Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları ve Değerlendirmesi
Yukarıdaki değerlendirmelerden sonra Türkiye’nin 1950’lerden beri izlediği Kıbrıs politikaları hakkında aşağıdaki sonuçlara varmak mümkündür:
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda kırk yılı aşkın zamandır kabul ettiği ve yukarıda ayrıntılarıyla incelenen bu belgelere bakıldığında hepsinde ortak tek bir “kırmızı çizgi” bile olmaması çarpıcı bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Ne ulaşılacak çözümün yaslanması gereken parametreler ne de Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren konular açısından birbirini tam olarak destekleyen iki belge dahi bulmak mümkün değildir. Belgelerin bazılarında “siyasi eşitliğin”93 altı çizilmiş, bazılarında ise “egemenlik hakları”94 ön plana çıkarılmıştır. Hatta Türkiye’nin en “olmazsa olmazı” kabul edilen “iki kesimlilik” bile, yalnızca tek bir TBMM kararında ve iki ortak açıklamada yer almaktadır95. Kimi metinlerde Kıbrıs’ta “iki toplum” ya da “iki halk”96 olduğu gerçeğinden söz edilmekte kimilerinde buna “iki yönetim”97 ibaresi eklenmekte bazılarında ise vurgu “iki devlet”98 üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hiç kuşkusuz bu ayrımlar çözümü beraberinde getirecek koşulların belirlenmesi açısından hayati ayrımlardır. 10 Haziran 1993 tarihli
Deklarasyona gelinceye kadar garantörlük haklarından da söz edilmediği görülmektedir, nitekim 1985-86 yıllarında Türkiye’nin kabul etmeye çok yaklaştığı De Cuellar belgelerinde de Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan doğan bu haklarına atıf yoktur. Türk-Yunan dengesi ise 1997 yılındaki açıklamalarla birlikte metinlere yerleşmeye başlamıştır ancak 15 Temmuz 1999 tarihli TBMM Deklarasyonu’nda bu dengeye atıfta bulunulmamaktadır. Kısacası Türkiye’nin Kıbrıs politikalarını temsil ettiği söylenen bütün bu kararların ve belgelerin arasında kırk yıldır değişmeden kaldığını savunabileceğimiz tek bir “ Kırmızı Çizgi ” ya da“ Olmazsa Olmaz ” olmadığı açıkça ortadadır99.
Yukarıda ayrıntılı olarak değerlendirilmiş olan belgelere ve uygulamalara baktığımızda Türkiye’nin Kıbrıs politikasında çok ciddi çelişkiler olduğu görülmektedir. Örneğin Rum kesiminin Ada’nın tek temsilcisi olduğunu inkar eden de bunu zamanında onayladığı ve değiştirmek için herhangi bir çaba göstermediği BM kararıyla tescil eden de Türkiye’dir. Kıbrıs halkını azınlık olarak ezdirmemeyi ve enosisin önüne geçmeyi kendine şiar edindiğini söyleyen Türkiye, bu ilkelerinden Karpas yarımadası ve bir Ege Adası karşılığında hemen vazgeçebilmiştir. Ayrıca Türkiye, defalarca kez ihlal ettiği 1960 antlaşmalarını karşı tarafın ihlal ettiğini iddia ederek tezlerini savunma yolu seçmiştir.
KKTC’yi tanımış ama ne tanıtılması ne de ambargoların kaldırılması yönünde kaydadeğer bir çaba göstermiştir. KKTC’yi kalkındırmak için ekonomik entegrasyon adı altında bir sürü yüksek perdeden laf etmiş ancak KKTC’nin ekonomik açıdan güçlendirilmesini sağlayacak kalıcı adımları atamamıştır100. Bağımsız ve egemen bir devlet olduğunu iddia ettiği KKTC’yi yaşatmaktan değil ilhak etmekten söz etmiş, böylece Kıbrıs’ı belgelerde iddia ettiğinin aksine yalnızca bir toprak parçası ve stratejik koz olarak gördüğü izlenimini
vermiştir. Türkiye’nin, bütün bu çelişkili tutumların sergilendiği dönemlerde bir yandan da “adil ve kalıcı müzakereleri” desteklediğini söyleyerek varolan çelişkilere yeni çelişkiler eklemesi, çözüm konusundaki inandırıcılığını iyice yitirmesine yol açmıştır. Türkiye’nin Kıbrıs politikasının “çözümsüzlük çözümdür” biçiminde algılanması, bu çelişkilerin bir sonucudur. Önümüzdeki tabloya bakıldığında teşbihte pek de hata olmadığı ortadadır. Türkiye’nin Kıbrıs politikalarının çok belirgin bir diğer özelliği konjonktürel politikalar, “ İdare-i Maslahat Politikaları ” oluşudur. Bu durum belki de kaçınılmaz olarak, savunulan tezlerin proaktif değil, reaktif tezler olması sonucunu doğurmuştur101.
Aslında bu durumun en baştan beri böyle olduğu görülmektedir 1950’lerde NATO ile ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem veren Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgilenmeye başlaması için, Yunanistan’ın konuyu Birleşmiş Milletler’e taşıması gerekmiştir. Ankara, ancak “enosis” tehtidi ortaya çıktığı zaman Ada üzerinde buna alternatif olabilecek tezleri gözden geçirmeye başlamıştır. Kıbrıs’ta olayların başlamasından tam on yıl sonra, Yunanistan bir darbe ile Ada’yı ele geçirmeye kalkışınca harekete geçmeye karar vermiş ve aslında on
yıldır bozuk olan “düzeni yeniden kurma” gerekçesi altında müdahale etmiştir. KKTC’nin ilanı da Türkiye’deki askeri idarenin Batı’ya bir gözdağı olarak nitelendirilmektedir.
1990’lardan itibaren yayınlanan bütün deklarasyonlarda ve açıklamalarda aynı reaktif politikanın izleri görülebilir. Türkiye, Kıbrıs politikası aracılığıyla, hatta Kıbrıs politikası kisvesi altında Yunanistan, AB, BM, G-8 gibi “dış güçlere” mesaj vermeye çalışmıştır. O nedenle dışarda meydana gelen ve Türkiye’yi ilgilendiren pek çok gelişme, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını yeniden evirip çevirmesine, biraz ekleyip biraz çıkararak günün şartlarına uyarlamasına yol açmıştır. Örneğin önce Yunanistan ve Kıbrıs arasında ortak savunma doktrini oluşturulmuş, Türkiye buna bir süre sonra “müşterek savunma doktrini” oluşturacağını söyleyerek cevap vermiştir. Rumların hem AB ile atacağı bütünleşme adımlarının hem de Yunanistan ile gireceği işbirliklerinin aynısının Türkiye ile KKTC’nin arasında da gerçekleştirileceğinin vurgulanması Türkiye’nin Kıbrıs politikasını hangi
ölçütlere göre belirlediğini göstermesi bakımından önemlidir. “Konfederasyon”, “kısmi ilhak”, “tam ilhak” gibi uluslararası toplum tarafından ciddiye alınmamış olan önerilerin hiçbirinin uzun ömürlü olmaması, Kıbrıs’ta resmi politikamız olarak ilan ettiğimiz bu tezlerin kısa süreli birer reaksiyondan başka bir şey olmadığını göstermektedir. Diğer taraftan 1997 yılından itibaren yoğun olarak yürütüldüğü izlenimi veren KKTC’yi ekonomik olarak kalkındırma amaçlı girişimlerin asıl amacının Kıbrıs Türk halkına yardımcı olmaktan ziyade dışarıya gözdağı vermek olduğu hem atılan adımların zamanlamasından, hem de bu adımların “Kıbrıs-AB” yakınlaşması gibi şartlara bağlanmasından anlaşılmaktadır. Kısacası Türkiye, Kıbrıs Türk halkına karşı “ Biz size yardım edeceğiz, hatta gerekirse entegrasyona gideceğiz ama bunun için Rumların AB ile atacağı adımları bekleyeceğiz ” şeklinde özetlenebilecek bir görünüm sergilemiştir.
Yıllardır yurtdışına çıkarken büyük güçlüklerle karşılaştıklarını bildiği KKTC vatandaşlarına T.C pasaportu verilebilmesi kararını bile Rum kesiminin Kıbrıslı Türklere pasaport verilmesini öngören kararı onaylamasından sonra almıştır (Hasgüler, 2004b: 165).
Bu değerlendirmelerin ışığında, Türkiye’nin 1950’lerden bu yana izlediği resmi Kıbrıs politikalarının, diğer bir deyişle “kırmızı çizgileri” ve “olmazsa olmazları”nın yarım asrı aşkın süredir değişmeden kaldığı iddiasının temelsiz olduğu açıktır. Türkiye, bu zaman zarfında çelişkili, konjonktürel ve reaktif politikalar izlemiş, yıllardır arkasında durduğunu iddia ettiği tezleri tutarlı, istikrarlı ve inandırıcı bir biçimde ortaya koyamamıştır.
Helsinki Zirvesi Öncesinde Avrupa Birliği ile İlişkiler Bağlamında Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları
Birinci bölümde, Annan Planı sürecinde gündeme gelen eleştiriler ışığında Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin tutarlılığı tartışılmış, alınan TBMM kararları, yayınlanan Ortak Açıklamalar ile Deklarasyonlar ve Türkiye’nin uygulamaları incelenerek, değiştirildiği iddia edilen “geleneksel Kıbrıs politikasının” sözü edilen dönem öncesinde de sürekli değişime uğradığı ortaya konmuştu. İkinci Bölümde ise, bu süreçte hükümetin Kıbrıs konusunda en sert eleştirilere maruz kaldığı konulardan biri olan Avrupa Birliği ile ilişkiler bağlamında Kıbrıs meselesine yaklaşımı ele alınacaktır. AKP’ye yöneltilen eleştiriler, 3 Kasım seçimlerinin ardından, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs sorununun çözümünü Avrupa Birliği üyeliği ile ilişkilendirdiği izlenimi yaratan açıklama larından sonra başlamış, Annan Planı üzerindeki müzakereler esnasında iyice
yoğunlaşmıştır. Hatırlanacağı üzere AKP, yalnızca Kıbrıs müzakerelerinin ulaştığı nokta açısından değil, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci açısından da son derece kritik bir dönemde iktidara gelmiştir. O günlerde başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP yetkililerinin Avrupa Birliği’nden müzakere takvimi alma konusundaki kararlılığı 102 ve Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesini istedikleri şeklindeki açıklamaları103 muhalefette ve medyada “ Kıbrıs AB’ye Satılıyor ”, “ AKP, AB’den müzakere takvimi alabilmek için Kıbrıs’ı feda ediyor ”, “ Kıbrıs’ta ver kurtul ”, “ AKP Kıbrıs’ta teslim oldu ” gibi yorumların gündeme gelmesine yol açmıştır104.
AKP’ye bu konuda yöneltilen eleştiriler, yalnızca Kıbrıs’ta çözüm ile Türkiye’nin AB üyeliğini ilişkilendirdiği gerekçesiyle sınırlı değildir. Türkiye’nin henüz tam üyelik müzakerelere başlamak için tarih alamadığı Kopenhag Zirvesi’nde Kıbrıs ile müzakerelerin başarı ile tamamlandığı ve bu ülkenin 1 Mayıs 2004’te AB’nin on yeni üyesinden biri olacağı kayda geçirilmiştir105. Özellikle bu gelişmenin ardından AKP hükümeti, Türkiye’nin bu konudaki resmi politikalarını değiştirmekle, yani Kıbrıs’ın AB üyeliğini kabullenmekle suçlanmıştır106. Eleştirilerin dozu, 2004 yılı başında Annan Planı müzakereleri tamamlandıktan sonra iyice doruğa çıkmıştır107.
Tarihsel olarak bakıldığında, Türkiye’nin Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine yönelik itirazlarını ve genel tutumunu dört ana başlıkta toplamak mümkündür:
1- Kıbrıs’ın AB’ye üye olması 1959-1960 antlaşmalarına aykırıdır108, çünkü:
a) Antlaşmalar, Ada’nın herhangi bir başka devletle birleşmesini, yani enosis’i engellemektedir109;
b) Antlaşmalara göre Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir birliğe üye olamaz.
