Alaettin Parmaksız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alaettin Parmaksız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2021 Çarşamba

Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması

Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması


  

24 Mayıs 2007

     AKP hükümeti, emekli orgeneral Edip Başer’i terörle mücadele koordinasyon görevinden aldı ve yerine büyükelçi Rafet Akgünay’ı atadı.

AKP hükümeti, emekli orgeneral Edip Başer'i terörle mücadele koordinasyon görevinden aldı ve yerine büyükelçi Rafet Akgünay'ı atadı. Türk halkının hiç benimsemediği, devlet kuruluşlarının kerhen kabul ettikleri bir Amerikan teklifinin sonucu olan bu makam ağır tepkileri üzerinde topladı. Bu makamın görünürdeki görevi PKK'nın Irak'taki varlığına yönelik Amerikan-Türk politikalarını koordine etmekti. Ancak gerçekte bu mekanizma Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK kamplarına yönelik askeri müdahalesini ertelemek, durdurmak amacını ifa etti.
Aradan geçen süre içinde Amerikalılar Türk tarafından gelen tepkileri azaltmak için koordinasyon mekanizmasının oluşturulması ile hiç ilgisi olmayan PKK'nın Avrupa'daki para kaynakları gibi konularda bazı yardımlar üreterek vakit geçirdiler. Edip Başer Paşa ise Türkiye'de yükselen tepkileri üzerinde topladı. Sanki bu mekanizmanın sorumlusu, PKK'nın eylemlerini durduramayan adam imiş gibi ağır bir şekilde suçlandı. Oysa, AKP hükümetinin koordinatörlük ile ilgili ABD teklifini kabul etmesinden sonra birisinin bu görevi Türkiye adına üstlenmesi gerekiyordu. Edip Başer, Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın isteğini kırmadı ve özünde inanmadığı bir görevi kabul etti. Belki de hayatı boyunca hiç yıpranmadığı kadar son bir yıl içinde yıprandı.

Edip Başer'in kendisini ve çok inanmadığı koordinatörlük kurumunu korumak için kamuoyu önüne çıkarak sık sık açıklamalar yapması, PKK'nın K. Irak'taki varlığı dışındaki konularda da açıklamalar yapması Edip Başer Paşa'nın belki de daha fazla yıpranmasına neden oldu. Ne toplumu ikna edebildi ne de yıpranma sürecini durdurabildi aksine daha fazla yıprandı.

Kafasında taşıdığı istifa eğilimini değişik vesilelerle kamuoyu önünde dile defalarca getirdi. Artık kararını vermişti. AKP adına nezaketten yoksun görev değişimi E. Başer'in koordinasyon mekanizmasının artık çalışmadığını ve kendisinin bu görevden Haziran 2007'de istifa ederek ayrılmayı düşündüğünü açıklamasından bir gün sonra gerçekleşti. AKP Hükümeti, Başer'in yaptığı açıklamaların koordinatörlük kurumuna darbe vuracağı gerekçesi ile görevden alındığını açıkladı. Peki Erdoğan, Lübnan ziyareti sırasında koordinatörlük makamının işe yaramadığı açıklamamış mıydı?
Edip Başer Paşa'nın görevden alınmasının arkasında başka hesaplaşmaların olduğu anlaşılıyor. Her şeyden önce AKP hükümeti, Edip Başer'in Haziran 2007'de koordinasyon mekanizmasının işe yaramadığını söyleyerek bu görevden istifa etmesinin seçimler öncesinde kendisine ağır darbe vuracağını düşünerek onu görevden aldı. Bir anlamda AKP, Başer'e siyaseten ön almış oldu.
Ayrıca, MGK Genel Sekreterliği konusunda AKP hükümeti ile Genelkurmay Başkanlığı arasında yeni genel sekreter konusunda ihtilaf olduğu, Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı'nın AKP'in istediği yeni isme sıcak bakmadığı için MGK'nın halen vekaleten yürütüldüğü ifade edilmektedir. İşte bu noktada Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın önerdiği Edip Başer'i görevden alarak ve muhtemelen Genelkurmay Başkanlığının görüşünü almadan büyükelçi Rafet Akgünay'ı koordinatörlüğe atayarak, AKP hükümeti "rövanş" alıyor.

Sonuç olarak, koordinatörlük mekanizması ABD'nin Türkiye'ye kurduğu bir tuzaktı. Bu tuzağı etkisizleştirmenin yolu, bu mekanizmayı şartlı ve süreli olarak kabul etmekti. Yani Ankara, Washington'a "terör koordinasyon mekanizması üç ay süreli bir mekanizma olmalı ve üç ay içinde şu adımlar atılmalı" diyerek mekanizmayı kabul etmeli idi. Böylece ABD'nin elinden "Türkiye bütün diplomatik mekanizmaları kullanmadı" gerekçesi alınmış ve PKK'ya karşı önlemler hızlandırılmış olacaktı. 

En azından Türkiye daha hızlı ve etkili önlemler alma konusunda bağımsız olacaktı.

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/edip-baser-pasanin-gorevden-alinmasi



28 Aralık 2020 Pazartesi

Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması.,

Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması.,





Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması

Yazan  Alaettin Parmaksız 

24 Mayıs 2007


AKP hükümeti, emekli orgeneral Edip Başer’i terörle mücadele koordinasyon görevinden aldı ve yerine büyükelçi Rafet Akgünay’ı atadı.

AKP hükümeti, emekli orgeneral Edip Başer'i terörle mücadele koordinasyon görevinden aldı ve yerine büyükelçi Rafet Akgünay'ı atadı. Türk halkının hiç benimsemediği, devlet kuruluşlarının kerhen kabul ettikleri bir Amerikan teklifinin sonucu olan bu makam ağır tepkileri üzerinde topladı. Bu makamın görünürdeki görevi PKK'nın Irak'taki varlığına yönelik Amerikan-Türk politikalarını koordine etmekti. Ancak gerçekte bu mekanizma Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK kamplarına yönelik askeri müdahalesini ertelemek, durdurmak amacını ifa etti.

Aradan geçen süre içinde Amerikalılar Türk tarafından gelen tepkileri azaltmak için koordinasyon mekanizmasının oluşturulması ile hiç ilgisi olmayan PKK'nın Avrupa'daki para kaynakları gibi konularda bazı yardımlar üreterek vakit geçirdiler. Edip Başer Paşa ise Türkiye'de yükselen tepkileri üzerinde topladı. Sanki bu mekanizmanın sorumlusu, PKK'nın eylemlerini durduramayan adam imiş gibi ağır bir şekilde suçlandı. Oysa, AKP hükümetinin koordinatörlük ile ilgili ABD teklifini kabul etmesinden sonra birisinin bu görevi Türkiye adına üstlenmesi gerekiyordu. Edip Başer, Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın isteğini kırmadı ve özünde inanmadığı bir görevi kabul etti. Belki de hayatı boyunca hiç yıpranmadığı kadar son bir yıl içinde yıprandı.

Edip Başer'in kendisini ve çok inanmadığı koordinatörlük kurumunu korumak için kamuoyu önüne çıkarak sık sık açıklamalar yapması, PKK'nın K. Irak'taki varlığı dışındaki konularda da açıklamalar yapması Edip Başer Paşa'nın belki de daha fazla yıpranmasına neden oldu. Ne toplumu ikna edebildi ne de yıpranma sürecini durdurabildi aksine daha fazla yıprandı.

Kafasında taşıdığı istifa eğilimini değişik vesilelerle kamuoyu önünde dile defalarca getirdi. Artık kararını vermişti. AKP adına nezaketten yoksun görev değişimi E. Başer'in koordinasyon mekanizmasının artık çalışmadığını ve kendisinin bu görevden Haziran 2007'de istifa ederek ayrılmayı düşündüğünü açıklamasından bir gün sonra gerçekleşti. AKP Hükümeti, Başer'in yaptığı açıklamaların koordinatörlük kurumuna darbe vuracağı gerekçesi ile görevden alındığını açıkladı. Peki Erdoğan, Lübnan ziyareti sırasında koordinatörlük makamının işe yaramadığı açıklamamış mıydı?

Edip Başer Paşa'nın görevden alınmasının arkasında başka hesaplaşmaların olduğu anlaşılıyor. Her şeyden önce AKP hükümeti, Edip Başer'in Haziran 2007'de koordinasyon mekanizmasının işe yaramadığını söyleyerek bu görevden istifa etmesinin seçimler öncesinde kendisine ağır darbe vuracağını düşünerek onu görevden aldı. Bir anlamda AKP, Başer'e siyaseten ön almış oldu.

Ayrıca, MGK Genel Sekreterliği konusunda AKP hükümeti ile Genelkurmay Başkanlığı arasında yeni genel sekreter konusunda ihtilaf olduğu, Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı'nın AKP'in istediği yeni isme sıcak bakmadığı için MGK'nın halen vekaleten yürütüldüğü ifade edilmektedir. İşte bu noktada Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın önerdiği Edip Başer'i görevden alarak ve muhtemelen Genelkurmay Başkanlığının görüşünü almadan büyükelçi Rafet Akgünay'ı koordinatörlüğe atayarak, AKP hükümeti "rövanş" alıyor.

