25 Şubat 2017 Cumartesi

KIBRIS'TA Ortak Üyelikten Müzakere Takvimine


  KIBRIS'TA Ortak Üyelikten Müzakere Takvimine: Kayıtsızlık Dönemi 

Kıbrıs’ın AB serüveni, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile 19 Aralık 1972’de imzaladığı Ortaklık Anlaşması ile başlar. Aslında Kıbrıs, AET’ye ortak üyelik müracaatını 1962 yılında yapmıştır ancak Ada’da yaşanan gerginliklerden dolayı anlaşma on yıl sonra gerçekleşir. Ortaklık Anlaşması, Kıbrıs’ın iki aşamalı olarak on yıl içinde AET ile Gümrük Birliği’ne girmesini öngörmektedir. İkinci aşamanın uygulanması için kabul edilen Katma Protokol nedeniyle, Gümrük Birliği süreci ancak 22 Mayıs 1987’de tamamlanır111. 

Türkiye, 1972’de Kıbrıs’ın, AET ile Ortaklık Antlaşması imzalamasına çok sınırlı tepki göstermiştir. O dönemde kendi içindeki siyasi sorunlarla uğraşan Ankara, herhangi bir resmi itirazda bulunmamış, sadece sürece Kıbrıslı Türklerin de dahil edilmesi gerektiğini söylemekle yetinmiştir (Hasgüler ve İnatçı, 2003: 17) Görüldüğü kadarıyla, Ankara o dönemde Londra Antlaşmalarını gündeme getirme gereğini duymamıştır. Kıbrıs gibi Türkiye ve Yunanistan’ın da AET ile Ortaklık Antlaşmaları imzalamış oldukları için bu itirazın dile getirilmemiş olduğu iddia edilebilir. Diğer bir deyişle, “Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir uluslararası birliğe üye olamayacağı” maddesi ihlal edilmemiştir. Ne var ki bunun Türkiye’nin daha sonraki yıllarda öne sürmeye başlayacağı itirazları gideren bir yorum olduğunu söylemek zordur. Zira Ankara’nın en önemli itirazlarından biri Rum tarafının Ada’nın tamamını temsil etmediğidir. Oysa Türkiye’nin de altına imza attığı 4 Mart 1964 tarihli Birleşmiş Milletler 
kararının Kıbrıs’ın resmi hükümeti olarak Rum kesimini kabul ettiği bilinmektedir112. Nitekim ilgili BM kararından sonra Rum kesimi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak uluslararası kuruluşlara üyeliğini devam ettirmiş, uluslararası toplumla ilişkilerini geliştirmeyi sürdürmüştür113. Dolayısıyla 19 Aralık 1972’de AET ile Ortaklık Anlaşması imzalayan tarafın, Ada’nın tümünü temsilen Rum hükümeti olduğu bir sır değildir. Buna karşılık Ankara’dan son derece cılız bir ses çıkmış, “Ortaklık Anlaşmasını imzalayan Rum hükümeti Ada’nın tamamını temsil etmemektedir” yerine “Kıbrıslı Türkleri de alın” demekle yetinilmiştir. 

Türkiye’nin tam üyelik başvurusunda bulunduğu114 ve Kıbrıs’ın AET ile Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmeye yönelik olarak Ortaklık Antlaşmasının ikinci aşamasını hayata geçiren Protokol’ün imzalandığı115 1987 yılına kadar yaşanan en önemli gelişme Yunanistan’ın 1981’de AET’ye üye olmasıdır. AET, Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu siyasi ve ekonomik bazı çekincelerin yanı sıra 1993’e kadar yeni bir genişleme olmayacağı gerekçesiyle 1989’da geri çevirir. Geri çevirme gerekçelerinin arasında Kıbrıs sorunu da gösterilmiştir (Vardar, 2004: 448). Türkiye’nin başvurusunun reddedilmesine rağmen, 12 Eylül nedeniyle yıllardır dondurulmuş olan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi ve İşbirliği Konseyleri çalışmaları yeniden canlandırılır116. 

22 Mayıs 1987’de Kıbrıs ile Gümrük Birliği’nin tamamlanmasına yönelik olarak imzalanan Ortaklık Konseyi Protokolü için ikili görüşmeler 21 Kasım 1985’te başlamıştır. O dönemde Türkiye’de iktidar, 1983 seçimlerini kazanmış olan ANAP hükümetidir. Başbakan Turgut Özal’ın AET ile ilişkilere çok önem verdiği, “Tam üyelik olmasa bile mutlaka Gümrük Birliği’ne gireceğiz” sözlerinden de anlaşılmaktadır (Manisalı, 2004b: 75). Aynı zamanda Özal, Kıbrıs ile ilgili politikalarda da “alçak profil” sergileyen bir politikacı olarak nitelendirilmiştir (Özcan, 2004: 868). AET ile ilişkilerini rayına oturtma çabasında olan Türkiye’nin, Kıbrıs’ın Gümrük Birliği yolunda attığı adımlara karşılık 
hiçbir resmi tepki vermemesini özellikle Özal’ın temsil ettiği bu görüşle açıklamak gerekir (Fırat, 1998: 264-266). Oysa Türkiye’nin resmi tezleri gereği, Kıbrıs’ın AB ile ilerde gerçekleştireceği Gümrük Birliği hem Türkiye’nin üye olmadığı bir birliğe Kıbrıs’ın üye olması hem de “en yüksek müsaadeye mazhar ülke” ilkelerine aykırı düşmektedir. Çünkü böylelikle Kıbrıs, AET’ye Türkiye’ye tanıdığı ayrıcalıklardan daha fazlasını tanımış olacaktır. Aynı zamanda, Gümrük Birliği yolunda adımlar atan tarafın bütün Ada’yı temsilen Rum tarafı olduğu bilinmektedir. Buna rağmen bu konuların hiçbiri resmi bir tepki olarak dile getirilmemiştir117. Anlaşıldığı kadarıyla Ankara, Birleşmiş Milletler 
Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın çözüm planlarının masada olduğu118 ve AET ile köprüleri yeniden kurma çalışmalarının yoğunlaşmaya başladığı bir dönemde, Kıbrıs konusunda sivri bir çıkış yapmaktan kaçınmıştır119. 

Kıbrıs, 4 Temmuz 1990’da AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunur. Başvurunun yapıldığı tarihten bir gün sonra, KKTC Bakanlar Kurulu, Ledra sınır kapısını 24 saatliğine geçişlere kapattığını bildiren bir karar alır. 6 Temmuz’da KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, “Rumların AB başvurusu üzerine “toplumlararası” görüşmeler artık ölmüştür” açıklamasını yapar. Türkiye’nin bütün bu gelişmelere ciddi bir tepki verdiğini söylemek mümkün değildir. 7 Temmuz 1990’da Türkiye Başbakanı Yıldırım Akbulut, “Başvuruyu isabetli ve hukuki bulmuyoruz” diyerek hükümetin görüşünü açıklar. Aynı gün bir basın toplantısı düzenleyen Dışişleri Bakanı Ali Bozer, “Başvuru, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu kararları ile çelişiyor ve toplumlararası görüşmeleri güçleştiriyor” açıklamasını yapar. Bozer, 19 Temmuz 1990’da AT dönem başkanı Gianni de Michelis’e gönderdiği 
mektupta, “Rum kesiminin başvurusunun iki toplumun geleceği açısından problemler çıkardığını, başvuruyu işleme almamaları gerektiğini” ifade eder120.

Yukarıdaki beyanlardan da anlaşılacağı gibi, Türkiye, Kıbrıs’ın tam üyelik başvurusuna bu bölümün en başında sıralanan resmi itirazlarının hiçbirini yöneltmemiştir. Ne 1960 antlaşmalarından ne de Kıbrıs’ın “Ada’nın tamamını temsil edemeyeceğinden” söz edilmektedir. Üstelik bu dönemde artık Yunanistan AET üyesidir. Dolayısıyla Kıbrıs, “Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları” uluslararası bir kuruluşa, tam üyelik başvurusunda bulunmaktadır. Oysa Ankara, “Başvuruyu isabetli ve hukuki bulmadığını”, çünkü bunun “BMGK kararlarıyla çeliştiğini” muğlak bir biçimde söylemekle yetinmiştir. Bunu ifade ederken de daha çok sürecin “toplumlararası görüşmeleri güçleştirdiğine” 
vurgu yapılmıştır. 

Dikkat edilecek olursa, Ankara bu konuda temkinli davranmaya devam etmektedir. Hatırlanacağı üzere Denktaş’ın Kıbrıs’ın AET ile Gümrük Birliği konusunda başlattığı adımların De Cuellar aracılığında yürütülen müzakereleri tehlikeye düşürdüğüne ilişkin yaptığı 14 Aralık 1985 tarihli açıklamanın sonrasında Ankara sessiz kalmış, hatta müzakerelerin devam etmesini desteklemişti. Benzer bir durum burada da yaşanmaktadır. 

Ankara’nın beyanatlarından bir gün önce Denktaş’tan “ Toplumlararası görüşmelerin öldüğü ” yönünde bir açıklama gelmesine rağmen, Ankara’nın bu konuda herhangi bir yorumdan kaçındığı görülmektedir. Türkiye’den destek alamayan Denktaş’ın “ Toplumlararası ” görüşmelerden çekilmeyi, Aralık 1997 Lüksemburg zirvesi sonrasına ertelemesi gerekecektir121. 

11 Eylül 1990’da AB Bakanlar Konseyi, Kıbrıs’ın başvurusunu Komisyon’a iletme kararı aldığını, bir başka deyişle “değerlendirilebilir” bulduğunu ilan eder. Bu gelişme, Kıbrıs’ın tam üyelikle sonuçlanan AB yolculuğu açısından son derece kritiktir; çünkü Türkiye’nin tam üyelik teklifinin reddedilmesinden bir yıl sonra, 1992’ye kadar herhangi bir genişleme olmayacağı söylenmesine rağmen, AET, Kıbrıs’ın teklifini değerlendirmeye almak amacıyla kabul etmiştir. Bu gelişme karşısında 17 Eylül’de Dışişleri Bakanlığı’dan daha net bir açıklama yapılır: “Başvuru, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 649 sayılı kararına aykırıdır”122. 649 sayılı BMGK kararına baktığımızda Kıbrıs’ın AET süreci 
ile ilişkilendirilebilecek tek bir madde olduğu görülmektedir. 


Bu da “Kıbrıs’ın bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını güvence altına alan ve başka herhangi bir ülkeyle tamamen veya kısmen birleşmeyi ve her türden taksimi veya ayrılmayı dışlayan iki toplumlu federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasını öngören” birinci maddedir. Madde, içeriği itibarıyla Türkiye’nin itirazlarında sık sık başvurduğu 1960 Güvenlik antlaşmasının birinci maddesine çok benzemektedir; diğer bir deyişle enosisi ve taksimi yasaklamaktadır. Türkiye’nin bu süreçte hala Kıbrıs’ın Ada’nın tek temsilcisi olamayacağı ya da Türkiye’den önce üye olamayacağı gibi tezleri öne sürmediğine bakılırsa, Kıbrıs’ın AET üyeliğini, dolaylı olarak Yunanistan ile bir birleşmeye, enosise yol açacağı endişesiyle protesto ettiği anlaşılmaktadır123. 

Tabii bu durumda Türkiye’nin KKTC’nin kurulmasına ses çıkarmayarak ve daha sonra bu devleti tanıyarak, Kıbrıs’ın Yunanistan ile “enosise” yol açacağı düşünülen AET’ye başvurusundan yıllar önce Ada’yı doğrudan “taksime” götürdüğü iddia edilebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin buna benzer iddialarının ve çıkışlarının, uluslararası toplum tarafından inandırıcı bulunmasını beklemek pek de gerçekçi olmayacaktır. 21-22 Haziran 1993 tarihlerinde gerçekleşen AB Kopenhag Zirvesi’nin sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesinde124 “Genişleme” başlığı altında, Kıbrıs’ın başvurusuna ilişkin bir paragraf bulunmaktadır. Burada “Malta ve Kıbrıs’la ilgili Komisyon’un görüşlerinin her iki ülkenin özel durumları da dikkate alınarak ivedilikle değerlendirileceği” belirtilmiştir. Türkiye ile ilgili paragraf ise Lizbon kararlarına atıfta bulunarak “Türkiye ile olan ilişkilerin 1964 Ortaklık Antlaşması ve 1970 protokolünde öngörüldüğü gibi gümrük birliğine yönelik olarak geliştirilmesi” ifadelerine yer 
vermektedir. Zirveden kısa bir süre sonra, 30 Haziran 1993’te, Avrupa Birliği Komisyonu Kıbrıs’ın başvurusu ile ilgili olumlu yöndeki görüşünü (avis) yayınlar125. Komisyon bu görüşünü 19-20 Temmuz tarihlerinde gerçekleşen AB Bakanlar Konseyi toplantısında sunar. 

Bunun üzerine Konsey, 4 Ekim 1993’te Komisyon’u desteklediğini belirten ve “Kıbrıs Hükümeti” ile müzakerelerin başlamasını hızlandıracak hazırlık sürecinin bir an önce hayata geçirilmesi tavsiyesinde bulunan bir karar alır126. Bu tarihten itibaren Kıbrıs, AT ile ilişkilerini, üyelik başvurusu kabul edilmiş bir aday ülke statüsünde yürütecektir. 

Türkiye’nin bu karara sert bir tepki verdiğini söylemek yine mümkün değildir. 

KKTC’nin Rum Yönetiminin AB’ye başvurusunun hukuki olmadığı ve müzakereleri yürütmeyi güçleştirdiği yönündeki açıklamasının ardından Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin 1 Temmuz’da basın toplantısı düzenleyerek Türkiye’nin KKTC’nin açıklamalarını desteklediğini ifade etmekle yetinir127. Ancak AB nezdinde herhangi bir girişimde bulunulmadığı dikkati çekmektedir. Bu durum, Türkiye’nin 1992 sonundan bu yana AB ile yürüttüğü Gümrük Birliği müzakerelerini sekteye uğratmak istememesiyle açıklanabilir. 

Zira 12 Kasım 1982’den beri toplanmayan Gümrük İşbirliği Komitesi on yılı aşkın aradan sonra 3 Aralık 1992’de ilk toplantısını gerçekleştirmiş, 1993 yılında da bu toplantılar çeşitli aralıklarla devam etmiştir128. Türkiye’nin ilişkileri düzeltme konusunda gösterdiği çabaların meyvelerini toplamaya başladığı sırada AB ile bir sürtüşmeye girmek istemediği anlaşılmaktadır. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in Gümrük Birliği konusundaki düşünceleri Turgut Özal’dan farklı değildir. O nedenle Ankara, KKTC’nin açıklamasını desteklemenin ötesinde bir adım atmaya yanaşmamıştır129. Komisyonun olumlu görüşünü Konsey’e sunması ve Konsey’in 4 Ekim’de bu görüşü destekler nitelikteki kararına Ankara yine herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Oysa bu kararda, adaylık başvurusu kabul edilen taraf, açıkça “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanımlanmaktadır. 

Buna rağmen Ankara’nın suskun kalması, Gümrük Birliği sürecinin yanı sıra Yunanistan’ın Türkiye’nin yararlanması öngörülen 4. Mali Protokole koyduğu 
veto ile de açıklanabilir. 

Zira AB Konseyi’nin resmi kararının açıklanmasını izleyen günlerde Yunanistan Ankara Büyükelçisi Alexander Philon, yaptığı basın açıklamasında, “Kıbrıs sorununun alacağı çözüm şekline bağlı olarak, AT’nin Türkiye için öngördüğü 4’üncü mali protokolün serbest bırakılması yönündeki Yunan engeli sürecektir” demiştir130. Türkiye’nin bu dönemde ne AB ile ne de Yunanistan ile ilişkileri zedelememe isteğinde olduğu, bu nedenle Kıbrıs’ın adaylık başvurusunun kabul edilmesini sineye çektiği anlaşılmaktadır. 

24 Haziran 1994 AB Korfu Zirvesi’nin sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesi’nde Kıbrıs artık “Aday Ülkeler” başlığı altında ele alınmaktadır131. Bildirgede “Kıbrıs’ın AB’ye katılımı konusunda son derece önemli adımlar atıldığı” ve “Bir sonraki genişleme dalgasının Kıbrıs ve Malta’yı kapsayacağı” vurgulanmaktadır. Bunun dışında metinde Kıbrıs’ta çözümün hangi ölçütler çerçevesinde olması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Ulaşılacak herhangi bir çözümde, “Birleşmiş Milletler kararları ve Üst-Düzey132 antlaşmalarına uygun olarak egemenlik, bağımsızlık, ülkenin birliği ve toprak bütünlüğü” ilkeleri gözetilmelidir. Türkiye ile ilgili olan tek cümlede ise “1964 Ortaklık 
Antlaşmasında öngörülen Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmek için AT-Türkiye Ortaklık Konseyi’nin toplanmış olduğundan” söz edilmektedir. 

Ankara, Korfu Zirvesi kararlarına kayıtsız kalır. Hatta Başkanlık Bildirgesi’nin yayınlanmasından kısa bir süre sonra, 28 Haziran 1994’te Adana Genç İşadamları Derneği’nin İkinci Kuruluş Yıldönümünde bir konuşma yapan Denktaş’ın, “Güney Kıbrıs AB’ye kabul edilirse, biz de Türkiye ile entegrasyona gideriz” açıklaması133 bile Ankara’nın sessizliğiniz bozmaya yetmez. Ankara ne AB’yi tutumundan dolayı eleştirmiş, ne de Denktaş’a destek verdiğini beyan etmiştir. Böyle bir ortamda, 3 Temmuz 1994’te, Türk-Metal İş Sendikası düzenlediği “Hükümete İhtar” mitinginde konuşma yapan sendika başkanı Mustafa Özdek, Kıbrıs’ın elden gitmek üzere olduğunu ve hükümetin bir an önce 
istifa etmesi gerektiğini söyler134. 

Bu gelişmeler olurken 5 Temmuz 1994’te Avrupa Adalet Divanı bir karar alır. Güney Kıbrıs’ın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak bir kez daha tescil edilmesi ve KKTC’ye ambargo uygulanması sonucunu doğuran bu karar da Ankara’da yeterince yankı bulmaz135. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ferhat Ataman, Adalet Divanı’nın aldığı karara ilişkin olarak 13 Temmuz’da düzenlediği basın toplantısında “Ambargo çözümü zorlaştırıyor ve AB’nin de kabul ettiği Güven Artırıcı Önlemler ile çelişiyor” demekle yetinir136. KKTC’ye uygulanan ambargolar 1994’ten beri sürmektedir. 

20 Temmuz 1994’te, Barış Harekatı’nın yıldönümünde konuşma yapan Denktaş’ın Kıbrıs’ın AB üyeliği yolunda attığı adımlara cevap verdiği, “Türkiye’ye bağlanma adımlarını sıklaştırmalıyız. Kurtuluş buradadır. Sahte barış görüşmeleriyle vakit geçirmeyelim” diyerek “bütünleşme” önerisini bir kez daha yinelediği görülür137.

 Ancak Ankara, Denktaş’ın bu sözleri karşısında sessiz kalır. KKTC Meclisi, 24 Ağustos 1994 tarihli kararında federasyonun tek çözüm olduğu yönündeki kararını iptal etmekle kalmaz aynı zamanda Kıbrıs’ın Türkiye ile bütünleşmeye gideceğini söyler. 30 Ağustos 1994’te Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada KKTC Meclisi’nin kararının desteklendiği söylenmektedir ancak Türkiye’nin federasyon tezinde herhangi bir değişiklik yaptığına dair herhangi bir ifade yer verilmemektedir Rumların AB üyeliği doğrultusunda attığı adımlardan ise, “Rum tarafının tek yanlı girişimleri” olarak söz edilmekte ve bu duruma, “sorunu çözümsüzlüğe mahkum edebileceği” gerekçesiyle karşı çıkılmaktadır. 

Açıklamada KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesi konusunda net ifadeler kullanılmamıştır; bunun yerine Türkiye’nin, “Kıbrıs Türk halkını bu durumun sakıncalı etkilerine maruz bırakmayacak önlemleri kararlılıkla alacağı” vurgulanmıştır138.

9 Aralık 1994’te AB Essen Zirvesi gerçekleşir. Zirve sonunda yayınlanan Başkanlık Bildirgesinde139 “Bir sonraki genişleme dalgasının Kıbrıs ve Malta’yı kapsayacağı” bir kez daha teyit edilmiştir. Türkiye ile ilgili olarak ise “Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmeye ve tam olarak uygulamaya yönelik olarak müzakerelerin tamamlanmasına ve bu “ Ortak ” ( Partner ) ile ilişkilerin güçlendirilmesine karar verildiği” belirtilmektedir. 

Görüldüğü gibi AB, Korfu’da olduğu gibi Essen’de de Kıbrıs’ın tam üye olacağını açıkça ortaya koymuştur. Türkiye ise Gümrük Birliği hedefiyle ilerleyen bir “ortak” konumundadır. Buna rağmen Türkiye kabuğunda kalmayı tercih eder. Zaten Gümrük Birliği müzakereleri Yunanistan’ın vetosu nedeniyle resmi olarak tamamlanamamaktadır. Böyle bir dönemde ilişkileri bulandırmaya hiç gerek yoktur140. 

1995 yılının ilk günlerinde Dışişleri Bakanlığı’ndan Kıbrıs’ın AB üyeliği ile ilgili bir açıklama yapılır. Bakanlık müsteşarı Özdem Sanberk, “AB’nin Kıbrıs sorununa çözüm bulmadan Rum tarafına müzakere takvimi vermesinin, Ada’yı böleceğini” söylemektedir. 

Bu açıklamanın ardından iki hafta geçmeden AB ile Kıbrıs’ın bütünleşme girişimlerine paralel olarak Türkiye’nin KKTC ile bütünleşmesi gerektiğini söyleyen ve bunu bir Meclis kararı ile tescil ettiren Denktaş’ın, Rum lideri önkoşulsuz olarak müzakereye çağırması dikkat çekicidir. Ankara’nın çözüm bulmadan Kıbrıs’ın AB’ye alınmasını engelleyemeyeceğini görmeye başladığı, dolayısıyla en azından bunun çözüm bulunduktan sonra gerçekleşmesi için Denktaş’tan inisiyatif almasını istediği yorumu yapılabilir141. 

Ancak AB’den tam üyelik için müzakere takvimi almaya çok yaklaşmış olan Rum lideri, görüşme masasına dönmek istemez. 


111 http://www.mfa.gov.cy/mfa/mfa2006.nsf/eu01_en/eu01_en?OpenDocument.
112 Bkz. Birinci bölüm, s. 13-14. 
113 1972 yılı itibariyle Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında yalnızca AET ile değil pek çok uluslararası kurumla ilişkilerini sürdürmektedir. Birleşmiş Milletler’e, Bağlantısızlar’a Commonwealth’e ve 
Avrupa Konseyi’ne üyedir; Dünya Bankası, IMF, UNESCO gibi kuruluşlarla normal bir devlet statüsünde temaslarda bulunmaktadır. Dolayısıyla AET ile ilişkiler Kıbrıs’ın uluslararası ilişkilerinin yalnızca bir 
boyutunu oluşturmaktadır. Türkiye’nin, Kıbrıs’ın bu kuruluşlarla olan ilişkilerine herhangi bir itirazda bulunmamış olması dikkat çekicidir. 
114 Türkiye 14 Nisan 1987’de AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur 
http://www.abhaber.com/belgeler/blg_00043.asp. 
115 Kıbrıs AET ile 22 Mayıs 1987’de Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamıştır. 
http://www.kypros.org/Cyprus_Problem/europeanunion.html 
116 AB-Türkiye Ortaklık Konseyi ve İşbirliği Konseyi çalışmalarının ayrıntılı kronolojisi için, 
http://www.abhaber.com/belgeler/blg_00043.as. 
117 Kıbrıs-AB Gümrük Birliği müzakere sürecinin ayrıntılı bir analizi için, Soyalp Tamçelik, “Kıbrıs ve 
Avrupa Birliği İlişkileri”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi, der. Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu 
(İstanbul: Tatav Yayınları, 2001), s. 171-254. 
118 De Cuellar çözüm belgelerinin müzakere süreci ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Birinci bölüm, s. 21. 
119 KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Rumların AET ile Gümrük Birliği müzakerelerin başlamasından 
sonra 14 Aralık 1985’te Lefkoşe’de yaptığı açıklamada “AET’nin Güney Kıbrıs ile Gümrük Birliği 
kurulması amacıyla başlattığı yol, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın girişimlerini sona 
erdirecek bir nitelik almaya başlamıştır” demektedir. Türkiye, Denktaş’ın bu açıklamasını destekler nitelikte 
resmi bir tepki vermediği gibi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de Cuellar aracılığıyla yürütülen görüşmelere desteğini sürdürmüştür. Hatta AET Güney Akdeniz Sorumlusu Claude Cheysson’ın 24 Aralık 1985’te Lefkoşe’de düzenlediği basın toplantısında “Biz Güney Kıbrıs’ı tanıyoruz. KKTC hiç kurulmamalıydı” açıklaması bile Ankara’yı harekete geçirmeye yetmemiştir. 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1985/aralik1985.htm. Ankara zaman zaman Kıbrıs’ı 
tanıması anlamına gelebilecek gelişmelerin uzağında da kalamamıştır. Örneğin 18 Mart 1986’da İstanbul’da 
toplanan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Konferansı’na Türkiye’nin verdiği vize sayesinde 
Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcisi de katılmıştır. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yalım Eralp, “Toplantıya katılan Kıbrıs Rum Yönetimi Tarım Bakanı Andreas Papastolomontos'a vize verilmesinden, Türkiye'nin Kıbrıs Rum 
Yönetimini tanıdığı sonucunun çıkarılamayacağı, kendisinin Türk hükümeti değil, toplantıyı düzenleyen FAO örgütü tarafından davet edildiği” açıklamasını yapmıştır. 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1986/mart1986.htm. 
120 Kıbrıs’ın AET’ye tam üyelik başvurusunda bulunmasından sonra Türkiye ve KKKTC’den yapılan resmi açıklamalar için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/temmuz1990.htm. 
121 Özal’ın Kıbrıs’ın AET yolunda attığı adımların tehlikeli olabileceğini sezerek Rumların tam üyelik başvurusunda bulunmasından birkaç ay önce Mayıs 1990’da
 dörtlü konferans önerisini getirdiği bilinmektedir. Özal “Biz bugün bu sorunu kendi istediğimiz şekilde çözebiliriz. 
Eğer şimdi çözmezsek ilerde bize çözdürürler” sözleriyle bu konudaki endişelerini dile getirmiş, ne var ki önerisine destek bulamamıştır (Hasgüler, 2004b: 74). 
Ancak en azından müzakerelerin sürdürülmesi için Denktaş’ı masada tutmak amacıyla elinden geleni yaptığı görülmektedir. 
Nitekim 1990’larda De Cuellar aracılığıyla yürütülen müzakereler daha sonra da aralıklarla devam etmiş ve 1992 yılında Ghali Fikirler Dizisi ortaya atılmıştır. 
Bu dönemde Türkiye’nin AET boyutunu da dikkate alarak sert çıkışlar yapmaktan ziyade çözümü zorlama konusunda adımlar atmaktadır. Bkz. Birinci bölüm, s. 22-23. 
122 Dışişlerinden yapılan 17 Eylül 1990 tarihli açıklama için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/eylul1990.htm. 
123 Hükümet bu gelişmeler üzerine özellikle muhalefet partilerinin ağır eleştirilerine uğramıştır. SHP Genel 
Başkanı Erdal İnönü 18 Eylül 1990’da yaptığı açıklamada, “Hükümet dış politika konularında Türkiye’nin 
çıkarlarını gözetmiyor” demektedir. Aynı gün Meclis’te muhalefet partileri hükümeti Rum kesiminin AET 
başvurusu konusunda uyarmıştır. 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1990/eylul1990.htm 
124 21-22 Haziran 1993 AB Kopenhag Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/72921.pdf. 
125 Komisyonun görüşünün ayrıntıları için, http://www.kypros.org/Cyprus/cy_republic/europe.html. 
126 Kararın ayrıntıları için, http://www.hri.org/Cyprus/Cyprus_Problem/eudocs/C1.html. 
127 “Kıbrıs'ın Avrupa Topluluğu'na üyeliği konusunun yöntemine ve özüne ilişkin olarak KKTC'nin açıkladığı görüşler Türkiye tarafından paylaşılmaktadır” 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1993/ temmuz1993.htm 
128 Türkiye-AB Gümrük Birliği müzakerelerinin açıklamalı tarihçesi için, 
http://www.abhaber.com/belgeler/blg_00043.asp. 
129 Hatırlanacak olursa, bu tarihler aynı zamanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Ghali’nin önerdiği Güven Artıcı Önlemler nedeniyle Ankara’da yoğun 
tartışmaların yaşandığı tarihlerdir. Denktaş, Kopenhag zirvesinden kısa bir süre önce 10 Haziran 1993’te Ankara’ya gelerek TBMM’ye hitaben bir 
konuşma yapmış, bu konuşmanın hemen ardından TBMM Kıbrıs Deklarasyonu kabul edilmişti. 
TBMM Deklarasyonunda Kıbrıs’ın Avrupa Birliği yolculuğu konusunda herhangi bir ifade yer almamıştı. Bkz. Birinci bölüm, s. 23-24. Ayrıca 1993-1994 yılları arasında 
barış müzakereleri belirli aralıklarda devam etmiştir. 
130 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1993/ekim1993.htm. 
131 24 Haziran AB Korfu Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00150.EN4.htm. 
132 Üst Düzey antlaşmaları şeklinde tanımlanan antlaşmalar 1977 Denktaş-Makarios Dört Nokta Antlaşması 
ve 1979 Denktaş-Klerides On Nokta Antlaşmasıdır. Bkz. Birinci bölüm, s. 19. 
133 Denktaş’ın 28 Haziran 1994 tarihli açıklaması için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/haziran1994.htm 
134 Mustafa Özdek’in açıklamasının ayrıntıları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/temmuz1994.htm. 
135 Avrupa Adalet Divanı kararının ayrıntıları için, bkz. Birinci Bölüm. 
136 Ferhat Ataman’ın açıklamalarının ayrtıntısı için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/temmuz1994.htm. 
137 Denktaş’ın 20 Temmuz 1994 tarihli açıklamaları için, 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1994/temmuz1994.htm. 
138 Bkz. Birinci bölüm, s. 24-25. 
139 9 Aralık 1994 tarihli AB Essen Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00300-1.EN4.htm 
140 Yunanistan, Essen Zirvesi’nde Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni veto etmiştir. 
141 İki lider arasında görüşmelerin yeniden başlatılması konusundaki girişimin Türk tarafından gelmesi bu dönemde yaşanan diğer iki gelişmeyle de açıklanabilir. 
15 Aralık 1994’te Avrupa Parlamentosu, insan hakları ihlalleri gerekçesi ile Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu çalışmalarını askıya alınmasını, 
Ortaklık Konseyi toplantısının ertelenmesini ve Türkiye’de hak ihlalleri sürdükçe Gümrük Birliği’nin tamamlanmamasını tavsiye eden bir karar almıştır 
(Tekeli ve İlkin, 1993: 389). 19 Aralık 1994’te toplanan AB-Türkiye Ortaklık Konseyi, AP’nin kararı ve Yunanistan’ın vetosu nedeniyle Gümrük Birliği görüşmelerini 
6 Mart 1995’e ertelemiştir 
http://www.ikv.org.tr/pdfs/kronoloji5.pdf. 
Bu iki gelişme Ankara’yı bir hayli endişelendirmiştir. Dolayısıyla Ankara’nın, Ada’da barış görüşmelerinin sürmesini desteklediği görünümünü vererek, 
AB nezdinde puan toplamaya çalıştığı görülmektedir. 


***

Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları


Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları ve Değerlendirmesi 


Yukarıdaki değerlendirmelerden sonra Türkiye’nin 1950’lerden beri izlediği Kıbrıs politikaları hakkında aşağıdaki sonuçlara varmak mümkündür: 
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda kırk yılı aşkın zamandır kabul ettiği ve yukarıda ayrıntılarıyla incelenen bu belgelere bakıldığında hepsinde ortak tek bir “kırmızı çizgi” bile olmaması çarpıcı bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Ne ulaşılacak çözümün yaslanması gereken parametreler ne de Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren konular açısından birbirini tam olarak destekleyen iki belge dahi bulmak mümkün değildir. Belgelerin bazılarında “siyasi eşitliğin”93 altı çizilmiş, bazılarında ise “egemenlik hakları”94 ön plana çıkarılmıştır. Hatta Türkiye’nin en “olmazsa olmazı” kabul edilen “iki kesimlilik” bile, yalnızca tek bir TBMM kararında ve iki ortak açıklamada yer almaktadır95. Kimi metinlerde Kıbrıs’ta “iki toplum” ya da “iki halk”96 olduğu gerçeğinden söz edilmekte kimilerinde buna “iki yönetim”97 ibaresi eklenmekte bazılarında ise vurgu “iki devlet”98 üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hiç kuşkusuz bu ayrımlar çözümü beraberinde getirecek koşulların belirlenmesi açısından hayati ayrımlardır. 10 Haziran 1993 tarihli 
Deklarasyona gelinceye kadar garantörlük haklarından da söz edilmediği görülmektedir, nitekim 1985-86 yıllarında Türkiye’nin kabul etmeye çok yaklaştığı De Cuellar belgelerinde de Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan doğan bu haklarına atıf yoktur. Türk-Yunan dengesi ise 1997 yılındaki açıklamalarla birlikte metinlere yerleşmeye başlamıştır ancak 15 Temmuz 1999 tarihli TBMM Deklarasyonu’nda bu dengeye atıfta bulunulmamaktadır. Kısacası Türkiye’nin Kıbrıs politikalarını temsil ettiği söylenen bütün bu kararların ve belgelerin arasında kırk yıldır değişmeden kaldığını savunabileceğimiz tek bir “ Kırmızı Çizgi ” ya da“ Olmazsa Olmaz ” olmadığı açıkça ortadadır99. 

Yukarıda ayrıntılı olarak değerlendirilmiş olan belgelere ve uygulamalara baktığımızda Türkiye’nin Kıbrıs politikasında çok ciddi çelişkiler olduğu görülmektedir. Örneğin Rum kesiminin Ada’nın tek temsilcisi olduğunu inkar eden de bunu zamanında onayladığı ve değiştirmek için herhangi bir çaba göstermediği BM kararıyla tescil eden de Türkiye’dir. Kıbrıs halkını azınlık olarak ezdirmemeyi ve enosisin önüne geçmeyi kendine şiar edindiğini söyleyen Türkiye, bu ilkelerinden Karpas yarımadası ve bir Ege Adası karşılığında hemen vazgeçebilmiştir. Ayrıca Türkiye, defalarca kez ihlal ettiği 1960 antlaşmalarını karşı tarafın ihlal ettiğini iddia ederek tezlerini savunma yolu seçmiştir. 
KKTC’yi tanımış ama ne tanıtılması ne de ambargoların kaldırılması yönünde kaydadeğer bir çaba göstermiştir. KKTC’yi kalkındırmak için ekonomik entegrasyon adı altında bir sürü yüksek perdeden laf etmiş ancak KKTC’nin ekonomik açıdan güçlendirilmesini sağlayacak kalıcı adımları atamamıştır100. Bağımsız ve egemen bir devlet olduğunu iddia ettiği KKTC’yi yaşatmaktan değil ilhak etmekten söz etmiş, böylece Kıbrıs’ı belgelerde iddia ettiğinin aksine yalnızca bir toprak parçası ve stratejik koz olarak gördüğü izlenimini 
vermiştir. Türkiye’nin, bütün bu çelişkili tutumların sergilendiği dönemlerde bir yandan da “adil ve kalıcı müzakereleri” desteklediğini söyleyerek varolan çelişkilere yeni çelişkiler eklemesi, çözüm konusundaki inandırıcılığını iyice yitirmesine yol açmıştır. Türkiye’nin Kıbrıs politikasının “çözümsüzlük çözümdür” biçiminde algılanması, bu çelişkilerin bir sonucudur. Önümüzdeki tabloya bakıldığında teşbihte pek de hata olmadığı ortadadır. Türkiye’nin Kıbrıs politikalarının çok belirgin bir diğer özelliği konjonktürel politikalar, “ İdare-i Maslahat Politikaları ” oluşudur. Bu durum belki de kaçınılmaz olarak, savunulan tezlerin proaktif değil, reaktif tezler olması sonucunu doğurmuştur101.

 Aslında bu durumun en baştan beri böyle olduğu görülmektedir 1950’lerde NATO ile ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem veren Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgilenmeye başlaması için, Yunanistan’ın konuyu Birleşmiş Milletler’e taşıması gerekmiştir. Ankara, ancak “enosis” tehtidi ortaya çıktığı zaman Ada üzerinde buna alternatif olabilecek tezleri gözden geçirmeye başlamıştır. Kıbrıs’ta olayların başlamasından tam on yıl sonra, Yunanistan bir darbe ile Ada’yı ele geçirmeye kalkışınca harekete geçmeye karar vermiş ve aslında on 
yıldır bozuk olan “düzeni yeniden kurma” gerekçesi altında müdahale etmiştir. KKTC’nin ilanı da Türkiye’deki askeri idarenin Batı’ya bir gözdağı olarak nitelendirilmektedir. 

1990’lardan itibaren yayınlanan bütün deklarasyonlarda ve açıklamalarda aynı reaktif politikanın izleri görülebilir. Türkiye, Kıbrıs politikası aracılığıyla, hatta Kıbrıs politikası kisvesi altında Yunanistan, AB, BM, G-8 gibi “dış güçlere” mesaj vermeye çalışmıştır. O nedenle dışarda meydana gelen ve Türkiye’yi ilgilendiren pek çok gelişme, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını yeniden evirip çevirmesine, biraz ekleyip biraz çıkararak günün şartlarına uyarlamasına yol açmıştır. Örneğin önce Yunanistan ve Kıbrıs arasında ortak savunma doktrini oluşturulmuş, Türkiye buna bir süre sonra “müşterek savunma doktrini” oluşturacağını söyleyerek cevap vermiştir. Rumların hem AB ile atacağı bütünleşme adımlarının hem de Yunanistan ile gireceği işbirliklerinin aynısının Türkiye ile KKTC’nin arasında da gerçekleştirileceğinin vurgulanması Türkiye’nin Kıbrıs politikasını hangi 
ölçütlere göre belirlediğini göstermesi bakımından önemlidir. “Konfederasyon”, “kısmi ilhak”, “tam ilhak” gibi uluslararası toplum tarafından ciddiye alınmamış olan önerilerin hiçbirinin uzun ömürlü olmaması, Kıbrıs’ta resmi politikamız olarak ilan ettiğimiz bu tezlerin kısa süreli birer reaksiyondan başka bir şey olmadığını göstermektedir. Diğer taraftan 1997 yılından itibaren yoğun olarak yürütüldüğü izlenimi veren KKTC’yi ekonomik olarak kalkındırma amaçlı girişimlerin asıl amacının Kıbrıs Türk halkına yardımcı olmaktan ziyade dışarıya gözdağı vermek olduğu hem atılan adımların zamanlamasından, hem de bu adımların “Kıbrıs-AB” yakınlaşması gibi şartlara bağlanmasından anlaşılmaktadır. Kısacası Türkiye, Kıbrıs Türk halkına karşı “ Biz size yardım edeceğiz, hatta gerekirse entegrasyona gideceğiz ama bunun için Rumların AB ile atacağı adımları bekleyeceğiz ” şeklinde özetlenebilecek bir görünüm sergilemiştir. 

Yıllardır yurtdışına çıkarken büyük güçlüklerle karşılaştıklarını bildiği KKTC vatandaşlarına T.C pasaportu verilebilmesi kararını bile Rum kesiminin Kıbrıslı Türklere pasaport verilmesini öngören kararı onaylamasından sonra almıştır (Hasgüler, 2004b: 165). 

Bu değerlendirmelerin ışığında, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana izlediği resmi Kıbrıs politikalarının, diğer bir deyişle “kırmızı çizgileri” ve “olmazsa olmazları”nın yarım asrı aşkın süredir değişmeden kaldığı iddiasının temelsiz olduğu açıktır. Türkiye, bu zaman zarfında çelişkili, konjonktürel ve reaktif politikalar izlemiş, yıllardır arkasında durduğunu iddia ettiği tezleri tutarlı, istikrarlı ve inandırıcı bir biçimde ortaya koyamamıştır. 

Helsinki Zirvesi Öncesinde Avrupa Birliği ile İlişkiler Bağlamında Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları 

Birinci bölümde, Annan Planı sürecinde gündeme gelen eleştiriler ışığında Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin tutarlılığı tartışılmış, alınan TBMM kararları, yayınlanan Ortak Açıklamalar ile Deklarasyonlar ve Türkiye’nin uygulamaları incelenerek, değiştirildiği iddia edilen “geleneksel Kıbrıs politikasının” sözü edilen dönem öncesinde de sürekli değişime uğradığı ortaya konmuştu. İkinci Bölümde ise, bu süreçte hükümetin Kıbrıs konusunda en sert eleştirilere maruz kaldığı konulardan biri olan Avrupa Birliği ile ilişkiler bağlamında Kıbrıs meselesine yaklaşımı ele alınacaktır. AKP’ye yöneltilen eleştiriler, 3 Kasım seçimlerinin ardından, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs sorununun çözümünü Avrupa Birliği üyeliği ile ilişkilendirdiği izlenimi yaratan açıklama larından sonra başlamış, Annan Planı üzerindeki müzakereler esnasında iyice 
yoğunlaşmıştır. Hatırlanacağı üzere AKP, yalnızca Kıbrıs müzakerelerinin ulaştığı nokta açısından değil, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci açısından da son derece kritik bir dönemde iktidara gelmiştir. O günlerde başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP yetkililerinin Avrupa Birliği’nden müzakere takvimi alma konusundaki kararlılığı 102 ve Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesini istedikleri şeklindeki açıklamaları103 muhalefette ve medyada “ Kıbrıs AB’ye Satılıyor ”, “ AKP, AB’den müzakere takvimi alabilmek için Kıbrıs’ı feda ediyor ”, “ Kıbrıs’ta ver kurtul ”, “ AKP Kıbrıs’ta teslim oldu ” gibi yorumların gündeme gelmesine yol açmıştır104. 

AKP’ye bu konuda yöneltilen eleştiriler, yalnızca Kıbrıs’ta çözüm ile Türkiye’nin AB üyeliğini ilişkilendirdiği gerekçesiyle sınırlı değildir. Türkiye’nin henüz tam üyelik müzakerelere başlamak için tarih alamadığı Kopenhag Zirvesi’nde Kıbrıs ile müzakerelerin başarı ile tamamlandığı ve bu ülkenin 1 Mayıs 2004’te AB’nin on yeni üyesinden biri olacağı kayda geçirilmiştir105. Özellikle bu gelişmenin ardından AKP hükümeti, Türkiye’nin bu konudaki resmi politikalarını değiştirmekle, yani Kıbrıs’ın AB üyeliğini kabullenmekle suçlanmıştır106. Eleştirilerin dozu, 2004 yılı başında Annan Planı müzakereleri tamamlandıktan sonra iyice doruğa çıkmıştır107. 

Tarihsel olarak bakıldığında, Türkiye’nin Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine yönelik itirazlarını ve genel tutumunu dört ana başlıkta toplamak mümkündür: 

1- Kıbrıs’ın AB’ye üye olması 1959-1960 antlaşmalarına aykırıdır108, çünkü: 

a) Antlaşmalar, Ada’nın herhangi bir başka devletle birleşmesini, yani enosis’i engellemektedir109; 

b) Antlaşmalara göre Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir birliğe üye olamaz. 
Dolayısıyla Kıbrıs, ancak Türkiye AB’ye üye olduktan sonra üyelik sürecini tamamlayabilir110. 

2- Rum Yönetimi Ada’nın tamamını temsil etmemektedir; Kıbrıs’ın Ada’nın tek temsilcisi sıfatıyla AB ile üyelik sürecini yürütmesi kabul edilemez; 

3- Kıbrıs sorununun çözümü Türkiye’nin üyelik perspektifinden bağımsız olarak ele alınmalıdır. Çözüm, Türkiye’nin üyeliğinin önşartı olamaz. 

4- Bu itirazlara rağmen AB ile Kıbrıs bütünleşecek olursa, Türkiye de KKTC ile entegrasyona gidecektir. 

Kıbrıs’ın AB’ye üyelik sürecinde Türkiye’nin geliştirdiği tezler, gösterdiği tepkiler, ortaya koyduğu itirazlar, yukarıda sıralanan gerekçeler ışığında incelenecektir. 

Bunun için Kıbrıs’ın 1972’de AET ile imzaladığı Ortaklık Antlaşmasından başlayarak AKP iktidarı dönemine gelinceye kadar Kıbrıs-AB yakınlaşmasını belgeleyen AB Zirveleri Başkanlık Bildirgeleri, AB kurumlarının hazırladığı raporlar ve aldığı kararlar ele alınacaktır. Tabii Ankara’nın bu konuda geliştirdiği tutum ve tavırlar, Türkiye’nin AB yolculuğundan bağımsız olarak düşünülemez. Dolayısıyla Kıbrıs-AB ilişkileri, Türkiye-AB ilişkileriyle paralel olarak tartışılacaktır. 

93 10 Haziran 1993 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu, 28 Aralık 1995 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 20 Ocak 1997 T.C-KKTC Ortak Açıklaması, 
4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 20 Temmuz 1999 T.C-KKTC Ortak Açıklaması, 6 Mart 2003 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu. 
94 20 Ocak 1997 T.C-KKTC Ortak Açıklaması, 4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu; 23 Nisan 1998 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 
20 Temmuz 1999 T.C-KKTC Ortak Açıklaması. 
95 28 Aralık 1995 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu ve 6 Mart 2003 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu. 
96 10 Haziran 1993 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu, 21 Ocak 1997 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu. 
97 4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu. 
98 23 Nisan 1998 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 15 Temmuz 1999 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu, 20 Temmuz 1999 T.C-KKTC Ortak Açıklaması. 
99 “Önceleri Kıbrıs'ta ' Kırmızı Çizgilerimiz var ' deniyordu. Bu sözlerle, hiçbir durum ve biçimde vazgeçemeyeceğimiz taleplerimiz anlatılıyordu. Bir gün Kıbrıs yöneticileriyle Ankara'dakilerin farklı ''Çizgileri'' görülüyor; diğer gün ' Biz Birliğiz ' deniliyordu. Ben kırmızı çizgileri öğrenmeden, söylem değişti. 
Bir süredir Denktaş ve Erdoğan, 'kırmızı çizgileri' bir yana bırakıp 'Olmazsa olmazlarımız var' söylemine geçtiler. Kıbrıs görüşmelerinde 'kabul edilmezse' anlaşma masasından kalkacağımız 'isteklerimiz' vardır, 
bunlar bizim 'Olmazsa olmazlarımızdır' deniyor. Nedir bunlar?”: Tarhan Erdem, “ Olmazsa olmaz, olmaz! ”, Radikal, 25 Mart 2004. 
100 Denktaş: “Malımızı Türkiye’ye satamıyoruz. KKTC’de ekonomi çöküyor, ürünlerimize ambargo konuyor. KKTC’de icradan geçilmiyor. Niye bize Çin, Japonya muamelesi yapıyorsunuz!”, Milliyet, 15 
Aralık 2001. KKTC ekonomisinin Türkiye’den gelen yardımlar, yatırımlar ve ticaret hacmi açısından ayrıntılı bir değerlendirmesi için, Ahmet Yörükoğlu, “Türkiye-KKTC Ekonomik İşbirliği ve Avrupa Birliği”, 
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi, der. İrfan Kaya Ülger ve Ertan Efegil (Ankara: HD Yayıncılık Matbaacılık Tanıtım, 2002), s. 230-233. 
101 “Türkiye Kıbrıs davasını zaman zaman değişen sloganlar halinde savundu ve savunmaya devam etmektedir. Yalnız bu sloganlarda dikkati çeken, Türkiye’nin reaksiyoner bir tutum sergilemesidir”, (Ersoy, 
2001: 116). 
102 “Recep Tayyip Erdoğan: AB’den müzakere takvimi almak için elimizden ne geliyorsa yapacağız”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2002. 
103 “Erdoğan: Kıbrıs artık çözülmeli” Cumhuriyet, 17 Kasım 2002. 
104 Mustafa Balbay, “ Kıbrıs’ta Çöz Kurtul! ”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2002; “ Ecevit: Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile ilgilidir. Bunu AB olayından ayırmamız gerektiğini söyledik. Ancak 58. 
Hükümetin yetkili ve yetkisiz başbakanları, Kopenhag öncesinde AB yönetimine “ Siz kapıyı aralayın, Kıbrıs’ı istediğiniz doğrultuda çözelim ” dediler. Bu Türkiye’nin resmi politikası değildir; olamaz da”, 
Cumhuriyet, 13 Ocak 2003; “ Demirel: Türkiye, “ Durun Beyler, ben bunda yokum. Kıbrıs koşullu bir AB istemiyorum” diyebilmeliydi” Cumhuriyet, 2 Nisan 2004; Bu konuda yöneltilen eleştirilerin kapsamlı bir 
örneği için, Erol Manisalı, “ Verilen Kıbrıs’ın Davası Olur mu? ”, “ Kıbrıs’ın Satışı ”, Atilla İlhan ile Siyaset Güncesi (İstanbul: Derin Yayınları, 2004), s. 25-26; 140-142; Fuat Veziroğlu, “Kıbrıs Satışa Nasıl 
Çıkarıldı? ”, Annan Planı’na Hayır (İstanbul: İleri Yayınları, 2004), s 65-70. 

105 11-12 Aralık 2002 AB Kopenhag Zirvesi Başkanlık Bildirgesinin tam metni için, 
http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/73842.pdf. 

106 Cüneyt Arcayürek, “Türk dış politikasını tersyüz etmek”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2002; Mümtaz Soysal, “Gavurluk”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2002; Şükran Soner, “Erdoğan dengeleri bozuverdi”, Cumhuriyet, 23 
Kasım 2002.; Aylin Güney, Kopenhag Zirvesi sonrasında, Türkiye ve KKTC’de Kıbrıs’la ilgili iki kamp oluştuğunu söylemektedir (Güney, 2004: 114). Türk hükümetinin Kıbrıs politikası ve AB üyeliği perspektifi 
ile eleştirel bir değerlendirme için, örneğin, Erol Manisalı, “Türkiye’yi Batı’ya bağlamak isteyenler, Kıbrıs’ta taviz vermeyi savunuyorlar”, Annan Planı’na Hayır (İstanbul: İleri Yayınları, 2004), s 139- 145; 
Müge Kınacıoğlu ve Emel Oktay, “The Domestic Dynamics of Turkey’s Cyprus Policy: Implications for Turkey’s Accession to the European Union”, Turkish Studies, 7: 2 (Haziran 2006): 261-273. 

107 Onur Öymen, “Bu hükümet dahil, geçmiş bütün Türk hükümetleri, Rum kesiminin tek başına AB’ye üye olmasının uluslararası hukuka, antlaşmalara aykırı olduğunu BM’ye tescil ettirmiştir. Şimdi 
neredesiniz?...Hayatın gerçeği budur deyip, otuz yıldır savunduğumuz tezden vaz mı geçtiniz?... Açıkça söylüyorum, Türkiye tezlerinden vazgeçmiştir. Siz “hayatın gerçeğidir” dediniz. Hukuki haklarımızı, 
çıkarlarımızı yok saydınız”, TBMM Genel Kurul Tutanağı, 17 Şubat 2004. Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB üyeliği ile ilgili resmi söyleminin ayrıntılı bir değerlendirmesi için, Şükrü Sina Gürel, Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne 
üyeliği Türkiye - AB ilişkilerini nasıl etkiler?: Kadir Has Üniversitesi I. Uluslararası İlişkiler Sempozyum bildirileri 18 Mart 2004, İstanbul, Turkey / Kadir Has Üniversitesi (İstanbul : Kadir Has Üniversitesi, 2004), s. 30-33. 

108 1997 yılında Türkiye, İngiliz Hukuk Profesörü Maurice H. Mendelson’dan Kıbrıs’ın AB’ye tek taraflı üyelik başvurusunun hukuki yönlerini inceleyen bir mütalaa hazırlamasını istemiştir. 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/ DisPolitika/ AnaKonular/ Kibris/ Mendelssohn.htm. 6 Haziran 1997’de tamamlanan rapor, 25 Temmuz 1997’de güncellenmiş ve Türkiye’nin girişimleri üzerine Birleşmiş Milletler 
resmi belgesi olarak yayınlanmıştır. Yukarıda sayılan hukuki itirazlar, Mendelson raporu ve Türkiye’nin bu doğrultuda yaptığı açıklamalardan derlenmiştir. 1997’de hazırlanan Mendelson raporunun tam metni için, 
http://www.un.org/documents/ga/docs/56/a56451.pdf. 

109 Türkiye, 1960 Garanti Antlaşmasının 1. maddesinden dolayı bu itirazı getirmektedir. Madde, Kıbrıs’ın başka bir “devletle” kısmen veya bir bütün olarak siyasi ve ekonomik birliğe girmesini yasaklamaktadır. 
Bkz. Ekler A. Ancak maddenin yorumlanması konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Bazı yorumlara göre Avrupa Birliği bir “devletler topluluğu” olarak görülmelidir; o yönüyle Kıbrıs’ın AB’ye üye olması 
mümkün değildir. Bazı yorumlara göre ise, AB üyeliği, Kıbrıslı Rumlar’ın dolaylı yoldan Yunanistan ile enosisini sağlayacaktır. Bu konuda ayrıntılı bir analiz için, Ahmet Gazioğlu, “Kıbrıs Sorunu, Ortaklık 
Cumhuriyeti ve AB Üyeliği Girişimlerinin Siyasi ve Hukuki Yönleri”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi, der. Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu (İstanbul: Tatav Yayınları, 2001), s. 275-280. Bu nedenle üyelik 
enosisi yasaklayan 1960 antlaşmalarına aykırıdır. 1960 Garanti Antlaşmasının tam metni için, bkz. 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Garanti_Antlasması_Zurich11Subat1959.htm. 

110 Burada da Türkiye’nin hukuki dayanağını, Zürih Antlaşmasının 8. ve 23. maddeleri oluşturmaktadır. 8. madde, “ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Yunanistan ve Türkiye’nin birlikte üye oldukları uluslararası kuruluşlar ve 
ittifaklara katılması veya EK I’de tanımlanan savunma ve güvenlik meseleleri hariç Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı, gerek ayrı ayrı gerekse birlikte, dış işlerine taalluk eden herhangi bir yasa veya 
karar üzerinde nihai veto hakkına sahip olacaklardır ” demektedir. Türk tarafı bu maddeyi, “ Yunanistan ve Türkiye’nin birlikte üye olmadıkları uluslararası kuruluşa Kıbrıs’ın girmesini Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın 
veto hakkı olduğu” şeklinde yorumlamaktadır. 23. madde ise garantör devletlere “ en ziyade müsaadeye mazhar ülke” statüsü kazandırmış olan maddedir. Türkiye’nin yorumuna göre, Kıbrıs, bu madde gereği AB 
gibi üçüncü taraflara Türkiye ve Yunanistan’a sağladığı kolaylıklardan daha fazla kolaylık sağlayamaz. 

Bu durumda Türkiye Avrupa Birliği üyesi olmadığına göre, Kıbrıs ile Avrupa Birliği arasında kurulacak ilişki 23. Maddeye aykırı olacaktır. 

***

KIBRIS'TA 31 Ağustos 1998’den 3 Kasım 2002’ye Kadar Geçen Dönem



KIBRIS'TA 31 Ağustos 1998’den 3 Kasım 2002’ye Kadar Geçen Dönemde Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları, 


31 Ağustos 1998 tarihi Türkiye’nin Kıbrıs politikası açısından önemli bir tarihtir. 
Türkiye, bu tarihten itibaren yirmi yılı aşkın süredir uluslararası camiada savunduğu ve taraflara kabul ettirdiği “federasyon” tezinin geçersiz olduğunu, Kıbrıs’ta kalıcı ve yaşayabilir çözümün ancak iki egemen devletin varlığıyla yani “konfederasyon” ile mümkün olacağını resmen ilan etmiştir66 

Türkiye’nin konfederasyon tezinin uluslararası toplumdan destek gördüğünü söylemek mümkün değildir. Zira konfederasyonun çözüm olarak benimsenmesi, 
KKTC’nin tanınması esasına dayanmaktadır67. Görüşmelerin toplumlararası düzeyde değil, devletlerarası düzeyde sürdürülmesi gerektiği savı bu temel ilkeye yaslanarak öne sürülmüştür. Yalnız Türkiye’nin KKTC ilan edildikten bu yana geçen on beş yıl süresince KKTC’nin tanınması yolunda hiçbir somut ve yapıcı çabaya girmemiş olduğu düşünüldüğünde, bu önerinin uluslararası toplum tarafından kabul göreceğini ummak akıntıya karşı kürek çekmekten başka bir şey değildir68. Nitekim konfederasyon tezi çok uzun ömürlü olmayacaktır. 

66 Türkiye konfederasyon tezine geçişi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’nin üye olmadığı bir AB’ye üye olduğu takdirde iki toplumluluk, iki kesimlilik gibi parametrelerin ortadan kalkacağı gerekçesiyle açıklamaktadır 
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Kıbrıs_tarihce.htm. 
67 Türkiye’nin konfederasyon tezinin ayrıntıları için, Tesev, Ekim 2001 Kıbrıs Raporu, 
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/kibristrekim.php. 
68 Konfederasyon tezi Türkiye’de bazı araştırmacılar tarafından da çok ciddiye alınmış bir tez değildir. 

Hasgüler, konfederasyon önerisi için, “AB Türkiye ilişkilerine bağlı olarak ortaya atılmış gayri ciddi ve göstermelik bir tasarıydı” demektedir (2007: 75). “Kıbrıs’ta iki tarafça kabul edilebilir bir uzlaşının bulunması, Ada’daki iki devletin egemen eşitliğinin benimsenmesine bağlıdır ve mevcut iki devlet herhangi bir çözümün başlangıç noktasıdır” diye dünyaya çıkıldığında ne AB ne de BM buna yeşil ışık yakmadı. 

Bunun uzlaşma zeminine giden yolda bütün kapıları kapatarak uzlaşmaz imajını vermekte olduğumuz gözlerde uzak tutulmamalıdır” Esat Arslan, Türk Dış Politikasında Ödün Yerine Uzlaşı (İstanbul: Siyasal 
Kitapevi, 2003), s. 193-194. 

15 Temmuz 1999’da TBMM, Kıbrıs konusuyla ilgili bir karar daha alır69. Kıbrıs Barış Harekatı’nın yıldönümü vesilesiyle yayınlandığı ifade edilen 15 Temmuz 1999 tarihli TBMM Deklarasyonu, birkaç ana başlığın altını çizmektedir. Bunlardan ilki Kıbrıs meselesinin çözümüne “dış güçlerin” müdahalesiyle ilgilidir. Bu yönüyle G-8 ülkeleri70 ve Güney Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerini sürdüren AB’ye bir cevap niteliği taşımaktadır. İkinci önemli başlık ise Kıbrıs’ta “iki ayrı devlet gerçeği”ne parmak basılmış olmasıdır. Metinde “konfederasyon” sözcüğüne ya da 6 Mart 2003 tarihli kararda önemle vurgulanan “iki kesimlilik”, “iki toplumluluk”, “siyasi eşitlik” gibi çözüm parametrelerine yer verilmediği görülmektedir71; böylece Türkiye, KKTC’nin tanınmasını çözümün önünde bir önşart olduğunu açıkça ortaya koyarak 1998 Ağustos’undan bu yana 
geliştirdiği tavrını büyük ölçüde koruduğunu göstermektedir. Üçüncü önemli başlık ise “güvenlik” boyutudur. Güvenlikle ilgili maddelerde Ada’nın “tehlikeli bir şekilde silahlandırılmasın”dan, “üslerin inşa edilmesi”nden ve gerek Yunanistan’ın gerekse Rum tarafının “PKK’ya verdiği destek”ten söz edilmektedir72. Bu tablo karşısında Türkiye’nin “daima korunacak olan garantörlük hakları”na, bir de “stratejik menfaatleri” eklenmiştir. TBMM Deklarasyonu’nda dikkati çeken diğer özellik KKTC ile entegrasyona gidilmesi 
sürecine ilişkin herhangi bir ibarenin yer almamış olmasıdır. 1997 ve 1998’de yayınlanan Ortak Deklarasyonlar ve Açıklamalar ile gündeme iyice oturan TC-KKTC bütünleşmesinin, bu kararda ifade bulmadığı görülmektedir. 

69 Bkz, Ekler B.1.3. 
70 18 Haziran 1999’da Köln’de gerçekleşen G-8 Zirvesi’nde Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesi ve tarafların “önkoşulsuz” olarak masaya oturması gerektiğine dair bir çağrı yapılmıştır. “Kıbrıs’ta “zengin” 
baskısı”, Milliyet, 17 Haziran 1999; “Kıbrıs’ta Sıcak Yaz”, Radikal, 19 Haziran 1999, “G-8 Kıbrıs’a Kancayı Taktı”, Radikal, 21 Haziran 1999. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de 29 Haziran 1999 tarihli 1250 
no’lu kararında G-8’in çağrısına olumlu yanıt vererek iki lideri önkoşuluz olarak müzakere masasına çağırmıştır. UN Resolution/1250: 29 Haziran 1999. G-8 Zirvesinden çıkan Kıbrıs konulu kararın ve BM 
Güvenlik Konseyi kararının ayrıntıları ve Türkiye’nin Kıbrıs politikasına etkileri ile ilgili bir değerlendirme için, David Hannay, Cyprus, the Search for a Solution (London, New York: I.B. Tauris, 2005), s. 100-104. 
71 Türkiye, konfederasyon tezini ilan ettikten sonra, Ada’da egemen iki devletin varlığının kabul edilmesi esasını benimsediği için “iki toplumluluk”, “iki kesimlilik” gibi federasyon tezini savunduğu dönemden 
kalma sözcükleri kullanmayı bırakmıştır. Yalnız bu sözcüklerin 6 Mart 2003 tarihli TBMM kararında yer aldığı unutulmamalıdır. 
72 Şubat 1999’da Kıbrıs sorununu yakından ilgilendiren bir gelişme yaşanır. 16 Şubat 1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya’da Yunanistan büyükelçiliğinde yakalanır ve Kıbrıs pasaportu taşıdığı anlaşılır. 
“Öcalan Çabuk Çözüldü, Radikal, 18 Şubat 1999; “Pasaport Rum Kesiminden”, Hürriyet, 18 Şubat 1999. Bundan sonra Kıbrıs’la ilgili tartışmalarda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “teröre verdiği 
destek” Türkiye’deki resmi ağızlar tarafından sıklıkla dile getirilen bir argüman haline gelir. Öcalan’ın yakalanması sürecinde yaşanan gelişmelerin analizi için örneğin, Gareth Jenkins, “Turkey’s Changing 
Domestic Politics”, Greek-Turkish Relations in the Era of Globalisation, der. Dimitris Keridis ve Dimitrio Triantaphyllou (Dulles, VA: Brassey’s, 2001), s. 28-31.; Aksu, Türk Yunan İlişkileri... s. 206-214.; Fırat, 
“1990-2001: Küreselleşme Ekseninde Türkiye....”, s. 476-478. 



Bunun birkaç gün sonrasında, Barış Harekatı’nın 25. yılı vesilesiyle Başbakan Bülent Ecevit ve Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş arasında 20 Ocak 1997, 20 Temmuz 1997 ve 23 Nisan 1998 tarihli Ortak Açıklamalara atfen bir Ortak Açıklama kabul edilir73. 20 Temmuz 1999 tarihli açıklamanın, 15 Temmuz 1999 tarihli TBMM Deklarasyonu’nda olduğu gibi, “dış güçlere” bir cevap niteliği taşıdığı göze çarpmaktadır. Ancak Ortak Açıklama, TBMM Deklarasyonu ile karşılaştırıldığı zaman, Kıbrıs-AB ilişkilerine daha fazla ağırlık vermesiyle ön plana çıkmaktadır74. Ada’da tesis edilecek barışın hangi temellere dayanması gerektiğiyle ilgili ayrıntılı ifadelere yer verilmemekle birlikte, çözümün “iki eşit ve egemen devlet” arasında olması gerektiği vurgulanmış, 31 Ağustos 1998 tarihli konfederasyon önerisinin hala geçerliliğini koruduğu ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan haklarından ve 15 Temmuz 1999 tarihli TBMM kararına benzer bir biçimde “Kıbrıs üzerindeki ulusal çıkarlarının” varlığından söz edilmesi dikkat çekicidir. Bunlara istinaden Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de 1960 antlaşmalarıyla kurulan Türk-Yunan dengesinin aşındırılmasına izin verilmeyeceği sert bir dille belirtilmiştir. 15 Temmuz TBMM Deklarasyonundan farklı olarak Türkiye ve KKTC arasındaki ilişkilerin “bütünleşme hedefinde geliştirileceği ve derinleştirileceğinin” altı çizilmiştir. 

1997 yılının sonlarında kesilen müzakere süreci, Kofi Annan’ın çağrısı üzerine tarafların Aralık 1999’da New York’ta bir araya gelmesiyle yeniden başlar75. Ocak 2000’den Kasım sonuna kadar Kofi Annan ya da Birleşmiş Milletler Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto aracılığıyla yürütülen mekik diplomasisi süreci yaşanır. Yaklaşık bir yıl süren bu görüşmelerin sonuna doğru, 8 Kasım 2000’de Kofi Annan, çözüme ışık tutabileceğine inandığı “Sözlü İfadeler”i taraflara sunar. Sözlü İfadeler, 

Denktaş’tan ve Türkiye’de büyük tepki görür76. 24 Kasım 2000’de Cumhurbaşkanı Sezer ve Denktaş arasında yapılan değerlendirme toplantısının sonucunda, “İki ayrı egemen devlet, iki halk ve demokrasi bulunduğu gerçeği kabul edilerek doğrudan görüşmelere geçilmediği takdirde dolaylı görüşmeleri sürdürmenin gereği yoktur” kararı alınır ve Denktaş görüşmelerden çekildiğini resmen ilan eder77. 2001 yılı Haziran ayı başında, Başbakan Bülent Ecevit’in 29 Mayıs’ta toplanmış olan MGK Genel Kurulu’na getirdiği öneri üzerine, Kıbrıs’ta Çekoslovakya modeli tartışılmaya başlanır. Başbakana göre, “Nasıl Çekoslovakya, Çek ve Slovakya diye iki ayrı devlete ayrıldıysa, Kıbrıs’ta Türk ve Rumlardan oluşan iki ayrı devlet olmalı ve AB’ye bu şekilde girmelidirler”78. Ecevit’in ‘Çekoslovak modeli’ diye adlandırdığı bu yeni yaklaşıma göre, 
Türkiye’nin Kıbrıs’ta konfederasyon yerine ‘iki ayrı devlet’ tezini benimsediği anlaşılmaktadır79. Yalnız bu öneriyi Denktaş bile fazla ciddiye almamış olacak ki Ağustos 2001’de bir girişimde bulunarak, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’a “Kıbrıs’ta Çözümün Amaçları ve Ana Unsurları” isminde bir belge sunar80. Bu belgede Denktaş, “konfederasyon” ya da “KKTC’nin tanınması”ndan değil, “iki eşit devletin kuracağı bir ortaklık devleti”nden söz etmektedir. Bu belge, 31 Ağustos 1998’de Türkiye ile birlikte yaptıkları ortak açıklama ile duyurdukları, uluslarası alanda kendisine zemin bulamamış olan“konfederasyon” tezinin, yavaş yavaş “ortaklık devleti”ne dönüşmeye  başladığının bir gösterge sidir. Ortaklık devleti tezinin konfederasyon tezinden çok temel bir farkı vardır. 

Konfederasyonun gerçekleşebilmesi için KKTC’nin tanınması ve Rum kesiminin bütün Ada’nın temsilcisi unvanının geri alınması bir “önşart” olarak ortaya 
çıkmaktadır (Tuncer, 2005: 155). Oysa iki eşit devletin bir ortaklık kurması tezi, bu iki parametrenin, çözümün önşartı değil çözümün sonucu olmasını öngörmektedir. Olumlu bir havada başlayan temaslara rağmen daha sonra tavır değiştiren Denktaş, Kofi Annan’ın görüşmeleri yeniden başlatmak için tarafları 12 Eylül 2001’de New York’a davetini Türkiye’den de aldığı destekle geri çevirir (Green ve Collins, 2003: 130)81. Denktaş, Kofi Annan’dan aldığı daveti reddetmesinin üzerinden iki ay bile geçmeden 8 Kasım 2001’de Klerides’e bir mektup yazarak Rum liderini, yüz yüze görüşmeler için davet eder82. Bunun üzerine iki lider 4, 5 ve 21 Aralık tarihlerinde Lefkoşe’de bir araya 
gelirler. Bu görüşmelerin sonunda Ocak 2002’de görüşmelere “önkoşulsuz” olarak başlanması kararı alınır. 16 Ocak 2002’de iki taraf doğrudan müzakereleri yürütmek üzere önkoşulsuz olarak masaya oturur. 

2001 yılı sonunda Denktaş’ın girişimi ile müzakere masasına yeniden dönülmesi zamanlaması bakımından son derece ilginçtir. Çünkü Denktaş’ın Klerides’i müzakere masasına çağırdığı günlerde Türkiye’de Kıbrıs rüzgarları çok farklı bir yönden esmektedir. Denktaş’ın 1998 yılı Ağustos ayında ortaya atılan konfederasyon tezini bile doğrudan ağzına almadığı bu dönemde, Ankara’da Kıbrıs sorununa çözüm için bambaşka iki seçenekten söz edilmektedir: tam ilhak ya da özerlik.83 Türkiye’nin tavrını iyice sertleştirdiği, Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in Türkiye’nin Kıbrıs konusunda bedel ödemeye hazır olduğunu vurguladığı, Kıbrıs’ta atacağı radikal adımlar için dışarıdan, özellikle İslam dünyasından destek arama turlarına çıktığı bu dönemde 84 

Denktaş’ın 6 Eylül 2001; “ Kıbrıs Gidiyor, Biz Seyrediyoruz ”, Mehmet Ali Birand, Posta, 6 Eylül 2001. Poos Raporu’nun tam metni ve AP’nin ilgili kararı için, 
http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/site/en/oj/2002/ce072/ce07220020321en01070108.pdf. 

Türkiye AB ilişkilerinde AP’nin rolü ve Türkiye ile ilgili kabul ettiği raporların ve kararların ayrıntılı bir değerlendirmesi için, Çiğdem Nas, “Türkiye AP İlişkileri ve AP’nin Türkiye Kararları”, Türk Dış Politikasının Analizi, der. Faruk Sönmezoğlu (İstanbul: Der Yayınları, 2004), s. 465-488. 25-26 Ekim tarihlerinde Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Romano Prodi’nin Güney Kıbrıs’a düzenlediği ziyaret sırasında “Çözüm olsa da olmasa da Kıbrıs’ın AB’ye üye olacağını” açıklamasını yapması, gerginliği tırmandıran bir diğer unsur olarak görülebilir 
(Suvarierol, 2003: 62). Prodi’nin konuşmasının tam metni için,  
http://www.kypros.org/UN/prodi.htm. 

Yine bu günlerde 13 Kasım 2001’de yayınlanacak olan AB Türkiye Düzenli Raporu’nun Kıbrıs’la ilgili bölümünde Türkiye açısından endişe verici ifadelerin bulunduğu bilgisi dışarıya sızmıştır. Bu dönemin gelişmeleri üçüncü bölümde ayrıntılı olarak incelenecektir. 

“ Önkoşulsuz müzakere ” kartını masaya koyması gerçekten şaşırtıcıdır. Denktaş’ın Türkiye’nin onayı olmadan hiçbir adım atmadığı düşünüldüğünde, 
Ankara’nın bu davetten haberinin olmaması pek mümkün gözükmemektedir. Bu durumda, eğer Ankara, iki lider arasında doğrudan görüşmelerin başlamasını 
destekliyorsa, niçin hala KKTC’yi ilhak etmekten söz etmektedir? 

23 Kasım 2001 tarihinde TBMM’de Kıbrıs konulu bir kapalı oturum düzenlenir 85. 

Oturumun tutanakları kamuoyuna açıklanmadığı için hangi karar metninin kabul edildiği bilinmemektedir. Ancak oturumdan kısa bir süre sonra Denktaş ve Klerides arasında yüz yüze görüşmelerin başlaması, İsmail Cem’in ise, 9 Aralık’ta yaptığı konuşmada, “ Bedel Ödeyebiliriz ” ibaresinin yanlış anlaşıldığını açıklaması, TBMM’de alınan karar ile ilgili bazı ipuçları vermektedir86. Anlaşılan Türkiye, tehditkar tutumundan geri adım atmaya başlamıştır 87. 

16 Ocak 2002’de başlayan doğrudan müzakereler 2002 yılı boyunca devam eder. Artık Türk tarafının KKTC’nin tanınması önşartından ve konfederasyon önerisinden vazgeçtiği ve tutumunu esnekleştirdiği görülmektedir.88 

11 Kasım 2002’de Kofi Annan, taraflara sonradan Annan Planı olarak adlandırılacak olan “ Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli ” isimli belgeyi sunar. Bu arada 3 Kasım 2002 seçimleri yapılmış, AKP seçimlerden birinci parti çıkarak hükümet kurma çalışmalarına başlamıştır. 

Türkiye’deki iktidar boşluğu ve Denktaş’ın geçirdiği ameliyat gerekçe gösterilerek Kofi Annan’ın sunduğu çözüm önerisinin müzakere edilmesi ertelenir.89 Ancak 12 Aralık’ta Kopenhag’da toplanacak olan AB Zirvesi’ne kadar tarafların bir çözüm bulması konusundaki baskılar giderek artmaktadır90. Bu başarılamayınca iki lider AB Zirvesi sırasında Kopenhag’da bir araya getirmeye çalışılır. Ancak bu çaba da sonuç vermez91 ve tarafların ancak 15 Ocak 2003’te ara bölgede bir araya gelmesi sağlanır. Nihai amaç bir çözüm metninde uzlaşmak ve bu metni mümkünse 28 Şubat’ta Ada’nın her iki yakasında referanduma sunmaktır. Daha sonra bu süre 6 Nisan’a uzatılır ancak Kofi Annan uzlaşma imkanın olmadığı gerekçesiyle 11 Mart 2003’te görüşmeleri kestiğini açıklar 92. 

Kofi Annan 11 Mart’taki kararını ilan etmeden beş gün önce Rauf Denktaş 1990’larda kabul edilen her TBMM Deklarasyonu öncesinde olduğu gibi TBMM’ye hitap eder. Bu hitabın hemen ardından, bu bölümün başında ifade edilen 6 Mart 2003 tarihli TBMM Deklarasyonu oybirliği ile kabul edilir. 


73 Bkz. Ekler. B.2.6. 
74 20 Temmuz 1999 tarihli Ortak Açıklama’nın Kıbrıs-AB yakınlaşması ile ilgili maddelerine ikinci bölümde ayrıntılı olarak yer verileceği için burada bunun dışında kalan boyuları ele alınmıştır. Bkz. s. 77. 
75 Bu dönemde müzakerelerin başlamasında çeşitli gelişmeler etkili olmuştur. Türkiye’de Ağustos ayında meydana gelen deprem felaketi nedeniyle Yunanistan ile olan ilişkilerdeki yumuşama bunlardan biridir . 
Türk-Yunan ilişkilerinin deprem nedeniyle girdiği yumuşama döneminde yaşanan gelişmeler için, Ahmet, O, Evin, “Changing Greek Perspectives on Turkey: An Assessment of the Post-earthquake Rapproachment”, 
Greek-Turkish Relations in an Era of Detente, der. Portland Ali Çarkoğlu ve Barry Rubin (Londra: OR: Frank Cass, 2004), s. 4-21.; Amikam Nachmani, “Komşu Batı’ya ne diyor? Türk-Yunan İlişkileri”, 
Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, der. Kemal Kirişçi ve Barry Rubin (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2002), s. 143-149. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yeniden ışık yakması, Helsinki Zirvesi’nden 
birkaç gün önce başlayan müzakere sürecini teşvik edici olmuştur. En az onlar kadar etkili olan bir başka etmen de ABD’nin çözüm konusunda Türkiye’ye uyguladığı baskıdır. 18-19 Kasım 1999’da İstanbul’da 
düzenlenen AGİT zirvesinde ABD Başkanı Clinton, Kıbrıs sorununun çözülmesi gerektiğine işaret etmiş, aynı zirve sırasında Kofi Annan ve Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in bir araya gelmesi sağlanmıştır. 
“Denktaş AGİT’i Bekliyor”, Radikal, 19 Kasım 1999; Ferai Tınç, “İstanbul’da Kıbrıs muamması”, Hürriyet, 21 Kasım 1999. 
Bu dönemin gelişmelerinin ayrıntıları için, bkz. İkinci bölüm, s. 81, 213. dip notu. 
 76 “Kıbrıs’ta taviz yok”, Sabah, 10 Kasım 2000; “Annan’ın yeni önerisi Rumları sevindirdi”, Milliyet, 10 Kasım 2000. “Kıbrıs’ta çifte kıskaç”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2000. 8 Kasım 2000 tarihinde Sözlü İfadeler’in 
yanı sıra Türkiye için İlerleme Raporu, aday ülkelerin kaydettiği ilerlemeyi özetleyen Avrupa Strateji Belgesi (Karma Belge) ve hükümetten ve muhalefetten büyük tepki gören Türkiye için Katılım Ortaklığı 
Belgesi yayınlanmıştır. Bu tarih aynı zamanda Fransa Parlamentosu’nda Ermeni soykırımını inkar etmenin suç sayılmasına ilişkin yasa teklifinin kabul edildiği tarihtir: “Paris’te son ayıp”, Milliyet, 9 Kasım 2000; 
“Ermeni yasa tasarısını kabul eden Fransa kınandı”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2000. “Sözde soykırım tasarısına rekor oy”, Sabah, 9 Kasım 2000. Fransa Parlamentosu’nun aldığı bu kararın ardından AP’de de Türkiye’nin 
büyük tepkisini çeken Morillon Raporu kabul edilir, bkz. Üçüncü bölüm, s. 92. 234. dip notu. Bu gelişmelere engel olamadığı gerekçesi ile eleştirilere uğrayan hükümetin Kıbrıs’ta kendine bir manevra alanı yaratarak 
kamuoyunda Kıbrıs ve Ermeni meseleleri nedeniyle oluşabilecek olumsuz havayı dağıtmak istediği anlaşılmaktadır. Nitekim rahat bir nefes alan Ankara, kısa bir süre sonra geri adım atarak birkaç hafta önce 
şiddetle karşı çıktığı çözüm parametreleri doğrultusunda Denktaş’ın masaya dönmesini sağlayacaktır: “Denktaş’a ‘Masaya dön’ çağrısı”, Milliyet, 5 Aralık 2000; “Rauf Denktaş’ın hesapları tutmadı”, Radikal, 6 Aralık 2000. 
77 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Kıbrıs_tarihce.htm. 78 Mehmet Ali Birand, “Kıbrıs’ta Çıtayı yine yükselttik (!)”, Posta, 1 Haziran 2001; Murat Belge, “Kıbrıs ve Çekoslovakya”, Radikal, 1 Haziran 2001. 
79 Türkiye’nin tezlerindeki sertleşmeyi göstermesi bakımından Esat Arslan’ın şu analizi ilginçtir: “Acheson Planı ile sadece Kıbrıs’ın Karpas bölgesine razı olduğumuz bir evreden, 1974 sonrası “iki taraflı federasyon” 
ve son olarak Başbakan Bülent Ecevit’in ifadesi ile “Nasıl Çekler ve Slovaklar bir zamanlar kurdukları Çekoslovakya nikahını bozup iki ayrı devlet ve bağımsız cumhuriyete dönüştülerse, Kıbrıs’ta da aynı yol 
izlenmelidir” evresine gelinmiştir”, (2003: 194). 
80 Denktaş’ın sunduğu bu önerinin tam metni için, http://www.tesev.org.tr/etkinlik/kibristraralik.php. 
81 Denktaş’ın bu daveti reddederken 11 Eylül saldırılarının yarattığı kargaşa ortamını fırsat bilerek bu dönemde geri adım atmasının fazla tepki çekmeyeceğini hesaplamış olması kuvvetle muhtemeldir. 
82 “Kıbrıs Süprizi”, Hürriyet, 14 Kasım 2001; “Denktaş: Yüz yüze görüşelim”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2001; İsmet Berkan, “Kıbrıs süprizi mi yoksa?”, Radikal, 16 Kasım 2001. Bu dönemin gelişmelerinin ayrıntılı 
incelemesi için, bkz. Üçüncü bölüm, s. 105. 
83 Fikret Bila, “Başbakandan Kıbrıs’ın Geleceğine İlişkin Sert Mesaj”, Milliyet, 4 Kasım 2001; “Kıbrıs’ta Zorlu Dönemeç”, Radikal, 4 Kasım 2001; İsmet Berkan, “Kıbrıs Celallenmesi”, Radikal, 5 Kasım 2001; 
Mehmet Ali Birand, “Kıbrıs’ta Yol Ayrımına Gelindi”, Posta, 6 Kasım 2001. 
84 2001 yılının son aylarında Ankara’nın Kıbrıs mesajlarında tonun birden bire sertleşmesini, Avrupa Birliği cephesinde Kıbrıs’ın üyeliği ile ilgili atılan adımlarla ilişkilendirmek gerekir. Tam ilhak ya da kısmi ilhak, 
yani özerklik laflarının hava uçuştuğu günlerin iki ay öncesinde çözümsüzlüğün faturasını Türkiye’ye ve KKTC’ye çıkaran Poos Raporu, Avrupa Parlamentosu’nda onaylanmıştır. “Avrupa Sertleşti”, Radikal, 
85 “Meclis Kıbrıs’ı Gizli Görüştü”, Cumhuriyet, 24 Kasım 2001. 
86 “Cem: AB Kıbrıs’ın bedeli değil”, Akşam, 10 Aralık 2001. Bu gelişmenin ayrıntıları için, bkz. Üçüncü bölüm, s. 107, 293. dip notu. 
87 O dönemde Türkiye’nin tavrının anlaşılması açısından birkaç önemli gelişmenin altını çizmekte fayda var. 

11 Eylül saldırılarından sonra Hükümet, ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü operasyona destek amacıyla 1 Kasım 2001’de asker gönderme kararı almıştır. 
Ankara’nın, bu dönemde Kıbrıs konusunda atacağı radikal bir adıma Amerika’dan destek bulacağını düşünmüş olması muhtemeldir: Murat Belge, “Kıbrıs geldi çattı”, 

Radikal, 6 Kasım 2001. Gerçi ABD’ye yardım amacıyla Afganistan’a asker gönderme kararının alındığı bir dönemde, Ankara’nın Kıbrıs’ta destek için Müslüman ülkelerle yoğun temaslar gerçekleştirmesi ayrı bir çelişkidir. Üstüne üstlük ABD Kıbrıs’ta Türkiye’yi desteklemeyeceğinin sinyallerini çok geçmeden vermiş, Başkan Bush taraflara bir an önce müzakere masasına oturulması, Türk tarafına da KKTC’nin tanınması gibi önşartlardan vazgeçmesi çağrısını yapmıştır. İzzet Sedes, “Bush, Kıbrıs’a el atıyor”, Akşam, 8 Ocak 2002. 

Bu dönemle ilgili vurgulanması gereken bir diğer etmen de Türkiye ekonomisinin Şubat 2001 krizi nedeniyle düştüğü durumdur. Dış yardımlara, özellikle de ABD’nin yardımına şiddetle ihtiyaç duyan Türkiye’nin Kıbrıs’ta ABD’nin onaylamayacağı adımları atması pek muhtemel gözükmemektedir, (Uslu, 2001: 166). Bütün bu gelişmeler artarda sıralandığında, Ankara’nın sert çıkışlarıyla ile AB’ye göz dağı vermek istemiş olması, yani “ilhak” ya da “bedel ödeme” tehditlerinin aslında blöften ibaret olması daha kuvvetli bir ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim AB Laeken Zirvesi yaklaştıkça Türkiye tutumunu giderek yumuşatmış, “bedel ödemek derken yanlış anlaşıldık” noktasına kadar gelmiştir. 
88 İsmail Cem, “A Common Vision for Cypriots”, International Herald Tribune, 14 Mart 2002; Mehmet Ali Birand, “Denktaş’a haksızlık edilmemeli”, Posta, 11 Mayıs 2002. 
89 “Kıbrıs planının zamanlaması yanlış”, Cumhuriyet, 15.11.2002. 
90 Hasan Cemal, “12 Aralık Kopenhag değil, Kıbrıs Zirvesi!”, Milliyet, 15.11.2002; “Sezer: Avrupa içten davranmıyor”, Cumhuriyet, 23.11.2002; “Kopenhag’a kadar Kıbrıs’ta çözüm”, Milliyet, 26.11.2003; 
“Kopenhag’ın iki koşulu var”, Radikal, 03.12.2002. 
91 “Rauf Denktaş Kopenhag Zirvesi’ne katılmayacak”, Zaman, 12.12.2002; “İmzalamak için hazır değiliz”, Cumhuriyet, 12.12.2002. 
92 http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Kibrissongelismeler082002.htm. Bu dönemin olaylarının ayrıntılı bir değerlendirmesi için, Bilal Şimşir, AB, AKP ve Kıbrıs (Ankara: Bilgi 
Yayınevi, 2003); William Mallinson, Cyprus: A Modern History (London & New York: I.B. Tauris, 2005).    


http://docplayer.biz.tr/4136828-Annan-plani-referandumu-surecinde-ortaya-konan-elestiriler-isiginda-turkiye-nin-resmi-kibris-politikasinin-yeniden-degerlendirilmesi.html



***