Dolayısıyla Kıbrıs, ancak Türkiye AB’ye üye olduktan sonra üyelik sürecini tamamlayabilir110.
2- Rum Yönetimi Ada’nın tamamını temsil etmemektedir; Kıbrıs’ın Ada’nın tek temsilcisi sıfatıyla AB ile üyelik sürecini yürütmesi kabul edilemez;
3- Kıbrıs sorununun çözümü Türkiye’nin üyelik perspektifinden bağımsız olarak ele alınmalıdır. Çözüm, Türkiye’nin üyeliğinin önşartı olamaz.
4- Bu itirazlara rağmen AB ile Kıbrıs bütünleşecek olursa, Türkiye de KKTC ile entegrasyona gidecektir.
Kıbrıs’ın AB’ye üyelik sürecinde Türkiye’nin geliştirdiği tezler, gösterdiği tepkiler, ortaya koyduğu itirazlar, yukarıda sıralanan gerekçeler ışığında incelenecektir.
Bunun için Kıbrıs’ın 1972’de AET ile imzaladığı Ortaklık Antlaşmasından başlayarak AKP iktidarı dönemine gelinceye kadar Kıbrıs-AB yakınlaşmasını belgeleyen AB Zirveleri Başkanlık Bildirgeleri, AB kurumlarının hazırladığı raporlar ve aldığı kararlar ele alınacaktır. Tabii Ankara’nın bu konuda geliştirdiği tutum ve tavırlar, Türkiye’nin AB yolculuğundan bağımsız olarak düşünülemez. Dolayısıyla Kıbrıs-AB ilişkileri, Türkiye-AB ilişkileriyle paralel olarak tartışılacaktır.
93 10 Haziran 1993 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu, 28 Aralık 1995 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 20 Ocak 1997 T.C-KKTC Ortak Açıklaması,
4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 20 Temmuz 1999 T.C-KKTC Ortak Açıklaması, 6 Mart 2003 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu.
94 20 Ocak 1997 T.C-KKTC Ortak Açıklaması, 4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu; 23 Nisan 1998 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu,
20 Temmuz 1999 T.C-KKTC Ortak Açıklaması.
95 28 Aralık 1995 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu ve 6 Mart 2003 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu.
96 10 Haziran 1993 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu, 21 Ocak 1997 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu.
97 4 Temmuz 1997 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu.
98 23 Nisan 1998 Demirel-Denktaş Ortak Deklarasyonu, 15 Temmuz 1999 TBMM Kıbrıs Deklarasyonu, 20 Temmuz 1999 T.C-KKTC Ortak Açıklaması.
99 “Önceleri Kıbrıs'ta ' Kırmızı Çizgilerimiz var ' deniyordu. Bu sözlerle, hiçbir durum ve biçimde vazgeçemeyeceğimiz taleplerimiz anlatılıyordu. Bir gün Kıbrıs yöneticileriyle Ankara'dakilerin farklı ''Çizgileri'' görülüyor; diğer gün ' Biz Birliğiz ' deniliyordu. Ben kırmızı çizgileri öğrenmeden, söylem değişti.
Bir süredir Denktaş ve Erdoğan, 'kırmızı çizgileri' bir yana bırakıp 'Olmazsa olmazlarımız var' söylemine geçtiler. Kıbrıs görüşmelerinde 'kabul edilmezse' anlaşma masasından kalkacağımız 'isteklerimiz' vardır,
bunlar bizim 'Olmazsa olmazlarımızdır' deniyor. Nedir bunlar?”: Tarhan Erdem, “ Olmazsa olmaz, olmaz! ”, Radikal, 25 Mart 2004.
100 Denktaş: “Malımızı Türkiye’ye satamıyoruz. KKTC’de ekonomi çöküyor, ürünlerimize ambargo konuyor. KKTC’de icradan geçilmiyor. Niye bize Çin, Japonya muamelesi yapıyorsunuz!”, Milliyet, 15
Aralık 2001. KKTC ekonomisinin Türkiye’den gelen yardımlar, yatırımlar ve ticaret hacmi açısından ayrıntılı bir değerlendirmesi için, Ahmet Yörükoğlu, “Türkiye-KKTC Ekonomik İşbirliği ve Avrupa Birliği”,
Avrupa Birliği Kıskacında Kıbrıs Meselesi, der. İrfan Kaya Ülger ve Ertan Efegil (Ankara: HD Yayıncılık Matbaacılık Tanıtım, 2002), s. 230-233.
101 “Türkiye Kıbrıs davasını zaman zaman değişen sloganlar halinde savundu ve savunmaya devam etmektedir. Yalnız bu sloganlarda dikkati çeken, Türkiye’nin reaksiyoner bir tutum sergilemesidir”, (Ersoy,
2001: 116).
102 “Recep Tayyip Erdoğan: AB’den müzakere takvimi almak için elimizden ne geliyorsa yapacağız”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2002.
103 “Erdoğan: Kıbrıs artık çözülmeli” Cumhuriyet, 17 Kasım 2002.
104 Mustafa Balbay, “ Kıbrıs’ta Çöz Kurtul! ”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2002; “ Ecevit: Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile ilgilidir. Bunu AB olayından ayırmamız gerektiğini söyledik. Ancak 58.
Hükümetin yetkili ve yetkisiz başbakanları, Kopenhag öncesinde AB yönetimine “ Siz kapıyı aralayın, Kıbrıs’ı istediğiniz doğrultuda çözelim ” dediler. Bu Türkiye’nin resmi politikası değildir; olamaz da”,
Cumhuriyet, 13 Ocak 2003; “ Demirel: Türkiye, “ Durun Beyler, ben bunda yokum. Kıbrıs koşullu bir AB istemiyorum” diyebilmeliydi” Cumhuriyet, 2 Nisan 2004; Bu konuda yöneltilen eleştirilerin kapsamlı bir
örneği için, Erol Manisalı, “ Verilen Kıbrıs’ın Davası Olur mu? ”, “ Kıbrıs’ın Satışı ”, Atilla İlhan ile Siyaset Güncesi (İstanbul: Derin Yayınları, 2004), s. 25-26; 140-142; Fuat Veziroğlu, “Kıbrıs Satışa Nasıl
Çıkarıldı? ”, Annan Planı’na Hayır (İstanbul: İleri Yayınları, 2004), s 65-70.
105 11-12 Aralık 2002 AB Kopenhag Zirvesi Başkanlık Bildirgesinin tam metni için,
http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/73842.pdf.
106 Cüneyt Arcayürek, “Türk dış politikasını tersyüz etmek”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2002; Mümtaz Soysal, “Gavurluk”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2002; Şükran Soner, “Erdoğan dengeleri bozuverdi”, Cumhuriyet, 23
Kasım 2002.; Aylin Güney, Kopenhag Zirvesi sonrasında, Türkiye ve KKTC’de Kıbrıs’la ilgili iki kamp oluştuğunu söylemektedir (Güney, 2004: 114). Türk hükümetinin Kıbrıs politikası ve AB üyeliği perspektifi
ile eleştirel bir değerlendirme için, örneğin, Erol Manisalı, “Türkiye’yi Batı’ya bağlamak isteyenler, Kıbrıs’ta taviz vermeyi savunuyorlar”, Annan Planı’na Hayır (İstanbul: İleri Yayınları, 2004), s 139- 145;
Müge Kınacıoğlu ve Emel Oktay, “The Domestic Dynamics of Turkey’s Cyprus Policy: Implications for Turkey’s Accession to the European Union”, Turkish Studies, 7: 2 (Haziran 2006): 261-273.
107 Onur Öymen, “Bu hükümet dahil, geçmiş bütün Türk hükümetleri, Rum kesiminin tek başına AB’ye üye olmasının uluslararası hukuka, antlaşmalara aykırı olduğunu BM’ye tescil ettirmiştir. Şimdi
neredesiniz?...Hayatın gerçeği budur deyip, otuz yıldır savunduğumuz tezden vaz mı geçtiniz?... Açıkça söylüyorum, Türkiye tezlerinden vazgeçmiştir. Siz “hayatın gerçeğidir” dediniz. Hukuki haklarımızı,
çıkarlarımızı yok saydınız”, TBMM Genel Kurul Tutanağı, 17 Şubat 2004. Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB üyeliği ile ilgili resmi söyleminin ayrıntılı bir değerlendirmesi için, Şükrü Sina Gürel, Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne
üyeliği Türkiye - AB ilişkilerini nasıl etkiler?: Kadir Has Üniversitesi I. Uluslararası İlişkiler Sempozyum bildirileri 18 Mart 2004, İstanbul, Turkey / Kadir Has Üniversitesi (İstanbul : Kadir Has Üniversitesi, 2004), s. 30-33.
108 1997 yılında Türkiye, İngiliz Hukuk Profesörü Maurice H. Mendelson’dan Kıbrıs’ın AB’ye tek taraflı üyelik başvurusunun hukuki yönlerini inceleyen bir mütalaa hazırlamasını istemiştir.
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/ DisPolitika/ AnaKonular/ Kibris/ Mendelssohn.htm. 6 Haziran 1997’de tamamlanan rapor, 25 Temmuz 1997’de güncellenmiş ve Türkiye’nin girişimleri üzerine Birleşmiş Milletler
resmi belgesi olarak yayınlanmıştır. Yukarıda sayılan hukuki itirazlar, Mendelson raporu ve Türkiye’nin bu doğrultuda yaptığı açıklamalardan derlenmiştir. 1997’de hazırlanan Mendelson raporunun tam metni için,
http://www.un.org/documents/ga/docs/56/a56451.pdf.
109 Türkiye, 1960 Garanti Antlaşmasının 1. maddesinden dolayı bu itirazı getirmektedir. Madde, Kıbrıs’ın başka bir “devletle” kısmen veya bir bütün olarak siyasi ve ekonomik birliğe girmesini yasaklamaktadır.
Bkz. Ekler A. Ancak maddenin yorumlanması konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Bazı yorumlara göre Avrupa Birliği bir “devletler topluluğu” olarak görülmelidir; o yönüyle Kıbrıs’ın AB’ye üye olması
mümkün değildir. Bazı yorumlara göre ise, AB üyeliği, Kıbrıslı Rumlar’ın dolaylı yoldan Yunanistan ile enosisini sağlayacaktır. Bu konuda ayrıntılı bir analiz için, Ahmet Gazioğlu, “Kıbrıs Sorunu, Ortaklık
Cumhuriyeti ve AB Üyeliği Girişimlerinin Siyasi ve Hukuki Yönleri”, Dünden Bugüne Kıbrıs Meselesi, der. Ali Ahmetbeyoğlu ve Erhan Afyoncu (İstanbul: Tatav Yayınları, 2001), s. 275-280. Bu nedenle üyelik
enosisi yasaklayan 1960 antlaşmalarına aykırıdır. 1960 Garanti Antlaşmasının tam metni için, bkz.
http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/AnaKonular/Kibris/Garanti_Antlasması_Zurich11Subat1959.htm.
110 Burada da Türkiye’nin hukuki dayanağını, Zürih Antlaşmasının 8. ve 23. maddeleri oluşturmaktadır. 8. madde, “ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Yunanistan ve Türkiye’nin birlikte üye oldukları uluslararası kuruluşlar ve
ittifaklara katılması veya EK I’de tanımlanan savunma ve güvenlik meseleleri hariç Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı, gerek ayrı ayrı gerekse birlikte, dış işlerine taalluk eden herhangi bir yasa veya
karar üzerinde nihai veto hakkına sahip olacaklardır ” demektedir. Türk tarafı bu maddeyi, “ Yunanistan ve Türkiye’nin birlikte üye olmadıkları uluslararası kuruluşa Kıbrıs’ın girmesini Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın
veto hakkı olduğu” şeklinde yorumlamaktadır. 23. madde ise garantör devletlere “ en ziyade müsaadeye mazhar ülke” statüsü kazandırmış olan maddedir. Türkiye’nin yorumuna göre, Kıbrıs, bu madde gereği AB
gibi üçüncü taraflara Türkiye ve Yunanistan’a sağladığı kolaylıklardan daha fazla kolaylık sağlayamaz.
Bu durumda Türkiye Avrupa Birliği üyesi olmadığına göre, Kıbrıs ile Avrupa Birliği arasında kurulacak ilişki 23. Maddeye aykırı olacaktır.
***