SURİYE, ARAP BAHARI. BÖLÜM 1
Mohamad Said KANBAR
Marmara Üniversitesi
Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü
Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri Bölümü
SURİYE, ARAP BAHARI
GİRİŞ
2010’un son aylarında Kuzey Afrika’dan başlayan halk ayaklanmaları daha sonra farklı Arap ülkelerine dağılmıştı. Mart 2011’da Suriye’nin güney kentinde Deraa’da başladı. Daha sonra farklı şehirlere yayılması, sivil ile polisler arasında başlayan sürtüşmeler, daha sonra askerler araya girerek isyanlar şiddetli çatışmaya dönüştü. Ancak bu devrim Tartus, Lazıkiya ve Konaytara’da rejim tarafından kontrol altına aldı hiç çatışma yaşanmadı. İsyanlar Suriye’ye geçmeden önce Beşar Esad tarafında bazı reformları yapacağını söz verdi. Ancak tam bu sırada olaylar çıkınca ve durumlar değişti. Gerek yerel gerekse ulusal çağrılar üzerinde Esad rejimi bırakması bastırılınca Rusya ve İran rejime yana tavır alında, Suriye’nin Baharı bir iç savaşa dönüştürüldü. 2012 yılında farklı ülkelerden Suriye’ye gelen yabancı militanlar farklı bir tablo söz konusu oldu. Eğer Suriye halkı hep yek bir direniş gösterseydi ve dış müdahale söz konuş olmasaydı, Arap Baharı gerçekleşir miydi? Bu kadar kayıp, ölü ve zülüm olur muydu? Terör örgütleri Suriye’de volta atar mıydı?
ARAP BAHARINDAN ÖNCE SURİYE
Suriye’nin etnik yapısına baktığımızda tek bir ulustan oluşmamaktadır. bu etnikler arasında Arap, Kürt, Dürzi, Nusayri, Türkmen, Yahudi ve Ermenilerden oluşmaktadır. Aynı zamanda da farklı dinler de vardır, Bütün bu farklılıklar olmasından dolayı ülkede 1945’ten 1970’li yıllara kadar askeri darbeler yaşanmıştır ve son olarak da Hafız el-Esad tarafında son askeri darbe gerçekleştirdikten sonra günümüze kadar devam etmektedir. Esad ailesi alevi kime göre de Nusayri kökenli ekalliyette olan bir aileden gelmektedir.
1963’te iktidara gelen Baas Partisi’nin ülkedeki siyasal istikrarı sağlaması ancak Hafız Esad’ın 1970 yılında iktidarı ele geçirmesi ve 1971 yılında yapılan referandumda oyların %99,2’sini alarak devlet başkanı seçilmesiyle mümkün olmuştur. Devleti istikrara kavuşturması ve sistemin kurumsallaştırılması konusundaki başarılarından ötürü Esad, yerli ve yabancı gözlemciler tarafından Suriye’nin kurucu babası olarak nitelendirilmektedir. Bugünkü siyasal yapının hemen tamamında Hafız Esad’ın izlerini bulmak mümkündür. 1972’de Baas Partisi öncülüğündeki altı siyasi partiden oluşan Ulusal İlerici Cephe’yi kurduktan sonra 1973 yılında kalıcı bir anayasa hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. 30 yıllık iktidarı boyunca milliyetçi, realist ve pragmatist özellikleri ön plana çıkan bir liderlik sergileyen Hafız Esad, ülkedeki siyasal, ekonomik ve toplumsal hayatı kontrol altında tutan totaliter bir rejim kurmuştur. (Ataman, 2012). Hafız Esad hükümetti teşkil ettikten sonra başta kalarak 2000 yılına dek devam etmiştir. 2000 yılında vefatından sonra oğlu Beşar Esad tarafında iktidarı teslim aldı. Beşar Esad başa geldikten sonra ülkede yaşayan Müslüman kardeşler, Kürtler ve bazı etnik gruplara yeni ıslahçı bazı vaatlerde bulunarak ülkeye yumuşak bir hava esmaya başlamıştır. Bu vatlar arasında Kürtlere bazı hakları tanıması, kimliksiz olan Kürtleri vatandaşa alınması ve illegal olan siyasi Kürt partileri ve Arap partilerin tekrardan siyasi faaliyetlerini devam etmesi sözü varmıştı.
Beşar Esad yukarıda bahsettiğim vaatların vermesi belki de babasının çevresindeki adamları şaşırtırmış olabilir. Aslında kendisi Avrupa’da eğitimi görmesinden dolayı Suriye halkı Babası döneminde geride kaldığını ve dünyaya kapalı olduğunu fark etmiştir. 2002 yılında “Şam baharı” dediğimiz bir hava esmiş ve halka rahat bir nefes sağlanmıştır. Devlet kontrolündeki Suriye Bilgisayar Derneği başkanı olarak internetin ülkeye girmesini sağlamış ve devlet başkanlığı yemin töreni sırasında da açıklık ve şeffaflık sözü vermiştir. Beşar, iktidarının ilk yılında gerçekten de oldukça reform yanlısı ve açık bir siyaset izlemiştir. ‘Şam Baharı’ olarak adlandırılan bu dönemde gözle görülür bir siyasi serbestlik dönemi ortaya çıkmıştır. Evlerde, kahvehanelerde veya başka toplantı yerlerinde aydınlar rahatlıkla toplanıp her türlü konu üzerine tartışmalar düzenlemişler, tartışma forumları kurmuşlar ve hiçbir baskıyla karşılaşmamışlardır. Ancak bu özgürlük dönemi kısa sürmüş, 2002 yılı ortalarında bu toplantılar yasaklanmış ve daha sonra bu organizasyonlara katılanlar tutuklanmaya başlanmıştır. (Özkaya, 2008) çünkü dışarıdan yapılan siyaset Baas Partisine tehdit etmiş. Aynı zaman kendisi Suriye’nin ilk cumhurbaşkanı olarak Şam’dan çıkıp Kürtlerle temas kurmak için Haseke vilayet ’tine ziyaret etti. Esad ile beraber gerek siyasi, ticari, askeri gerekse eğitim bakımında ciddi gelişmeler söz konusu olmuştur. Bütün bunlar olurken bununla beraber de ilk hedef Baas Partisi Suriye genelinde daha sağlam bir taban hazırlanmaktaydı.
Beşar Esad 2000 ile 2011 yılları arasında Suriye genelinde ve özellikle Araplar ile şiddetli protesto veya ayaklanma gibi sorunlar çıkmamıştır. Ancak 2003 yılında ABD tarafından Irak’a ihtilalinden bir yıl sonra yani 2004 yılında Kamışlı kentinde Kürt ve Araplar arasında çıkan çatışmalar daha sonra Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bölgelere dağılmıştır. Bunun sonucunda onlarca ölü, yüzlerce yaralı ve gözaltı söz konusu olmuştur. Ancak daha çok geçmeden Esad Kürt partilere çağrı yaparak ve bu anlaşma içinde gözaltı olanları serbest bırakması sonucu olmuştu. Yine buna benzer bir olayda 2005 yılında Kürt dini adamı öldürmesiyle olmuştur. Ancak babası tarafında özellikle 2 Şubat 1982 tarihinde gerçekleştirilen ve 20,000 civarında sivil insanın hayatını kaybettiği tahmin edilen Hama Katliamı, Hafız Esad döneminin en tartışmalı ve kanlı müdahalesi olarak sonraki yıllarda da sıklıkla hatırlanmıştır (BUÇUKCU, Haziran 2012). İhvanın bazı üyeleri Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye Yalova’ya yerleşti (Taştekin, 2015). Hafız el-Esad ülkenin Laik kimliği vurgulamak için 1973’te İslam, cumhurbaşkanın dini ve yaşamının kaynağıdır” diye bir maddenin istediğinde kendi ayağına kurşun sıktığını anladı ve geri adım attı. Aynı zaman da hafız Esad İhvan’ın İslamcı söylemini kırmak için 1973’te kişisel servetinden Hama’da medreseler ve Humus ’ta dini yardım kurumlarına bağış yaptı, 1974’te de imamların maaşlarında artışta bulundu (Taştekin, 2015)
Suriye’nin toplumsal tabanına baktığımızda bir değişiklik söz konusudur. Suriye’de heterojen bir toplumsal yapı mevcuttur. Suriye’nin parçalanmış toplumsal yapısı daha çok coğrafyasının bir sonucudur. Aynı zamanda bir geçiş noktası olan Ortadoğu bölgesinin dışlanmış halk kesimlerinin sığındığı ve yurt edindiği bir coğrafya olan Suriye’nin her bir dağlık bölgesi farklı bir etnik gruba korunak olmuştur. Ülkedeki farklı etnik, dinsel, toplumsal ve coğrafi aktörler varlıklarını ve özerkliklerini bugüne kadar koruyabilmiş; parçalanmış toplumsal yapı ülke siyasetinin ve ekonomisinin en önemli nedenlerinden biri olarak etkisini devam ettirmiştir (Ataman, 2012). Genellikle elit tabaksının iktidar çevresinde bulunmak mümkündür. Bununla beraber gerek devlet gerekse özle sektör alanında olsun yüksek bir oranda akraba yöntemiyle elaman almaktadır. Özellikle devlet kadrolarında ve aynı zamanda öncülük Baas Partisine aittir. Bu da doğrudan toplumda bir sorun yaşamaktadır.
ARAP BAHARINDAN GÜNÜMÜZE KADAR
Arap Baharı olarak adlandırılan süreç, genel olarak kabul gören bir bakışa göre, 26 yaşındaki seyyar satıcı Muhammed Bouaziz’nin 17 Aralık 2010’da kendi bedeni yakarak Tunus Devrimi’ni ateşlemesiyle başladı. Yaklaşık bir ay sonra Tunus diktatörü Zeynel Abidin bin Ali, ülkeyi terk ederek ülke tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına yol açtı. Ardından olaylar Mısır’a sıçradı ve otu yıl aşkın bir süredir Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek, 11 Şubat 2011’de görevini bırak zoruna kaldı. Sırada Libya vardı: 42 yılıdır ülkeyi demir yumrukla yöneten Muammer Kaddafi, NATO’nun da müdahil olduğu bir iç savaşın ardından 20 Ekim 2011’de muhaliflerce ele geçirerek öldürüldü. Daha sora Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih 27 Şubat 2012’de görevini bırak zorunda kaldı (Taşkın, 2013). Sırada en uzun, en kanlı ve hala devam eden Suriye vardı.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu içine alan geniş bir coğrafyada, iktidarları boyunca dünyanın birçok demokratik ülkesinde neredeyse iki kuşak devlet adamlarının siyaset sahnesine gelip gittiği kadar uzun süre görevde kalan ve dokunulmasa belki bir kuşak daha eskitecek olan diktatörleri birkaç ay süren kanlı bir mücadele sonunda deviren halk hareketine kısaca “Arap Baharı” denilmekte (Kibaroğlu, 2011). Arap Baharı öncesi geçerli olan bölgesel yapının belki de en önemli özelliği mevcut rejimlerin neredeyse tamamının temsili ve demokratik olmayan karakteriydi. İktidarda bulunan yönetimlerin çoğu meşruiyetlerini ya askeri bir darbeye ve bunun neticesinde oluşturulan baskıcı devlet kurumlarına ya da kraliyet bağlarına ve monarşik bir geçmişe dayandırmaktaydı. Bütün bölge ülkelerinin, Türkiye ve İsrail’i dışarıda tutmak kaydıyla, paylaştıkları orta nokta kamuoyunun ve halkın meşruiyet oluşturmada etkisiz kaldığıydı (Oğuzlu, 2011).
