15 Mart 2021 Pazartesi

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 7

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 7


Siyasi İdeolojiler, Sait YILMAZ, Politika,liberalizmin yükselişi, Muhafazakar, demokrasi,Küreselleşme, Güç İlişkileri, Nükleer, Biyolojik, Kimyasal Silahlar,

        1.5.7. Enerji Güvenliği:

Dünyada devletler arası açık ve örtülü çatışmaların temel nedenlerinden belki de en öncelikli geleni azalan kaynakları kontrol altına alma çabasıdır. Bu mücadele özellikle doğal enerjiye sahip olan coğrafyalar ve bunların ulaşımını kontrol eden hatlar üzerinde olmaktadır. Sanayi devriminden itibaren enerji kaynaklarına sahip olmak, üretimini elde tutmak ve taşıma güzergahlarını denetim altında bulundurmak ve bu uğurda uluslararası mücadelede başarılı olmak devletlerin temel amaçları arasında olmuştur.

Enerji güvenliği dahilinde yer alan enerji kaynaklarının kesintisiz, güvenilir, ucuz, temiz ve çeşitli kaynaklardan sağlayabilmek ve verimli kullanmak, her ülkenin ulusal güvenliğini temelden etkileyen bir olgudur. Enerji güvenliği hem gelecekte enerji şokları olma ihtimali hem de dışa bağımlılığın artması ile ilgilidir. Ara malı, hammadde, güç ve enerji kaynağı olarak dünya ekonomisinde çok önemli bir yer tutan petrol, gaz ve kömür yenilenemeyen enerji kaynaklarıdır. Alternatif enerji kaynakları ısınma, güç ve elektrik üretiminde bu enerji kaynaklarının yerini kısmen doldurmasına karşın ulaşım sektöründe küresel çapta bir ikame yakıt yakın gelecekte fazla olanaklı gözükmemektedir.

Dünya birincil enerji tüketiminde petrol, gaz ve kömürün (% 37 petrol, % 27 kömür, % 24 doğal gaz, % 6 nükleer ve % 6 diğer (su, rüzgar vs.)) payı % 88’dir. Enerji tüketen ülkelerin başında yılda 2331,6 mtpe ile ABD gelmektedir. ABD’yi Çin (1386,2), Rusya (686,6), Japonya (514,6), Hindistan (375,8), Almanya (330,4), Fransa (262,9), İngiltere (226,9) mtpe ile izlemektedir . Türkiye ise yılda 85,3 mtpe enerji tüketmektedir. Dünya doğal gaz tüketimi de hızla artış sürecindedir. Bunda doğal gazın elektrik üretimi için kullanılması da etkili olmaktadır. 

Tablo 21: Dünya Enerji Rezervleri


Tablo 20’den anlaşılacağı gibi Orta Doğu enerji kaynaklarında İran Körfezi (Hürmüz) Bölgesi enerji ulaşımında en kritik bölge konumundadır. Petrol ve doğal gazın yaklaşık ömrü 66 yıl civarındadır ve önümüzdeki 20 yılda enerjiye olan bağımlılığın % 50 artacağı düşünülürse durum daha da tehlikeli bir hal almaktadır. Dünyadaki petrol kuyularının yıllık ortalama üretim azalması ise %5-8 civarında dır. Üstelik jeolojik, teknik ve maliyet koşulları nedeniyle petrolün hepsini çıkarmak mümkün değildir.  BP’nin 2004 verilerine göre dünyada 1189 milyar varil, OPEC’in verilerine göre ise 1144 milyar varil ispatlanmış petrol rezervi bulunmaktadır. Bu değerlendirmelere göre gelecek öngörüleri kapsamında petrole 41 yıllık bir ömür biçilmektedir .

20’ nci Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren petrol kaynaklarının azalmaya başlayacağının hissedilmesi ile birlikte ülkeler bir yandan güç mücadelelerini enerji coğrafyaları üzerine oturtmaya bir yandan da enerji kullanımında petrol yerine kullanılan enerjilere yönelmeye başlamışlardır. Dünya enerji tüketiminin %25’ini, dünya benzin tüketiminin % 45’ini gerçekleştiren ve ithalat gereksinimi hızla artan ABD, kendi ihtiyacını karşılamayı garanti almaya çalışırken diğer büyük güçlerin bu sınırlı kaynaklara erişimini kontrol etmeyi amaçlayan bir strateji izlemektedir. 

Şekil 6: Petrol Taşımacılığında Stratejik Önemi Olan Bölgeler 


Petrol güvenliği kavramı ABD’liler tarafından geliştirilmiş bir kavramdır. 2000 yılında Dick Chenney tarafından yaptırılan bir çalışma ile ortaya çıkmıştır. Söz konusu çalışma ile dünya petrol rezervleri, petrol tabakaları, nerelere dağıldıkları bilgisayarlar vasıtası ile hesaplandı. Çalışma sonucunda dünyada 900 milyar varil bulunduğu ve eğer yılda 80 milyon varil kullanılırsa dünyadaki petrolün 30 yıllık ömrünün kaldığı tespit edildi. Söz konusu petrolün ömrünün 75 yıla çıkarılması için Arapların ve Rusların eline bırakılmaması öngörüldü . Bu amaçla 5 büyük ABD şirketinin bu yataklar üzerinde imtiyazlarını yeniden kurarak teknolojik geliştirmeyle 550 milyar varil daha petrol teknolojisini geliştirebileceği hesaplandı. 

Mobil Exxon’a göre; “Petrol kaynakları Araplara bırakılmayacak kadar ciddidir.” Çünkü Amerika şu anda günlük 86 milyon varil petrolün 25 milyon varilini kullanmakta ve bunu Orta Doğu’ya ilave olarak Meksika, Kanada, Norveç, Nijerya, Venezüella’dan aldığı petrolden sağlamak zorundadır.  Kısaca Petrol Güvenliği’nin amacı petrol kaynaklarına ve ulaşım yollarına egemen olmak, tek merkezli Amerikan sistemini devam ettirmektir. Bu nedenle Amerikalıların İstikrarsızlık Ekseni Kolombiya’dan başlamakta ve Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’nın tamamını kapsamakta ve Pakistan, Endonezya ve Filipinlere kadar da uzanmaktadır . Bu coğrafya dünya petrol rezervlerinin % 80’ini içermektedir. Uzakdoğu’nun petrol geçiş yolları da bu haritanın içerisine girmektedir. Bu nedenle ABD İstikrarsızlık Ekseni diye adlandırılan bölgede askeri gücünün projeksiyonu ile istikrar getirmeye çalışmaktadır. 

AB cephesinde çok daha farklı bir resim gözükmektedir. AB üyesi ülkelerden sadece İngiltere, Danimarka, Romanya ve İtalya’da kesin petrol rezervi bulunmaktadır. AB dışında kalmayı tercih eden Norveç’i de bu ülkelere dahil edebiliriz. AB’nin petrol tüketiminin AB içi üretimle karşılanma oranı 2000 yılında %9 iken 2030 yılında bu oranın %4.4 olacağı değerlendirilmektedir. Doğal gaz ise çok kısıtlı da olsa İngiltere, Almanya, Hollanda, İtalya, Danimarka, Polonya, Romanya ve Macaristan’da çıkmaktadır. AB’nin doğal gaz tüketimini AB içi üretimle karşılama oranı 2000 yılında %11.9 iken 2030 yılında bu oranın %5.9 olacağı değerlendirilmektedir . Avrupa’nın özellikle Rus gazına bağımlılığının artacak olması önemli bir güvenlik sorunu oluşturmaktadır. 

Türkiye’de ise enerji kaynağı olarak petrol ilk sırada yer alırken son yıllarda kömür ikinci sıraya doğal gaz üçüncü sıraya yerleşmiştir. Türkiye yılda 25 milyon petrol tüketmekte ve bunun %90’ını ithal etmektedir . Ancak yerli üretim hızla düşmektedir. Türkiye’nin petrol kaynaklarının yetersiz olmasında I nci Dünya Savaşı öncesi İngiltere’nin bölgenin petrol kaynakları ile ilgili yoğun bir çalışma yapmış olması ve Türkiye’yi bu kaynaklar dışında tutmak için çaba göstermesi özellikle Musul’u Türkiye’ye bırakmaması önemli bir etken olmuştur. İngiltere kendi kontrolü altında tutmayı öngördüğü ülkelere (Irak, İran, S.Arabistan) petrol havzalarını dağıtırken suni devletler (Kuveyt) de oluşturdu. 

Sonuç olarak, 21’ nci Yüzyıl güç mücadelelerinin gittikçe artan oranda enerji kaynaklarını ele geçirmek, hiç değilse kontrol etmek veya imtiyazlar sağlamak yanında enerji temininin sürekliliğini sağlamak üzere enerji kaynakları ve yolları üzerinde devam edeceği belirgindir. Söz konusu enerji kaynaklarının hızla azalacak olması ve yerine ikame edecek bir alternatifin henüz bulunamaması öte yandan küresel ısınma gibi çevre sorunlarının getirdiği diğer sorunlar Orta Doğu ve Avrasya’nın önemini artırırken güç mücadelelerinin daha çok bu bölgeler üzerinde olacağını dikte etmektedir. 

     1.6.  GÜÇ, POLİTİKA VE İSTİHBARAT:

     1.6.1.  İstihbaratın Kapsamı ve Çeşitleri:

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemde liderler barış zamanında bir istihbarat teşkilatına ihtiyaç olduğunu düşünmüyorlardı. Onlar için istihbarat sadece savaşları kazanmak için gerekli idi. 1947 yılında Truman’ın barışı korumak için de istihbarat gereklidir teorisi CIA kanunu ile hayata geçti. CIA için başlangıçta iki görev belirlenmişti ; stratejik sürprizleri haber vermek ve ülke dışındaki örtülü faaliyetleri gerçekleştirmek. İkinci Dünya Savaşı esnasında sinyal ve görüntü istihbaratının öneminin fark edilmesi teknolojik arayışları bu yöne sevk etti. Savaş sonrası kısa zamanda U-2 Keşif Uçakları, uzay programları, bilgisayarların en eski örnekleri ve örtülü operasyonlar ile ilgili özel vasıtaların gelişimi konusunda önemli adımlar atıldı. 

İstihbaratın çeşitleri konusunda kesin bir tasnif yapmak imkansızdır. Çeşitli görüş ve düşünüşlerin etkisi ile istihbarat farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Hangi tasnif kabul edilirse edilsin, istihbarat çok kapsamlı bir hizmettir. Devletlerarası ilişkilerin, toplu iletişim araçlarının ve uygarlığın gelişmesi ile birlikte istihbarat çeşitleri ve alanlarında da artışlar devam edecektir. Oluşturma metotlarına göre çağdaş istihbaratı aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz;  

      (1)  İnsan İstihbaratı  (HUMINT): İnsan kaynakları tarafından sağlanan ve toplanan bilgiler sayesinde ortaya çıkarılan bir istihbarat kategorisidir .

      (2) Görüntü İstihbaratı (IMINT): Çeşitli vasıtalarla görüntü almak sureti ile yapılan istihbarattır. Hava keşifleri ve gözetlemesi ile genellikle uydu, uçak ve insansız hava araçlarından görüntü alınarak yapılmaktadır. Örneğin, bir kamera ile uluslararası hava sahasında görüntü keşfi yapılarak elde edilmiş olan füze mevzilerinin yerleri ile ilgili film veya resimler görüntü istihbaratıdır .

(3) Açık Kaynak İstihbaratı (OSINT): internet, gazete, televizyon gibi açık kaynaklarda yer alan ve herkes tarafından temin edilmesi mümkün olan bilgilerin istihbarat amaçlı kullanılmasına verilen isimdir. Özellikle internet bu alanda önemli bir açık kaynak istihbaratı imkanı sağlamaktadır. Günümüzde istihbaratı oluşturan bilginin % 85’inden fazlasının açık kaynaklardan temin edildiği değerlendirilmektedir .

(4) Sinyal İstihbaratı (SIGINT ): orijinal olarak hedef tarafından gönderilen sinyal şeklindeki mesajların elektro-manyetik yayma vasıtaları ve sensörler vasıtası ile tespit edilmesidir.  

(5) İletişim ve Elektronik İstihbaratı: yeni elektronik buluşların geliştirilmesi için bilgi temin edilmesi yanında, hedef ülke iletişim olanak ve yetenekleri hakkında gerekli stratejik değerlendirmelerin yapılmasına imkan sağlar. 

Uluslararası politikada haber, bilgi ve istihbarat ihtiyacı sadece siyasi istihbarat konuları ile sınırlı değildir. Özellikle gelişmiş ülkeler için ekonomik istihbarata yöneltilen gayretler siyasi istihbarata sarf edilen gayretin önüne geçmekte veya onunla rekabet etmektedir. Elektronik izlemenin devletlerarası mücadelede en yoğun kullanıldığı alan şüphesiz ki ekonomik istihbarat alanıdır. Ekonomik istihbarat, uygulandığı aracı düzeylerden geçerek ulusal (çeşitli karar merkezleri arasındaki uyumlu stratejiler), uluslar ötesi (çok taraflı gruplar) veya uluslararası (ulus-devletlerin nüfuz stratejileri) etkinlik düzeyleri arasındaki karşılıklı eylemlere yön vermesi gereken stratejik ve taktik bir iradenin sonucudur.

Ekonomik istihbarat mikro ve mikro espiyonaj kavramlarına değinmekte fayda vardır. Hızlı teknolojik ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı bir dünyada makroekonomik espiyonaj dünyanın gerisinde kalmamak için hayati bir kabiliyettir . FBI’ya göre ekonomik istihbarat-espiyonaj istihbarat servisleri kullanılarak ekonomik istihbarat toplanması, endüstriyel espiyonaj ise özel şirketler vasıtası ile ekonomik bilgi toplanmasıdır . Ancak bazı kaynaklar ekonomik espiyonaj kavramını geliştirmiştir. Buna göre makroekonomik espiyonaj, gizli servisler vasıtası ile devletin stratejik çıkarlarının geliştirilmesi amacı ile dünyadaki ekonomik gelişmeler ve faaliyetler hakkında istihbarat edinilmesidir . Mikro ekonomik istihbarat veya espiyonaj ise gene istihbarat servisleri vasıtası ile bir şirket (genellikle çokuluslu) hakkında bilgi toplanması olarak anlaşılmaktadır. Ekonomik espiyonajın ekonomik karşı istihbarat boyutu bulunmaktadır.

İstihbaratın ulusal çıkar bağlamında en etkin kullanıldığı alanlar; dış politikada karar verme sürecinde karar vericilerin rahat ve yeterli bilgi ile hareket etmelerinin sağlanması çalışmaları ile ekonomik istihbarat faaliyetleri olarak dikkati çekmektedir. İstihbarat örgütleri, salt güvenlik amaçlı çalışan örgütler değildir. Koordinasyon-amaç-öncelik-zamanlama denklemi iyi kurulmuş istihbarat-dış politika birlikteliği sayesinde, dış politikada karar vericilerin ihtiyaç duyduğu alanlardaki bilgiler, istihbarat örgütleri tarafından kestirme ve net şekilde verilebilir. 

Tablo 22: Avrupa Ülkeleri İstihbarat Servislerinin Çeşitleri


11 Eylül sonrası gelişmeler istihbaratın dört fonksiyonunu ön plana çıkardı ; dış istihbarat, örtülü faaliyet, karşı istihbarat ve iç istihbarat. Teoriye “İç İstihbarat” fonksiyonunun dâhil olması ABD istihbarat toplumu içerisinde yapısal değişiklik olarak yeni bir Ulusal İstihbarat Direktörü (DNI ) kadrosu gerektirdi. DNI altında merkezileşmenin iyi bir fikir olup olmadığı da tartışmalıdır. Çünkü sürekli değişen ve merkezi olmayan unsurlar gerek tespit edilmesi, gerekse aldatılma zorluğu bakımından önemli bir avantaj sağlamaktadır.

İstihbarat servislerinin verimli çalışabilmesi için başta bütçe olmak üzere yeterli kaynağın (para, insan, donanım) sağlanması gereklidir. Beklenen kalitede görevlerin yerine getirilebilmesi için gerekli personelin temini, personelin güvenliği ve personel havuzu oluşturulması zorunluluktur. Ayrıca, mevcut ve gelecekteki istihbarat isteklerinin karşılamasında istihbarat kurumlarının kanun karşısında korunması ve etkinliğin sürdürülmesi için sağlam bir istihbarat bürokrasisi ve kurumsal işbirliğine ihtiyaç vardır.

İstihbarat teşkillerinin örgütlenmesinde devletin örgütleniş şekli ve istihbarat biriminin bilgi toplamak ve bilgi yaymak zorunda olduğu adreslere karşı daha verimli çalışmalar yapmak için uygun olan şekil göz önüne alınır. İstihbarat servisleri genel veya belirli bir konuya odaklı olarak aşağıdaki şekilde kurulabilirler ; (1) Askeri veya Savunma İstihbarat Servisleri; savunma planlaması ve askeri operasyonlar için. (2) Adli istihbarat servisleri; organize suçlar ve suç faaliyetleri ile ilgili yasa uygulayıcılara yardım amaçlı istihbarat servisleri. (3) Uzman ulusal merkezler; ulusal karşı terörizm merkezi gibi özel konulara odaklanmış istihbarat merkezleri. (4) Özel koordinasyon birimleri; birkaç istihbarat merkezi veya bunların organlarını bir araya getiren birimlerdir, örneğin polis ve göçmen ofislerini bir araya getiren anti-terör koordinasyon birimleri. (5) Farklı istihbarat toplama metotları da kullandıkları teknolojiye göre özel istihbarat merkezleri ortaya çıkarmaktadır. Örneğin görüntü, sinyal ve kriptoloji istihbarat servisi alanında ABD’nin NSA, Rusya’nın FABSI ve İngiltere’nin GCHQ önde gelmektedir. (6) Küçük ülkeler kısıtlı kaynaklarından dolayı ‘birleşik’ istihbarat servislerine (İspanyol CNI, Türk MİT, Bosna-Hersek OSA) sahip iken büyük ülkeler birbirini tamamlayan ‘çoklu’ istihbarat servislerine sahiptir.

İstihbarat teşkillerinin üç temel dinamiği aynıdır; müşteri kimdir, ne istemektedir, ne zaman istemektedir İstihbarat servislerinin görevleri şu şekilde sıralanabilir ; (1) Ulusal güvenlik ile ilgili alanlarda analiz sağlamak. (2) Potansiyel krizlerin gelişimi hakkında erken ikazda bulunmak. (3) Ulusal ve uluslararası kriz yönetiminde mevcut ve potansiyel rakiplerin niyetleri hakkında bilgi vermek. (4) Ulusal savunma ve askeri operasyonlara bilgi desteği sağlamak. (5) Kendi kaynak ve faaliyetleri ile diğer devlet teşkillerinin sırlarını korumak, (6) Ulusal çıkarlar lehinde olayların gelişimini örtülü bir şekilde etkilemek.

İstihbarat servislerinin etkinliğini artıran faktörlerden biri de diğer istihbarat servisleri ile açık kanallarının olmasıdır. Nitekim diğer ülkelerin istihbarat servisleri ile operasyonel işbirliği ve istihbarat paylaşımı örneklerine çok rastlanan bir durumdur. Dünyanın gizli istihbarat tarihi bir yığın çapraz bağlantı ile doludur. Avustralyalılar Şili’de, CIA direktifi altında Allende hükümetinin devrilmesi için çalıştılar. Fransızların Portekiz ve Fas’la birlikte ya da Romanyalıların Filistin Kurtuluş Örgütüyle birlikte çalıştıkları olmuştur . Sovyetler, İsrail’in hava ve deniz harekatıyla ilgili bilgi toplayıp bu bilgileri Libya’ya vermişlerdir.

        1.6.2. Fonksiyonel İstihbarat:

İstihbarat, genel olarak haber toplama şeklinde algılanmaktadır. Ancak istihbarat toplumunun  temel fonksiyonları; istihbarat üretimi, propaganda ve psikolojik savaş, örtülü faaliyetler ve operasyonlar ile koruyucu güvenlik olmak üzere dört ana kategoride toplanmaktadır. Uluslararası ilişkilerin yürütülmesinde aktörler tarafından başvurulan savaşa varmayan örtülü seçeneklere başvurulması, gizli hareket etme, sürekli ve doğru istihbarat (üretimi) ihtiyacı, seçilen yöntemlerin propaganda vasıtaları ile desteklenme gereği istihbarat fonksiyonlarının uluslararası politikadaki rolü konusunda temel çerçeveyi oluşturmaktadır.

     A. Haber ve Bilgi Toplama, İstihbarat Üretimi:

İstihbarat, bir memleketin diğer bir memleket hakkında aleni, meşru, kanuni şekilde haber toplamasıdır. Espiyonaj yani casusluk ise diğer bir memleketin kanun ve nizamlarını ihlal etmek suretiyle gizli metotlarla haber almadır. Bunlardan birincisine kanuni veya meşru istihbarat faaliyeti ikincisine de gayri kanuni istihbarat faaliyeti denir . Haberalma; bir olay (bir olgu) hakkında alınan ya da verilen bilgi; kulaktan kulağa dolaşan söz; olma olasılığı bulunan ya da olacak bir şey, bir şey hakkında önceden yapılan uyarı; bir şeyi duyup, öğrenmek  olarak sözlüklerde geçmektedir.

İstihbarat genel olarak elde edilen tüm bilgilerin toplanması, tasnifi, değerlendirilmesi analizi, birleştirilmesi ve açıklamasının yapılması neticesinde ortaya çıkan ürün olarak tanımlanmaktadır .  Bu tanıma göre istihbarat, kısaca, ilgili kişiler tarafından üretilen “işlenmiş bilgi”dir. Fonksiyonel olarak bu çalışmalar bilginin toplanması, işleme tabi tutulması, anlamının değerlendirilmesi, politik konularla ilişkilendirilmesi ve ulusal güvenlik politikaları için kullanacak yetkililere dağıtımını içermektedir. 

Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA)’na göre istihbarat örgütleri dört çeşit ürün sunmaktadır ; (1) Cari istihbarat (Günlük olaylar ve global gelişmelerin yer aldığı istihbarat brifingleri veya özetleri.) (2) Tahmini istihbarat (Güvenlik konularında uzun dönemli tahminlere dayalı bölgesel değerlendirmeler.) (3) İkaz istihbaratı (Alarm veya kısa sürede oluşabilecek tehdit ve risklere yönelik emareler.) (4) Araştırma istihbaratı (Çeşitli ülkeler ve terörizm, kitle imha silahları, ekonomik trendler gibi ulusaşan konulara yönelik orta ve uzun vadeli araştırmalara dayanan istihbarat raporları.)

İstihbarat toplama mantıksal olarak iki ana faaliyeti kapsar; hedefe nüfuz etmek ve nüfuz edilince bilgiyi almak. İstihbarat vasıtası hedefe nüfuz edince sıra bilginin toplanmasına gelmiştir. Klasik yöntemlerle, genel olarak beş tür istihbarat toplama yöntemi kullanılmaktadır ; takip ve tarassut (gözlem), adam kullanma, mülakat, sorgulama, teknik ve elektronik faaliyetler. Ancak modern çağda istihbarat toplama genellikle üç kategorideki yöntemle toplanır; İnsan İstihbaratı (HUMINT), Görüntü İstihbaratı (IMINT), Sinyal İstihbaratı (SIGINT) ve diğer görüntülü olmayan istihbarat . Haber ya da bilgi toplama ihtiyaçları çeşitli istihbarat örgüt veya organlarına toplama planı vasıtası ile görev olarak dağıtılmıştır. Bazı görevler ise birkaç istihbarat toplama organına birden verilmiş olabilir. Bazı istihbarat teşkillerinin ise hem toplama, hem analiz görevi olabilir. Toplama yöntemi seçilirken temel olarak üç kriter üzerinde durulur; ekonomik olması, istenen bilgi ihtiyacını karşılaması ve birbirini tamamlayan istihbarat sistemlerinin kullanılması. 

Kaynak sıkıntısı nedeni ile istihbarat toplama vasıtalarının seçimi, hangi sistemlerin kullanılacağı ve bunlara yapılacak yatırımlara karar verilmesi zor bir işlemdir. Örneğin, ABD daha çok SIGINT’e yatırım yapmakta, görüntü istihbaratını insan istihbaratına tercih etmektedir . Ancak insan istihbaratı da vazgeçilmez bir bilgi toplama yöntemidir. Hedef ülke hükümetinin niyetlerini ve planlarını anlamak için sinyal veya görüntü istihbaratı yerine bizzat bir ajanın hedefe nüfuz etmesi gereklidir. İnsan istihbaratı, teknik istihbarata nazaran daha ekonomiktir ve teknik istihbaratın bıraktığı bilgi açıklarını doldurmak için gereklidir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne, istihbarat toplama yöntemlerinin pek çoğunda radikal bir değişiklik olmamıştır. Asıl değişiklik kapasite artışındadır. İstihbarat hedeflerine nüfuz etmek konusunda en büyük gelişme uyduların kullanımı olmuştur. Uydular; görüntü elde etme, SIGINT toplama, iletişim, erken ikaz ve diğer çeşitli istihbarat görevlerinin yerine getirilmesinde kullanılırlar . ABD istihbarat uydu programı istihbarat alanında teknolojinin kullanımı ile ilgili dünyadaki ABD üstünlüğünün temsil etmekle birlikte, uzaya gönderilen her vasıta tek başına bir istihbarat toplama platformu değildir. Bunun yanında çeşitli uçak, gemi ve yer istasyonları kullanılmaktadır.

Soğuk Savaş’ın ilk yıllarından itibaren daha önce uzun menzilli bombardıman uçağı olan B-36, B-47 gibi uçaklar istihbarat amaçlı olarak yeniden dizayn edilerek Sovyetler Birliği üzerinde keşif ve istihbarat amaçlı olarak uçmaya başladılar. Bunlara İngiliz Canberra bombardıman uçaklarını da dâhil etmek gerekir . Daha sonra hedef ülke toprakları üzerinde keşif yapmak üzere U-2 ve SR-71 uçakları geliştirildi. U-2, 40 yıllık geçmişine rağmen hala tek motorlu uçaklarda en yüksek irtifada bulunma özelliğini korumaktadır. 1963 yılından beri kullanılmakta olan SR-71 ise hala en hızlı uçaktır. Tehdidin daha az olduğu bölgelerde ise SIGINT amaçlı olarak Boeing 707’lerin askeri versiyonu olan RC-135 gibi yeniden dizayn edilmiş kargo uçakları kullanılmaktadır .

Bugün bilginin istihbarat dışı kaynakları o kadar ilerledi ki, gerçek zamanlı bilgi yayan internet, uydular veya CNN gibi TV kanalları gibi kaynaklar yanında istihbarat örgütlerinin politika yapıcılar için ne kadar faydalı olduğu tartışılır hale geldi. Bu sadece bilginin toplanması için değil analizi ve yayımı gibi her süreçte istihbarat örgütlerinin; asıl fonksiyonu istihbarat olmayan kaynaklar ile ne kadar rekabet edebildiği konusunda araştırmalara neden olmaktadır. 

     B. Propaganda ve Psikolojik Savaş:

       Modern devletlerin dış politikalarında yararlandıkları siyasal etki araçlarından birisi de propagandadır. Propaganda, belirli bir grubun düşüncelerini, duygularını ve eylemlerini, genel nitelikli amaçlar doğrultusunda etkilemeye yönelik sistematik ve tasarlanmış çabalar olarak nitelenebilir . Günümüzde güç odakları, denetimi ellerinde tutabilmek için, baskı, tehdit ve korkutma yöntemleri yerine daha çok propagandayı kullanmaya başladılar.

Propaganda faaliyetlerinin en tehlikelisi dost ve müttefik ülke çizgisinde gözüken ülkelerden gelen ve çok daha kolay ve etkili nüfuz eden yöntemdir. Dostluk ilişkisi görüntüsü altında hedef ülkenin yavaş yavaş tüm siyasi karar mekanizması ve politika üreten kurumları kontrolü altına alınmaktadır. Emekli CIA Başkanlarından Harry Rositzke’nin sözleri istihbarat faaliyetleri içinde medyanın propaganda işlevini göstermek bakımından bir örnektir; “Üçüncü Dünyadaki gizli propaganda operasyonları aslında bir basın savaşıydı. Yabancı editörler ve köşe yazarları çalıştırılıyor, magazin ve gazetecilere para desteği sağlanıyor, basın hizmetleri destekleniyordu. Propagandacılar, ödenekli ajanlardan işbirlikçilere kadar geniş bir biçimde bulunuyordu... Dost yayın kuruluşlarında yeni makaleler yayınlatılıyor ve tüm dünyada tekrarlanıyordu... ”

11 Eylül sonrası ABD yönetimi, Usame Bin Ladin’in kötü karakterini vurgulayarak ve kötülüğüyle ün salmış kişiliği üzerine yoğunlaşarak terörizme odaklanmıştır. Başkan Bush (muhtemelen dini eğilimleri yüzünden) ilahiyatçı bir yaklaşım ile çatışmayı “iyi ve kötü” arasında görme eğiliminde idi ve Lenin’in “bizimle olmayan bize karşıdır” formülünü bile kullanmaktadır . Başkan Bush’un tehdidin birçok unsurunu böylece basit bir formül altında birleştirmesinin taktik avantajı bulunmaktadır.

Enformasyonu denetim altında tutmak, halkı denetim altında tutmak demektir . Propaganda faaliyetleri için medyanın kullanılması özellikle son yıllarda teknolojinin gelişime paralel olarak tüm toplumların medyanın etkisine iyice açılmasıyla daha da gündeme gelmiştir. Günümüzde haber akışının her gün % 50 ila % 80’inin Batı Merkezli Haber Servisleri olan AP (Associated Press), UPI (United Press İntenational), Reuters ve AFP (Agence France Press) tarafından üretilmesi ve bu ağın yalnızca dünyanın her yerindeki insanları değil aynı zamanda politikacıları ve istihbarat servislerini de etkilediği düşünülürse bu yöntemin ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır .

AP , Reuters ve UPI  ajansları ile Amerikan CBS televizyon şirketinde CIA’nın egemenliği tartışılmazdır . CIA, gazetecileri sanıldığı gibi mali olarak direkt elde etmez, bunun sebebi çok açık konumda olmalarıdır. Ya CIA’nın “has adamları” olan Gazete veya TV sahiplerinin cömert maaşları ile ya da genellikle patronlarında dahil olduğu “Görünmez El” ile onlara bu yolun açılması sağlanır. Böylece, gittikçe yıldızı büyüyen yazar, yorumcu ve gazetecilere kimse kötü gözle bakamaz. CIA’nin yaptığı ödemeler ve verdiği diğer destekler enformasyondan çok daha fazlasını getirir; etki ve kontrol .

Bireylere verilen devlet yardımları, o ülke politikasında söz sahibi olan ve halkın kararlarını etkileyebilen önemli kişilere verilen nakit paralardır. İran Şahı, Ürdün Kralı Hüseyin, Ferdinand Marcos ve Manuel Noriega gibi pek çok yabancı devlet adamının ismi CIA ücret bordrosunda yer almıştır. Medya kuruluşlarına destek vermek ya da onları satın almak da en yararlı devlet yardımı türlerindendir. VOA ve Radio Free Europe gibi açıkça devlet propagandası ve savunusu yapan yayınların dışında istihbarat servislerinin etkisi gizli olan radyo ve televizyonlar daha bağımsız ve inandırıcı gözükürler.

    C. Örtülü Operasyonlar ve Faaliyetler:

Bir CIA yetkilisine göre örtülü operasyonlar askeri ve politik seçeneklerden sonra gelen üçüncü seçenektir . Üçüncü seçeneğe karar vermek her zaman istihbaratın, analizin ve teşkilatın kalitesine değil genellikle çeşitli alanlardaki güvenlik endişelerine uygulanacak teknikler ve kararlılığa bağlıdır . Bu yöntem hedef veya rakip ülke ile ilan edilmemiş bir savaşı kapsayan örtülü ve gizli yöntemlerdir. Böylece doğrudan bir savaşa girmeksizin ve ulusal gücü topyekun bir mücadeleye sokmaksızın asimetrik hale getirilmiş bir savaş ile sonuç alınmaktadır. Gizli ve örtülü yöntemler, doğrudan savaş ilanıyla karşılaştırıldığında hem daha sessiz, hem de büyük ölçekli seferberliği gerektirmeyen yöntemlerdir.

        Örtülü operasyon ve faaliyetleri siyasi, ekonomik ve yarı askeri örtülü operasyon ve faaliyetler olarak üç kategoriye ayırabiliriz. Siyasi kapsamdaki demokrasi projeleri, ABD politik örtülü faaliyetlerinin bugün de temel politik çerçevesini oluşturmaktadır. NED’in ilk kurucularından Allen Weinstein, ‘‘Bugün yaptıklarımızın çoğu 25 yıl önce CIA tarafından örtülü olarak yapılıyordu.’’ demektedir. Yeni (ağ tipi) örgütlenmenin, örtülü operasyonlar döneminde kurulan ağdan tek farkı, her şeyin daha akademik ve daha dostane ortamda çekincesizce, açıkça geliştirilmiş olmasıdır. ABD’nin Soğuk Savaş döneminde kurduğu yasal ve yasa dışı örgütlenmelerle işleyen ağ şimdi yenilenmiş, değişen derinliklere uydurulmuştur. 

NED’in şemsiyesi altına ağ örülürken Amerikan çıkarlarına ve serbest pazar ekonomisi politikalarına karşı çıkma olasılığı bulunan her kesimi içine çekmiştir. Ağ örülürken fazlaca demokratik ancak pek saydam olmayan eylemler seçilmiş ve prestijli konferanslar düzenlenmiştir. Bu konferanslar, Amerikan örgütlerinin yöneticilerini ve danışmanlarını bilmek, Amerika’nın deneyli operatörlerini tanımak için önemli bir fırsat yaratmaktadır. Bu örgütlerin ilişkileri ve operasyonlarının kesişim bölgelerinde ortak kişiler, memurlar ve parasal destek sağlayan şirket ve kilise vakıfları ortaya çıkmaktadır . Her örgüt, yöneticileri, ortak eylem alanları, finans kaynakları, ilişkili şirketleri, dinsel kuruluş bağları, istihbarat örgütleriyle derin ilişkileri birbirine dolaşmış, algılanamayacak denli karmaşık bir yumak oluşturmaktadır. 

Birden çok örgütte yöneticilik, danışmanlık yapan kişilerle birbirine bağlanan ağ, büyük bir şebekeye dönüşmüştür. Derinliğin bir özelliği de, örgüt yönetimlerinin sürekli değişmesidir. Devletin tepesinde görev yapan bir görevli birdenbire örgütlerin başında görünmektedir. Aynı biçimde örgütlerin yönetimindeki eski senatörler, eski istihbaratçılar, birdenbire bakanlık ya da bakan vekilliği görevine gelebilmektedir. Örtülü operasyon ustası istihbaratçılar, eski askerler, din misyonerleri birbirlerine kenetlenmektedir.

Ekonomik nitelikli örtülü operasyonlar, girişilen bazı faaliyetler sonucu hedef ülkeleri ya da kişileri ekonomik açıdan zor duruma düşürmek ya da desteklemek amaçlı olarak gerçekleştirilmektedir. Kennedy döneminde Küba ile Sovyetler Birliğinin ilişkilerini bozmak için şeker sevkıyatına zehirli madde karıştırmak buna bir örnek teşkil edebileceği gibi, IMF ve Dünya Bankası’nın finans oyunları veya bir ülkeye ya da kişiye maddi yardımda bulunmak da bu tür faaliyetler arasına dahil edilebilmektedir.

Örtülü ekonomik savaşın önem sırası giderek artan üç hedefi vardır; karşı tarafın kaynaklarını ekonomik hedeflerini koruma amaçlı harcamak zorunda bırakmak, dış borçlar ve diğer yöntemler ile fakirleştirmek ve kötüleşen ekonomi ile isyan ve darbelere yol açmak. Pek çok örtülü ekonomik savaş yöntemi vardır. En basit formu sabotajdır. Rakibin mali yapısına saldırmak daha karmaşık bir ekonomik savaş türüdür. Bunlar dışında üretim kapasitesine zarar verecek pek çok bozucu yönteme başvurulabilir.

Yarı askeri veya savaş benzeri operasyonlar, direkt olarak savaşan güçler oluşturulmasından gerillalara silah, eğitim, asker ve danışmanlık desteğine kadar uzanan bir dizi faaliyeti kapsayabilmektedir. Bu tür faaliyetlere çeşitli suikastların de dâhil edilmesi mümkündür. CIA bu tür operasyonları özellikle Latin Amerika'ya yönelecek şekilde kimi zaman bir uyuşturucu kaçakçısını yakalamak, kimi zaman ise ezilen insanları kurtarmak görüntüsü altında düzenlemektedir. Askeri örtülü operasyonlara “savaş benzeri operasyonlar” adı da verilmektedir. Kimi zaman bir uyuşturucu kaçakçısını yakalamak, kimi zaman ise ezilen insanları kurtarmak görüntüsü altında da düzenlenebilmektedir. 

Askeri kapsamdaki örtülü operasyon yöntemleri içerisinde terörizmin kullanılması ve düşük yoğunluklu savaş önemli bir yer tutmaktadır. Özel güvenlik patlamasına rağmen, terörizm oyununun gerçek oyuncuları gizli devlet birimleridir. Uyuşturucu ve terörizmi yaymak için yapılan gizli operasyonlar kadar, uyuşturuculara ve terörizme karşı yürütülen bütün kampanyalar ülke içinde ve diğer devletler ile yürütülen siyasi iktidar mücadelesinin parçalarıdır . Bu oyun içerisinde uyuşturucu savaşları ilginç ve terörizm önemlidir, ama çoğu düşük yoğunluklu çatışmanın hedefi de diğer ülkelerdeki siyasal iktidar mücadeleleridir. 

    D. Koruyucu Güvenlik:

        Koruyucu güvenlik içine fiziki güvenlik, tesis güvenliği, bilgi güvenliği, istihbarata karşı koyma gibi faaliyet alanları dahil edilebilir. Konunun önemine bir örnek olarak, 1985-2005 yılları arasında yaklaşık 80 Amerikalının yabancı hükümetlere bilgi aktarmaktan tutuklandığı hatırlanmalıdır. Bu casuslardan aşağıda sıralananların çok uzun süre kimlikleri tespit edilemeden bilgi aktarmaya devam ettiği anlaşıldı ; (1) Deniz kuvvetlerinde Walker ekibi (17 yıl), (2) Kara Kuvvetlerinde Konrad grubu (18 yıl), (3) CIA içinde Ames olayı (9 yıl), (4) FBI’da Hansen davası (21 yıl), (5) DIA içinde Montes olayı (15 yıl).

11 Eylül’ün hemen akabinde, ABD’li uzmanların, kamuoyuna duyurdukları “saldırı ile ilgili 32.000 ipucu vardı ” sözleri, bir yandan teknolojinin önemini vurgularken diğer yandan istihbaratta öncelikli fonksiyonun koruyucu güvenlik olduğunu ortaya koymaktadır. 11 Eylül 2001 sonrası ABD kriz yönetim sistemi bir dizi reform ile yenilendi. Sınır güvenliği, hava alanı ve limanların güvenliği ile federal kuruluşlar arasında istihbarat paylaşımına önem verilmektedir . Sahil güvenlik, gümrükler, göçmen kuruluşu, FBI, polis, sağlık sistemi, enerji bakanlığı, ulaştırma kontrol sistemi ve istihbarat servisleri kriz yönetim sisteminin birer unsuru oldular.  

       1.6.3.  İstihbarat ve Politika:

Ulusal güvenlik ve istihbarat arasındaki ilişki karar verme sürecine doğru, zamanında ve faydalı bilgi ve değerlendirmeler sunmak ile sınırlı değildir. Bilgi-eylem ilişkisi içerisinde; dış politikanın eylem çıktısı olarak uygun “gizli ve örtülü müdahale yöntemlerinin seçilmesi ve yönetilmesi”;  “propaganda ve psikolojik savaş” ile hedefin ikna edilmesi veya karşı koyma inancının yok edilmesi de bu işbirliğini tamamlayan birer fonksiyon alanıdır. Bu fonksiyonlar bilgi ve eylemlerin gizlenmesi, örtülü hale getirilmesi ve unsurların emniyetinin sağlanması için gerekli olan “koruyucu güvenlik” ile tamamlanmalıdır. 

Ulusal istihbarat, ulusal politikalar ve ulusal güvenlik gibi devlet düzeyindeki sorunlar ile ilgili olarak çoğunlukla hükümetin ve ilgili en üst düzeydeki icra organlarının gerek duyduğu istihbarattır. Başka bir deyimle ulusal istihbarat; ulusal hedeflerin ele geçirilmesi için, izlenmesi gereken ulusal politikaların tayin ve tespitinden sorumlu olan, karar alıcıların gereksinme duyduğu istihbarattır. Ulusal güvenliğin sağlanmasında istihbarat, yaşamsal bir unsurdur. Ülkenin siyasi, ekonomik ve askeri milli stratejik menfaatlerini gerçekleştirme ve yönetme konusunda sorumlu makamlara sağlanan istihbarat, Cumhurbaşkanından hükümete, önemli kamu yetkililerine ve askeri liderlere destek sağlanmasına kadar geniş bir alana sunulmaktadır. 

Seçilmiş bir politikanın uygulanması için çalışan istihbarat en etkili istihbarattır . Ulusal bir politika belirlenmeden önce istihbaratın gereken bilgi ve değerlendirme alt yapısını sağlaması ve istihbaratın politika belirlemedeki rolü ulusal güvenlik için hayatidir. Ancak, ulusal politikanın çelişkili olması ya da belirgin bir politika seçilmeden istihbaratın üretilmesi istihbaratın gücünü azaltır. Dış politikanın desteklenmesinde istihbarat fonksiyonları; dış istihbarat toplama, propaganda, örtülü faaliyetler veya karşı istihbarat faaliyetleri şeklinde olabilir. 

İyi bir istihbarat teşkilatı politikacılara kötü haberler vermekten ve sürpriz gelişmeleri cesaretle tahmin etmekten çekinmemelidir Etkili bir istihbarat ; (1) Analizcileri politik endişelerden bağımsız tutarken istihbarat kullanıcılarının ne tür bir bilgiyi ve hangi şekilde istediğini tam olarak bilmeyi, (2) İstihbarat sürecinin uygulanmasında toptan bir başarısızlığa yol açacak hata yapılmamasını, (3) İstihbarat programlarının bütçeleme ve geliştirilmesinde önceliklerin doğru bir şekilde tespit edilmesini, (4) Ulusal güvenlik politikalarının istihbarat kabiliyetlerini aşmayacak ölçüde  gerçekçi bir biçimde planlanmasını gerektirir.

İstihbarat kullanıcıları başta ülke liderleri ve danışmanları olmak üzere politika yapıcı daire ve teşkiller ile teknik istihbarat ile ilgili analiz unsurlarıdır. Politika yapıcılardan anlaşılması gereken ise kısaca şu adreslerdir ;

- Ulusal seviyede politika yapımı ile ilgili olanlar, 

- Askeri planlama ve harekât görevlerinde çalışanlar, 

- Kanun uygulayıcıları ve 

- Karşı istihbarat faaliyetlerinde bulunanlar. 

ABD’de politika yapıcı olarak istihbarat ihtiyacında olan kurumlar şu şekilde sıralanabilir; Ulusal Güvenlik Konseyi (UGK), Hazine Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı. Bu dört kuruluşun çalışanları genel olarak aşağıdaki kaynaklardan bilgi edinirler ; (1) Gazeteler, dergiler, akademik ve bilimsel dokümanlar gibi açık kaynak yayınları. (2) Politika yapıcılara 24 saat esasına göre acil haberleri ve alarm durumlarını bildiren kriz ve izleme merkezleri. (3) Çeşitli kütüphaneler ağı içerisinde müşterilerinin isteklerine göre tarama yapan elektronik kütüphaneler. (4) Televizyonlar. (5) İnternet vasıtası ile web ve e-mail kullanımı. (6) Intelink (SCI ve S versiyonu) kullanımı.

ABD’de daha çok CIA Operasyonlar Direktörü’nün bünyesinde bulunan ilgili dairelerin fonksiyonlarının başında insan istihbaratı gelmektedir. Bu tür dairelerin asıl önemli işlevi örtülü faaliyetler yani ABD’nin ellerini gizleyerek diğer ülkeleri etkilemek üzere operasyonlar yapmaktır. Bu tür faaliyetler genellikle seçilmiş kişilere, hareketlere veya siyasi partilere para vermek, medyayı kazanmak, yayınlar yapmak ve paramiliter grupları desteklemek şeklinde icra edilir . Aynı zamanda dost hükümetlerin kendi toplumlarında karşılaştığı zorlukları yenmeleri için de kabiliyetleri artırmaya yönelik olarak da yapılabilir. 

8. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 6

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 6



Siyasi İdeolojiler, Politika,liberalizmin yükselişi, Muhafazakar, demokrasi, Küreselleşme, Güç İlişkileri,Sait Yılmaz,Ulusal Güvenlik,


        1.5. GÜVENLİK VE GÜÇ:

Şüphesiz güç politikaları uygulamalarının altında yatan temel neden güvenlik ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçlar korunma ve savunma gibi edilgen hususlar ile sınırlı değildir. Sadece ülke topraklarını savunmak değil ülkenin çıkarlarının maksimize edilmesi de bir güvenlik sorunudur. Ülkeler sadece çıkarlarını korumak değil sağlamak için de proaktif güvenlik politikaları üretirler. Ülke politikalarını ve güvenlik sistemlerini reaktif ve proaktif olarak sınıflandırmanın temelinde birincisinin (edilgen) güvenlik endeksli olması diğerinin ise ‘çıkar’ endeksli olması yatar.

      1.5.1. Güvenlik Kavramındaki Değişimler ve Yeni Boyutlar:

Güvenliğin birey veya grupların temel değerlerine olan tehditten arınma ölçüsüne göre göreceli bir kavram olduğu konusunda birleşen bilim adamları; yeni güvenlik anlayışının bireysel, ulusal ya da uluslararası düzeyden hangisine odaklanması gerektiği konusunda ortak bir fikre sahip değildirler. Soğuk Savaş boyunca güvenlik konularına ulusal güvenlik açısından yaklaşıldı. Akademisyenler ve devlet adamları muhtemel ve mevcut tehditleri karşılamak için daha çok askeri kabiliyetlerin geliştirilmesi eğilimi içerisinde oldular. Son yıllarda bu eğilim etnik merkezli (ethnocentric; kültürel önyargılı) olmakla eleştirildi ve ulusal güvenliği uluslararası güvenlik ve küresel koşullar ile birlikte açıklayacak bilimsel çalışmalar yapılmaya başlandı. 

“Güvenlik” kavramını yeniden tanımlama çabası bu disiplin için bir endüstri haline gelmiştir. Bununla birlikte, bu gibi çabaların büyük bölümü güvenlik kavramının kendisiyle ilgili olmaktan çok, ulus devletlerin politika gündemlerinin yeniden tanımlanması ile ilgilidir . Avrupa Birliği Standardizasyon Komitesi 2005 yılında güvenliğin tanımını şu şekilde kabul etmiştir; “Güvenlik, bir kişi, toplum, örgüt, sosyal kuruluş, devlet ve onların vasıtalarını (eşyalar, altyapı vb.); suç faaliyetleri, terörizm ve diğer saldırı veya düşmanca hareketler, afetler (doğal veya insan tarafından) gibi tehlike veya tehditlere karşı korunulmasının gerekli olduğu sanılan veya teyit edilen durumdur.” 

Tablo 16: Bir Güvenlik Modeli

Güvenlik, devletlerin takip ettikleri genel politika ve global stratejileri içinde, tıpkı bir ülke sınırları içinde enerji ihtiyacını temin eden güç santralına benzer . Güvenliği sadece askeri yönden ele almak mümkün değildir. Ekonomik, politik, psikolojik ve sosyolojik yönleriyle de güvenlik bir bütündür. Çoğu insanın uluslararası yaşamlarına ve refahlarına yönelik günlük tehditler, geleneksel askeri perspektifin iddia ettiğinden farklıdır. Dünyanın büyük bölümünde güvenlik tehditleri askerlerden değil; ekonomik çöküş, politik baskı, kıtlık, aşırı nüfus artışı, etnik ayrılıklar, doğanın tahribatı, terörizm, suç ve hastalıklar gibi diğer sorunlardan kaynaklanmaktadır .

Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramı, uluslararası sistemin bütünü veya bütününe yakınının güvenliği (evrensel boyut), coğrafi ya da fonksiyonel alt-sistemlerin güvenliği (bölgesel güvenlik), devlet güvenliği, toplum güvenliği, toplumsal alt-grupların güvenliği, bireylerin güvenliği gibi farklı düzlemlerde ele alınabilir . Ancak, günümüzde uluslararası ilişkilerin küresel ve bölgesel yönlerinin öne çıkmasıyla; güvenliğin ulus-devlet boyutu ve küresel boyutu daha çok üzerinde durulan düzlemler olmuşlardır. Güvenliğin küresel boyutu ise silahlanma, nükleer tehdit, çevre kirliliği, az gelişmişlik, uluslararası borç krizi, ulusaşan suç faaliyetleri (terör, mafya, organize suçlar, insan ve değerli madde kaçakçılığı, biyolojik madde kaçakçılığı, AİDS, kara paranın aklanması, göç vb.) gibi birçok yeni tehdit kavramının ortaya çıkması ile şekillenmiştir. 

Barry Buzan güvenliğin beş boyutu olduğunu söylemektedir; askeri, siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel . Buzan’a göre askeri güvenlik; silahlı kuvvetler ve devletin savunma kabiliyetlerinin birbirinin niyetleri algılama ve kullanılmalarına göre sağlanmaktadır. Siyasi güvenlik; devletlerin, hükümet sistemlerinin ve ideolojilerinin meşruluğu ve istikrarına dayanmaktadır. Ekonomik güvenlik; devletin gücü ve refahını kabul edilebilir bir seviyede tutmak için kaynaklar, finans ve pazarlara nüfuz edebilmektir. Sosyal güvenlik ise geleneksel dil, kültür, dini ve ulusal kimlik ve adetlerin evrimi için kabul edilebilir koşulların devam ettirilmesidir. Çevresel güvenlik ise bütün insanlığın bağlı olduğu gezegenin biyolojik yapısının muhafazası ile ilgilidir.

Aşağıda yedi yatay ve beş dikey sütun şeklinde sıralanan güvenlik görevleri analizi bir model olarak verilmektedir.

Tablo 17: Güvenlik Görevleri İçin Model

 

       1.5.2. Ulusal Güvenlik:

Ulusal güvenlik, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden beri akademik ve siyasi uluslararası politika ve dış politika tartışmalarında, önemle konu edilmektedir. Hiçbir sosyal bilim kavramı, ulusal güvenlik kadar suiistimal edilmemiş ve yanlış kullanılmamıştır. Ulusal güvenlik kavramının, devletin sınırları içerisinde kalan bireyleri kapsayacak şekilde iç güvenliği, diğer yandan devlete karşı dışarıdan gelebilecek tehlikelere yönelik dış güvenliği kapsadığı genel kabul görmektedir. Bununla beraber, ulusal güvenlik bir bütündür, bu ayırım daha çok güvenliğe yönelik tehditlerin kaynağını işaret etmek içindir.  

     İktidarların başlıca görevi, ulusal güvenlik çerçevesinde; devletin hayati ve diğer çıkarlarının korunması ve kollanmasıdır . Bu görevin yerine getirilmesinde gerekli araştırma, inceleme, değerlendirme, karar alma, uygulama vb. işlemlerin; demokratik düzen içinde, gizliliğine zarar vermeyecek şekilde ve özelliği dolayısıyla ihtisas kuralına daha fazla uymayı sağlayan bir ulusal güvenlik sistemine ihtiyaç vardır. Ulusal güvenlik sistemi güvenlik ortamının izlenmesinden çıkarların ve fırsatların tespitine, gerekli istihbaratın üretilmesinden durumun değerlendirilmesine, uygun politikaların ve vasıtaların seçiminden kriz yönetimi içerisinde uygun politikaların uygulamasına kadar gerekli fonksiyonları sağlayacak süreç ve unsurları bünyesine entegre etmiş olmalıdır.

Ulusal güvenlik politikasının üç temel unsuru bulunmaktadır ; ulusal güvenliğin sağlanması, ulusal hedeflere ulaşılması ve bu iki unsur için; iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasların (politika esasları) tespit edilmesidir. Ulusal güvenlik politikaların uygulanması çerçevesinde ulusal hedeflerin tespiti ve sağlanması için uygulanan yöntem temel olarak aşağıda sıralanan bir dizi faaliyeti gerektirmektedir. 

(1)  Öncelikle devletin var oluş nedenine ve bulunulan güvenlik ortamının koşullarına uygun olarak ulusal çıkar ve ulusal hedefler tespit edilmelidir. 

(2)  Müteakiben ulusal hedeflere ulaşmak, korumak veya devam ettirmek için gerekli ulusal politika belirlenmelidir. 

(3)  Daha sonra ulusal politikanın üst düzeydeki uygulama ilke ve yöntemlerini ortaya koyan ulusal strateji ortaya konmalı ve bu strateji hükümet düzeyinde topyekun stratejiye dönüştürülmelidir.

(4)  Topyekûn strateji ise genel uygulama yöntemlerini, ara hedefleri ve önceliklerini, güç oluşturma ve kullanma konularını kapsayan askeri, siyasi, ekonomik, eğitim vb. stratejileri içeren ilgili Bakanlıkların, askerlerin ve kurumların seviyesinde genel stratejilere dönüştürülmelidir.

(5)  Genel strateji ilgili Bakanlık, Komutanlıklar ve diğer kurumlar tarafından eylem/operasyon/harekat stratejilerine dönüştürülmelidir.

(6)  Son aşama ise hedefe ulaşmak veya ulaşılan hedefleri korumak amacıyla yapılan fiili uygulamaları kapsar. Bu uygulamalar çeşitli güç vasıtalarının kullanılmasını gerektiren yöntemler -çeşitli askeri girişimler veya diplomatik faaliyetler şeklinde olabilir. 

Devlete yönelik iç ve dış tehditler ile risklerin sağlıklı bir şekilde tespit edilebilmesi için bir tehdit değerlendirmesi yapılmasına ihtiyaç vardır. Yapılacak tehdit değerlendirmesinde; küresel ve bölgesel güvenlik ortamındaki gelişmeler ile iç güvenlik ortamındaki tüm etkenlerin geçmişten geleceğe doğru bir yaklaşımla ele alınması ve devlete yönelik iç ve dış tehditler ile risklerin mümkün olabildiği ölçüde netleştirilmesi gereklidir. Tehditlerin henüz belirginleşmeden, önlenemez hale gelmeden ve eyleme dönüşmeden algılanması hayati önem taşımaktadır.

Ulusal çıkar, “bir ülkenin kendi güvenlik ve refahı için gerekli olan hususlar ” olarak tanımlanmaktadır. Ulusal çıkar, genel hatları ile devletin güvenliğini, ulusal bütünlüğünün devamını ve ulusun refahını kapsar. Ulusal çıkarlar, ulusal duruma ve uluslararası ilişkilere bağlı olarak sürekli değişmezler; kapsamları kompleks ve geniştir, devamlıdırlar ve sayıları azdır. Ulusal hedef ve ulusal politikanın ortaya konmasında bir hareket noktası ve bir çerçeve vazifesi görürler.  Ulusal hedef ise elde edilmesi halinde ulusal çıkarların gerçekleştirilmesini sağlayan sonuçlardır . Ulusal hedef, tamamen ulusal niteliktedir ve ulusun belli bir kesiminin veya belli bir iktidarın değil bütün ulusun ve hükümetlerin benimsediği hedeftir. 

Politikacının görevi ülkenin temel çıkarlarını etkileyen belirli bir uluslararası ilişkiler ortamında veya krizde fayda ve zarar analizi yapabilmek, çıkarların önem derecesini tespit etmektir. Daha sonra her temel çıkar için diğer ülkelerin çıkar derecesini tahmin etmelidir. Buradan hareketle çıkar önem derecelerini karşılaştırarak, kendi ulusal çıkarının hangi vasıta ile  – görüşmeler yolu ile mi?, silahlı çatışmaya girilmesi mi?, çözüleceğini hesaplamalıdır. Ulusal güvenlik politikasına, ulusal hedefler ile ulusal güç arasında bir ilişki gözü ile bakılmalıdır. 

Ülkeler diğer ülke liderlerini etkilemek üzere kullanabilecekleri çeşitli siyasi, ekonomik ve askeri vasıtalara sahiptir. 

Bu vasıtalar diplomatik baskılardan topyekûn bir savaşa kadar derecelenebilir. Seçilen vasıta, diğer ülkelerin karar ve eylemlerinin değişmesine yol açabilecek bir baskı ve etki sahibi olmalıdır. 

Bu vasıtaların başlıcalarını şu şekilde sıralayabiliriz ; 

(1) Yeni bir (üçüncü taraf ile) diplomatik ilişkinin başlatılması. 

(2) Bilimsel ve kültür alışverişi ile ilgili yaptırımlar. 

(3) İnsani yardım vasıtalarının kullanılması. 

(4) Teknik yardım yapılması. 

(5) Enformasyon ve propaganda kapsamındaki tedbirler. 

(6) Ekonomik ve ticari tedbirler. 

(7) Askeri yardım konusunda yardım veya yaptırımlar. 

(8) Örtülü faaliyetler. 

(9) Başta BM olmak üzere sorunun uluslararası kuruluşların müzakerelerine açılması sureti ile yaptırımlar uygulanması. 

(10) Ticaret ambargosu ve ekonomik yaptırımlar. 

(11) Askeri güç gösterisi. 

(12) Askeri keşif ve gözetlemenin artırılması. 

(13) Diplomatik ilişkilerin askıya alınması veya kesilmesi. 

(14) Abluka. 

(15) Kısmi veya genel seferberlik. 

(16) Askeri güç kullanımı. 

(17) Topyekun savaş. 

Politik vasıtaların tespit, seçim ve kullanılması da karşı tarafın niyetleri ve gücü ile ilgili emarelere göre tayin edilmelidir. 

Bu da stratejik istihbarat çalışmalarının politika belirleme ve uygulama ile ne kadar iç içe olduğunu, özetle bilgi-eylem bileşkesinin etkileşim dengesini bir kez daha ortaya koymaktadır. 

Emareler belirlendikten sonra belirlenen politika doğrultusunda hangi kurum veya güç unsurunun hangi vasıtayı yürürlüğe koyacağı ve kimlerle koordine edeceği tespit edilir.

       1.5.3. Güvenlik Ortamını Şekillendirmek:

Bir devlet veya devletler grubu tarafından, diğer bir devlet veya devletler grubu üzerindeki ulusal çıkar veya çıkarlarının gerçekleştirilebilmesi için içeriden ve/veya dışarıdan gereğinde kullanılmak üzere potansiyel tehdit yaratılması ve bu olgunun mevcut diğer politikalar içine oturtulması tarihsel süreç içinde çok sık rastlanan bir güvenlik politikasıdır. Yaratılan potansiyel tehdidin, ne zaman ve nasıl kullanılacağı hakkında politikalar geliştirilirken, hedef olarak seçilen devletler de kendi politika ve stratejilerini ortaya koymaya çalışmışlar, ülkeler arası uzun dönemli ancak örtülü mücadeleler böylece süregelmiştir.

Uluslararası sistem karmaşık ve karşılıklı bağımlılık içinde devinirken aktörler geleceğe yönelik vizyonları dahilinde bir yandan güvenlik ortamlarını şekillendirme gayreti içindedir. Bu şekillendirme hem çıkarlarını güvenlik ortamında çıkarlarını maksimize edecek şartları oluşturmak ve sürekliliğini kılmak, hem de gelecekte muhtemel politika uygulamalarının alt yapısını hazırlamaya yöneliktir. Güvenlik ortamını şekillendirme faaliyeti demokrasi projelerinde olduğu gibi iç siyasi ağa nüfuz ederek iç parametreleri ele geçirmek ve geleceğin liderlerini bizzat yetiştirmek gibi yumuşak güç parametrelerine yönelik olabileceği gibi, bölgedeki iç karışıklıkları ve terör faaliyetlerini destekleyerek askeri parametrelerle güvenlik ortamında krizlere hazırlamak şeklinde de olabilir.

ABD’nin Afganistan ve Irak Savaşları öncesi bölgede tatbikatlar yaparak bu coğrafya ile ilişkiler geliştirmesi, askeri hedefleri tespit etmesi, koalisyonlar oluşturması, uluslararası kamuoyunu hazırlaması, yerel ajanlar edinmesi, ülke içi etnik gruplar ile işbirliği yapması gibi eylemleri uzun süreli bölgesel olarak güvenlik ortamını şekillendirme gayretlerinin birer parçası olarak görülmelidir. ABD’nin dünyayı şekillendirmekteki çıkarları şu şekilde belirlenmiştir ; (1) Demokratik, serbest piyasa ekonomisine sahip (Batılı) merkezin varlığını ve güvenliğini korumak. (2) Geçiş halindeki devletleri merkeze bağlamak. (3) Merkezin çıkarlarını ve değerlerini tehdit eden serseri devletler veya grupları yenmek veya marjinalize etmek. (4) Başarısız devletlerden gelecek zararı azaltmak.

Devletler, tek başlarına ve aktif dış politika sürdürdüklerinde, diplomatik yöntemleri ve propaganda tekniklerini kullanırlarken, bir yandan da dolaylı ve dolaysız biçimlerde diğer devletlerin iç işlerine müdahale olanaklarını ararlar. İç işlerine müdahale, doğrudan hedef alınan ülkenin çeşitli sınıflarının, gruplarının, azınlıklarının faaliyetlerini destelemek ya da engellemek biçiminde olacağı gibi, devlet kurumlarına yönelik de olabilir. İç işlerine karışmanın, uluslararası hukuk bakımından veya devletler arası bir anlaşmanın sonucu olarak hukuksal meşruiyet kazandığı durumlar da olabilir.

Hiçbir ülke kendisine rakip olarak gördüğü ve çıkarlarının çatıştığı diğer bir ülkenin güçlü olmasını arzu etmez. Fırsatını bulduğu her koşulda onu zayıflatmaya, siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa sürüklemeye ve dağılmasını sağlamaya çalışır. Bu çalışmaların amacına ulaşması için en masrafsız ve risksiz yolları denemeye, hedef alınan ülke içerisinde mevcut sorunları kullanmak ve istismar etmek suretiyle “örtülü eylemlere” başlar. Var olan sorunların çözümü engellenerek içinden çıkılmaz bir duruma getirilmeye çalışılır. Bunu başarmak içinde, gerçekte olmayan “suni krizler” oluşturulması hedeflenir. Etnik köken, bölgecilik, din ve mezhep düşüncelerinin önemli ölçüde canlandırılması ve bu düşüncelere uygun hedef ülke yönetiminden yeni talepler yaratılması için her türlü araç kullanılır. Politikaların desteklenmesinde mevcut baskı yöntemleri çeşitlendirilerek kullanılır ve göreceli olarak zorlayıcı diğer eylem organizasyonları desteklenir.

Ülkeler, devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları yakından takip ederek, ulusal güvenliğe ve çıkarlara gelecek tehdit ve riskleri önceden değerlendirmek, gerekli önlemleri önceden almak ve ulusal güç unsurlarının imkanları dâhilinde inisiyatifli bir politika izlemek zorundadır. Güvenlik endişelerinin uluslararası güvenlik anlayışı içinde ve uluslararası ortamın gerekli kıldığı yapı, hukuk ve düzenlemeler içinde giderilmesi gereklidir. Bu durum bölgesel ittifaklar, stratejik ortaklık gibi çokuluslu işbirliğini geliştirmek için ulusal çıkarları gözeten güvenlik politikaları üretilmesi gereğini dikte etmektedir. 

Genel olarak, iç işlerine karışma yöntemine başvuran bir devlet, karıştığı konunun uluslararası alanda karışılması gereken bir konu olduğunu savunmakta ve bu konuda uluslararası bir uzlaşı olduğu izlenimi vermektedir. Bir dini grubun savunulması veya istismar edilmesi, bir etnik grubun ortadan kaldırılması, ırkçılık yapılması, insan haklarının ya da azınlık haklarının ihlal edilmesi gibi nedenlerle uluslararası kuruluşlar tarafından ortaya konan kuralların çiğnendiği gerekçe gösterilerek bu tür müdahaleler meşru gösterilmeye çalışılmaktadır.

  İç işlerine karışma yöntemi, en belirgin olarak şu tür örtülü istihbarat faaliyetleri şeklinde görülebilir; (1) Hedef veya rakip devletin iç sorunlarında taraflardan birisini siyasi olarak desteklemek. (2) Diğer devlet içerisinde silahlı çatışma unsuru oluşturmak veya olanları insan gücü, para ve teçhizat olarak desteklemek. (3) İktidara karşı hedef ülkenin askeri yetkilileri ile ilişki kurmak. (4) Hedef ülkenin yasa dışı olarak kabul ettiği faaliyetlere doğrudan taraf olmak ya da geçit vermek. (5) Hedef ülkenin operasyon yeteneğine ve rekabet kapasitesine engel olmak. (6) Askeri-sivil birlikler ya da düşük yoğunluklu çatışma ile siyasi mekanizmayı paralize etmek. (7) Karşı tarafta askeri operasyon gerçekleştirmek. (8) Nihai aşamada ise, bağlı, bağımlı ya da manda türü yönetimler kurmak (rejim restoresi, ulus-yapıcılık).

         1.5.4. Uluslararası Güvenlik:

Uluslararası güvenliğin geliştirilmesi ile ilgili kapsam genellikle; güven ve güvenlik arttırıcı önlemlerin geliştirilmesi, silahsızlanma faaliyetleri, askeri işbirliği faaliyetleri, kolektif güvenlik sistemlerinde yer alınması gibi bir çerçeve içerisinde açıklanmaktadır. Ancak, uluslararası güvenlik arayışları genellikle ulusal güvenlik arayışlarının bir üst seviyede buluşmasıdır. Bir ülke çıkarlarını bir kere tanımladığında, onları ilerletebilmenin yollarını arar ve bunlara yönelik tehditleri araştırır. Diğer tarafların ne istediğini öğrenmeye çalışır; benzeri çıkarlara sahip ülkeler içerisinde müttefikler arar, bu ülkeler ile ne çeşit anlaşmalar yapabileceğini sorgular, her iki tarafın çeşitli çıkarlarını birleştirmenin ve uzlaştırmanın yollarını bulmaya çalışır. 

Bugünün krizleri küresel terör örneğinde olduğu gibi kimliksiz, devletsiz, tahmin edilemeyen, gerekçesiz, etik olmayan, topraksız ve ulusaşan niteliktedir. Uluslararası kuruluşların kriz yönetimi için kabiliyetlerini idame ettirme, koordine etme ve pratikte uygulama kapasiteleri çok az olduğu için güvenlik alanında uluslararası işbirliği hem kaçınılmaz bir gereklilik hem de dünyanın geri kalan kısmı için bir model olma ihtiyacı olarak karşımıza çıkmaktadır .

 Şekil 5: Savaşlar (1946-2002) 

Uluslararası güvenlik denilince akla evrensel düzeyde güvenliği sağlama misyonu bulunan BM ise görülebilir gelecekte endişe teşkil eden güvenlik tehditlerini altı grupta toplamaktadır ; (1) Ekonomik ve sosyal tehditler (yoksulluk, bulaşıcı hastalıklar ve çevre sorunları da dahil), (2) Devletler arası çatışmalar, (3) İç çatışmalar (sivil savaşlar, soykırım ve diğer büyük ölçekli karışıklıklar dahil), (4) Nükleer, radyolojik, kimyasal ve biyolojik silahlar, (5) Terörizm, (6) Ulusaşan organize suçlar.

Uluslararası güvenliğe yönelik tehditlerin analiz edilmesine yönelik olarak Uluslararası Gelişme ve Çatışma Yönetim Merkezi tarafından 1949-2004 yılları arasındaki devletler arası ve iç çatışmalar takip edilerek bir istatistik oluşturuldu . Yapılan çalışma sonuçlarına göre devletlerarası çatışmaların 1990’lardan itibaren önemli bir düşüş gösterdiği, buna karşılık ülke içi çatışmaların 1990 yılı civarında zirve noktaya ulaştığı sonra azalmaya başladığı görüldü. (Şekil:5). 1990’lı yıllarda bir yılda 5’den fazla devletlerarası çatışma görülmezken ülke içi çatışmalar 1992’de 50’ye çıktı ve 2002’ye gelindiğinde 30’a düştü. Sonuç olarak geçmişle kıyaslandığında devletlerarası çatışmalardan ziyade ülke içi çatışmalar hala güvenlik endişelerinin başında gelmeye devam etmektedir .  

Tablo 18: Güvenliğin Kapsamı


Soğuk Savaş’ın sona ermesi uluslararası güvenlik ve güvensizlik alanında yeni paternlerin doğmasına yol açmıştır. İki kutuplu güç dengesi sona ererken NATO ve AB’nin genişlemesi ile Avrupa’da yeni bir güvenlik ortamı doğdu. 11 Eylül saldırıları ise uluslararası terörizmi gündeme taşıdı; Afganistan ve Irak müdahalelerine neden oldu. İslamcı köktendincilik de Amerikan tehdit sıralamasında yerini aldı. Amerikanın tek taraflılık ve önleyici darbe stratejisi Batılı müttefiklerinin ve Rusya, Çin gibi büyük güçlerin tepkisine yol açarken, uluslararası konsensüs yokluğu güvenlik ortamında yeni bir anarşi doğurdu. Bu anarşinin kaynakları ise uluslararası güvenlik farklı yaklaşımlar, güvensizlik ve belirsizliklerin artması olarak ortaya çıktı. Uluslararası güvenliğin nasıl sürekli ve etkin bir şekilde sağlanacağı hala zor ve ucu açık bir tartışma alanıdır.

Tablo 19: Bölgelere Göre Güvenlik Tehditleri Ayrışması

Ulusal seviyedeki uyum sorunu ve zayıf hazırlık genellikle uluslararası seviyede daha fazladır. Üstelik uluslararası kuruluşların karar verme sistemleri, çeşitli ülkelerin teknik ve prosedürel kriz yönetim standart farklılıkları ve işlerin sık sık gereksiz yere tekrar edilmesi işleri daha da zorlaştırmaktadır . Bir diplomat sözlüğüne göre uluslararası kuruluşların bir kriz karşısındaki genel tepkisi belirli safhalardan geçer : problemi görmezden gelmek; endişe duyulduğu ile ilgili bir beyanat vermek; bir şeyler yapıyormuş gibi gözükmek; konuya gerekli ilgiyi gösterdiklerini beyan etmek; uzaklaşmak.” 

21’ nci Yüzyılın temel zorluğu çağdaş küresel problemlerin kapsamı, ölçeği ve doğası ile uyumlu bir kurumsal çerçeve yokluğudur. Aşağıda sıralanan dört ana kurumsal eksiklik uluslararası düzendeki kurumsal reform gereksinimlerini ortaya koymaktadır ; 

- BM Güvenlik Konseyi’nin hala İkinci Dünya Savaşı sonrası dengeleri yansıtması. (Bazıları ülkeler eşitlik isterken Almanya, Japonya ve diğer gelişmiş bazı ülkeler de temsilde ayrıcalıklı konum istemektedir).

- Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nün 1999’daki Seattle toplantılarından beri devam eden Bretton Woods kurumları (Dünya Bankası ve IMF) içinde oy oranlarının değiştirilmesine yönelik artan istekler.

- ABD’nin dış politikasını yürütmede askeri, ekonomi, medya ve politik gücünü tek taraflı olarak uygulama eğilimi.

- Karşılıklı bağımlılığın yarattığı çağdaş problemlerin üstesinden gelmek için uzman ajanslara olan ihtiyaç.

Tablo 20: Çatışma Çözüm Teknikleri

Uluslararası güvenlik stratejilerini; aktörlerin çatışmaya varmayan yöntemlerle güvenliklerini ve çıkarlarını gerçekleştirmeleri yolundaki uygulamaları seçtikleri “barışçı güvenlik stratejileri” ile çatışmayı göze alan “zorlayıcı güvenlik stratejileri olarak ikiye ayırmak mümkündür . 

Barışçı yöntemler; - açık bir savaşa başvurulmasa da, şiddet kullanma ve diğer caydırıcı uygulamaların kullanılmayacağı anlamına gelmemektedir. Nitekim barışçı stratejinin temel yöntemi olan “diplomatik yöntemler” içinde barışçı olmayan alt-yöntemler veya araçlar kullanılması yadırganmamaktadır.

Günümüzde uluslararası güvenlik ile ilgili temel stratejilerinden bazıları şunlar olabilir ; (1) Temel ittifaklar ile bölgesel ve küresel işbirlikleri içerisinde yer alma veya bu tür ittifakları tümüyle reddederek dışında kalıp “karşı çıkan” konumunda olma. (2) Çokuluslu harekâtta yer alma ve doğrudan çıkar alanındaki bir harekat söz konusu ise bu harekatın lider ülkelerinden biri olabilme yeteneğini geliştirme veya çokuluslu güçlere karşı çıkan aktörlerin liderliğine soyunabilme. (3) Krizlere müdahale edebilme ve çatışmaları önleyebilmek için diplomatik, siyasal ve hatta askeri önlemler alabilme veya krizlerin gerçek sorumlusu olarak gösterilen aktörlerin “big game”ini bozmaya neden olma. (4) Kitle imha silahlarıyla caydırıcılık sağlama ya da bu tür tehlikelerden korunma yeteneği geliştirme veya nükleer silahlanma karşısında yer alma. (5) Uzayı kullanabilme veya uzayı kullananların karşısında yer alma. (6) Haber alma sistemlerini ve gözetleme yeteneğini geliştirme. (7) Yüksek yoğunlukta bir çatışma ortamında savaşabilme yeteneğini geliştirme veya ilkel yöntemlerle ileri teknoloji uygulamalarını etkisiz kılma. (8) Psikolojik ve sosyolojik unsurları kullanabilme. 

        1.5.5. Uluslararası Hukuk ve Rejimler:

Devletler işbirliğini artırmak için kurumsal olarak üç seviyede modern uluslararası topluluklar oluşturmaktadır; anayasal kurumlar, temel kurumlar ve belirli bir konu etrafında teşkil edilmiş kurumlar veya rejimler. Uluslararası hukuk, temel kurumların en önemlilerinden biridir. 1789 Fransız devriminden bugüne Batılı tarihsel kökleri nedeni ile uluslararası hukukun temel karakteristiği politik liberalizmin değerleri ile şekillenmiştir. Uluslararası hukukun modern yapısının en önemli karakteristikleri ; çoktaraflı yasama, yasal zorunluluk şekline dayalı rıza, savunma dili ve pratiği, kurumsal otonominin tutumudur.

Uluslararası hukukun dünya düzenindeki konumu hala emekleme aşamasındadır. Uluslararası düzeyden ulus-üstü (supranational) yapı ve kurallara geçmesi için henüz dünya düzeni yeterli olgunluğa sahip değildir. Uluslararası rejimler de uluslararası sistemde düzenleyici bir rol edinmiştir. Rejimler genellikle prensipler, normlar, kurallar ve karar verme prosedürleri olarak ortaya çıkarlar. Rejimi oluşturan anlaşmaların resmiyetine ve beklenti derecesine göre dikkate alınırlar. Güvenlik rejimleri içerisinde silahsızlanma anlaşmaları (SALT-1 vb.), çevre rejimleri içerisinde ozon tabakası ile ilgili Montreal Protokolü, iletişim rejimleri içerisinde Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü düzenlemeleri, ekonomik rejimler için ise uluslararası para sistemi düzenlemeleri örnek verilebilir.

Uluslararası sorunların çözümünde genel olarak kullanılan usuller; müzakere (görüşme), istişare, tahkikat, arabuluculuk, uzlaştırma, hakemlik, uluslararası mahkemeye başvuru, BM veya bölgesel kuruluşlar yolu ile çözüm aramak şekillerini içerebilir .  Nitekim BM Şartnamesi (Md.133/1) “Sürmesi halinde uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye düşürebilecek nitelikte bir uyuşmazlığın tarafları, her şeyden önce müzakere, arabuluculuk, uzlaşma, hakemlik, yargı yoluna başvurma, bölgesel örgütlere ve düzenlemelere başvurma veya kendi seçecekleri başkaca barışçı yöntemlerle bir çözüm arayacaklardır.” ifadesine yer vermektedir.

ABD’nin sık sık kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası hukuku göz ardı etmesi bu tür kurumların saygınlığını ve etkinliğini olumsuz etkilemektedir .

Diplomasi, başlıca şu yöntemleri içerir ; müzakere (negotiation), soruşturma (inquiry), dostça girişim (good offices), arabuluculuk (mediation), uzlaşma (conciliation) ve karma yöntemler. Uluslararası bir uyuşmazlığın hukuk yolu ile çözülmesi demek, her şeyden önce o konuda hüküm ifade eden uluslararası hukuk kurallarının bulunması demektir. Mevcut uluslararası hukuk kurallarına aykırı bir davranışın ortaya çıkmış olması karşısında bu olaya mevcut uluslararası hukuk kurallarını uygulayacak yargı yerlerinin veya yargı benzeri kurumların olması gereklidir. Tarafların bu yola gitme konusunda anlaşmış olmaları, çıkacak karara iyi niyetli olarak uyacakları anlamına gelir. Bir uluslararası uyuşmazlığın hukuk yolları kullanılarak çözülmesinde genel olarak iki araç kullanılmaktadır. Bunlardan birincisi hakemlik, diğeri ise yargı yoludur . Her iki yolda tarafların kendi rızaları ile aralarında anlaşarak gidebildikleri birer yoldur.

Hakemliğe gidilebilmesi için, önce uyuşmazlığa taraf olan ülkelerin bir araya gelerek hakemliğin şekli ve içeriği ile ilgili aralarında bir anlaşma yapmaları gerekmektedir. Uluslararası hukuka göre hakemlik kararları genel olarak bağlayıcı nitelik taşır ve daha yüksek makamlara başvuru söz konusu olmamaktadır. Uyuşmazlıkların siyasal yönlerinin daha ağır basması ve pek çok alanda uluslar arası hukuk kurallarının yetersiz kalması gibi nedenlerle, yargı yolu; hakemlik kurumuna göre daha az başvurulan bir yöntem olagelmiştir. BM’de 15 yargıçtan kurulu bir organ olan “Uluslararası Adalet Divanı”, uluslararası uyuşmazlıklara bakmakla görevlendirilmiştir. Lahey Daimi Hakemlik Mahkemesi ise bir mahkeme değil, hakemlik hizmetleri sunan bir kurumdur. 

ABD’nin sık sık kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası hukuku göz ardı etmesi bu tür kurumların saygınlığını ve etkinliğini olumsuz etkilemektedir. Bush yönetiminin 2002 yılından beri göz ardı ettiği uluslararası düzenlemeler şu şekilde sıralanabilir ; (1) 1949 Cenevre Anlaşmasına rağmen Afganistan’da savaşın tarafı olan kişilere harp esiri muamelesi yapmayarak Guantanamo’da tutmaya devam etmesi. (2) 1972 Anti-balistik Füze Anlaşması (ABM) anlaşmasını tek taraflı bir şekilde göz ardı ederek füze sistemlerini tekrar yerleştirmesi. (3) Küresel ısınma konusunda Kyto Protokolünü yerine ciddi bir öneri getirmeyerek tek taraflı reddetmesi. (4) 1998’de onayladığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni ABD personelinin istisna tutulması için reddetmesi. (5) BMGK onayı ve ABD’ye doğrudan bir tehdit ile ilgili kanıt olmaksızın Irak’ın işgali. (6) Uyguldığı önleyici doktrin ile herhangi bir tehdit olmadan tek taraflı saldırma hakkını kendine vermesi. (7) BM İşkence Sözleşmesi ve Cenevre Sözleşmesi’ne uymayarak Afganistan, Irak ve Guantanamo’da esirlere kötü muamele ve işkence edilmesine yetki vermesi. (8) Hafif silahlar sivillere en çok zarar veren silahların başında gelmesine rağmen BM’de hafif silahların çatışma bölgeleri dışına çıkarılmasına karşı çıkması.

        1.5.6. Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Silah Güvenliği:

        Bütün uluslararası silahların yayılmasını önleme ve silahsızlanma rejimlerinin köşe taşı olan ‘Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT )’ 1968 yılında imzalandı, 1970 yılında yürürlüğe girdi ve 1995 yılında genişletildi. 2000 yılında ise kabul edilen 13 aşama listesi ile topyekun nükleer silahsızlanmayı başarmak için sıkı tedbirler getirildi ve 2003 yılında ilave protokol imzalandı. NPT, ilk beş nükleer güç ve 180'den fazla ülke için önemli bir taahhüttür. Bu konuda 2005'te düzenlenen son BM Konferansına sadece İsrail, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore katılmadı; ilk üçü gelişmiş nükleer cephaneliğe sahip, Kuzey Kore'ninkilerse doğum aşamasındadır.

2005 yılında yapılan NPT Gözden Geçirme Konferanslarında ile devam eden ihlaller ve anlaşmanın uygulanması ile ilgili yaptırımların geliştirilmesi konuları görüşüldü. Bu alandaki diğer anlaşmaları Stratejik Silah İndirimi Görüşmeleri (START ) anlaşmaları, Anti-balistik Füze Anlaşması (ABM ) ve Geniş Test Yasağı Anlaşması (CTBT ) olarak sıralayabiliriz . Nükleer endişelerin temelinde bu tür silahları edinmeye çalışan ülkelerin sözde enerji maksatlı olarak kurmaya çalıştıkları nükleer reaktörlerde fosil yakıt olarak kullanılan zenginleştirilmiş uranyumun çok kısa bir süre içerisinde nükleer bomba haline getirilmesi riski yatmaktadır.

 Kısa vadede NPT için Kuzey Kore ve İran konularına çözüm bulunması gerekmektedir .

NPT’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir ; (1) Anlaşma kurallarına uymayarak bazı ülkelerin nükleer silah edinme gayretlerine devam etmesi ve bu durumun Japonya ve Brezilya gibi ülkelerin tutumlarını da etkilemesi. (2) Kuzey Kore’nin anlaşmadan çekilmesi ve müteakip nükleer testleri. (3) İran’ın nükleer programı ve artan seviyede hassas teknolojilere ve yeni çıkan silah programlarına nüfuz etme gayretleri. (4) Ülkeler arasında ihlallere karşı uygulanacak yaptırımlar ile ilgili sınırlı konsensüs. (5) Nükleer terörizm de dahil devlet dışı aktörlerin faaliyetlerine gerekli hassasiyetin gösterilmemesi.

Kısa vadede NPT için Kuzey Kore ve İran konularına çözüm bulunması gerekmektedir. BMGK, 9 Ekim 2006’da kabul ettiği 1718 sayılı ve Kuzey Kore Nükleer Testlerinin durdurulması ile ilgili Karar Tasarısı’nın uygulanması hem BM hem de NPT’nin geleceği için önemli bir prestij konusu olmaktadır. Altı Taraflı Görüşmeler’in başlangıcında olumlu gelişmeler sağlanmış olsa da anlaşmanın tam olarak uygulanması için Kuzey Kore’nin nükleer silah programına son vermesi gereklidir. İran ise uranyumun zenginleştirme faaliyetlerine son verilmesi ile ilgili isteğe uymayınca, BMGK ilk tedbir paketini yürürlüğe koydu. İran için uygulanan strateji ise görüşmeleri açık bırakarak üzerindeki baskıyı zamanla artırmaktır .

ABD, son 50 yılda müzakere edilmiş nükleer silah anlaşmalarının çoğundan çekilmiştir. Örneğin nükleer silahların test edilmesini ve yenilerinin geliştirilmesini sınırlayan Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekildi. Diğer yandan NPT’e rağmen Hindistan'a yapılması önerilen anlaşmalar da nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin altını oymaktadır . Hindistan veya NPT'yi imzalamayan diğer ülkelere nükleer teknoloji veya kontrolsüz yakıt satılmıyordu. Bugün, ABD bu kısıtlamaları terk etme yolundadır. Bu durumda Suudi Arabistan, Brezilya, Mısır ve Japonya gibi NPT imzalayıcıları kendilerini kısıtlamaya devam etme gereğinde görmeyebilir. 

Biyolojik ve Zehirli Maddeler Konvansiyonu (BTWC ) 1925 Cenevre Konvansiyonu’nu takiben 1972 yılında imzalandı. 151 üyesi olan BTWC’ye üye olmayan İsrail de dahil 27 ülke bulunmaktadır. Suriye ve Mısır’da dahil 15 ülke ise imzalamış ancak onaylamamıştır. 2002 yılında beşinci konferansını yapmış olmakla birlikte hala pek çok ülke protokol ile öngörülen tedbirleri uygulamaktan uzaktır. Özellikle savunma ve saldırıya yönelik biyolojik maddelerin nasıl ayrılacağı konusu belirsizdir. 

Kimyasal Silahları Yasaklama ve Depolama Konvansiyonu (CWC ) 28 Nisan 1997’de yürürlüğe girdi ve 160’dan fazla ülke üye durumdadır. İsrail de dahil 21 ülke ise imzalamış olmakla birlikte henüz onaylamamıştır. 2003 yılında ilk konferansını icra etmiştir. BTWC doğrudan bir denetim sistemine sahip değilken CWC’de bir tarafın isteği üzerine zamana bağlı olmaksızın başka bir ülkede denetim sistemi öngörülmektedir. 

2000’li yıllardaki gelişmeler nükleer silahlar konusundaki endişeleri artırmaktadır. NATO Stratejik Konsepti; “ABD stratejik nükleer kuvvetleri tarafından ittifakın güvenliğini sağlama garantisini” ve “İngiltere ve Fransa’nın bağımsız nükleer kuvvetlerinin ittifakın toplam caydırıcılığına katkı sağlayacağını” ifade etmektedir. İngiltere 2002 yılında yayınladığı Stratejik Savunma Gözden Geçirme dokümanında nükleer silah kullanmayı kendi savunma gereksinimlerine bağlamaktadır . Fransa, Haziran 2002’de “muhtemel saldırganın politik, ekonomik ve askeri merkezine ulaşmak için daha isabetli, daha az güçlü ve daha uzun menzilli nükleer silahlar geliştirme” konseptini kabul etti . 

ABD ise yeni ‘Üçlü doktrini’ ile (nükleer ve nükleer olamayan vurucu kabiliyetler; aktif ve pasif savunma; karşı koyucu alt yapı) nükleer silahlarını elimine etmemekte, ancak caydırıcılık sağlamada nükleer silahlara bağımlılığını azaltmayı amaçlamaktadır . Diğer bir endişe konusu da ABD’nin geliştirmekte ‘füze kalkanı’ projesidir. ABD ülke topraklarını ve ülke dışındaki kuvvetlerini korumak amacıyla 2000’li yılların başından beri bir “füze kalkanı” oluşturmaktadır. 2004-2005’ten itibaren fiilen hayata geçirilen sistem Kuzey Kore, İran ve Çin gibi ülkelerden gelecek füzeleri tespit ve takip eden bir dizi gözetleme uydusu ve füzesavar radarlarından oluşmaktadır.

Nükleer silahların taşıdığı risk kullanıldığı füze ve savunma sistemleri ile de yakından ilgilidir. Modern kılavuz sistemlerinin isabet derecesi ve stratejik balistik taşıyıcıların kısa uçuş süresi nedeni ile yere konuşlu kıtalararası balistik füzelerin (ICBMs) ikinci bir reaksiyon göstermesi çok zordur. Yüksek vuruş kabiliyetli bu füzeler genellikle ilk vuruş için kullanılır ve bu önleyici darbe taktiği stratejik istikrarın hep tehlikede olması demektir. Denizatlılardan atılan Trident-2 gibi sistemler de güçlü çoklu başlıklara (MIRV) sahip olduklarından karadaki ICBM’ler ile aynı tehlikeyi yaratırlar. 

2000-2001 yıllarında Rus hükümetinin stratejik nükleer kuvvetlere ayırdığı bütçesini büyük ölçüde kısıtlaması ile mevcut stratejik nükleer füzelerin % 90’ının 10-15 yıl içinde bulundukları yerlerde kullanılamaz hale gelme riski ortaya çıktı. Bu durumda erken ikaz sistemine güvenmek zorunda olan Rusya’nın mevcut radarlarının pek çoğu NATO’ya girmeye çalışan Eski Sovyet Ülkelerinde kalmıştı. Üstelik Rusya’nın bütçeyi azaltması ABD’yi Rusya ile stratejik silah indirimi (ABM, START 2 ve START 3) görüşmelerinden uzaklaştırdı. 2005 Mart ayında Bratislava’da Rusya-ABD Zirvesi yapıldığında Rus tarafı artık iki tarafın elinde ne olduğunu bilmediği gibi nasıl bir plan yapılacağını bile anlamaktan uzaktı. Nitekim Rus nükleer unsurlarının ABD kontrolüne verileceği söylentileri bile çıktı .

7. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 5

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 5



Siyasi İdeolojiler, Politika,liberalizmin yükselişi, Muhafazakar, demokrasi, Küreselleşme, Güç İlişkileri,Sait Yılmaz,


       1.4. GÜÇ, POLİTİKA VE STRATEJİ: 

Realizmin kurucusu Hans Morgenthau’ya göre ülkeler uluslararası politikada şu üç genel politikadan birini seçerler ; (1) Statüko politikası. (2) Emperyalizm politikası. (3) Prestij politikası. Statükocu ülkelerin mevcut barış ortamını korumaya çalıştıkları bunların karşısındaki ülkelerin ise yeni barış şartlarının öncesine dönmek için ‘revizyonist politika’ izleyecekleri dikkate alınırsa kategorilendirme bu hali ile eksik olarak kabul edilebilir. Diğer bir sınıflandırma ise uluslararası ilişkilerde genel olarak iki tür politika izlendiğini öngörmektedir ; (1) Yalnızlık, tarafsızlık veya bağlantısızlık şeklinde bağımsız politika veya (2) Koalisyonlar ve ittifaklar. Güç dengesinin değiştirilmesine yönelik politikalar ise; (1) Böl ve yönet. (2) Toprak kazanımı. (3) Silahlanma ve (4) İttifak kurma şeklinde sıralanmaktadır. Yukarıda sıralanan tüm politika türleri uluslararası sistem ile birlikte evrimleşmekte ve yeni düzene uygun biçimler almaktadır.

Güç politikalarının en klasik ve en ün kazanmış yöntemi, rakipleri bölmeyi veya bölünmüş vaziyette tutmayı öngören “böl ve yönet” yöntemidir. Bugün bu yöntem daha değişik bir versiyon ile 21’ nci Yüzyılın güç ve politikalarına uydurulmuştur; dönüşüm – ufalama (bölme) – eklemleme - yönetme. Demokrasi ve iyi yönetişim gibi Batılı değerlere yumuşak güçle dönüştürülmeyen ülkeler sert güç ile (ülke yapıcılık) dönüştürülmekte, azınlık ve kültürel haklar söylemi ile başlatılan reformların sonucunda ülke kalıcı çizgiler ile bölünmekte ve nihayet bu ülke Batılı diye adlandırılan ülkeler arasında (ABD’nin müvekkili veya AB’nin ortağı) yerini almaktadır. Bu güç sistematiğinin nasıl çalıştığı ABD ve AB’nin güç ve politika uygulamaları başlığı altında incelenecektir.

    1.4.1. Güç ve Politika:

İktidarların nihai olarak iki kaynağı vardır: güç ve meşruiyet. Güç ve meşruiyetin araçları zaman ve teknoloji ile değişmekte ise de hem güç hem de meşruiyet düzen için gerekli olmayı sürdürür. Meşru olmayan güç kaos getirir; gücü olmayan meşruiyet ise alaşağı edilir . Devlet adamı sadece günlük olaylarla, sorunlarla uğraşmaz, ileride ortaya çıkabilecek gelişmeleri, sorunları tahmin ederek çeşitli olasılıklara göre çözüm önerileri de hazırlar. Uluslararası ilişkilerde başarının anahtarlarından biri uzun vadeli düşünerek sabırlı olmaktır. İkincisi ise hedefi ikna etme ve gerektiğinde zorlama gücüdür.

Her devlet ulusal çıkarlarının bulunduğu bölgelerde ortaya çıkan yeni eğilimleri, tehditleri ve hareketlilikleri zamanında tespit etmek, bu tehditlere yönelik politikaları oluşturacak ve sürdürecek haber ve bilgi alma (istihbarat) sürecini oluşturmak zorundadır. Aksi takdirde sürprizlere açık olur ve kendi coğrafyasında güvenliğini, siyasi ve bölgesel egemenliğini koruyamaz hale gelir. İstihbarat sadece bilgi-eylem ilişkisi için değil gerçekçi politikalar izlenebilmesi için de zorunludur. Ulusal politikanın gerçekçi olmasının birinci şartı uluslararası sistemin gerçeklerine uygun olması, ikincisi de yeterli güce sahip olmaktır . Yeterli bir güce sahip olmak uygun bir güç projeksiyonuna ve gücü kullanma iradesine de sahip olma yanında güç kullanmanın siyasi, ekonomik ve hukuksal çerçevesini hazırlamayı da gerektirir.

Politika, devletin güç ve kaynaklarını ulusal çıkar doğrultusunda hazırlama ve kullanma sanatıdır . Politika, uygulama alanına strateji ile girer. Yani uygulamanın başladığı yerde politika biter. Politika, politik hareket tarzı üretilmesi, üretilen hareket tarzları arasında seçim yapılması ve seçilen hareket tarzının uygulanmasının takibi ile ilgilenir, uygulamayı stratejiye bırakır . Stratejiye göre ise bir üst hareket tarzıdır. Ulusal politika, ulusal hedeflerin elde edilmesi için uygulanacak genel hareket tarzlarıdır. Bu amaçla yürütülecek bütün faaliyetler için düzenleyici ve sınırlayıcı bir rehber vazifesi görür . Bu yönüyle ulusal politika, ulusal gücün ulusal çıkarlar doğrultusunda hazırlanması ve kullanılması sanatıdır. 

Politika süreci; politikanın belirlenmesi, onay, uygulama ve geri besleme olmak üzere dört safhadan oluşmaktadır . Politikanın belirlenmesi, öncelikle problemin tanımlanması ve değerlendirme süreci içinde bu probleme karşılık verecek politikanın formüle edilmesi ve ilgili güç unsurlarının görevlerinin belirlenmesini kapsar. Onay süreci, icra makamlarının ve yasama mekanizmasının bazen de medyanın veya diğer baskı gruplarının tartışmalara katılımını gerektirebilir. Uygulama safhası ise kimlerin, ne yapacağı ile ilgilidir ve bürokrasi bu dönemde kilit mekanizmadır. Gücü kullananlar politikaları doğru algılamak, uygun güç tatbik etmek ve bazen de planlarını revize etmek zorundadır. Geri besleme, uygulanan politikanın görünen sonuçlarına göre yeni politikaların ve revizelerin yeniden doğru karışımlarla enjekte edilmesi veya yeni politik vasıtaların devreye sokulmasını sağlayan bir geri dönüşüm sürecidir.

Doğal olarak devletlerin yönetiminde, siyasal otoriteyi temsil, dış ve iç politikayı düzenlemekle sorumlu hükümetler devletin başlıca öğesidir. Devletlerin devamlılık ilkesine karşılık, demokratik ülkelerde hükümetlerin seçime dayalı ömürleri vardır. Devlet içerisinde siyasal iktidar, demokratik sistemler her zaman değişebilir. Bu nedenle, hükümet politikası ile devlet politikası arasındaki başlıca farkı bu süreklilik veya uzun ömürlülük oluşturur. Oransal olarak bir değerlendirmeye gidilecek olursa, hükümetlerin kısa vadeli politikaları vardır. 

Devletler çıkarlarını sağlamak ve korumak, belirledikleri hedeflerine kavuşmak için diğer devletleri belli davranışlara yöneltmek veya olası davranışlardan caydırmak için çeşitli araç ve yöntemlere başvurur. Klasik yöntemler şunları kapsamaktadır ; diplomasi ve diplomatik yöntemler, propaganda, ekonomik araçlar, iç işlerine karışma, güç kullanma tehdidinde bulunma veya silahlı güç kullanımı.

Uluslararası ilişkilerde en geçerli yöntem öncelikle müzakeredir. Devletlerin temsilcileri bir araya gelerek mevcut sorunları tartışırlar, ülkelerinin çıkarlarının örtüştüğü noktaları saptayıp anlaşmaya varmaya çalışırlar . Ancak müzakerelerde ikna gücünü; oluşturulan politik savlardan ziyade ulusal güç ve bu gücün etki yeteneği oluşturur. Ulusal liderlere düşen görev ülkenin ulusal gücünü özellikle gizli ve örtülü gücü geliştirmek ve etkin kılmaktır.

Öte yandan, uluslararası sistemde yer alan bütün uluslararası aktörlerin karar alıcıları, potansiyel bir propaganda yapımcısı durumundadırlar. Gerçeklere yakın, kanıtlanabilen ve karar alıcıların davranışları ile uyumlu bir propagandanın inandırıcılığı daha fazla olacaktır . Propagandanın temelinde, belirli olgu, olay veya fikirlerin, bağlamlarından koparılarak propaganda amacı doğrultusunda şekillendirilmesi ve belirlenen hedef kitleye aktarılması yatar. Bununla beraber, gelişen teknoloji ve karar alma süreçlerinin daha karmaşıklaşması propaganda yapıcılığını, büyük ölçüde uzmanlaşmış kuruluşların üstlenmesini gerekli kılmaktadır. 

Uluslararası sistemin etkin güç merkezlerinde iktidar ve bilginin iç içeliği en önemli güç çarpanıdır. ABD’de devletin eğitim ve bilgiye ihtiyacı olduğunu savunan, istihbarat işlevini ön plana çıkarmış ve bu alanda öğretim için devletin ulusal güvenlik kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yürüten önemli bir akademik topluluk bulunmaktadır. 1992 yılında çıkarılan “Ulusal Güvenlik Eğitimi Yasası (NSEA )” ile üniversitelere yeni burslar için fon ayrılması ve ulusal güvenlik görevleri olan Amerikan bakanlık ve kuruluşlarında çalışmak için çok yoğun bir talep sağlanmıştır . Bilgi ve iktidar ya da devlet ve üniversite arasındaki etkileşim, sosyal, ekonomik ve politik hayata oldukça belirleyici olabilmektedir.

     1.4.2. Güç ve Strateji:

Siyasi gücün icra organını temsil eden iktidar önce ulusal çıkar ve hedeflerini tayin eder, sonra buna uygun olarak ulusal politikasını belirler ve nihayet ulusal hedefin elde edilişinde ulusal güç unsurlarını kullanır. Ulusal politika olarak ortaya çıkan kararın uygulanması için uzun süreli bir plan yapmak gerekir, yapılan bu planın adı ulusal stratejidir. Strateji, siyasi başarı olasılığını artırmak ve bu başarıdan daha istenen sonuçlar çıkarabilmek için hedefler, konseptler ve kaynakların sinerji ve simetrisini yaratmaya çalışır. Bu ise stratejik düşünmeyi genişletmek ve disipline etmek için stratejik teori ihtiyacını ortaya çıkarır. 

Stratejik teori: gücün bütün kombinasyonlarını; muhtemelen kararın risk ve sonuçlarını: rakiplerin, müttefik ve diğerlerinin tartılmasını sağlayacak bir düşünce çerçevesi sağlar . Böylece ülke karmaşık ve hızla değişen bir geleceğe giderken, ulusal strateji; ulusal çıkarları maksimize edecek ve kayıpları en aza indirecek bir istikamet bulur. Strateji oluşturma süreci; ülke liderliğinin ulusal politikaya uygun olarak ulusal hedefleri (sonuçları) elde etmesi maksadıyla, ulusun mevcut gücünü (kaynaklar, vasıtalar) kullanarak, stratejik ortamın koşullarını ve coğrafi yerleri nasıl (konsept, yöntem) kontrol edeceğini belirler. 

Devletler ve örgütler stratejilerini geliştirirlerken sadece rakip örgütleri ve devletleri göz önüne almaz; sistemin ekonomik, mali, ekolojik, sosyal ve siyasal tüm dinamiklerini ve aktörlerini esas alırlar. Bu haliyle strateji, bilgiye, algıya ve olguya dayalı güvenlik anlayışlarıyla doğrudan ilişkili bir anlam içermektedir. Stratejik başarı aşağıdaki koşullara bağlıdır;

- Güç bileşkesinin, amaca ve zamana göre uygun kullanımı,

- Enformasyon kapasitesi ve entelektüel birikim,

- Teknik, ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere uygun taktikler geliştirilmesi,

- Açık ve bilinen yöntemlerin yanı sıra, açık olmayan ve tanımında güçlükler bulunan yaratıcı mücadele yöntemlerinin (örneğin terör, propaganda, kitle iletişim araçlarını manipüle etme) kullanılması.

         Uygulanacak stratejinin başarısı için ortaya konan koşulların her biri bilgi, algı ve olgu (eylem) düzeyinde mutlaka istihbarat işlevleri ile iç içe olmak, hatta onun kendisi olmak zorundadır. Gerek karar alıcı ve analizcilerin doğru ve zamanında bilgi ile donatılması, gerek güvenlik ortamı ile ilgili algılamaların amaç doğrultusunda yönlendirilmesi (propaganda), gerekse doğrudan askeri güç yerine veya onu destekleyecek politika ve eylemler olarak örtülü yöntemlerin kullanılması istihbarat fonksiyonlarının strateji içindeki yeri ve önemini ortaya koymaktadır.

Uluslararası sistemde yer alan büyük güçlerin uygulayabilecekleri büyük stratejiler şunlar olabilir ; (1) Yalnızcılık (Olaylar kendi topraklarını tehdit ettiğinde müdahale). (2) Dengeleme (Güç dengesi bozulduğunda eski haline getirmeye çalışmak). (3) Seçici çatışma (Güç dengesi bozulma riski ile karşılaşıldığında proaktif müdahale). (4) Üstünlüğü koruma (Tek kutuplu düzende hegemonun üstünlüğünü koruması). (5) Yayılmacılık (Emperyalizm; Tek kutuplu düzende yeni toprak edinme ve ülke kontrolü de dahil olmak üzere üstünlüğün sürdürülmesi). 

Yukarıda sıralanan stratejilerin her biri ABD tarafından bir şekilde test edilmiş olmakla birlikte büyük stratejilerin bunlarla sınırlı kalacağını söylemek mümkün değildir. Büyük stratejilerin yanında her zaman alternatif stratejiler de söz konusu olmuştur. Tarihsel süreçte ABD tarafından kullanılan alternatif stratejiler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır ; (1) Yıpratma – tüketme - yok etme (attrition – exhaustion - annihilation), (2) Reddetme – cezalandırma - zorlama (denial - punishment-coercion), (3) Lideri hedef alarak rejimi değiştirmek (decapitation).  

Güç ve strateji arasındaki ilişki güç kullanımın nasıl sorusuna ve yöntemine odaklanmaktadır.  Gücün kullanımı ile ilgili çalışmalar eski ve yeni güç kullanım vasıtalarını inceleyerek bazı değişimlere gerek olduğunu belirlemiştir. Örneğin askeri güç gelecekte konvansiyonel ve nükleer vasıtalara değil asimetrik tehdide odaklanmalıdır. Ekonomik vasıtalar ise tek başına pazarları ele geçirmeye ve yenilikleri bulmaya yeterli olmayacaktır. Üçüncü vasıta olan diplomasi ise ABD yaşam tarzını satmak yerine artık ABD çıkarları ile uyumlu yerel gruplar, kurumlar ve politikaları destekleyecektir . 

Asimetrik güç dengesi bugün güçsüz devletleri, etnik ve dini grupları baş edemeyecekleri düşmanları karşısında terörizm stratejisine sevk etmektedir. Terörizme genellikle daha büyük bir savaşın ilk safhası olarak veya bir ayaklanmanın parçası olarak da başvurulabilir veya bizzat kendisi bir strateji veya hedef olabilir. Terörizmin stratejisi; zayıf, devlet dışı aktörün şiddeti tesadüfi veya planlı olarak sivil hedeflere yönelterek korku ve yılgınlık yaratması üzerine kurulmuştur. Böylece yaratılan güvenliksiz ortamında devlet, eninde sonunda teröristlerin isteklerine cevap verecektir. Güçsüzlerin stratejilerine güçlülerin karşı stratejileri ise genel olarak gerilla ya da teröristlerin yerinin tespit edilmesi ve yok edilmesi ile halk desteğinin önlenmesine yöneliktir.

Tablo 14: Tarihte Güçlü ve Güçsüz Stratejileri


Tablo 14’de yer alan stratejiler dışında yazdıkları eserlerinde; liderlere ve karar alıcılara kapsamlı bir strateji veya teorik paradigması olmaksızın neyi veya nasıl yapması gerektiği ile ilgili stratejik tavsiyelerde bulunanlar da olmuştur. Bunlar arasında 16’ ncı Yüzyıl liderlerini etkileyen Niccolo Machiavelli’nin; “Savaş Sanatı”, “Söylevler”, “Prens” adlı kitapları ile David Chandler’in “Napolyon’un Askeri Vecizeleri” adlı eserleri sayılabilir. Geçmişten bugüne önemli strateji çalışmaları genellikle caydırıcılık, kara gücü, deniz gücü ve hava gücü ile ilgili öngörü ve tavsiyelerde bulunmuşlardır. 

Caydırıcılık, “sonuçlarından korkarak hareket etmekten kaçınmak” olarak tanımlanmaktadır. Caydırıcılık teorisinin mimarları arasında Albert Wholstetter , Bernard Brodie  ve Herman Kahn  sayılabilir. Caydırıcılık konseptinin içinde; bir yanda cezalandırma tehdidi ve bunun için kuvvet kullanma kabiliyeti ve kararlılığı, karşı tarafta ise bu hareketi yaparak amacına ulaşamayacağına ikna olmak vardır. Soğuk Savaş süresince nükleer silahların varlığı caydırıcılık teorisine dayalı çeşitli nükleer stratejilerin gelişmesine yol açmıştır. Nükleer stratejiler arasında şunlar sıralanabilir; karşılıklı imha, mukabil değerde hedef, ikaz için atışa hazırlama, ilk vuran olma, misilleme. 

Konvansiyonel caydırıcılığın ne kadar işe yaradığı tartışmalıdır. Herman Kahn’a göre üç tür caydırıcılık vardır ; (1) Devlete karşı doğrudan saldırıyı caydırmak, (2) Rakip ülkeyi doğrudan saldırı dışındaki provakatif saldırı metotlarını kullanmaktan caydırmak için stratejik tehdit yöntemlerine başvurmak (Soğuk savaş süresince ABD’nin Sovyetlere karşı uyguladığı yöntem), (3) Daha küçük ölçekli provokasyonları önlemek için göreceli caydırma, (Sınırlı askeri veya askeri olmayan yollara başvurulacağı tehdidi). Soğuk savaş süresince Doğu ile Batı arasındaki caydırıcılık daha çok nükleer silahlara dayalı idi. ABD, güç kullanma yetisinin Sovyet liderleri üzerinde önemli etkisi olduğunu düşünüyordu. Ancak yakın zamanda yapılan bilimsel çalışmalar o dönemdeki Sovyet liderlerinin nükleer silah kullanımı ile ilgili ABD caydırıcılığını gerçekçi ve inandırıcı bulmadıklarını gösterdi .

Kara stratejilerinin önemli bir özelliği deniz ve hava gücünün aksine düşmanın yok edilmesi ya da etkisiz hale getirilmesi yanında belirli bir toprak parçasını ele geçirmek veya korumaya yönelik olarak yüksek yoğunluklu kaba güç kullanımını gerektirmesidir. Ancak 1900’lü yıllardan itibaren yaşanan teknolojik gelişmeler ve stratejik değişimler yaşanan savaşlarda kara gücü stratejilerinin de pek çok evrim geçirmesine tanıklık etti. İlk savaş teorisyenleri sayıca çok ordular ve yeni silahların önemine inanmıştı. I nci Dünya savaşı ise teknik ve taktik yeteneklerin daha önemli olduğunu ortaya çıkardı. Kara gücü insan sayısı azalırken mekanize ve tank unsurları ile simgelenen ateş ve hareket kabiliyetleri II nci Dünya Savaşı’nda önemli rol oynadı. Körfez Savaşı ise karşı konulamayan (tek taraflı savaş) üstün teknoloji ile koalisyon savaşları için bir devrim oldu.  

Deniz gücü stratejistleri içinde en çok tanınan Alfred Thayer Mahan, deniz gücü üstün olan ülkelerin dünya üstünde hakimiyet kurabileceğini ve refahını sağlayabileceğini ifade etmektedir . Mahan’a göre okyanuslar ticaretin otobanıdır ve deniz gücü bu yolların sürekliliğini sağlamalı yani korumalıdır. Mahan, büyük muharip unsurlardan oluşan, global olarak yayılmış ve reaksiyon gösterebilen, dünyanın her yerinde emniyetli ikmal üsleri olan bir deniz gücü önermektedir. İngiliz Julian S. Corbett ise denizcilik ve deniz kuvvetleri stratejilerini birbirinden ayırmakta, denizcilik stratejisinin sadece askeri değil politik, ticari vb. unsurları da olduğuna dikkat çekerek deniz gücünü bu unsurlarla da ilişkilendirmekteydi . Corbett’e göre deniz gücü ‘deniz’de hakimiyet için değil ‘kara’da olanları etkilemek içindi. Bu doktrin halen ABD Deniz Doktrini’nin büyük ölçüde temelini teşkil etmektedir.

Klasik hava gücü teorisini 1921 yılında yazan İtalyan General Giulio Douhet hava kuvvetlerinin karşı konulmazlığı ve etki gücü karşısında düşmanın eninde sonunda teslim olacağını söylemekteydi . Douhet’i takip eden hava stratejistleri hava kuvvetinin oluşumu, rolü, hava üstünlüğü sağlanması, hava savunma doktrini, yakın hava desteği, stratejik bombardıman gibi alt-strateji konularının gelişmesine yardım ettiler. 

      1.4.3. Güç ve Müdahale:

Uluslararası politika alanında müdahale, uluslararası bir aktörün bir diğerini etkileme sürecinde, belirli bir süre için, mevcut alışılagelmiş biçimlerden belirgin bir şekilde ayrılan, farklı bir tutuma yönelmesi ve esas olarak hedefin siyasal otorite yapısını değiştirme veya korumayı amaçlayan bir nitelik taşımaktadır . Müdahalelerin geleneksel olarak dört çeşidi bulunmaktadır; (1) İnsani müdahale. (2) Önleyici müdahale (önleyici diplomasi vb.). (3) Reaktif veya güç kullanmaksızın müdahale (yumuşak güç kapsamında ekonomik, diplomatik veya psikolojik yöntemler). (4) Klasik askeri müdahale veya doğrudan müdahale (askeri güç kullanımı, yasak bölgeler oluşturma vb.). Geleneksel müdahalelerin bugünkü sivil savaşlar, demokrasi geliştirme, self-determinasyon desteği veya kendini savunma gibi pek çok güvenlik sorununu çözmekte yetersiz kaldığı görülmektedir. 

Yeni müdahale anlayışı müdahalenin başarısı için en azından şu hususların yerine getirilmesinin avantaj sağladığını göstermektedir; (1) Siyasi meşruluk (uluslararası hukuka uygunluk). (2) BM’nin müdahale senaryolarında lider rol. (3) Uluslararası aktörlerin (devletler, medya, NGO’lar, uluslararası örgütler vb.) müdahalenin doğru ve kabul edilebilir olmasına ikna edilmesi. (4) Müdahale ile ilgili ulusal çıkarların uluslararası toplumun çıkarları ile de uyumlu olması. (5) Askeri müdahalenin bir zafer olmaktan çok sivil kuruluşlar ve halk için uygun koşulların yaratılması ve kalıcı bir barışa yönelik olduğu imajının yaratılması.

Geleneksel ve yeni müdahale anlayışı kapsamında geçmişteki tecrübelere bakılarak uygun bir müdahale ortamı için gerekli kriterler şu şekilde sıralanabilir ; 

- Müdahale; BM Şartnamesi, Cenvre Sözleşmesi, bunların protokolleri ve devletler arası silahlı çatışmalar ile ilgili diğer uluslararası anlaşmalara uygun olarak icra edilmelidir. 

- Daha fazla destek ve daha az şüphe için çokuluslu müahaleler tercih edilmelidir.

- Müdahale eden en çabuk bir şekilde amaç birliğini ve açık maksadını göstermelidir. Bunun için daha karar aşamasında ön istişare ile uzlaşma sağlanması önemlidir.

- Krizler daha çok siyasi ve acil durum kapsamında olduğundan askeri olmayan yöntemler askeri operasyonlardan önce gelmelidir. 

- Askeri operasyonların başarısında muharip kuvvetlerin kabiliyetleri önem kazanmaktadır. 

- Etkili askeri müdahaleler; uluslararası hükümetler arası kuruluşlar, bölgesel kuruluşlar, NGO’lar gibi pek çok aktörün koordineli katkısını gerektirmektedir.

- Müdahale sonrası stratejileri; normalleşmeyi ve askeri müdahaleleri tekrar gerekli kılmayacak şartları sağlamalıdır. Başarısız bir devlete yapılan müdahalede ‘ülke inşası’ nihai hedef olmalıdır.

Müdahalenin gerekçesinin uygun olması (The Jus ad Pacem) için şu kriterler aranır; (1) Ciddi ve kitlesel insan hakları ihlalleri. (2) Savaş tehlikesi veya terörist faaliyetler. (3) İhlallere müdahalenin uygun kolektif uluslararası kuruluşlar tarafından onaylanması ve insani niyet ile yapılıyor olması. Müdahalelere karar verilirken önemli bir karar noktası da zamanlama yani ne zaman müdahale edileceğidir. Bu karar içinde müdahale tipine uygun olarak aşağıdaki kriterler kullanılabilir ; 

- Doğru otorite; bağımsız ulus-devletin iç güvenliği ile ilgili müdahale hakkı vardır ama kendine halkına karşı savaşıyor durumuna düşerse egemenliğini tehlikeye atar.

-   Kendini savunma hakkı (just cause);  saldırgana karşı kendini koruma ve diğerlerine yardım etmeyi kapsar.

-    Haklı niyet; sadece kendi çıkarı için değil evrensel adalet için savaşılmalıdır.

-   Oranlılık; nihai sonuç ve kullanılan vasıtalar orantılı olmalı, aşırıya kaçılmamalıdır.

-    Son seçenek; askeri kuvvet son seçenek olarak kullanılmalıdır.

-    Makul başarı şansı olmalıdır.

 



        1.4.4. 21’ nci Yüzyılda Müdahale:

21’ nci Yüzyıl müdahalelerin kapsam ve yöntem değiştirdiği bir hegemonya düzeni içinde evrilmektedir. Bu müdahalelerin hedefi ulus-devlet yapıları ve ağ stratejisi ile ulus-devletlerin etki ve kontrol altına alınmasıdır. Ulus-devlet yapısı ile toplum arasına örülen istihbarat fonksiyonlu (istihbarat üretimi, propaganda, örtülü faaliyetler ile devlet yapısına paralel bir egemenlik kuran sivil toplum örgütleri gibi devlet dışı aktörlerin oluşturduğu) iç ağ ve pratikte çok merkezli dünyanın (ulus egemenliği ve otoritenin ulus aşan aktörler tarafından paylaşıldığı tabaka) ördüğü dış ağ ile birlikte çifte yapılı bir dünya ortaya çıkmıştır. Yeni küresel düzende ulus-devletler önemini yitirirken ağların egemenliği başlamaktadır. 

Tablo 15: 21. Yüzyılda Güç ve Politika


Dünya, bir ulus-devletler topluluğundan ağlar topluluğuna doğru gitmektedir . 

Bu sadece küresel ekonominin getirdiği bilgisayarlar, yatırımcılar ve şirketler ağı değil; ulus-devlet ile halk arasına gizlice örülen vakıf-araştırma merkezi-sivil toplum örgütü vb. yapılanmaların söze demokrasi adına ancak, ulus-devlet egemenliği aleyhine ittifakları ile de ilgilidir. Bu ağ,   -demokrasi projesi ile ilgili üçüncü bölümde açıklanacağı gibi, hegemon güçlerin diğer ülkelerde ulus-devlet egemenliğini istismar etmek, etkilemek, yıkmak, sınırlamak için kendilerine hizmet edecek kurum ve etki ajanlarını ihtiva eden bir yapılanmadır. Buna Echelon, Promis, uydular gibi ulus-devlet güvenliğini etkileyen ve karşı konulamayan istihbarat teknolojileri ve vasıtalarının ağını da ilave etmek gereklidir.

Geleneksel devlet merkezli dünyanın devletleri yanına; uluslar ötesi devlet dışı aktörler (NGOs, şirketler ve küresel sivil toplum) ve küresel yönetim yapıları (BM, IMF, Dünya Bankası) eklenmiştir. Bunların küreselleşmeyi kontrol etme ve yönetmedeki rolleri ulus-devletleri, değişen küresel normlara uymayı sağlayan ince ayarlar yapmaya ve yeni yönetim rolleri üstlenmeye zorlamaktadır . Ülkeler ya baskılar karşısında içlerinde ağa müsaade edecek ve müvekkil (uydu) bir devlet olmayı kendiliğinden kabullenecek (rejim restorasyonu) ya da bu sert güçle (ulus yapıcılık) yerine getirilecektir.

Uluslararası politikanın gerçeği birbirine geçmiş ilişkiler biçimindeki çoğunlukla örtülü ve nadiren açık müdahalelerdir. Televizyonlarda ve yazılı basında izlenen devlet adamlarının güler yüzlü görünüşlerinin arkasında verilen diplomatik mesajlar, şantajlar, baskılar ve ülke çıkarları yönünde diğer ülkeden istediği davranış değişiklikleri bulunmaktadır. Bunları destekleyen ise ülkenin caydırıcılık unsurları (yumuşak, sert ve ekonomik gücü) ile güvenlik ortamını şekillendirilmesi ile ortaya çıkan güvenlik sorunları ve risklerdir. Geri planda ise bir müdahale saati işlemeye devam etmektedir.

6. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***