Milletler Cemiyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milletler Cemiyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

İRAN VE SURİYEDEKİ TÜRKMEN KARDEŞLERİMİZ.,

İRAN VE SURİYEDEKİ TÜRKMEN KARDEŞLERİMİZ.,


Prof.Dr. Sait Yılmaz 
22 Mart 2019 


     Irak ve Suriye’deki Türkmen kardeşlerimizi unutmayalım.. 

Giriş 

     Hafta içinde yaptığımız Irak ve Suriye Türkmenleri Kongresi ile iki ülkedeki Türkmen kardeşlerimizin liderlerini, sahadan bilgi alan çeşitli akademisyen ve gazeteci arkadaşlarımızı ağırladık. Neler olup-bittiği ile ilgili bilgilerimizi tazeledik, görüş alışverişinde bulunduk. 
Türkiye‟de Türkmen kimliği ve yaşadığı sorunlar ile ilgili önemli bir bilgi açığı var. Irak ve Suriye‟de yaşayan Türkmenler, 1923 yılına kadar aynı ülkenin (Osmanlı) vatandaşı olduğumuz, bizim gibi Oğuz kökenli Türk kardeşlerimiz. Kader pek çok coğrafyada olduğu gibi bizleri fiziken ayrı düşürse de gönül bağlarımız ve ortak umutlarımız devam ediyor. 
Türkmen kardeşlerimiz için yaşadıkları ülkelerde durum uzun zamandır iyiye gitmiyor, hatta varlıklarının hiç olmadığı kadar tehlikede olduğunu söyleyelim. Bunları size aşağıda rakamlarla anlatacağım. 1990 yılından beri Türkmen kardeşlerimizle ve bölgedeki istenmeyen oluşumlar ile ilgili önümüze pek çok fırsat çıkmasına rağmen bunları değerlendirmedik. 

 Irak ve Suriye‟deki Türkmen kardeşlerimiz için bir şeyler yapmak konusunda geç 
kalmışta olsak da hala yapılacak çok şey var. İki ülkede de Türkmen varlığı hemen hemen silinmek üzere. Kamuoyunda az bilinen bir harita var; „Türkmeneli bölgesi‟ yani tarihi olarak Türkmenlerin hâkim olduğu bölgeler. Bağdat‟tan başlayıp Irak‟ın kuzeyinde Kerkük ve Musul‟u da içine alıp, oradan Suriye‟nin kuzeyinden Halep‟e ulaşan bir Türkmen hilalini temsil ediyor. İşte bu hilali şimdi Batılılar PKK terör örgütü ve işbirlikçisi Barzani yönetimi ile dolduruyorlar. Türkiye‟nin vizyonu Türkmen kardeşlerimizin kimliğinin ve haklarının korunması olmalıdır. Bunun için ne Irak‟ı ne Suriye‟yi bölmeye gerek var. Türkmenler, her zaman en barışçıl toplumlardan biri oldu. Bu ülkelerin bütünlüğü içinde Türkmenlerin hakları 
korunabilir. Aksi takdirde Suriye de Irak gibi olabilir. Neler oldu, hangi aşamada yız, neler yapmalıyız; özetleyelim. 

Federal Irak’ta Türkmenlerin adı yok.. 

 Birinci Dünya Savaşı'nda müttefikleri yüzünden mağlup sayılan Osmanlı 
İmparatorluğu, 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaşa son verdi. Yapılacak barış anlaşması için Mondros‟un imzalandığı gün savaşın durduğu hatlar esas olacaktı ama İngilizler savaşa altı gün daha devam edip, Kerkük ve Musul‟u da içine alan bölgeyi de işgal ettiler. Son Osmanlı Mebusan Meclisi‟nin, 28 Ocak 1920'de yaptığı toplantıda kabul ettiği "Misâk-ı Milli", Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında yapılan tüm işgalleri reddediyordu. 

Atatürk, Lozan öncesinde 13 Ekim 1922'de yabancı basına verdiği demecinde "Avrupa'da İstanbul ve Meriç'e kadar Trakya, Asya'da Anadolu, Musul arazisi ve Irak'ın yarısı, Makedonya'yı ve Suriye'yi terk ettik. Fakat artık arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri ve her şeyi isteriz. 

Bunları kurtarmaya azmettik ve kurtaracağız" demişti. 

1924'te Meclis‟te dağıtılan haritaya göre (Harita 1) Batum, Halep, Rakka, Deyr-i Zor, Musul ve Kerkük (Revandiz, Erbil) gibi bugün Türkiye sınırları dışında olan vilayetler Türkiye toprağı olarak gösterilmektedir 1. İngiliz kontrolündeki Milletler Cemiyeti 1925 sonunda Musul'un Irak'ta kalmasına karar verdi. Türkiye, tüm hoşnutsuzluğuna rağmen içeride bekleyen ekonomik ve sosyal sorunlar yüzünden 05 Haziran 1926‟da İngiltere ile yapılan anlaşma çerçevesinde, Milletler Cemiyeti kararını tanıdı. Ancak, Atatürk, Misak-ı Milli sınırlarını Türk dış politikasının yükümlülük alanı olarak tespit etti. 

Harita 1: Misak-ı Milli 


 1926 Ankara Antlaşması ile Musul vilayetinin Irak sınırları içinde kalması neticesi 
Irak vatandaşı olan Irak Türkleri, antlaşmayla beraber Irak devletinin asli ve kurucu üç unsurundan biri olmuştur. Ancak, sahip oldukları haklar hep kâğıt üstünde kalmıştır. 1959 
Kerkük Katliamı yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 1972‟de Irak hükümeti, Türkçe eğitimi ve Türk medyasını yasaklarken, Baas rejimi de 1980‟de kamusal alanda Türkçe‟nin kullanımına fırsat vermedi. Türkmen aydınları arasında öne çıkmış isimler 1980‟de idam edilmiştir 2. 
Amerikan işgali sonrası 1990‟lı yıllarda Türkmenler siyasi örgütlenmeye gittiler. 1995‟te Irak Türkmen Cephesi (ITC) kuruldu. 1957 yılındaki Irak nüfus sayımına göre Irak‟ta 2,5 milyon Türkmen yaşamakta idi. Türkmen nüfusu; 28 milyon olduğu tahmin edilen Irak nüfusunun % 12‟sine tekabül etmektedir. 
Günümüzde 3.5 milyon nüfusu ile Türkmenler Irak‟taki üç önemli etnik unsurdan 
biridir. Irak‟ın her bölgesine yayılmış olan Türkmenler en çok Irak‟ın kuzeyinde Kerkük, Erbil, Selahaddin, Musul ve Telafer‟de yoğun olarak yaşamaktadır3. 2003 yılı sonrası yaşanan olaylar nedeni ile Harita 2‟de görülen Türkmen bölgesi kaybolmuş, geride bölük pörçük Türkmen toplulukları kalmıştır. Irak‟ın kuzeyinde Kürtlerin devlet kurma istekleri Türkmenlere olan saldırıları arttırmış ve birçok katliam gerçekleşmiştir: Tuzhurmatu (2003), 

Telafer I (2004), Telafer II (2005), Musul (2005), Yengice (2006), Karatepe (2006), Kerkük Terör (2006) katliamları bunlara örnektir ve maalesef bu katliamlar hâlâ daha devam etmektedir. 
 Amerikan askerlerinin 2005 yılında yaptığı Irak Anayasası ile Parlamentodaki 329 
sandalye ve önemli konumlar (başkanlık, başbakanlık ve hükümet sözcülüğü) mezhepsel olarak dağıtılmış durumdadır. Kürtlere başkanlık, Şiilere başbakanlık ve Sünnilere hükümet sözcülüğü verilmiştir. Irak‟ın kuzeyinde kurulan Kürt yönetim bölgesinin kendi parlamentosu ve başbakanı var. Kürtler kadar nüfusu olan Irak Türkmenlerin ise ne diğer azınlıklar gibi parlamentoda sandalye hakları var ne de Irak yönetiminde bir konuma sahipler. Türkmenler son seçimlerde Kerkük‟te Irak Türkmen Cephesi‟nden 2, Şii gruplar içinden 7 milletvekili çıkardılar. Ancak, 100 bin nüfuslu Hıristiyanlar bakanlık (Adalet) alırken, Türkmenlere bir bakanlık bile verilmedi. Irak nüfusu, 2018 yılında 39 milyon kişidir. Türkçe konuşan (Türkmen) sayısı; resmi olarak 1.5-1.8 milyon kişidir. Bunlara resmi olmayan 750 bin -1 
milyon kişi ilave edilmelidir. Türkmen bölgeleri dışında yaşayan ve Türkçe konuşmayı yararına görmeyen 500 bin kişi daha ilave edilmelidir. Irak‟ta Türkmenler yok sayılmaya çalışılmaktadır. 

Harita 2: Irak Demografisi Türkmenler (2001 ve 2019) 

Not: Soldaki haritada 2001 yılında Irak’ın kuzeyindeki Mavi Bölge Türkmen bölgesi iken, sağdaki haritada ise bugün sadece Kırmızı bölgelerde Türkmen nüfus yoğunluğu kalmıştır. 
 Sorunun temelinde Türkmen bölgelerinde petrol olması yatmaktadır. ABD destekli Barzani yönetimi; Türkmen nüfusu güneye kaçırtarak, petrol bölgeleri başta olmak üzere Irak‟ın kuzeyinde referandum ile Kürt devletinin yaşaması için gelir kaynağı yaratmak, diğer bir ifade ile bizim topraklarımız olan Kerkük ve Musul‟a el koymak istemektedir. 

Suriye’deki Türkmenler de buharlaştılar.. 

 Daha Anadolu‟da yerleşmeden önce ilk Selçuklu Devleti Suriye‟de kuruldu. 
Dedelerimiz Anadolu‟ya en az İran kapısı kadar Suriye, özellikle Halep üzerinden girdiler. 
Bugünkü Şam Camisi, Selçuklu dönemine aittir. Esat zamanında Türkçe türkü 
söyleyemezdiniz, aşırı Arap milliyetçisi baba Esat zamanında Türkmenler büyük baskıya uğradılar. Türkiye‟ye yakın sınırlarda yaşayanlar güneye göç ettirildi, buralara bugünkü PKK‟nın tabanı olan nüfus yerleştirildi. Osmanlı dönemine ait tarihi eser bırakılmadı. 
Suriye‟de iç savaş çıkmadan önce Türkmenlerin bir etnik kimliği yoktu. Suriye rejimi onları Türkiye‟nin bir uzantısı olarak görmüş, Türkçe kitap, kaset vb. her şey yasaklanmıştı. 
Ekonomik bakımdan ve eğitim seviyesi olarak en geri durumda bırakıldılar. İdlib ve Afrin ile birlikte Fırat Kalkanı bölgesi de Araplaştırılırken Türkmenler Suriye genelinde buharlaştılar. 
2011 yılına göre Suriye‟deki Türkmen nüfusu (3.5 milyon) %90 azaldı veya kayboldu. 

Suriye‟deki Türkmen sayısı 3.5 milyon (%15.2) civarındadır. Bu Türkmenleri üç gruba ayırabiliriz (Harita 3); 

(1) Türklük bilinci olup, Türkçe konuşanlar (1.5 milyon), 
(2) Türklük bilinci olup, Türkçe bilmeyenler (1 milyon), 
(3) Türklük bilincini kaybetmiş ve Türkçe bilmeyenler (1 milyon). 

C:\Users\TOSHIBA\Desktop\suriye-turkmen-nufusu-harita.jpg

Türkmenler yedi bölgeye dağılmış olduğu gibi, bu bölgeler içinde de dağınık durumda kaldılar. Türkmenlerin Suriye içi dağılımı aşağıdaki gibi idi; Halep (1 milyon 250 bin), Hama ve Humus (1 milyon), Bayır Bucak (Lazkiye) (250 bin), Şam (750 bin), Golan (40-50 bin), 
Rakka (50 bin), İdlib (50 bin). 
Harita 3: Suriye’de Etnik durum 

Bu gruplardan ilk ikisi bugün daha çok muhalif grupların bölgeleri (İdlib, Humus) 
içinde ya da Türkiye‟ye gelmişlerdir. Üçüncü grup ise çoğunlukla Esat güçlerinin (Halep, Hama) kontrolü altındaki bölgelerdedir. 
Suriye‟deki iç savaşta on üç milyon insan diğer ülkelere göç etti ya da ülke içinde yer değiştirdi. Dört milyon Suriyeli Türkiye‟ye geldi. Kuşatılmış bölgelerde varlığını sürdürmeye çalışanlara ilaç gitmiyor, bu da BM‟nin acizliğinin göstergesidir. Savaş öncesi Türkmenler tüm Irak‟ta önemli nüfus bölgeleri oluşturmuşken, bugün sadece Halep‟in kuzeyinde ve Fırat Kalkanı bölgesinde az bir Türkmen varlığı kaldı. Bugün Suriye’deki Türkmen mevcudu yaklaşık 350 bin kişi civarındadır. Sadece 10 bin Türkmen Avrupa‟ya gitti. Toplama bir milyon nüfusa sahip YPG/PKK bölgesin de devlet kurulmaya çalışılırken, Suriye‟deki Türkmenler sahipsiz ve ne istediğini bilmiyorlar. 

Türkiye‟ye gelen 4 milyon Suriyeli yanında 500 bin civarında Türkmen var. Suriye 
Türkmenleri en çok İstanbul (300 bin), Antep (50 bin), Osmaniye (50 bin), Hatay (30-40 bin), İzmir (20 bin), Malatya (20 bin) ve Konya‟da (15 bin) yaşamaktadır. 150 bin civarında Suriyeli Türkmen‟in Lübnan‟a göç etmek zorunda kaldığını da not edelim. 
Savaş nedeni ile Fırat‟ın doğusunda boşalan yerlerde suni bir Kürt haritası oluşturuldu. Kobani kelimesi, Birinci Dünya Savaşı öncesi bölgede faaliyet gösteren Alman demiryolu şirketi için verilen isimdir. Şirket anlamındaki „company‟ kelimesinden gelmektedir. 

Bölgedeki tüm Kürtçe isimler uydurmadır. Bu bölge için kullanılan Arap Pınarı (Ayn el Arab) ismi aslında iki kardeş Türkmen adını taşıyordu; burada su kaynaklarının bolluğundan dolayı Ali Pınarı ve Mürşit Pınarı isimleri vardı. Onca zorla göç ettirmelerin ve demografi değiştirme çalışmalarından sonra bölgede hala 8 Türkmen köyü bulunmaktadır. 

Gelinen aşama.. 

 Türkmenler, her türlü baskı, demografik yapıyı bozma çalışmaları ile karşı karsıyadır. 
Bugün Irak‟ta Türkmenlerin 5-6 siyasi partisi, yüzlerce Sivil Toplum Örgütü ile geniş bir örgütlenmesi var. Türkmenlerin, almış yıllık siyasi mücadelesi devam ediyor. Misak-ı Milli içindeki Türkmenlerin bölgeden kaçması ile sorunun kökten çözüleceğini düşünmek yanlıştır. 
1990 yılına kadar gizli olan mücadelemiz, bu tarihten sonra siyasi parti olarak tanınmış bir şekilde devam etmeye başladı. Türkmen bölgelerine dönüşler var ama çok yetersizdir. 
Türkmenler, Kerkük‟ün idaresinin Türkmenlere bırakılmasını yani Vali‟nin Türkmen olmasını istemektedir. Zaten Kerkük merkezinde Türk nüfus daha fazladır. 
Irak Türkmen Cephesi (ITC), Türkmen mücadelesinin bayraktarlığını yapan, en büyük siyasi kuruluştur. Ancak, ITC‟nin daha çok ülke tarafından tanınması için gayret sarf edilmelidir. Suriye ve Irak‟ta Türkmenler için ancak, 2017 yılında sonra bazı görünen iyileşmeler başladı ve bunun devam etmesi gerekir. Yaşanan o kadar kötü dönemden sonra Türkmenler mücadeleye sıfırdan mücadeleye başladı. 25 Eylül 2017‟de Barzani tarafından Kerkük‟te yapılan gayrimeşru referandumun tanınmaması Kürt Yönetim Bölgesi için bir tokat oldu. 
 Türkiye‟nin kontrolündeki Fırat Kalkanı ve Afrin bölgelerinde iki sene önce IŞİD ve PKK terör örgütü vardı. Afrin ele geçtikten sonra görüldü ki buraya çok uzun sürecek bir savaş için önemli savunma alt yapısı kurulmuş. Anlatmak istediğimiz Afrin‟in savunması değil, buradan denize çıkış için Hatay‟ın ele geçirilmesinin planları yapılmış. Her şeye rağmen Fırat‟ın doğusundaki PKK terör örgütü temizlenmedikçe Türkiye için tehlike geçti denemez. YPG/PKK buralarda yabancı güç olarak görülüyor ve halk onlardan nefret ediyor. 
Kandil‟den gelen birileri buraları baskı ile yönetmeye çalışıyor ama halk onlardan kurtulmak istiyor. 
 ABD ise çekilmek yerine bazı Arap ülkeleri ile burada yeni bir stratejiye geçti. 
Yapılmaya çalışılan şey PKK‟yı Araplar ile birlikte meşrulaştırmak. Petrol bölgesi Rakka, PKK işgali altında ve ABD‟nin vekil savaşının aktörü olmaya devam ediyor. Rakka‟nın işgalini aslında Batılı güçler yaptı ama PKK‟yı buraya davet edip, kontrolünü verdiler. 
Amerikan projesi ilerliyor, Arap askerleri sızıyor. Amerikalılar, Irak gibi Suriye‟yi de federasyon çamuruna düşürmek yani özerk bölgeler ile istikrarsız bir ülkeye dönüştürmek istiyorlar. 
 Burada Türkiye‟deki Suriyeli göçmenler için bir paragraf açalım. Gelen Suriyeli 
göçmenler ile birlikte Gaziantep ve Urfa başka bir şehir oldu. Suriyelilerin olduğu şehirlerde hayat tarzı değişti. Sorulduğunda gelenler, “Suriye’nin Türkiye’ye göre çok geri kalmış olduğunu, orada halkın vergi vermeyi ve bankayı bilmediklerini” anlatıyorlar. “Türkiye’deki hayata ve çalışmaya alıştıklarını, şirket kurmasını öğrendiklerini” söylüyorlar. Suriye‟de iken işe erken gitmezlermiş çünkü çok geç yatarlarmış. Suriyeliler için Türkiye‟de artık dükkânlar daha uzun süre açık kalıyor. İnsanlar farklı yemek çeşitleri için Suriye lokantalarına ve tatlıcılarına gidiyorlar. Diğer yandan bu şehirlerde insanların giyim tarzları ve görünümleri de değişti. 
Suriyeli misafirlerimiz büyük oranda dönmek istemiyorlar. Onlara göre Türkiye‟de 
hayat güzel ve para kazanmak için çok şansları var. Çocukları burada eğitime başladı, burada doğan çocukları sadece Türkçe konuşuyorlar. Çocuklarının iki dile sahip olmasını istiyorlar. 
Peki, Suriye‟deki terör unsurları Türkiye‟ye göç eder mi diye soruyorum. Cevap; “Suriye’de terör yoktu onları Amerikalılar getirdi” diyorlar. Bazı detayları yazamıyoruz. Suriyelilerin Türkiye‟ye entegre olmaları kolay çünkü din sorunu yok, gelenekler benzer. Tek sorun dil ve bu da zamanla aşılacak bir olgu. Türkiye, 2019 yılını sosyal uyum yılı ilan etti. 

Büyük oyun ve alınacak dersler.. 

 Büyük Oyun açısından baktığımızda Ortadoğu‟da Suriye ve Irak üzerinden pek çok büyük devletin karşılıklı birbirini by-pass (izole) etme stratejisi uyguladığını görüyoruz. ABD, Suriye ve Irak‟ın kuzeyinde Kürtler üzerinden Türkiye‟yi Ortadoğu‟dan izole etmek ve Doğu Akdeniz‟e gelecek enerji hatlarını kontrol altına almak istiyor. Rusya, Avrasyacılık stratejisi içinde Afganistan‟dan sonra Doğu Akdeniz‟de de ABD‟nin önünü kesmek ve buralardan çıkarmayı planlıyor. Rusya‟nın enerji kartı Suriye ve Ukrayna‟da kendi çıkarlarına odaklanmış durumda ve ittifakları her an değişebilir. Çin ise „Tek Yol Tel Kuşak‟ ile sadece Rusya‟yı güneyden kuşatmayı değil, Doğu Akdeniz‟e kadar uzanmayı hedefliyor. 
 Ortadoğu‟da ise Suudi Arabistan, petrol ihraç etmek için tankerleri ile Basra ve 
Hürmüz Boğazlarını dolanmak zorunda ve bu yüzden en büyük tehdit olarak İran‟ı görüyorlar. Bu kavga son yıllarda Yemen üzerinde (Kızıldeniz‟de) Bab-El Mandab‟ın kontrolü için savaşa dönüştü. Suudiler için İran‟a karşı Suriye alternatif bir çıkış güzergâhı olarak görüldü. Bütün bu stratejilerin kesişme noktasında bölgenin en güçlü devleti olan Türkiye‟nin Ortadoğu‟dan izole edilmesi planları var. Afrin üzerinden Hatay‟ın işgali planı bunun bir parçası idi. 

 Suriye‟deki oyun; demokrasi, insan hakları, diktatörü kovma gibi algı yönetimi 
üzerinden, büyük güçlerin kendi aralarındaki çıkar kavgaları için bölge ülkeleri ve vekil güçleri kullanmaları ile şekillendi. Bunların hepsinin arkasında ise üst akıl yani küresel sermayenin çıkar savaşı ve kurdukları düzenekler var. Suriye, Ruslar için ikinci bir Afganistan olabilirdi ama hiçbir tarafın kazanmadığı bir barışı en çok İsrail istedi. 
 İsrail, Suriye‟de askeri tehdit olmayacak kadar güçsüz bir Esat yönetimi istiyor. Bu yüzden, Baas ağırlıklı bir rejimi çıkarına görüyor. Rusya ile arka kanal diplomasisi kurarak İran ve Hizbullah‟ı Suriye‟de devre dışı bırakmak istiyor. Hizbullah‟ın Golan ve etrafında varlığına son vermek için kontrol bölgesi kurdu. Suriye‟de Müslüman Kardeşleri istemeyen İsrail, en başından beri IŞİD‟i destekledi. IŞİD‟in arabaları yakın müttefiki Neçirvan Barzani‟nin ortağı olduğu Toyota‟dan geldi. İsrail, Golan‟daki IŞİD militanlarına aylık 5 bin $ maaş verdi, hastanelerinde tedavisini sağladı. İsrail, YPG/PKK‟yı hem İran‟a hem de 
Türkiye‟ye karşı kendi deyimi ile „siper‟ olarak görüyor. 

 Batılıların yaratıcı kaos dedikleri strateji, bölgenin parçalanması, güç odaklarının 
ufalanması için vekil güçler bulmaya, demokrasi ve azınlık hakları görüntüsü altında federasyonlar kurmayı öngörmektedir. Son olarak şunu söyleyelim; ABD ve Rusya, Türkiye olmadan burada adım atamazlar, bizi ikna etmeden ne kalabilirler ne de etki sağlayabilirler. 

 Suriye ve Irak‟tan alınacak önemli dersler var. Bunların başında bir bölgede etkili 
olmanız için elinizin altında kullanabileceğiniz bir nüfus olması geliyor. Çünkü savaş stratejisinin temelinde rakibi askeri olarak yenmekten çok bölgenin kontrolü için etkin bir güç olmak yatıyor. Bu nüfusu bulamayan ülkeler ABD‟nin yaptığı gibi bir etnik grubu satın alıyor, terör için kullanmak üzere vaatlerde bulunuyor. 
 Son gelişmeler bize gücün dört kategorisi kapsamında şu sonuçları sağlamaktadır; 
 - Askerinle olmadığı yerde söz sahibi olamazsın. (Sert Güç). 
- Kurumlarınla olmadığın yerde kalamazsın. (Yumuşak Güç) 
- Adaletin ve halk desteğinin olmadığı yerde düzeni sağlayamazsın. (Akıllı Güç) 
- İnsanların temel ihtiyaçlarının (yiyecek, ikamet, al yapı, eğitim) karşılanmadığı yerde halkı kazanamazsın. (Ekonomik Güç) 

Dış politikamızın yürütülmesinde genellikle olduğu gibi sorunumuz şu; Türkiye, 
büyük güçlerle ilişki kurmayı bilmiyor. Türk insanı dostuna âşık oluyor, aşk gözünü kör ediyor. Hâlbuki uluslararası ilişkilerde dostluk çıkarlar üzerinedir ve gerçekleri görmelisiniz. 
Türkiye, sadece Suriye ve Irak‟ın değil, bölgenin tümünü kapsayan genel bir vizyon oluşturmalı ama bu vizyon din ya da sübjektif değerler üzerine değil, önce milli politikalar sonra tüm ülkelerin ortak çıkarlarına üzerine oturtulmalıdır. 1990 yılından öncesinde olduğu gibi tüm Ortadoğu için güvenlik santrali olma rolüne dönmeliyiz. Gelişmeler bize şunları öğretti; bu coğrafyada sandıktan demokrasi çıkmaz ve Ortadoğu‟da her şey bir domino taşı gibi ince inceye işlenmeli, üzerinde çalışılmalıdır. 

Sonuç; Suriye, Irak gibi olmasın.. 

 Irak ve Suriye‟deki Türkmenler, her zaman ikinci ya da üçüncü sınıf vatandaş olarak görüldüler ve sistemin dışına itmeye çalışıldılar. Türkmenler dağılmış, güveni sarsılmış ve yüzlerini son çare olarak Türkiye‟ye dönmüşlerdir. Türkiye‟den yapılacak en küçük bir açıklama bile onlar için çok önemlidir. Türkmenler topraklarını kimseye kaptırmamakta kararlıdır. 
 Türkiye‟nin Irak ve Suriye‟deki Türkmenlere ilişkin uzun vadeli ama milli bir 
politikası olmalıdır. Saha ile masadaki mücadelenin birleştirilmesi, kazanımların ekonomi için yük değil kazanç kapısı olmasını sağlamak gereklidir. Bu da ancak, milli ve maddi çıkarlara dayalı, gerçekçi politikalar ile mümkün olabilir. Askerinizle sahada olmanız sizi güçlü yapar ama kurumlarınız ile orada iseniz orada kalışınız istikrarlı hale gelir. 

 Türkmenlerin hakları Irak ve Suriye‟nin toprak bütünlüğü içinde korunmalıdır. 
Politikamız bu olmalıdır ama Irak bölünecekse ve ya da Türkmen bölgelerinde başka bir oluşum ortaya çıkacak ise Ankara Anlaşması bozulur ve Türkiye‟nin Misak-ı Milli‟den gelen Kerkük ve Musul başta olmak üzere Türkmen bölgeleri için ahdi hakları ortaya çıkar. Türkmenlerin en büyük desteği ve arkasında hissettiği güç Türkiye‟dir. Ortadoğu‟da Türkiye‟nin istemediği bir şey olmaz, kimse Türkiye‟nin gücüne karşı koyamaz. Mesele, ne istediğimizi bilmek ve fırsatları değerlendirilmeye hazır olmaktır. Türkmenlere acil eğitim desteği götürülmelidir. Üniversite olmadığı için Lise‟ye gitmekten vazgeçmektedirler. 

Üniversitelerimiz, Türkmenler ile ilgili tez çalışmalarını desteklemelidir. 

 DİPNOTLAR:

1 Nejat Kaymaz: Misak-ı Millî Üzerinde Yapılan Tartışmalar Hakkında, VIII. Türk Tarih Kongresi, (Ankara, 1977), s.2. 
2 İnci Muratlı: Irak Türklerinin Siyasi Tarihi, http://www.turansam.org/makale.php?id=630 (Giriş: 12 Ocak 2010). 
3 Mazin Hasan: Irak‟ın Gizlenen Gerçeği: Türkmenler, Irak Krizi, ASAM Yayınları, (Ankara, 2003), s.47-49. 

***

5 Ekim 2019 Cumartesi

IRAK RAPORU BÖLÜM 2

IRAK RAPORU  BÖLÜM 2



KRİZLER SÜRECİNDE İNSANİ DURUM



<  Batılı ülkelerin ekonomik ambargosu ve sonrasında başlayan savaşla birlikte ırak ekonomisinin altyapısında yaşanan yıkım, halkın ve devletin zenginliğinde dörtte üçe varan bir fakirleşmeye işaret ediyordu. >

Ülkenin kalkınma yılları sayılabilecek 1970’ler boyunca Irak halkına sunulan sosyal hizmetlerde, kalite yönünden bir sıçrama yaşanmıştı. Tüm kademelerde 
ücretsiz eğitim verilmiş, eğitimin ilk aşaması zorunlu hale getirilerek okuma yazma kampanyası başlatılmış ve 1980’lere gelindiğinde Irak’ta okuma yazma bilmeyen kimse neredeyse kalmamıştı. Ayrıca birçok yeni üniversite ve bilimsel enstitü kurularak Irak âdeta bir kalkınma üssüne dönüştürülmüştü. 

Aynı dönemde çok sayıda hastanenin açılması ve sağlık sigortasının tüm Iraklıları kapsayacak şekilde genişletilmesiyle Irak, sağlık alanında da büyük 
bir gelişim yaşamıştı. Buna bağlı olarak başta bebek ölümleri olmak üzere sağlık sorunları büyük oranda gerilemiş, hastanelerdeki yatak ve görevli doktor oranları yükselmişti. Yoksul ailelere, engellilere ve yaşlılara sunulan sosyal hizmetlerde hızlı bir ilerleme ve gelişme kaydedilmişti. 

İran’la giriştiği savaşla birlikte tüm bütçesini savaşa tahsis eden Irak’ta genel bir duraklama ve gerilime dönemi başladı. Dolayısıyla 1990’lı yıllara gelindiğinde, özellikle 1991 Körfez Savaşı’nın ardından, vatandaşlara sunulan hizmetlerin kalitesi ile birlikte ülkedeki insani durum da büyük oranda kötüleşti. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı sonrasında bir milyona yakın kadın dul ve iki milyona yakın çocuk yetim kalmıştı. Bunun ardından gelen 1990-2003 arasındaki ambargo yıllarında ise Irak’ın uğradığı insani kayıplar çok daha arttı. 

Batılı ülkelerin ekonomik ambargosu ve sonrasında başlayan savaşla birlikte Irak ekonomisinin altyapısında yaşanan yıkım, yüksek enflasyon ve gıda maddelerindeki kıtlık, Irak dinarının değerindeki azalma vb. tüm faktörler, Irak’taki sosyal ve insani durumun gerilemesindeki en büyük etkenlerdi. Savaş ve ambargolar öncesinde Irak’ın ortalama yıllık geliri 90 milyar dolar düzeyinde seyrederken, bu rakam ambargolarla 25 milyara geriledi. Bu durum, bütün halkın ve devletin zenginliğinde dörtte üçe varan bir fakirleşmeye işaret ediyordu. 



Bombardıman veya saldırılar sırasında aralarında hastanelerin de bulunduğu 561 sağlık kurumu, yani Irak’ın tüm sağlık altyapısının %66’sı yıkılmıştır. 1985 yılından 1990 yılına kadar Irak’taki bebek ölüm oranı ortalama her 1.000 doğumda 25 bebek ölümüne kadar gerilemişti. 1991 yılından sonra ise bebek ölümleri dört kat artarak her 1.000 doğumda 93’e yükselmiştir. 2000 yılına gelindiğinde Irak’ta bebek ölüm oranları her 1.000 doğumda 108’e ulaşmış, böylece ambargo öncesine göre bebek ölümlerinde %400 artış olmuştur. 

Ambargo öncesi ülkede fakirlik oranı %10’lar düzeyini geçmezken, 1990’ların sonuna doğru bu oran %60’lara ulaşmıştır. Bu da neredeyse altı kat artış anlamına gelmektedir. Ambargo öncesi Ortadoğu’nun en canlı ekonomilerinden biri olan Irak’ta işsizlik oranı %7’leri geçmezken, ambargo sonrasında bu rakam %65’lere çıkmıştır. 
İnsanların temiz içme suyuna ulaşma oranı %85 iken, ambargolardan sonra %40’lara gerilemiştir. 

Beş yaş altı çocuk ölüm oranları ambargo öncesinde binde 52 iken, 1991 yılından sonraki süreçte kısa süre içinde bu oran binde 128 ile iki katından 
fazla artmıştır. Bir diğer veriye göre, başta bebek sütü olmak üzere çocuk mamasına erişim konusunda büyük sıkıntılar yaşanmasına sebep olan ekonomik ambargo nedeniyle 1989 yılında 1.089 olan beş yaş altı çocuk ölümleri vaka sayısı, 2001 yılında tam 30 kat artışla 32.036’ya yükselmiştir. 

Hastalıklar konusunda da ülkedeki durum tam bir sosyal yıkıma işaret etmektedir. 1989 yılında Irak’ta hiçbir kolera vakası görülmezken, ambargoyla 
geçen 10 yılın sonunda ülkede kolera salgını başlamış ve 1999 yılında 2.398 vaka görülmüştür. 1989 ile 2001 yılları arasında tifo, dizanteri ve hepatit virüslerinin neden olduğu hastalıklara yakalananların oranında da belirgin bir artış yaşanmıştır. Tifo %10,79, dizanteri %32,26, Hepatit virüslerine bağlı hastalıklar ise %4,84 oranında artmıştır. 

Ambargo öncesinde ülkede okullaşma ve eğitimin yaygınlığı %90’larda iken, ambargo sonrasında imkânsızlıklar, eğitim kadrolarının göç etmesi veya öldürülmesi sebebiyle bu oran %10’a gerilemiştir. Yine sağlık altyapısı ülke genelinde %80 oranında yaygınlık gösterirken, ambargo ve hemen ardından gelen 2003 işgali sonrasında sağlık altyapısı tüm ihtiyacın %15’ini dahi karşılayamaz hale gelmiştir. Binlerce doktor göç etmek zorunda kalırken, yüzlercesi de katledilmiştir. Savaş öncesi dönemde ülkedeki doktor sayısı 34.000 iken, savaşın başlamasından sonra 20.000 doktorun yurt dışına kaçmak zorunda kaldığı tahmin edilmektedir. 



< Ağır aksak da olsa son dönemde mal varlıklarını tekrar kullanmaya başlayan ırak’ta, petrol fiyatlarının yükselmesi ve devlete ait kurumların tekrar çalışması, ülke ekonomisinde ufak bir toparlanmaya imkân sağlamıştır. >

Yaşam standartları gerileyen, yoksulluk ve suç oranları artan, ekonomik imkânları azalan, sağlık ve eğitim seviyesi düşen, gıda ve ilaç sıkıntısı 
nedeniyle başta çocuklar olmak üzere ölüm olaylarının arttığı ülkede bu olumsuzluklardan en çok etkilenenler Iraklı siviller olmuştur. Geçmişte büyüme 
ve gelişmede en ileri düzeylere ulaşan Irak’ta 1991 yılından itibaren tüm alanlarda gerileme yaşanmıştır. 

2003 yılındaki Amerikan işgalinden sonra, Irak’taki insani durum biraz daha kötüleşmiştir. Altyapısı neredeyse tamamen çöken ülkede, 177 arıtma 
tesisinden sadece 33’ü çalışırken, milyonlarca eve elektrik verilememiştir. 
Bu dönemde ülkede açlık sorunu baş göstermiş, dul ve yetimlere sahip çıkılması imkânsız hale gelmiş, 5 milyon insan farklı bölge ve ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. 

Amerikan işgalinin ilk yıllarında işgale karşı direniş gösteren şehirlerde devam eden güvenlik sorunları nedeniyle -bilhassa Irak’ın Sünni bölgelerinde- sağlık 
sektöründe, sosyal alanda ve ekonomik yaşamda çok daha büyük yıkımlar yaşanmıştır. Ağır aksak da olsa son dönemde mal varlıklarını tekrar kullanmaya başlayan Irak’ta, petrol fiyatlarının yükselmesi ve devlete ait kurumların tekrar çalışması, ülke ekonomisinde ufak bir toparlanmaya imkân sağlamıştır. 
Ancak 2015 yılı başlarından itibaren petrol fiyatlarındaki düşüş ve IŞİD’in oluşturduğu yeni çatışma süreci bu canlanmayı sabote etmiştir. Örgütün 
bu istilası 4 milyona yakın Iraklıyı yerinden ederek evsiz barksız bırakmış ve Kuzey Irak bölgesine veya diğer illere sığınmacı akınları yaşanmıştır. 
Bu durum bir yılı aşkın bir süredir devam etmekte olup bu sığınmacıların barınma ihtiyaçlarını karşılama veya evlerine dönmelerini sağlamada 
hükümetin yaşadığı acziyet açık bir şekilde görülmektedir. 

Bu insani krizin Suriye’de devam eden kriz ve bölgenin yaşadığı diğer politik ve güvenlik sorunlarıyla aynı zamana denk gelmesi, dış yardımların sınırlı 
olmasına ve bu insanların ihtiyaçlarının sadece bir kısmının karşılanmasına neden olmuştur. 

IRAK’TA ÇEKİŞEN TARAFLAR VE DİNAMİKLER 

İslam tarihinin en köklü ayrılıklarına şahitlik etmiş olan Irak toprakları, bugün dahi bu tarihsel çekişmelerin izlerini taşımaktadır. Hemen her grup, kendisine rakip olarak gördüğü diğerlerine karşı bir yandan siyasi mücadelesini sürdürür ken bir yandan da askerî yöntemleri kuralsız bir şekilde kullanmaktadır. Saddam sonrası dönemde daha da kuralsız hale gelen bu çekişmede en belirgin rekabet unsuru mezhep ve etnik kimlikler üzerinden tanımlanmaktadır. Irak’ta faaliyet gösteren ve çatışma sürecinde rol alan temel aktörleri mezhebî ve etnik eğilimlerine göre şu başlıklarda değerlendirmek gerekiyor: 

a) Şii Ulusal Siyasi İttifakı: Ayetullah Sistani gibi önde gelen bazı Şii şahsiyetler, küçük partilerin birleşerek kurduğu Kanun Devleti Koalisyonu, Davet Partisi, Irak İslam Devrim Konseyi ve Sadr Hareketi gibi başlıca Şii siyasi grupları içine almaktadır. Siyasi pazarlıkların hararetlenmesi ve İran etkisinin giderek artması sebebiyle siyasal hareketlerin gücü artmaya, buna karşın Iraklı din adamlarının etkinliği azalmaya başlamıştır. Bu yapılar ellerindeki büyük ekonomik imkânlar sayesinde halen gücünü korumakla birlikte, siyaseten etkileri törpülenmiş görünmektedir. 

b) Şii Militan Grupları: Şii partiler, her ne kadar resmî olarak bu milislerle ilişkileri olmadığını veya bu grupların sivil alanı ilgilendiren işlerde kullanıldıklarını iddia etseler de, ülkede bu partilerin silahlı kanatlarını oluşturan milis güçlerinin faaliyetleri bilinmektedir. Bu silahlı yapılanmaların önde 
geleni, başlangıçta Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi’nin askerî kanadı iken sonrasında ondan ayrılıp bağımsız bir harekete dönüşen Bedir Tugayları 
örgütüdür. Mukteda es-Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu milisleri, militan gruplar içinde bir diğer önemli gücü oluşturmaktadır. Mehdi Ordusu’ndan ayrılarak eski Başbakan Nuri el-Maliki’ye yakın bir çizgi izleyen ve Maliki tarafından resmî bir statü kazandırılan Asaibu Ahlu’l-Hak milisleri ve Irak Hizbullah’ı da ülkede dikkat çeken diğer hareketlerdir. Bunlar dışında daha güçsüz ve çok yaygın olmayan yerel Şii milis güçleri de bulunmaktadır. 

c) Sünni Siyasi Blok: Irak Devrim Konseyi, Ulusal Reform ve Kalkınma Hareketi, el-Mustakbel Hareketi ve önde gelen bağımsız Sünni kişiler tarafından temsil edilen parti ve hareketlerdir. Çoğunluğu birbirini rakip olarak gören milliyetçi veya liberal olan bu partileri bir araya getiren faktörlerin başında, tıpkı Şii Ulusal İttifakı’ndaki gibi, mezhepsel aidiyet gelmektedir. Bu siyasi gruplara ilave olarak Irak toplumunda halen güçlü bir şekilde varlığını sürdüren Sünni ulema da bir aktör olarak kendini hissettirmektedir. 
Sünni âlimlerin inisiyatifindeki vakfiyeler, 2003 işgalinden sonra âlimlerin ekonomik ve siyasi gücünü kırmak üzere yapılan yeni düzenlemelerle 
Divan-ı Vakfı’s-Sünni adıyla yeniden yapılandırılmıştır. Vakfiye olarak ellerinde on binlerce dönüm arazi, dükkân, mescit ve medrese bulunduran Sünni âlimler, toplumsal mobilizasyonda halen ciddi bir güce sahiptir. 
Bu güç, hem IŞİD hem de Şii yönetim tarafından yoğun baskı görmelerine neden olmaktadır. Bugüne kadar yaşanan “Vakıflar Savaşı”nda, oranı 
bilinmemekle birlikte yüzlerce vakfiye mülkü Sünnilerin elinden gasp edilmiş durumdadır. 

<   Saddam sonrası dönemde daha da kuralsız hale gelen bu çekişmede en belirgin rekabet unsuru mezhep ve etnik kimlikler üzerinden tanımlanmaktadır.  >

<  Direniş gruplarının siyasi olarak temsil edilmesi konusunda var olan boşluğu doldurma adına siyasi bloklar oluşturulmuştur. Bunların en önde gelenleri ırak Siyasi Direniş Konseyi ile ırak Cihad ve Kurtuluş cephesi’dir. >


d) Sünni Militan Gruplar: Bu grupların ilki ve en büyüğü 1920 Devrim Tugayları’dır. 

  Ilımlı İslami düşünceyi benimseyen örgütün hedefi işgalci ile savaşmak ve onu Irak topraklarından çıkarmak; özgürlük, onur ve adalet gibi haklarını Irak halkına iade etmektir. Kendi içinde ikiye bölünen örgütten Irak Hamas’ı adlı yeni bir örgüt doğmuştur. Bu silahlı gruplar içinde Irak İslami Direniş Cephesi de ciddi bir tabana sahiptir. 


Cihad ve Kurtuluş Cephesi 

Bu üç grup, ideolojik olarak Müslüman Kardeşler hareketine yakındır. Ancak Irak İslami Direniş Cephesi doğrudan Müslüman Kardeşler’e bağlı olduğunu ilan etmiştir. 
Aynı şekilde Irak İslam Ordusu, Mücahidler Ordusu, Ensar es-Sünne ve Selefi düşünceye sahip diğer küçük gruplardan oluşan hareketler de bulunmaktadır. 
Eylemlerine 2009’da başlayan Irak Nakşibendi Ordusu adlı grup, Baas çatısı altında hareket etmiştir. Ülkede eski Irak ordusu veya Baas Partisi mensupları tarafından kurulan küçük gruplanmalar ortaya çıkmışsa da bunlar kısa ömürlü olup çok ciddi bir etki yaratmamışlardır. 

Genel olarak bu gruplar Irak sahasında karşılaştıkları askerî, siyasi hatta ideolojik zorluklara göre birbirleriyle zaman zaman birleşip zaman zaman 
ayrışmaktadır. Direniş gruplarının siyasi olarak temsil edilmesi konusunda var olan boşluğu doldurma adına siyasi bloklar da oluşturulmuştur. Bunların 
en önde gelenleri Irak Siyasi Direniş Konseyi ile Irak Cihad ve Kurtuluş Cephesi’dir. 

e) Kürt Bloğu: Kürdistan Yurtseverler Birliği, Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan İslam Birliği tarafından temsil edilen Kürt partileridir. Bu üç 
partiye ilave olarak Kürdistan Yurtseverler Birliği içinde yaşanan ayrışma sonucu kurulan Değişim Hareketi ile siyasi olarak fazla bir etkileri olmayan 
bazı küçük partiler de vardır. 

f) el-Kaide: 2003 yılından sonra yaşanan Amerikan işgali döneminde Tevhid ve Cihad Hareketi adıyla eylemlere başlayan Iraklı Selefi gruplar, bir müddet sonra ülke dışından gelen yabancıların dahil olmasıyla daha geniş tabanlı bir Irak el-Kaidesi kurmuştu. Sünni bölgelerde tabanını genişleten grup, bir süre sonra Irak İslam Devleti adıyla yeni bir hareket ortaya çıkarmıştır. Sadece Şii gruplarla değil, Sünni gruplarla da çatışan hareket için asıl dönüm noktası 2011 yazından itibaren Suriye’de iç savaşın başlamasıyla yaşanmıştır. Bu savaş, Irak’ta var olan orta yoğunluklu savaşla birleşince aradaki sınırlar anlamını yitirmiş ve grup adını Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü olarak değiştirmiştir. 

Suriye topraklarının Rakka, Deyri-Zor gibi Irak’a yakın bölgelerine egemen olan örgütün lojistik imkânları da artmıştır. Irak’taki Şii resmî ve milis güçlerin Sünni bölgelerdeki baskılarından bıkmış olan kesimlerin desteğini almakta zorlanmayan örgüt, Irak topraklarındaki faaliyet ve toprak kazanımlarını artırmaya başlamıştır. 

2013 yılı sonunda Felluce kenti ile Ramadi kentinin bir bölümünü işgal eden örgüt, 2014 yılı Haziran ayında 500 savaşçıdan oluşan bir kuvvetle Ninova şehrine doğru ilerlemiş ve 30.000’den fazla ordu mensubunun olduğu şehri iki gün içinde ele geçirmiştir. Media’nın düşmesi tüm Ninova şehrinin ve komşu Selahaddin kenti ile Kerkük ve Diyala kentlerinin bir kısmının da düşmesini beraberinde getirmiştir. 

<  Irak devletinin çöküşüne ve ülkede şiddetin hâkim olmasına zemin hazırlayan temel sorunlar arasında; ırak devletinin üzerine kurulduğu yozlaşmış sistem, siyasi bloklar arasındaki görüş ayrılıkları ve çatışmalar önemli yer tutmaktadır.  >

Örgütün bu denli hızlı bir şekilde genişlemesinin iki önemli nedeni vardır: 

1. Irak ordusunun içinde bulunduğu büyük yozlaşma. 
2. Bu bölgelerde yaşayan halkın hükümete ve ayrımcı politikalarına duyduğu toplumsal öfke. 

   Irak devletinin çöküşüne ve ülkede şiddetin hâkim olmasına zemin hazırlayan temel sorunlar arasında; Irak devletinin üzerine kurulduğu yozlaşmış sistem, Irak halkının temel bileşenlerine karşı işgalden sonra uygulanan mezhebî ayrımcılık ve kasıtlı marjinalleştirme politikası, devlet içindeki idari yozlaşma, siyasi bloklar arasındaki görüş ayrılıkları ve çatışmalar önemli yer tutmaktadır. 
Bunların gölgesinde kronikleşen petrol konusu ve gelirlerinin çalınması, Irak’a en büyük ekonomik darbeyi vurmuştur. Yine, devlet bütçesinden bölgeye ayrılan pay ve bölgesel yönetimin yetkileri konusunda Kürtler ile merkezî yönetim arasında yaşanan sorunlar, Mehdi Ordusu ile devlet içinde Maliki’nin başlattığı çeteleşmeyle mücadele konuları da yukarıda sıralanan kaos unsurlarını derinleştirmiştir. Amerikan işgal güçleri ve onun desteğindeki Irak hükümetiyle silahlı gruplar arasındaki çatışmalar, Sünnilere yönelik marjinalleştirme ve dışlama politikaları gibi diğer sorunlar da taraflar arasındaki güveni tamamen yok etmiştir. 

2011’den itibaren Maliki’nin siyasi bir hamleyle Sünni önde gelenleri tutuklaması sonrasında Sünni şehirleri kaplayan protesto ve gösteriler bir yıl sürmüş, bu süre içerisinde göstericilerin hiçbir talebi yerine getirilmemiş, bilakis Maliki, göstericilerin halktan olmayıp Baas ve el-Kaide’ye bağlı gruplar olduğunu söyleyerek göstericileri şiddetle bastırmıştır. Bu dönemde göstericilerin çeşitli saldırı ve katliamlara maruz kalması, halkta öfke ve intikam duygusuna sebep olmuş ve bu öfke devletin temellerine yayılmış olan yozlaşma ile birleşince IŞİD örgütünün işine yaramıştır. Örgüt, bu tepkisel atmosfer içinde birkaç gün gibi kısa bir sürede, ordu veya bölge halkının önemli bir direnişi ile karşılaşmadan Irak topraklarının üçte birini ele geçirmiştir. 

IRAK TOPLUMUNUN YAPISI VE ÇÖZÜLME 




<  1979 İran Devrimi’nden sonra, sınırın hem ırak hem de İran tarafında daha politize olan mezhepçi anlayış, ortadoğu’daki uzun bölgesel hesaplaşmanın en önemli aracı haline dönüşmüştür. >

Kerbela ve Kufe gibi İslam tarihindeki ilk bölünmelere şahitlik etmiş kentlere ev sahipliği yapan Irak toprakları, bu tarihsel mirasın yükünü halen taşımaktadır. 
Nispeten barış içinde geçen 400 yıllık Osmanlı dönemi sonrasında son 100 yıldır Irak halkının yaşadığı krizler, ülkenin sosyal ve siyasi yönden şu an içinde bulunduğu durumu ortaya çıkaran ana nedeni oluşturmaktadır. 

İngiliz işgali altında 1920’den itibaren diktatörlük yönetimi güçlendirilirken, bu yönetime bir isyan olarak yaşanan 1958’deki askerî darbeden sonra ülkede 
daha katı bir sosyalist-seküler yönetim kuruldu. Bu dönemle birlikte yaşanan baskılarla muhalifler tamamen sindirildi. Bu baskılara duyulan öfke sonrasında ise 1963 Baas darbesi yaşandı. Baas dönemi çok daha baskıcı ve mezhepçi bir anlayış getirdi. 1979 İran Devrimi’nden sonra, sınırın hem Irak hem de İran tarafında daha politize olan mezhepçi anlayış, Ortadoğu’daki uzun bölgesel hesaplaşmanın en önemli aracı haline dönüştü. 
Bu bölgesel çekişmede Batılı ülkelerin oynadığı gizli veya açık rol, her aşamasında yeni yıkımları kolaylaştıran bir etkiye sebep oldu. 

Eski Irak rejiminin yönetimi tek başına elinde tutarak Sünnileri öne çıkardığını ve böylece mezhepçilik duygularını harekete geçirdiğini öne 
süren yaygın kanıya rağmen gerçekte Saddam Hüseyin ve rejiminin zulmü herkesi kapsamıştır. Dost veya düşman görülmenin kriteri ne etnik ne de 
mezhebî kimlik olup başkana ve rejimine duyulan sadakat idi. Nitekim zannedilenin aksine Saddam dönemi iktidar partisinin yönetiminde görev 
alanların en az yarısını Şii kökenli bürokrat ve memurlar oluşturuyordu. 



Etnik dışlanmışlık konusu da ülkedeki kronik sorunlardan biridir. Bir yanda Kürtler öte yanda Türkmenler Irak rejiminin kuşkuyla baktığı gruplardı. 
İşgalci İngilizlerin daha Osmanlı yıkıldığı dönemde kendilerine devlet kurma sözü verdiği Kürtler, sonradan yine İngiliz ayak oyunları ile Arap diktatörlüğüne 
bağlandı. Bağdat hükümeti ile Kürtler arasında uzun yıllar devam eden çatışma, iki tarafın birbirine olan güveni tamamen yok etti. Ancak bu durum bazı Kürtlerin devletin önemli ve hassas mevkilerinde görev almasına engel olmadı. 

İran’da yaşanan 1979 İslam Devrimi, Irak’taki iki büyük mezhep grubu (Şii ve Sünni) arasındaki anlaşmazlıkları harekete geçirmiştir. Bu mezhebî gerilimin çatışmaya dönüşmesi ve büyümesinde İran’ın Saddam döneminde Bağdat hükümetine karşı bir toplumsal tepki oluşturmak için Şiileri kullanması kışkırtıcı bir rol oynamıştır. 2003 Amerikan işgalinden sonra da Iraklı Şiilerin tekfirci grupları bahane ederek ülkenin tüm Sünni kesimlerini Saddamcı” olarak gösterip iktidar savaşında İran’a dayanma ve Sünnilerin tekrar hâkimiyeti ele geçirmesini önleme siyaseti, Tahran yönetiminin Irak’ın iç işlerine müdahalesini arttırmıştır. 

Sünni kesim hem işgale hem İran nüfuzuna şiddetle karşı çıkmış olsa da, işgalden sonra hazırlanan anayasada Şiiler federal sistemin kabul edilmesinde ısrar etmiş ve bölünmeye yönelik niyetlerini göstermiştir. Ancak dengelerin değişmesi sonrası Şii partiler, ABD ile barışık olmanın ödülünü almıştır. Sivil ve askerî bürokraside hâkim olarak yönetimi ele geçirmeleri akabinde, güçlü bir merkezî hükümet aracılığıyla Irak’a tamamen egemen olabileceklerine ikna olan Şiiler, federal sisteme karşı çıkmaya başlamıştır. 
Bu durum da bürokrasiden temizlenen ve dışlanan Sünni Araplar ile güçlü bir merkezî yönetim işlerine gelmediği için öteden beri buna karşı çıkan Kürtleri kaygılandırmış ve içeride şiddetli çatışmaları tetiklemiştir. 

Buna el-Kaide örgütünün bazı Şii ve Sünni grupları hedef alan eylemlerinin yarattığı teyakkuz hali de eklendiğinde Irak’ın geldiği son noktada ortaya çıkan 
tablo, herkesin birbiriyle çatıştığı kaotik bir durum olmuştur. Ülke şu an Kürt, Şii ve IŞİD nüfuz alanları olarak fiilen üç parçaya bölünmüş durumdadır. 
Başkent Bağdat Şii grupların ve İran askerlerinin kontrolünde görünmektedir. Şii kontrolündeki bölgeler neredeyse tamamen farklı mezhebî gruplardan arındırılırken, IŞİD kontrolündeki kentler de demografik temizliğe maruz kalmaktadır. 



<  2003 amerikan işgalinden sonra ıraklı şiilerin tekfirci grupları bahane ederek ülkenin tüm Sünni kesimlerini “Saddamcı” olarak gösterip iktidar savaşında İran’a dayanma ve Sünnilerin tekrar hâkimiyeti ele geçirmesini önleme siyaseti, Tahran yönetiminin ırak’ın iç işlerine müdahalesini arttırmıştır. >

Kürt tarafı ise bu kriz süresince mezhebî ve dönemsel sorunlarla vakit kaybetmek yerine kendi uzun vadeli devletleşme planlarıyla meşgul olmuştur. 
Iraklı partiler fiilî anlamda etnik ve mezhebî temellere göre ayrılmış olsalar da mezhebî çatışma ve kutuplaşma konusundaki yönelimleri farklılık göstermektedir. 
Kimi zaman dinî merci Ayetullah Sistani (İranlıdır) kimi zaman da İran hükümeti, bazen ikisi birden olmak üzere Şii toplumuna hâkim merkezî bir gücün varlığı, bu farklılıkların Şii gruplar arasında daha az olmasını sağlamaktadır. Bu gruplar içinde sadece Sadr grubu, dönemsel olarak izlediği farklı politikaları ile diğerlerinden ayrılmaktadır. 

Sünni gruplar ise genellikle parçalanmış bir görüntü sergilemektedir. Dinî gruplar önemli oranda Müslüman Âlimler Heyeti’ni dikkate alsa da eylemsellik olarak her bir bölgede farklı gruplar ve liderlikler kendini göstermektedir. Siyasi sahada ise çok sayıda Sünni parti olması, gücü dağıtmaktadır. Baas Partisi gibi eski rejimi hatırlatan grupların varlığı sürmekle birlikte Sünni bölgelerde taban bulan bu grupların diğer Sünni partilerle koalisyon dışında bir şansı bulunmamaktadır. Amerikan ve İran politikaları konusunda ortak tutum sergileyebilen Sünni blok, Irak’ın siyasi yapılanması konusunda tamamen farklılaşmaktadır. 



Irak’ta 2003 Amerikan işgali sonrasında politikacılar arasında ortaya çıkan, daha sonra İran müdahaleleri sonucunda tabana yayılan mezhep gerilimi, 
Arap Baharı ve iç savaş sürecinde Suriye’de yaşananlarla birleşince, farklı ideolojik gruplar için uygun bir zemin oluşmuştur. 

Amerikan işgaline karşı direnişe geçen gruplar, zaman içinde Irak dışından gelenlerle birlikte çok dağınık bir görüntü arz etmeye başlamıştır. Irak 
ve Suriye halkları arasındaki coğrafi birlik, yakın bağlar ve krizleri tetikleyen dış unsurun (İran) aynı olması, iki ülkede de maruz kaldıkları dışlanma 
ve aşağılanmadan dolayı öfke içinde olan Sünni gençlerin farklı örgütlere katılımını hızlandırmıştır. 




Bu ise onları, sonuçlarını düşünmeden içine düştükleri durumdan kendilerini kurtaracağına inandıkları IŞİD örgütüne yardım etmeye sevk etmiştir. 
Örgütün önemli bir kayıp vermeden hızlı bir şekilde tüm bu topraklara hâkim olması, gerçek gücünden daha çok, Irak toplumundaki bu güvenlik 
zaafından kaynaklanmıştır. 


IRAK NEREYE GİDİYOR? 



Özellikle ABD ile İran arasındaki nükleer pazarlıklardan ve Suriye politikalarında varılan görüş birliklerinden sonra, Irak resmî kararlarındaki İran etkisi 
ve Şii bloğun Irak yönetimindeki varlığı sürecektir. 

IŞİD’i Irak’tan kovmak için oluşturulan uluslararası koalisyondan sonra Irak topraklarının tekrar hükümetin egemenliği altına girip girmeyeceği halen belirsizliğini korumaktadır. Ayrıca devletin mezhepçi politikalarının devam etmesi ve Şii milis güçlerinin resmî bir oluşuma dönüştürülmesi, kaynamakta olan durumun bu şekilde sürmesine ve sorunların devam etmesine yol açacaktır. 
Öte yandan Irak’ta IŞİD örgütünün nüfuzundaki bölgelerin kurtarılması adı altında yürütülen operasyonlar her gün onlarca sivilin ölümüne sebep olsa da terörle mücadele gerekçesiyle verilen bu kayıplar olağan görülmektedir. 

Irak sorunu ile Suriye’de yaşananlar arasındaki ilişki, özellikle iki ülke rejimlerini de destekleyen tarafların birleşmesiyle asli bir bağa dönüşmüştür. 
Bu, birinde gerilimi tırmandırmanın veya sükûneti sağlamanın diğerini etkileyeceği ve iki ülkede yaşanan sorunların ancak birlikte çözülebileceği anlamına gelmektedir. 

IŞİD örgütü, Batılı güçlerin askerî müdahalesiyle bir şekilde gücünü ve etkisini kaybetse de, özellikle Irak’ta şiddetini her geçen gün arttıran Şii radikal görüş var oldukça karşıt radikal grupların ortaya çıkması engellenemeyecektir. Dolayısıyla örgütün yayılmasını sağlayan en önemli sebeplerden biri hâlâ mevcuttur. Bu da örgütün başka bir ad ve oluşumla geri dönmesi anlamına gelmektedir. 

Yaşanan olayların ve bölge gerçeklerinin Irak ve Suriye’deki Kürtlere sağladığı konum ve kendilerine açık bir şekilde verilen uluslararası destek, Suriye’nin kuzeyinde Irak’taki gibi ayrı bağımsız bir Kürt bölgesi oluşturulması beklentisini güçlendirmiştir. Bu adım ileride Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının öncüsü olabilecek ipuçları taşımaktadır. 



Petrol fiyatlarında meydana gelen büyük düşüş ve geçmiş dönemlerde yaşanan savaşların sebep olduğu zararlardan daha tam anlamıyla kurtulamamışken, Irak ekonomisi, terörle mücadele adı altında başta Sünni bölgeler olmak üzere Irak’ın altyapısında oluşan ve gelecek olan yıkımla birlikte uzun yıllar devletin temellerinde yer etmiş olan yozlaşma ve israfın arttırdığı ciddi bir mali krizle boğuşmak zorunda kalacaktır. 

Dolayısıyla halkın yaşadığı ekonomik zorluklar insanların normal hayatlarına dönmelerine mani olacaktır. 

Ülke kaynaklarının ve stratejik konumunun doğru bir şekilde yönetilmesini sağlayacak bir idarenin olmayışı sebebiyle yaşanacak ekonomik gerilemenin vatandaşlara sunulacak eğitim, sağlık vb. hizmetlerin kalitesinde oluşturacağı etki açık bir şekilde görülecektir. 




Herkes için adalet ve vatandaşlık hakkı üzerine kurulu gerçek bir ulusal uzlaşmanın olmaması sebebiyle Irak’ın siyasi durumu bölgesel ve uluslararası 
çekişmelerden etkilenmeye devam edecektir. 

Bu durum Irak’ı bir yandan bölge ülkelerinin birbirleriyle hesaplaşma sahasına dönüştürürken, bir yandan da uluslararası güçlerin bölgesel müdahalelerine gerekçe oluşturmayı sürdürecektir. 


IRAK RAPORU 2424

IRAK RAPORU2525
Büyük Karaman Cd. Taylasan Sk. 
No.3 Fatih - İstanbul - Türkiye 
Tel: 0212 631 21 21 • www.ihh.org.tr 
www.ihhakademi.com 
Büyük Karaman Cd. Taylasan Sk. 
No.3 Fatih - İstanbul - Türkiye 
Tel: 0212 631 21 21 • www.ihh.org.tr 
www.ihhakademi.com 

***

IRAK RAPORU BÖLÜM 1

IRAK RAPORU  BÖLÜM 1




1 AGUSTOS 2015 
Hazırlayan: Dr. Ahmet Emin Dağ 
Asaad Hamid Sulaiman (Bağdat Araştırma Merkezi) 
Yayına hazırlayan: İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi 



İHH İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı 
Büyük Karaman Cad. Taylasan Sok. No: 3 Pk. 34230 Fatih/İstanbul 
Telefon: +90 212 631 21 21 | Faks: +90 212 621 70 51 
www.ihhakademi.com | akademi@ihh.org.tr 


İÇİNDEKİLER 

2 ÜLKE TARİHİ 
5 1991 YILINDAN SONRA IRAK 
8  AMERİKAN İŞGALİ VE İRAN MÜDAHALESİ 
12 KRİZLER SÜRECİNDE İNSANİ DURUM 
15 IRAK’TA ÇEKİŞEN TARAFLAR VE DİNAMİKLER 
18 IRAK TOPLUMUNUN YAPISI VE ÇÖZÜLME 
22 IRAK NEREYE GİDİYOR? 

ÜLKE TARİHİ 



Ortadoğu bölgesinin tam ortasında yer alan merkezî konumu dolayısıyla Irak, 1. Dünya Savaşı’nda ve sonra-sında bölgede önemi hızla artan ülkelerden biri oldu. 1914 yılında Basra şehrine asker çıkaran İngiliz güçlerinin Osmanlı’ya karşı ilerleyişinde stratejik hatlardan biri olan bölge, savaş sona erdiğinde tamamen işgal edilmişti. 



İşgalden hemen sonra üç Osmanlı vilayeti (Musul, Bağdat ve Basra) İngiliz çıkarlarına göre zorla birleştirilip Irak adıyla yapay bir devlet kuruldu. Aynı 
yıl İngiliz hâkimiyetine karşı başlatılan ayaklanmaya (1920 Irak Ayaklanması) bütün halk kesimleri katıldı. Halkın ortak direnişini simgeleyen bu isyanı 
kanlı bir şekilde bastıran işgal güçleri, yeni kurdukları rejimin başına İngiliz iş birlikçisi Şerif Hüseyin’in oğlu I. Faysal’ı kral olarak atadı. Zira birbirinden 
tamamen farklı üç coğrafi parçayı ve karmaşık iç toplumsal yapıyı bir arada tutmanın ve rekabet halindeki farklı mezhep ve etnik grupları birlikte 
yaşamaya zorlamanın tek yolu diktatörlüktü. 

İngilizlerin bölgeyi işgalindeki en önemli sebeplerden biri buradaki zengin petrol rezervleriydi. Türkiye’yi Kerkük ve Musul’daki petrol yatakları üzerinde sahip olduğu haklarından mahrum etmek için türlü girişimlerde bulunan İngiltere; Lozan görüşmeleri, Haliç Konferansı ve Milletler Cemiyeti’nde bu konuda alınan kararlar sayesinde amacına ulaştı. 
Böylece Bağdat ve Basra’dan sonra Musul da İngiliz oldu bittileri ile resmî bir şekilde yeni kukla Irak devleti sınırlarına katılmış oldu. 



İşgal yılları Irak’ın siyasi, sosyal ve ekonomik olarak sömürüldüğü kargaşa yıllarıdır. İngiliz işgaline karşı 1941 yılında Felluce kenti yakınlarında başlatılan bir isyan, Iraklı direnişçilerle İngiliz ordusu arasında savaşa dönüştü ve şiddetle bastırıldı. Direniş liderlerinin İngilizler tarafından idam edilmesi Irak’taki bağımsızlık özlemini bitirmeye yetmedi ve mücadele 1945 yılındaki tam bağımsızlığa kadar sürdü. 

Bağımsızlık yılları sosyalist, milliyetçi, komünist ve siyasal İslami hareketler gibi çok farklı eğilimlerdeki grupların ortaya çıkışına ve önemli değişimlere sahne oldu. Bu gruplar arasında, 1950’li yıllarda Batılı liberal düşünceyi benimseyen milliyetçi partilerin başını çektiği partilerle 1952 yılında Mısır’da gerçekleşen devrimle ivme kazanan Nasırcılık ve Baas Partisi öne çıkmaktaydı. 

1958 yılındaki darbeyle Irak’ta krallık rejimi yıkılıp cumhuriyet ilan edildi ve İngiliz iş birlikçisi kral ve ailesinin tüm yandaşlarıyla birlikte öldürülmesiyle 
ülkede bir dönem kapanmış oldu. Bu dönemde ülke politikasına sosyalist bir yön veren darbeci general Abdülkerim Kasım, Irak Komünist Partisi’nin önünü açarak Musul ve Kerkük’te toplu idamlar yaptı, düşman gördüğü İslamcı ve milliyetçi gruplara karşı acımasız uygulamalar gerçekleştirdi. 

Siyasi çekişmeler ve sıkı güvenlik önlemleriyle öne çıkan ve ardı ardına darbeler ve karşı darbelerin yaşandığı bu dönem, 1958 darbesinin mimarı Abdülkerim Kasım’a karşı arkadaşı Abdurrahman Arif ’in 1963 yılında yaptığı darbeyle Kasım’ı devirip yönetimi ele geçirmesine kadar devam etti. 

Abdurrahman Arif dönemi, Irak tarihinde zayıf ve etkisiz hükümetlerin iktidara geldiği kötü bir dönemdir. Bu zaman diliminde, gizli bir şekilde faaliyet gösteren milliyetçi hareketler giderek güçlenme imkânı buldu. Nihayetinde, 1968 yılında milliyetçi Baas’ın içinden farklı kadroların darbeyle yönetime el koymasıyla 35 yıl sürecek Baas iktidarı başlamış oldu. 

Baas Partisi, siyasi arenada faaliyet gösteren tüm siyasi rakiplerine karşı demir yumruk siyaseti uyguladı. Parti ilk olarak kendi içinde bir darbe yaparak ortaklarını tasfiye etti ve bu dönemde İslamcıların temsil ettiği sağ ile komünist partilerin temsil ettiği sol olmak üzere bütün siyasi muhaliflerini kapsayan bir tutuklama ve idam dalgası yürüttü. Bu yıllarda çok sayıda siyasetçi hayatını kurtarmak için ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 

1958 yılındaki darbeyle ırak’ta krallık rejimi yıkılıp cumhuriyet ilan edildi ve İngiliz iş birlikçisi kral ve ailesinin tüm yandaşlarıyla birlikte öldürülmesiyle 
ülkede bir dönem kapanmış oldu. 

1973 yılında yaşanan Arap- İsrail Savaşı’ndan sonra petrol fiyatlarında yaşanan artış da ırak devletinin yararına oldu. 

Diğer yandan, bu dönemde Kürt sorunu da gittikçe büyümüş ve 1960’lar boyunca çatışmalar yoğunlaşmıştı. 1970’ten itibaren İran ve İsrail tarafından desteklenen Molla Mustafa Barzani liderliğindeki Kürt grupların gerçekleştir diği silahlı eylemler 1975 yılına kadar tırmanışını sürdürdü. 
Barzani, Irak’ın kuzey bölgesini Bağdat merkezî yönetiminin hâkimiyeti dışında bir bölge haline getirmede başarılı olmuştu. Ancak 1975 yılında Irak ve İran 
arasında imzalanan barış anlaşması (Cezayir Anlaşması) ile İran Barzani’ye desteğini kesti. Böylece Kürt hareketi büyük darbe alarak sindirilmiş oldu. 

Kuzey bölgesindeki silahlı eylemlerin durması, petrolün millileştirilmesi ve siyasi alanın muhaliflerden temizlenmesini takip eden 1975-1980 yılları arasındaki dönemde yaşanan istikrar, devletin kalkınma için dev ekonomik projeleri hayata geçirmesini sağladı. 
Bu kalkınma planıyla Irak toplumunun yaşam standartları yükseldi; fabrikalar kuruldu, yol ve baraj yapımı ile Irak’ın ekonomik altyapısı sağlamlaştırıldı. 
Okuma yazma kampanyaları ile okur-yazarlık oranları yükseltildi, eğitimin bütün aşamaları ücretsiz hale getirildi. İhtisas hastaneleri kuruldu ve sigorta sistemi tüm vatandaşların ücretsiz sağlık hizmeti almasına imkân verecek şekilde düzenlendi. Ayrıca 1973 yılında yaşanan Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra petrol fiyatlarında yaşanan artış da Irak devletinin yararına oldu. 

Ancak bu durum çok sürmedi. İran’da 1979’da yaşanan İslam Devrimi sonrasında Tahran yönetiminin Iraklı Şii partileri destekleyerek Irak içinde 
güvenlik zaafı yaratma ihtimalinin ortaya çıkması, Saddam’ın önceliklerini değiştirdi. 1980 yılında iki ülke arasında çıkan ve sekiz yıl boyunca devam 
ederek iki taraftan bir milyondan fazla kişinin ölümüne yol açan savaş, Irak ekonomisinin yıkılmasına ve Irak’ın Körfez ülkelerine yüklü miktarda 
borçlanmasına sebep oldu. 

İran-Irak Savaşı, Irak halkının ekonomik ve sosyal çöküşünün başlangıcını temsil etmektedir. Savaşla birlikte ülkede yürütülen büyük projelerin çoğu durmuş ve Irak’ın bütçe ve rezervleri erimeye başlamıştır. Sonuç olarak savaşın yüksek maliyeti ülkenin genel ekonomik durumda önemli bir gerilemeye sebep olmuştur. 

1991 YILINDAN SONRA IRAK,


İran ile yaşanan savaşın maliyeti Irak’ı âdeta iflasın eşiğine getirmişti. Saddam Hüseyin yönetimi, Kuveyt ve Suudi Arabistan’a çağrıda bulunarak borçların iptalini talep etti. Bu talep reddedilince Saddam Hüseyin 1990 yılında, Kuveyt’in Osmanlı döneminde Irak toprakları dahilinde olduğunu gerekçe gösterip Kuveyt’i işgal etti. 
Petrol zengini Kuveyt’in işgali sadece uluslararası sistemi değil, bölgedeki diğer petrol ülkelerini de paniğe sürükledi ve Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarmak için büyük bir uluslararası ittifak oluşturuldu. 

Bu işgale karşı verilen uluslararası tepki çok hızlı oldu ve sadece dört gün sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) 660 ve 661 sayılı kararlar kabul edildi. Bu kararların ilki Irak’ın Kuveyt işgalini kınarken ikincisi gıda ve sağlık maddeleri haricinde Irak’a ekonomik ambargo uygulanmasını öngörüyordu. 
Bu gelişme, Güvenlik Konseyi kararlarının Irak üzerindeki olumsuz etkilerinin başlangıç noktasıydı. 
Bu kararlar karşısında uzlaşmaz tutumunu sürdüren Irak, Kuveyt’i resmî olarak topraklarına kattığını ve Kuveyt’in 19. ili olduğunu ilan etti. 

BMGK’da Kasım 1990 tarihinde alınan 678 sayılı kararla Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılması için silahlı güç kullanımı kabul edildi. 15 Ocak 1991’de de Irak’a Kuveyt’ten geri çekilmesi için verilen sürenin sona ermesiyle Uluslararası Koalisyon Güçleri başta Irak ordusunun komuta merkezi, hava üsleri, askerî birlikleri olmak üzere Irak mevzilerini ve Irak devletini temsil eden sivil kurumları bombaladıktan sonra kara harekâtına girişti. Irak güçleri 27 Ocak’ta geride kullanılamaz durumda tank ve askerî mühimmatı bırakıp, petrol alanlarını da tahrip ederek Kuveyt’ten çekildi. 

<  Saddam hüseyin yönetimi, Kuveyt ve Suudi arabistan’a çağrıda bulunarak borçların iptalini talep etti. Bu talep reddedilince Saddam hüseyin 1990 yılında, Kuveyt’in Osmanlı döneminde ırak toprakları dahilinde olduğunu gerekçe gösterip Kuveyt’i işgal etti. >

<  Irak ordusunun Kuveyt’ten çekilmesi ardından Askerî operasyonların durmasıyla ırak ordusu isyana kalkışan güney bölgelerindeki şii nüfus ile kuzey bölgelerindeki Kürtlere karşı sert müdahalede bulundu. >

Bu savaşla neredeyse eş zamanlı olarak Irak’ın kuzey ve güney bölgelerinde Saddam rejimine karşı isyan patlak vermişti. Geri çekiliş esnasında isyancılar Irak ordusu mensuplarına karşı mezhepsel güdülerle hareket etmiş, ordudaki bazı Şii subay ve askerler de isyancılara katılmıştı. 
Bu isyan sırasında hükümet binalarına saldıran asiler, sivil veya askerî birimlerde çalışan onlarca Sünni asıllı kişiyi ayrım gözetmeden işkenceden geçirip katletti. Kürt bölgelerinde de güvenlik güçleri ve iktidar partisi üyelerine yönelik intikam saldırıları arttı. Irak ordusunun Kuveyt’ten çekilmesi ardından askerî operasyon ların durmasıyla Irak ordusu isyana kalkışan güney bölgelerindeki Şii nüfus ile kuzey bölgelerindeki Kürtlere karşı sert müdahalede bulundu. Kanlı bir şekilde yürütülen bu operasyon sırasında birçok insan katledildi, şehirler yakılıp yıkıldı ve sivil halka karşı intikam saldırıları düzenlendi. 

İran’ın kendi topraklarında bulunan on binlerce Iraklı mülteciyle birlikte, Bedir Tugayları gibi askerî örgütlenmeleri ve çok sayıda İran Devrim Muhafızı’nı eylemlere katılmaları için Irak’a göndermesi ile olayların boyutu büyüdü. Kürt tarafında da benzer bir tablo söz konusuydu ve özellikle Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği güçlerinin İran tarafından desteklenmesi, işleri İran-Irak Savaşı’nın bir rövanşına dönüştürdü. 




Olaylar üzerine BM, Güney Irak ve Kuzey Irak bölgelerini uçuşa yasak bölge ilan ederek buradaki insanları bombardımanlara karşı korumaya çalıştı. Ancak Irak’ın üç parçaya bölünüşü süreci bu tarihte alınan uçuşa yasak bölge uygulaması ile aslında fiilen başlamış oldu. Yasak bölge uygulaması 36. paralelin kuzeyinde yaşayan Kürt gruplar ile 34. Paralelin güneyinde yaşayan Şii grupları Saddam’ın ezici gücünden korumuştu ama bu uygulama bir süre sonra kuzey ve güney bölgelerde merkezî otoriteyi ortadan kaldırarak yerel silahlı güçlerin devletleşme sürecini başlattı. 

Takip eden yıllar Irak rejimi ve halkı açısından ülke tarihinin en zor dönemlerinin başlangıcı oldu. Ekonomik ambargo, rejimi yola getirmek için yapılan hava saldırıları, askerî baskı, Irak’ın Güvenlik Konseyi vesayeti altına girmesi anlamına gelen “Petrol Karşılığı Gıda Programı” gibi uygulamalar tam bir yıkım projesine dönüştü. Bu karar Irak petrolünün Güvenlik Konseyi tarafından satılması ve gelirlerinden oluşturulan fonla Irak halkının gıda ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasını öngörmekteydi. Ancak uygulama, Bağdat hükümetinin tekrar güçlenme ve içinde bulunduğu krizi aşmasını sağlayacak herhangi bir gelir kaynağı edinmesini önleme şeklinde oldu. Bunu, Irak’ın muazzam miktarda tazminat ödeme ve maddi zararları karşılaması süreci takip etti. 



Kuveyt ile sınırların tekrar çizilmesi sonrasında, 1990 yılından önce Bağdat hükümetine ait petrol bölgelerinin bir bölümü de Kuveyt’e verildi. 

İzleyen dönemde kitle imha silahları konusu uluslararası güçlerin Irak’a karşı politikasına yepyeni bir boyut kazandırdı. Irak’ın bütün bilimsel ve askerî imkânlarını BM denetimine açan uygulamalar, devletin egemenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştı. 
Nitekim BM denetçilerinin bir bölümünün ABD ve İsrail adına casusluk yapan ajanlar olduğu sonradan ortaya çıkacaktı. Bu denetimler sırasında 
elde edilen bütün bilgilerin Amerikan ve İsrail istihbaratlarına verildiği ve 2003’teki savaş sırasında Irak tesislerini hedef alan bombardımanlarda 
bu bilgilerin fiilî olarak kullanıldığı anlaşıldı. 

Diğer yandan yurt dışında bulunan Irak muhalefeti de büyük devletlerin Irak hükümetine karşı yürüttüğü politikadan faydalanma ve kendilerini Bağdat rejiminin alternatifi olarak gösterme telaşına düştü. 1991 yılından itibaren Bağdat yönetiminin egemenliği dışında bulunan Kürdistan bölgesi; özellikle İran tarafından desteklenen Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi, İslami Davet Partisi ve diğer Şii partilerle Batılıların desteklediği Kürt partiler, bazı Arap ülkelerinin desteğindeki Sünni grupların, “Irak Ulusal Koalisyonu” adı altında toplanma yeri haline geldi. 1998 yılında Amerikan Kongresi’nin kabul ettiği Irak’ı Kurtarma Yasası ile Irak muhalefetine Saddam Hüseyin rejimini devirme çalışmalarını hızlandırmaları ve kendilerini bu döneme hazırlamaları için milyonlarca dolarlık askerî yardım sağlandı. 

<  1998 yılında amerikan Kongresi’nin kabul ettiği ırak’ı Kurtarma Yasası ile ırak muhalefetine Saddam hüseyin rejimini devirme çalışmalarını hızlandırmaları ve kendilerini bu döneme hazırlamaları için milyonlarca dolarlık askerî yardım sağlandı. >

AMERİKAN İŞGALLİ VE İRAN MÜDAHALESİ 



2003 yılında aBD, Bm kararı olmaksızın ırak’a saldırıp ırak devletinin bütün askerî ve sivil kurum ve kuruluşlarını şiddetli bir hava bombardımanıyla 
ortadan kaldırdı. 

13 yıl süren ambargo, zaman zaman gerçekleştirilen hava saldırıları ve denetim bahanesiyle yapılan güvenlik ihlalleri ile Irak tam bir kaos ülkesine dönüştü. 2003 yılında ABD, BM kararı olmaksızın Irak’a saldırıp Irak devletinin bütün askerî ve sivil kurum ve kuruluşlarını şiddetli bir hava bombardımanıyla ortadan kaldırdı. 

Amerikan güçleri Bağdat’a ulaşıp Irak savunması tamamen çöktüğünde ve Irak askerleri mevzilerini terk edip kaçtıktan sonra -el-Anbar ve Musul’da olduğu gibi- devlete ait bütün kurumlar yağmalandı. İşgalci Amerikan güçleri ise sadece Irak Petrol Bakanlığı binasını koruma altına alarak ülkedeki yağmaya göz yumdu ve bu konuda hiçbir güvenlik önlemi alınmadı. 

Amerikan ve İngiliz güçlerinin Irak topraklarına girer girmez Irak’ta otoritenin yok edilmesiyle birlikte ülke sınırları kontrolsüz girişlere 
maruz kaldı. Böylece ilk günlerden itibaren rejim tarafından sürülmüş ve İran’a yerleşmiş olan on binlerce sivil ve silahlı milis, Irak topraklarına 
giriş yaptı. Ayrıca aşırı dinî grup üyeleri, el-Kaide militanları, istihbarat örgütlerine mensup kişiler, Irak’ı savunmak için dinî ve millî duygularla 
hareket eden mücahitlerin karışımından oluşan binlerce kişi de Irak’a akın etmeye başladı. 



İşgalden sonra Amerika’nın Irak’a atadığı valisi Paul Bremer başkanlığında bir Geçici Koalisyon Yönetimi kuruldu. Bu yönetimin ilk kararı, Irak ordusu ile güvenlik güçlerinin terhis edilmesi oldu. Böylece Irak tüm tarafların müdahalelerine açık bir hale getirildi. Amerikan güçleri Irak’ın tamamına hâkim değildi ve kendi güvenlikleri dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorlardı. Bu gelişmeler neticesinde sürgün yıllarında İran’da kurulan ve Irak İslam Devrim Yüksek Konseyi’nin silahlı kanadını temsil eden Bedr milisleri orta ve güney Irak’ta hâkim unsurlar haline geldi. Daha sonra bu süreci Mukteda es-Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu ile Davet, İslami Fazilet ve diğer Şii partilere bağlı küçük oluşumların kuruluşu takip etti. 

Irak Kürdistanı Bölgesi’nde ise 1991 yılından itibaren oluşturulan özerk Kürt bölgesi, Bağdat yönetiminden tamamen bağımsız bir şekilde hareket 
eden Celal Talabani’ye bağlı Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile Mesut Barzani’ye bağlı Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) öncülüğünde ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamının sağladığı fırsatı değerlendirerek Kerkük, Ninova Ovası’ndaki bazı bölgelerle Diyala iline bağlı bazı bölgeleri içine alacak şekilde nüfuzunu arttırdı. 

< İşgalden önce ABD ile anlaşan muhalif Irak partileri, rejimin devrilmesinden sonra Amerikan güçlerinin himayesinde kendilerine bağlı silahlı milis güçlerini ve siyasi bürolarını Bağdat’a taşıdılar. >

12 Temmuz 2003 tarihinde Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanı Paul Bremer Irak Geçici Hükümet Konseyi’nin kurulduğunu açıkladı. Geçici Koalisyon Yönetimi’nin bazı yetkileri Geçici Hükümet’e devredildi. Bu hükümet, çoğunluğunu uzun yıllar Irak dışında yaşamak zorunda bırakılan Iraklı muhaliflerin oluşturduğu 25 kişiden müteşekkildi. Irak hükümet organları ilk defa kota sistemi kullanılarak etnik ve mezhepsel temel üzerine paylaştırıldı. 
Buna göre Şiilerden 12, 
Sünnilerden 5, 
Kürtlerden 5, 
Hristiyanlardan 1 ve 
Türkmenlerden 1 Üye bu Kabineyi oluşturdu. 

İşgalden birkaç gün sonra Anbar, Selahaddin, Diyala, Ninova ve Bağdat’ta işgal güçlerine karşı Sünnilerce bir direniş başlatıldı. Gerçekleştirilen saldırıların boyutu, direniş gruplarının (ilki 1920 Devrimi Tugayları idi) kurulması ve direnişe katılmasıyla giderek arttı. 

Şii asıllı liberal bir siyasetçi olan İyad Allavi’nin kurduğu yeni hükümet Mayıs 2003’ten itibaren göreve başlarken, Necef ’te Amerikan ve hükümet güçlerine karşı çıkan Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu, kendi bölgelerinde işgale karşı silahlı direnişe geçti. Bu arada ABD nüfuzundaki hükümet, Felluce kenti merkezli Sünni direniş gruplarına karşı savaşmak, işgalden sonra kaldırılan idam cezasını geri getirmek ve olağanüstü hal kararının kabul edilmesi gibi birçok cephe ve alanlarda faaliyet yürütüyordu. Ülkede aynı zamanda yeni anayasa çalışmaları ve ardından seçim hazırlıkları konusunda da gergin bir pazarlık süreci yaşanıyordu. 

Geçici Anayasa’nın hazırlanması ve parlamento seçimleri hazırlıklarını yürütmekle görevli Geçici Ulusal Meclis seçimleri 30 Mart 2004’te tamamlandı. 
Bu seçimler, işgal yönetimi altında görev yapacak herhangi bir idare ile İşgalden önce ABD ile anlaşan muhalif ırak partileri, kendilerine bağlı silahlı milis 
güçlerini ve siyasi bürolarını Bağdat’a taşıdılar. 

<  Geçici ulusal meclis seçimleri 30 mart 2004’te tamamlandı. Bu seçimler, işgal yönetimi altında görev yapacak herhangi bir idare ile iş birliği yapmaya karşı çıkan Sünni oluşum tarafından boykot edildi. >

İş birliği yapmaya karşı çıkan Sünni oluşum tarafından boykot edildi. Boykot nedeniyle seçim sonuçları tüm Irak toplumunu temsil eden bir 
tablo ortaya koymaktan ziyade, yeni mecliste güçlü bir Kürt ve Şii temsil gücü ortaya çıkarttı. 




Bu gerilimli ortamda Irak anayasası hazırlanarak parlamento seçimleri için çalışmalara başlandı. Siyasetin yeniden yapılandığı böylesi bir dönemde 
Şii Davet Partisi Başkanı İbrahim Caferi liderliğindeki hükümet iş başına geldi. Aynı süreçte, ABD tarafından kimi zaman el-Kaide kimi zaman Mehdi Ordusu mensupları olarak lanse edilip karalanan Iraklı direniş grupları da işgal güçlerine karşı mücadelelerini arttırdı. Tam da bu dönemde, bir yandan Şiilik adına radikal grupların Sünni camilere saldırıları, diğer yandan Sünnileri temsil ettiği iddiasıyla ortaya çıkan radikal grupların Şiilere yönelik saldırıları bu çatışmaları farklı boyutlara taşıdı ve toplumsal öç alma eğilimlerini güçlendirdi. 

Büyük anlaşmazlıklara neden olan anayasa oylaması Anbar, Selahaddin ve Musul gibi Sünni şehirlerde kabul edilmemişti. Ancak bu oylamanın ardından dört yıl görev yapacak parlamentonun seçimi için aynı yıl ikinci bir seçim daha düzenlendi. 

Bu seçimler de öncekiler gibi Sünni bölgeler tarafından boykot edildi. Bu Sünni boykot, parlamentodaki Şii bloğun ağırlığını daha da pekiştirdi ve bu seçim sonuçlarına dayanarak Nuri Maliki 2006 yılında dört yıl süre ile başbakan seçildi. Maliki döneminde iç kriz en üst seviyelerine ulaşmış, mezhep esasına dayalı cinayetler ve kaçırılma olayları daha önce görülmemiş düzeylere varmıştı. 

Öyle ki mezhebe dayalı tehcirler dahi gerçekleştirilmişti. Bütün bunlar çoğu zaman yasal örtü altında, Amerikan güçlerinin bilgisi dahilinde ve terörle mücadele bahanesiyle yapılmıştı. 




Sünnilerin bu defa boykot etmediği 2010 yılı parlamento seçimlerinde, liberallerin ve Sünnilerin desteklediği İyad Allavi başkanlığındaki Irak 
Ulusal Hareketi 91 sandalye kazandı, Şii blok ise 89 sandalye elde edebildi. 

Bu sonucu kabul etmeyerek iktidarı devretmeyi reddeden Başbakan Maliki, 
Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulundu. Mahkemenin anayasa maddelerini açık bir şekilde ihlal ederek Maliki lehine karar vermesi üzerine ülkedeki durum daha da kötüleşmeye başladı. 

<  Maliki’nin iktidarda kaldığı sekiz yıl, İşgalden sonra Irak’ın yaşadığı en kötü dönem oldu. >

Bu yıllarda mezhep çatışmaları ve idari yolsuzluklar artarak milis güçlerin devletin kaynaklarındaki hâkimiyeti genişlemiş ve ülkede İran müdahalesi açık 
ve yaygın bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Uluslararası ambargo altında olan İran’ı bu ambargodan kurtarmak için imzalanan çok sayıda anlaşmayla Irak, 
ekonomik anlamda İran’a bağımlı hale getirilmiştir. 
Aynı şekilde idari ve mali yolsuzluklar bu dönemin en büyük özelliği haline gelmiş ve eğer bu fiiller hükümet kararıyla gerçekleştirilmişse tüm skandallar, yargıya taşınmadan geçiştirilmiştir. Bu dönemde ayrıca Irak ekonomisinin kaderini kendi kontrolleri altına almak isteyen uluslararası tekelci şirketlerin geri dönüşünü sağlayan petrol alanlarının araştırılması ve geliştirilmesi sözleşmeleri de imzalanmıştır. Maliki’nin iktidarda kaldığı sekiz yıl, işgalden sonra ırak’ın yaşadığı en kötü dönem oldu. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***