.. ELDE VAR SIFIR..,
Yekta
Güngör Özden
Başbakan
olmadan önce de ABD’ne gidip gelen Recep Tayyip Erdoğan her seferinde
görüşmelerin olumlu geçtiğini, başarıyla döndüğünü ileri sürer,
şakşakçılarının yazıları ve konuşmalarıyla okşandıkça kendisini gerçek bir
devlet adamı sayarak şişinirdi. 5 Kasım 2007 görüşmeleri de böyle olmuştur.
Anamuhalefetle yavrumuhalefetin eleştirilerinin ortasında bir çizgide
bulunulduğu anlaşılmaktadır. Yanında iki Bakan ile Genelkurmay İkinci
Başkanı’nın bulunmasından başka hiçbir değişiklik olmayan Bush’la yaptığı görüşmenin
“Tarihî” olarak nitelendirilmesi, devlet medyası durumuna gelen kanal ve
basının zorlama bir nitelendirmesidir.
İleri
görüşlü bir yönetim, teröre karşı tüm önlemleri alır, operasyon için TBMM
kararını çıkartır ve hemen gereğini yapardı. O zaman ABD’nden ya da başka
yerlerden olur almaya da gerek kalmazdı. Meclis kararı öncesi yürütülen
diplomatik çabalar olumsuzsa karar alıp yerine getirememektense karar almama
yolu yeğlenir, temaslar olumlu sonuçlanırsa karar alınıp hemen yerine
getirilerek TBMM’nin ve Devletin saygınlığı korunurdu. Şimdi TBMM kararının
yerine getirilmesi Bush’un iki dudağının arasına bırakıldı. Bu durum, bir
anlamda TBMM kararının Bush’un onayına bağlı tutulması demektir.
Elbet
operasyon çocuk oyunu değildir. Yapılmasının yararı-zararı çok iyi
düşünülecektir. Koşullar, zaman, dış destek vd. Ancak yapılamayacak şeyi hiç
söylememek gerekir. RTE’ın Bush’la görüşmesinden sonra mutlu olduğunu
söyleyip Ulusal Basın Kulubü’nde operasyon aşamasında olunduğunu açıklaması
hiçbiriyle uyuşmamaktadır. Çünkü Bush, operasyondan hep uzak durmuştur. Üçlü
mekanizma, operasyonun buzdolabına konulmasıdır. Ayrıca “Güneydoğu’da
operasyonların hızla sürdüğü” açıklaması sonuçlarına ilişkin doyurucu ve
mutluluk verici bilgileri gerekli kılmaktadır. Ülkemiz içinden sürdürülen
saldırılar (6 Kasım Tunceli olayı) yuvalanmayı, “gece silâhlı, gündüz
külahlı” deyişini doğrulayan hainliği, amacın demokrasi, eşitlik vs. olmayıp
toprak almak, ayrı devlet kurmak olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Bush-Erdoğan zirvesinden çok önemli kararlar çıktığını söyleyerek halkı
aldatmanın hiçbir anlamı yoktur. “Stratejik ortak” sakızının hiçbir yararı
görülmemiştir. İstihbarat katkısı, PKK kamplarının üzerinde ABD keşif
uçaklarının dolaşması, PKK bürolarının kapatılması, göstermelik “Dostlar
alışverişte görsün” türü davranışlardır. ABD, Irak’taki varlığının güvencesi
saydığı kürt gruplarla Türkiye’ye karşı koz olarak koruyup desteklediği
PKK’dan vazgeçmemektedir. BOP açılımını bu kollarla yürütmeyi düşünmektedir.
“Ortak mücadele” lâfta kalmaktadır.
Sekiz
askerin geri dönüşü elbet mutluluk vericidir. Ancak, PKK’nın götürmesi ya da
kimilerinin danışıklı dövüş biçiminde gitmesi ve özellikle dönüş biçimleri
üzücüdür. PKK’yla ilişki, Apo resmi asılı sehpada tutanak imzalanması, DTP’li
üç milletvekiliyle ABD’li ve Irak’lı yetkililerin bulunması düşündürücüdür.
Hükûmetin açıklamalarıyla yalanladığı DTP’lilerin “PKK’lı ve yandaşı değiliz,
temsilcisi hiç değiliz” açıklaması yapmaları gerekmiyor mu? DTP’li bir
milletvekili bayanın eşinin PKK saflarında bulunduğu savı Meclis’teki
varlıklarına ilişkin kuşkuları ve eleştirileri doğrulamıyor mu? Önerileri ve
konuşmalarıyla anayasal aykırılıkları her kez daha iyi anlaşılan DTP’lileri
yeni kürtçü ve ayrılıkçı kuruluşların izleyecek olması da ilginçtir. Türk,
Çerkez, Kürt, Laz, Arnavut, Boşnak, Gürcü, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi vs.
partisi olamayacağına, resmî dil Türkçe olduğuna, “Çoğunluğun adı adımız,
dili dilimiz” ilkesi ve inanç-soy ayrımı gözetmeksizin ulusal yapı
öngörüldüğüne göre terörü haklı gösterecek tüm çıkışlar, eylem ve söylemler
yanlıştır, sakıncalıdır. İktidarın anlamsız hoşgörüsü, seçim desteği
beklentileri karşıtlarımızı şımartmaktadır. Silâhlı Kuvvetlere “Zaptiye”
diyenler, orgenerallere ders vermeye kalkışan yedeksubaylık yaptıkları
kuşkulu siyaset devşirmeleri toplumsal duyarlılığı yadsıyan ahmaklıklarını
açıklamaktadırlar. DTP’nin Silopi Mitingi tam bir PKK şovudur. Türkiye
sınırları içinde PKK-Apo övgüsü, aykırı-sakıncalı sloganlar, üç renkli
flamalar, devlet ve kolluk güçleri karşıtlığı, milletvekillerinin içtikleri
andla bağdaşmayan söylem ve girişimleri yetkili organların tutumunu tartışma
konusu yaptırmaktadır.
Yalnız bu
kadar mı?
“Özgür,
eşitlikçi, demokratik Anayasa” adlı mitingi düzenleyenlerle söylemlerine ve
önerilerine bakmak yeter. Haklı sınırötesi operasyonu ne olursa olsun
engellemeye yönelik çabalar, lâik Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığıyla
birleştirilerek sürdürülmektedir. PKK’ya, yandaşlarına, destekçilerine, iç ve
dış döneklerle sapkınlara yönelik tek uyarı yoktur. Kışkırtıcı medyada
sergilenen karşıtlıklar, kimi emekli komutanların eleştirilere elverişli
pişmanlık ve görüşleri, kimi aymazca yazılarda açıklanan “herkese tuzak
operasyon” savları, Barzani, Talabani propagandası, onları muhatap alma
önerileri birbirlerine eklenmektedir. Kürt sorunu kürtlerin sorunu nedir?
“Kürdüm, kürt asıllıyım” demeyi kimse engellemiyor. Devlet yöneticilerinin
Türk olduklarını söyleyemedikleri gözetilirse, her Türk yurttaşının öncelikle
Türkçe bilmesi için güneydoğuya kürt olmayan öğretmenler gönderilmesi
gereğinin savsaklandığı saptanırsa, alt-üst kimlik tartışmalarının
gereksizliği ve sakıncaları düşünülürse, ülkede hemen hemen herkesin sorun ya
da sorunları olduğu unutulmazsa asıl amacı izleyen “kürt sorunu”nun yapaylığı
daha iyi anlaşılır. Ayrı toprak, ayrı ulus, ayrı devlet, ayrı anayasa ya da
Anayasa’da ayrıca sayılma önerileri geçersiz ve benimsenmeleri olanaksızdır.
Uğraşlar boşunadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Ulusu’nun sonu sayılacak
hiçbir öneri ve dayatma yaşama geçirilemez.
Başbakan’ın
yargıya sataşması sürmektedir. Hukuk devletinde varlıklarını hukuka bağlı
tutması gerekenlerin hukukla kavgası asla bağışlanamaz. Başbakanın Irak
olayları nedeniyle medyaya konulan sansürü kaldırıp iktidarın itirazını da
geri çeviren Danıştay için söylediklerinin hukukta yeri yoktur. Gerçek bir
demokraside böyle davranan kişi yerinde bir dakika bile kalamaz. Ayrıca,
Anayasa taslağında Danıştay üyelerinin seçiminin Hükûmete verilmesi ve bu
bozulmanın Fransa uygulaması ile örneklenmesi de savunulamaz. Hükûmet,
yönetim işlemlerini denetleyecek yönetim mahkemeleriyle bu mahkemelerin
kararlarını denetleyen, kimi durumlarda ilk derece yönetim mahkemesi gibi
çalışan Danıştay’ın üyelerini Hükûmetin seçmesi-ataması ülkemiz ortam ve
koşullarında asla yarar getirmez. Siyasal, kültürel, toplumsal düzeyimizi
gözardı ederek yılların uygulamasını kaldırıp Fransa’yı örnek göstermek,
yargıya elatmaktan başka bir anlam taşımaz. Tutumuyla aykırılık sergileyen
iktidarın niyeti giderek daha iyi açığa çıkmaktadır. Ilımlı islâm devletinde
göstermelik yargı, ulema düzeni, fetva-ferman rejimi.
Sıkmabaş
devlet protokuluna iyice girdi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan yurtdışı
görüşmelerinde de bu yolu izlediler. Ama ülkemizde görünme, gösteri
meraklısı, resepsiyon heveslisi ne kadar insan varmış. Cumhurbaşkanı’nın
düzenlediği ikinci resepsiyonu sıkmabaşlılarla destekçileri süsledi. Her
kesimden insanın katıldığı resepsiyonu sırıtarak el sıkanlar yanında
Cumhurbaşkanı’nın eşiyle karşılaşmasında kuyruğa girenler doldurdu.
Katılmayarak, kınayarak, bozulan devlet görünümünü, istenmeyen modernliği
savunarak ilkeleri, kişiliği üstün tutan kaç kişi çıktı bilinmez. Adından söz
ettirmek, medyada görünmek, köşke çıkmayı özellik saymak bu kadar önemli mi?
Sanatın soyluluğuna ters sanatçı akımı da üzücü.
Ölümler ve
tepkiler
Ölenlerin
ışıklar içinde ve Tanrı’nın engin rahmetinde yatmalarını dilemek, ölenleri
iyilikle ve iyilikleriyle anmak güzel geleneklerimizdendir. Ancak, ölenlerin
efsaneleştiğini söylemek abartısı içtenlikten uzak yanlış kanılardır ve
gelecek kuşaklara örnek olacak yanları yerine kişisel bağları öne çıkaran bir
yaklaşımdır. Bunu avukatlığını da yaptığım, iki yıl aynı kurulda çalıştığım
Ecevit’in ölümünde yaşadığımız gibi hem Rektörlük Hukuk Danışmanlığımda hem
de avukatlığında yakından tanıdığım Erdal İnönü’nün ölümünde izledim. Akılcı
ve gerçekçi tutumla bağdaşmayan, çoğu duygusallık ve özellikle pişmanlık
ürünü görüşler. Yanlışları ve doğruları ile vermek varken amaçlı karalamalar,
abartılı övgüler aramızdan ayrılanlara da saygısızlıktır, topluma da.
Unutulmamalıdır ki ölüler biz andıkça yaşar. Yaşatmak için gerçekçi ve yansız
olmak gerekir.
Çankaya
Köşkü’nün dinsel çizgiler, renkler ve görünümler kazanması çalışmalarına
bütçe desteği ve olanağı getiriliyor. Kimi kurumlarda, asker-sivil kimi
birimlerde, özellikle dıştemsilciliklerde bilinen yenileme, süsleme,
gelenlere göre döşeme uygulaması nice gereksiz gidere neden olmaktadır. Bu
tutumun Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne uzaması iyi olmamıştır.
Cumhuriyet
Bayramı kutlamaları sıkmabaşlıların yarattığı görünüm bozukluğu ve kimi
burukluklarla geçti. Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılışının 69. yılında sözde
ve yapay Atatürkçülerin biçimsel anışları, döneklik ve sapkınlıklar dışında
kimi yararlı etkinlikler düzenlendi. Özlemimiz her gün artmaktadır.
Saltanatın kaldırılmasının 85. yıldönümü 1 Kasım’dı. Ankara Ü. Hukuk
Fakültesi’nin açılışının 82. yıldönümü de 5 Kasım. Hukuk Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Metin Feyzioğlu düzeyli ve anlamlı bir konuşma yaptı.
Önemli
yineleme ;
Büyük
Atatürk’ün “En büyük övünç kaynağım Türk olmaktır” sözü benim tüm duygu ve
düşüncelerimi özetleyerek yansıtmaktadır. Türk olmakla onurlu, gururlu ve
kıvançlıyım. Başka bir soy-boy savım yoktur. Nerden gelmiş olursak olalım,
büyüklerimle bir bağa dayanarak değil, ulus bağına dayanarak yalnızca Türk
olduğumu yineliyorum. Alt-üst kimlik tartışmalarına, soy kökeki tutkusuna
karşıyım. Ne mutlu Türk’üm diyene!
|
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder