MALUM YANDAŞLAR..,
Yekta
Güngör Özden
05.11.2007/Sayı:160
|
Gereksiz,
yanlışlara dayalı ve yanıltıcı bir halkoylaması tartışmalarıyla geçen hafta,
bu halkoylamasını etkileyecek sonuçları olabilecek Anayasa Mahkemesi’ne iptal
istemli başvuruyla kapandı. Halkoylamasına sunulan 5678 no.lu Yasa’nın değil,
bu Yasa’nın 6. maddesi ve bu maddeyle getirilen geçici 18. ve 19. maddelerin
çıkarılmasına ilişkin 5697 no.lu Yasa’nın iptali istendi. Ayrıntıya ilişkin
bilgimiz olmadığından iptal isteminin anayasa değişikliğine ilişkin bir yasa mı,
yoksa sıradan bir yasa için izlenecek yolla olup olmadığını bilmiyoruz.
Anayasa değişikliğine ilişkin yasaların iptali ancak biçim yönünden, o da üç
koşulda olur. 5697 no.lu yasa anayasa kuralını değiştirmiyor, anayasa
kuralını değiştirmek isteyen yasayı değiştiriyor. TBMM bu yasayı anayasa
değişikliği gibi işleme bağlı tutarak kanımızca yanlış yapmıştı.
Kesin
olmayan halkoylaması sonuçlarına göre oy kullanacak yurttaşların %67.5’u
sandığa gitti. Kabûl oyları seçmen sayısının %45.5’inde kaldı. 3376 no.lu
Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulmasına İlişkin Yasa’nın 8.
maddesinin son tümcesinde geçen “…Anayasa değişikliği Türk Milleti tarafından
kabûl edilmiş olur” durumuna uyuyor mu? Halkoylamasına katılmayanlarla
“Hayır” diyenlerin sayısı “Evet” diyenlerden fazla. Sonuç ulusal istenci
yansıtmıyor. Halkoylamalarında katılanların yarıdan fazlasının kabûl etmediği
metnin geçersiz kalması olaya daha uygun düşer.
Sınırötesi
Sınırın
iki yanında da değişik rüzgârlar esiyor. Önceden hazırlıklarını tamamlamış durumda
TBMM kararı uyarınca Hükûmetin vereceği buyruğu bekleyecek Silâhlı Kuvvetler
baskınlar ve pusularla önemli kayıplar verdi. Şehitlerimizin yürek dağlayan
acıları ulusumuzun savunmayı saldırıya dönüştürme istemlerini gündeme
getirdi. Her yerde yurttaşlarımız bayraklarla sokaklara, alanlara döküldü,
bildiriler yayımlandı. Üniversitelerimizin öncülük yaptığı yürüyüş ve
toplantılar ulusal duyarlılığı doruğa taşıdı. Silâhlı Kuvvetlerimizin
hazırlıklarından tedirgin olan Irak’taki kürtleri ve peşmergeleri telâş aldı.
AB ülkeleri yine engel olmaya çalışırken ABD her zamanki tutarsızlığı ve
ikilemleriyle oyalamaya, geçiştirmeye ve durdurmaya çalışıyor. Geçen zaman
içinde yine Irak hükûmeti’nin ve ABD’nin yardımıyla, Irak’ın kuzeyinde
yuvalanan PKK önlemlerini aldı, yığınağını yaptı, sığınağını donattı, kaçtı,
saklandı, Türk Silâhlı Kuvvetlerini yıpratmak için elinden gelen her şeyi
yaptı. Bunu çocuklar bile kestiriyor. Silâhlı Kuvvetler adına bir konuşmada
“Artık Oyalanmayacağız” denildi. Demekki oyalanıldığını askerlerimiz de kabûl
ediyor. Oyalayanlar belli: İçerde AKP iktidarı. Dışarda ABD. İktidar ABD’nin
olurunu bekliyor, muhtaç, çekingen ve beceriksiz. Peki ABD’ne ne oluyor?
Irak’ta işi ne? Irak onun mu? Hani Türkiye ile ortaklıkları vardı? Kimden
yana? Daha nice sorular yöneltilebilir. ABD dünyada itibarını yitirirken
Türkiye’de her şeyini yitirmiş duruma düştü. Türkiye saldırmıyor, savunuyor.
TBMM kararındaki sınırlar içinde bir sınırötesi zorunlu operasyon söz konusu,
başka bir şey, savaş değil. Kendi çıkarları için ülkeleri işgalden kaçınmayan
ABD, kullanacağı güçleri gücendirmemek için onlara yönelik haklı girişimleri
durdurmaya çalışıyor.
Komutanlarının, diplomatlarının sözleri bu yolda.
PKK’ya ve teröre karşı içtenlikli olmayan savaş ve karşıtlıkları kimseyi
kandırmıyor. Bekleyen AKP iktidarı da ABD oluruyla sınırlı operasyon için
Silâhlı Kuvvetlere buyruk verirse karşı yanın hazırlıkları nedeniyle yeni
şehitlerimiz olur. Başarılı sonuç alınamazsa askerlerimizi suçlayacaktır.
Kendi aymazlığının sonuçlarını Silâhlı Kuvvetlerimize yükleyecektir.
Yandaşları elde kalem beklemektedir.
Yandaşlar
sahnede
Sınırötesi
operasyondan önce sıkmabaş operasyonu hızla yolalmaktadır. Dinsel hiçbir
zorunluluğu olmayan başbohçası “Din gereği, inanç nedeni” gösterilip
savunularak her kata çıkmaktadır. ABD İstanbul’da sıkmabaşlıların dolduğu
üniversite açarak (Alfred Üniversitesi) Cumhuriyet uygarlığını korumaya
çalışan üniversitelerde kargaşa yaratıp sistemi oymaya, yıkmaya
çalışmaktadır. Yukarda değindiğimiz ABD Dışişleri Bakanı’nın, ABD
önderliğindeki koalisyon güçlerinin Irak’ın kuzeyindeki ABD’li Komutanı
Tümgeneral Benjamin Mixon’un, Barzani ve Talabani’nin sözleri, Irak’ın petrol
tehdidi, Zana’nın hezeyanları birleştirilirse Türkiye’nin itildiği yalnızlık
daha iyi anlaşılır.
Avrupa
polisinin Türkleri sakıncalı davranışları da iyi değerlendirilmelidir.
Bu arada
ABD’nde konuk edilip korunan, beslenen de denebilir, Fethullah Gülen’in
adamlarının İngiltere Lordlar Kamarası’nın düzenlediği konferansa ilişkin
yayılmacı çabaları sürmekte, kimi AKP milletvekilleri de katılarak ilgilerini
güçlendirmektedir.
Toplum
önderi sayılacak kişiler, kuruluşlar şehitlerimiz nedeniyle haklı tepkilerini
içtenlikle açıklarken, kimi sözde aydın ve sözde ilericilerle kimi sözde
solcu kuruluşlar bir tür karşı eylemlere girişerek, grev kırıcılığı gibi
miting ve tepki kırıcılığı yapmaktadır. Savaşı, saldırıyı, yaralamayı,
öldürmeyi, yakmayı, yıkmayı kimse düşünemez. Kırıcılar, anlamını bilmedikleri
sözcükleri kullanarak, kendilerince kimi değerlendirme, niteleme ve
tanımlamalarla bölücü ve yıkıcılara, şeriatçı, ırkçı ve özellikle kürtçülere
destek oluyorlar. Bu beyler ve hanımefendiler PKK’ya, destekçilerine ve
yandaşlarına dönüp “Tutumunuzda, amacınızda, terörde asla haklı değilsiniz.
Bırakınız silâhları. İçimizdeki aileleriniz nasıl bizimle her konuda eşitse
siz de öyleydiniz. Yabancıların kuklası olmaktan vazgeçiniz” demiyorlar. Kimi
eski faşist sözde yeni liberal, kimi kendini solcu sanan yazar-çizer faşizmi,
ırkçılığı, şeriatçılığı kınayacak yerde milliyetçiliğe saldırıyor.
PKK ile
savaşım sanki yalnız silâhla oluyormuş gibi “PKK ile mücadele sadece silâhlı
olmaz”, sanki diplomasi gerekleri hiç yerine getirilmiyormuş gibi “Silâhtan
önce siyaset ve diplomasi” diyenler yanında “Bu sınır savunulmaz” diyenler
var. Meclis’in yetki kararının “…savaş tamtamlarının sesini güçlendirdiği…”
yolunda ilerici bilinen gazetelerde yazılar yayımlandı. Bizim içtenlikli,
karşılıksız, yurtsever duygularımızı, tepkilerimizi anlamayan, anlamak
istemeyen, ya da düşünce yetersizliğinden amaçlı değerlendirerek saldıranlar
şahinliğe soyundu. Akılları başlarına geliyor olmalı. Ama sözde özgürlük,
demokrasi ve eşitlik için düzenlenen mitinge ilişkin şu sözlere katılmak
olanaksız: “Milliyetçi, otoriter yüzlere karşı sivil bireyler” (tam bir asker
karşıtlığı), “…sokaklardan yükselen sese karşı…” (terörü kınayanlara yönelik haksız
eleştiri), “…toplumsal duyarlılıkların istismar edildiği…” (elde bayraklarla
bölücülüğü, yıkıcılığı kınayanlara karşı). Sanki kürtlere saldırılıyor,
onlara karşı savaş hazırlığı yapılıyormuş gibi ayrımcı, yanıltıcı, tehlikeli
sözler. Biraz daha değinilse “Düşünce özgürlüğü” diye saçmalıklarını
savunacaklar. Bunlara göre üniversiteler, Barolar, Odalar, dernekler,
vakıflar barış karşıtı, savaş yandaşı, gereksiz tepki odaklarıdır.
Yapılan
kötülükleri, yapılması istenenleri, yazılanları, söylenenleri görmüyor,
okumuyor, duymuyor, anlamıyor olamazlar. Silâhlı Kuvvetlerin silâhları
bırakmasını, iç savaşa gidildiğini, Türk-kürt çatışması olacağını, medyanın
başka kötülükleri yokmuş gibi histeriyi beslediğini, savaş hazırlıklarına son
verilmesini istiyorlar. Bunları da “…aklın, emeğin, barışın sesi…” olarak
sunuyorlar. Şimdiye kadar nerdeydiniz? Türkiye’nin yararından, Türkiye’yi
Türkiye yapan Atatürk ilkelerinden, giderek tırmanan şeriatçılıktan söz
edemiyorlar. PKK vuracak. Türkiye duracak… Bıçak kemiğe dayanmıştır. İstanbul
köşklerinde gazel okumak kolaydır.
Yalancılar-Yobazlar
Kaç kez
söyledik, yazdık. Anlamıyor, anlamak istemiyorlar. Ben ilkeler bağlamında
hiçbir yanlışlığın, sapkınlığın içinde olmadım. 12 Eylûl’cüleri Anayasa
Mahkemesi Kurulu, kurulun bir bölümü ya da üyeleri olarak, yurttaş olarak
ziyaret etmedik. Bizim önümüzde demokrasiye geçme sözü vererek and içtiler.
Kimi gerici, kiralık, sapkın kalem yalanı yazıyor, yalanı yayıyor. İktidar
gazetelerine yamanan yanaşmalar, dalkavuklukla yer tutmaya çalışan sömürücü
ve çıkarcılar, Türkiye ve Atatürk karşıtları saldırılarını sürdürüyor.
Havlama alışkanlığı olanları susturmak güçtür. Başkalarının, yanıt vermeyi
kendime yakıştıramadığım kötü sözlerini belirtmemi çarpıtarak bana maletmeye
çalışanlar ya da “yarası olan gocunur” sözünü anımsatan alınganlıkla
nitelemek zorunda kaldıkları arasına kendilerini koyarak karalamak isteyenler
var. Herkes kendi düzeyini belli eder. Düzeysizler düzey savında bulunur. 12
Eylûl’de dut yemiş bülbül gibi susup, seçim için benim desteğimi ricâ edip
sonra niçin, ne dediğimi gözardı edip sözcüklerle yıpratmaya çalışan
kişiliksizlerin ürettiği yalanlara kimse inanmaz. Beni de başkalarını da
bilenler bilir, tanıyanlar tanır. Atatürk’ün annesi için kötü söz
söyleyenleri, Atatürk’ü soysuz biçimde nitelendirenleri amaçlayarak “Bunların
ya sütü, ya kanı, ya da mayası bozuk!” sözlerimi böyleleri ve destekçileri
için yineliyorum. Kendini insan, Türk ve yurttaş bilen bu terbiyesizliği
yapmamalıydı. Beni baş-kalarıyla karşılaştırmak isteyenler iyi inceleme
yapsınlar ve 1960’tan başlayarak Cumhuriyet gazetesini, 1980’den sonraki
Barış ve Bugün gazeteleriyle Yankı dergisi sayfalarını karıştırmalı, Anayasa
Mahkemesi arşivini incelemeli, yetkililerinden yaşamda kalanları
dinlemelidir. Ötesinin önemi yok.
Cumhuriyeti
yaşamak, buruklukla da olsa kutlamak yetiyor.
|
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder