine kurulu Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kısa ve orta vadede iki ülke arasında ilişkileri güçlendirmesi kaçınılmazdır. 
Bu kapsamda Stratejik İşbirliği Konseyi’nin yapısı ve çalışma şekline bakmakta yarar vardır. 

Diğer yandan Bakanlar Kurulu toplantısının ardından Türkiye-Suriye ilişkilerinin ekonomik ve toplumsal alanlarda olduğu kadar güvenlik ve savunma alanlarında da ileriye götürüleceği açıktır. Bu kapsamda ilk olarak 27-29 Nisan 2009 tarihleri arasında düzenlenen “Türkiye-Suriye Sınır Birlikleri Değişim Tatbikatı”nın ardından her iki ülkenin kara kuvvetlerinin katılacağı ve geniş kapsamlı ortak savunma ve güvenlik tatbikatlarının yapılması öngörülmüştür. Bakanlar Kurulu toplantısında Dışişleri Bakanı Muallim İsrail’in Anadolu Kartalı Tatbikatı’ndan çıkarılmasının memnuniyet verici olduğunu açıklamıştır. 

Öte yandan Savunma Bakanı Ali Habib ise yaptığı konuşmada “geçen baharda Türkiye ile kara kuvvetlerinin içinde yer aldığı ilk tatbikatı gerçekleştiklerini” ifade etmiş ve ardından da Bakanlar Kurulu toplantısında daha büyük bir tatbikat düzenlenmesi konusunda anlaştıklarını belirtmiştir. 20 
Öte yandan Suriye Dışişleri Bakanı Muallim verdiği bir demeçte ise İsrail’in Türkiye’de düzenlenmesi öngörülen tatbikattan çıkartılmasını Türkiye-Suriye arasındaki Stratejik İşbirliği Anlaşması’nın bir sonucu olduğunu ileri sürmüştür.21 

1.Bakanlar Kurulu toplantısının kısa süre içinde birçok sonuçları olacağı açıktır. Dolayısıyla yalnızca politik aktörlerin değil bir o kadar da toplumun süreci yakın takip etmesi gerekecektir. Örneğin, tüm işbirliği süreçlerinin gerçekleş tirilmesinde dil sorununun aşılması için Türkçe ve Arapça bilen uzmanların sayısında ciddi bir artış yaşanacaktır. Her bakanlık AB uyum yasaları çerçevesinde İngilizce bilen uzman aldığı gibi, Arapça bilen uzmanlar da bünyesinde bulundurmak zorunda kalacaktır. İş dünyasından akademik camiaya kadar her alanda Arapçaya olan ilgi ve ihtiyaç artacaktır. Kısa süre içinde hayata geçirilmesi öngörülen eylem planlarının ilgili ülkelerde yürütüleceği göz önüne alındığında 

Türkçe ve Arapçanın gerekliliği daha iyi anlaşılacaktır. 2008 sonu itibariyle 2.5 milyar dolara yaklaşan ihracatın 2010 yılı sonunda 5 milyar doları aşacağı öngörülmektedir. 2004 yılında imzalan Serbest Ticaret Anlaşmasında yer alan bazı protokollerin de hayata geçirilmesiyle iki ülke arasındaki ticaretin kısa sürede 5 milyarı aşacağı ileri sürülebilir. Ekonomik ve toplumsal düzeyde sınırların önemsizleşmesi ülkeler arasında var olan bazı tarihsel sorunların da süreçle ortadan kalkmasına yol açacaktır. Diğer bir deyişle ortak su politikasının oluşturulması ya da 16 Eylül’de kabul edilen ve 13 Ekim’de imzalanan vize muafiyeti Antakya ve Halep arasındaki sınırın anlamsızlaşmasına yol açabilecek düzeyde bir adımdır. 

Sonuç 

Türkiye ve Suriye arasında her alanda genişleyen işbirliğinin ekonomiden enerjiye, toplumsal etkileşimden ortak eğitim faaliyetlerine ve güvenlik alanına kadar geniş bir zeminde yansımaları olacağı açıktır. Bu açıdan bakıldığında TPAO’nun Suriye’de ortak petrol ve doğal gaz aramaları, sınırın iki yakasında yaşayan insanların günü birlik veya hafta sonları birbirlerinin ülkelerini ziyaret etmesi veya güvenlik alanında da İsrail’in son anda da olsa tatbikattan çıkartılmasının hemen ardından Suriye’yle geniş kapsamlı bir tatbikat yapılmasının gündeme gelmesi dikkat çekicidir. Dolayısıyla Ankara-Şam hattındaki işbirliği sürecinin; ekonomiden güvenliğe, sağlıktan eğitime veya kültürel değişim programlarına kadar geniş bir alanda karşılıklı bağımlılığı artırmasına ve tarihi sorunların bu vesile ile aşılmasına imkan tanıması kuvvetle muhtemeldir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi süreç komşularla sıfır problemden tam işbirliği ve entegrasyona doğru gitmektedir. 



DİPNOTLAR 

1 Banu Eligür, “ Are Former Enemies Becoming Allies? Turkey’s Changing Relations with Syria, Iran, and Israel Since the 2003 Iraqi War”, Brandeis University Crown Center for Middle East 
Studies, No. 9 (August 2006), ss.2-3 
2 Suriye’de gerçekleşen görüşmeler sırasında elde edilen mülakatlar ve gözlemler, 18-24 Ağustos 2008, Şam. 
3 Bu konuda detaylı bilgi için bkz., Veysel Ayhan-Özlem Tür, Lübnan: Savaş, Barış, Direniş ve Türkiye ile İlişkiler, Bursa: Dora Yay., 2009, ss.158-162 
4 Alfred B. Prados, “Syria: U.S. Relations and Bilateral Issues”, Issue Brief for Congress (Updated January 23, 2003), ss. 9-10 
5 Ibid., s. 14 
6 UNSC Resolution 1559, (02 September 2004) S/RES/1559/2004 
7 Eligür, op. cit., s. 3 
8 Ergun Aksoy- Bülent Aydemir, “Suriye’de İsrail Sürprizi”, Sabah Gazetesi, 24.12.2005, http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/24/siy101.html 
Detaylı bilgi için bkz., Ayhan-Tür, Lübnan.. op. cit., ss.185-195 
10 “ABD: Suriye’ye Bastırın”, Radikal Gazetesi, 15.03.2005, 
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=146549 
11 U.S. Department of State Daily Press Briefing, “State Department spokesman Richard Boucher briefed the press April 13” 
http://www.america.gov/st/washfile-english/2005/April/20050413192129XLrenneF0.491543.html#ixzz0UJuGd0ha. 

12 Souria News, “Syria raises doubts about signing EU partnership”, 14.10.2009, 
http://www.souria.com/em/hl/article.asp?at=32451. 
13 20 -21.08.2009 arası Şam’da gerçekleştirilen mülakatlar. 
14 Souria News, “Turkey Boosts Syria Ties Amid Renewed Israel Row”,17.10.2009, 
http://www.souria.com/em/hl/article.asp?at=32515 
15 H. Sabbagh, “First Ministerial Meeting of the Syrian-Turkish Strategic Cooperation Council Concluded, Long-Term Strategic Partnership between the Two 
Countries Established”, Syrian Arab News Agency, Oct 14, 2009, 
http://www.sana.sy/eng/22/2009/10/14/249621.htm 
16 “Türkiye-Suriye Arasında Vize Kalktı”, TRT Haber, 16.09.2009, 
http://www.trtchinese.com/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=b209f299-666d-4438-b74d-14e86cf69621
Turkish New York News, “Türkiye ile Suriye Arasında Büyük Anlaşma”, 16.09. 2009, 
http://www.turkishny.com/en/headline-news/15525-turkiye-ile-suriye-arasinda-buyuk-anlasma.html 
17 Turkish Press Review (ARCHIVE), “Turkey, Syria sign Strategic Deal, Lift visa Requirments”, 14.10.2009, 
http://www.byegm.gov.tr/yayinicerikarsiv.aspx?Id=6&Tarih=20091014&Haftalik=0#1 
18 Ibon Villelabeitia; Syria says to hold Military Exercises with Turkey”, Reuters News, 
http://www.reuters.com/article/latestCrisis/idUSN13205852 http://www.reuters.com/article/latestCrisis/ 
idUSN13205852, 13.10.2009; Gaziantep Haber, “Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Toplantısı”, 13.10.2003, 
http://www.gaziantep.com/tr/gaziantephaberleri/2009/10/13/2982/turkiye-suriye-yuksek-duzeyli-stratejik-isbirligi-konseyi-1-bakan 
19 CNNTurk Haber, “Türkiye ile Suriye arasında tarihi gün”, 13.10.2009, 
http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/10/13/turkiye.ile.suriye.arasinda.tarihi.gun/547524.0/index.html 
20 Villelabeitia, loc. cit. 
21 The Memri News, “Turkish-Syrian Strategic Cooperation Council Convenes”, 13.10.2009, 
http://www.thememriblog.org/blog_personal/en/20875.htm 


****

29 Aralık 2016 Perşembe

IRAK - SURİYE ARASI MEKİK DİPLOMASİSİ: TÜRKİYE’NİN ARA BULUCULUĞU



IRAK - SURİYE ARASI MEKİK DİPLOMASİSİ: TÜRKİYE’NİN ARA BULUCULUĞU


 Davutoğlu’nun Bağdat Ziyaretleri Işığında Türkiye-Irak İlişkileri
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, arabuluculuk girişimi kapsamında Bağdat’tan Şam’a geçerek Beşar Esad ile bir araya gelmiştir. 


İnceleme
Yrd. Doç. Dr. Veysel AYHAN 
ORSAM Ortadoğu Danışmanı 
Abant İzzet Baysal Üniversitesi 
Uluslararası İlişkiler Bölümü 
IRAK-SURİYE ARASI MEKİK DİPLOMASİSİ: TÜRKİYE’NİN ARABULUCULUĞU* 
* Bu çalışmanın saha araştırması kısmında verdiği maddi destekten dolayı TÜBİTAK’a teşekkür ederim 
Ortadoğu Analiz 



Irak’ta gerçekleştirilen saldırıların amaç ve hedeften yoksun gruplarca düzenlendiğini varsaymak gerçekçi bir analiz olmayacaktır. Sünni gruplarca 
aktif olarak desteklenen/içinde yer alınan ve/veya planlanan saldırıların temel hedeflerinden biri iktidar üzerinde daha fazla söz sahibi olmaktır. 

Irak - Suriye Gerginliği





Gergin olan Irak-Suriye ilişkileri 19 Ağustos 2009 tarihinde Bağdat’ın en iyi korunan bölgesi sayılan ve hükümet ile yabancı diplomatik misyon temsilciliklerinin bulunduğu Yeşil Bölge’de meydana gelen patlamaların ardından kopma noktasına gelmiştir. Yaklaşık 100 kişinin yaşamını yitirdiği ve 600 
kişinin yaralandığı saldırıların ardından Irak hükümeti bombalamaların eski Baas üyeleri tarafından düzenlendiğini açıklamıştır. Saldırıların son birkaç aydır Musul ve Bağdat’ta meydana gelen eylemlerin ardından gerçekleşmesi, Maliki hükümetinin ABD askerlerinin Irak yerleşim birimlerinden çekilmesinden sonra güvenliği sağlamada başarısız olduğu tartışmalarını gündeme getirmiştir. Ağustos ayında gerçekleştirilen saldırıların sonucunda 450’den fazla kişinin yaşamını yitirmesi ve yaklaşık 1.500 kişinin yaralanması Irak’taki güvenlik sorununun ciddiyetini koruduğunu göstermektedir. Irak hükümeti tarafından yapılan açıklamalarda son 13 ayın en kanlı saldırılarının Ağustos ayında 
gerçekleştirildiği görülmektedir. 30 Haziran’da Amerikan askerlerinin yerleşim birimlerinden çekilmesini takip eden Temmuz ayındaki saldırılar sırasında ise yaşamını yitiren Iraklı sayısı 275 kişiydi. Dolayısıyla son iki ayda gerçekleşen saldırılarda yaklaşık 725 kişi yaşamını yitirmiştir. 1 Ağustos ayındaki en önemli ve en büyük saldırı 19 Ağustos’ta Yeşil Bölge’de gerçekleştirilen saldırılar olmuştur. Saldırıların ardından hem Irak Parlamentosu hem de Şii blokta Maliki’nin Başbakanlık konumu yeniden tartışmaya açılmıştır. 


Irak’ın en iyi korunan bölgesi olduğu ileri sürülen Yeşil Bölge’de eş zamanlı gerçekleştirilen saldırıların doğrudan Maliki yönetimini hedef aldığı açıktır. Parlamento binası ve Dışişleri Bakanlığı önünde gerçekleştirilen saldırılardan anlaşıldığı üzere eylemler bireysel olmaktan ziyade iyi organize edilmiş ve ciddi bir istihbarat desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Saldırıların doğrudan hükümeti hedef alması üzerine gözler bir kez daha Irak’taki Sünni-Şii gerginliğine çevrilse de, saldırıların Irak üzerinde etkili olmak isteyen yabancı güçlerin de desteğiyle gerçekleştirildiği ileri sürülmüştür. Iraklı Parlamenterlerin bir kısmı doğrudan Suriye’yi suçlarken diğerleri İran veya El Kaide’yi suçlamıştır.2 Ancak, İran ve 
Suriye’nin aksine El Kaide doğrudan saldırıları gerçekleştirdiğini öne sürmüştür. Örgüt tarafından yapılan açıklamada saldırılarda Maliye, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı’nın hedef alındığı ileri sürülmüştür.3 




Bununla birlikte son aylarda özellikle Musul ve Bağdat’ta gerçekleştirilen saldırıların hedefinde ağırlıklı olarak Şiiler bulunmaktaydı. Irak hükümeti 
El Kaide’nin yanı sıra eski Baas üyelerinin de saldırılarda payı olduğunu ileri sürmektedir. 2003 Savaşı sonrası iktidardan dışlanan Sünni Arapların saldırılar yoluyla Bağdat üzerindeki güç mücadelesini sürdürdükleri ileri sürülmektedir. Bu bağlamda Sünni Arapların bir kısmı El Kaide gibi örgütlerin yanında olurken diğer bir kısmı Baas üyelerinin içinde yer aldığı grupları desteklemektedir.4 Ancak, ister El Kaide isterse Baasçı gruplar olsun sonuçta Sünni Arapların temel hedeflerinin iktidardan daha fazla pay elde etmek olduğu açıktır. Diğer bir deyişle Irak’ta gerçekleştirilen saldırıların amaç ve hedeften yoksun gruplarca düzenlendiğini varsaymak gerçekçi bir analiz olmayacaktır. Sünni gruplarca 
aktif olarak desteklenen/içinde yer alınan ve/veya planlanan saldırıların temel hedeflerinden biri iktidar üzerinde daha fazla söz sahibi olmaktır. 

Bu nispeten anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü yeni yapılanma sürecindeki bir ülkede her grup iktidar üzerinde daha fazla güç elde etmek isteyebilir. 


Suriye rejimi siyasi ve güvenlikle ilgili hususlar sebebiyle İran ile yakın ilişkilerini sürdürmektedir. Diğer yandan Sünni grupların tek başına hareket ettiğini varsaymak da gerçekçi görünmemektedir. Özellikle Yeşil Bölgede gerçekleştirilen saldırılar dikkate alındığında bazı bölge devletlerinin eylemlere ya doğrudan veya dolaylı destek sağladığı ileri sürülebilir. Ancak, bunun hangi devletler olduğunu belirtmek oldukça güçtür. Çünkü Irak’ta tüm bölge ülkelerinin kendi güçleri oranında etkili olmaya çalıştığı görülmektedir. İran, Suudi Arabistan ve Suriye’yi saldırıların arkasında yer almakla suçlayan olduğu gibi Mısır ve Ürdün’ü de Irak’taki istikrarsızlığı derinleştirmek için terörist faaliyetlerin destekçisi olarak 
gören bulunmaktadır.5 

Devlet otoritesinin yeniden tesis edilmeye çalışıldığı Irak’ta, bir araya gelen beş-on kişilik silahlı grupların da kendi bireysel çıkarları doğrultusunda eylemler gerçekleştirdiği ileri sürülmektedir.6 Ancak son dönemde Musul, Bağdat ve Yeşil Bölgede gerçekleştirilen saldırıların bireysel olmadığı, politik amaçlar ve mesajlar içerdiği açıktır. Özellikle Yeşil Bölgede gerçekleştirilen saldırılarda en büyük mesajın doğrudan Maliki hükümetine verilmek istendiği ileri sürülebilir. 

Nitekim saldırıların ardından Maliki hükümetinin ilk başta eski Baas üyelerini ardından doğrudan Suriye rejiminin suçlaması dikkat çekicidir. 19 Ağustos saldırılarından bir hafta sonra Irak televizyonuna çıkartılan Wisam Ali Kazım İbrahim adında bir sanık saldırıları üstlenmiş ve bombalama eylemlerinin emrini Suriye’de yaşayan Baas liderlerinden aldığını öne sürmüştür.



< Bağdat’ta gerçekleşen bombalamaların sonrasında Irak ve Suriye arasındaki gerginliğin tırmanması üzerine Türkiye arabuluculuk rolü için girişimde bulunmuş ve tarafları ziyaret eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu krizin diplomatik yollarla aşılabilmesi için her iki ülke ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. >

 Kendisini Baas Partisi üyesi ve eski bir polis şefi memuru olarak tanıtan İbrahim 2006 ve 2007 yılları arasında Suriye’de kaldığını ve liderliğini İbrahim El Duri’nin yaptığı eski Baas Partisiyle ilişki içinde olduğunu ileri sürmüştür. Eylemlerin nasıl gerçekleştirildiğini anlatan İbrahim aynı zamanda bombalama emrini de doğrudan Suriye’de yaşayan Baas liderlerinden aldığını belirtmiştir.7 İbrahim’in açıklamalarının ardından Irak hükümeti Suriye’yi terörist eylemlerin destekçisi olmak ve Irak’ı istikrarsızlaştırmakla suçlamıştır. Suriye’nin resmen 
suçlanmasının ardından Maliki hükümeti Şam Büyükelçisi Alaa al-Jawadi’yi danışma amacıyla süresiz geri çektiğini açıklamıştır. Ardından Suriye de Irak’taki diplomatik misyon şefini geri çekme kararı almıştır.8 Irak’ın tutumu hakkında açıklama yapan hükümet sözcüsü Ali Debbağ, “Suriye’yle ilişkilerimiz dönüm noktasındadır. Suriye ya Irak’la iyi ilişkiler kurmayı ya da Irak’a saldırı düzenleyen kişileri korumayı seçecektir” ifadesini kullanmıştır. Debbağ sözlerinin devamında uluslararası toplumun Irak’ta işlenen suçlar ve soykırımın bölge ülkeleri tarafından gerçekleştirildiğini anlamalarını sağlamak için çaba harcayacaklarını belirtmiştir.9 

Irak hükümetine göre Suriye rejimi hem eski Baas üyelerinin faaliyetlerine göz yummakta hem de bu grupların eğitim başta olmak üzere 
her türlü eylemine lojistik destek sağlamaktadır. 19 Ağustos saldırılarından bir gün önce Şam’da Beşar Esad’la bir görüşme gerçekleştiren 
Başbakan Maliki Irak’ın tezlerini bir kez daha gündeme getirmiş ve Suriye’nin Irak’taki saldırılardan sorumlu olan kişileri iade etmesini istemişti. 
Esasında Irak yönetimi uzunca bir dönemdir bu talepleri yinelemektedir. Irak hükümet sözcüsü Debbağ’a göre 18 Ağustostaki ziyarette Irak heyeti terörist faaliyetlere karışanların listesini Suriye’ye vermesine ve iadelerini istemesine karşılık Şam yönetimi işbirliğine yanaşmamıştır.

10 Nitekim iki ülke arasındaki sorunların giderilmesi ve ilişkilerin geliştirilmesine dönük olarak Ağustos ayının başında Suriye-Irak Stratejik İşbirliği Konseyi kurulmuştu. Ancak, Ağustos ayında Irak’ta meydana gelen şiddet olayları ve ardından büyükelçiliklerin geri çağrılması işbirliği zeminini ortadan kaldırmıştır. 

Bağdat-Şam hattındaki krizin tırmanması üzerine Türkiye doğrudan devreye girmiş ve taraflar arasındaki sorunları çözmek için Dışişleri Bakanı Davutoğlu Bağdat ve Şam’a gitmiştir. 

Türkiye’nin Arabuluculuğu 

Irak ve Suriye arasındaki gerginliğin tırmanması üzerine devreye giren Türkiye, iki ülke arasındaki sorunların giderilmesi ve bölgede istikrarın tesisi için hem Iraklı yetkililer hem de Suriyeli yetkililerle doğrudan görüşmeler gerçekleştir miştir. Bağdat ve Şam görüşmeleri öncesi yayınlanan Dışişleri Bakanlığı Bildirisinde Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Bağdat’ta meydana gelen son gelişmelerle ilgili olarak Suriye ve Irak taraflarının görüşlerinin öğrenilmesi ve bu çerçevede Türk tarafının konuya yönelik düşüncelerinin aktarılmasının öngörüldüğü” açıklanmıştır. 

Açıklamada “Türkiye’nin, Ortadoğu’da barış ve istikrarın hâkim olması için komşular arasında karşılıklı saygı ve güvene dayalı ilişkiler bulunması 
gerektiğine inandığı ve bu anlayış temelinde iki ülke arasındaki sorunun çözümüne katkı sağlamak amacıyla söz konusu girişimin başlatıldığı” 
açıklanmıştır.11 Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Davutoğlu görüşmeler sırasında “öncelikli olarak taraflar arasında krizi derinleştirici bir dil kullanılmaması ve karşılıklı saygı esasında sorunların ele alınması yönünde bir çağrıda bulunmuştur. Davutoğlu, Irak’taki görüşmeleri sırasında Başbakan Maliki’den “Suriye’ye iletmemizi istediğiniz her şeyi ve elinizdeki kanıtları belgeleri ve bilgileri bize söyleyin, biz de bunu Suriye tarafına iletelim” teklifinde bulunmuştur.12 

    Zira Suriye lideri Beşar Esad, saldırıların ardından Irak’ın suçlamalarını kabul etmemiş ve Suriye rejiminin saldırıların içinde yer aldığını kanıtlayan belgelerin Irak tarafından Şam’a gönderilmesini istemişti. Aynı yöndeki talep Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bildiride de yer almıştı.13 Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad konuyla ilgili yaptığı bir açıklamada 1,2 milyon Irak’lı mülteciye ev sahipliği yapan Suriye’nin saldırılardan sorumlu ülke olarak suçlanmasının ahlaki olmadığını belirtmişti. Sözlerinin devamında Esad yıllardır terörizmle mücadele etmiş bir ülkenin suçlanmasını politik mantıktan yoksun bir bakış açısının ürünü olarak değerlendirdiklerini ve ayrıca herhangi bir 
kanıt olmadan Suriye’nin suçlanmasının kabul edilemez ve mantık dışı olduğunu açıklamıştır.14 

Şam yönetiminin yanı sıra Irak içindeki bazı siyasi partiler de Maliki’den Şam rejimine yönelik suçlamaları kanıtlamak için bir heyeti delillerle birlikte Suriye’ye göndermesi yönünde baskıda bulunmuştu. Sadr grubuna bağlı parlamenter lerden Kenani, Irak hükümetinden krizi aşmak için içinde Savunma, Güvenlik ve Dışişleri bakanlığından kişilerin yer alacağı bir heyetin Şam’a gönderilmesini talep etmişti.15 Dolayısıyla Dışişleri Bakanı Davutoğlu da görüşmeleri sırasında Irak tarafından Suriye’nin doğrudan suçlanması yerine sorunun aşılması için Şam’a sunulmak üzere güvenilir delilleri istemesi dikkat çekicidir. Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Başbakan Maliki görüşmesinin ardından Iraklı yetkililerin Suriye’ye sunulmak üzere bazı bilgi ve belgeleri Türk heyetine verdiği ileri sürülmüştür.16 Bağdat’taki temasları sırasında ara buluculuk rolü hakkında bir açıklama yapan Dışişleri Bakanı Davutoğlu Irak tarafından kendisine sunulan bilgileri Şam’da görüşeceği Beşar Esad ve Dışişleri Bakanı Velid Muallim’le paylaşacağını ifade etmişti.17  Bununla birlikte Türkiye, iki ülke arasındaki sorunların diplomatik yöntemlerle çözümlenmesi için Türkiye’nin de içinde yer alacağı üçlü bir danışma mekanizmasının kurulmasını önermiştir. 

Bağdat ve Şam görüşmeleri hakkında basına demeç veren Davutoğlu, krizin aşılması konusunda iyimser olduğunu açıklamıştır. Davutoğlu, “Suriye’ deki görüşmelerimde çok aydın bir yaklaşım sergilendiği için çok mutluyuz ve birlikte çalışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullanmıştır. Davutoğlu Türk tarafının krizin aşılması yönünde her iki tarafa önerilerde bulunduğunu açıklamış ancak önerilerin kamuoyuyla paylaşılmayacağını ifade etmiştir.18 

Türkiye’nin Şam ve Bağdat arasında arabuluculuk girişimi farklı soruları gündeme taşımıştır. Yaklaşık son 30 yıldır İran’la iyi ilişkilere sahip olan Suriye’nin Irak’ı istikrarsızlaştırma politikasını benimsemesine kuşkuyla yaklaşan Sorbonne Nouvelle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Khattar Abu Diab, 19 Ağustos saldırılarının Suriye ile Irak arasında Stratejik İşbirliği Anlaşması’nın imzalanmasından bir gün sonra gerçekleşmesine dikkat çekmektedir.19 İran rejimiyle stratejik işbirliğine sahip Suriye’nin Irak’ı istikrarsızlaştırma politikasına destek vermeyeceği veya İran’a rağmen Irak’ta farklı bir gündemle hareket etmeyeceğiileri sürülmektedir. İran-Suriye ilişkilerine dikkat çeken yazarların temel bakış açısını özetlemek gerekirse her iki ülkenin özellikle HAMAS, Hizbullah ve İsrail politikalarının örtüştüğüne dikkat çekmektedirler. Ayrıca iki ülkenin de ideolojik olarak birbirine yakın oldukları ileri sürülmektedir. Aleviliğin Şiiliğin bir kolu olduğuna dikkat çeken bu görüşe göre İran ve Suriye rejimi 
bölgedeki Şii grupları desteklemektedir. Nitekim Ortadoğu’daki Şii hilali kavramı da çoğu zaman İran, Irak, Lübnan (Hizbulah bağlamında) ve Suriye’deki Alevi rejimden oluştuğu ileri sürülmektedir. İran ve Suriye arasındaki ilişkinin tarihsel geri planına dikkat çeken yazarlara göre iki rejim arasında politik, güvenlik ve ideolojik bir ittifak bulunmaktadır.20 Dolayısıyla tam da bu noktada şu sorunun sorulmasında oldukça yarar vardır, Suriye İran’a rağmen Bağdat’taki yönetimi istikrarsızlaştırma politikası güdebilir mi, diğer bir deyişle Suriye’nin İran’dan farklı bir Irak politikası var mıdır? 

Suriye’nin Irak ve İran Politikası

Suriye-Irak ilişkilerinin tarihsel olarak sorunlu olduğunu belirtmek gerekir. Suriye’deki Baas rejiminin ardından 1968’de Irak’ta Baas Partisi’nin 
iktidara gelmesi, ilişkilerde birleştirici olmaktan öteye ayrıştırıcı bir rol oynamıştır. İki rejim, uzun yıllar kendilerini Baas ideolojisinin gerçek 
temsilcisi olarak göstermiştir. Suriye, 1980-1988 İran-Irak Savaşı’nda İran’ın yanında yer almıştır. 1991 Körfez Savaşı’na doğrudan destek veren 
Suriye yönetimi 2003 işgaline karşı çıkmıştır. 

  < Arabuluculuk girişimlerinde bulunan Türkiye’nin önündeki en büyük engel Irak-Suriye ilişkilerinin karmaşık yapısıdır. Bununla birlikte bölge ülkeleri ve küresel güçlerin iki ülke ilişkileri üzerinde oynadığı rol dikkate alındığında arabuluculuk rolünün zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. >


    2003 sonrası dönemde Irak’ta meydana gelen gelişmeler doğrudan Suriye’yi etkilemeye devam etmektedir. Şam yönetimi, Irak kaynaklı istikrarsızlık unsurlarını ortadan kaldırmak veya etkilerini azaltmak için diğer bölge ülkeleri gibi Irak’taki gelişmeleri yakından takip etmektedir. 

Şam yönetimi Irak’ın toprak bütünlüğünü, birliğini ve üniter yapısını desteklemektedir. Bunu iki nedenden dolayı desteklemektedir. Hem Kürt 
hem de Şii bir devleti tehdit olarak algılamasından dolayı Irak’ın bütünlüğünü koruma politikasını desteklemektedir. Diğer yandan Sünnilerin Bağdat’taki iktidar üzerinde Saddam döneminde olduğu gibi etkili bir konum elde etmesini istemektedir. Bununla birlikte İran’dan farklı olarak Şiilerin hâkimiyetindeki bir merkezi yönetime karşı çıkılmaktadır. Bazı Suriyeli yazarlar Irak’taki üniter yapının önemini şu cümlelerle ortaya koymaktadırlar: “Irak’taki mezhepsel ayrışma doğrudan bizim toplumumuzu da etkileyecektir. Çünkü, bizde de mezhepsel bir yapı vardır. Herhangi bir çözülme durumunda bizi etkilememesi kaçınılmazdır. Bunun yanında Kürtlerin de kendi bölgelerinde bağımsız bir aktör olarak güçlenmesini istememekteyiz. Hem Kürt hem de Şiiler dolayısıyla bizler Irak’ta merkezi yapıyı desteklemekteyiz. Ve bu merkezi yapı içinde Sünni grupların önemli bir konumda olmasını tercih ederiz.”21 

Suriye’nin Iraklı Şiilerle ilişkilerine gelince, Esad yönetimi Iraklı Şiilerle Suriyeli Araplar arasında önemli sorun alanlarının olduğunu ileri sürmektedir. 
Suriyeli akademisyenlere göre taraflar arasındaki temel sorun alanlarının başında Şiilerin Amerikan işgaline doğrudan destek vermesi gelmektedir. Suriye tarafına göre, “Iraklı Şiiler Amerikan işgalini desteklerken bizler Amerikan işgaline karşı çıkmıştık. İkincisi Iraklı Şii grupların önemli bir kısmı bugün Irak’taki Sünni direnişin Suriye tarafından desteklendiğine inanmaktadır. Son olarak da mezhepsel farklılık vardır. Bizdeki Alevilik ile İran’daki Şiilik oldukça farklıdır. Biz de imamın arkasından gitmek diye bir durum söz konusu değildir. Alevi toplumu açık bir toplumdur. Oysa Irak Şiiliği oldukça farklıdır. Mezhepsel ve politik farklılıklar iki taraf arasındaki gerginliğin sürmesine yol açmaktadır. 
Açıkça belirtmek gerekirse Suriye bölgede bir Şii devleti kurulmasına karşıdır”.22 

Suriye’nin önde gelen Ortadoğu uzmanlarından Dr. Samir al Taki de Suriye Aleviliği ile İran Şiiliğinin birbirinden farklı olduğunu ifade etmektedir. 
Taki’ye göre Suriye-İran ilişkileri ideolojik veya mezhepsel olmaktan ziyade politiktir. Taki, Suriye’nin İran ve Rusya’yla iyi ilişkilere sahip olmakla birlikte bu ülkelerin Suriye’nin dış veya iç politikasına müdahale etmesine asla izin verilmediğini belirtmektedir. Bu çerçevede Irak konusunda farklı çıkar ve politikalara sahip olunduğunu ileri sürmektedir.23 

Bununla birlikte Suriye rejimi güvenlik nedeniyle İran’la yakın ilişkilerini sürdürmektedir. Suriyeli yazarların da önemle üzerinde durduğu 
gibi Ortadoğu’daki olası bir askeri kriz durumunda Şam yönetimin güvenebileceği tek ülke Tahran’dır. İsrail ile arasında Golan Tepeleri sorunu sürdüğü bir dönemde Şam’ın Tahran’la stratejik işbirliğini sonlandırması beklenmemektedir. 

İran Yerine Türkiye

Şam-Bağdat arasındaki krizin aşılmasında Türkiye ile birlikte İran da arabulucu rol oynamaya çalışmaktadır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ziyaretinden iki gün önce İran Dışişleri Bakanı Manuşer Muttaki Bağdat’ı ziyaret etmişti. Davutoğlu’nun Bağdat’taki görüşmeleri sırasında Muttaki de Şam’da Suriyeli yetkililer ile görüşmelerde bulunmuştu. Davutoğlu’nun Suriye’ye geçmesinin ardından Muttaki Bağdat’a gelerek Iraklı yetkililerle bir dizi görüşme gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla iki ülkenin eş zamanlı olarak arabuluculuk rolü oynaması dikkat çekmiştir. 
Ancak, İran’ın konumu ile Türkiye’nin konumu arasında önemli farklar olduğunu belirtmek gerekir. Birincisi yukarıda da belirtildiği üzere Irak’ta bazı kesimler Suriye’yi suçlarken diğer bir grup doğrudan İran’ı Irak’taki istikrarsızlığı körüklemekle suçlamaktadır. İran’ın bazı kesimler tarafından suçlandığı bir ortamda arabuluculuk rolünü nasıl oynayacağı soru işaretidir. Ayrıca, İran’ın Türkiye’den farklı olarak tüm Iraklı gruplar üzerinde önemli bir etkiye sahip olmadığını belirtmek gerekir. Özellikle Sünni Arapların İran’a bakışı oldukça olumsuzdur. Diğer yandan son yıllarda Ankara tüm Iraklı gruplarla iyi bir işbirliği kurma yönünde başarılı adımlar atmıştır. Türkiye-Irak ilişkilerinde yaşanan gelişme 2009 Temmuz’unda taraflar arasında imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi anlaşmasıyla daha da artmıştır. Stratejik İşbirliği 
Anlaşması kapsamında iki ülke arasındaki işbirliğinin güvenlikten ekonomiye, eğitimden kültürel alana oldukça geniş bir zeminde geliştirilmesi öngörülmektedir. 

Türkiye aynı zamanda Suriye’yle oldukça iyi ilişkilere sahiptir. Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Abdulfettah Ammuri Türkiye Suriye ilişkilerinin stratejik olduğunu ve arabuluculuk girişimleri konusunda Türkiye’nin tercih edildiğini belirtmektedir. Ammuri “Bizler Türkiye’yi güvenilir bir ülke olarak görmekteyiz. Türkiye aynı zamanda Suriye’nin hassasiyetlerini bilen bir ülkedir. Türkiye’nin her geçen zaman daha büyük bir bölgesel güç olduğunu görmekteyiz. Hiç kimse Türkiye’yi göz ardı edemez. İsrail ile dolaylı görüşmelerin Türkiye aracılığıyla yürütülmesinde Türkiye’nin Suriye’nin hassasiyetine uygun bir politika yürütmesinin önemli bir rolü vardır. Arap kardeşlerimiz neden bu görüşmelerin Mısır veya Suudi Arabistan tarafından yürütülmediğini dile getirmektedir. Biz elbette Arap ülkelerine de güveniyoruz fakat Türkiye’nin hem güvenilir 
hem de neyi nasıl ve hangi yoldan elde edecek bir diplomasi yürüttüğünün farkındayız demekteyiz”24 

Diğer yandan Suriye’de gerçekleştirilen kamuoyu yoklamalarında da Suriye’deki toplumun model olarak İran yerine Türkiye’yi tercih ettiği görülmektedir. Suriye’de gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasına göre Suriye halkının %85’i Türkiye’yi İran’a tercih ettiğini belirtmiştir. 

Suriyeli bir yazara göre “Şam rejimi savaş ve güvenlik istediği zaman doğrudan İran’a yönelmek zorunda kalmaktadırlar. Ancak modernleşme ve 
barış istiyorsak Türkiye’ye yöneliriz”.25 

Türkiye ve Suriye’nin Irak politikaları arasında da oldukça önemli benzerlikler bulunmaktadır. Her iki ülke Irak’ın parçalanmasına açıkça karşı çıkmakta ve tüm grupların siyasal sistemde temsil edilmesini sağlamaya çalışmakta, bölgede ikinci bir Şii devletinin kurulmasına karşı çıkmaktadır. 
Diğer yandan Maliki yönetiminin de son dönemlerde daha bağımsız ve Arap milliyetçiliği esaslı bir politika yürütmesi dikkat çekicidir. 
Bu durumda son aylarda Türkiye-Irak ve Suriye üçgeninde artan işbirliğinin Türkiye’nin arabuluculuk çalışmalarıyla belli bir noktaya taşınacağı 
ileri sürülebilir. Ancak, krizin bir bütün olarak son bulması oldukça güçtür. 

Sonuç 

Bağdat-Şam arasındaki krizde hem Türkiye hem de İran’ın arabuluculuk girişimlerinde bulunmasına karşın, Tahran’ın tüm Iraklı gruplarca ve Suriye tarafından güvenilir bir ülke olarak görülmediğini belirtmek gerekir. Türkiye’nin son yıllarda bölgede artan prestijinin ve güvenilirliğinin de etkisiyle ara buluculuk rolünü oynayabileceği öngörülmektedir. Bununla birlikte Irak-Suriye ilişkilerinin karmaşık yapısının Türkiye’nin girişimleri önündeki en önemli engelli oluşturduğu açıktır. Her iki ülke dışında bölge ülkeleri ve küresel güçlerin Bağdat-Şam ilişkilerinde rol oynadığı dikkate alınırsa, ara buluculuk rolünün zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. 

Irak hükümeti Esad rejimini eski Baasçıları korumakla suçlamayı sürdürdüğü bir dönemde Suriye ulusal çıkarları gereği Bağdat’taki Şii merkezli yapının zayıflatılmasını istemektedir. Buna karşın Iraklı Şiiler iktidar üzerindeki etkilerini yaymaya çalışmaktadır. Dolayısıyla 2009 ve 2010 yılında da Irak’ta şiddetin ve Suriye-Irak arasındaki krizin sürmesi olasıdır. 

DİPNOTLAR 

1 Edward Yeranian, “Government Says August Was Bloodiest Month for Iraqis in Past Year”, Voice of America News, 01 September 2009,
http://www.voanews.com/english/2009-09-01-voa31.cfm. 

2 Edward Yeranian, “Explosions in Northern Iraq Claim More Lives”, Voice of America News, 29 August 2009, 
http://www.voanews.com/english/2009-08-29-voa7.cfm. 

3 Voice of America News, “Al-Qaida Claims Responsibility for Baghdad Blasts”, 25 August 2009, 
http://www.voanews.com/english/2009-08-25-voa20.cfm. 

4 Baas kökenli direniş hakkında bkz., Veysel Ayhan-Ferhat Pirinççi, Saddam Hüseyin: Tarih Yeniden Yazılırken, Ankara: Platin Yay., 2008. 

5 Yeranian, “Government Says..”, loc. cit. 

6 Rebwar Kerim, Mülakat, 23.07.2009, Irak. 

7 Peyamner News, “Iraq Military Broadcasts Confession on Bombing”, 26 August 2009, 
http://www. peyamner.com/details.aspx?l=4&id=139927. 

8 Peyamner News, “Iraq’s ambassador to leave Damascus “at suitable”, 26 August 2009, 
http:// www.peyamner.com/details.aspx?l=4&id=139941. 

9 Peyamner News, “Iraq: Syria discards suspects hand over”, 28 August 2009, 
http://www.peyamner.com/details.aspx?l=4&id=140159. 

10 Ibid. 

11 Dışişleri Bakanlığı’nın 28 Ağustos 2009 tarihli ve 152 No’lu Bildirisi. 

12 Milliyet Gazetesi, “Davutoğlu Devrede”, 1 Eylül 2009, 
http://www.milliyet.com.tr/Dunya/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&KategoriID=2&ArticleID=1134175&Date=01.09.2009&b=D 
avutoglu%20devrede 

13 Peyamner News, “Syria rejects Iraq’s remarks, recalls ambassador”, 25 August 2009, 
http://www.peyamner.com/details.aspx?l=4&id=139777 

14 Peyamner News, “Accusing Syria of killing Iraqis “immoral” – Assad”, 1 September 2009, 
http://www.peyamner.com/details.aspx?l=4&id=140706. 

15 Peyamner News, “Accusing Syria of killing Iraqis “immoral” – Assad”, 1 September 2009, 
http://www.peyamner.com/details.aspx?l=4&id=140706. 

16 Milliyet Gazetesi, loc. cit. 

17 Peyamner News, “Turkish FM says Baghdad’s information convincing”, 1 September 2009, 
http://www.peyamner.com/details.aspx?l=4&id=140708 

18 Milliyet Gazetesi, loc. cit. 

19 Yeranian, “Gaverment..”, loc. cit. 

20 Bu konudaki görüşler için bkz., Chris Phillips, “Why Syria’s bridge to Iran won’t be on the table 
in any bargaining with the West”, The Foreign Policy Centre, 
http://fpc.org.uk/articles/432,    (e.t.02.09.2009) 

21 Mülakat, 21.08.2009, Şam. 

22 Mülakat, 21.08.2008, Şam. 

23 Samir Altaqi, Mülakat, 21.08.2008, Şam. 

24 Abdulfettah Ammuriy, Mülakat, 20.08.2008, Şam. 

25 Mülakat, 22.08.2008, Şam. 




***