GAF
Bilgi çağı, uzay çağı
nitelemeleriyle aydınlanmanın ufkunu aşma çabaları televizyonların çamaşır
makinalarında kirlileri yıkarcasına yaygınlaşan dedikodu izlenceleri, büyü
(sihir), fal tartışmaları, metafizik savıyla kimi saçmalıklara bilimsellik
kazandırma girişimleriyle sürerken nasıl çağdaş olunabilir? Feodal yapı,
ağalık, reislik, şeyhlik sürerken, aşiret çatısı altında buyrukla oy
kullanılırken, siyasal partiler inanç sömürüsüyle yol almaya çalışırken
teknolojinin aşamalarına nasıl kavuşulabilir? Gençlik ulusal değerleri
korumakta yeterli özeni gösteremezken, kadınlar arasında çok evliliğe,
dördüncü eş olmaya katlanmayı olağan bulanlar giderek artarken, siyaset,
ekonomi, kültür, sanat ve spor alanında gölgeler koyulaşırken karanlıktan
nasıl çıkılabilir? Lâik Atatürk cumhuriyeti karşıtları, devşirme yazarlar ve
sözde bilim adamları Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni hafife alarak değersiz,
yanlı, yanlış, gerçekdışı anlatım olduğu savıyla zikzaklar çizerek bilimin
onurunu çiğnerken, olumsuzluklar birbirine eklenirken nasıl rahat olunabilir?
Yılgınlık, yorulmak, dönmek elbet yok. Umut yürek gücünün tomurcuğudur. Ama
her şeyi yolunda sanıp kendi akışına bırakmak aymazlık olur. Tehlikenin
ayırdında olarak çalışmak gereği açıktır. İşte 22 Temmuz milletvekili seçimleri,
işte 21 Ekim halkoylaması sonuçları, işte sonrası.
Türkiye’nin fotoğrafı
Cumhuriyetin 84. yılında
fotoğrafımız böyle mi olmalıydı? Büyük Atatürk’ün İsviçre’den 40 yıl önce
seçme-seçilme hakkı sağladığı Türk kadınları Cumhurbaşkanı’nın sıkmabaşlı
eşinin elini sırıtarak sıkmalı, sıraya girmekte yarışmalı mı idi? Görünmek bu
kadar önemli mi? Davranışlarımızdaki ölçüsüzlükle sakıncaları nasıl geçerli
kıldığımızın ayırdında olmalıyız. Türkiye’nin aydınlık-modern yapısının
vitrini sayılacak Cumhurbaşkanlığı köşkü artık tutuculuğun ve dinciliğin
ortamı durumuna getirildi. Yalnız bu kadar mı? Türk Ulusu’nun en acı gücü
olan 10 Kasım’da Türklük düşmanı dinci kralın ayağına gidilerek ulusal onur
çiğnendi. ABD korumalı kralın ulusal varlığımızı hiçe sayan sakıncalı tutumuna
ortak olundu. İngiltere kraliçesinin, Başbakanının, bir belediye başkanının
ayağına giden kral ulusal simgemiz Atatürk’ün anıt-kabrini ziyaret etmekten
kaçındı. Yabancı ülkelerde nasıl davranılacağını bilmemesi düşünülemez.
Papa’yla görüşen, hıristiyanların ziyaretlerinden kaçınmayan kral, şehitlere
çelengi bile esirgedi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan aracılığıyla Türk Ulusu’na
saygısızlık eden krala devlet şeref madalyası verilmesi büsbütün gaf
olmuştur. 24.1.1983 günlü, 2933 no.lu Madalya ve Nişanlar Yasası’nın 2.
maddesinin (a) bendi gereğince Bakanlar Kurulunun önerisiyle Cumhurbaşkanın
vereceği şeref madalyası için “Türkiye Cumhuriyetinin bekası, ülkenin ve
milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru, birlik ve beraberliği için yurt
içinde veya yurt dışında üstün feragat, fedakârlık, başarı ve yararlık
göstermek..” koşulu aranır. Suudi Arabistan kralı bunlardan hangisini
yapmıştır? Hac kotası yasada belirtilen gereklerden sayılabilir mi, kral bunu
bu kez iktidarın ricâsiyle kotarmış mıdır? Olsa olsa sözü edilen yasanın 3.
maddesinin (a) bendine göre, o da zorlamayla, devlet nişanı verilebilirdi.
Yurt içinde birine verilseydi ulusumuz gerekçesini bilirdi. Yabancıya
verilmesinin gerekçesi Türk Ulusu’na açıklanmalıdır.
Arabistan’da kurduğu vehhabilik tarikatını
yaymak için Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanarak Hazreti Hüseyin Türbesi’ni
yağmalayan, binlerce insanı kılıçtan geçirip Taif Kalesi’ni alan, Hazreti
Muhammet dışında din büyüklerinin ve sahabenin mezarlarını yıktıran Abdullah
bin Suud ve adamları, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa
tarafından yakalanıp gönderildikleri İstanbul’da 1818’de asılmışlardır.
Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin kışkırtmasıyla Türklere kötülük
yapmışlardır. Türkler 1. Dünya Savaşı sonrasında Arabistan’dan çekilince
Vehhabi Emiri Abdülaziz, Mekke, Medine ve Cidde’yi almış, Mekke Emiri Şerif
Hüseyin’i Kıbrıs’a sürmüş, yine İngilizlerin yardımıyla 1923’de krallığını
kurmuştur. Bilinmesinde yarar var. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın Şerif
Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’a armağan ettiği kılıcı Faysal, arapları Osmanlı
Devleti’ne karşı savaşa kışkırtan İngiliz casusu Lawrence’e vermiştir.
Suudi Arabistan Kralı’na ortak
ziyarete ilişkin resmî açıklamalar doyurucu değildir, olamaz da. Hangi
nedenle olursa olsun böyle bir otel ziyareti yapılmamalıydı. Kral gezgin
tahtında, sağında ve solunda uslu birer öğrenci ya da buyruk bekleyen
görevliler gibi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı. İnsanın
yüreği kanıyor. Hiçbir gerekçe ve özür bu durumu geçerli kılamaz. Suudi
Arabistan bayrağı gölgesinde dincilere selâm amaçlanmışsa daha kötü. Abdullah
Gül için kendisinin kutlanması Türkiye Cumhuriyeti’ne saygıdan daha önemli
olamaz. Abdullah Gül, yalnız iktidarın Cumhurbaşkanı değildir. Adayı kralı
ziyareti cumhurbaşkanı sıfatını taşıdığı sürece böyle yapamaz. Evinde konuk
ağırlaması başka şeydir. Bu gafı, bu garabeti örtecek hiçbir neden olamaz.
Kral dinci olmasa bunu yapmazlardı. Dincilikle cumhuriyeti bağdaştırmak
olanaksızdır. 10 Kasım’ın özellikle seçildiği izlenimini veren olaylar
nereden bakılırsa bakılsın sakıncalıdır. Bağışlanamaz bir aykırılıktır.
Aralarında din ve siyaset konusunda görüş birliği olmasa, inanç sömürüsünde,
dinin siyasallaşmasında, siyasete âlet edilmesinde, din devleti amacında
birleşme olmasa böyle bir durum yaşanmaz, yaşatılamazdı.
Dinciler ne yaparsa uygun sayılır,
ses çıkarılmaz. Anayasa’ya, yasalara, diplomatik gereklere ve geleneklere
aykırı olsa da bir yapay gerekçesi, bir bahanesi açıklanır. Devletin onuru,
saygınlığı, ulusun duyarlığı iç önemsenmez. Kimlerin destek verdiğine
bakılınca durum daha iyi anlaşılıyor. Dinsel hiçbir zorunluluğu olmayan,
islâmın değil siyasal-radikal islâmın simgesi olan sıkmabaşı bayrakla bir
tutan şaibeliler yine çığırtkanlığa başladı. Sıkmabaşı, bayraktan, bağımsızlıktan,
özgürlükten, ulusal egemenlikten, Türkiye’den önemli sayan sömürücüler ulusal
onuru savunamayacak düşüklükleriyle kendi niteliklerini açıklıyorlar.
Cumhurbaşkanı istediği gibi
davranamaz. O’nun tercihleri her zaman ve her konuda geçerli olamaz. Kendi
özel ilişkileri için devletin saygınlığına gölge düşüremez, ulusal ilkeleri
savsaklayamaz, devlet geleneklerini gözardı edemez. Çankaya köşkü özel
konutu-evi değildir. Çiftliği hiç değildir. Görevine uygun kullanım için
ayrılmıştır. Eşini sıkmabaşıyla resepsiyonlarda görüşmelerde yanına alması,
yabancı kralların ayağına gitmesi ve Devlet Şeref Madalyası verilmesi vatana
ihanet suçunun tartışılmasını gündeme getirecek davranışlardır. Suudi kralı
Abdullah bin Abdülaziz el Suud’a ayrıcalıklı davranılıp devlet uygulamaları
dışına çıkıldığı yadsınmaz bir gerçektir. Tören ve resepsiyon giysilerine
ilişkin gelenek de yıkıldı. Yalnız sıkmabaşla yetinilmedi. Bu gidişle
Yunanistan, Ermenistan cumhurbaşkanları dikkat çeker ama belki öbür arap
ülkeleri liderlerine, Bush’a da madalya verilir. Kimbilir, son saldırılar
olmasaydı Talabani ve Barzani de düşünülürdü. Yazık. İyi çırak ustasından
belli olur. Kaddafi’nin çadırında azar işiten kimin ustasıdır? Hikmetyar’ın
dizinin dibine çömelip fotoğraf çektiren kimdir? Alışkanlıklardan ve
koşullanmışlıktan kurtulmak sanıldığı kadar kolay değildir.