Sonuç olarak, koordinatörlük mekanizması ABD'nin Türkiye'ye kurduğu bir tuzaktı. Bu tuzağı etkisizleştirmenin yolu, bu mekanizmayı şartlı ve süreli olarak kabul etmekti. Yani Ankara, Washington'a "terör koordinasyon mekanizması üç ay süreli bir mekanizma olmalı ve üç ay içinde şu adımlar atılmalı" diyerek mekanizmayı kabul etmeli idi. Böylece ABD'nin elinden "Türkiye bütün diplomatik mekanizmaları kullanmadı" gerekçesi alınmış ve PKK'ya karşı önlemler hızlandırılmış olacaktı. En azından Türkiye daha hızlı ve etkili önlemler alma konusunda bağımsız olacaktı.


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/edip-baser-pasanin-gorevden-alinmasi


***

31 Ocak 2020 Cuma

Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması.,

Edip Başer Paşa'nın Görevden Alınması.,







Yazan  Alaettin Parmaksız 
24 Mayıs 2007
Yayınlandığı Kategori 
Terörizm ve Terörizmle Mücadele



AKP hükümeti, Emekli Orgeneral Edip Başer’i terörle mücadele koordinasyon görevinden aldı ve yerine büyükelçi Rafet Akgünay’ı atadı.

AKP hükümeti, emekli orgeneral Edip Başer'i terörle mücadele koordinasyon görevinden aldı ve yerine büyükelçi Rafet Akgünay'ı atadı. 

Türk halkının hiç benimsemediği, devlet kuruluşlarının kerhen kabul ettikleri bir Amerikan teklifinin sonucu olan bu makam ağır tepkileri üzerinde topladı. Bu makamın görünürdeki görevi PKK'nın Irak'taki varlığına yönelik Amerikan-Türk politikalarını koordine etmekti. Ancak gerçekte bu mekanizma Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK kamplarına yönelik askeri müdahalesini ertelemek, durdurmak amacını ifa etti. Aradan geçen süre içinde Amerikalılar Türk tarafından gelen tepkileri azaltmak için koordinasyon mekanizmasının oluşturulması ile hiç ilgisi 
olmayan PKK'nın Avrupa'daki para kaynakları gibi konularda bazı yardımlar üreterek vakit geçirdiler. Edip Başer Paşa ise Türkiye'de yükselen tepkileri üzerinde topladı. Sanki bu mekanizmanın sorumlusu, PKK'nın eylemlerini durduramayan adam imiş gibi ağır bir şekilde suçlandı. 

Oysa, AKP hükümetinin koordinatörlük ile ilgili ABD teklifini kabul etmesinden sonra birisinin bu görevi Türkiye adına üstlenmesi gerekiyordu. 

Edip Başer, Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın isteğini kırmadı ve özünde inanmadığı bir görevi kabul etti. Belki de hayatı boyunca hiç yıpranmadığı kadar son bir yıl içinde yıprandı.

Edip Başer'in kendisini ve çok inanmadığı koordinatörlük kurumunu korumak için kamuoyu önüne çıkarak sık sık açıklamalar yapması, PKK'nın K. Irak'taki varlığı dışındaki konularda da açıklamalar yapması Edip Başer Paşa'nın belki de daha fazla yıpranmasına neden oldu. 

Ne toplumu ikna edebildi ne de yıpranma sürecini durdurabildi aksine daha fazla yıprandı.

Kafasında taşıdığı istifa eğilimini değişik vesilelerle kamuoyu önünde dile defalarca getirdi. Artık kararını vermişti. AKP adına nezaketten yoksun görev değişimi E. Başer'in koordinasyon mekanizmasının artık çalışmadığı nı ve kendisinin bu görevden Haziran 2007'de istifa ederek ayrılmayı düşündüğünü açıklamasından bir gün sonra gerçekleşti. AKP Hükümeti, Başer'in yaptığı açıklamaların koordinatörlük kurumuna darbe vuracağı gerekçesi ile görevden alındığını açıkladı. 

Peki Erdoğan, Lübnan ziyareti sırasında koordinatörlük makamının işe yaramadığı açıklamamış mıydı?

Edip Başer Paşa'nın görevden alınmasının arkasında başka hesaplaşmalar ın olduğu anlaşılıyor. Her şeyden önce AKP hükümeti, Edip Başer'in Haziran 2007'de koordinasyon mekanizmasının işe yaramadığını söyleyerek bu görevden istifa etmesinin seçimler öncesinde kendisine ağır darbe vuracağını düşünerek onu görevden aldı. Bir anlamda AKP, Başer'e siyaseten ön almış oldu.

Ayrıca, MGK Genel Sekreterliği konusunda AKP hükümeti ile Genelkurmay Başkanlığı arasında yeni genel sekreter konusunda ihtilaf olduğu, Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı'nın AKP'in istediği yeni isme sıcak bakmadığı için MGK'nın halen vekaleten yürütüldüğü ifade edilmektedir. 

İşte bu noktada Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın önerdiği Edip Başer'i görevden alarak ve muhtemelen Genelkurmay Başkanlığının görüşünü almadan büyükelçi Rafet Akgünay'ı koordinatörlüğe atayarak, AKP hükümeti "rövanş" alıyor.

Sonuç olarak, koordinatörlük mekanizması ABD'nin Türkiye'ye kurduğu bir tuzaktı. Bu tuzağı etkisizleştirmenin yolu, bu mekanizmayı şartlı ve süreli olarak kabul etmekti. Yani Ankara, Washington'a "terör koordinasyon mekanizması üç ay süreli bir mekanizma olmalı ve üç ay içinde şu adımlar atılmalı" diyerek mekanizmayı kabul etmeli idi. Böylece ABD'nin elinden "Türkiye bütün diplomatik mekanizmaları kullanmadı" gerekçesi alınmış ve PKK'ya karşı önlemler hızlandırılmış olacaktı. En azından Türkiye daha hızlı ve etkili önlemler alma konusunda bağımsız olacaktı.



Alaettin Parmaksız;

     1951 yılında Karaman Ermenek kazasında doğdu. İlk ve orta öğrenimi orada tamamladıktan sonra o dönemde Ermenek kazasında lise olmadığı için Liseyi EDİRNE'de okudu. 1970 ylında Kara Harp Okulu'na girerek, 1973 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1974 yılında Piyade Okulu'ndan mezun oldu. 1975 yılında Komando İhtisas Kursu'nu bitirdikten sonra tayin olduğu Erzurum'da 1980 yılında Kara Harp Akademisi'ni kazanarak, 1982 yılında Kara Harp Akademisi'ni bitirdi. 1992–1993 yılında NATO Savunma Koleji'ni, 1996 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi'ni bitirdi.Kara Harp Akademisini bitirdikten sonra1982–1984 yıllarında KIBRIS'ta, 1984–1990 yıllarında Genelkurmay Karargâhı Harekât Başkanlığı'nda görev yaptı 1990–1992 Yıllarında HAKKARİ'de Dağ ve Komando Tabur Komutanlığı, 1992–1993 Yıllarında Genelkurmay Karargâhı Anlaşmaları 
İzleme Şubesi'nde proje subaylığı, 1993–1995 yıllarında Güney Kore Askeri ataşeliği, 1995–1996 Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Kurmay Başkanı ve AZERBAYCAN 887 Tugay Eğitim Komutanlığı, 1996–1997 Kara Kuvvetleri Psikolojik Harekat Şube Müdürlüğü, 1997–1999 Gökçeada 5. Komando Alay Komutanlığı görevlerinde bulundu.1999'da Tuğgeneralliğe terfi ederek Dağ ve Komanda Tugay Komutanlığına atandı. Hakkâri'de iki yıl tugay komutanlığını müteakip, 2001 yılında Edremit'te bulunan 19. Piyade Tugay Komutanlığı'na atanarak, iki yıl bu görevi yaptı. 2003'te Tümgeneralliğe terfi eden ve Genelkurmay İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma Daire Başkanlığı görevine atanan Emekli Tümgeneral Parmaksız, 2004 yılında Tümgeneral rütbesindeyken istifa ederek emekli oldu. 

4 yıl boyunca görev yaptığı Hakkari anıları ile bitirilemeyen terörün nedenleri, çözüm için uygulama modelleri ve terörle mücadelenin analizinin 
yapıldığı 

“BURASI HAKKARİ ANKARADAN GöRüNDüĞü GİBİ DEĞİL” adlı kitabı yayınlanmıştır. Parmaksız, evli ve iki erkek çocuk babasıdır.

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/edip-baser-pasanin-gorevden-alinmasi


***

9 Mart 2015 Pazartesi

ALAETTİN PARMAKSIZ KİMDİR,



ALAETTİN  PARMAKSIZ  KİMDİR,



Alaettin Parmaksız E. Tümg
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi 
Bilimsel Danışman 


1951 yılında Karaman Ermenek kazasında doğdu. İlk ve orta öğrenimi orada tamamladıktan sonra o dönemde Ermenek kazasında lise olmadığı için Liseyi 
EDİRNE'de okudu. 1970 ylında Kara Harp Okulu'na girerek, 1973 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1974 yılında Piyade Okulu'ndan mezun oldu. 1975 yılında Komando İhtisas Kursu'nu bitirdikten sonra tayin olduğu Erzurum'da 1980 yılında Kara Harp Akademisi'ni kazanarak, 1982 yılında Kara Harp Akademisi'ni bitirdi. 

1992–1993 yılında NATO Savunma Koleji'ni, 1996 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi'ni bitirdi.

Kara Harp Akademisini bitirdikten sonra1982–1984 yıllarında KIBRIS'ta, 1984–1990 yıllarında Genelkurmay Karargâhı Harekât Başkanlığı'nda görev yaptı 1990–1992 Yıllarında HAKKARİ'de Dağ ve Komando Tabur Komutanlığı, 1992–1993 Yıllarında Genelkurmay Karargâhı Anlaşmaları İzleme Şubesi'nde proje subaylığı, 1993–1995 yıllarında Güney Kore Askeri ataşeliği, 1995–1996 Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Kurmay Başkanı ve AZERBAYCAN 887 Tugay Eğitim Komutanlığı, 1996–1997 Kara Kuvvetleri Psikolojik Harekat Şube Müdürlüğü, 1997–1999 Gökçeada 5. Komando Alay Komutanlığı görevlerinde bulundu.

1999'da Tuğgeneralliğe terfi ederek Dağ ve Komanda Tugay Komutanlığına atandı. Hakkâri'de iki yıl tugay komutanlığını müteakip, 2001 yılında Edremit'te bulunan 19. Piyade Tugay Komutanlığı'na atanarak, iki yıl bu görevi yaptı. 2003'te Tümgeneralliğe terfi eden ve Genelkurmay İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma Daire Başkanlığı görevine atanan Emekli Tümgeneral Parmaksız, 2004 yılında Tümgeneral rütbesindeyken istifa ederek emekli oldu. 

4 yıl boyunca görev yaptığı Hakkari anıları ile bitirilemeyen terörün nedenleri, çözüm için uygulama modelleri ve terörle mücadelenin analizinin yapıldığı 
“BURASI HAKKARİ ANKARADAN GöRüNDüĞü GİBİ DEĞİL” adlı kitabı yayınlanmıştır. 

Parmaksız, evli ve iki erkek çocuk babasıdır.


8 Mart 2015 Pazar

PATRİOT FÜZELERİ VE TÜRKİYE





PATRİOT FÜZELERİ VE TÜRKİYE 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Anayasal Düzen-Hukuk-Adalet Araştırmaları Merkezi
18 Eylül 2009 Cuma
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.

12 Eylül’ün yıldönümü tartışmaları yapılırken medya’ya düşen bir haber gündemi oldukça değiştirdi.

Gündeme düşen haber Türkiye'nin ABD'den Patriot füzeleri alacağı ve toplam maliyetinin7.8 milyar dolar olacağı, ABD hükümetinin satışın onaylanması için 
Amerikan Kongresine talepte bulunduğu şeklindeydi. 

Genelde basınımızda zaman, zaman yapıldığı gibi haber, gerçekle gerçek dışını çorba yaparak vermişti. Ancak ana konumuz bu değildir bu teknik ayrıntı 
incelemenin içinde zaten ortaya konulacaktır. Bu inceleme'nin birkaç amacı vardır. Bu nedenle uzunca bir inceleme olacaktır. Tehdit nedir. İran Türkiye'ye 
bir tehdit midir? Mevcut tehditler kapsamında Türkiye'nin Patriot füzelerine ihtiyacı var mıdır? Silahlanma mekanizmaları nasıl çalışır, kararlar nasıl 
alınır. Olayın ekonomik ve siyasi yönleri nelerdir kısaca yaşadığım tarihsel iki olay da aktarılarak konu incelenecektir. 

Anlaşılmayıkolaylaştırmak açısından konu:

Tehditler gözönünde bulundurularak teknik yönü ile Patriot Füzelerine ihtiyaç olup olmadığı,

Ortadoğu Coğrafyasıolayın siyasi boyutları olarak,

Ekonomik boyutları,olmak üzere üç ana başlık altında incelenecektir.

Tehditler gözönünde bulundurularak teknik yönü ile Patriot Füzelerine ihtiyaç olup olmadığının incelenmesi.

Bir silah sistemine ihtiyaçolup olmadığınıbelirleyen birinci faktörülkeye yönelik tehdit ve bu tehdidin ortadan kaldırılması için alınacak tedbirlerdir. 
Doğal olarak bütün askerler savunma açısından tehdidi minimize etmek isterler, bu onların görevidir. Yani Ordu ülkeye yönelik olabilecek bütün tehdit ve risk 
ihtimallerini kısa orta ve uzun vadeli olarak değerlendirerek bu tehditleri ortadan kaldırarak ülkenin bekasını sağlayacak tedbirleri geliştirir. 

Bu tedbirlerin içine savunma sanayinin gelişmişlik durumuna göre ihtiyaç olan sistemlerin milli olarak üretimi, ortak üretim veya satın alması şeklinde 
tecelli eder. Bu sadece olayın kamuoyunca görünen yüzüdür. Görünmeyen ve çok önemli diğer yüzü de bu planlamaya paralel sistemi kullanacak personelin 
yetiştirilmesi, sistemin idamesini sağlayacak lojistik sistemin kurulmasıdır ki bazen bu konu yıllar alır. Bu nedenle sistemlerin temini hakkında ilke kararı 
alındığında Silahlı Kuvvetler personel yetiştirmeye başlamalıdır. Aksi halde sistem envantere girdiğinde onu kullanacak personel bulunmaz.

NATO ve Dünyanın bütün gelişmişordularında hava savunma sistemleri üç kademelidir. Alçak irtifa hava savunma sistemleri, Orta irtifa hava savunma 
sistemleri, Yüksek İrtifa hava Savunma sistemleridir. Kısaca değinmek gerekirse alçak irtifa hava savunma sistemleri, klasik hava savunma silahları ile kısa 
menzilli füzelerden oluşan bir sistemdir. Orta irtifa hava savunma sistemleri ise menzili daha uzun bazı füzeler ile Hava Savunma uçaklarının oluşturduğu bir 
sistemdir. Yüksek irtifa hava savunmasını ise daha uzun menzilli (Patriot, S-300 benzeri) Füzeler sistemi ile hava savunma uçaklarından oluşur.Füze sistemleri 
genelde uzaydaki bilgi sağlayan uydularla desteklenir.

Şöyle bir açıklama yapalım eğer ciddi bir tehdit ile karşı karşıya iseniz, o tehdidin kullanılacağı ortam sizin göklerinizse, savunamadığınız gökleriniz 
sizin değildir ve hasmınız orayı size karşı kullanır. Bu açıkladığım yöntem klasik anlamda hava savunmasında planlamaya esas alınmak zorundadır. 

Tehdit nedir? Bu konuda çok değişik ve karmaşık tarifler yapılabilir. Askeri anlamda Ulusal menfaatlerimizin çatıştığıbir ülkenin elinde bulunan ve 
kullandığızaman bizim bekamızıtehlikeye sokan imkan kabiliyetleridir. Ordu açısından hasım devletin silahlı Kuvvetlerinin imkan ve kabiliyetleridir. İçinde 
bulunduğumuz çağda tehditler ve riskler sadece hasım ordular değildir. Tehdit nasıl belirlenir? Bu konu TSK tarafından sürekli yapılan bir değerlendirmedir. 
Türkiye'ye yönelik tehditler sürekli analiz edilerek ana değişiklikler varsa konuyu MGK'na getirerek karar alınmasını teklif eder. Yani şimdi Patriot Füzeleri  nin ihtiyaç olarak belirlenmesi için MGK'nın İran'ı Türkiye için tehdit olarak belirleyip buna yönelik tedbirlerin alınmasını hükümete tavsiye etmiş, hükümette bu konuda ki siyasi değerlendirmelerini de yaparak tedbirler geliştirmesini TSK'den talep etmesi gereklidir. Normal çark bu şekilde işler veya Silahlı Kuvvetler tehdidi ortaya koyarak alınması gerekli tedbirleri teklif eder. Bu teklifler doğrultusunda sistem üretilecek mi satın mı alınacak çalışmaları yapıldıktan sonra Savunma Sanayi Müsteşarlığı görevlendirilir. Böyle bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Ancak siyasi iktidarın özellikle Kıbrıs ve Ermenistan konusunda yanlış uygulamaları olsa da dış politikada ortaya koyduğu temel bir görüş vardır. Komşuları ile olan sorunları çözerek sıfır sorunlu komşular haline getirmek.

Bu konuya tekrar döneceğim ancak hemen şunu belirtmekte yarar var. Klasik anlamda ki bir savunma planlamasından hareket edersek Türkiye'nin yüksek irtifa hava savunmasında zafiyet vardır. Ancak Varşova paktının yıkılmasından sonra artık dünyadaki tehdit algılamaları değişmişsalt komşularınsilahlanması bir tehdit olmaktan çıkarılmıştır. Bunun yerine ekonomik çıkarların korunması öncelikli hale gelmiştir. Bu nedenle ülkelere saldırı ya ekonomik olarak yapılır 
ya da Psikolojik harekatla desteklenmiş elitlerin beynine yapılan bilgi savaşıyla desteklenir. Günümüzde Ekonomik mücadele ve ekonominin can damarı olan 
ham madde kaynaklarına erişim daha öncelikli hale gelmiştir.

Yüksek irtifa hava savunmasında zafiyet olduğunu belirtmiştim. Bu zafiyet Varşova Paktıyıkılmadan çok ciddi olarak değerlendirilebilirdi. Zira Sovyetlerin 
Sıcak denizlere inmek perpektifinde geliştirdiği silah sistemleri ve füzelerülkemiz açısında ciddi bir tehditti.

Şimdi kimse Sovyetlerin en azından orta vadede bu şekilde tekrar ortaya çıkacağınıiddia edemez. O halde haberlerde söz konusu olduğu gibi İran'ın 
Nükleer silahlanmasıve Füze sistemlerini geliştirmesi Türkiye için tehdit mi? sorusunu sormamız gerekir.

Bu soruya yalın olarak verilecek askeri güç mukayesesi projeksiyonunda verilebilecek cevap evet tehdittir. Ancak iki ülke arasındaki tarihi ilişkiler 
gelişimi, sosyal yapı, inanç anlayışı, ekonomik ve politik ilişkiler ile en önemlisi geleceğe ait ortak çıkarlar bir ülkenin tehdit kategorisine alınıp 
alınmamasına etki eder.

 Orta Doğu coğrafyası ve olayın tarihi ve siyasi boyutu

Şimdi kısaca İran'la olan tarihi ilişkilere bakarsak İran'la 1639 yılında imzalanan Kasr-Şirin antlaşmasından bu yana toprak talepli bir çatışma olmamıştır. 

Sosyal yapıya göz atarsak, İran Nüfusunun önemli bir bölümü Türk asıllı olup bunun dışında kalan Farslar'ın da halk olarak Türklere bakışının negatif 
olduğunu iddia etmek gibi bir iddiayı destekleyecek bilimsel veri elimizde yoktur.

İran'ın inanç yapısı ile Türkiye'nin ki oldukça farklıdır. Ancak bu farklı inançlar politik arenaya taşınmadığı sürece bir sorun yaratmamıştır. Sorun 1980 
de İktidara gelen Humeyni ve onu takip eden yöneticilerin özellikle 20 yıl boyunca rejim ihracına yönelik politikalarından kaynaklanan bir anlaşmazlık 
olmuştur. Bu rejim ihracı en çok Türkiye'ye yönelik olmuş, en ziyade saldırılar Cumhuriyete ve onun kurucusuna yöneltilmiştir. Halen de bu saldırılar bazen 
yapılmakta şuur altlarından kolayca atılmamakta, Ülkemize gelen İranlı yetkililer Anıtkabire gitmemektedirler. Ancak kimse bunları önlemenin yolunun Patriot füzesi almak olduğunu söyleyemez.

Özetle İran bizim için silahlanmıyor, dünyanın ekonomik orjinli paylaşım savaşında zengin petrol yatakları nedeniyle hedef olduğunun farkındadır. Kendi 
başına Saddam'ın başına gelenlerin gelmesini istemediği için caydırıcı bir güç elde etmeye çalışıyor.Sanırım 1956 yılında petrol şirketlerini millileştiren 
Musaddık'a yapılanlarda hafızalarının derinliklerinde durmaktadır. Yoksa İran, Ortadoğu da diğer devletler gibi paylaşıma ve sömürüye açık olsa batının ve 
ABD'nin en büyük müttefiki olur. Tıpkı Şah döneminde olduğu gibi.

Türkiye ile İran arasındaki ekonomik ilişkiler her geçen gün artarken, coğrafyası nedeniyle birçok konuda İran ülkemize bağımlıyken ve arada aramızda 
ciddi bir anlaşmazlık yokken İran neden ülkemizi karşısına alsın? İran'ı aptallar yönetmiyor ve onlarında köklü bir devlet gelenekleri var. İran açısından Türkiye'yi karşısına alacak, yani bizi tehdit görecek hiçbir politik ve askeri durum ortada yoktur. Şimdi şunu söyleyebiliriz. Politik olarak İran bölgede bir güç olmak istemektedir. Bu konuda da kendisine rakip olarak Türkiye'yi gördüğünden ekonomik ve siyasi anlamda belli bir çekişmeyi yürütmüştür ve halen de yürütmektedir. Ancak İran Silahlı Kuvvetleri ve İran ekonomisi Türkiye'ye karşı bir savaşı göze alacak ve sürdürecek imkan kabiliyette değilken neden birkaç füze ile ülkemizi tehdit etsin.

Geleceğe yönelik ortak çıkarlar açısından konuya baktığımız zaman Varşova Paktı'nın yıkılmasından sonra ortaya çıkan Avrasya Coğrafyasındaki politik durum ve ekonomik imkanlar bu bölgede iki ülkenin mümkün olduğu kadar çıkarlarını bir birine yaklaştırarak ortak hareket etmesini gerekmektedir. Kafkaslarda istikrar ancak böyle sağlanabileceği gibi BOP'un engellenmesi de ancak bu şekilde olur. Dışişleri Bakanlığı da İran'la ilişkileri geliştirmek için büyük çaba harcamakta olup yavaşta olsa yol alınmaktadır.

Yani hangi pencereden bakarsan bak, İran Türkiye için bir tehdit değil bölgede önemli bir ekonomik ve politik rakiptir. O zaman bu Patriot işi nereden çıktı 
işte şimdi 15 sene önce yaşanmış bir hatıramı nakletme zamanı geldi.

AMERİKA'NIN SAVAŞMANİPLASYONLARI

Anlatacağım olay Güney Kore'de bire bir yaşanmıştır. Ben 1993-1995 Yıllarında Güney Kore'de askeri ateşe olarak görevliydim.

Güney Kore de ilk defa demokratik diyebileceğimiz seçim 1993 yılında yapılmış ve Kim Yongsam Başkan seçilmiştir. Başkan seçim propagandasında iki sloganıöne çıkarır. Eğer seçilirse Güney Korelilerce kutsal dağolarak kabul edilen ve Seul'un ortasında bulunan Namsan dağındaki yabancılar buradan çıkarılıp evler yıkılacak ve burasıhalka açık yeşil alan yapılacak. İkincisi de Kore deki Amerika'nın askeri varlığına son verilecektir. Amerika'nın BM kapsamında 8 
Ordusu Güney Kore de konuşludur. Güney Kore Silahlı Kuvvetleri Kore savaşından 1995 yılına kadar bu ordunun harekat komutasındadır.1995 yılında Milli Komutaya geçmiştir. 

Kim Yongsam seçimi kazanır. Bende bütün diğer ülke diplomatları gibi Namsan Dağında ki bir Apartmanın 22. Katında oturuyordum. Bize evlerin boşaltılması 
için tebligat yapıldı ve belli bir süre verildi. Sonuçta Namsan Dağındaki bütün apartmanlar ve villalar yıkıldı. Bu arada Amerika ile askerlerin geri çekilmesi 
için yapılan görüşmelerde mutabakat sağlandı ve 44 bin olan Amerikan askerleri 38 bin civarına düşürüldü. 

1994 yılında tampon bölge de sürdürülen barış görüşmeleri çıkmaza girdi ve arkasından hafiften Amerikan gazetelerinde, Kuzey Kore'nin nükleer kabiliyet 
kazandığıve Güneye saldırabileceğine dair yayınlar başladı. Daha sonra bu yayınlar hızla artarak Güney Kore'de önce İngilizce yayın yapan daha sonra da 
Korece yayın yapan gazetelere sıçradı.

Olayın ciddiyetine inandırmak maksadıyla ABD tarafından Amerikan üslerini hava ve füze saldırılarına karşı korumak maksadıyla Patriot bataryaları yerleştirildi. Amerikan Büyükelçiliği NATO ülke Büyükelçiliklerine savaş çıkması halinde hava alanlarının kapatılacağı, dost ve müttefik ülke diplomatlarının Amerikan üslerine tahliye edilebileceğini, gibi söylemler geliştirildi. Hatta gayri resmi olarak böyle bir savaş çıkarsa Türkiye'nin 1950 de olduğu gibi Kore'ye yardıma gelip gelmeyeceği soruldu. Bende kendilerine bu konuların ateşe'nin karar vereceği bir konu olmadığını, Türk Devleti'nin karar mekanizmaları olduğunu belirtince şahsi görüşün ne diye sordular. Resmi görevli olarak şahsi görüşlerimi değil TSK'nın görüşlerini yansıtabileceğimi belirttim. 
Böylece yükselen tansiyona diğer kordiplomatiği de dahil etmek istiyorlardı. Türk Büyükelçisi de bunun bir provokasyon olduğunun bilincinde idi. Teşekkür 
ederek tahliye isteğimiz olmadığını belirttik.

Ancak her gün haberlerle tansiyon yükseliyor televizyonlarda düzenlenen açık oturumlar Korelileri iyice endişelendiriyordu. Aslında Televizyonlar kontrol 
altındaydıancak İngilizce yayın yapan Amerikan ordu kanalı olan AFKN olayı sürekli gündemde tutarak körüklüyordu.

Güney Kore gazeteleri endişe içinde Kuzeye çok yakın olan sanayinin nasıl saldırılardan korunacağını işlemeye başladı. Heyecan yavaş, yavaş halka mal 
ediliyordu. Nihayet Güney Kore Amerika'dan sanayi tesislerinin hava savunması nı sağlamak maksadıyla bir batarya Patriot füze savunma sistemi satın almak istedi. 

Ancak Amerikalılar buna yanaşmadısizin ihtiyacınız altıtabur dediler. Halk savaşpsikozuna girince Başkan Kim Yongsam ABD ziyaret etti. ABD bir açıklama 
yaptı " dostlarımız istediği sürece biz onları terk etmeyiz" diye. Böylece askerlerin çekilmesi bir lütuf olarak durduruldu ve 6 Tabur Patriot Füzesavar 
sistemi Güney Kore'ye satıldı. Yaklaşık maliyetinin altı milyar dolar olduğu o zamanki gazetelerde yer almıştı. Yine belirtildiğine göre bu sipariş sayesinde 
sistemi üreten firma ayakta kaldı. 

Başkan Amerika'dan döndükten sonra savaştamtamlarıyavaşladı. Bir ay sonra da unutuldu. Ne zaman İran ve ya Kuzey Kore'nin nükleer faaliyeti söz konusu olsa 
bu olayıhatırlarım. Aynıoyun Irak işgali öncede Irakta kimyasal ve biyolojik silahların tespit edildiği yalanıBM de dillendirildi. Savaştan sonra da bir şey 
bulunamadı. Olmayan şey bulunamaz. Şimdi ister istemez ülkemizde de aynı manipülasyonlar yapılıyor mu diye düşünmeden yapamıyorum. 

Konu incelenirken ülkelerin jeostratejik konumun milli politikaları yönlendirmesi büyük önem arz etmekte olup kısaca bu konuya göz atalım. 

Dünyada bütün ülkelerin milli politikalarının ana eksenini onun coğrafyası belirlemektedir. Yeryüzünde işgal ettiği coğrafya her ülkenin uluslararası 
ilişkilerdeki politik davranışlarını ve hareket tarzlarını direkt olarak etkiler. Hiç bir ülke coğrafyasının ona yüklediği sorumluluklardan kaçınamaz. 
Çünkü devletler coğrafyaları ile bir bütündür. Ülkelerin coğrafi konumları uygulanacak ulusal, bölgesel ve evrensel politikaların ana belirleyicilerinden 
biridir.

Coğrafi konumun politikayıetkileri konusunda en yetkin çalışmaları yapan E.Korg. Suat İlhan "Coğrafyalar jeopolitiğe, jeopolitik politikaya kaynak olur, yol 
gösterirler. Bu sebeple jeopolitik, coğrafyanın, politikaya verdiği yön olarak tanımlanır" şeklinde açıklamaktadır.

Türkiye Cumhuriyetinin işgal ettiği coğrafyanın yerini dünya üzerinde gözönüne getirdiğimiz zaman, bu konum yüzyıllardır emperyal güçlerin mücadelesinin merkez noktasında kalmakta olduğunu görürüz. Bu nedenle coğrafyamız fırsatlarıve tehditleri aynı anda ortaya çıkarmaktadır. Devleti yönetenlere düşen sorumluluk ortaya çıkan tehditleri fırsatlara dönüştürebilmektir.

Eğer tehditler fırsatlara dönüştürülebilirse Ülkemiz bölgesel bir güç olarak Cumhuriyetin 100. yılınıkutlayacak, aksi takdirde sürekli beka sorunlarıile 
karşı karşıya kalacaktır.

Türkiye yine coğrafyasının ona yüklediği zorunluluk nedeniyle coğrafi olarak konumlandırmaya uygun olan bir kıta ve ada devleti değildir. Ancak kolayca bir 
kıta içi devleti veya kenar devleti de diyemiyoruz. Bu tanımlama baktığımız pencereye göre değişmektedir. Eğer Türk jeopolitiğine bir Türk gözü ile 
bakarsak; Afrika, Avrupa ve Asya'nın kesişme noktasındaki bir kıta içi devlet olarak görülür. Ancak Soğuk savaş döneminde komünizmin sıcak denizlere inmesine mani olacak stratejiler açısından bakıldığında bir kenar devletidir. 

Doğaldır ki ülkelerin politikalarınıbelirlemede coğrafyalarının yanında tarihleri ve kültürleri de çok önemli rol oynamaktadır. Gurur duyduğumuz tarihimizin yüklediği sorumluluklar aynı zamanda coğrafyanın ortaya koyduğu zorluklarla doludur. Bunu kısaca açıklamak gerekirse Türkiye kendi Milli çıkarlarını koruyabilmek için batıda Balkanlar, Güneyde Akdeniz ve Ortadoğu, Doğu da Kafkaslar bölgesi doğrudan ilgi alanındadır. Ancak bu bölgeler aynı zamanda dünya çıkarlarının çatışma noktaları olup politik istikrara da sahip değildir.

Türkiye Soğuk Savaş döneminde NATO'nun güney kanadında bir kenar kuşak görevi icra etse de 1990'lar da Varşova Paktı yıkıldıktan sonra tam bir merkez ülke özelliği kazanmıştır. Özellikle Kafkaslar da hem kıtaları birbirine bağlayan bir menteşe hem de Kafkasların kapısını açan bir kilit durumundadır.

Soğuk savaşın sona ermesinden sonra Avrasya enerji kaynaklarına yönelen ABD için Türkiye Coğrafyasıayrıbir önem kazanmış durumdadır. Bu bölgenin önemi en iyi şekilde Büyük Satranç Tahtasında Briziniski değerlendirmiştir. Bu değerlendir me özetle aşağıya çıkarılmıştır.

Büyük satranç tahtasına göre Kafkaslar:

Bugünün Avrasya Balkanlarındaki(Kafkaslar anlamında) rekabet direkt olarak üç komşu gücün arasındadır. Rusya, Türkiye ve İran. Bu rekabetin içinde uzaktan 
uzağa Çin, Ukrayna, Pakistan, Hindistan ve Amerika da vardır.

Üç ana rakip yalnızca jeopolitik ve ekonomik çıkarlarla hareket etmezler; tarihi dürtüler de işin içindedir. Her biri bir zamanlar bölgede siyasi veya kültürel 
açıdan egemendiler. Her biri diğerine kuşkuyla bakar. Aralarında kafa kafaya bir savaşpek olası değilse de rekabetin kümülatif etkisi bölgesel kaosa yol 
açabilir. 

Türkler ve İranlılar da bölgenin tarihi rakibidirler. Son yıllarda bu rekabet canlanmıştır. İran'ın İslam toplumu kavramına karşı Türkiye modern ve laik bir 
alternatif olma imajınısunmaktadır. 

İran'ın cari jeopolitik hırsları Türkiye kadar geniş kapsamlı olmamakla birlikte (daha ziyade Azerbaycan ve Afganistan'a yöneliktir), bölgedeki tüm Müslüman 
nüfusu (Rusya'nın kendisi bile) İran'ın dini çıkarlarının hedefidir. Gerçekten de Orta Asya'da İslam'ı canlandırmak İran'ın başlıca hedefleri arasındadır. 

Öte yandaki Çin'in genel jeopolitik menfaati Rusya'nın egemen rol arayışıyla çatışma halinde, Türkiye ve İran'ın tamamlayıcısı niteliğindedir. 

Görüldüğü gibi bu cadıkazanında kaynayanlar jeopolitik güç, muazzam potansiyel zenginlik, milliyetçi/dinci misyonların tatmini ve güvenliktir. Ancak bu yarışın odak noktası erişimdir. Sovyetler Birliği'nin çöküşüne kadar bölgeye erişim Moskova'nın tekelindeydi. Bütün demiryolları, gaz ve petrol boru hatları, hatta hava ulaşımı merkezden geçiyordu. Rus jeopolitikçileri bunun böyle kalmasını tercih ederler, zira bilmektedirler ki bölgeye erişimi kontrolü altında tutan jeopolitik ve ekonomik ödülü de kazanma şansına sahiptir. 

Amerika'nın bölgedeki jeostratejik konumu çok açıktır: Amerika Avrasya'nın bu kısmında egemen olamayacak kadar uzak fakat olaylardan uzak duramayacak kadar güçlüdür. Bölgedeki bütün devletler yaşamlarını sürdürmek için Amerikan varlığınıgerekli görmektedirler. Rusya, bölgedeki tek egemen devlet olamayacak 
kadar zayıf, fakat büsbütün dışlanamayacak kadar yakın ve güçlüdür. 

Türkiye ve İran etkili olacak kadar güçlüdürler fakat kendi sorunları dolayısıyla kuzeyin kafa tutmasını veya bölgenin iççatışmalarını önleyemeyebilirler.(Öyleyse ABD'NİN ekonomik ve politik çıkarları açısından bu iki ülkenin güçlü olmaması gereklidir) 

Sonuçta Amerika'nın birincil menfaati, bu jeopolitik alanda tek başına hiçbir gücün hakim olmamasını sağlamak ve global toplumun buraya finansal ve ekonomik erişimini temin etmektir. 

Amerika'nın en kuvvetli jeopolitik desteğine layıkülkeler Azerbaycan, Özbekistan ve Ukrayna'dır. Bölgede Amerika, istikrarlı ve batıya dönük bir Türkiye ile aynı 
ortak çıkarları paylaşmaktadır. Türkiye'nin gidişatı ve yönelimi Kafkas ülkelerinin geleceği için özellikle belirleyici faktör olacaktır. 

Bölgesel dengenin kurulmasıve sürdürülmesi, Amerika'nın Avrasya jeostratejisi nin temel hedefi olmak zorundadır. 

Yukarda ki değerlendirme her ne kadar ABD'nin çıkarlarıaçısından konuya bakıyor olsa da bölgenin ve iki ülkenin önemini doğru şekilde ortaya koymaktadır.   

Ekonomik boyutlar açısından konunun incelenmesi

Konunun ekonomik boyutunu incelediğimiz zaman ortaya atılan rakamlar oldukça yüksek olup Türk Ekonomisinin kaldıracağı bir yük değildir. Ancak şunu da belirtelim Milli Savunma Bakanı'nın açıkladığı gibi olay ihale safhasına geldiği zaman katılan ülkelere göre bu rakamlar çok değişecek ve belki de %50 oranında düşebilecektir. Ancak bu rakamlar bile işsizliğin zirve yaptığı, eğitim ve sağlık sorunlarının her gün derinleştiği bir Türkiye'de tehditle orantılı olarak 
göze alınabilecek rakamlar değildir. Herhalde ekonomistler yarıya inse bile dört milyar dolar ile neler yapılabilir ortaya koymalıdır. Mesela bu kaynakla kaç tam 
donanımlı üniversite kurulabilir veya hastane yapılabilir veya kaç yurt öğrencileri tarikatların tasallutundan kurtarmak için inşa edilebilir?

Hafızalarımızı biraz yoklarsak bu silahların Polonya ve Çekoslovakya'da konuşlanmasını Rusya kendisine tehdit olarak ilan ettiği için ABD füzesavar 
kalkanını buralarda kurmaktan vaz geçti. Üstelik bu sistemi kurmak için bu ülkelere hatırı sayılır ekonomik yardımla birlikte sistemlerin maliyetini de 
kendi bütçesinden karşılayacaktı. İkinci olasılıkta Avrupa kamuoyundaki tepkileri azaltmak için muhtemelen NATO kapsamında konuşlandırılacaktı. Bir an 
şöyle düşünelim bu füze kalkanı söz konusu ülkelerde kurulsaydı İran'ın füzeleri Türkiye için tehdit olmayacak mıydı? Eğer tehditse oralardan Türkiye'yi korumak mümkün değildir. Öyleyse sorun Türkiye'nin korunması değildir. Problem ABD'nin problemidir. Eğer sorun bizim değilse biz niye İran'ın tepkisini çekecek projeye imza atalım, göze alınamayacak ekonomik harcamaları yapalım. Biz Amerika'nın muhafızı mıyız. Üstelik te muhafızlık yaparken harcamaları da kendi cebimizden yapacağız.

Bura da kısaca bir anımıdaha nakledeceğim. 1984-1985 Yıllarıydı ve henüz Varşova Paktı bütün haşmetiyle ortadaydı. ABD bazı Türk uçaklarının NATO kapsamında nükleer yetenek kazandırılmasının gerekli olduğunu belirtmiş ve bu NATO'da kabul görmüştü. Ancak yeteneğin kazandırılması için gerekli parayı uçaklar Türk Uçağı olduğu için Türkiye'nin karşılaması talep edilmişti. Konu zamanın Genelkurmaya Başkanı Orgeneral Necdet ÜRUĞ'a arz edildiğinde, Nükleer savaş bizim sorunumuz değildir, kimin sorunu ise parayı da o ödesin diyerek red etmişti.

Bütün bu açıklamalardan sonra kısaca şunu belirtelim. Türkiye'nin resmi devlet dokümanlarına göre birinci tehdit iç tehdit olup bu da bölücü terör örgütüdür. 
Eğer birinci tehdit buysa –Devlet böyle söylüyor- askeri planlamalar kısa ve orta vadede buna yönelik olarak yapılmak zorundadır. Ülkemizin yüksek irtifa hava savunmasındaki zafiyet uzun vadeli planlamalarda göz önüne alınması gerekli bir durum olduğunu değerlendiriyorum.

O zaman terörle mücadelede zayiatıazaltmak için bu konuda daha çok teknoloji kullanımına yönelik projelere yönelelim. Bu konuda en önemli hususlardan birisi 
havadan ateşedebilecek silah sistemlerine sahip insansız hava araçlarıdır. ABD Afganistan da yoğun şekilde kullanmaktadır. Böylece sınırdan sızmalar ve 
dağlarda gizlenmeler anında hem tespit edilecek hem de imha edilebilecektir. İnsansız hava araçları sadece bu gün değil gelecek açısından da çok önemlidir. 
Bu nedenle şu anda acil ihtiyaçlar satın alınarak temin edilse de geleceğe yönelik üretim planlaması yapılmalıdır. Bu gün ülkemize bu sistemleri satmak 
isteyen Güney Kore bu sistem için araştırmaya 1995 yılında başlamıştır.

İkinci konu bölgede silahlıhelikopterlerin etkinliği bilinmektedir. Bu sistemlere yönelelim. Burada önemli konu bu helikopterlerin uzun süre mücadele 
bölgesinde kalmasıdır. Bunun önlemi de en kısa mesafelerde en kısa zamanda akaryakıt ve mühimmat ikmalinin yapılması ile sağlanmaktadır. Öyleyse bu 
ikmalleri sağlayacak hava platformlarını devreye sokacak sistemleri alalım.

Anlaşılıyor ki Hükümet ABD tarafından İran'a izlenecek politikalar bakımından baskı altında olup hayır diyememektedir. O zaman önüne şöyle bir teklif 
koyabilir. Sistemler NATO kararı ile konuşlansın. Maliyetini ABD veya NATO karşılasın, bunlar tamamen Türk personeli tarafından kullanılsın. İşletme ve 
idame masraflarına NATO katkıda bulunsun birlikte NATO'ya tahsisli olsun.

Bir diğer alternatif uzun vadeli Yüksek İrtifa Hava Savunma zafiyetini gidermek için ya AR-GE faaliyetlerine kaynak ayırarak gelecek 15 yıl içinde kendi 
Füzesavar sistemlerimizi kuralım. Ya da siyasi olarak ABD ile mutlaka bir şeyler yapılacaksa ortak üretim teklifini götürelim.

Bazı çevrelerde aslıne kadar var bilemiyorum ancak ABD'nin bu konuda Türkiye'yi ikna etmek için NATO konusunda baskı yaptığı dillendirilmektedir. Bunun bir şehir efsanesi olduğuna inanmakla birlikte Orta Doğunun şu politik ortamında NATO'nun, Irak Afganistan savaşı, Avrasya Coğrafyasına erişim ve son olarak ilan edilmese de Irak Kuzeyinde kurdurduğu kukla devletin bekası için ABD bize bizim ona olduğumuzdan 10 kat daha fazla muhtaçtır. Yeter ki ülkemizin coğrafyasının bize sağladığı avantajları bilip ona uygun politikalar geliştirelim.

Orta Doğuda bize karşı yapılan pazarlıklarda ihtimal vermemekle PKK'nın Irak'ta varlığını sonlandırmak gibi bir taahhüt sonucu Patriot füzelerinin satın alınması ve konuşlandırılması isteniyorsa bırakın insanlık suçu olan terörizmi desteklemek ve müttefikine karşı kullanmak onuru onlarda kalsın. 

Sonuç:

Ülkemizin Yüksek İrtifa Hava savunmasında zafiyet vardır. Bu zafiyeti istismar edebilecek bölge ülkeleri İran, İsrail ve Rusya bölge dışı ülkeleri ise Çin ve 
ABD'dir. İsrail, Çin, ABD, Rusya ne kadar tehditse İran'da o kadar tehdittir.

İran askeri açıdan Türkiye'ye bir tehdit değil bölgede siyasi bir rakiptir. Nükleer silahlanması uzun vadede başta Türkiye olmak üzere bazı ülkeleri bu yarışa sokabilir

İran ABD veya İsrail'den gelecek saldırılara karşı kendisini savunmak maksadıyla Füze savunma sistemlerini geliştirmeye çalışmakta olduğunu, Saldırıya uğramadı ğı sürece bu füzeleri kullanamayacağını, bu alımlarda askeri gerekçelerin yeterli olmadığını başka faktörlerin de devrede olduğunu değerlendiriyorum.

ABD'nin Israrla Karadeniz de yüzer platformlar bulundurmaya çalışması Trabzon Limanınıısrarla istemesi ile birlikte Türkiye'de Patriot Füze sistemlerini ister 
bizim paramızla ister ABD parasıyla konuşlandırmaya çalışmasıkısa vadede olmasa da orta vade de İran'a yapılacak bir askeri operasyonun ayak sesleri olarak algılanabilir. 

* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik Araştırmaları Bölüm Başkanı
..

3 Mart 2015 Salı

TERÖRLE MÜCADELEDE HÜKÜMET POLİTİKALARI ve SAHİPSİZ MİLLET



TERÖRLE  MÜCADELEDE  HÜKÜMET POLİTİKALARI  ve  SAHİPSİZ MİLLET



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                           
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
09 Ekim 2007 Salı
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.



İki hafta içinde 12 sivil 15 asker olmak üzere 27 vatandaşımızı kaybettik. Ulusumuza başsağlığı ve sabır diliyorum.


Aslında terörle mücadele konusu hükümetlere bırakılamayacak kadar önemli bir konu olmasına rağmen, bırakın hükümeti sadece güvenlik kuvvetlerine havale 
edilmiş bir konudur. 


23 yıldır yürütülen mücadele sadece dağdaki teröristlerle yürütülmüş ovadakilere diğer bir ifadeyle Ankara'dakilere karşı bu konu da Silahlı Kuvvetlerin birçok açıklamalarına rağmen siyasi iktidarlar gerekli adımları tam olarak atmamış ve AKP de bu konuyu Amerika'ya havale etmiştir.

Ortaya çıkan durum yine milleti derin üzüntüye sokmasına derhal bazı şeyler yapılmasına gerek olmasına rağmen Sayın Başbakan aynen 2006, 26 Temmuz da Ağrı Doğubeyazıt'ta gibi demeçler vermekte, malum o zaman da iki gün içinde 13 şehidimiz vardı ve Başbakan geceler çok şeye gebe yarın bakanlar kurulunu toplayacağım yarın neler yapılacağını göreceksiniz demişti. Olaylar üzerine sayın Başbakan yine benzer açıklamaların ardından ilave etti gelecek ay Amerika seyahatim var bu konuyu Başkanla etraflıca görüşeceğiz dedi. Bu demektir ki yine havanda su dövülecek. Çünkü ben bu yazıyı yazarken adı CNN olan ancak Türkçe yayın yapan televizyon kanalında ABD Ankara Büyükelçisi ile söyleşi yapılıyordu,yine bildiğimiz açıklamalar yapıldı. Irakla daha çok işbirliği vs. Aslında haklı o Amerikan politikalarını uygulamakla görevli bir kişi ancak biz aynı masalları sürekli dinleyecek kadar mankafa mıyız? Burası bir sömürge ülkesi mi?

Bu hükümetin terörle mücadele konusunda laf üretmekten ABD nin icazetini beklemekten başka yaptığı ve yapacağı bir şey de yok. Olayın sıcaklığı geçinceye kadar sıcak demeçlerle millet biraz daha avutulacak çünkü anlaşıldı ki bu millet sahipsiz bu hükümet Ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket edemiyor.

Hükümet artık istese de ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket edemez çünkü uyguladığı ekonomik politikalar sonucu ekonomik bağımsızlık kaybedilmiştir. 
Ekonomik bağımsızlığını kaybeden bir ülkenin siyasi bağımsızlığı olmaz. Diğer bir ifade ile dilencinin tercih hakkı yoktur ne verilirse onu almak ne denirse 
onu yapmak zorundadır.

Demokrasi söylemi ile demokrasinin katledildiği bir ülkede yaşıyoruz. Dünyada tek bir ülke yoktur ki siyasal amaçlı bir terör örgütün siyasi kanadı parlamento ya girsin. Türkiye hariç. Dünyanın hiçbir demokrasisinde seçildiğini ve halkın temsilcisi olduğunu iddia edenler ülkenin dağlarında silahla eylem yapanlarla mücadele eden silahlı kuvvetler bölücü diyemez. Dünyanın hiçbir demokrasisisin de teröristlere onlar bizin başkanımız terörist başına bizim önderimiz diyen birileri demokrasi adına parlamentoya giremez Türkiye hariç.

Sonuç olarak ağlayacağız gözyaşlarımız yanaklarımızdan süzülecek çünkü 22 Temmuzda öyle istedik.

Daha çok bebeler babasız genç anneler kocasız kalacak, çünkü 22 Temmuzda öyle istedik.

Daha çok şehit cenazelerinin arkasından "Şehitler ölmez vatan bölünmez" diye hançeremiz yırtılıncaya kadar bağıracağız, şehit namazlarını kılarken gözlerimide yaş kalmayıncaya kadar ağlayacağız. Analar babalar vatan sağ olsun diyecek ama şehitler ölmeye devam edecek çünkü 22 Temmuzda öyle istedik. 

"Kendi düşen ağlamaz" derler biz 22 Temmuzda kendimiz düştük ama ağlamaya devam edeceğiz çünkü millet sahipsiz ağlamaktan başka da bir şey yapmıyor. Tepkisiz toplum etkisiz toplumdur. Etkisiz toplumun kaderi ağlamaktır. Daha çok ağlayacak günler gelmedi gözyaşlarınız lazım olacak

..

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ VE TEHDİTLER


TÜRK  SİLAHLI KUVVETLERİ  VE  TEHDİTLER



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
27 Eylül 2007 Perşembe
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.


Kara kuvvetleri komutanı, Kara Harp Okulunun yeni öğretim yılının açılışı nedeniyle yapmış olduğu konuşmada çok önemli konulara vurgu yapmıştır. Aslında bu vurgulamalar Türk devletinin karşı karşıya olduğu tehditleri tehlikeleri ortaya koymaktadır.

Bunlar kısaca:

İrtica kaygı verici boyutlara ulaşmıştır. Cemaatler toplumu bu yönde etkilemiştir. Bununla bağlantılı olarak Anayasadaki laiklik tanımı tartışılamaz.

Ortak hedef ulus devlettir. Onu yaşatmak zorundayız. Bu nedenle etnik milliyetçilik kabul edilemez. Dilini kaybeden ulus yok olur. Aydınlar yaşanmakta 
olan fikir karmaşasında toplumu gerçeklerle aydınlatma yerine kendilerine dayatılan fikirleri savunmaktadır.

Irak'taki gelişmeler bu gelişmelerin Türkiye'ye etkileri ve bu konudaki Amerikan politikaları konusunda da şimdiye kadar hiçbir devlet adamının değinmediği kadar açıklıkla görüşlerini belirtmiştir. Bu sadece kendi görüşlerini değil, Türk Silahlı Kuvvetlerin görüşlerini temsil ettiğinden kimsenin şüphesi olmasın. 
Muhtemelen benzer konuşmalar diğer Harp Okullarının açılışında da yapılacaktır.

Irak'la ilgili olarak öncelikle Türkmenlerin durumuna dikkat çekmiş ve "Türkmenlerin bir iç savaşta çatışan taraf olması Türkiye açısından çok ciddi bir durum ortaya çıkarabilir. Türkiye'nin belki olaylara tek başına yön verebilecek gücünün olmadığı söylenebilir, ancak gelişmeleri engelleyebilecek bir güce de sahibiz" demiştir. Hükümetin yok saydığı bu konunun Türkiye açısından önemini çok açık ortaya koyan bir açıklamadır.

Irak kuzeyindeki oluşumun Kürtlere tarihte hiç olmadığı kadar siyasal, hukuki, askeri ve psikolojik güç kazandırdığını bu durumun ülkemize etkilerini 
vurgulamıştır.

Irak'taki yuvalanan, beslenen ve desteklenen PKK terör örgütüne karşı ABD'nin hiçbir şey yapmamasının da iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz yönde 
etkilediğini, ABD'nin bu konuda laf üretmekten başka bir şey yapmadığını, artık eylem zamanın gelip geçtiğini ve bu bölgede Türkiye'nin içinde olmadığı bir 
çözümüm başarı şansının olmadığını açıklamıştır. Konuşmasının sonunda da "TSK'nın Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin temelini oluşturan ulus devlet, 
üniter devlet, Cumhuriyetin temeli olan demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti niteliklerine sahip çıkma ve koruma konusunda TSK her zaman taraf 
olmuştur ve olmaya da devam edecektir" diyerek, TSK'nın kırmızı çizgilerini ortaya koymuştur.

Konuşma kendi içinde tutarlı ve kelimelere muhteşem analizler sığdırılmış durumda, ancak sorun şu: Mevcut hükümetin bütün politikaları yukarda açıklanan görüşlerle çatışmaktadır.

Özetlersek, hükümet ve onun yandaşları açısından irtica diye bir tehdit yoktur. Cemaatler sivil toplum örgütleridir. Laiklik, yeni anayasa yapılırken yeniden 
tanımlanmaktadır. Hükümetin ulus devlet diye bir kaygısı yoktur. Sözde onu savunsa bile özde icraatları ile federal bir yapıyı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Hükümetin Türkmenler diye bir sorunu yoktur. Kürt peşmergeler tarafından adeta soykırıma tabi tutulmalarına ve bu politikalar ABD tarafından fiilen desteklenmesine rağmen Hükümetin dişe dokunur tek bir açıklaması dahi yoktur.

Hükümet kuzey Irak'ta ortaya çıkan oluşumu tehdit olarak algılamadığı gibi ona maddi ve manevi alanda destek olmakta Talabani ve Barzani'yi kucaklamaktadır.

ABD'nin PKK'ya verdiği desteği adeta görmezden gelmektedir. Üretilen bütün laflarla oyalanmakta, bu arada ABD'nin isteklerini yerine getirmektedir.

Şimdi can alıcı noktaya geliyorum: Hükümetle TSK arasında ana konularda yani irtica, laiklik, Irak Kuzeyindeki oluşum, Türkmenlerin durumu, PKK ve bölgeye 
yönelik ABD politikaları konusunda bu kadar derin görüş ayrılıkları varken, dış politikayı hükümet belirlerken ve bu konuları hiç dikkate almazken ve yetkilerde 
siyasi otoritede iken TSK NASIL TARAF OLACAKTIR? İkinci önemli soru sözde mi taraf olacaktır, Özde mi taraf olacaktır? Nasıl?

..

KIRK ÇÜRÜK YUMURTA VE TOPLUM,


KIRK  ÇÜRÜK  YUMURTA  VE  TOPLUM,



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
21 Mayıs 2007 Pazartesi
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.


Dün Sayın Başbakan’ın Van da devlet olanakları ile düzenlediği toplantı da bu ülkenin 79 yılında hizmeti olanları kırk çürük yumurta olarak adlandırdığını, bu 
kırk çürük yumurtanın içinde neler olduğunu neler olmadığını kısaca anlatmıştım.

Ama dün kutlanan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramından sonra aynı konuya neden döndüm.

Gerçek liderler sonra pişman olacağı veya yanlış anlaşıldım diye özür dileyeceği sözleri sarf etmezler. Ancak liderlik iddiasında olanlar da veya kendini lider 
zannedenler de kendi taraftarlarına mesajlarını verirken çok dikkat etmek, sonra pişman olacağı sözler söylememek zorundadırlar.

Bir ülkenin Başbakanı ülkeyi 79 yıl yöneten insanların tamamına çürük yumurta yakıştırması yapıyorsa, O resmi olarak Başbakan olsa da ülkenin insanlarının 
tamamının Başbakanı olmadığı gibi asla lider de olamaz. Çünkü ağzından çıkanı kulağı duymayacak şekilde sinirleri bozulmuş durumdadır.

Tabi kolay değil bir gün önce atadığı Cumhurbaşkanını meclise onaylatma gücünü kendisinde hissederken, bir gün sonra sırf kendi yeteneksizliği nedeniyle 
Cumhurbaşkanı seçtirememenin sorumluluğunu üzerinden atmak maksadıyla, geçmişinde sık sık uyguladığı Takiyyecilik sanatına başvuracak

Kırk çürük yumurta olarak suçladıkları partilerin hiçbirinin geçmişinde Cumhuriyet karşıtlığından kapatılma diye bir şey yok. Hiç bir partinin liderinin 
halkı sınıflara ayırmaktan mahkûmiyeti yok. O Partilerin Liderlerinin ve yöneticilerinin 79 yılda halkın din duygularını sömürmek ve bu sömürü sonucu 
şirketlere para toplamak yok. Milletvekillerinden veya adaylarından hiçbiri 10 Kasımlarda sap gibi durduğunu söylememiştir.

O partilerden hiç biri Kıbrıs'ı ülkenin omzunda bir yük görmemiştir. O kişilerden hiç biri bebek katiline sayın diye hitap etmemiştir Yine onlardan hiçbiri Türk kimliğini ülkede yaşayan diğer gruplardan biri olarak nitelememiştir. Onlardan hiçbiri "Ne Mutlu Türküm diyene" deyişinden rahatsızlık duymamıştır.

Bütün bunlar AKP yöneticilerini bu Cumhuriyete layık insanlar olmadığını özde de sözde de Laik Cumhuriyete bağlı olmadıklarını Atatürk'ün inkılâpları nı benimsemek bir yana onların karşısında olduklarının göstergesi olup ülkede için için büyüyen karşı devrimciliğin öncülüğünü yaptıkları bir gerçektir.

Ancak unutulmaması gereken çok önemli bir nokta var. Türkiye 22 Temmuzda seçime gidiyor. Cumhuriyet tarihinde bütün seçimler farklı konjonktürlerde yapılmış ve hiçbir seçim bir öncekini aynen doğrulamamıştır. Bu seçimde seçim araştırmaları yapan kuruluşların bir kısmının inandırıcılık yönünden iflas ettiği seçimler olacaktır. Kendini bulgur ambarında görenlerin 23 Temmuzda ne hallere düşeceklerini şimdiden görür gibi oluyorum. Eğer Liderler veya Tayyip Erdoğan gibi kendini lider zannedenler toplumu gerecek mesajlar vermeye devam ederse Haziran ve Temmuz sıcağında bunalmış insanlar kamplara ayrılabilir ve meydanlarda istenmeyen olaylar olabilir.

Dün oynanan Fenerbahçe –Galatasaray derbisinin sonunda yaşananlar buna bir örnektir. Özünde bir yarışma eğlence ve hoşgörü olan sporun yöneticilerin 
taraftarını bir sezon boyu kışkırtmak suretiyle ne hallere düştüklerinin en canlı ve acı örneklerinden birini yaşadık ve böyle giderse de yaşamaya devam  edeceğiz. Milli takımda beraber kazanmanın mutluluğunu, kaybetmenin üzüntüsünü birlikte yaşamış futbolcular birbirlerini sakatlamak için sahada kovaladıklarını gördük. Orada bulunanların güvenliklerini sağlamaktan başka hiçbir suçu olmayan bu ülkenin vefakâr polisine karşı linç girişimi gördük. Bütün bunların altında yatanlar acaba ne?

Bu konuda yüzlerce neden sayılabilir ama bence en önemlisi klup yöneticilerinin örnek davranışlarda bulunamaması ve verdiği demeçlerle taraftarlarını 
kışkırtmasıdır. Unutmayalım meydan mitinglerinde veya verdikleri demeçlerle halkı kışkırtan ve tahrik edenler oradan ayrılacak ancak orda ki insanlar başka 
partilere oy verseler de komşu olarak arkadaş olarak yaşamaya devam edecekler. Bu nedenle kendini lider zannedenler seçimin kazasız belasız geçmesi için toplumu germesinler. 
Söylediklerine dikkat etsinler.

..

KIRK ÇÜRÜK YUMURTA VE BAŞBAKAN


KIRK  ÇÜRÜK  YUMURTA VE  BAŞBAKAN


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
20 Mayıs 2007 Pazar
Alaettin Parmaksız tarafından yazıldı.


14 Nisanda Tandoğan da başlayan mitingin anlamını kavrayamayan Sayın Başbakan o kendine çok yakışan üslubu ile sağa sola saldırıyor.

Anlaşılıyor ki milletin verdiği mesajı alamamış. Bu mesajı ilk alan DYP ve ANAP yöneticileri olmuştu. Biraz zor olsa da halkın bastırması ile solda da en azından seçim işbirliği yapılmış gözüküyor. İnşallah liderler bu birlikteliği seçin sonuna kadar taşırlar.

Merkez sağda bazı duygusal davranışlar olsa da gün duygularımızı tatmin günü değildir. Gün mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır deme günüdür. 

Memleketin lehine olan her şey AKP'nin aleyhine olduğu için Sayın Başbakan'ın sinirlerini bozmakta ve arkasından bayramlık ağzının açıldığını görmekteyiz. 
Gerçi Türkiye Cumhuriyetinin ve İstiklal Harbinin başlangıç noktası olan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını tüm yurtta coşkuyla kutluyoruz ama Başbakan'ın 
bayramlık ağzının bu kutlamayla pek ilgisi yok.

Sayın Başbakan Devlet imkânları ile düzenlenen açılış törenlerini parti mitinglerine çevirmeye pek meraklı. Devlet kesesinden hovardalık Adalet ve 
Kalkınma Partisinin kendi deyimleri ile Ak Partinin, Akını kirletse de anlaşılan bir süre daha bu kirlenmelere şahit olacağız.

Yine Van da TOKİ tarafından düzenlenen bir açılış töreninde bayramlık ağzını açarak hani "Ananı da al git" der gibi, "Askerlik yan gelip yatma yeri" değil 
der gibi, Şehit anasına telefon ettin mi diyen gazeteciye "neden telefon edeceğim bana telefonda bağırıp çağıracaklar ben başbakanım" dediği gibi. Millet bütün bunları biliyor ama oralarda yapılan hakaretler biraz bireysel gibi kabul edildi. Ama Van da ki törende konuyu birleşmelere getirerek bakın neler söylüyor "79 Senede gelinen nokta ortada. Bunda CHP var, bunda ANAP var DYP var MHP var. Hepsi var 40 tane çürük yumurtayı bir araya getirsen bir sağlam yumurta etmez. Vakıa bu. Şimdi bir araya geliyorlar. Artık aydınlığa gidiyoruz. Buradan dönüş olmayacak. O felaketlerin sorumlularını da benim vatandaşım çok iyi biliyor demiş.

Başbakanı kınıyorum. Herhalde vatandaşım dediği sadece kendisine oy veren kitleler. Hâlbuki kendisi şu anda hal ve hareketleri ile öyle olmadığını 
göstermeye çalışsa da resmi olarak Başbakan. O çürük yumurta diye saydıkları bu ülkenin kendisine oy vermeyen %66 sıdır.O yüzde %66'nın içinde bu ülkeyi Sevr'den kurtaranlar var. Cumhuriyeti kuranlar var. Çağdaşlaşma yolunda devrimlere imza atanlar var. Yeter söz milletin diyerek demokrasiyi-bütün eksiklerine rağmen- ülkeye getirenler var. Bu ülkede yüzlerce baraj elektrik santralleri kuranlar var. Binlerce kilometre demiryolu kara yolu yapanlar var. Yüzlerle sayılan okul sayısını yüz binlere çıkaranlar var. 40 bin köyün elektriğini suyunu yolunu tamamlayanlar var. Bu ülkeye çağdaş haberleşme sistemlerini getirenler var bu varları sayfalar dolusu uzatmak mümkün ama onların içinde yolsuzlukla suçlandıkları için bakan veya milletvekili yapılarak korumaya alınanlar yok. Çocuklarının tavuklarını beslemek için mısır ithal edenler yok. Çocuğuna 2,5 milyon dolara gemi alanlar yok. Hem başbakanlık yapıp hem de geçinemiyoruz diye ticaret yapanlar yok. Kendi ülkesini mahkemelere şikâyet edenler yok. Onlar için hiçbir zaman Bölücü örgütün hamisi haline gelen Barzani tarafından seçimi kazanırsalar onlarla çok kolay anlaşırız açıklaması yok. Onların devrinde zamanın Silopi Kaymakamına muhatap olanların Diyarbakır'ı karıştırırız açıklaması yok. Onların tarihinde şanlı Kıbrıs zaferleri var Bölücü örgütü ortadan kaldırmak için Irakta başarılı operasyonlar var Ama Süleymaniye'de askerinin başına çuval geçirme hadisesi yok.

Bu listeyi uzatırsak gazetenin sütunlarına sığmaz. Unutma senin ailen de bir zamanlar o çürük yumurta dediğin kişilerle birlikteydi. Unutma ölenlerin 
arkasından kötü konuşulmayacağını hükme bağlayan bir dinin mensuplarıyız. Şimdi bütün bu sıralamalardan sonra ben çürük yumurtalarla beraberim ve mutluyum, şehit analarının ellerinden öpüyorum. Bize bu günleri kazandıranların hepsine şükranlarımı sunuyorum. Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır. 

Ey Türk Halkı! Haydi Sandığa, 22 Temmuzda oylarınla gerçek Çürük Yumurtaları Meclisten ayıkla. 

..