12 Mart 2021 Cuma

Mısır’da 25 Ocak 2011 Devrimi Öncesi Kilise-Devlet İlişkisi BÖLÜM 2

Mısır’da 25 Ocak 2011 Devrimi Öncesi Kilise-Devlet İlişkisi  BÖLÜM 2


Mısır 25 Ocak 2011 Devrimi, Kıpti Ortodoks Kilisesi, Patrik III. Şenuda, Kilise-Devlet İlişkisi, Ayşenur Hazar,Cemal Abdünnâsır,Hüsnü Mübarek,
Enver Sedat,


Patrik III. Şenuda ve Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin Artan Sosyo-Politik Rolü 
Patrik III. Şenuda, 9 Mart 1971’de Patrik VI. Kyrillos’un ölümünün ardından yapılan seçimle 14 Kasım 1971’de Kıpti Ortodoks Kilisesinin 117. Patriği 
olarak taç giydi. 25 III. Şenuda’nın neredeyse yarım asır süren Kıpti Ortodoks Kilisesi ruhani liderliği süresince Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek cumhurbaşkanlığı 
yaptı. Ruhani liderliğinin son döneminde 25 Ocak 2011 Devrimi’ne tanıklık eden patrik, devrimden bir yıl sonra 12 Mart 2012 tarihinde vefat etti. Genç yaşta kiliseye katılmış reformist bir Kıpti olan Patrik III. Şenuda, karizmatik kişiliği, politik görüşleri ve otoriter yöneticiliğiyle birçok selefinin aksine kilise-devlet ilişkisinde etkili bir figür olmayı başarmıştır. 26 

Patrik III. Şenuda, 41 yıl süren ruhani liderliği süresince kiliseyi gelenekten kopmadan ve çağın gerekliliklerinin farkında olarak yeniden yapılandırmaya 
çalıştı. Patrik, Kıptilerin kiliseyi haftalık ibadetleri için gittikleri dini bir mekân olarak görmenin ötesinde bir baba mirası ve kimliklerini yeniden tasdik edebilecekleri bir toplanma yeri olarak görmelerini istiyordu. Bu amaçla toplumun her kesimini kiliseye çekmeye yönelik bir program takip etti. Örneğin Pazar ayini, pazar günü kamuda çalışan Kıptiler için cuma günü tekrarlandı ve ev hanımları, öğrenciler, memurlar gibi toplumun her kesiminden kişilerin çalışma saatlerine uygun ayinler düzenlendi. 27 Kiliseyi toplumun merkezi yürütücüsü olarak gören III. Şenuda, manastırları da toplumsallaşmanın temel araçlarından biri olarak görüyordu. Bu sebeple, manastırları okullara dönüştürerek Kıpti kilisesinin manastırcılık geleneğini yeniden canlandırmaya ve Kıptilerin manastırla olan bağlarını güçlendirmeye çalıştı. 28 
III. Şenuda’nın öncelikli amaçlarından biri, Kıpti toplumunu modernleşmenin etkisinden koruyup Kıpti Ortodoks kültürünü modern dönemde yeniden 
canlandırmaktı. Bu sebeple tarihi mekânlar hac ibadetine açılarak Kıpti kültürünün birçok sembolü belirginleştirildi. 29 Ayrıca III. Şenuda, ibadet mekânlarının tamamlayıcısı olabilecek kültürel alanlar oluşturdu ve kilisenin uzun bir geçmişe sahip geleneklerini yeni bir ruh ve vizyonla sürdürülebilir kılmaya çalıştı. 
Bu bağlamda Kıpti dilinin ve Kıpti ayin müziğinin canlandırılmaya çalışılması kilisenin en önemli faaliyetlerinden biriydi. 30 

III. Şenuda, kiliseyi Kıptilerin dini ve dünyevi temsilcisi olarak görmenin yanında kilisenin, cemaatin her tür ihtiyacı ve sorunu ile ilgilenebilecek ve çözüm üretebilecek bir kurum olduğunu savunuyordu. Bir bakıma kiliseyi toplumun koruyucusu ve tedarikçisi olarak gören patrik, kilisenin sorumluluklarını 
Kıpti halkının refahı için sınırsız bir şekilde arttırdı. Bu bağlamda din adamlarının vazifeleri ibadet ve fakirlere yardım gibi geleneksel görevlerle birlikte Kıpti halkının ekonomik ve kültürel gelişimini desteklemeyi de kapsıyordu. Örneğin Halk, Ekümenik ve Sosyal Hizmetler Piskoposluğu, 1974’te ülke genelinde kırsal ve kentsel bölgelerde Toplumu Geliştirme Merkezleri açarak dini eğitim ve okuryazarlık programlarının yanında kadınlara kıyafet dikme gibi aile bütçesine katkıda bulunacakları işler öğretiyordu. Piskoposluk ayrıca 1976’da marangozluk, tesisatçılık, araba ve televizyon tamirciliği gibi işlerin öğretildiği iki merkez ve 1978’e kadar birçok dil merkezi açtı. 31 Kilise bu dönemde kaynak sağlayıcı ve yatırımcı rolünü de üstlenerek 32 

Kıptilerin toplumsal hayattaki pozisyonlarını geliştirmek amacıyla kilise destekli projeler gerçekleştirdi. 

III. Şenuda’nın sosyo-ekonomik alana yönelik programları ve faaliyetleri kilisenin sosyo-politik rolünün de artmasını sağlamıştır. Bununla birlikte III. Şenuda döneminde kilisenin sosyo-politik rolünün artmasında dönemin koşulları ve devletin ilgili alanlardaki yetersizliği de önemli bir etkendi. 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndaki yenilgi Mısır’da büyük bir ideolojik boşluğa neden olmuştu. Nasır’ın Arap Milliyetçiliği gözden düşmüş; Müslümanlar ve Kıptiler arasında dini uyanış bir alternatif olarak yükselmeye başlamıştı. Ayrıca Enver Sedat ile birlikte devlet söylemine hakim olan “İslamileşme” ve radikal İslami grupların Kıptileri hedef alan saldırıları kilisenin koruyucu ve tedarikçi bir rol üstlenmesine katkı sağladı. 33 Devletin sosyo-ekonomik alandaki yetersizliği ise kilisenin bir sivil toplum örgütü gibi faaliyet göstermesine neden oldu. Esasında dini bir kurumun sivil toplum örgütü gibi faaliyette bulunması Mısır’da sık rastlanan bir durumdu. Tahminlere göre Mısır’daki sivil toplum örgütlerinin % 35’inden fazlasını dini örgütler oluşturmaktaydı ve birçok dini kurum kendi öğretilerini teşvik etmenin yanında devletin gerçekleştiremediği sosyal hizmetleri sağlamaktaydı. 34 

Patrik III. Şenuda döneminde kilisenin artan sosyo-politik rolü, Kıptilerin temsilciliği ve idaresinde kilisenin gücünü pekiştirmekle birlikte devletle 
ilişkisinin gerginleşmesine yol açmıştır. Özellikle Enver Sedat döneminde, kilisenin artan sosyo-politik rolünün bir tehdit olarak algılandığı ve kilise-devlet 
ilişkisinin gerginleştiği görülmektedir. 

Enver Sedat Döneminde Kilise-Devlet İlişkisi 

1970-1981 yıllarını kapsayan Enver Sedat döneminde karşılıklı iyi dileklerle başlayan kilise-devlet ilişkisi, Patrik III. Şenuda’nın ev hapsiyle kopma noktasına 
geldi. 
Patrik bir röportajında Enver Sedat ile olan ilişkisini şu şekilde özetlemişti: “Patrik olarak seçildiğim zaman, Sedat’ı ziyaret ettim, beni çok iyi karşıladı ve bana kilisemin tarihini çok iyi bildiğini ve onu eski ihtişamına kavuşturmayı arzuladığını söyledi. Fakat ben bunu yapmaya çalıştığım zaman, bana izin vermedi.” 35 

Sedat döneminde kilise-devlet ilişkisinin kötüleşmesine neden olan öncelikli etkenlerden biri, Patrik III. Şenuda’nın aktivist eğilimleri ve muhalif duruşuydu. 
Bazı araştırmacılara göre III. Şenuda’nın göreve başlamasıyla kilise ve devlet arasındaki millet ortaklığı kesintiye uğramıştır. Çünkü III. Şenuda bu ortaklıktaki en önemli sorumluluklarından biri olan siyasi otoriteye itaat ve desteği yerini getirmemiştir. 36 

Kilise-devlet ilişkisinin gerginleşmesine neden olan bir diğer etken, diaspora Kıptilerinin faaliyetleriydi. Nasır döneminde yurt dışına giden Kıptiler’in 
Sedat döneminde etkinliklerini artırdığı görülmektedir. Yurt dışında yaşayan Kıptiler, Mısır’daki dindaşlarının yaşamlarını yakından takip ederek onların 
hak ve özgürlüklerini korumak için uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye ve yaşadıkları ülkelerde gerçekleştirdikleri lobi faaliyetleriyle Mısır’a 37 baskı uygulamaya çalışıyorlardı. Özellikle ABD’de yaşayan Kıptilerin faaliyetleri Mısır’ın yurt dışındaki imajını olumsuz yönde etkiledikleri ve dış devletlerin Mısır’ın iç işlerine karışmasına yol açtıkları gerekçesiyle hükümet tarafından çoğunlukla eleştirilmiştir. Nitekim Sedat’ın 1980’deki ABD ziyareti sırasında diaspora Kıptilerinin Sedat’a yönelik protestoları 38 patriğin görevden alınması öncesi yaşanan en önemli olaylardan biriydi. 

Kilise-devlet ilişkisinin gerginleşmesine neden olan bir diğer etken ise radikal İslami grupların Kıptileri hedef alan şiddet eylemleriydi. 1967 Arap İsrail Savaşı’nın oluşturduğu ideolojik krizi “İslamîleşme” söylemi ile aşmaya çalışan Sedat, bu dönemde İslami gruplara birçok ayrıcalık tanıdı. Nasır döneminde hapse atılmışİslamî gruplara mensup birçok kişiyi 1971-1975 yılları arasında aşamalı olarak serbest bırakan Sedat, sosyalizmin toplumsal yaşamdaki etkinliğini kırmak için İslamcı grupların önünü açtı ve siyasi bir muhalefet oluşturmamaları kaydıyla onları sosyal alana yönelik faaliyetlerinde özgür bıraktı. 39  Fakat Sedat döneminde İslamî hareketin içinden radikal gruplar yükseldi ve siyasi otoritenin yanında Kıptileri de hedef alan şiddet eylemlerinde bulundular. Kıptilere yönelik söylemlerde ve saldırılarda en fazla dikkat çeken grup ise el-Cemaat’ul İslamiyye idi. Nitekim grubun Ekonomi Konseyinin kararlarında Hıristiyanların işletmelerine yönelik operasyonlar düzenlenmesi gerektiği açıkça yer alıyordu. 40   Bu dönemde kilisenin, devletin Kıptileri bu tür saldırılardan korumadığı düşüncesi ile rejimle kendisini karşı karşıya getirecek eylemlerde bulunması kilise-devlet ilişkisinin daha da gerginleşmesine neden olmuştur. 

Sedat döneminde kilise ve devlet arasındaki ilişkinin bozulmasının belki de en önemli nedeni, devletin “İslamîleşme” politikası kapsamında attığı adımların kilise tarafından bir tehdit olarak algılanmasıydı. Örneğin 1977 yılında din değiştirenlerin idamını öngören bir yasa taslağının parlamentoya sunulması üzerine III. Şenuda, 17 Ocak 1977’de bir Kıpti Konferansı düzenleyerek kararı protesto etti. Çünkü yasa taslağının kanunlaşması neticesinde iş imkânları, devlet imtiyazları ve boşanma kolaylığından dolayı Müslümanlığa geçen Hıristiyanların tekrar eski dinlerine dönmeleri imkânsızlaşacaktı. 

Kıpti konferansında konuşulan konular bir bildiri şeklinde kayda geçirildi ve yayınlandı. Bu bildiri, kilise inşaatına yönelik sıkıntılar, sosyo-ekonomik 
hayattaki eşitsizlikler, inanç ve ibadet özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, Hıristiyanların siyasi temsil gücü yetersizliği, hizipçi çatışmalar, Hıristiyan 
kültürüne yönelik sansürler gibi Kıpti halkının problemlerine yönelik her konuyu kapsıyordu. 
Patrik yurt dışında yaşayan Kıptiler aracılığıyla bildirideki problemlerden dünya kamuoyunu da haberdar ederek Sedat üzerinde bir baskı oluşturmaya çalıştı. Patrik ayrıca olayları ve yasa taslağını protesto için Kıptileri 5-9 Eylül tarihleri arasında toplu oruç tutmaya çağırdı. Bunun üzerine Sedat, toplumsal kutuplaşmayı önleme amacıyla 15 Eylül 1977’de yasa taslağını geri çektiğini duyurdu; patriği ve El-Ezher şeyhini ziyaret ederek ulusal birliğe vurgu yaptı. 41 Bu bağlamda yaşanan bir diğer gerginlik, şeriatın yasamanın tek kaynağı olarak yasalaştırılması konusu ile ilgiliydi. 1980 yılında yapılan bir referandum ile şeriat, yasamanın temel kaynağı olarak kabul edildi. Bu düzenlemeyi Kıptiler açısından bir tehdit olarak gören patrik, 26 Mart 1980 tarihinde şeriatın Müslüman olmayanlar için bir yasa olamayacağını ve İslam’ın Mısır’da yeni bir milliyetçilik şekli olarak kullanıldığını vurgulayan yeni bir bildiri yayınladı. 42 

Süreç içerisinde kilise ve devletin sertleşen üslupları birçok olayın büyümesine neden olmuştur. Genel olarak her dönemde öncelikli sorunlardan biri olarak görülen kilise inşaatına yönelik kısıtlamalar ve izinsiz kilise inşaatları, kilise ve devleti karşı karşıya getiren birçok olaya yol açtı. Bu konuda ilk büyük sorun 1972 yılında Kharga kentinde yaşandı ve Kıpti kilisesi içerisinde faaliyetlerini sürdüren Kutsal Kitap Derneği 6 Kasım 1972 tarihinde kimliği belirsiz kişiler tarafından ateşe verildi. Hükümet olayların büyümemesi için bir süre kilisenin kapalı tutulmasına karar verdi. Fakat patrik, bir grup din adamını olay yerine göndererek resmi yasağa rağmen kilisede ibadeti sür-dürttü. Bu tavır devlete karşı bir meydan okuma olarak yorumlanırken bu olayın devlet ve kilise arasında bir krize dönüşmesinin asıl sebebi, patrik tarafından devlete karşı büyük bir komplo hazırlandığı söylentileriydi. Güvenlik güçleri tarafından hazırlandığı iddia edilen rapora göre, III. Şenuda Mart 1972 tarihinde Kıpti halkının ileri gelenleriyle İskenderiye’deki Aziz Mark Katedrali’nde bir toplantı düzenlemiş ve ulusal birliğe tehdit oluşturacak açıklamalarda bulunmuştur. 43 

Müslümanlar ve Kıptiler arasında yaşanan hizipçi çatışmalar 44 da, kilise ve devlet arasındaki ilişkiye zarar vermiştir. Özellikle 1980-1981 yılları arasında yaşanan olaylar sonucunda devletin Kıpti halkının haklarını korumadığını, güvenliğini sağlamadığını ve suçluları hak ettikleri şekilde cezalandırmadığını vurgulayan patrik, her yıl devlet erkânının da katılımıyla gerçekleştirilen Paskalya kutlamalarına katılmayacağını bildirdi ve bir manastıra çekildi. 45 

Araştırmacılara göre Sedat’ın kiliseye ve Kıptilere yönelik suçlamaları hizipçi çatışmaları artırmıştır. Buna göre, Kıptileri ülke bütünlüğünü bozmakla 
itham eden Sedat, bir “Kıpti ihaneti” miti geliştirerek kendisini İslam’ın ve Mısır devletinin bütünlüğünün savunucusu olarak göstermeyi amaçlıyordu. 

Sedat’ın 15 Mayıs 1980’deki parlamento konuşmasındaki “Fakat Patriğin anlaması gerekir ki; ben Müslüman bir ülkenin Müslüman bir cumhurbaşkanıyım.” 46 
şeklindeki sözleri de bu bağlamda değerlendirilmektedir. 47 

Nihayetinde kilise ve devlet arasında yükselen çekişme, patriğin Ekim 1981’de 
Vadi Natrun Çölü’nde bulunan Aba-Bishoi manastırına ev hapsine gönderilmesi ile sonuçlandı. 48 Sedat, III. Şenuda’yı ulusal birliği ve barışı tehlikeye sokma, insanları rejime karşı provoke etme, patriklik makamına fazlaca bir siyasi rol biçme, dini siyasi gaye ve çıkarlar için kullanma gibi gerekçelerle suçlayarak 49 patrikliğini onaylayan cumhurbaşkanı yasasının hükümsüz olduğunu açıkladı ve patriğin görevlerini yerine getirmesi için 5 piskopostan oluşan bir patriklik komitesi atadı. 50 Sedat’ın 6 Ekim 1981’de resmigeçit töreni sırasında uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesi ile Hüsnü Mübarek yönetiminde yeni bir döneme girildi. 

Hüsnü Mübarek Döneminde Kilise-Devlet İlişkisi 

14 Ekim 1981 tarihinde cumhurbaşkanlığı görevine başlayan Hüsnü Mübarek döneminde (1981-2011) kilise-devlet ilişkisi, olağan üstü hal yasalarının 
idaresinde şekillenmiştir. Mübarek göreve geldiği ilk yıllarda ulusal güvenliğe ve kendi idaresine tehdit oluşturabilecek gruplara odaklandı ve patriğin ev hapsinin sonlandırılması cumhurbaşkanlığının 4. yılında gerçekleşti. Patriğin tutukluluğunun Mübarek’in cumhurbaşkanlığının dördüncü yılında sonlandırılması, bu konunun devletin öncelikli gündemini oluşturmadığını göstermektedir.51 

Patrik III. Şenuda’nın dört yıllık mahkûmluğuna karşılık gelen bu süreç, kilisenin Mübarek rejimiyle sürdüreceği ilişki açısından bir kırılma niteliğindedir. 

Çünkü patriğin siyasi otoriteyle onu karşı karşıya getiren çatışmacı üslubunu daha ev hapsindeyken terk ettiği, uzlaşmacı ve diplomatik bir dile büründüğü görülmektedir. Örneğin Mübarek’in ilk ABD ziyaretinde patrik, diaspora Kıptilerinin Mübarek karşıtı gösteriler düzenleyeceklerini öğrendiğinde bir heyet göndererek protestoların iptalini sağladı. 52 Ev hapsinden çıkışının ikinci gününde Aziz Mark Katedrali’nde yaptığı konuşma da patrikteki üslup değişikliğini göstermektedir. “Kilise, devlet ve Müslüman vatandaşlarımız arasındaki sevgiyi, barışı ve uzlaşıyı güçlendirmek için elimden gelenin en iyisini yapmak istiyorum. Biz, tek bedendeki organlar gibiyiz ki o beden Mısır’dır.” 53 Buradan hareketle, güvenlik tehdidinin 
hâkim olduğu siyasi bir ortamda patriğin kendisinin devlet açısından bir tehdit oluşturmadığı yönündeki ikna çabasının Mübarek’in kilisenin ve Kıptilerin koruyuculuğunu üstlendiği bir retorikle karşılık bulduğu söylenebilir. Nitekim Mübarek döneminde kilise düşük bir profil benimseyerek, bir takım hak, imtiyaz ve sorumlulukları kapsayan bir işbirliğine yöneldi. 

Bazı araştırmacılar, kilisenin devletle girdiği bu yeni ittifakı Sedat döneminde bozulan millet ortaklığının yeniden tesisi olarak yorumlamaktadır. 

Buna göre Patrik III. Şenuda tıpkı Nasır dönemindeki selefi VI. Kyrillos gibi düşük bir profile razı gelerek rejimle uzlaştı ve ulusal birlik söylemini benimseyerek 
devlet politikalarının destekçisi oldu. Bunun karşılığında kilise Mübarek tarafından Kıptilerin tek meşru temsilcisi olarak kabul görüp çeşitli imtiyaz ve haklar elde etti. 54 Kıpti kilisesinin siyasi tarihi üzerine çalışmalarını sürdüren Paul S. Rowe ise bu dönemdeki kilise-devlet ilişkisini neo-millet ortaklığı olarak adlandırmaktadır. Neo-millet ortaklığında kilise ve devletin birbirlerine meşruluk kazandırdığını vurgulayan Rowe, devletin liberalleşmesi ya da sivil toplumun güçlenmesi durumunda bu ortaklığının bozulabileceğine işaret etmektedir. 55 

III. Şenuda’nın devletle ilişkisinde benimsediği düşük profil, kilise içerisinde tam tersi bir profilde karşılık buldu. Patrik ev hapsinden döndüğünde öncelikle ev hapsi sürecinde kilise işlerini yürüten komiteyi lağvetti ve kendi idaresindeki Kutsal Sinod’un yetkilerini artırdı. 56 
Ayrıca 1973’te kendisi tarafından yeniden açılan Kıpti Millet Meclisi ile ilgili yeni düzenlemelere giderek kendine bağımlı bir yapı oluşturdu. 
Özellikle meclis üyelerinin seçimi ile ilgili getirdiği kriterler, daha çok orta sınıftan ve kendine bağlı kişilerin seçilmesini sağlıyordu. 
Aslı itibariyle kiliseyi denetler nitelikte bir kurumun kiliseye bağımlı bir hale getirilmesi patriğin gücünü daha da pekiştirdi. 57 
Kilise ve devlet ilişkisinin Sedat döneminin aksine uzlaşma ve işbirliğine varan bir pozisyona evirilmesinde patriğin kendi ve kilisenin selameti açısından gerekli gördüğü üslup değişikliğinin yanında dönemin koşulları, gelişen olaylar ve bir takım aktörlerin de etkisinden söz etmek gerekir. Patrik III. Şenuda’nın kendisinin bu bağlamda vurguladığı ilk husus, Sedat ve Mübarek’in üslubu ve karakterindeki farklılıktır. Bu bağlamda patrik 80. doğum gününde kendisiyle yapılan bir röportajda şu açıklamayı yapmıştır: “Sedat, çabuk sinirlenirdi ve hiddetle kötü kararlar verebilirdi. Bununla birlikte Mübarek, öfkelenmeden önce iki kere düşünür ve onun siniri Sedat’ınki kadar tehlikeli değildir. Sedat, muhaliflerini yok etmeye 
meyilliydi. Fakat Mübarek, onlarla diyaloğa girmeye ve bir şans vermeye meyillidir.” 58 

Bu dönemde kilise ve devlet arasındaki ilişkide tarafları birbirine yaklaştıran belki de en önemli etken, İslamî harekete yönelik ortak tehdit algısıdır. 
Mübarek, Sedat’ın öldürülmesinden sorumlu tuttuğu radikal İslamî grupları kendi yönetimi açısından da bir tehdit olarak gördü ve ulusal güvenlik tehlikesi kapsamında bu gruplara yönelik müdahalelerini iktidarı süresince sürdürdü. Mübarek bu gruplarla girdiği mücadelede, kilise ve Kıptilerin koruyuculuğunu üstlenerek onları yanına çekmeye çalıştı.59 Kıptilerin bu süreçte radikal grupların saldırılarından korunduğu pek söylenemese de rejim kendini bir nevi kötünün iyisi olarak kabullendirebilmişti.60 

İslamî hareketin ortak tehdit olarak görülmesinin yanında, Mübarek’in idari anlamda İslam’a yaklaşımı ve mesafesinin kilise açısından bir tehdit olarak 
algılanmaması da kilise-devlet ilişkisinde olumlu bir etkendi. Mübarek’in Sedat gibi İslamî bir söylem benimsememesinin ve özellikle radikal dini gruplara karşı “ılımlı” bir İslam düşüncesini savunmasının kiliseye güven verdiği söylenebilir. Örneğin 2007’de anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesi gündemdeyken 2. maddeye dokunulmaması61 ile ilgili görüşleri sorul-duğunda patrik, çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede İslam’ın anayasal güvence altına alınmasının normal olduğunu belirtti ve anayasa değişikliği ile ilgili referanduma destek verdi.62 Burada 2. madde ile ilgili Sedat döneminde gösterdiği tepki hatırlanmalıdır. 


3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Mısır’da 25 Ocak 2011 Devrimi Öncesi Kilise-Devlet İlişkisi BÖLÜM 1

Mısır’da 25 Ocak 2011 Devrimi Öncesi Kilise-Devlet İlişkisi  BÖLÜM 1

Mısır 25 Ocak 2011 Devrimi, Kıpti Ortodoks Kilisesi, Patrik III. Şenuda, Kilise-Devlet İlişkisi, Ayşenur Hazar,Cemal Abdünnâsır,Hüsnü Mübarek,
Enver Sedat,


Ayşenur Hazar 
[Arş., Gör., Sakarya Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi] 
Özet: 

ORTADOĞU YILLIĞI 2014 

Mısır’da 25 Ocak 2011 devrimi öncesi kilise-devlet ilişkilerini konu edinen bu çalışma, Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin devrime ilerleyen süreçteki 
rejim yanlısı duruşunun sorgulanmasının bir ürünüdür. Kıpti kilisesinin rejim yanlısı duruşunun tarihsel dayanağı olabilecek devrim öncesi kilise-devlet ilişkisi üzerine eleştirel bir okuma niteliğinde olan çalışma, Cemal Abdünnâsır rejiminden 25 Ocak 2011 Devrimi’ne ilerleyen süreci kapsamaktadır. Kilise-devlet ilişkisinin daha çok siyasi erkin kilisenin ruhani lideri ile sürdürdüğü ilişki üzerinden aktarılacağı çalışmada ağırlıklı olarak Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin 117. Patriği III. Şenuda’nın siyasi rolü ve eylemleri üzerinde durulacaktır. 

Giriş 

Mısır’da Hüsnü Mübarek karşıtı gösterilerin başladığı ilk günlerde Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin1 ruhani lideri Patrik III. Şenuda devlet televizyonunda, 
“Biz cumhurbaşkanını aradık ve kendisiyle olduğumuzu ve halkın kendisiyle olduğunu söyledik.”2, “Tanrı’ya şükürler olsun ki, benim evlatlarım gösterilere katılmıyor.” 3 şeklinde açıklamalarda bulundu. Patrik, ilerleyen günlerde yaptığı bir diğer açıklamada ise “Şuan gerçekleşen şeyler Tanrı’nın arzu ettiğinin dışındadır.” 4 gibi uyarılar ile Kıptilerin gösterileri boykot etmesini istedi. Kıpti din adamları da haftalık dini toplantılarda Mübarek rejiminin alternatifleri konusunda Kıptileri uyarıp olası İslamcı iktidarın oluşturabileceği tehlikeleri hatırlatarak onları gösterilerden uzak tutmaya çalıştı.5

    Ne var ki protestoların başladığı 25 Ocak’tan Hüsnü Mübarek’in istifasını sunduğu 11 Şubat’a kadarki on sekiz günlük süreçte Kıptilerin önemli bir 
kısmı gösterilerden uzak durmadı 6 ve Müslümanlarla birlikte meydanlarda ortak talepleri seslendirdi.7 

Kıptilerin kiliseye rağmen protesto gösterilerine katılması ve rejim değişikliğini talep etmesi; kilisenin ise Kıptilerin Mübarek döneminde karşılaştıkları birçok problemin yanında Mübarek karşıtı gösterilerinin başladığı Ocak ayının ilk gününde İskenderiye’de Kıptileri hedef alan bombalı saldırıda 21 Kıpti’nin hayatını kaybetmesi 8 üzerine hükümetin Kıptileri korumadığına yönelik tartışmalar 9 sürerken rejim yanlısı bir tavır sergilemesi dikkat çekicidir. 

Ayrıca patriğin sosyo-politik bir olay karşısında kilise ve Kıptiler adına açıklamalar yapması ve tercihini görünür kılması kilisenin siyasi rolü ve temsilciliği 
açısından sorgulanmaya değerdir. Dolayısıyla bu çalışma, kilisenin devrim sürecindeki siyasi rolü ve rejim yanlısı duruşunu sorunsallaştırarak 
kilise-devlet ilişkisine dair tarihsel tecrübeyi irdelemeyi amaçlamaktadır. 

Cemal Abdünnâsır rejiminden 25 Ocak 2011 Devrimi’ne ilerleyen süreçteki kilise-devlet ilişkisinin analizini sunan çalışmanın çerçevesini ise bu süreçteki kilise-devlet ilişkisine dair genel çıkarımlar oluşturmaktadır. Buna göre, Mısır’da Kıptilerin temsilciliğini üstlenen kilise siyasi bir rol üstlenmiştir. 

Ayrıca Abdünnâsır döneminden itibaren kilise ve devlet arasında genellikle belirli hak ve sorumluluklara dayalı gayrı resmi bir sözleşmeden söz edilebilir. Görece işbirliği niteliğinde olan bu sözleşmenin en genel içeriği ise kilisenin ulusal meselelere destek vermesi, muhalif bir güç olmamak kaydıyla Kıptilerin siyasi temsilciliğini üstlenmesi ve kendi içinde özerkliğini korumasıydı. 

Bununla birlikte, bu işbirliği daimi olmayıp tarafların tehdit algısına göre bozulabilmiştir. Enver Sedat döneminde gerçekleşen şeriat ilkelerinin yasamanın ana kaynağı olması şeklindeki düzenleme kilise tarafından bir tehdit olarak algılanırken bu maddenin Mübarek döneminde aynen korunmasının bir tehdit olarak görülmemesinde güvenlik-tehdit algısının etkili olduğu söylenebilir. Son olarak, devletin İslam ile olan ilişkisi ve mesafesi, kilise ile olan ilişkisini olumlu veya olumsuz bir şekilde etkileyebilmiştir. Burada belirleyici etken, kilisenin devletin İslam ile olan ilişkisi ve mesafesini kendisi açısından bir tehdit olarak algılayıp algılamamasıydı. İslami harekete bakışları ve İslam ile ilişkileri açısından daha laik olan Cemal Abdünnâsır ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde ılımlı; devlet söyleminde ve politikalarında “İslamîleşmenin” ön plana çıktığı Enver Sedat döneminde ise genellikle gergin bir kilise-devlet ilişkisinin görülmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. 
Çalışmada kilise-devlet ilişkisi, daha çok siyasi erkin kilisenin vücut bulmuş hali olarak kabul edilen patrik ile sürdürdüğü ilişki üzerinden aktarılacak ve kırk yılı aşkın ruhani liderliği sebebiyle ağırlıklı olarak Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin 117. Patriği III. Şenuda’nın siyasi rolü ve eylemleri üzerinde durulacaktır. 

Cemal Abdünnâsır Döneminde Kilise-Devlet İlişkisi 

Nasır dönemindeki (1954-1970) kilise-devlet ilişkisine dair öncelikle söylenmesi gereken şey, bu dönemin kilise açısından bir iade-i itibar dönemi olduğudur. Çünkü kilise Nasır’ın politikaları ve yaptırımları sayesinde laik kesim ile girdiği bir asırlık mücadeleden10 galip çıkmıştır. 19. yüzyılda laik kurumların oluşturulması ile yetkileri önemli ölçüde kısıtlanan kilisenin, Kıptilerin temsili ve cemaatin sosyo-politik ve ekonomik yaşamı üzerindeki etkisi azalmıştı. 11 Yaklaşık bir asırlık bu geri çekilme Nasır dönemi ile birlikte son bulmuş ve kilise bugün de devam eden bir üstünlük elde etmiştir. Nitekim bugün Mısır’daki resmi dini kurumlardan biri olan kilise, devlet tarafından Kıptilerin dini ve dünyevi temsilcisi olarak kabul edilmektedir. 
Avrupa’nın aksine Ortadoğu’da Hıristiyanlık devlet gücünü kısa bir süre elinde tutmuş olduğundan, kiliseler çoğunlukla devlete bağlı bir kurum olarak faaliyet gösterdi. Özellikle 7. yüzyılda başlayan İslamî yönetimlerin idaresinde kilise, Hıristiyan tebaanın temsilcisi olarak kabul edilip dünyevi bir görev üstlendi ve cemaatin tek temsilcisi olarak kabul gördü. Bu bağlamda İslamî yönetimlerin idaresinde kilisenin dünyevi ve siyasi rolünün arttığı düşünülmektedir.12 
   Kilisenin İslamî yönetimlerin idaresindeki dünyevi rolü ona mutlak temsilcilik gücünü kazandırırken, 19. yüzyılda modern devletlerin oluşmasıyla birlikte bu güç zayıflamaya başladı. 1856 Islahat Fermanı ile birlikte sivil unsurlar da cemaatin idaresine katıldı ve millet meclisleri teşekkül etmeye başladı. Ruhban dışı laik unsurların cemaat idaresinde ve temsilinde söz sahibi olmaya başlamasıyla ise kilisenin nüfuzu azaldı. 13 

Mısır’da özelikle Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve haleflerinin politikaları sayesinde, Kıptiler sosyo-politik ve ekonomik yaşamda önemli kazanımlar elde etti ve Kıpti bir elit tabaka oluştu. Zamanla bu laik elit kesim, kilisenin çağın koşullarının gerisinde kaldığını iddia ederek Kıptilerin idaresi ve temsilinde de söz sahibi olmak istedi ve 1874’te Kıpti Millet Meclisi’ni kurarak kilise karşısında çok güçlü bir konum elde etti. 14 Kilise ve laik kesim arasında Kıptilerin temsili ve idaresi hususunda başlayan bu mücadele, kilisenin aleyhine sonuçlandı. Araştırmacılara göre, kilisenin bu mücadelede yenik düşmesinin en önemli sebebi yüzyıllardır içinde bulunduğu tecrit ve yozlaşmaydı. 15 
Bu sebeple Kıpti Millet Meclisi, kilise harcamalarının denetlenmesi, yerel mahkemelerin idaresi ve Kıptilerin siyasi alandaki temsilini öncelikli görev 
ve sorumlulukları olarak belirledi ve kiliseyi sadece dini bir temsilci olma statüsüne sıkıştırdı. 16 
Kilise ise laik kesimin meydan okumalarına karşı çareyi kapsamlı bir reform başlatmakta buldu. Kıpti reformunun babası olarak kabul edilen IV. Kyrillos 
(1854-61), ruhban sınıfının eğitiminden başlayarak birçok alanda reforma gitti ve kilisenin sosyo-politik etkinliğini artırmaya çalıştı. 17 
Kiliseyi yenik düştüğü bu iktidar mücadelesinden kurtaran ise Cemal Abdünnâsır oldu. 1952’de gerçekleştirilen Hür Subaylar Darbesi ile Mısır’da yeni bir sürece girildi ve 1954’te Cemal Abdünnâsır’ın on altı yıl sürecek iktidarı başladı. Hiç şüphesiz Mısır siyasi tarihinin en dikkat çekici dönemlerinden biri olan Nasır dönemi, kilise-devlet ilişkisi açısından da önemli bir eşiktir. Yukarıda da ifade edildiği üzere, Nasır döneminde kilise neredeyse bir asır süren nüfuz kaybını telafi etti ve yeniden Kıptilerin tek temsilcisi olma konumuna yükseldi. 18 
Nasır’ın sosyo-ekonomik alandaki reformları Kıpti elit sınıfın aşamalı bir şekilde ekonomik ve siyasi hayattan uzaklaşmasına neden oldu. 1952’de yapılan tarım reformu ve sosyalist politikalar neticesinde Kıptiler işlerinin ve gelirlerinin % 75’ini kaybetti ve Kıpti elit kesimin büyük bir kısmı yurt dışına göç etti. 19 Kilise ve laik kesim arasındaki iktidar mücadelesinde kiliseyi açık ara öne geçiren gelişme ise 1957 yılında Kıpti Millet Meclisi’nin lağvedilmesi oldu. Kıpti Millet Meclisi’nin lağvedilmesiyle kilisenin üzerindeki denetleyici güç ortadan kalktı ve kilisenin gücünü dengeleyecek herhangi bir kurum kalmadığından kilise Kıptilerin tek temsilcisi olma statüsüne yeniden kavuştu. 20 Nasır ile birlikte kilisenin siyasi rolü artarken Kıptilerin siyasi görünürlüğü ve siyasete aktif katılımı düşmeye başladı. Ayrıca 1955’te dini cemaatlere ait mahkemeler lağvedildi ve Kıptilerle ilgili bütün meselelerin sivil mahkemelerde ele alınması kararlaştırıldı. Bu karar kilise açısından da olumsuz olmakla birlikte laik kesimi daha çok etkiledi. Çünkü bu dönemde dini mahkeme Kıpti Millet Meclisi’nin kontrolünde idi. 21 

Elit Kıpti kesimin uğradığı kayıplara rağmen, Nasır döneminde Kıptiler genel olarak birtakım kazanımlar elde ettiler. Nasır’ın Arap milliyetçiliği Hıristiyanları 
da içine alan bir ideoloji olarak Kıptilerin dışlanmamasını sağladı. Yine Nasır’ın siyasal İslam’a yönelik tepkisi kilise ve Kıptileri devlete yakınlaştırdı. 22 
Kilisenin Nasır dönemi ile birlikte yeniden Kıptilerin dini ve dünyevi temsilcisi konumuna yükselmesi, bazı araştırmacılar tarafından millet ortaklığının 
yeniden tesis edilmesi olarak yorumlanmaktadır. Kilise ve devlet arasındaki bu gayri-resmi anlaşma, kilisenin siyasi otoriteye bağlılığı ve desteği ile siyasi otoritenin kiliseye bazı imtiyazlar tanımasını 23 içeriyordu. Buna göre Patrik VI. Kyrillos, milli meselelere müdahil olmadan mevcut politikayı destekleyecek ve Kıptilerle ilgili meselelerde kendisine danışılacaktı. Örneğin patrik, 1956 Süveyş Krizi ve 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda hükümete desteğini açık bir şekilde bildirirken; Nasır da patriği her yıl belli bir sayıda kilise inşaatı ile ödüllendirdi. 24 Patrik VI. Kyrillos ve Nasır’ın aynı yıl vefatlarıyla Kilise-Devlet ilişkisinde iki yeni aktörlü bir döneme girildi. 

***

8 Mart 2021 Pazartesi

İRAN VE SURİYEDEKİ TÜRKMEN KARDEŞLERİMİZ.,

İRAN VE SURİYEDEKİ TÜRKMEN KARDEŞLERİMİZ.,


Prof.Dr. Sait Yılmaz 
22 Mart 2019 


     Irak ve Suriye’deki Türkmen kardeşlerimizi unutmayalım.. 

Giriş 

     Hafta içinde yaptığımız Irak ve Suriye Türkmenleri Kongresi ile iki ülkedeki Türkmen kardeşlerimizin liderlerini, sahadan bilgi alan çeşitli akademisyen ve gazeteci arkadaşlarımızı ağırladık. Neler olup-bittiği ile ilgili bilgilerimizi tazeledik, görüş alışverişinde bulunduk. 
Türkiye‟de Türkmen kimliği ve yaşadığı sorunlar ile ilgili önemli bir bilgi açığı var. Irak ve Suriye‟de yaşayan Türkmenler, 1923 yılına kadar aynı ülkenin (Osmanlı) vatandaşı olduğumuz, bizim gibi Oğuz kökenli Türk kardeşlerimiz. Kader pek çok coğrafyada olduğu gibi bizleri fiziken ayrı düşürse de gönül bağlarımız ve ortak umutlarımız devam ediyor. 
Türkmen kardeşlerimiz için yaşadıkları ülkelerde durum uzun zamandır iyiye gitmiyor, hatta varlıklarının hiç olmadığı kadar tehlikede olduğunu söyleyelim. Bunları size aşağıda rakamlarla anlatacağım. 1990 yılından beri Türkmen kardeşlerimizle ve bölgedeki istenmeyen oluşumlar ile ilgili önümüze pek çok fırsat çıkmasına rağmen bunları değerlendirmedik. 

 Irak ve Suriye‟deki Türkmen kardeşlerimiz için bir şeyler yapmak konusunda geç 
kalmışta olsak da hala yapılacak çok şey var. İki ülkede de Türkmen varlığı hemen hemen silinmek üzere. Kamuoyunda az bilinen bir harita var; „Türkmeneli bölgesi‟ yani tarihi olarak Türkmenlerin hâkim olduğu bölgeler. Bağdat‟tan başlayıp Irak‟ın kuzeyinde Kerkük ve Musul‟u da içine alıp, oradan Suriye‟nin kuzeyinden Halep‟e ulaşan bir Türkmen hilalini temsil ediyor. İşte bu hilali şimdi Batılılar PKK terör örgütü ve işbirlikçisi Barzani yönetimi ile dolduruyorlar. Türkiye‟nin vizyonu Türkmen kardeşlerimizin kimliğinin ve haklarının korunması olmalıdır. Bunun için ne Irak‟ı ne Suriye‟yi bölmeye gerek var. Türkmenler, her zaman en barışçıl toplumlardan biri oldu. Bu ülkelerin bütünlüğü içinde Türkmenlerin hakları 
korunabilir. Aksi takdirde Suriye de Irak gibi olabilir. Neler oldu, hangi aşamada yız, neler yapmalıyız; özetleyelim. 

Federal Irak’ta Türkmenlerin adı yok.. 

 Birinci Dünya Savaşı'nda müttefikleri yüzünden mağlup sayılan Osmanlı 
İmparatorluğu, 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaşa son verdi. Yapılacak barış anlaşması için Mondros‟un imzalandığı gün savaşın durduğu hatlar esas olacaktı ama İngilizler savaşa altı gün daha devam edip, Kerkük ve Musul‟u da içine alan bölgeyi de işgal ettiler. Son Osmanlı Mebusan Meclisi‟nin, 28 Ocak 1920'de yaptığı toplantıda kabul ettiği "Misâk-ı Milli", Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında yapılan tüm işgalleri reddediyordu. 

Atatürk, Lozan öncesinde 13 Ekim 1922'de yabancı basına verdiği demecinde "Avrupa'da İstanbul ve Meriç'e kadar Trakya, Asya'da Anadolu, Musul arazisi ve Irak'ın yarısı, Makedonya'yı ve Suriye'yi terk ettik. Fakat artık arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri ve her şeyi isteriz. 

Bunları kurtarmaya azmettik ve kurtaracağız" demişti. 

1924'te Meclis‟te dağıtılan haritaya göre (Harita 1) Batum, Halep, Rakka, Deyr-i Zor, Musul ve Kerkük (Revandiz, Erbil) gibi bugün Türkiye sınırları dışında olan vilayetler Türkiye toprağı olarak gösterilmektedir 1. İngiliz kontrolündeki Milletler Cemiyeti 1925 sonunda Musul'un Irak'ta kalmasına karar verdi. Türkiye, tüm hoşnutsuzluğuna rağmen içeride bekleyen ekonomik ve sosyal sorunlar yüzünden 05 Haziran 1926‟da İngiltere ile yapılan anlaşma çerçevesinde, Milletler Cemiyeti kararını tanıdı. Ancak, Atatürk, Misak-ı Milli sınırlarını Türk dış politikasının yükümlülük alanı olarak tespit etti. 

Harita 1: Misak-ı Milli 


 1926 Ankara Antlaşması ile Musul vilayetinin Irak sınırları içinde kalması neticesi 
Irak vatandaşı olan Irak Türkleri, antlaşmayla beraber Irak devletinin asli ve kurucu üç unsurundan biri olmuştur. Ancak, sahip oldukları haklar hep kâğıt üstünde kalmıştır. 1959 
Kerkük Katliamı yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 1972‟de Irak hükümeti, Türkçe eğitimi ve Türk medyasını yasaklarken, Baas rejimi de 1980‟de kamusal alanda Türkçe‟nin kullanımına fırsat vermedi. Türkmen aydınları arasında öne çıkmış isimler 1980‟de idam edilmiştir 2. 
Amerikan işgali sonrası 1990‟lı yıllarda Türkmenler siyasi örgütlenmeye gittiler. 1995‟te Irak Türkmen Cephesi (ITC) kuruldu. 1957 yılındaki Irak nüfus sayımına göre Irak‟ta 2,5 milyon Türkmen yaşamakta idi. Türkmen nüfusu; 28 milyon olduğu tahmin edilen Irak nüfusunun % 12‟sine tekabül etmektedir. 
Günümüzde 3.5 milyon nüfusu ile Türkmenler Irak‟taki üç önemli etnik unsurdan 
biridir. Irak‟ın her bölgesine yayılmış olan Türkmenler en çok Irak‟ın kuzeyinde Kerkük, Erbil, Selahaddin, Musul ve Telafer‟de yoğun olarak yaşamaktadır3. 2003 yılı sonrası yaşanan olaylar nedeni ile Harita 2‟de görülen Türkmen bölgesi kaybolmuş, geride bölük pörçük Türkmen toplulukları kalmıştır. Irak‟ın kuzeyinde Kürtlerin devlet kurma istekleri Türkmenlere olan saldırıları arttırmış ve birçok katliam gerçekleşmiştir: Tuzhurmatu (2003), 

Telafer I (2004), Telafer II (2005), Musul (2005), Yengice (2006), Karatepe (2006), Kerkük Terör (2006) katliamları bunlara örnektir ve maalesef bu katliamlar hâlâ daha devam etmektedir. 
 Amerikan askerlerinin 2005 yılında yaptığı Irak Anayasası ile Parlamentodaki 329 
sandalye ve önemli konumlar (başkanlık, başbakanlık ve hükümet sözcülüğü) mezhepsel olarak dağıtılmış durumdadır. Kürtlere başkanlık, Şiilere başbakanlık ve Sünnilere hükümet sözcülüğü verilmiştir. Irak‟ın kuzeyinde kurulan Kürt yönetim bölgesinin kendi parlamentosu ve başbakanı var. Kürtler kadar nüfusu olan Irak Türkmenlerin ise ne diğer azınlıklar gibi parlamentoda sandalye hakları var ne de Irak yönetiminde bir konuma sahipler. Türkmenler son seçimlerde Kerkük‟te Irak Türkmen Cephesi‟nden 2, Şii gruplar içinden 7 milletvekili çıkardılar. Ancak, 100 bin nüfuslu Hıristiyanlar bakanlık (Adalet) alırken, Türkmenlere bir bakanlık bile verilmedi. Irak nüfusu, 2018 yılında 39 milyon kişidir. Türkçe konuşan (Türkmen) sayısı; resmi olarak 1.5-1.8 milyon kişidir. Bunlara resmi olmayan 750 bin -1 
milyon kişi ilave edilmelidir. Türkmen bölgeleri dışında yaşayan ve Türkçe konuşmayı yararına görmeyen 500 bin kişi daha ilave edilmelidir. Irak‟ta Türkmenler yok sayılmaya çalışılmaktadır. 

Harita 2: Irak Demografisi Türkmenler (2001 ve 2019) 

Not: Soldaki haritada 2001 yılında Irak’ın kuzeyindeki Mavi Bölge Türkmen bölgesi iken, sağdaki haritada ise bugün sadece Kırmızı bölgelerde Türkmen nüfus yoğunluğu kalmıştır. 
 Sorunun temelinde Türkmen bölgelerinde petrol olması yatmaktadır. ABD destekli Barzani yönetimi; Türkmen nüfusu güneye kaçırtarak, petrol bölgeleri başta olmak üzere Irak‟ın kuzeyinde referandum ile Kürt devletinin yaşaması için gelir kaynağı yaratmak, diğer bir ifade ile bizim topraklarımız olan Kerkük ve Musul‟a el koymak istemektedir. 

Suriye’deki Türkmenler de buharlaştılar.. 

 Daha Anadolu‟da yerleşmeden önce ilk Selçuklu Devleti Suriye‟de kuruldu. 
Dedelerimiz Anadolu‟ya en az İran kapısı kadar Suriye, özellikle Halep üzerinden girdiler. 
Bugünkü Şam Camisi, Selçuklu dönemine aittir. Esat zamanında Türkçe türkü 
söyleyemezdiniz, aşırı Arap milliyetçisi baba Esat zamanında Türkmenler büyük baskıya uğradılar. Türkiye‟ye yakın sınırlarda yaşayanlar güneye göç ettirildi, buralara bugünkü PKK‟nın tabanı olan nüfus yerleştirildi. Osmanlı dönemine ait tarihi eser bırakılmadı. 
Suriye‟de iç savaş çıkmadan önce Türkmenlerin bir etnik kimliği yoktu. Suriye rejimi onları Türkiye‟nin bir uzantısı olarak görmüş, Türkçe kitap, kaset vb. her şey yasaklanmıştı. 
Ekonomik bakımdan ve eğitim seviyesi olarak en geri durumda bırakıldılar. İdlib ve Afrin ile birlikte Fırat Kalkanı bölgesi de Araplaştırılırken Türkmenler Suriye genelinde buharlaştılar. 
2011 yılına göre Suriye‟deki Türkmen nüfusu (3.5 milyon) %90 azaldı veya kayboldu. 

Suriye‟deki Türkmen sayısı 3.5 milyon (%15.2) civarındadır. Bu Türkmenleri üç gruba ayırabiliriz (Harita 3); 

(1) Türklük bilinci olup, Türkçe konuşanlar (1.5 milyon), 
(2) Türklük bilinci olup, Türkçe bilmeyenler (1 milyon), 
(3) Türklük bilincini kaybetmiş ve Türkçe bilmeyenler (1 milyon). 

C:\Users\TOSHIBA\Desktop\suriye-turkmen-nufusu-harita.jpg

Türkmenler yedi bölgeye dağılmış olduğu gibi, bu bölgeler içinde de dağınık durumda kaldılar. Türkmenlerin Suriye içi dağılımı aşağıdaki gibi idi; Halep (1 milyon 250 bin), Hama ve Humus (1 milyon), Bayır Bucak (Lazkiye) (250 bin), Şam (750 bin), Golan (40-50 bin), 
Rakka (50 bin), İdlib (50 bin). 
Harita 3: Suriye’de Etnik durum 

Bu gruplardan ilk ikisi bugün daha çok muhalif grupların bölgeleri (İdlib, Humus) 
içinde ya da Türkiye‟ye gelmişlerdir. Üçüncü grup ise çoğunlukla Esat güçlerinin (Halep, Hama) kontrolü altındaki bölgelerdedir. 
Suriye‟deki iç savaşta on üç milyon insan diğer ülkelere göç etti ya da ülke içinde yer değiştirdi. Dört milyon Suriyeli Türkiye‟ye geldi. Kuşatılmış bölgelerde varlığını sürdürmeye çalışanlara ilaç gitmiyor, bu da BM‟nin acizliğinin göstergesidir. Savaş öncesi Türkmenler tüm Irak‟ta önemli nüfus bölgeleri oluşturmuşken, bugün sadece Halep‟in kuzeyinde ve Fırat Kalkanı bölgesinde az bir Türkmen varlığı kaldı. Bugün Suriye’deki Türkmen mevcudu yaklaşık 350 bin kişi civarındadır. Sadece 10 bin Türkmen Avrupa‟ya gitti. Toplama bir milyon nüfusa sahip YPG/PKK bölgesin de devlet kurulmaya çalışılırken, Suriye‟deki Türkmenler sahipsiz ve ne istediğini bilmiyorlar. 

Türkiye‟ye gelen 4 milyon Suriyeli yanında 500 bin civarında Türkmen var. Suriye 
Türkmenleri en çok İstanbul (300 bin), Antep (50 bin), Osmaniye (50 bin), Hatay (30-40 bin), İzmir (20 bin), Malatya (20 bin) ve Konya‟da (15 bin) yaşamaktadır. 150 bin civarında Suriyeli Türkmen‟in Lübnan‟a göç etmek zorunda kaldığını da not edelim. 
Savaş nedeni ile Fırat‟ın doğusunda boşalan yerlerde suni bir Kürt haritası oluşturuldu. Kobani kelimesi, Birinci Dünya Savaşı öncesi bölgede faaliyet gösteren Alman demiryolu şirketi için verilen isimdir. Şirket anlamındaki „company‟ kelimesinden gelmektedir. 

Bölgedeki tüm Kürtçe isimler uydurmadır. Bu bölge için kullanılan Arap Pınarı (Ayn el Arab) ismi aslında iki kardeş Türkmen adını taşıyordu; burada su kaynaklarının bolluğundan dolayı Ali Pınarı ve Mürşit Pınarı isimleri vardı. Onca zorla göç ettirmelerin ve demografi değiştirme çalışmalarından sonra bölgede hala 8 Türkmen köyü bulunmaktadır. 

Gelinen aşama.. 

 Türkmenler, her türlü baskı, demografik yapıyı bozma çalışmaları ile karşı karsıyadır. 
Bugün Irak‟ta Türkmenlerin 5-6 siyasi partisi, yüzlerce Sivil Toplum Örgütü ile geniş bir örgütlenmesi var. Türkmenlerin, almış yıllık siyasi mücadelesi devam ediyor. Misak-ı Milli içindeki Türkmenlerin bölgeden kaçması ile sorunun kökten çözüleceğini düşünmek yanlıştır. 
1990 yılına kadar gizli olan mücadelemiz, bu tarihten sonra siyasi parti olarak tanınmış bir şekilde devam etmeye başladı. Türkmen bölgelerine dönüşler var ama çok yetersizdir. 
Türkmenler, Kerkük‟ün idaresinin Türkmenlere bırakılmasını yani Vali‟nin Türkmen olmasını istemektedir. Zaten Kerkük merkezinde Türk nüfus daha fazladır. 
Irak Türkmen Cephesi (ITC), Türkmen mücadelesinin bayraktarlığını yapan, en büyük siyasi kuruluştur. Ancak, ITC‟nin daha çok ülke tarafından tanınması için gayret sarf edilmelidir. Suriye ve Irak‟ta Türkmenler için ancak, 2017 yılında sonra bazı görünen iyileşmeler başladı ve bunun devam etmesi gerekir. Yaşanan o kadar kötü dönemden sonra Türkmenler mücadeleye sıfırdan mücadeleye başladı. 25 Eylül 2017‟de Barzani tarafından Kerkük‟te yapılan gayrimeşru referandumun tanınmaması Kürt Yönetim Bölgesi için bir tokat oldu. 
 Türkiye‟nin kontrolündeki Fırat Kalkanı ve Afrin bölgelerinde iki sene önce IŞİD ve PKK terör örgütü vardı. Afrin ele geçtikten sonra görüldü ki buraya çok uzun sürecek bir savaş için önemli savunma alt yapısı kurulmuş. Anlatmak istediğimiz Afrin‟in savunması değil, buradan denize çıkış için Hatay‟ın ele geçirilmesinin planları yapılmış. Her şeye rağmen Fırat‟ın doğusundaki PKK terör örgütü temizlenmedikçe Türkiye için tehlike geçti denemez. YPG/PKK buralarda yabancı güç olarak görülüyor ve halk onlardan nefret ediyor. 
Kandil‟den gelen birileri buraları baskı ile yönetmeye çalışıyor ama halk onlardan kurtulmak istiyor. 
 ABD ise çekilmek yerine bazı Arap ülkeleri ile burada yeni bir stratejiye geçti. 
Yapılmaya çalışılan şey PKK‟yı Araplar ile birlikte meşrulaştırmak. Petrol bölgesi Rakka, PKK işgali altında ve ABD‟nin vekil savaşının aktörü olmaya devam ediyor. Rakka‟nın işgalini aslında Batılı güçler yaptı ama PKK‟yı buraya davet edip, kontrolünü verdiler. 
Amerikan projesi ilerliyor, Arap askerleri sızıyor. Amerikalılar, Irak gibi Suriye‟yi de federasyon çamuruna düşürmek yani özerk bölgeler ile istikrarsız bir ülkeye dönüştürmek istiyorlar. 
 Burada Türkiye‟deki Suriyeli göçmenler için bir paragraf açalım. Gelen Suriyeli 
göçmenler ile birlikte Gaziantep ve Urfa başka bir şehir oldu. Suriyelilerin olduğu şehirlerde hayat tarzı değişti. Sorulduğunda gelenler, “Suriye’nin Türkiye’ye göre çok geri kalmış olduğunu, orada halkın vergi vermeyi ve bankayı bilmediklerini” anlatıyorlar. “Türkiye’deki hayata ve çalışmaya alıştıklarını, şirket kurmasını öğrendiklerini” söylüyorlar. Suriye‟de iken işe erken gitmezlermiş çünkü çok geç yatarlarmış. Suriyeliler için Türkiye‟de artık dükkânlar daha uzun süre açık kalıyor. İnsanlar farklı yemek çeşitleri için Suriye lokantalarına ve tatlıcılarına gidiyorlar. Diğer yandan bu şehirlerde insanların giyim tarzları ve görünümleri de değişti. 
Suriyeli misafirlerimiz büyük oranda dönmek istemiyorlar. Onlara göre Türkiye‟de 
hayat güzel ve para kazanmak için çok şansları var. Çocukları burada eğitime başladı, burada doğan çocukları sadece Türkçe konuşuyorlar. Çocuklarının iki dile sahip olmasını istiyorlar. 
Peki, Suriye‟deki terör unsurları Türkiye‟ye göç eder mi diye soruyorum. Cevap; “Suriye’de terör yoktu onları Amerikalılar getirdi” diyorlar. Bazı detayları yazamıyoruz. Suriyelilerin Türkiye‟ye entegre olmaları kolay çünkü din sorunu yok, gelenekler benzer. Tek sorun dil ve bu da zamanla aşılacak bir olgu. Türkiye, 2019 yılını sosyal uyum yılı ilan etti. 

Büyük oyun ve alınacak dersler.. 

 Büyük Oyun açısından baktığımızda Ortadoğu‟da Suriye ve Irak üzerinden pek çok büyük devletin karşılıklı birbirini by-pass (izole) etme stratejisi uyguladığını görüyoruz. ABD, Suriye ve Irak‟ın kuzeyinde Kürtler üzerinden Türkiye‟yi Ortadoğu‟dan izole etmek ve Doğu Akdeniz‟e gelecek enerji hatlarını kontrol altına almak istiyor. Rusya, Avrasyacılık stratejisi içinde Afganistan‟dan sonra Doğu Akdeniz‟de de ABD‟nin önünü kesmek ve buralardan çıkarmayı planlıyor. Rusya‟nın enerji kartı Suriye ve Ukrayna‟da kendi çıkarlarına odaklanmış durumda ve ittifakları her an değişebilir. Çin ise „Tek Yol Tel Kuşak‟ ile sadece Rusya‟yı güneyden kuşatmayı değil, Doğu Akdeniz‟e kadar uzanmayı hedefliyor. 
 Ortadoğu‟da ise Suudi Arabistan, petrol ihraç etmek için tankerleri ile Basra ve 
Hürmüz Boğazlarını dolanmak zorunda ve bu yüzden en büyük tehdit olarak İran‟ı görüyorlar. Bu kavga son yıllarda Yemen üzerinde (Kızıldeniz‟de) Bab-El Mandab‟ın kontrolü için savaşa dönüştü. Suudiler için İran‟a karşı Suriye alternatif bir çıkış güzergâhı olarak görüldü. Bütün bu stratejilerin kesişme noktasında bölgenin en güçlü devleti olan Türkiye‟nin Ortadoğu‟dan izole edilmesi planları var. Afrin üzerinden Hatay‟ın işgali planı bunun bir parçası idi. 

 Suriye‟deki oyun; demokrasi, insan hakları, diktatörü kovma gibi algı yönetimi 
üzerinden, büyük güçlerin kendi aralarındaki çıkar kavgaları için bölge ülkeleri ve vekil güçleri kullanmaları ile şekillendi. Bunların hepsinin arkasında ise üst akıl yani küresel sermayenin çıkar savaşı ve kurdukları düzenekler var. Suriye, Ruslar için ikinci bir Afganistan olabilirdi ama hiçbir tarafın kazanmadığı bir barışı en çok İsrail istedi. 
 İsrail, Suriye‟de askeri tehdit olmayacak kadar güçsüz bir Esat yönetimi istiyor. Bu yüzden, Baas ağırlıklı bir rejimi çıkarına görüyor. Rusya ile arka kanal diplomasisi kurarak İran ve Hizbullah‟ı Suriye‟de devre dışı bırakmak istiyor. Hizbullah‟ın Golan ve etrafında varlığına son vermek için kontrol bölgesi kurdu. Suriye‟de Müslüman Kardeşleri istemeyen İsrail, en başından beri IŞİD‟i destekledi. IŞİD‟in arabaları yakın müttefiki Neçirvan Barzani‟nin ortağı olduğu Toyota‟dan geldi. İsrail, Golan‟daki IŞİD militanlarına aylık 5 bin $ maaş verdi, hastanelerinde tedavisini sağladı. İsrail, YPG/PKK‟yı hem İran‟a hem de 
Türkiye‟ye karşı kendi deyimi ile „siper‟ olarak görüyor. 

 Batılıların yaratıcı kaos dedikleri strateji, bölgenin parçalanması, güç odaklarının 
ufalanması için vekil güçler bulmaya, demokrasi ve azınlık hakları görüntüsü altında federasyonlar kurmayı öngörmektedir. Son olarak şunu söyleyelim; ABD ve Rusya, Türkiye olmadan burada adım atamazlar, bizi ikna etmeden ne kalabilirler ne de etki sağlayabilirler. 

 Suriye ve Irak‟tan alınacak önemli dersler var. Bunların başında bir bölgede etkili 
olmanız için elinizin altında kullanabileceğiniz bir nüfus olması geliyor. Çünkü savaş stratejisinin temelinde rakibi askeri olarak yenmekten çok bölgenin kontrolü için etkin bir güç olmak yatıyor. Bu nüfusu bulamayan ülkeler ABD‟nin yaptığı gibi bir etnik grubu satın alıyor, terör için kullanmak üzere vaatlerde bulunuyor. 
 Son gelişmeler bize gücün dört kategorisi kapsamında şu sonuçları sağlamaktadır; 
 - Askerinle olmadığı yerde söz sahibi olamazsın. (Sert Güç). 
- Kurumlarınla olmadığın yerde kalamazsın. (Yumuşak Güç) 
- Adaletin ve halk desteğinin olmadığı yerde düzeni sağlayamazsın. (Akıllı Güç) 
- İnsanların temel ihtiyaçlarının (yiyecek, ikamet, al yapı, eğitim) karşılanmadığı yerde halkı kazanamazsın. (Ekonomik Güç) 

Dış politikamızın yürütülmesinde genellikle olduğu gibi sorunumuz şu; Türkiye, 
büyük güçlerle ilişki kurmayı bilmiyor. Türk insanı dostuna âşık oluyor, aşk gözünü kör ediyor. Hâlbuki uluslararası ilişkilerde dostluk çıkarlar üzerinedir ve gerçekleri görmelisiniz. 
Türkiye, sadece Suriye ve Irak‟ın değil, bölgenin tümünü kapsayan genel bir vizyon oluşturmalı ama bu vizyon din ya da sübjektif değerler üzerine değil, önce milli politikalar sonra tüm ülkelerin ortak çıkarlarına üzerine oturtulmalıdır. 1990 yılından öncesinde olduğu gibi tüm Ortadoğu için güvenlik santrali olma rolüne dönmeliyiz. Gelişmeler bize şunları öğretti; bu coğrafyada sandıktan demokrasi çıkmaz ve Ortadoğu‟da her şey bir domino taşı gibi ince inceye işlenmeli, üzerinde çalışılmalıdır. 

Sonuç; Suriye, Irak gibi olmasın.. 

 Irak ve Suriye‟deki Türkmenler, her zaman ikinci ya da üçüncü sınıf vatandaş olarak görüldüler ve sistemin dışına itmeye çalışıldılar. Türkmenler dağılmış, güveni sarsılmış ve yüzlerini son çare olarak Türkiye‟ye dönmüşlerdir. Türkiye‟den yapılacak en küçük bir açıklama bile onlar için çok önemlidir. Türkmenler topraklarını kimseye kaptırmamakta kararlıdır. 
 Türkiye‟nin Irak ve Suriye‟deki Türkmenlere ilişkin uzun vadeli ama milli bir 
politikası olmalıdır. Saha ile masadaki mücadelenin birleştirilmesi, kazanımların ekonomi için yük değil kazanç kapısı olmasını sağlamak gereklidir. Bu da ancak, milli ve maddi çıkarlara dayalı, gerçekçi politikalar ile mümkün olabilir. Askerinizle sahada olmanız sizi güçlü yapar ama kurumlarınız ile orada iseniz orada kalışınız istikrarlı hale gelir. 

 Türkmenlerin hakları Irak ve Suriye‟nin toprak bütünlüğü içinde korunmalıdır. 
Politikamız bu olmalıdır ama Irak bölünecekse ve ya da Türkmen bölgelerinde başka bir oluşum ortaya çıkacak ise Ankara Anlaşması bozulur ve Türkiye‟nin Misak-ı Milli‟den gelen Kerkük ve Musul başta olmak üzere Türkmen bölgeleri için ahdi hakları ortaya çıkar. Türkmenlerin en büyük desteği ve arkasında hissettiği güç Türkiye‟dir. Ortadoğu‟da Türkiye‟nin istemediği bir şey olmaz, kimse Türkiye‟nin gücüne karşı koyamaz. Mesele, ne istediğimizi bilmek ve fırsatları değerlendirilmeye hazır olmaktır. Türkmenlere acil eğitim desteği götürülmelidir. Üniversite olmadığı için Lise‟ye gitmekten vazgeçmektedirler. 

Üniversitelerimiz, Türkmenler ile ilgili tez çalışmalarını desteklemelidir. 

 DİPNOTLAR:

1 Nejat Kaymaz: Misak-ı Millî Üzerinde Yapılan Tartışmalar Hakkında, VIII. Türk Tarih Kongresi, (Ankara, 1977), s.2. 
2 İnci Muratlı: Irak Türklerinin Siyasi Tarihi, http://www.turansam.org/makale.php?id=630 (Giriş: 12 Ocak 2010). 
3 Mazin Hasan: Irak‟ın Gizlenen Gerçeği: Türkmenler, Irak Krizi, ASAM Yayınları, (Ankara, 2003), s.47-49. 

***

Kafkasya‟da Rus-Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Rusların Sınır İhlâlleri, 1826 BÖLÜM 2

Kafkasya‟da Rus-Osmanlı Mücadelesi ve Kars Dolaylarında Rusların Sınır İhlâlleri, 1826   BÖLÜM 2



 Osmanlı Devleti, Rusya, Kafkasya, Kars, Sınır, Necmettin AYGÜN,Rusların Sınır İhlâlleri,Cumhuriyet Tarihi,Kasr-ı Şirin Antlaşması,

     Kars ve çevresindeki Rus baskınlarının diğer bir amacı da her türden emtia ve eşyaya olduğu gibi insan gücüne duyulan ihtiyaçtan kaynaklanmaktaydı. Değerlendirmesi yapılan rapora göre Kars ve Erzurum Rus işgaline girmeden önce, yani resmen taraflar arasında savaşın mevcut olmadığı bir ortamda Rus baskınları ile ele geçirilen bazı aileler Rus idaresinde olan Gümrü, Revan ve Lori/Loru 
(Gürcistan‟da) taraflarına götürülmekteydiler 51. Bu amaçla Ruslara hizmet eden Göstan isimli zimmî (Ermeni) üç yüzden fazla atlısıyla Şüregel köylerinden Kızılcıkcık, Teknes ve Uzun kilise köylerinde daha önce İran baskınlarından kaçıp buralara yerleşen 1700 hâne 52 Müslüman‟ı Lori ve havalisini şen eylemek için cebren ve kahren göçürmüştü. İlgili kayıttan anlaşıldığı kadarıyla 1821-23 yılları arasında gerçekleşen Osmanlı-İran savaşında İran askerinden kaçan bazı köylüler daha kuzeyde, İran etkisinden uzak olan bazı köylere yerleşmişlerken, 1826-27 arasında aynı köylüler Ruslar veya Ruslar adına hareket eden bölge yerlisi çetecilerin baskınlarına maruz kalmışlardı 53. Ermeniler gibi Gümrülü Mehmed Hasan Bey de Müslüman olmasına rağmen bölgedeki hâneleri alıp götürerek Ruslara hizmet etmekteydi; 
Arpaçay‟daki Zarişad/Zaruşad köylerinden 40 Urum/Rum hânesi yanı sıra baskınlarda yaralanan Müslüman köylüler ve hatta akli dengesi yerinde olmayan kızlar ile nikâhlı kadınlar dahi zorla götürülmekteydi. Böyle bir zorla göçürme olayında Rus Knezi Zirheci karyesinden gizlice on hâneyi göçürürken Baş Şüregel Subaşısı Hayta duruma yetişmesine rağmen vaziyeti engelleyemeyerek şehit 
düşmüş, atı ve üzerindeki silahı ile bin altını da gasp edilmişti 54. 

Değerlendirmesi yapılan rapor, Osmanlılar ile Ruslar arasında resmen savaş yapılmayan dönemlerde dahi Rusların 300-500 kadar atlı asker ile sınırdaki Osmanlı köylüsünü rahatsız ederek yaşam kaynaklarını kısması, her türlü zulüm metotlarını kullanarak gücünü yayma ve böylelikle işgal hareketlerine engel oluşturabilecek maddî ve manevî güçleri sindirerek başarıya ulaşması yanı sıra 
Osmanlı devletinin topraklarını koruyamaması nedeniyle halkının içine düştüğü sıkıntılar hakkında önemli bilgiler vermektedir. Bu seviyede Osmanlı idarecileri, İstanbul‟dan uzakta kalan taşrasında yaşayan halk ile sosyal ve kültürel bağlarını, diğer bir ifade ile ideolojisini pekiştirmede geç kaldığından Rus yayılması gibi planlı 55 bir sindirme hareketi karşısında doğal olarak başarı elde edememişlerdir. 
Kafkasya‟yı ele geçiren Rus komutanların görevleri başında uzun yıllar kalmaları, Napolyon savaşları (1792-1815) gibi savaşlarda görev yapmaları askerî ve savaş tecrübesi açısından önemlidir. Buna karşın sınırlardaki Osmanlı kalelerini korumakla görevlendirilen idarecilerin çoğunun görev sürelerinin birkaç 
yıl veya daha az olması son birkaç yüzyılda Osmanlı devletinin içinde bulunduğu siyasî ve askerî vaziyete işaret edebilir. Bu durum Rusya karşısındaki başarısızlığın da sebepleri arasında sayılabilir. 
Ancak, 1830‟lara kadar Kafkasya‟da hâkimiyetini yerleştirerek Fırat nehrine kadar olan coğrafyanın Rus tehdidine açık hâle gelmesinin arkasında Rusya‟nın özellikle Kuzey ve Orta Kafkasya‟yı ele geçirme süreci ve bu sürece Kırım hanlığının katkısını iyi anlamak gerekir. İki önemli kapının; Derbent ve Daryal geçitlerinin ele geçirilmesi Rusların Güney Kafkasya ve Anadolu‟nun doğusuna hâkim 
olma sürecini hızlandırdığından Osmanlı devletinin Kuzey Kafkasya‟nın siyasî ve sosyal geleceğini Kırım hanlarının idaresine terk etmesi gibi bir idarî uygulamanın üzerinde durulması ve özellikle belirtilmesi gereken husus olacağı ortadadır. Fâtih Sultan Mehmed‟in, “Bahr-i Hazar’dan Bahr-i Siyah’a gelinceye dek Orta ve Kuzey Kafkasya’nın idaresini Kırım hanlarına bırakma” uygulamasına daha sonraki yıllarda devam edilmesi; diğer bir ifadeyle bölgede vasıtasız Osmanlı idaresinin 
uygulanmamasının yarattığı sonuçlar Kafkaslardaki Osmanlı başarısızlığının en önemli sebeplerindendir. 

Kırım hanlarının bölgede kendilerine itaat eden Kafkas halklarını korumakla birlikle aynı soydan olup itaat etmekte direnenlere veya vergilerini ödeyemeyenlere sertlikle karşılık vermeleri, XVI. yüzyıldan itibaren bölgede aktif olmaya başlayan Ortodoks rahiplerin ve Rusların yayılmacı faaliyetlerini kolaylaştırmıştır 56. Şüphesiz bu yorum daha ayrıntılı incelemeyi gerektirir. Kırım hanları etkin oldukları sahalarda Osmanlı ideolojisinin prensiplerini yaymaktan çok ganimet ve esir elde etme felsefesiyle hareket ettiklerinden Kafkaslardaki Osmanlı hâkimiyeti ni zora soktukları gibi bazı Kuzey ve Orta Kafkasya beylerinin de Rus ve Hristiyan dünyasına meyletmelerine yol açmışlardır 57. Osmanlıların Kafkaslar ile doğrudan ve daha sıcak ilişki tesis etmeye başlamalarının Kırım‟ın bağımsız olması (1774) 
sonrasına bırakılmasının yarattığı geç kalınmışlığı Rusların değerlendirmesi ise Osmanlı devletinin bölgede uyguladığı adı geçen idarî/yönetsel hatanın devamı olarak görülebilir. Rus idarecilerin Kafkaslara hâkim olmak için gerçekleştirdikleri misyonerlik hareketlerini aratmayan yayılmacı politikalarından Kırım hanlarının habersiz olmaları yanı sıra Kafkas halklarına karşı sert ve kaba uygulamalarda 
bulunmaları Rusların Kafkaslarda ve Tatarlar arasında taraf bularak Güney Kafkasya‟ya kadar olan coğrafyayı daha rahat ele geçirmelerine yol açmıştır. Osmanlı devletinin bölgede daha etkin olmak için 1778 yılından itibaren Kırım Tatarlarını saf dışı ederek bölge hakkında bilgi edinmeye başlaması Kafkaslarda Osmanlı ideolojisinin taraf bulmasına yol açmış olsa da bu türdeki faaliyetlerin XVIII. yüzyılın sonlarında değil de en azından bir yüzyıl önce gerçekleştirilmiş olması Kafkaslardaki Rus yayılmasını zora sokabilirdi. Fakat bu yapılamamış, kısacası geç kalınmıştır 58. 
Son bir sözü “sınırda yaşam” olgusu üzerine söylemek gerekir. XVI. yüzyıl başlarından XIX. yüzyılın 20‟li yıllarına kadar İran; XVIII. yüzyıl başlarından XX. yüzyılın 20‟li yıllarına kadar Rus ve Ermeni baskılarına maruz kalan; dededen toruna kadar birkaç neslin hatırası esasen esaret ve zulüm anlatılarından ibaret olan bölge insanının özgürlük, bağımsızlık, din, esaret, devlet ve bayrak gibi 
kavramlara yaklaşımı şüphesiz sınırda yaşama geleneği bulunmayanlara nispeten daha farklı olacaktır. 

Değerlendirmesi yapılan belgeden anlaşılacağı üzere sınırda yaşam söyleminin kendisi ilk anda insana ürperti verdiği gibi, sınırda yaşama kararlılığı bir ölçüde kadere razı olma veya kadere rest çekme cesaretinde olanların işidir de aynı zamanda. Osmanlının bu sıkıntılı zamanlarında sınırda yaşama olgusu “yarına çıkamama” kaygısının yaşanılan anda hissedilmesiyle iç içedir. Zira tehlikenin nereden ve ne zaman geleceği, yani Rusya ve İran‟ın ne zaman ve nereden baskın yapacağı belli değildir; belli olsa da ne kendini koruması ve ne de ait olduğu değerlerin koruyucusu olan devletin yardıma koşması şartlar gereği çok zordur. Dolayısıyla, sınırda yaşam geleneği çoğunlukla doğduğu yeri terk etmeme iç  güdüsünden kaynaklansa da belirli bir cesaret gerektirdiği de gözden ırak tutulmamalıdır. 

EK I 

BOA. A.DVN.DVE Nr.915 [Moskovlu Tarafından Gelüp Cebren Gerek Sarkalık59 İle Kars Hudûdundan Götürdükleri Emvâl (ü) Eşyâyı Beyân Eder Sene 242] Sayfa 2 
Gümrü‟de olan Rusya askerinin ser-gerdesi60 Kenyas nam bu def‟a Revan üzerinden bin saldad 61 beşyüz atlı ile gelüp Koşva‟nın karyesine hücum edip ber-vech-i defter emvâl ü eşyâ (g)ötürdü Sığır 48 aded Ganem (:koyun) 25 aded 
Hınta (:buğday) 22 somar 62 Un 30 çuval Şa‟ir (:arpa) 54 somar Araba 4 aded 
Karye-i mezkûre geldikde askerî geçüp Tayiler nam karyede olan hâneleri ğarat edüp götürdü(kleri) emvâl ü eşyâlarının defter(idir) on hânenin eşyâsı 
Sığır 275 aded Çamuş 31 aded At 14 aded Âdem 3 Araba 3 Mezkûr Kenyas kışın Gümrü‟ye geldiğinde askerinden Şüregel karyelerine giçüp cebren götürdüğü emvâl ü eşyânın defteri Teknes karyesinden 5 sığır, 9 (somar) şa‟ir, 5 ganem, 5 at, üç takım esliha Uzunkilsa (:Uzun Kilise)63 karyesinden 2 sığır, 6 somar şa‟ir, 3 ganem Kızılçıkçık karyesinden 4 sığır, 10 somar şa‟ir Camuslu karyesinden 5 sığır, 40 somar şa‟ir, 3 araba, 6 öküz Karahan karyesinden 8 sığır, 8 somar şa‟ir 
Baş Şüregel 64 karyesinden Müsliman hânelerinden götürdükleri 5 kilim, 9 kiçe (:keçe), 7 sığır, 5 at Perveli karyesinden mukaddem askerler İran‟a kadar gelüp „avdetlerinde Bayındır nam karyeye geldikde Kenyas-ı mezkûr beş yüz saldad bin atlu ile Arpaçayı‟nı geçüp karyelere hücum edüp garatinin 65 defteridir 

Teknes karyesinden 25 somar şa‟ir, 10 ganem, iki kat at esliha Baş Şüregel karyesinden 150 somar şa‟ir, 225 somar hınta, 88 aded sığır, 40 aded ganem, 3 zahmdâr 66 âdem, 8 kat at esliha, dört hânenin eşyâsı İgirm (20) hânenin eşyâsı 95 somar hınta, 100 somar şair Uzunkilsa karyesinden 18 somar şa‟ir, 20 somar hınta (…) karyesinden 95 somar şa‟ir, 255 somar hınta, 33 aded sığır, 27 aded ganem Gelriran karyesinden 15 somar şa‟ir, 5 aded sığır, 5 çuval un Gedikler nam karyelerin üçünden 19 aded sığır, 25 çuval un Müşgü karyesinden 15 ganem Karye-i mezburun at ilhisini ğasb eylediklerinde biz dahi atlu gönderüp Kapulu karyesinin ilhisini götürdüğümüzde mezbur ilhiyi gönderüp kendülerinkini götürdüler Kırkbir senesinin zilhiccesinde67 mezkur Kenyas Gümrü Ağası Mehmed Hasan nam ale‟l-gafle68 ikiyüz mikdâr atlu ile irsal edüp Aküzüm nam karyeyi basup cümle emvâlini garat edüp götürdüğünden ma‟ada bir Müsliman hânesini cümle emvâl ü eşyâsile götürdüğü vakt bu tarafdan asker cem‟ oldukda mukabele olacağını fehm edüp69 garat-ı mezburu virdi baki kalanın defteridir 
50 aded ganem 
5 re‟s at 
12 aded öküz 
3 aded tüfek 
18 aded inek 
2 zahimdâ(r) âdem 
Müsliman hânesinin 
35 aded ganem 
65 aded sığır 
5 re‟s at 
8 aded kilim 
7 aded halı 
23 aded bakır 
20 aded tüfek 
2 çift pişto/piştov 
4 aded giçe (keçe) 

Karye-i mezbur(e)den cend-ruz (çend-ruz) mukaddem (:birkaç gün önce) Mehmed Hasan‟ın karındaşı Ali Bek Gümrü atlusıyla gelüp Pervelü nam karyeyi basup iki hâne cebren emvâl ü eşyâsıyla götürüp iki âdem zahmdâr etdiler 

Sayfa 3 

Cend-ruz mukaddem Celep-nahiri basup cebren bulup götür(dükleri) 2 aded aba, 20 aded sığır Halefoğlu nam karyeden gice sarkalık ile götürdüler 2 at, 19 sığır 
Müşgü70 karyesinden bir def‟ada 6 aded sığır Perkir-i kebir karyesinden bir def‟a 2 öküz Diğer def‟ada götürdükleri 1 araba, 5 sığır Kömürkerre karyesinden bir def‟ada 1 koc, 4 sığır, 2 hımar Diğer def‟ada 8 sığır Pirveli karyesinden def‟a-i vahidede 3 sığır Def‟a karye-i mezbur(e) sakinlerinden İsmail nam kimesne Revan tarafından gelür(iken) gelen Kinyaz rastgelüp altı re‟s öküzünü alup ba‟de üçünü ve de üçünü götürdü 3 sığır, 1 kılıç, 1 tüfenk Gülviran71 karyesinden def‟a-i vahidede 10 aded sığır Diğer def‟a 8 aded sığır, 2 aded araba Ani karyesinden „ala cins olarak kısrak, 4 aded kısrak Diğer def‟ada 2 aded camuş Bayrakdar karyesin den 2 camuş, 4 aded sığır Gasganli Haso nam kimesnenin koyun sürüsünden seksen aded koyun Def‟a Hatinin oğlunun ganem 30 Teknes karyesinden def‟a-i vahidede 4 at Diğer def‟ada 5 sığır, 2 araba, 1 kısrak, 3 ganem Baş Şüregel karyesinden def‟a-i vahidede 5 öküz, 4 camuş Diğer def‟ada 7 sığır, 4 çamuş 
Def‟a 3 at Def‟a 5 sığır Diğer def‟a 8 sığır Diğer def‟a 7 ganem, 3 sığır Ergene karyesinden 6 aded sığır Kızılcıkcık karyesinden 7 aded sığır Def‟a 3 at, 3 öküz 

Sayfa 4 

Gedikler karyesinden 3 sığır, 2 araba Diğer Gedikler‟den 4 araba, 8 sığır, 1 at 
Zibeni karyesinden 3 kısrak, 8 sığır Şehirli Sağır bostancının nakid para, 1 araba, 2 somar hınta, 4 öküz, 100 kuruş nakid para Def‟a-i uhrada72 Bayrakdar karyesini Mehmed Hasan Bekin damadı atlu ile basup igirm hâne götürüp karakulları zahmdâr edüp götürdüklerinde verasından73 havar(î)74 yetüşür bir âdem olardan zahmdâr oldu sinorlarına geçirüp kurtardılar, cebren götürdükleri hâne 20 Def‟a-i uhrada Kızılçıkçık karyesini yüzelli atlu Kenyas gönderüp karakulları tutup Müsliman hâneleri garat edüp seksen iki hâne cebren götürdü Müslimanların giden emvâl ü eşyâsının defteridir 109 adede bakır 

6 aded giçe (keçe) 
31 aded sığır ineği 
1 aded tüfek 
5 aded halı 
9 aded kilim 
3 aded camuş 
24 aded öküz 
11 re‟s at 

(…) reâyâsından (…) Gümrü tarafına „azim etmiş iken Camuşlu karyesinde olan Karakullar „avk edüp 75 konduklarından Kenyas haberdârimiş Bogos nam zimmî yüz elli atlu ile gönderüp birbirlerine rast geldiklerinde karakullar kalil76 olduklarından mukavet77 getüremeyüp firar ve hâne zabt eylemişlerken 
verâdan78 imdad yerişüp mesfurlar mezkûr hâneleri ilerü gönderüp kendüleri sebük-bar79 girüde da‟va eylediklerinde mesfurlardan yigirm at ahz eylemişler ba‟dehu ikiyüz elli atlı dahi gönderip yine anları ve hâneleri cebren ahz ve „avdet eyledikleri 80. 
Uzunkilise karyesinden 8 aded öküz 
Def‟a 3 at 
Def‟a 1 at 
Def‟a 2 merek 
Karahan karyesinden 2 kısrak, 7 öküz 
Def‟a (1) araba götürüp, Ya‟kup nam kimesne(yi) mecruh etdikler(i) 
Tepecik karyesinden 20 aded sığır İncedere degirmeninden 22 aded sığır 
Koşavanik karyesinden 6 aded sığır Def‟a-i uhrada 7 aded sığır, 3 aded camuş 
Murad Bek karyesinden 7 aded sığır 

Sayfa 5

Def‟a-i uhrada Perkir-i Kebir karyesinden 5 aded öküz 
Def‟a-i uhrada Kızılcıkcık karyesinden Arvestelli Kaplanoğlunun yedi aded öküzünü götürdüğü 

Acem ile sefer esnasında81 Gümrülü Mehmed Hasan Beyin oğlu Rahim külliyetlü atlu ile gelüp Zerişad 82 tarafından üç yüzden mütecaviz hayvanat götürdüğünden ma‟ada damadı Mehmed Sadık dahi Sögütlü karyesini basup sığınağını perişan edip rusvaylıkdan ma‟ada83 iki yüzden mütecaviz hayvanat götürdüğü ve yigirm hânenin kilim ve kice (keçe) vesâ‟ir eşyâsını külliyen ahz ve yağma eyledikleri Acem asakiri yağmasından havfen84 Şüregel karyesi ahalisinden elli beş hâne zahiresini ve eşyâsını Bayındır karyesine komşulukları cihetiyle emanet koymuşken külliyen zabt eyledikleri zahireleri „ale‟l-hesap somar üç yüz derun-ı hânelerinde olan eşyâ lâ yuhsâ velâ yu‟ad85 sahipleri perişan olduğundan „alâ hazihi tahrir olunmadı Camuslu karyesini üc def‟a söküp odunlarını götürdükleri her bir karye‟i iki üç def‟a söküp götürdükleri mütevatiren 86 sabitdir Hasan Han Magazberd kal‟asını muhasara eylediği esnada Kinyaz Bayındır karyesine gelüp kardaş 
Köstan zimmî üç yüz atlu ile gönderüp Şüregel Müsliman re‟âyâsı Perveli karyesinde tehassün87 eylemişken hücum ve da‟va ve tastik eylemiş iken Hasro Paşanın kethüdası Hacı Hasan Ağa Subatan karyesinde asker ile olduğundan istimdât-ı âdem88 gitdiğini istimâ‟ edüp Mayusa avdet eyledikleri anda Köstan-ı mesfur ile giçal mayor89 üç yüzden ziyade atlu-yı menhusesiyle90 gelüp Kızılcıkcık ve Teknes ve Uzunkilise nam karyelerde Acemden tehassün eyleyen bin yediyüz hâne cebren ve kahren göçürüp Löri ve havalisini şin (şen) eyledi ve odunlarını dahi götürdükleri Zarişad kuralarında sâkin kırk Urum hânesi ale‟l-gafle basup götürdü Ba‟de eylat/ilât91 ve re‟âyâ perişan oldukdan sonra Aküzüm karyesinden altmış hânenin otunlarını götürdü ve üç yüz somar dahi zahiresini götürdü 
Ve Hamzegerek karyesinin otunlarını otuz hânenin ve külliyen zahirelerinin beş yüz somardan ziyade İncedere karyesinin elli hânenin otununu ve beş yüz somar zahiresini götürdükleri Oğuzlu karyesinden (def‟a-i uhrada) üç yüz seksen somar zahire Def‟a Bayrakdar karyesinden yüz kırk somar zahire Ve Kürekdere karyesinden altmış hânenin odununu ve beş yüz somar zahiresini Fimili karyesinden otuz hânenin odunlarını külliyen götürdükleri Ve Çarbaşı92 karyesini külliyen söküp götürdükleri ve Aralık karyesinden re‟âyâ tamlarını külliyen söküp 
götürdükleri ve andan ma‟ada Sultan Murad-ı Sâlis tâbe serâhunun karye-i mezkûrda bina eylediği câmi‟-i şerifin otununu ve mefruşatını külliyen götürdükleri ve taşlarını dahi 

Sayfa 6

Ve Paldırvan karyesinin 93 seksen hânenin otunlarını ve Şekü karyesinin dahi olmikdâr hânenin otunlarını külliyen götürdükleri Def‟a-i uhrada Baş Şüregel karyesini basup on hâne emvâl ü eşyâsıyla göçürüp götürdükden ma‟ada bir 
Müsliman nâ-mevza94 deli kız dahi götürdüler Def‟a Teknes karyesinden Mehmed Hasan Bey gelüp bir nikâhlı hatun cebren götürdüğü Zirheci/Zirehci karyesinden Kinyaz hafiyyeten (:gizliden) on hâne göçürüp götürürken Baş Şüregelin 
subaşısı hayta vakıf olup verâdan (arkadan) yerüşüp da‟va eyledükde zaferyâb olmayup 95 kendüsünü şehid ve at ve silahını kemerinden bin altununu ahz eyledikleri Ve Bacalı karyesinden Gasganlinin beş yüz koyunını Kinyaz (:Knez) götürdüğü ve üç yüz elli sığır ve yetmiş at ve yigirm hânenin cümle eşyâsını yağma eyledikleri Ve Hamzagerek ve Oğuzlu karyelerini Kinyas külliyen emvâl (ü) eşyâsını yağma ve garat eylediği Akçakal‟a karyesinden Hıyre (Fersiz/Donuk) İsmail‟in oğlunu hafiyyeten ahz eyledikleri İgirmiki (:Yirmi iki) tarihinden sonra Moskovlu Arpa suyunu bu tarafa geçüp cebren ve kahren tasarruf idüp ve otlarını bicdiği karyeler Zaza ve Okçuoğlu diğer Okçuoğlu ve Ocakkulu ve Karakilisa ve 
Karakışlak ve Molla Musa96 ve Aralık ve Asrehâne ve Güllübulak ve Karaçene 
Ba‟dehu Kars valisi Sert Mahmud Paşa eyyâmında Tiflis‟e âdem gönderüp orda şor ceneralden o senede bicdikleri yedi bin araba otun parasını talep eyledikde arabasını bir manata kat‟ eylemiş Kenyaz iğfal edüp 97 beher sene alurlar diyu men‟ eyledi otuzuncu sene (H.1230) babapaşının 98 hengâmında 99 biçemdi 
ba‟dehu yine bicdiler ve andan sonra ziraat ve tasarruf idiyorlar muhafızlarımız her ne kadar yazdılarsa bir gün ref‟ile cevap virdi „akıbet bunu şerif ögerdir diyu Salih Paşa oğulları divan efendisini Tiflis‟e gönderdiğinde komayup şeriften benim hakkımı paşanuz alsun ben de viririm Tiflis‟e gitmeye ne hâcet direk avdet itdirdi ba‟dehu bendenize tahrir etdiğinde cevabında mürafa‟a100 eylesin şer‟an boynuma bir şey‟ korsa sem‟an ve ta‟a(ten)101 dediğimde ulema tarafından Hacı Mahmud Efendi ve a‟vat tarafından Beluş Osman Paşa ve müşarun-ileyh tarafından Selamağası Abdullah Ağa ta‟yin olunup Arpa suyu kenarında üçgün bekledin sonra kendüsi gelemeyüp gical mayoru102 ve Gümrülü Mehmed Hasan Bey gönderüp şer‟an ve hükmen boynuma bir şey‟ koydular hilaf olduğunda vazgiçerim diyerek kendüsi dahi cevap virdi ve sizler gidin ben âdem gönderir paşaya yazarım diyup gönderdi ba‟dehu Gümrülü Haradad nam kimesne müşarun-ileyhe irsal edip tahrir etmişdik mesfurun takririne i‟timad idesin cevap bu imiş ki bir ceraye 103 yerdir biz bicmesek düzde kalur muşarun-ileyhi mahkemeye gönderip cevap versinler ahali cem‟ olup cevap virdiler ki eger dost iseniz hudud-ı hakaniyyeye geçiniz ve illâ haberdar eylemeniz padişahımıza tahrir edelim sonra cevap virdik Yusuf Paşa topları dahi orda bırakdı firar itdi bize kaldı 
diyu kat‟i cevap virdi 

Sayfa 7

Sert Mahmud Paşa hengâmında Acem‟in havfından Lezki askerini Nahcıvan ve Zebni ve Egrek ve Zerheci karyelerinde muhafazada iken ale‟l-gafle Kinyaz iki top dört yüz saldat iki yüz atlu ile basup otuzbeş âdem Müslimandan şehid ve üç zimmî ve iki zimmîye katl eylediklerinden ma‟ada elli beş âdem esir ve yüz elli sığır (…) dört hânenin eşyâsını ve yüz seksen âdemin elli beş kiseye baliğ oldu müşarun-ileyh Tiflis bir melufe 104 tahrir eylediyse de Kinyazın hakkından şöyle gelürüm böyle gelürüm diyerek def‟ ile cevap virdi. 


Rus saldırısına uğrayan yerleşimlerden bazıları 


Haziran 1828‟de Rusların Kars Kalesine saldırıları ((Slava Russkogo Orujiya, İzd. Belıy Gorod, Moskva 2003, N. Aygün Arşivi) 
XIX. yüzyılın sonlarında Rus İşgalinde iken Kars 
(Slava Russkogo Orujiya, İzd. Belıy Gorod, Moskva 2003, N. Aygün Arşivi) 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI

51 Kars, Erzurum ve diğer Doğu Anadolu şehirlerinin Rusların işgaline girmesinden (1828-29) sonra yerli Ermenilerin Rusların göç ettirme politikalarına uyarak Osmanlı şehirlerinden ayrıldıkları bilinen bir husustur. 
52 Bu miktar yaklaşık olarak 6800 veya 8500 kişiyi ifade eder. 
53 BOA.A.DVN.DVE 915, 5. 
54 BOA.A.DVN.DVE 915, 6. Ruslar Kafkasya‟nın kuzeyini ele geçirirlerken Kozaklardan, güneyini ele geçirirlerken de Ermenilerden yararlanmasını bilmişlerdir. Böylelikle Kozaklar ve Ermeniler Kafkaslardaki Rus yayılması için her an kullanılmaya hazır güçler olarak tarihteki yerlerini almışlardır. XVII. yüzyılda ticarî beklentilerle başlayan Rus-Ermeni yakınlaşması yüzyılın ikinci yarısında 
Ermenilerin Safevî hâkimiyetinden kurtarılması, aynı yüzyılın sonunda ise Ermenilerin Rus ordusunun yayılmasına hizmet etmesi amacına dönüşmüştü. XVIII. yüzyılda Karabağ ve çevresindeki Ermeniler Safevî ve Osmanlı hâkimiyetin den kurtulmak için harekete geçmişler ve Ruslardan destek istemişlerdi. Çariçe II. Katerina ise Asya‟da Ermeniler için bir Hristiyan devleti kurmanın planlarını hazırlanmıştı. XIX. yüzyılın ilk 30 yılında ise Güney Kafkasya‟da ve Doğu Anadolu‟daki şehirlerin Rus işgaline açık hale gelmesi için Ermeniler gerekli olan her türdeki ortamı hazırlayarak Rusların Kafkasları ele geçirmesine yardımcı olmuşlardı bkz. Kemal Beydilli, “1828-29 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu‟dan Rusya‟ya Göçürülen Ermeniler”, Belgeler (Dergisi), Sayı 17, Ankara 1998, 406. 
55 Rusların XVIII ve XIX. yüzyıllardaki işgal faaliyetleri sıradan değil; sistemli bir planın ürünüdürler ve Osmanlı devletinin ilk dönemlerindeki tahrir yapma geleneği ile iskân siyasetindeki dikkat ve ihtimamı burada görmek mümkündür. İşgal edilen yerlerdeki tarihî ve kültürel eserleri tek tek tespit edip kayda geçirme, bu konuda raporlar hazırlama, savaşlarda yanlarında bulundurdukları ressamlar tabyasıyla zaferlerinin resimlerini çizme, şehir plan ve projeleri hazırlama, yol, köprü ve iskele inşa etme, yanlarında götürdükleri sanat tarihçileri ve arkeologlara tarihi eserlerin bulunduğu alanlarda inceleme ve kazılar yaptırtma bunlardan sadece bir 
kaçıdır. Savaşlarda yanlarında bulundurdukları ressamlar tabyası hakkında bkz. Slava Russkogo Orujiya, İzd. Belıy Gorod, Moskva 2003, 14-23, 62-69. Birçok kez Rus işgaline uğrayan Erzurum‟dan götürülen Osmanlı eserlerinden bazıları; 1580‟li yıllara tarihli iki adet tahrir defteri ile bazı medrese kitapları hâlen Ukrayna‟nın Harkov şehrinde, Karazina Devlet Üniversitesi Kütüphânesi‟ne bağlı 
El Yazmaları Kütüphânesi‟nde bulunmaktadır. 
56 Kırım hanlarının Deşti Kıpçak ve Kuban ötesinde yerel halka uygulamış oldukları baskılar özellikle Kabarday ve Nogayların Moskova Knezliği‟nden yardım istemelerine yol açmıştı. Kırım hanlarının her yıl vergi olarak aldıkları köle sayısını sürekli artırmaları ve benzeri baskıları XVI. yüzyıl ortalarında bazı Kafkas kabilelerini Rusya‟ya yaklaştırmıştı. Bu baskılar neticesinde Moskova‟da vaftiz edilerek Hıristiyan olanlar çoktur. Aynı feodal beyler daha sonra bölgelerine Rusya‟nın temsilcisi olarak dönmüşlerdir. 1552‟de Kabardaylar ve 1555‟te Çeçenler Kırım hanlığının baskılarından kurtulmak için Çar IV. İvan‟dan yardım istemişlerdi bkz. Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, 44-50. 
57 Ahmed Resmî, Osmanlı devleti ile Rusya arasındaki düşmanlığın en önemli sebebinin Tatar taifesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Tatarların barış zamanlarında Rus köylerine saldırmaları yanı sıra ayda 40-50 kese akçe alarak Osmanlı hazinesini yağmalamaları, bununla birlikte 1768 Osmanlı-Rus savaşında savaş meydanında gözükmemeleri Tatarlar hakkında şüphelerin doğmasına yol açmıştı bkz. Aksan, Ahmed Resmi Efendi, 120, 166. 
58 Bu amaçla Trabzon Valisi Canikli Hacı Ali Paşa 1778 yılında Kırım seraskeri tayin edilerek Çerkesler hakkında bilgi toplamak ve bölgenin keşfini yapmak üzere Soğucak kalesine gönderilmişti. Gürcü asıllı Ferah Ali Paşa halk ile yakınlaşmak için 1780 yılında Soğucak muhafızlığına tayin edilmiş; bölge halkına her anlamda yardımlarda bulunan Ali Paşa buradan evlenerek bölge beyleriyle sıcak ilişkiler kurmanın temellerini atmıştı. Rus tehlikesini birinci elden gören Osmanlı devlet adamları Azak denizinin girişine ve Karadeniz‟e hâkim Taman yarımadasında Anapa kalesini inşa etmişlerdi. Anapa sonraları Kuzey Kafkasya‟da Osmanlı devletinin en önemli üssü hâline gelecekti. Trabzon eyaletinden 100 kadar timar ve zeamet sahibi iki üç nefer yandaşlarıyla birlikte Anapa kalesine yerleştirilmişler di. 1824 yılında ise Anapa muhafızlığına Çeçen asıllı Çeçenzade Hasan Paşa atanmış; bölgeyi asker ve mühimmat ile destekleyen Hasan Paşa Çerkes kabileleri arasında İslâmiyet‟i yaymada, Osmanlı‟ya tâbi olmada ve Çerkeslerle evlilikler yoluyla gönül bağı kurmada başarılı olmuştu bkz. Bilge, Osmanlı Devleti Ve Kafkasya, 138-140, 187. 
59 Hırsızlık. 
60 Gerde; yapılmış, edilmiş. Ser-gerde: Baş idareci. 
61 Soldat/Saldat” (Rusç.): Er, asker. 
62 Somar: Hububat ölçümünde kullanılan 16-25 kilo arasında bir ağırlık. 
63 Akyaka ilçesi, Esenyayla köyü. 
64 Burası Arpaçay sınırına oldukça yakın, kalesi olan bir serhat noktasıdır. 
65 Garatin: Garet kelimesinin çoğulu; düşman toprağına yağma için yapılan hücum. 
66 “Zahm”den türev, yaralı. 
67 Temmuz/Ağustos 1826. 
68 Gaflet üzre, kendinde olmayarak, habersiz. 
69 Karşılık verileceğini anlayıp. 
70 Erzurum ilinin Horosan ilçesine bağlı Pınarlı köyünün eski ismi. 
71 Külveren köyü.
72 Def‟a-i uhra: Başka, diğer defa. 
73 Arkasından. 
74 Yardımcı. 
75 Avk: Alıkoyma, tutma, engel alma. 
76 Kalil; Az. 
77 “Mukavemet” olmalıdır; karşı durma, dayanma. 
78 „Verâ‟, “arkadan, geriden”. 
79 Yükü hafif, az eşyası olan. 
80 Geri döndükleri.
81 Bu sefer 1821 de başlayıp 1823 yılında sona eren Osmanlı-İran savaşı ile ilgilidir. Bu savaşta Abbas Mirza komutasındaki İran ordusu Muş‟a kadar Doğu Anadolu topraklarını ve Kars‟ı yağmalamıştı. 
82 Günümüzde Arpaçay ilçesinin merkezi. 
83 Rezillikten başka. 
84 Korkudan. 
85 Sayısız, pek çok. 
86 Mütevatir: Halk arasında ağızdan ağıza söylenen ve yayılan haber; sıhhatli, doğru olması yüksek haber. 
87 Tehassün; Kale veya hisara kapanma. 
88 Yardım istemek. 
89 Binbaşı. 
90 Uğursuzlarıyla. 
91 “Eylat” burada “eyâlât”ın (:eyaletler) karşılığı olarak kullanılmış olabilir. Eğer “ilât” olarak kabul edilirse o zaman “aşiretler” anlamı ortaya çıkar.
92 1848 yılında Şüregel Kazasına bağlı bir köydür, bkz. Selahattin Tozlu, “Karapapaklar Hakkında Bazı Notlar I”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 7, 2005, s.93. 
93 Duraklı köyü. 
94 Ahenksiz, düzeni olmayan, kusurlu. 
95 Başarılı olamayıp. 
96 XIX. yüzyılda Karakilisa (:Azatan, günümüzde Ermenistan‟da) ile birlikte Şüregel kazasına bağlı köydür. 
97 Aldatıp/dolandırıp. 
98 Papa başı olmalı. 
99 Zamanında. 
100 Mahkemesini görme-mahkeme olma. 
101 Baş üstüne. 
102 Binbaşısı. 
103 Cer: Uçurum, çukur. Demek ki ot biçilen saha pek de verim alınan bir saha değildir.
104 Bu kelimenin “melfuf-melfufe” olması mümkündür; bir zarf veya mektubun içine konulmuş. 

***