Kendi kişisel tercihleri sıkmabaşa
saygı bekleyenler, Bayrağa, devlete, ulusal ilkelere saygı göstermezler. Beni
anlamayanlar, olayların ayırdında olmayıp eleştirenler şimdi özür diliyor,
pişmanlıklarını açıklayan yazılar döktürüyorlar. Tehlike artarak sürüyor.
Kimi belediyeler cadde, sokak, park adlarını değiştirmiyor mu? Dinci açılım
için Millî Eğitim Bakanlığı boş duruyor mu? Diyanet Bütçesi nasıl? Sıkmabaş
için Anayasa doğru mu?
Başka neler
Görüyorsunuz ya sayın okuyucular,
nelerle sayfalar doluyor, zaman ve emek yitiriliyor. Buruklukla kutlanan
cumhuriyetin 84. yılını Atatürk’ün sonsuza göçüşünün 69. yılı etkinlikleri
izledi. Çelişkilere, aykırılıklara, sakıncalara değinildi, yapılması
gerekenler anlatıldı. Yeterli mi? Asla değil. Törenlere, toplantılara
katılan, konuşmalar yapıp iletiler yayımlayanlardan kaçı içtenlikli? Kaçına
inanılıyor?
Sekiz askerin yurda dönüşü, yasal
işlemler zamansız eleştiri ve açıklamaları getirdi. Yasalara saygı unutuldu.
Türkiye’yi istihbaratla avutup
aldığı zamanla PKK’yı kaçırdığı, sakladığı ve koruduğu kuşkularına neden olan
ABD ikilemlerini sürdürüyor. Van Başkale’de ikisi korucu, yedi yurttaşı PKK
kaçırdı. Gabar’da dört şehit daha verildi. İki askerimiz yıldırım düşmesi
sonucu şehit oldu. Trafik kazalarında şehit olanlar da var. Acılarımız
artıyor. Her türlü hazırlığını yapıp önlemini alan PKK ve yandaşlarına karşı
hâlâ operasyon düşünülüyor, kimi uçuşlarla avunuluyor.
Mardin-Nusaybin’de, Diyarbakır’da
(Hak-Par, Kader) mitinglerde Apo’nun posteriyle yürüyüşler yapılıyor, PKK’yı
ve Apo’yu övücü sloganlar atılıyor. Bunlar isyan kalkışması değil midir?
Kanımca ayaklanma denemeleridir. İçerdekilerin giriştikleri mayın döşeme ve
öbür saldırılar içsavaş belirtileridir. Gerçekler inkâr edilmekle yok
olmazlar. Tersine daha ağır biçimde kendilerini duyururlar. Dağdan inip
Meclis’e girenler, dağdakilerin en yakınları içimizdedir. Gerekli ve yeterli
önlemlerin alınması için onlarca yaralı ve ölü mü bekleniyor?
Barış en güzel iklimdir. Ama tek
yanlı olmaz. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Irak’la ilgili önerileri iyi
düşünülmemiş, dünya ve yurt gerçekleriyle birlikte değerlendirilmemiş kişisel
görüşlerdir. Kimlerin desteklediği, kimlerin karşı çıktığı izlenirse gecikmiş
çıkışın içeriği ve amacı daha iyi saptanır. Sosyalistler toplantısında Baykal
kürt liderlerle birlikte değil mi?
Ankara Forumu için Türkiye’ye gelip
TBMM’nde konuşma yapan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet
Başkanı Mahmut Abbas’ın buluşmaları, anlaşmaya çalışmaları, çatışmaları
durdurma çabaları ve Türkiye’nin arabuluculuğu olumlu gelişmelerdir. Ancak,
Hamas varlığını sürdürüp amacından vazgeçmedikçe, İsrail BOP’daki yerini
korudukça barış güçtür. Bölge barışı, dünya barışının temelidir.
Milliyet Gazetesinde Fikret
Bilâ’nın önceki komutanlarla konuşmalarını değerlendiren çoğu karşıt yazarı
mutlu kılan pişmanlıklar haklı ve haksız yanlarıyla kişilere bağlı görüşler
olarak kalacaktır.
Camide Lozan ve lâiklik karşıtı
konuşmalara değinen Ege Cansen’in yazıları yaklaşan tehlikeyi doğruluyor.
Cumhuriyet süresince lâikliği ve Atatürk’ü tanıtamamanın anlatamamanın
sorumlusu hepimiz değil miyiz? Öğrencilere terörü kınama yürüyüşlerine
katılmamaları için baskı yapıldığı söyleniyor.
.. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder