19 Mart 2015 Perşembe

Anlaşılmak ve Anlamak,




Anlaşılmak ve Anlamak,


18 Temmuz 2000 Salı 

Değerli ülkü adamı, kalbi memleket ve millet aşkıyla dolu, mümtaz bir Türk milliyetçisi olarak tanıdığım Hamit AKDERE Bey; ülkemizin içinde bulunduğu hassas ortamı çok kısa ve özlü olarak birkaç cümlede sitemizin "ÖZEL YORUMLAR" bölümünde özetlemiş. Aynen iştirak ettiğim değerli fikirlerini bütün iyi insanların hizmetine sunmak için "GÜNÜN YORUMU" bölümüne aktarıyorum.

Ayni şekilde Ilgaz UZUN Bey'in ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin kendi görüş açısından ortaya koyduğu değerli fikirlerini de " GÜNÜN YORUMU" bölümüne aktararak İyi İnsanların istifadesine sunuyorum.

Sitemizin "ÖZEL YORUMLAR" bölümüne gönderilen değerli fikirler sitemizin kuruluş safhasındaki inanç ve duygularımı pekiştirmiştir. Çok yakınlarımdan gelen" bir ayda bıkar ve bırakırsın" şeklindeki eleştirilerin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu göstermiştir.

Bu kutsal vatanın ve bu toprakların sahibi olan asil milletin kalkınması ve güçlenmesini hedef alan değerli fikir ve düşüncelerinizi " İYİ İNSAN " sitesi iç ve dış kamuoyuna ve asıl ihtiyacı olan yöneticilerine aktarmaya devam edecektir. (T.T.K.)

Anlaşılmak ve Anlamak
Gonderici Hamit AKDERE (212.252.6.233) 15 Temmuz 2000, 09:15:02:

Sayın Ağabeyim ve Komutanım:
Sitenizi öğrendiğim günden beri heyecanla takip ediyor, zevkle okuyor ve fikirlerinizden istifade ediyorum. Günümüz hernekadar milliyetci entellektüel kesim yerine, törpülenmiş kafalar, mandacı zihniyetin değişik versiyonları ile itibar kazanıyorsada Cumhuriyet Türkiyesinde sizi anlayacak bir kesimin olacağını bilmenizi istirham ediyorum.

İstismarın her türlüsünü yoğun bir şekilde yaşandığımız devrimizde, artık Atatürkçüyüm diyen Atatürk'ün ilkelerinden bahsedilmeyen ilkesiz bir Atatürkçülük peşinde, Milliyetçiyim diyen milliyetsiz bir milliyetcilik peşinde, Dindarım diyen din birliğimizi tefrikalandırarak ikilik çıkarıp kin ve nefret tohumları atma peşinde bulunmalar çoğunluktadır.

Bu güzel yurdumuzun harcını teşkil eden ATATÜRK ANAYASASI diyebileceğimiz cumhuriyetimizim ana çatısı bir bir aşındırılmağa çalışılmaktadır.Ülkemizin gururu ayaklar altına alınarak verilen tavizleri Atatürk Türkiyesi haketmiyor. Bu ülkeyi 50 yıldır idare eden beceriksiz iktidarların günahını yıkacak yeri bulmuşcasına ülke değerleri ayaklar altına alınıyor.

Beyler yaptığınıza ad koyacaksanız! Neolur ağzınıza yakışmayan, AtatürkÇülüğü kullanmayın. Demirelcilik deyin, Demirelcilikten Ecevitciliğe geçiş deyin , kendinizi saklıyorsanız başka birşey deyin. Ama Ülkemizin mimarı Atatürkü kötü emellerinize alet ederek bu milleti birdefa daha yaralamayın.

Değişımciler ülkesi haline gelen, bahtı kara haline getirilmek istenen ülkemizde GELİŞİMCİ'lik boğulmakta, kimse sahip çıkmamaktadır.

Sizler gibi entellektüğel kesimin bu topluma ses vermesi dileği ile saygılar sunarım.
Hamit AKDERE


* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

Türkiye ve Gümrük Birliği ve Yeni Dünya Düzeni
Gönderici ILGAZ UZUN (212.57.28.210) 1 Temmuz 2000, 11:06:21

Merhaba bu sayfayı hazırlayanlara teşekür ederek başlamak istiyorum yazıma. Magazinel bir Türkiyede televole ile sınırlandırılmış güdük hayatlar kendini geliştirmeyen Amerikan aksanlı özenti gençler cep telefonu markası ve polo t- shirt leri ile kişilikleri değerlendirilen 80 sonrası depolitize olmuş gençlik adına böyle düşündürmeyi özendiren sitelerin yararlı olacağını düşünüyorum.

Türkiye gibi jeopolitik bakımdan bu kadar önemli bir konumda bulunan ülkelerin etkin bir dış ve iç politika geliştirmeleri gerektiğine inanıyorum. Bugün yeni dünya düzeni masalı altında 3.dünya ülkelerine sahte bir liberalizm empoze eden uluslararası finans kapital emperyalist hedeflerine ulaşmak üzeredir.

Büyük tekeller küçük işletmeleri yutmakta ve onlara yaşama şansı vermemektedir. AB ülkeleri işbirliği içinde gümrüksüz Türkiye'ye mal sokup bunun adınında sermayenin serbest dolaşımı koymuşlar . Peki hani işçilerin ve yurttaşlarımızın serbest dolaşımı .Bunu istemiyorlar. Çünkü geri kalmış ülkelerde işçiler ucuz çalışıp o tekellerin istediği malları üretiyorlar. Mesela bir mercedesin Almanyada değil de Türkiye'de üretimi işçi maliyetleri açısından onlara çok şey kazandırıyor. Aynı otomobil,Almanyada 45 000 DM.ye mal olurken Türkiye'de 30.000 marka mal oluyor. Fakat satış rakamı değişmiyor. Yine 100.000 DM. gibi astronımik rakamlara satılıyor.

Buradan da anlaşıldığı üzere büyük karlar ancak küçük ülkelerde üretim yapmaktan geçiyor. Nitekim mercedes bütün Ortadoğu ve Avrasya bölgesi otobüslerini Türkiye'de yapıyor. Ve bunada "sizi sanayileştiriyoruz, ülkenize yatırım yapıyoruz" diye kalıp bulmuş. Eğer işçiler serbest dolaşıp Avrupa'da çalışırsa bu düzenyürümez. O halde ne yapalım. Sermaye serbestçe vergisiz dolaşsın. İşçiler ve binlerce işşiz ise kendi ülkerinden dışarı çıkamasın. İşte bunu adı çifte standart ve sömürüdür.

Bizim ülkemizde her türlü malı devletimize vergi vermeden satsınlar. Gümrük Birliğinde tarım ürünlerini muaf tutsunlar ve Türkiyeyi zarara uğratıp bunun adınada" batı ile entegre olma ve Kopenhag kriterleri" desinler.Size birşey söyleyim mi. Bunun adı düpedüz" ikinci kapütülasyonlar ve Sevr Anlaşmasının yeniden hortlaması"dır. Başka bir şey değil. Türk gencinin uyanık olması gereklidir.Bu konularda bilgi için ATATÜRK VE AVRASYA (ANIL ÇEÇEN) TÜM KİTAPÇILARDA BULABİLİRSİNİZ. İyi günler. Sağolun

Dr. Tahir Tamer Kumkale
18 Temmuz 2000 Salı
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=57


http://siyasetin-pusulasi.blogspot.com.tr/2015/03/anlaslmak-ve-anlamak.html

.

17 Mart 2015 Salı

Türk Dış Siyaseti ve Orta Asya





Türk Dış Siyaseti ve Orta Asya


2 Temmuz 2000 Pazar 

Fatih Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Öğretim Üyesi Sayın Cafer ULU Bey, değerli fikirleri ve isabetli değerlendirmeleri ile İYİ İNSAN sitesine önemli katkıda bulunmaya devam etmektedir. Kendisine teşekkür ediyorum. Putin'in Rusya'nın başına geçmesi ile bu ülke ve bu ülkeye pek çok alanda bağımlı olan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerimiz giderek daha çok önem kazanmaktadır. Önümüzdeki günlerde yönetime önemli görevler düşmektedir. Bu alanda değerlendirilmesi amacıyla Cafer Bey'in düşüncelerini aynen aktarıyorum. (T.T.K)

***

29 HAZİRAN 2000 tarihli yazınızı okudum. Gerçekten önemli önerileriniz var ama Türk dış siyasetinin bu saydığınız önerilerin neresinde olduğunu merak ediyorum. Orta Asya konusunda kendini sorumlu ve yetkili görmesi gereken ülkemiz ne yazıkki hala çekimser davranmaktadır.

Komünist Rusya' nın yıkıldığı ilk anda sergilediği ( tekrar canlanma çabası içindedir...) aktif tutumunu bırakan ülkemiz bence dış siyasetini tekrar mercek altına almalı ve yeniden diyalog atağına kalkışmalıdır.

Bu diyaloglar asla şifai (sözlü) değil resmi olmalı ve her taahüt belgelenmelidir. İlişkiler gerekirse devletin en yetkili kişileri aracılığı ile gerçekleşmelidir. Yeni kurulan Türk devletleri ve Rusya' nın tahakkümü altından kurtulan devletlerin boş laflara ve vaatlere ihtiyaçları yoktur. Somut ve hızlı bir dış siyasete ihtiyaçları vardır.

Gürcistan meselesi en az bir Azerbaycan kadar onemlidir. Dikkat edilirse Azarbeycanla sıcak ilişkilere girmek için Ermenistan topraklarının geçilmesi gerekmektedir. Ama Gürcistan ülkemize sınır komşudur ve pek çok projede asla Gürcistan es gecilemez...

İran asıl vurgu yapılması gereken ülkedir. Türkiyenin Orta Asyadaki bir numaralı rakibi Iran' dır. Çünkü Orta Asya siyasetinde Türkiye' nin kullandığı değerleri aynen hatta fazlasıyla kullanabilmaktedir. Örneğin DİN, KÜLTÜR, TARİHİ GEÇMİŞ, ORTAK DÜŞMAN (Komünist Rusya, Emperyalist Batı...), EKONOMİK YARDIMLAŞMA vs. Bu yüzden Iran' nın dış politikaları yakınen izlenmeli gerekirse pan zehir etkisi yapacak politikalar geliştirilmelidir. Tüm bu çalışmalar tabiki uzman bir kadro ile ve uyanık bir devlet politikası ile yapılabilir. TAHİR TAMER KUMKALE hocamızın da tavsiyeleri goz ardı edilmeyerek yeniden bir Orta Asya seferberliği başlamalıdır... (Yazan: Cafer ULU)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Temmuz 2000 Pazar

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=53

15 Mart 2015 Pazar

Almanya'dan Kürdistan’a 13 Milyon Avro'luk Silah Yardımı



Almanya'dan  Kürdistan’a 13 Milyon Avro'luk Silah Yardımı  


07 Şubat 2015 Cumartesi 12:39




Almanya Savunma Bakanlığı tarafından açıklanan listede, Federal Kürdistan Yönetimi’ne gönderilecek silah ve mühimmat arasında, 30 milan tanksavar, 203 adet bazuka, 4 bin 80 G3piyade tüfeği, 40 P1 tabanca, 10 bin el bombası, 10 “Dingo” adlı askeri nakliye aracı ve 10 sıhhi araç, 6,5 milyon mermi, kış için çeşitli giysiler ve kişisel sıhhi malzeme yer alıyor.
Bakanlığın açıklamasında, IŞİD’in Irak ve Suriye’de milyonlarca insanın hayatını tehdit etmeye devam ettiği belirterek, IŞİD’in bölgedeki istikrarı tehlikeye attığı, bunun Almanya’nın güvenlik çıkarlarını doğrudan tehdit ettiği ifade edildi.
Almanya’nın uluslararası ittifak içinde hareket ettiği ifade edilen açıklamada, IŞİD’in son aylarda kısmen durdurulmasının ve geri çekilmesinin başarıldığını, Almanya’nın da şimdiye kadar yapılan yardımlarla buna katkıda bulunduğu belirtildi.
Irak’taki merkezi hükümet ile istişare edilerek Federal Kürdistan Yönetimi’ne geçen yıl askeri yardım yapıldığına işaret edilen açıklamada,Alman hükümetinin şimdi de yine Bağdat’taki hükümet, uluslararası partnerler ve Federal Kürdistan Yönetimi ile yapılan istişareler sonucunda bu yardımın genişletilmesine karar verdiği ifade edildi.
Almanya’nın geçen yılın Eylül ve Kasım aylarında Federal Kürdistan Yönetimi’ne 70 milyon avroluk silah ve mühimmat göndermiş daha sonra da ülkeye getirilen 32 Peşmerge’ye, Bavyera eyaletinde silahların kullanımıyla ilgili eğitim verilmişti.
Alman Meclisi de geçen hafta Alman hükümetinin Peşmerge Güçleri’ne eğitim vermesi için bölgeye yaklaşık 100 kişilik askeri eğitim birliği gönderme kararını onaylamıştı.

..

14 Mart 2015 Cumartesi

Galatasaray Milli Takımı (2)




Galatasaray Milli Takımı (2)

18 Mayıs 2000 Perşembe 

"GÖREVLERİNİZİN TÜM SORUMLULUĞUNU TEK BAŞINIZA TAŞIMAK GÜCÜNE SAHİP OLMADIĞINIZI ÖNCELİKLE KABUL EDİN." (Attila)

Türkiye'de son günlerin gündemini Galatasaray futbol takımının UEFA Kupası final şansını yakalamak için verdiği olağanüstü mücadele teşkil etti. Medya ordumuz bu mücadelenin her saniyesini evimize taşıdı. Bütün millet yediden yetmişe Galatasaraylı olduk ve adeta o'nun başarısına kilitlendik. Olayın bütün ayrıntılarını nefeslerimizi keserek takip ettik. Çok şükür birinci mücadele başarı ile tamamlandı. İngiltere'de Leeds cehenneminden Kopenhag'daki finaller için vize aldık.

Şimdi gündemimizde Kupa Finali için bu gece Kopenhag'da bir diğer İngiliz takımı olan Arsenal ile yapılacak final maçı var. Şimdi de bu maça kilitlendik. Sağolsun medya ordumuz bu defada bir hafta öncesinden Kopenhag'da mevzi aldı. Bu tarihi olayın bütün ince ayrıntılarını öğrenmemiz için çok büyük çaba ve özveri gösteriyor. Yani vazifesini en iyi bir şekilde yapmanın büyük hazzını yaşıyor.

Ne PKK Terörü, ne HİZBULLAH canilerinin faaliyetleri, ne mafya ekiplerinin birbirleri ile olan mücadelesi, ne yeni cumhurbaşkanımız ,ne eski cumhurbaşkanımız,ne uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalının katillerinin bulunması, ne düşen milli gelirimiz ve giderek daha fakirleşmemiz, ne Fazilet Partisinin başkanlık mücadelesi , ne kapanan fabrikalarımız ve artan işsizliğimiz , ne 23 yıllık kronik enflasyonumuz, ne batırılan bankalarımız , ne örgüt yuvası haline gelen cezaevlerimiz, ve nede depremden zarar gören ve bir kısmı hala çadırlarda bulunan vatandaşlarımız.

Bunların hepsine bir sünger çektik. Unuttuk. Veya unutulduğunu sandık. İyiki Galatasaray'ımız var. Bir galibiyet. Atılan bir gol; BÜTÜN DERTLERİMİZE DEVA. BİR FUTBOL TAKIMI VE BİR GALİBİYET HERŞEYE YETİYOR VE HERŞEYİ UNUTTURABİLİYORSA, BİZ DE BUNDAN SONRA BÜTÜN GÜCÜMÜZLE GALATASARAY'A SAHİP ÇIKALIM ve YENİ GALATASARAY'LAR YETİŞTİRMEK İÇİN MİLLİ GÜCÜMÜZÜ SEFERBER EDELİM.

Gündemi binbir çeşit olayla dolu olan Türkiye Televizyonlarının başarılı haber kanalları tam kadrosu ile seferberliğe geçerek, tam iki saat kesintisiz Galatasaray canlı yayınını haber olarak veriyorlar. Yazılı basının baş sayfası'nın tamamı ve geri kalanın dörtte biri yine Galatasaray'la doluyor. Ve her Türk bundan sonsuz bir mutluluk ve coşku duyuyorsa diyecek bir fazla şey yok .Ayni şekilde devam edelim.

Kendi gündemi olmayanların, gündemi elinden kaçıranların, vizyonu olmayanların, mevcut gündem maddelerinden hoşnut olmayanların klasik numaralarından birine daha şahit olduk. Hiç bir katkıları olmadığı halde Galatasaray'ın başarısının ardına sığınıp gündemden yararlanmaya çalışan zavallıları bir kere daha bütün açıklığıyla gördük.

Galatasaray bir spor Klubü olarak kendisinden beklenenden çok fazlasını bu millete vermiştir. Değerli yöneticilerini ve sporcularını disiplinli ve başarılı çalışmalarından dolayı kutluyorum. Ülkeyi, milleti, bayrağı, gurur ve haysiyetimizi daima yüksekte tutmuşlardır. Milletimize yıllardır özlemini duyduğu güzellikleri tattırmışlardır. Disiplinli, özverili vede inançla çalışmanın daima başarı getireceği gerçeğini bir kere daha vurgulamışlardır.

MİLLETİMİZİN VE YÖNETİCİLERİMİZİN GALATASARAY'DAN ALACAKLARI ÇOK DERSLER VARDIR.

Galatasaray camiasında profesyonelliğin en güzel ve çarpıcı örnekleri sergilenmektedir. Sistemli çalışmanın ve kuralcı olmanın bu başarıda büyük katkısı olduğuda bilinmektedir. Bundan da ders almamız gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Ne yazıkki "Türkiye'de son yıllarda başarılı bir şey söyleyin" dendiği zaman akla daima Galatasaray gelmektedir. Oysa milletimiz her alanda başarının özlemini çekmektedir. Bir futbol takımının başarısının dahi milli bayram sevinci ile karşılandığı bu güzel yurtta vatandaşımız gerçek başarıya muhtaçtır.

25 yıldır %50'nin üzerinde seyreden kronikleşmiş bir enflasyonla yaşamak bu milletin kaderi değildir. Dünyada bu kadar büyük ve uzun süren cezaya çarptırılmış başka bir millet yoktur. 10 yıl önce aylarca tepesine bomba yağan, yakılıp yıkılan ve toprakları üçe ayrılan ve on yıldır halkı uluslararası ambargo altında bulunan komşumuz Irakta dahi ,ekonomi bizim kadar acz içinde değildir. Fevkalade güçlü potansiyeline, genç ve enerjik nüfusa ve yeterli bilgi birikimine rağmen ; dünyada Para birimi PARA, KURUŞ, LİRA olupta tedavüldeki en küçük parası 5000 lira olan ve bunun 20 tanesi ile sandviç büyüklüğünde bir ekmek alınabilen başka bir ülke yoktur.

İşte bu tabloyu düzeltin. Bundan büyük başarı olamaz. Başarın, sevinelim. Milletçe gerçek bir bayram yapalım. Bir Cumhuriyet lirası; 35.000.000 TL.olmuş. Bir Dolar; 621.000 lira'ya çıkmış. Evet gündemimiz bu olmalı. Devletin birinci görevi güvenlik ve beka sağlamaktır. İkinci ve en önemli asli görevi vatandaşının refahını sağlamaktır.

Ne yazık ki Galatasaray'ın büyük başarısı bu temel gündemi kurtarmaya yetmiyor. Galatasaray'ın başarısının arkasına sığınarak ucuz kahramanlık yapmak kolay. Zor olan; vatandaşı içine düştüğü ekonomik çıkmazdan kurtararak kahraman olmak.

Neden bu halde bulunduğumuzun çok güzel bir örneğini geçenlerde Ulaştırma Bakanlığının açtığı telefon ihalesinde gördük. İş Bankası ve İtalya ortaklığı; yeni kurulacak cep telefonunun isim hakkını 2,5 milyar dolara satın aldılar ve bir kalemde devletin kasasına 3 milyar tutarında bir para soktular. HERKEZİN VE MEDYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ŞAİBESİZ BİR İHALE GERÇEKLEŞTİĞİNE HEP BİRLİKTE ŞAHİT OLDUK. Demek ki böylede oluyormuş. Demek ki hakkı bu imiş. Peki bu ihaleden önce yapılan TELSİM ve TURKCELL ihalelerini neden 500 milyon dolara verdik. Evet PTT'nin kurulu, alt yapısı hazır sistemlerini asli değerinin beşte birine vermişiz. Devlet ve dolayısıyla milletimiz demek ki bu işten 4 milyar dolar kaybetmiş. Peki kim kazanmış?. İşte bu meçhul. Ama birileri mutlaka kazanmış. İşte başarı bunları düzeltmekte. Bunları düzeltin. Milleti soyulmaktan kurtarın. Bilerek ve isteyerek milletimize giydirildiği anlaşılan enflasyon belasından bu ülkeyi kurtarın. İşte o zaman milletimin gerçek bayramı olacaktır. Galatasaray'ımızın şahsi başarısı bunun yanında çok sönük kalacaktır.

Türk milleti 17 Mayıs akşamı bir kere daha televizyonları başına kitlendi. Nefes kesen bir 90 dakikayı, insanın heyecanını doruğa tırmandıran bir 30 dakika takip etti. Nihayet penaltı atışları Galatasaray'ın en büyük Avrupalı olduğunu belirledi.19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayaramını milletimize gerçek birer bayram olarak tattıran ve milletimizin kalbinde taht kuran Galatasaraylı gençleri ve onları bu başarı için motive eden değerli, spor adamımız Fatih Terimi candan kutluyorum. Birlik beraberlik ve bütünlüğümüze yaptıkları muhteşem katkıdan dolayı Galatasaray camiasını tebrik ediyorum. Başarılarının daim olmasını diliyorum.

AVRUPANIN EN BÜYÜKLERİ MİLLETİNİZ SİZİ BAĞRINA BASIYOR VE SİZİ CANDAN KUCAKLIYOR. BİZİ AVRUPAYA ALMAMAKTA DİRENEN AVRUPALILARA BU KUPAYI İTHAF EDİYORUZ. BİZİ KABUL ETMEDİNİZ AMA BİZ SİZİN EN BÜYÜĞÜNÜZ OLDUK. BAKALIM BİLEĞİMİZİN HAKKI İLE KAZANDIĞIMIZ BU BAŞARIYA NE DİYECEKSİNİZ.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
18 Mayıs 2000 Perşembe

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=39

Sadettin Tantan,





Sadettin Tantan,


21 Mayıs 2000 Pazar 

Sadettin TANTAN ismi Emniyet Genel Müdürlüğü'nün birbiri peşisıra sıraladığı başarılı operasyonlardan sonra çok sık duyulmaya başlandı. Başarılar devam ettikçe dahada çok duyacağımız kesin. Aslında Türk kamuoyu uzunca bir süredir görevini en iyi şekilde yerine getiren dürüst, namuslu ve devlet adamı ciddiyetine sahip bürokratların sudan bahanelerle yıpratılıp bir köşeye atılmalarına ve yaygın tabiri ile kızağa alınmalarına çok alışmıştı. Sayın TANTAN; halen bulunduğu görev ve konumu ile bu izlenimi düşüncelerden silip attı. İnşallah bu durum örnek teşkil edecek ve vatandaşlarımız köşelerinde hizmet için görev bekleyen binlerce TANTAN benzeri başarılı Türk insanını layık oldukları mevkilerde görecektir.

"SİYASET ve SİYASİ AHLAK" başlıklı yazımızda milli güç unsurlarımızı yöneten ve yönlendiren siyasi güç ve siyasetçilerimizin içine düştüğü durumu sebepleri ile ortaya koymaya çalışmıştım. Acil tedbir olarak, lügatlarda " Devlet işlerini yürütme ve yönetme sanatı " olarak geçen siyaset kavramı'nın; gerçekten bu işi yapabilecek yetenekli, dürüst, namuslu, bilgili, vatansever, ciddi, vakur, kalbi vatan ve millet aşkıyla yanan layık evlatlarımıza teslim edilmesini vurgulamıştım.

Evet siyasi kadrolarımız teker teker Sayın Tantan benzeri isimlerle dolup taşmadıkça, Sayın Tantan'ın büyük özveri ile yürüttüğü hizmetlerinin ülkemizin her alanda dev gibi büyüyen sorunlarının karşısında fazla bir önemi olmayacağı açık ve kesindir.

Sadettin TANTAN ismini Türk Kamuoyu 1980'lerde İstanbul Mali Şube Müdürü iken kendisi gibi bir avuç gözüpek polis ile yaptığı başarılı çalışmalarla duydu. Bu korkusuz , cesur ve namuslu polis müdürü; kaçakçılar, hırsızlar, yolsuzlar, kara para aklayıcılarının korkulu rüyası oldu. Vatandaşlarımız demekki böylede oluyormuş dediler. Rahatı ve huzuru kaçan, istedikleri gibi çalışamayan kanun kaçakları bu başarılı polisi safdışı kılmak için çok uğraştılar. Fakat bütün çabaları boşa çıktı. Hiçbir açığını bulamadılar ve ona bir kulp uydurup karalayamadılar. Fakat nüfuzlu siyasileri devreye sokarak aktif konumdan pasif görevlere atanması başarısını gösterdiler. Bir müddet aktif görevlerde bulunmayan Sadettin Tantan'ın bir diğer başarılı yönü de bu dönemde ortaya çıktı. Kendiside gerçek bir sporcu olan ve sporculara büyük destek verdiği bilinen Sayın Tantan'ı bu defa İstanbul Güreş Klüplerinin yönetimindeki başarıları ile tanıdık. Disiplinli,özverili çalışmaların her yerde iyi sonuçlar verebileceğini isbat etti.

Sadettin TANTAN'ı Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü görevi esnasında ayni yerde 8 nci P.Tümeni Kurmay Başkanı olarak bulunduğum sırada yakından tanımak fırsatını buldum. Emniyet camiasının sahip olduğu böyle bir değerin neden Tekirdağ gibi ülkemizdeki suç oranının en az olduğu bir şehirde görevlendirilmesine ise bir türlü akıl erdiremedim. Her başarılı insanımızın başına geldiği gibi aktif ve sorumluluğu fazla olan makamlara getirilmekten sakınılan Sayın Tantan'ı bu defa siyasetin içinde görüyoruz.

ANAVATAN Partisi kadrolarından İstanbulun en sorunlu bölgelerinden olan Fatih İlçesine Belediye Başkanı olarak seçilir. Bu görev yeri Sayın Tantan'ın belkide hiç anlamadığı bir alandı. " Burada kaybolur gider, oda düzene ayak uydurur ve bu düzen onuda kendine benzetir "diyenler bir kere daha yanıldılar. TANTAN ismi; dürüst ve namuslu insanların kendilerine ne görev verilirse verilsin en iyi şekilde yapabileceklerini isbat etti. En azından bu işi ben biliyorum diye ortaya atılan şarlatanlardan çok daha başarılı olduğunu gösterdi.

Son seçimlerde TANTAN isminin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak geçmesine rağmen kendisini bu defa İstanbul milletvekili olarak T.B.M.M.'de gördük. Bu ilk deneyiminde Sayın Mesut YILMAZ siyasi hayatında en önemli kararlarından birini vererek Sayın TANTAN'ı İÇİŞLERİ BAKANI olarak atadı. Bu atama; azmin, iradenin, doğruluğun, dürüstlüğün ve ilkeli çalışmanın bir neticesiydi.

Sonuçları hep birlikte İçişleri Bakanlığımızdan gelen başarılı haberlerle görüyoruz. Ciddi bir devlet adamının ülke yararına yaptığı çalışmaların meyvalarını hep birlikte topluyoruz. İnşallah siyasi bir komploya uğramadan bu şekilde hizmete devam etme imkanı sağlandığı takdirde Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünyanın en huzurlu ve güvenli bölgesi olacaktır. Hukuk ve kanun hakimiyeti ülkemizin en ücra noktasında hakim kılınacaktır.

Evet, başarının tek sebebi Sadettin Tantan'dır.

Evet başarı tek maalesef tek bir ismindir.

"EFENDİM BU BİR KADRO İŞİDİR. SİSTEMLİ VE BİLİMSEL ÇALIŞMANIN İŞİDİR. BİR KİŞİ NE YAPABİLİR Kİ?" diyenleri şimdiden görüyor ve duyuyorum. Evet haklısınız ama! "bu kadrolar, bu kanunlar ve yönetmelikler, bu sistemler, bu araç ve gereçler öncedende vardı" . Bunları Sayın Tantan evinden getirmedi. Bunların hepsi vardı. Fakat bütün bunları istenilen hedefe yönlendirecek yeterli irade ve bu iradeyi temsil eden bir baş yoktu. Şimdi bu baş bulunmuştur. Sayın Tantan'ın önderliğinde ülkemiz ve insanlarımız laytık oldukları huzur ve güven dolu ortama çok kısa bir sürede ulaşacaktır. Buna inanıyorum ve İçişleri Bakanımımıza güveniyorum.

Teşekkürler Sayın Tantan .Türk Milleti başarılarınızı gözlüyor ve sizi sonuna kadar destekliyor. Bu desteğe layık olduğunuzu da biliyor.Başarılarınızın daim olmasını diliyor.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
21 Mayıs 2000 Pazar


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=40

.

Kıbrıs'ta Zirvedeki Kavga Kime yarar?





Kıbrıs'ta Zirvedeki Kavga Kime yarar?




 28 Nisan 2000 Cuma 

"İSTEDİĞİNİ SÖYLEYEN, İSTEMEDİĞİNİ İŞİTİR."

20 Nisan 2000'deki yazımda Yavruvatan Kıbrısta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini konu olarak aldım ve Kıbrıs Türk Toplumunu sağduyuya davet ederek "DENKTAŞ VARKEN ,BAŞKASI ASLA " sloganı ile kendilerine, kendileri için doğru olanı göstermeye çalıştım.

Sonunda akıl ve mantık galip geldi. "Demokratik hak ve özgürlükler" gibi sloganların arkasına sığınarak K.K.T.C yönetimine talip olanların zirvedeki anlamsız kavgasının ilk raundu Sayın Denktaş'ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi ile şimdilik bitti. Sayın Denktaş yemin edip yeni görevine başladı. Önümüzdeki Mayıs ayından itibaren başlayacak toplumlararası görüşmeler için yeni bir şevk ve ivme kazandı. Bir ömür adadığı Kıbrıs Türk Toplumu'nun özgür yaşama mücadelesinde kendisine sonsuz başarılar diliyorum. Bütün Türk milletinin 65 milyonluk tek bir yumruk halinde bu haklı mücadelede Denktaş Bey'in yanında ve desteğinde olduğunu bir kere daha vurgulamak istiyorum.

Evet biz 65 milyon Anadolu Türkü; Kıbrıs Türk mtoplumunun daima yanında yer alırken siz başta sayın Cumhurbaşkanı adayı beyefendiler kimin yanındasınız. Bir avuç insansınız. Türkiye'nin tam 40 yıldır her sahada sürdürdüğü büyük mücadeleye rağmen haklı davanızı kimseye onaylatamamışken birbirinizle bu kıyasıya kavga niye? Neden birbirinizi yücelteceğize ve gerçekten hakettiğiniz , birbirinizle birlik ve beraberlik içinde uyumlu bir yaşam sergileyeceğinize zirvedeki bu çirkin kavga niye.?

Neyi paylaşamıyorsunuz? 26 yıl önce doğan genç nesli, yani yaşamının tamamını barış ve huzur içinde geçirmiş bir kitleyi bölmeye, parçalamaya ve onların tertemiz kafalarını yalan yanlış ve tutarsız bilgilerle doldurmaya ne hakkınız var.?

Cennet misali , bereketli topraklarınız bugünkü nüfusunuzun en az dört katını müreffeh bir şekilde yaşatmaya yeter. Yeterki onu iyi değerlendirin ve iyi kullanın . Çalışın ve üretin. Ama Türkiye'den görünen manzara hiçde iç açıcı değil. Siz sadece laf üretiyorsunuz. Özgürlüğü birbirinize hakaret etme olarak algılıyorsunuz.

Sayın Denktaş sizleri istememekte haklıdır. Seçim kampanyası adı altında Sayın Eroğlu ve bakanları tarafından Cumhurbaşkanı Denktaş hakkında meydanlardan atılan nutuklardan sonra sizler artık o'nunla birlikte bu toplumun menfaatlerini koruyamazsınız.

Demokrasilerde istifa mekanizması vardır. Bu durumda Sayın Eroğlu'nun derhal istifası zorunludur. Bu zirve ile Sayın Denktaş'ın toplumlararası görüşmelere katılması çok yanlış olur. "Kendi içinde birbirini yiyen bir avuç insanın rumlarla barış yapmasının imkanı yoktur" imajını yaratmaya hakkınız yoktur. Yaptığınız kavga temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz Kıbrıs Türk Toplumu'nun hakkı değildir.

"Efendim! onlar seçim meydanlarında kaldı. Bizler demokratik hakkımızı kullandık" demek lüksüne sahip değilsiniz. 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATI ile Kıbrıs'ta 26 yıldır süren bir barış mevcuttur. Fakat hala savaş durumu devam etmektedir. Taraflar arasında sürekli bir Barış Antlaşması imzalanmamıştır. Barış görüşmelerinin başarısı sizin tek bir yumruk gibi hareket etmenize bağlıdır. Kavganın sebebi yoktur. Zamanı ve zeminide değildir. Biran önce birlik ve beraberliğinizi , toprak bütünlüğünüzü ve istiklalinizi tüm dünya kamuoyuna isbat etmek tek çabanız olmalıdır. Türkiye'nin 26 yıldır tam desteği yanınızdadır. Fakat siz önce birbirinize destek vermelisiniz. Birbirinizle kenetlenmelisiniz. Türk toplumu ve Kıbrıs Türk halkının sizden bunu bekllediğini bilmelisiniz

Sonuç olarak yavruvatana Türkiye'den baktığımızda, Kıbrıstaki mevcut yönetim ile yönetime talip olanların davranışlarına anlam verebilmek mümkün değildir. Kıbrıs gibi küçük bir ülkenin yönetimi için yapılan mücadeleyi çirkin ithamları anlamakta mümkün değildir.

Görülen çirkin manzara düzeltilerek yeniden seçilen Sayın Denktaş'ın etrafında kenetlenilmelidir. 1571 'de Kıbrıs'ı alırken çok şehit verdik. O kutsal topraklar binlerce Türk'ün kanı ile vatanlaştı. 1974' de dünya Kıbrıs Türkü'nün katliamını seyrederken yine sadece biz kardeşlerimizi katledenlere dur dedik. Yine kan verdik , can verdik. Gerekirse yine veririz. Ama artık can verme değil, barış ve huzurun meyvalarını toplama zamanıdır.

Gelinen noktayı iyi bilmek ve geleceği iyi görmek lazımdır. Sizin demokrasi diye yaptığınız kavga; sizi ortadan kaldırmak ve tarihten silmek isteyen Güney Kıbrıs Rum Kesiminde sevinçle izleniyor. Birbiriniz aleyhinde sarfettiğiniz her kelimenin, bu kesimin eline size karşı kullanılmak için verilen bir tank veya bir top olduğunu lütfen görün ve aklınızı başınıza toplayın. Kıbrıs Türkü'nün aklı başında liderlere ihtiyacı olduğunu unutmayın.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
28 Nisan 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=32

..

Gazilerimiz Milletimizin en yüce varlıklarıdır,





Gazilerimiz milletimizin en yüce varlıklarıdır,



2 Mayıs 2000 Salı 

"HER ŞEY İNCELİKTEN, İNSAN KABALIKTAN KIRILIR."

Gazilerimizi baştacı edelim.

Türk Dil Kurumunun sözlüğünde Gazi kelimesinin karşısında; "Düşmanla savaştan sağ ve zafer kazanmış olarak dönen kimse" ibaresini görürüz. Türk tarihi binlerce yıldır düşmanla savaşarak şehid veya gazi olarak evlerine dönen yüzbinlerce Türk evlâdının şanlı menkibeleri ile doludur. Topraklar onu besleyen şehid ve gazilerin kanları ile vatanlaşır ve kutsallaşır. Vatan sevgisi bununla gelişir. Üzerinde yaşadığımız Anadolu bin yıllık bir Türk yurdudur ve bu bin yıl içinde uğruna verilen yüzbinlerce canın kanı ile sulanarak vatanlaşmıştır. Dünyada eşi ve benzeri bulunmamaktadır.

Günümüzde şehid ve gazilik mertebesine sadece ülkeyi cephede koruyan askerler erişmiyor. Dış düşmanlarımız artık kendileri sınırdan orduları ile gelmiyorlar. Onlar içerideki işbirlikçileri ile ülkemizin her tarafını savaş alanına çevirdiler. Ülkemizin insan ayağının ulaştığı her karış toprağı artık birer savaş alanı . Saldırının hedefide artık sadece askerler değil. Hedefleri; büyük~küçük , erkek~kadın, rütbeli~rütbesiz, makamlı~makamsız, genç~yaşlı demeden bütün Türk Toplumu.

Türkiye ve Türklük düşmanlarının açtığı bu amansız savaşta ,kardeşin kardeşi katlettiği bu acımasız saldırılarda toplumumuzun her kesiminden şehid ve gazilerimiz oldu. Başbakanlar, bakanlar, orgeneralden başlamak üzere her rütbede askerler, emniyet müdürlerimiz ve her rütbeden polislerimiz, valilerimiz, kaymakamlarımız, kadın~erkek demeden katledilen öğretmenlerimiz, profesörlerimiz, aydınlarımız, dış temsilcilerimiz, değerli medya mensuplarımız, adalet mensuplarımız ,doktorlarımız, ebelerimiz, sokaktaki sade vatandaşlarımız, altı aylık bebeklerimiz ve daha niceleri.... Taraf olmadıkları bir savaşta can verdiler.Şehid oldular. Kan döktüler gazi oldular.

Yıllardır ülkemizi kasıp kavuran anarşi ve terör Türk kanına doymadı. Yıllardır bu milletin gözünden gözyaşı eksik olmadı. Yurdu bir uçtan bir uca kateden şehid cenazeleri artık günlük rutin görüntüler arasında yerini aldı. Kanıksandı.

Ülkemiz coğrafi konumundan kaynaklanan stratejik önemi dolayısıyla dünya güç odaklarının kesif ve sürekli saldırısından kurtulamıyor. Bu coğrafyada bu saldırılar adeta milletimizin kaderi oluyor. Güçlü Türkiye istenmiyor. Bundan sonrada istenmeyeceği kesin. Düşmanlarımızı bilerek onlara karşı devamlı hazırlıklı olmak durumundayız.

Saldırılarda doğrudan hedef olan kadirşinaş ve sağduyulu milletimize, bağrından çıkardığı en büyük eseri olan TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ tarafından 21 Nisan 2000 tarihinde gazeteler vasıtasıyla müjdeli bir haber iletildi.

Aşağıda özet olarak vereceğim bu güzel haber bütün günlük gazetelerde tam sayfa olarak yayınlanmasına rağmen gündemi işgal eden GALATASARAY MAÇI ve Hakan Şükür'ün LEEDS maçında attığı gol haberinin yanında hiç dikkati çekmedi.

Gözüm günlerce" Türkiye'nin gündemini belirleyen saygıdeğer köşe yazarlarımızın köşelerinde acaba bu konuda bir yorum bulabilirmiyim" diye arandı. Ama değişen gündem maddeleri arasında buna hiç yer ve değer verilmedi. Oysa verilen haber tamamen halkımızı ilgilendiriyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri; halkın desteği ve yardımları ile gerçekleştirdikleri dev bir eserin; yani TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ REHABİLİTASYON VE BAKIM MERKEZİ'nin 21 HAZİRAN'da hizmete girdiğini müjdeliyordu.

 Tam sayfa verilen ilanda her Türkün gurur duyacağı aşağıdaki ibareler yeralmıştır.

 - YÜCE TÜRK MİLLETİNE TEŞEKKÜR.

 - BU BÜYÜK ESERİ HALKIMIZ BAŞLATTI,HALKIMIZ BİTİRDİ

 -GAZİLERİMİZ İÇİN NE YAPSAK AZDIR..

 AZİZ MİLLETİMİZ TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN VE TÜRKİYE'Yİ TEK BİR VÜCUT, TEK BİR KALP HALİNE GETİREN O UNUTULMAZ COŞKULU "HAYDİ TÜRKİYE MEHMETÇİKLE ELELE" KAMPANYASINDA TOPLANAN BAĞIŞLAR AMACINA ULAŞTI.ÇOK ÖNEMLİ BİR HİZMETİN YOLUNU AÇTI.

ÜLKE SAVUNMASI VE MİLLETİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN GÖREVİ BAŞINDA SAKATLANAN VEYA UZVUNU KAYBEDEN GAZİ MEHMETÇİKLERİN RUHSAL VE BEDENSEL REHABİLİTASYONLARININ DAHA ÇAĞDAŞ KOŞULLARDA YAPILABİLMESİ VE BU UĞURDA ENGELLİ DURUMA DÜŞENLERİN YAŞAM BOYU DEVAMLI BAKIMLARININ SAĞLANABİLMESİ AMACIYLA BÜYÜK İHTİYAÇ DUYULAN 'TSK REHABİLİTASYON VE BAKIM MERKEZİ' İNŞAATINA 1996 YILINDA BAŞLANDI.

KADİRŞİNAS HALKIMIZIN DEĞERLİ KATKILARI İLE 21 NİSAN 2000 TARİHİNDE HİZMETE AÇILDI. KAHRAMAN GAZİLERİMİZİN BU TESİSTE ŞİFA BULARAK EN KISA ZAMANDA SAĞLIKLI YAŞAMLARINA DÖNMELERİNİ VE ARAMIZA KATILMALARINI DİLİYORUZ. BU ANLAMLI GÜNDE, ÜLKESİ VE MİLLETİ UĞRUNA CANLARINI FEDA EDEN ŞEHİDLERİMİZİ RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ.

TÜRKİYE'NİN, GAZİLERİNE VEFA BORCU OLARAK ARMAĞAN ETTİĞİ, ÜLKEMİZDE VE BÖLGEMİZDE EŞİ VE BENZERİ BULUNMAYAN, TIBBIN VE TEKNOLOJİNİN ÇAĞDAŞ HER TÜRLÜ İMKANLARIYLA DONATILMIŞ BU ANITSAL ESERİN OLUŞMASINDA; MADDİ VE MANEVİ KATKI VE YARDIMLARDA BULUNAN İSİMLERİNİ SAYAMADIĞIMIZ YURTİÇİ VE YURTDIŞINDAKİ MİLYONLARCA HAYIRSEVER VATANDAŞIMIZA, BASIN VE YAYIN ORGANLARIMIZA, KAMU VE ÖZEL KURUM VE KURULUŞLARIMIZA VE YÜREKLERİ GAZİLERİMİZLE BİRLİKTE ÇARPAN TÜM HALKIMIZA TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ADINA EN DERİN SAYGI İLE TEŞEKKÜR VE ŞÜKRANLARIMIZI SUNUYORUZ. ""

Evet; varlığımızı ve istiklalimizi borçlu olduğumuz şehid ve gazilerimiz için ne yapsak azdır. Kadirşinaş halkımız istemiş.Milletimiz arzu etmiş ve yapın demiş. Yapılmış. Eser hepimizindir. Emeği geçenleri, destek olanları kutluyoruz. Milletimize ve gazilerimize hayırlı olmasını diliyoruz. Bir kere daha birlik ve beraberlik içinde Ordu / Millet olma vasfını vurgulayan Türk Milletinin haklı gururunu paylaşıyoruz.

Dr. Tahir Tamer Kumkale

2 Mayıs 2000 Salı

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=33

Birleşik Türk Devletleri




Birleşik Türk Devletleri,





Birleşik Türk Devletleri (A. Nazmi Çora)


3 Mayıs 2000 Çarşamba 

BU BİR KİTAP REKLAMIDIR. 
CYBERVISION BÜYÜK TÜRKİYE  İSİMLİ  KİTAP  ÇOK  YAKINDA KİTAPÇILARDA

Kitap dünyasında bir boşluk daha doluyor. Sitemizde yazılarını beğenerek okuduğunuz Ali Nazmi Çora Bey tarafından kaleme alınan CYBERVISION BÜYÜK TÜRKİYE isimli kitabın baskısı tamamlandı. Çok yakında okuyucuları ile buluşacak. BİRLEŞİK TÜRK DEVLETLERİ gibi çok önemli bir konuyu işleyen kitap, geleceğin Türk Dünyasını bütün unsurları ile yansıtıyor. Uzun ve titiz bir çalışmanın eseri olan kitabın iç ve dış kamuoyunda büyük yankılar uyandırması bekleniyor. Sayın Çora'yı şimdiden kutluyorum. Başarılı çalışmalarının devamını diliyorum. (T.T.K)

UZUN BİR ÇALIŞMA SONUCUNDA HAZIRLADIĞIM YENİ KİTABIM '' CYBERVISION, BÜYÜK TÜRKİYE'' İSİMLİ KİTABIM ÇOK YAKINDA YAYIMLANIYOR.

TÜRKİYE'NİN NEDEN BÜYÜK OLDUĞUNU, A.B.D.'NİN NEDEN TÜRKİYE'Yİ STRATEJİK ORTAK OLARAK SEÇTİĞİNİ ,A.B.D. VE ULUSLARARASI SAYGIN STRATEJİK ARAŞTIRMA KURULUŞLARININ GEÇMİŞTEKİ VERİLERİ ESAS ALARAK YAPTIKLARI GELECEKLE İLGİLİ PROJEKSİYONLARDA
2050 SENESİNDE TÜRKİYE'NİN, A.B.D.'DEN SONRA DÜNYADA 2NCİ SÜPER GÜÇ OLACAĞINA İLİŞKİN ŞAŞIRTICI SONUÇLARININ GERÇEK NEDENLERİNİ, TÜRKİYE'DE PARLAK GELECEĞİMİZİ ; PLANLI VE PROGRAMLI OLARAK AŞAĞILIK KOMPLEKSİ YARATMAK İSTEYEN İYİ , GÜZEL , GURUR VERİCİ ÇALIŞMA , SONUÇ VE BAŞARILARI SÜREKLİ KÜÇÜLTEN VEYA HİÇ BAHSETMEYEN BANA GÖRE BATIDAN ZİYADE DAHA BATICI ONLARDAN ÇOK DAHA TEHLİKELİ, BAZILARI MAALESEF KENDİLERİ GİBİLER TARAFINDAN MEŞHUR EDİLMİŞ BAZI MEDYA VE YAZARLARA KARŞI YAZILMIŞ BİR KİTAPTIR BU.

300'E YAKIN YERLİ VE YABANCI ESERDEN YARARLANILMIŞ VE DİP NOTU OLARAK VERİLMİŞTİR . BEN TÜRKİYE'NİN 2015'Lİ YILLARDA İÇİMİZDEKİ BUNCA HAİN YARADILIŞLI İNSANA RAĞMEN DÜNYA'YA, HER BAKIMDAN:
 - UYGARLIĞIMIZ,
 - EKONOMİMİZ ,
 - İNSAN HAKLARI UYGULAMALARINDAKİ MÜKEMMELLİĞİMİZ ,
 - DEMOKRASİMİZ ,
 - TEKNOLOJİMİZ ,
 - BİLİMSEL ALANDAKİ BAŞARILARIMIZ ,
 - İNSAN VE DOĞA SEVGİMİZ ,
 - SİYASİ SİSTEMİMİZ VE SİYASETÇİLERİMİZ ,
 - ÖRF VE ADETLERİMİZ ,
 - ADALET SİSTEMİMİZ ,
 - SAYGI , SEVGİ, DAYANIŞMA VE DOĞRULUK VASIFLARIMIZ ,
 - EĞİTİM SİSTEMİMİZ, KÜLTÜRÜMÜZ, KİTAPLARIMIZ ,
 - MEDYAMIZ ,
 - ÇEVREYE VERDİĞİMİZ DEĞER İLE BÜTÜN DÜNYADA ÖRNEK ALINACAĞIMIZA BÜTÜN İÇTENLİĞİMLE İNANIYORUM. HATTA DAHA DA İLERİYE GİDİYORUM;

 - UZAYIN FETHİNDE ÖNCÜLERDEN OLACAĞIMIZA

 - TÜRK CUMHURİYETLERİNİN; SIRASIYLA; KÜLTÜR VE İNANÇ BİRLİĞİ ,TÜRK ORTAK PAZARI, TÜRK BİRLİĞİ AŞAMALARINI TAKİBEN "TÜRK BİRLEŞİK DEVLETLERİNİ" KURACAĞINA İNANIYORUM.

SİZLERİNDE BANA İNANMANIZI YÜREKTEN İSTİYORUM. İNANANLARIN MİKTARI ARTTIKÇA SÖYLEDİĞİM HER ŞEY GİTTİKÇE ARTAN BİR HIZLA GERÇEKLEŞECEKTİR.

SONSUZ SAYGILARIMLA

BU İNANÇLA BU KİTAP 2015 YILINDAKİ TÜRK BİRLEŞİK DEVLETLERİ BAŞKANINA İTHAF EDİLMİŞTİR.

"SAYIN BAŞKANIM;

BENİM SİZDEN DİLEĞİM, TÜRK ÜLKÜSÜ'NÜNÜN VE DÜNYANIN EN GELİŞMİŞ, EN UYGAR, EN DEMOKRATİK, EN KİŞİ HAKLARINA SAYGILI, EN DÜRÜST, EN ÇEVRECİ, EN ÇALIŞKAN ULUSU OLARAK DÜNYADAKİ BÜTÜN ÜLKELERE ÖRNEK OLAN DURUMUMUZUN SONSUZA DEĞİN SÜRDÜRÜLMESİDİR. (Ali Nazmi ÇORA, 29 Ekim 2015)

Dr.Nazmi Çora
3 Mayıs 2000 Çarşamba

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=34







12 Mart 2015 Perşembe

CHP’de Amerikancılar Kapışıyor, Yok mu Altı Ok’u Savunacak?





CHP’de Amerikancılar Kapışıyor,  
Yok mu Altı Ok’u Savunacak?

Kaya Ataberk



Deniz Baykal

Kemal Derviş

Mustafa Sarıgül

Zülfü Livaneli

Al birini vur ötekine...
İddia edildiği gibi CHP’yi düze çıkaracağı söylenen adaylar bugünkü CHP’nin alternatifi değil, yıpranmış AKP’nin alternatifini oluştumaktadır. 
Sarıgül’ün CHP’yi ılımlı İslam’ın sol kanadı yapacak söylemlere bugün den başvurmasının anlamını da burada aramak gerekir. ABD’nin CHP planı budur. Böylece şeriatçı AKP sıkıştığı zaman imdadına solcu Sarıgül CHP’si yetişecektir.




CHP’de Amerikancılar Kapışıyor  Yok mu Altı Ok’u savunacak?

CHP’ Olağanüstü Kurultay’ı 29 Ocak’ta toplanıyor. Atatürk’ün kurduğu parti CHP yıllardır ardı arkası gelmeyen sağcılaştırma operasyonlarının  sonucun da Deniz Baykal’ın elinde liberal-sağcı bir partiye dönüştürülmüşken, Mustafa Sarıgül ve ekibinin CHP içinde yeni bir operasyona girişti. 
Baykal ve Sarıgül’ün başında olduğu hiziplerin birbiriyle kıyasıya kavga ettiği, bunlara Zülfü Livaneli, Hasan Fehmi Güneş, Erdal İnönü gibi isimlerin de kendi cephelerinden katıldığı, çözülmeye doğru giden bir CHP tablosu karşımıza çıkıyor.
CHP’nin bu isimlerin arasında geçecek bir mücadele sonucunda düzlüğe çıkabileceğini ya da Atatürkçü, ulusal solcu politikalar üretebileceğini 
düşünen iyi niyetli kimselerin hâlâ var olup olmadıklarını bilemiyoruz. Ancak uzun süredir Atatürk’ün partisi olmaktan aşama aşama uzaklaştırılmış olan CHP’nin bu son toz duman altındaki görüntüsünün, öz temellerine ihanet etmiş bir siyasi örgütün doğal çözülmesinin de ötesinde bir operasyona işaret ettiği görülmelidir. Her ne kadar Baykal, CHP’nin “Türkiye’nin teslim alınmamış son kalesi” olduğunu iddia etse de aslında yaşananlar Batının ve ABD’nin eline çoktan dizginlerini vermiş olan CHP’nin, görünüşte de olsa hâlâ bünyesinde barındırdığı Atatürk’ün partisi olma özelliğini kaybetme ve AKP’leşme sürecine girdiğini tespit etmek gereklidir.

Tayyip Türkiyesi - Baykal, Sarıgül CHP’si

Durumu daha iyi anlamak için Tayyip Erdoğan ve AKP tarafından kısa bir süre içinde yaratılan Türkiye tablosuyla, karşımızda duran CHP tablosunu 
karşılaştırmak açıklayıcı olacaktır. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin elinde Türkiye’nin yaşadığı süreç kısaca her alanda dışa bağımlılığın son aşamalara ulaşması, ulusal egemenliğin, toprak bütünlüğünün ayaklar altına alınması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri devlet politikası olarak bilinen tüm ilkelerin yerle bir edilmesi olarak tanımlanabilir. Bu sürecin sonunda Türkiye, laik Cumhuriyet rejiminden hızla hilafete doğru giden, Kıbrıs’ta Milli Dava’dan vazgeçen, Sevr’e zorlanan bir ülke haline gelmiştir.
Buna koşut olarak Atatürk’ün ölümünden, bugünkü Baykal Sarıgül kapışmasına kadar geçen Kemalizm’e ihanet sürecinin sonunda soldan, Altı Ok’tan vazgeçmiş, milliyetçiliği bir kenara bırakmış, çökme aşamasına gelmiş bir partiyle karşılaşıyoruz. Artık ne Türkiye Atatürk’ün Türkiyesine benzemektedir, ne de CHP Atatürk’ün Altı Ok programlı, milliyetçi halkçı, devrimci partisine. CHP içinde kavga eden gruplar ise aslında kim Batıdan daha fazla destek alarak CHP’yi ele geçirecek kavgası içindedir. Bu noktadan bakıldığı zaman her iki tablonun da sorumlularının aynı kişiler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kemalizm’e kimler ihanet ettiyse aslında AKP’nin yarattığı Türkiye’den de onlar sorumludur. 
Bu tahlil yapılmadan CHP sorunu anlaşılamaz.

CHP nereye gidiyor?


Sarıgül’ün ABD’ye gidişinin ardından CHP’de genel başkanlık kavgasına girişmesi, olayın ABD operasyonu niteliğini daha ilk baştan ortaya koymuştu. 
Ancak Sarıgül, bu görüntünün oluşmasını kendisi açısından bir dezavantaj olarak görmedi, aksine ABD’yi arkasına almış olma görüntüsünü bir güç odağını kendi etrafında örmek için kullandı. Bugün Sarıgül’ün böylesine pervasız Amerikancı bir taktikle başarılı olabildiğini, güç toplayabildiğini görmek CHP açısından son derece acı verici bir durumdur. Atatürk’ün emperyalizmle mücadele etmek için kurduğu partide artık emperyalistlerin desteğini alıyor olmak prim yapmaktadır. 2002’de Baykal’ın Derviş aracılığıyla başlattığı “CHP’yi ABD’ye bağlama operasyonu” Sarıgül tarafından bu kez Baykal’ın kendisini bitirecek şekilde devreye sokulmaktadır. Sarıgül, Baykal’dan daha Amerikancı olmasını bayrak yapmaktadır.Bir kaç ay önce kendisine Sarıgül hakkında sorulan sorulara “magazin konuşmak istemediğini” söyleyerek alaycı yaklaşan Baykal, bugün çanların kendisi için çaldığını anlamış olacak ki olaya ciddiyetle yaklaşmak durumunda kalıyor. Son olarak Baykal, Sarıgül’ü Yüksek Disiplin Kurulu’nda 
ekarte etmeyi denemesine rağmen hiç beklemediği bir başarısızlıkla karşı karşıya kaldı. Sarıgül aleyhine oy kullanmayan Disiplin Kurulu üyeleri 
hakkında rüşvet iddiaları basında yoğun bir şekilde yer alırken diğer taraftan da Baykal’ın paniğe kapılarak CHP’yi kurultaya götürme kararı aldığını gördük. Baykal baskın bir kurultayda Sarıgül’ü ezme şansını deneme çabası içinde. Sarıgül’e yakın olan milletvekilleri ise kurultayın adil geçmeyeceği iddiasıyla Avrupa Parlamentosu’ndan gözlemci isteyerek Baykal’a karşı yeni bir atak geliştirdiler.
Kurultay sürecinden Sarıgül’ün tüm inisiyatifi ele geçirerek çıkıp çıkamayacağı zamanın göstereceği bir şey. Ancak, bugünden açık olan bir şey varsa o da artık Baykal’ın CHP’de etkisinin kırılacağı ve Baykal’dan daha da Amerikancı olanların bu operasyon sonucunda ağırlıklarını koyacakları.Yılların politikacısı Baykal’ın da bu durumu kavramış olduğu son açıklamalarından anlaşılmakta. Baykal, Amerikan karşıtı mı oldu?
Geçtiğimiz hafta Amerikan operasyonun kendisini iyiden iyiye köşeye sıkıştırdığı nı hisseden Baykal’dan, kendisinden duymaya hiç de alışık olmadığımız Amerikan karşıtı açıklamalar geldi. İzlediği sağcı ve Batıcı politikalarla, CHP’yi % 20’lerin altında kalmaya mahkum bir hale getiren Deniz Baykal ilginç konulara değiniyordu. İlk olarak; “ABD İncirlik’i kullanmak istiyor, planlarının önündeki en büyük engel CHP’dir. Bu nedenle bizi zayıflatmaya çalışıyorlar.” açıklamasında bulunarak bizleri şaşırttı! Ancak daha sonra yaptığı açıklamalar daha da ayrıntılıydı. 
Bazı çevrelerin partiyi ele geçirmek için harekete geçtiğini açıklayan Baykal, planların aslında Atlantik ötesinde çizildiğini belirterek, ABD’ye işaret etti. Hatta, Baykal daha da ileri giderek buna karşı direneceklerini ve bunun da Anafartalar direnişinin bir devamı olacağını açıkladı.
Baykal için çok ilginç olan bu antiemperyalist söylemler biraz hafızamızı zorladığımızda bize bir başka benzer olayı hatırlattı. Bülent Ecevit’in başbakanlığı nın son günlerinde kendi eliyle Türkiye’ye getirdiği Kemal Derviş ve ortakları Hüsamettin Özkan-İsmail Cem tarafından partisinin bölünmesi sürecinde bir anda ulusal sol kavramına sarılmıştı. Yıllarca ne solla ne de milliyetçilikle ilgisi olmayan liderler, hizmet ettikleri efendileri daha iyi uşaklar bulup kendilerini istemedikleri zaman isyan etmektedirler. Ancak bu son dakika ulusal solculuğu ne etkili olmaktadır, ne de inandırıcı.
Ayrıca Baykal’ın partiyi ele geçirecek çevreler olarak andığı Sarıgül de, Derviş de bizzat Baykal tarafından CHP’ye alınmış isimlerdir. 
CHP’nin gerçekten solcu ve milliyetçi bir parti olmasına ihtiyaç duyulan bir dönemde CHP’yi sağa ve Batıya kaydırmak için Baykal tarafından düzenlenen operasyonun sonucu olarak CHP’dedirler. Bugün Baykal’ın köşeye sıkışmış durumu yine kendi eseridir.
Daha önce, DSP’de gerçekleştirilen AB-ABD darbesine benzeyen bir diğer durum da darbe sürecinde büyük sermaye basınının, özellikle de Aydın Doğan’a bağlı gazetelerin ciddi bir rol üstleniyor olmaları. Sarıgül’ün ilk çıkış yaptığı günden bugüne Aydın Doğan’ın desteğini aldığını gördük. 
En son Milliyet’te Tarhan Erdem’in yaptığı “CHP’nin lideri kim olmalı?” anketi müdahalenin ulaştığı açıklık düzeyini göstermesi açısından önemlidir. 
Özellikle anketin ardından Baykal, Milliyet Gazetesini sert bir dille suçlayarak, CHP’ye karşı husumet kampanyası yürütüldüğünü açıkladı.
Ancak görünen o ki Milliyet’in tüm yazarları CHP’ye husumet beslemiyor. Eski MHP’li-yeni liberal Taha Akyol CHP’nin düzlüğe çıkması için epeyce kafa yoruyor olmalı ki (!) “CHP nasıl kurtulur?” başlıklı bir yazı kaleme alıp teorik çıkarsamalar yapmaktan geri kalmıyor. Akyol’a göre CHP’nin sorunu halkı değil devleti savunan bir parti olması. Bu yüzden de CHP’nin sola açılamadığını iddia ediyor. 1960’larda sola açılma denendiğinde de tepkilerle bunun engellendiğini, hatta Yakup Kadri gibi isimlerin Atatürk ilkelerinden taviz verildiği gerekçesiyle istifa ettiklerini anlatıyor. 
Taha Akyol bile CHP’yi kurtarmak ve “sol”u savunmak adına bu kadar seferber olduğuna göre esas CHP’yi düşünenin Aydın Doğan ve arkasındaki 
güçler olduğunu kavramak zor olmamalıdır.

Atatürk’ün CHP’si neydi? Altı Ok neyi ifade ediyordu?















Öncelikle Atatürk’ün CHP’si emperyalist işgale karşı İstiklal Savaşı’nı örgütleyen Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin partileşmiş haliydi. Yani, antiemperyalist savaş içinde kurulmuş, örgütlenmiş bir partiydi. Bu özelliği de onu doğal olarak milliyetçi, halkçı, devrimci bir programla tanımlamaktaydı. Bu program Altı Ok’la şekillenmişti, kavramlaşmıştı. Altı Ok programı esas olarak bir ulus devletin kuruluş projesinin programı olarak ortaya çıkmıştı. Sömürgeciliğin yarattığı ekonomik, kültürel, siyasi tüm bağımlılıkları kırmak, uydu yapıyı ortadan kaldırmak CHP’nin Altı Ok programının temellerini oluşturuyordu.
Emperyalizme karşı verilen bu mücadele, içerde de bağımlılık ve esaret kurumları olarak yaşayan ve ulusal yapıyı zayıf düşürerek sömürgeciliğe hizmet eden şeriat devletinin kurumlarıyla mücadeleyle tamamlanıyordu. Böylece Altı Ok, Türk çağdaşlaşmasının da programı durumuna gelmiş oluyordu. Atatürk’ün CHP’si Altı Ok programını uygulayarak yol alan ulusal sol çizgide bir partiydi. Atatürk ölene kadar da bu özelliğini koruyan CHP, çağdaş Türk ulus devletinin kurucusu olarak da adını tarihe yazdırmıştı.
Atatürk arkasında başta Türk devleti olmak üzere çok önemli bir Kemalizm mirası bırakarak aramızdan ayrılmıştı. Ancak hemen ardından gelen 
İnönü dönemiyle beraber bu miras en önemli ihanete uğrayarak aşınmaya başlanacaktı.

Kemalizme ihanetle bugünlere gelindi

Daha ilk adımda İsmet İnönü, kendileriyle savaşarak Türk devletini, Türk bağımsızlığını kurduğumuz emperyalistlerle masaya oturarak Türkiye’yi 
Batı ittifakının içine sokmuştu. İnönü bu çeşit Batıyla uzlaşma ilişkileri kurarken içeride de karşı devrimle benzer bir süreci başlatacaktı. 

İsmet İnönü, Atatürk dönemini ve devrimciliği anormal bir durum olarak tanımlıyordu ve artık normalleşmek gerektiğini düşünüyordu. 
Bu normalleşme ise devrimin durması anlamına gelecekti. Duran bir devrim ise karşı devrime kurban olmaya mahkumdur.İnönü ile beraber ülkede komprador kesimler yeniden güç kazanırken, gericilik de bu kesimlerin Batıcılığına duyulan tepkiyi ve emperyalizmin desteğini de kullanarak geriye dönüş şansı bulmuştur. Uydu yapı ve gerici kurumların yeniden ortaya çıkması İnönü “normalleşmesi”nin sonuçları olmuştur.
İnönü’nün ardından gelen Ecevit CHP’si de ortaya çıkan bu geri dönüşle mücadele etmeyi seçmemiş aksine uydu yapıyı, komprador sistemi korumayı kendine görev bilmiştir. Baykal ise daha da ileri seviyede bir ihanetin aktörü olmuştu. Artık Baykal’lı CHP, emperyalizmle uzlaşan ya da onun yarattığı uyduluğu koruyan bir parti değil tam olarak o sistemin içinde yer alan ve ona hizmet eden bir parti halini almıştı. Hiç bir zaman istediği iktidarı yakalayamamış tır ancak sistemin sol kanadı olarak, destek kuvvet pozisyonunda görevini yapmıştır.
Kemalizm’e ihanet işte bu son aşamadan itibaren anti Kemalizme, Atatürk düşmanlığına dönüşmeye başlamıştır. Kemal Derviş’in Baykal eliyle partiye yerleştirilmesi ve sosyal-liberal sentez, Yedinci Ok gibi söylemlerle Atatürk karşıtı Batıcı, liberal bir ideolojiyi CHP’ye yerleştirmeye başlaması bu son sürecin başlangıcıdır. Kemal Derviş’in bu adımları attığı gün CHP’nin Kemalizme ihanetinin en uç noktasına vardığı gün olarak tarihe geçmiştir.
ABD, CHP’yi solun AKP’si yapmak istiyor
Atatürk düşmanlığının ve anti Kemalizmin CHP’ye bir kez girmesi farklı bir sürecin kapılarını açmıştır. Artık ABD açısından Baykal’ın klasik hizmetleri ve komprador siyasetin sol kanadını oluşturma misyonu yeterli değildir. Nasıl Tayyip Erdoğan bir operasyon sonucu şeriatçı hareketi en ABD yandaşı çizgiye çekecek şekilde AKP’yi kurduysa, bugün Sarıgül de zaten yolu açılmış olan Atatürk düşmanlığını doğal sonuçlarına vardıracak ve CHP’yi sol görünümlü bir AKP’ye dönüştürecektir.
AKP ve Tayyip Erdoğan uyguladıkları Amerikancı politikalar sonucunda günden güne daha fazla yıpranmaktadır. Bu yıpranma sonucunda hem kendi tabanıyla çelişmekte, hem Türkiye’nin tüm dinamikleriyle karşı karşıya gelmektedir. AKP, bu gerilimlerin sonucunda zaman zaman ABD ve İsrail’e karşı da göstermelik çıkışlar yapmak durumunda kalmaktadır. Hem Türkiye içinde, hem de ABD ile ilişkilerinde yıpranan bir AKP’nin yerine yıpranmamış bir alternatif gerekmektedir.
İddia edildiği gibi CHP’yi düze çıkaracağı söylenen adaylar bugünkü CHP’nin alternatifi değil, yıpranmış AKP’nin alternatifini oluştumaktadır. Sarıgül’ün CHP’yi ılımlı İslam’ın sol kanadı yapacak söylemlere bugünden başvurmasının anlamını da burada aramak gerekir. ABD’nin CHP planı budur. Böylece şeriatçı AKP sıkıştığı zaman imdadına solcu Sarıgül CHP’si yetişecektir.
Ancak böyle bir partinin varlığı sadece gündelik siyasi operasyonlar açısından da önemli olmayacak, aynı zamanda solcu ve Atatürkçü bir toplumsal hareketin önüne emperyalizm ve uydu yapı tarafından çekilecek seddin en önemli yapıtaşı olacaktır.

Yok mu Altı Ok’u savunacak?

Kısacası CHP sorununu sadece CHP içinde birbiriyle iktidar mücadelesi veren Baykal, Sarıgül, Livaneli gibi isimlerin aralarındaki bir sorun olarak algılamak yanlıştır. Kavganın esas aktörü konumunda Sarıgül görünmektedir, ancak Baykal ve diğer isimler de Amerikancılığın alternatifi değillerdir. Amerikancılık ve Avrupacılık konusunda aralarında ya derece farkı vardır ya da yoktur.
3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen öncesinde TÜRKSOLU olarak Türkiye’de yaşanan siyasi süreç açısından bazı tespitlerde bulunmuştuk. 
Özellikle Ordu’nun ve CHP’nin Türkiye’nin götürülmek istendiği noktaya karşı set oluşturmada kritik önemini vurgulamıştık. Eğer CHP o dönemde IMF, Derviş ve ABD’yi seçmek yerine Atatürkçü bir alternatifi, gerçekten laik, halkçı, milliyetçi bir Altı Ok programını seçmiş olsaydı seçimlerde %40 oy alması bile olanaklıyken bu başarılamadı. AKP’ye ve ABD’ye karşı kurulacak seddin diğer bileşenleri de zaafa uğratılınca Türkiye bugünkü hilafet-Sevr eksenli tehlikeye doğru hızla ilerlemek zorunda kaldı. CHP’de Atatürkçülüğün hakim olması, Altı Ok’un program olarak savunulması 29 Ocak Kurultayı öncesinde yeniden acil bir şekilde gündemdedir. CHP’nin içerisindeki Atatürkçü, Kuvayı Milliyeci kesimler bir araya gelmelidir ve Amerikancılar arasındaki kavgayı açığa çıkartmalıdır.

Baykal, İl Başkanlarıyla yaptığı toplantıda CHP’nin bir çok kez ihanete uğradığını ancak tüm ihanetlerin aşıldığını söylüyordu. Biz de buradan gerçek ihanete işaret etmek istiyoruz: Baykal’ın da en önemli aktörlerinden biri olduğu Kemalizm’e ihanet sürecine. Gerçekten aşılması gereken bir ihanet varsa o da budur. CHP’nin içine düşürüldüğü durum, Atatürk’ün ölümünden bugüne aşama aşama kurulan bugünkü Atatürk karşıtı yapının sonucudur. CHP’de öyle bir yapı kurulmuştur ki gerçekten de bu ihanet aşılmadan, CHP’den ne Altı Ok’u 
savunacak bir kesimin çıkması mümkün gözükmektedir ne de Atatürkçü bir hareketin. Tüm bu gerçeklerin açıkça ortada olmasına karşın CHP’de bizimle aynı kaygıları paylaşanlara seslenmek yine de görevimizdir.CHP’li tüm Atatürkçülere daha önceden yaptığımız Müdafaa-i Hukuk grubu oluşturarak inisiyatifi ele alacak bir mücadele başlatma çağrımızı yineliyoruz ve soruyoruz:
Yok mu Altı Ok’u savunacak?

http://www.turksolu.com.tr/74/ataberk74.htm

.

UĞUR MUMCU NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ.?



UĞUR  MUMCU  NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ.?


30 AĞUSTOS 2013 CUMA

Uğur Mumcu
Uğur Mumcu

7 OCAK 1993 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde Uğur Mumcu birçok kişinin gözünden kaçan yazısında şöyle diyordu:

"Ortadoğu'nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir. MOSSAD, İsrail devletinin gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı. Barzani'nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, "Hayır olmadı" diyemiyor. CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu.

MOSSAD'ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sidney'de yayınlanan Israel's Secret War's - A History of Israel's İnteligence Services adlı kitapta sergileniyor. Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan lan Black ve Washington'daki Brooking Enstitüsü'nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış. Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor. Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkileri tarafından da incelendiği yazılıyor.


Kitapta, 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra, MOSSAD'ın Kürtlerle ilişki kurduğu (s.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel'in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak'tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor. 1969 yılı mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor. 1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Anlaşması'ndan sonra Iran Şah'ı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından "Kürdistan

Demokratik Partisi'ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor. Barzani'nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-ÎRAN-İSRAİL üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor. Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor. MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail'in Tahran'daki askeri ataşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor. Nimrodi'nin üstlendiği görev ilginç; Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani'nin eline geçmesinde rol oynuyor.(sh. 328-329) Kitapta, MOSSAD'dan Kürtler'e 50 bin dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor.(sh. 328)

70'li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu? Kitaba göre sürüyor. "Körfez Savaşı' sırasında Irak'ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv'e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı.(sh. 521) Baba Molla Mustafa ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor. MOSSAD, Barzani'ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor. Kitapta, Mesud Barzani'nin İsrail'e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor. Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek...Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek.. İlgi belli... İlişki de belli...

Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?"

Uğur Mumcu, MOSSAD-Barzani bağlantısını anlatan bu yazısından 17 gün, Süleyman Demirel'in Suriye gezisinden 5 gün sonra, 24 Ocak 1993 pazar günü arabasının altına konulan C-4 tahrip kalıbının patlaması sonucu olay yerinde hayatını kaybetti. Devletin her biriminden haber alabilen, çeşitli devlet organlarından kolayca bilgi alabilen bir gazeteciydi Uğur Mumcu. Görüşleri, Türkiye'nin sorunlarına ilişkin çözüm önerileri biliniyordu. Kimler katılmıştı Uğur Mumcu'nun cenazesine?.. Cumhurbaşkanı Vekili ve TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Başbakan Vekili Erdal İnönü, ANAP lideri Mesut Yılmaz, YDP Genel Başkanı Hasan Celal Güzel, içişleri Bakanı ismet Sezgin, Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Halis Burhan, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Beyazıt ve sayısız üst düzey bürokrat...

Suikastten kısa bir süre sonra gündeme gelen İsrail, Şevket Kazan'ın Adalet Bakanı olması ile birlikte yeniden gündeme gelmişti. Şevket Kazan tarafından açıklanan ve MÎT Müsteşarı Sönmez Koksal imzalı bir belgeye göre 2 Şubat 1993 tarihinde, İsrail'in Türkiye'ye bir suikast timi soktuğu belirtiliyordu. Söz konusu bilgi Başbakanlık'a verilen çok gizli bir belgede belirtilmişti. Kuşkusuz MİT, kısa bir süre sonra, söz konusu belgenin kendilerine ait olmadığını belirtecekti. Susulması için yeterli bir sebepti çünkü...

(Armagedon - Türkiye İsrail Gizli Savaşı, Aydoğan Vatandaş, Timaş Yayınları)

http://sabetaysevi.blogspot.com.tr/2013/08/ugur-mumcu-7-ocak-1993-tarihinde.html

..

9 Mart 2015 Pazartesi

ALAETTİN PARMAKSIZ KİMDİR,



ALAETTİN  PARMAKSIZ  KİMDİR,



Alaettin Parmaksız E. Tümg
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi 
Bilimsel Danışman 


1951 yılında Karaman Ermenek kazasında doğdu. İlk ve orta öğrenimi orada tamamladıktan sonra o dönemde Ermenek kazasında lise olmadığı için Liseyi 
EDİRNE'de okudu. 1970 ylında Kara Harp Okulu'na girerek, 1973 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1974 yılında Piyade Okulu'ndan mezun oldu. 1975 yılında Komando İhtisas Kursu'nu bitirdikten sonra tayin olduğu Erzurum'da 1980 yılında Kara Harp Akademisi'ni kazanarak, 1982 yılında Kara Harp Akademisi'ni bitirdi. 

1992–1993 yılında NATO Savunma Koleji'ni, 1996 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi'ni bitirdi.

Kara Harp Akademisini bitirdikten sonra1982–1984 yıllarında KIBRIS'ta, 1984–1990 yıllarında Genelkurmay Karargâhı Harekât Başkanlığı'nda görev yaptı 1990–1992 Yıllarında HAKKARİ'de Dağ ve Komando Tabur Komutanlığı, 1992–1993 Yıllarında Genelkurmay Karargâhı Anlaşmaları İzleme Şubesi'nde proje subaylığı, 1993–1995 yıllarında Güney Kore Askeri ataşeliği, 1995–1996 Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Kurmay Başkanı ve AZERBAYCAN 887 Tugay Eğitim Komutanlığı, 1996–1997 Kara Kuvvetleri Psikolojik Harekat Şube Müdürlüğü, 1997–1999 Gökçeada 5. Komando Alay Komutanlığı görevlerinde bulundu.

1999'da Tuğgeneralliğe terfi ederek Dağ ve Komanda Tugay Komutanlığına atandı. Hakkâri'de iki yıl tugay komutanlığını müteakip, 2001 yılında Edremit'te bulunan 19. Piyade Tugay Komutanlığı'na atanarak, iki yıl bu görevi yaptı. 2003'te Tümgeneralliğe terfi eden ve Genelkurmay İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma Daire Başkanlığı görevine atanan Emekli Tümgeneral Parmaksız, 2004 yılında Tümgeneral rütbesindeyken istifa ederek emekli oldu. 

4 yıl boyunca görev yaptığı Hakkari anıları ile bitirilemeyen terörün nedenleri, çözüm için uygulama modelleri ve terörle mücadelenin analizinin yapıldığı 
“BURASI HAKKARİ ANKARADAN GöRüNDüĞü GİBİ DEĞİL” adlı kitabı yayınlanmıştır. 

Parmaksız, evli ve iki erkek çocuk babasıdır.