Arap Baharı olarak tanımlanan gelişmelerin başlamasından kısa süre öncesine kadar konumlarını sarsılmaz kabul eden, adeta ebediyete kadar yönettikleri toplumların “lideri” olarak kalacağını düşünenlerin, ülkelerinde “artık çok partili seçimlere hazır” bir ortam oluştuğunu açıkça ifade etmeye başlamaları, ya da o güne kadar toplumun bazı kesimlerini yok sayan anlayışa sahip olanların, “bireysel ve kültürel özgürlüklerin yaşanması gerektiği” vurgusunu yapmaya başlamaları, bu sürecin öncelikle ve özellikle bölgesel etkilerinin kısa sürede daha geniş bir coğrafyada hissedileceğine işaret etmektedir (Kibaroğlu, 2011, s. 30).
2010 yılı sonu 2011 yılı başında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki otoriter rejimlere yönelik büyük bir öfke patlaması gerçekleşip bu patlama mevcut rejimlerin varlıklarını tehdit eder hale dönüşünce, 2011 yılı Ocak ayında Wall Street Journal’a mülakat veren Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bölgede reform ve değişime yönelik ciddi bir talep olduğunu fark ettiğini ve bu talebi karşılamaya yönelik adımlar atacaklarını ifade etti (BUÇUKCU, Haziran 2012).
2011 yılı Mart ayından itibaren Suriye’ye de sıçradı. Mart ayının ilk günlerinde başlayan barışçıl gösterilere güvenlik güçlerinin sert müdahalesi, ülkede giderek çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bir iç savaşa yol açtı. Aslında Suriye’deki olaylar, Tunus ve Mısır’da büyük kitleleri sokağa döken eylemlerin aksine, oldukça düşük bir profilde başlamıştı. Olayların fitilini ateşleyen ilk gelişme, güneydeki Deraa kentinde iki gencin duvar yazıları sebebiyle tutuklanması sonrasında meydana geldi. Yoğun işkencelere maruz kalan gençlerin serbest bırakılması için mensup oldukları aşiretlerin sokağa dökülmesi, kentte gerilimi arttırdı (Dağ, 2013). Ayaklanmaların eskiden Baas ideolojisinin kalelerinden biri olan Deraa’da başlamasının en önemli nedenleri, bütün ülkeyi etkileyen kuraklık ve yolsuzlukla beraber burada yaşayanların Lübnan’daki iş olanaklarını yitirmesi sonucu büyük bir işsizlik sorununun ortaya çıkmasıdır (Şen). Olayların başlamasıyla Esad demokratikleşme yolunda bazı adımlar atmıştır. Bu sırada Kürt parti temsilcileri, aydınları ve Kürt aşiretlerin liderleriyle buluşan Esad, 7 Nisan 2011’de kimliksizliklerle ilgili bir karar almış ve kimliklerinin verilmesini istemiştir (Mahalli, 2014, s. 262). Ayaklanmayı sınırlı bir coğrafyada hapsetmek için ve Kürtleri hiç olmazsa “tarafsız” kalmaya ikna etmek için Esad’ın yaptığı ilk reformlardan biri 6 Nisan 2011’de gerçekleşmiştir. Nevroz da ulusal bir bayram olarak ilan edilmiştir. (Karabat, 2013). Nedense Suriye toplumsal gösteriler sadece birkaç ay sürdü. İlk olarak bu gösterilere her Cuma günü namazdan sonra başlıyordu ve her Cuma da başka bir isim ile anılmaktaydı. Ancak bu gösteriler her zaman kanlı dağılıyordu ve giderek öfke yükseltiyordu. Muhalifler ilk kez nefsi müdafaa hakkı Temmuz 2011’den itibaren kullandı. Ancak madalyonun gerçek yüzü farklıydı (Taştekin, 2015, s. 77). Bu da giderek her iki taraftan merhametsiz ve sonu gelmeyecek bir savaşa dönüştü. Burada gösteriler de kısmen sona ermiş diye biliriz. Orda sadece silahlı çatışmalar yer aldı. Ortalık giderek karıştı.
2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder