11 Ocak 2015 Pazar

HALK PARTİSİNİN KURULUŞU VE 9 İLKE Bölüm 2





HALK PARTİSİNİN KURULUŞU VE 9 İLKE  Bölüm 2



YENİDEN SEÇİM YAPILMASI KARARI

Saygıdeğer Efendiler, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, olaylarına işaret ettiğimiz tarihte gösterdi karışık ruh hali, üzerinde ciddı olarak durup 
düşünülmeyi gerektiren bır durum almıştı. Bütün millette, Meclis'in görev yapamayacak bir duruma geldiği endişesi doğmaya başladı. Meclis'te durumu soğukkanlılıkla ve uzakgörüşlülükle düşünüp değerlendiren üyeler bile üzüntülerini açığa vurrmaktan kendilerini alamadılar. Artık şüpheye yer kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe, millet ve memleketin ağır ve sorumluluk bekleyen işlerini yürütmeye imkân yoktur. Bu zarurete ben de inandım. Bir gece, Başbakan Rauf Bey'e, kalmakta olduğu istasyon binasında Hükûmet üyelerini toplantıya davet etmesini, bu toplantıya benim de bizzat geleceğimi telefonla bildirdim.

Rauf Bey'in dairesinde toplanan Bakanlar Kurulu'na Meclis'in yenilenmesini Meclis'e teklif etmek gereğinden söz ettim. Kısa,bir tartışmadan sonra, 
Hükûmet üyeleri ile görüş birliğine vardık. ,Aynı gece, Meclis teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Yönetim Kurulu'nu da Bakanlar Kurulu toplantısına çağırdım. Bu Yönetim Kurulu içinde teklifimi yersiz bulup yadırgayanlar oldu. Görüşme ve tartışmalar ertesi güne kadar sürdü. Buna rağmen, bu hey'et ile de anlaştık. Ondan sonra, derhal Grup Genel Kurulu'nu topladım. Orada memleketin içinde bulunduğu genel durumu, acele olarak yapılması gereken memleket işlerini anlattım. Meclis'in artık bu görevleri yerine getirme kabiliyeti kalmadığını belirterek ve ispat ederek, Meclis'ten, seçimleri yenileme kararı vermesini istemek gerektiğini bildirdim. Grup Genet Kurulu, konuşmalarımı ve açıklamalarımı yerinde buldu. Bunun üzerine konu, aynı gün, 1 Nisan 1923'te Meclis'e götürüldü. Yüz yirmi kadar üye, bir önergeylc, seçimlerin yenilenmesi için bir kanun teklifi sundu. Meclis, ''Seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiştir'' şeklindeki bir kanunu oybirliği ile çıkardı.

Meclis'in bu kararı vermesi, inkılâp tarihimizde önemli bir noktadır. Çünkü, Meclis bu kararı vermekle, kendinde beliren hastalığı itiraf etmiş ve 
bundan dolayı milletçe duyulan ızdırabı anlamış olduğunu göstermiştir.

YENİDEN SEÇİM YAPILMASI KARARI

Saygıdeğer Efendiler, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, olaylarına işaret ettiğimiz tarihte gösterdi karışık ruh hali, üzerinde ciddı olarak durup 
düşünülmeyi gerektiren bır durum almıştı. Bütün millette, Meclis'in görev yapamayacak bir duruma geldiği endişesi doğmaya başladı. 
Meclis'te durumu soğukkanlılıkla ve uzakgörüşlülükle düşünüp değerlendiren üyeler bile üzüntülerini açığa vurrmaktan kendilerini alamadılar. 
Artık şüpheye yer kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe, millet ve memleketin ağır ve sorumluluk bekleyen işlerini yürütmeye imkân yoktur. 
Bu zarurete ben de inandım. Bir gece, Başbakan Rauf Bey'e, kalmakta olduğu istasyon binasında Hükûmet üyelerini toplantıya davet etmesini, bu 
toplantıya benim de bizzat geleceğimi telefonla bildirdim.

Rauf Bey'in dairesinde toplanan Bakanlar Kurulu'na Meclis'in yenilenmesini Meclis'e teklif etmek gereğinden söz ettim. Kısa,bir tartışmadan sonra, 
Hükûmet üyeleri ile görüş birliğine vardık. ,Aynı gece, Meclis teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu Yönetim Kurulu'nu da Bakanlar Kurulu toplantısına çağırdım. Bu Yönetim Kurulu içinde teklifimi yersiz bulup yadırgayanlar oldu. Görüşme ve tartışmalar ertesi güne kadar sürdü. Buna rağmen, bu hey'et ile de anlaştık. Ondan sonra, derhal Grup Genel Kurulu'nu topladım. Orada memleketin içinde bulunduğu genel durumu, acele olarak yapılması gereken memleket işlerini anlattım. Meclis'in artık bu görevleri yerine getirme kabiliyeti kalmadığını belirterek ve ispat ederek, Meclis'ten, seçimleri yenileme kararı vermesini istemek gerektiğini bildirdim. 

Grup Genet Kurulu, konuşmalarımı ve açıklamalarımı yerinde buldu. Bunun üzerine konu, aynı gün, 1 Nisan 1923'te Meclis'e götürüldü. Yüz yirmi kadar üye, bir önergeylc, seçimlerin yenilenmesi için bir kanun teklifi sundu. Meclis, ''Seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiştir'' şeklindeki bir kanunu oybirliği ile çıkardı.

Meclis'in bu kararı vermesi, inkılâp tarihimizde önemli bir noktadır. Çünkü, Meclis bu kararı vermekle, kendinde beliren hastalığı itiraf etmiş ve bundan dolayı milletçe duyulan ızdırabı anlamış olduğunu göstermiştir.

LOZAN KONFERANSI'NIN İKİNCİ SAFHASI VE YENİ SEÇİMLERDE MİLLETİN GÖSTERDİĞİ UYANIKLIK

EfendiIer, Lozan Konferansı, 23 Nisan 1923'te yeni den toplandı. Delegeler Hey'eti'miz Lozan'da yeni den barışı sağlamaya çalışırken, ben de veni seçimler ile meşgul oluyordum.

Yeni seçimlere, bilinen ilkelerimizi ilân ederek katıldık. Görüşleri mizi kabul edip milletvekili olmak isteyen kimseler, önce ilkeleri kabul ettiğini ve görüşlerde birleştiklerini bana bildiriyorlardı. Adayları ben tespit edecek ve zamanı gelince partimiz adıyla ilân edecektim. 
Bu yolu benimsemiştim. Çünkü, yapılacak seçimlerde, milleti alda tarak, çeşitli maksatlarla milletvekili olmaya çalışacakların çnk olduğu nu biliyordum. Konuşmalarım ve uyarmalarım memleketin her tarafın da büyük bir samimiyet ve güvenle karşılandı. Bütüıı millet, ilân ettiğim ilkeleri tamamen benimsedi. Bu ilkelere, hatta şahsıma muhalefet edeceklerin milletçe milletvekilliğine seçilmesi ne imkân kalmadığı anlaşıldı.

NURETTİN PAŞA'NIN BAĞIMSIZ MİLLETVEKİL OLMA TEŞEBBÜSÜ VE YAYINLADIĞI HAL TERCÜMESİ

Gerçekten, bazı seçim bölgelerinde bağımsız milletvekili olma teşebbüsünde bulunanlar başarı sağlaya madılar. Bu arada, o zaman daha Birinci 
Ordumuzun Komutanı bulunan Nurettin Paşa da millet vekili olmak teşebbüsünde bulunmuştıı. Mümkün olmadı. Nurettin Paşa, bu isteğini daha 
sonra bir ara seçimde Bursa'da gerçekleştirdi.

Paşa'nın kendi başına ve bağımsız olarak milletvekili seçilebilmek için, her zaman olduğu gibi, kendi usulünce ve gerektiği şekilde propagan da 
yaptırmaktan geri kalmadığı da anlaşılmıştı. Bu yoldaki teşebbüsler den ve yapılan yayınlardan herkesin dikkatini çekmiş olanı özellikle hal tercümesidir.

Nurettin Paşa , yeni seçim yılı olan 1923'te, Âbit Sürey ya Bey adında bir şahsa (A. S.) baş harflerini taşıyan bir hal tercümesi yayınlattı.

Abit Süreyya Bey , Abdülhamid'in başkâtiplerinden rahmetli Süreyya Paşa'nın oğludıır. Meşrutiyetten önce, Nurettin Paşa gibi ve onunla birlikte fahı î hünkâr yaveri idi. Birinci Dün ya Savaşı'nda İzmir'de ve İstiklâl Savaşı'nın sonunda, Nurettin Paşa karargâhının bulunduğu İzmit'te ordu müteahhitliği yaptı. Nurettin Paşa'nın hal tercümesinin yer aldığı broşürü hazırlayan Âbit Süreyya Bey değildir. Broşür kendisine yazılı olarak verilmiştir. On dan, adının baş harflerini koyması ve cırtağı bulunduğu Matbaa-i Osma niye'de bastırması Nurettin Paşa tarafından rica edilmiştir.

Bu broşürün kapağında şu yazılar okunur :

İzmir Fâtihi, Afyonkarahisar ve Dumlupınar Savaşlarının galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretieri' ninhaltercümesi.

Efendiler, on dokuz sayfadan ibaret olan bu hal tercümesi broşürü nün ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum. Ben, bu hal ter cümesinin memleketin bütün aydınları tarafından okunmasını çok ya rarlı ve eğitici buluyorum. Yalnız, bu broşürü okuyanların veya okuya cak olanların, broşürde temas edilen olaylar ve işlerle ilgili olarak başka ve güvenilir kaynaklardan da bilgi edinerek, metinle gerçeği karşılaştır malan ve ona göre hüküm vermeleri gerekir.

Bu broşürün niteliği ve nasıl bir anlayışı ortaya koyduğu konusun da bir fikir edinebilmek için, bazı noktalarını hep birlikte gözden geçi relim :

Broşürün kapağındaki yazılardan sonra, metnin başlığında da şu sözler vardır :

Kûtülamare'nin kuşatıcısı, Bağdat'ın savunucusu, Yemen, Selman pâk, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Savaşları galibi ve İzmir fâtihi.

Nurettin Paşa'nın kendi kendine takındığı "kuşatıcı", "galip", "fâtih" ünvanları hakkındaki görüşümü belirtmeyi daha sonraya bırakarak, broşürün metnine girelim.

Paşa, Konyar adındaki Türk aşiretinden rahmetli Mareşal İbrahim Paşa'nın oğlu ve Hazret-i Peygamber soyundan gelen Âyan üyesi ve Şeyhü'l-Vükelâ Bursalı merhum Rıza Efendi' nin torunlarından imiş. . . Bu bilgilere ve ifade biçimine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap'tır. Babası ve büyük babala rıyla da övünmektedir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius'a babası ve anası Türk olan Attilâ'nın aben de, büyük ve asil bir milletin evlâdıyım" dediğini hatır latmadan geçemeyeceğim.

Resmî okullardaki öğrenim dışında özel öğrenim de görmüş olan Nurettin Paşa 1893'te Harp Okulu çıkışlı olup Hassa Ordusu Erkân-ı Harbiyesi'ne 
atanmış...

Nurettin Paşa, kurmaylık tahsili yapmamış ve o sınıfa gir memiştir. Bu bakımdan ordu karargâhına kurmay olarak atanamaz. Olsa olsa, bir askerî birliğe gönderilmeyip ordu kurmaylığında karargâh emir subaylığı veya buna benzer bir görevle alıkonulmuş olabilir... Genç bir teğmen için, askerlik görevine buradan başlamak, elbette övünülecek bir başlangıç sayılmaz. Askerî bir birliğe tayin edilmek ve orada askerliğin disiplin ve güçlüklerine alışmak şarttır.

Nurettin Paşa,1887'de gönüllü olarak Türk - Yunan Harbi'ne katılmış ve Başkomutanlığa tayin edilen Gazi Osman Paşa 'nın yaverliğine ve 
İstanbul'a dönüşünde hünkâr yaverliğine, refakat subay lıklarırıâ getirilmiş.

Bilindiği üzere, Gazi Osman Paşa, istanbul'dan Selânik'c kadar gitmiş fakat savaş meydanına gitmeden Selânik'ten geri dönmüş tür. Savaşa katılmamış bir komutanın yaverliğine ve ondan sonra da Sultan Hamid'in yaverliğine ve birtakım refakat subaylıklarına tayiıı edilmiş olmak, bilmem ki, ne dereceye kadar anlatılmaya ue övü nülmeye değer görülebilir.

Nurrettin Paşa, sırasıyla yarbaylığa ve albaylığa yükseltil miş ve 19il8 yılı başlarında Selânik'te Üçüncü Ordu Kurmaybaşkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayin edilmiş. . . Nurettin Paşa'nın han gi sıra ile albaylığa kadar yükselmiş olduğu, Meşrutiyet'in ilânından son ra rütbesinin yeniden binbaşılığa indirilmiş olmasıyla anlaşılıyorsa da, Selânik'te, Üçüncü Ordu Kurmay Başkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayinini anlamak güçtür. Çünkü, benim de Kurmay Başkanlığı'nda bu lunduğum bu orduda, denildiği gibi bir özel şube yoktu. Belki de ordu komutanı olan babası, oğlu için, özel ve gizli işlerle uğraşan bir özei şube kurmuş olacak...

Nurettin Paşa, İİçüncü Ordu Komutanı bulunan babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülnıesine hizmet ve yardımda bulunmuşlar. . .

Hal tercümesi broşüründe, Nurettin Paşa'nın iki defa Sultan Hamit tarafından tutuklattırıiıp sorguya çekildiği, bir defasında süzülmesine ve diğer bir defasında da askerlikten kovularak altı yıl hap sine karar verildiği ve fakat babasının, araya girip yalvarması üzerine kurtulduğu hikâyesinden sonra.. "İstanbul'dan bir yolunu bulup yine Rumeli'ye geçerek,1908 Meşrutiyet inkılâbının hazırlanmasına ve gerçek leştirilmesine diğer arkadaşlarıyla birlikte hizmet etmiştir" sözleri yazı lıdır.

Nurettin Paşa'nın gördüğü zulmü kısaca anlatmak gerekir se, diyetiiliriz ki, Sultan Hamit, Nurettin Bey'e hürriyetçi düşüncelerinden dolayı kızdıkça, onu yarbaylığa, albaylığa yükselterek sırmasını artırır ve sevilip okşansın diye babasına teslim edermiş. . .


NURETTİN PAŞA'NIN VE BABASI MAREŞAL İBRAHİM PAŞA'NIN MEŞRUTİYET İNKILABINDA NASIL VE NE DERECEYE KADAR ROL OYNADIKLARI  KONUSUNDAKİ HATIRALARIM

Mareşal İbrahim Paşa'nın Ü'çüncü Ordu Homutanlığı, oğlu Nurettin Bey'in babasının yaverliği ve Meşrutiyet inkılabında nasıl ve ne dereceye kadar 
rol oynadıkları konusu üzerinde de bir parça bilgi vermek isterim. Bunun için geçmişle ilgili kısa bir hâtıramı anlatmama müsaadenizi rica ederim. 

Efendiler çeşitli vesilelerle duymuş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben kurmay yüzbaşı olur olmaz, Sultan Hamid tarafından Suriye'ye sürüldüm. 
Orada üç yı1 kaldıktan sonra, o zaman Üçüncü Ordu bölgesi olan Makedonya'ya nakledildim. Ordu merkezi Manastırdı. Ordu Mareşallığı adı aitında 
bir komuta makamı da vardı. İİçü.ncü Ordu Komutanı Selânik'te otururdu. Orada da Mareşallık Kurmay Hey'eti diye bir kuruluş vardı. 
Ben i908 yılında koiağası rütbesiyle bu kuruluşta görevliydim. Hürriyeti getirmeye çalışan gizli cemiyetle pek yakından ilgim vardı. 

Yanyalı Esat Paşa Üçüncü Ordu Komutanıydı. Süleyman Paşazâde Ali Rıza Paşa, Kurmay Başkanı'mızdı O zaman binbaşı bulunan rahmetli Cemal Paşa ve yine binbaşı olan Fethi Bey (bugünkü Paris Büyükelçisi) ve ben, Mareşallık Kurmay Hey'eti'ni oluşturuyorduk. Her üçümüz de cemiyetiıı üyesi idik. Cemiyetin başarıya ulaşması için çalışıyorduk. O tarihlerde, Üçüncü Ordu bölgesine bağlı Serez'deki tümenin ve Serez bölgesinin komutanı mareşal rütbesinde bir zattı. Bu zat, Sultan Hamid'in fevkalâde güven ve itimadını kazanmış bulunuyordu. Rütbesinin mareşal olmasına, Esat Paşa'nın kendinden daha ast bir bir rütbede bulunmasına rağmen, İstanbul ile Serez arasında güvenli bir bölge bulundurulmak maksadıyla Serez'den uzaklaştırılamazdı. İşte bu önemli kvmutan, Mareşal İbrahim Paşa idi. Oğlu Nurettin Bey (Nurettin Paşa) de, babasının yanında bulunurdu. Meşrutiyet'in ilânından önceki günlerde, bir binbaşı, Mareşal İbrahim Paşa 'nın komutanlık bölgesinde, istibdat idaresinin aleyhinde konuşmuş... Bir casus bunu jurnal etmiş. . . O zaman Selânik'te Merkez Komutanı bulunan Yarbay Nâzım Bey, olayı yerinde soruşturmak üzere İstanbul'dan görevlendirildi. Cemiyet, Nâzım Bey'i bu görevden alıkoymak üzere vurdurdu. Yaralanan Nâzım Bey İstanbul'a getirildi. Olayın soruşturmasına İstanbul'dan birinin değil, ancak orduca gösterilecek bir görevlinin gidebileceği görüşü telkin edildi. 

Ben görevlendirildim. Görevim, hiç şüphesiz istibdat aleyhinde bulunmuş olan binbaşıyı kurtarmaktı. Önce Serez'e gittim. Mareşal İbrahim Paşa'yı ziyaret ettim. Görüşme sırasında anladım ki, Paşa'nın büyük bir endişesi vardır. Paşa, kendi bölgesinde, Sultan Hamid ve istibdat idaresi aleyhinde bir tek kigi bile bulunmadığı ve bulunamayacağı yolunda Sultan'a güvence vermişti. Buna rağmen, söz konusu binbaşı için yapılan jurnal, Sultan Hamid'in Mareşal İbrahim Paşa'ya olan güvenini sarsacak nitelikteydi. Bu jurnalda yazıların doğrulanması, İbrahim Paşa'nın durumunu kötüleştirecekti. Bunu istemiyordu. Ben derhal Paşa'nın endişesini anladım ve dedim ki : Paşa Hazretleri, devletli şahsınızın bölgesinde, Zâtışâhane aleyhinde duygular besleyen bir tek kişinin bile bulunabileceği düşünülemez. Yapılmış olan jurnalda yazılanların yerinde soruşturulması, devletli şahsiyetiniz tarafından kurulmuş olan disiplini ve aşılanmış olan bağlılık duygularını kolayca ortaya koyacaktır. 
Arzu buyurursanız, yapacağım soruşturma raporunun bir suretini zâtıdevletlerine göndereyim. İbrahim Paşa, bu sözlerimden çok ferahladı. 
Benden memnun oldu ve oğlu Nurettin Bey'i çağırtıp benim çok iyi abırlanmamı ve olay yerine gidebilmem için kolaylık gösterilmesini emretti. 
Soruşturmanın sonucu, binbaşıyı kurtardı. Jurnal vereni iftira ettiği ıçin cezaya çarptırdı. Mareşal İbrahim Paşa da, sultana kendi bölgesinde, aleyhte bir tek kişinin bile bulunamayacağını ispat ederek Zâtışahane'nin kendisi hakkındaki güven ve itimadını bir kat daha artırdı. 
Mareşal İbrahim Paşa'nın bu yolla kendisine beslenen güveni bir kat daha artırması, çok geçmeden, kendine bütün Makedonya'yıistibdada karşı 
olanlardan temizleme görevini hazırladı. Bu noktayı biraz açıklayayım : Cemiyet, bütün Makedonya'da teşkilâtını genişletti, faaliyetini hızlandırdı. 
Artık hemen hemen açıktan açığa ve korkusuzca çalışmalara başlandı. Selânik'te, Ordu Mareşallığı'nda bulunan Esat Paşa'ya güven kalmadı. 
Kurmay Başkanı'mız olan Ali Rıza Paşa hakkında şüphe ye düşüldü. Bunlar birer bir er, Sultan Hamid tarafından sorguya çekilmek üzere İstanbul'a 
geri çağrıldı. Ordu Mareşallığı'na her bakımdan güven ve itimat uyandıran Mareşal İbrahim Paşa tayin edildi ve Selânik'e gönderildi. 
İbrahim Paşa'nın Selânik'e gelmekte olduğu haberi üzerine, Cemal Bey (Rahmetli Cemal Paşa), ne olur ne olmaz düşüncesiyle, bir vesile yaratarak 
merkezden uzaklaştı. Arkadaşım Fethi Bey, zaten daha öncesinden Jandarma Okulu Komutanlığı'na geçmişti Merkezde Ordu Komutanı ve Kurmay Başkanı adlarına yalnız ben bıılunuyordum. Yeni gelen komutana Üçüncü Ordu  Komutanlığı'nı ben devir ve teslim edecektim. Gerçekten de öyle 
oldu. İbrahim Paşa,yanındaoğlu Nurettin Bey olduğuhalde, trenle geç vakit Selânik'e vardı. Doğruca komutanlık dairesine geldi. Orada kendisine 
durumu anlattım. Gece olmasına rağmen, ordu karargâhında görevli bütün komutanlan birer birer görmek istedi. Herkes gelip kendini tanıtıyordu. 
Mareşal Paşa, her yeni tanıdığı zata, kendisinin ne kadar şiddetli olduğunu, insanı yokedebilecek güçte bulunduğunu anlatmaya çalışır birtakım tavırlar takınarak, hiç de yakışık almayan sözler söyleyerek, arasıra çizmeli ayaklannı yere vurarak, ilk andaıı itibaren korkutma politikası uygulamaya başladı. Gece evime gittim. Ertesi gün erkenden bir süvari, bir binek atı getirdi ve Mareşal Paşa'nın beni istediğini söyledi. 
Daireye geldiğim zaman anladım ki, benim göreve devam edebileceğimi emretmiş. . . Şimdi Efendiler, gelelim ihtilâl ve inkılâp safhasına... 
İbrahim Paşa'nın, korkutma politikası, ihtilâl komitesinin gözdağı verici tutumuyla karşılandı. Paşa, hiddet ve şiddetini bir tarafa bırakmak mecburiyetini duydu: Bu arada en çok Cemal Bey (Cemal Paşa) vasıtasıyla ihtilâl cemiyetinin kuwetinden ve teşebbüsündeki ciddiyetten İbrahim Paşa'nın oğlu haberdar edildi. Babasının cemiyet aleyhinde bir harekette bulunmaması için uyanldı ve Paşa'dan teminat istendi. 
Söz gelişi, Paşa, cemiyet aleyhinde hareket etmeyeceğini göstermek üzere, Cuma namazını fiiân camide kılacak ve ikinci safta namaza duracaktır 
gibi birtakım isteklerde bulunuldu. İşte Nurettin Bey bu gibi şeyleri babasına duyurmak için aracı oIarak kullanılıyordu. Fakat önemli işlerde daha 
çok görevlendirilen ve çalıştınlan, babasının emir subayı Nurettin Bey değil, cemiyetin üyesi ve mutemedi olan, komutanlık makamının emir subayı Yüzbaşı Kâzım Nâmi Bey (şimdi yazar ve öğretmendir) idi. İbrahim Paşa, cemiyetin uyanlarına uymak zorunda bırakıldı. Fakat, cemiyetin teşkilâtından, teşebbüslerinden kararlarından ve yapılan işlerden hiç birkişi ye partiye vakit haberdar edilmemiştir. 

I.ci Hürriyet ve Meşrutiyet'in ilânından da, ne İ b r a h i m P a ş a 'nın ve ne de oğlu N u r e t t i n B e y'in daha önce hiçbir şekilde ve asla haberleri de olmamıştır. 
Meşrutiyet'in ilânı konusunun tamamen içinde bulunduğu duğum iç'ınv bu kon teferruat ve safhalan la ahsen ve akından ilgili olnudaki hatıralanm olduğu gibi aklımdadır. Hürriyet ve Meşrutiyet ilânı ile ilgili gösterilerde erken davrandığı sanılan Üsküp'teki hazırlıkIan Selânik'te ve diğer yerlerde yapılacak ha- zırlıklara uygun bir şekilde düzenlemek için İİsküp'e gitmiştim. Oradan dönüşümde ve artık her yerde füli gösteriler ba ladıktan sonra, Mareşal İbrahim paşa beni çağırdı ve şunları söyledi : Beni Ordu Komutanlığı nda bırakacak mısınız, bırakmayacak mısınız? Bırakılmaya- cak isem, şahsım tecavüz ve hakarete uğratılmadan hemen İstanbuI'a hareket edeyim. Iattâ Paşa, bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline alarak aynen hatırımda kalan şu kelimeleri de ekledi : Burada benim yalnız bir hokkam var, onu alırım, giderim.

Gerekenlerle görüştükten sonra cevap verebileceğimi sö ledim. Cemiyet adına yetkili olan diger arkadaşlarla, İ b r a h i m P a ş a 'nın komutanlığı konusunu görüştük. Bir zaman için kalmasında sakınca görme- dik. Komutanlıkta kalacağını bildiren cemiyet kararını kendisine ben tebIiğ ettinı. Fakat, bir iki gün sonra, dağa çıkmış olan subaylardan bir te duğıı efendi, İbrahim Paşa'yabulun en yerden hakaret dolu bir telgraf çekmiş... İbrahim Paşa  derhal beni çagırttı ve teIgrafı uzatarak dedi ki . Beni komutan olarak burada bırakacağınızı bildirmiştiniz. 

Bu ha,karet nedir? Komutan Paşa'ya Cemiyet'çe kendisi için aldıŞ ımız ka- rarı bütün teşkilâta duyuracak kadar zaman geçmediğini, özellikle da" 
g başında bulunan subaylanmızın herhangi bir telgraf merkezinden bu i- 'bi telgrafları çekmeierine engel olmanın bugü g etmesi gerektiğin nlerde 
güç olacağını kabııl i söyleyerek kendisini yatıştırmaya çalıştım. Fakat, aradan çok geçmeden, o zaman Yunan Sınırı Komutanı bulunarı Muhlis Paşa, Cemiyetin Manastır'daki Merkez Hey'eti tara fından Manastır'a davet edilmiş. . . Muhlis Paşa, Ordu Komutanı İbrahim Paşa'dan izin almaksızın Manastır'a gitmiş. Bu duruma canı sıkılan İbrahim Paşa, Muhlis Paşa'ya tekdir edici bir yazı göndermiş... Bunun üzerine, Muhlis Paşa'yı davet eden Merkez Hey'eti, İbrahim Paşa'yauzunbirtelgrafçekmiş...Budefada Mareşal P a ş a beni çağırarak telgrafı gösterdi ve : aya bu ne? dedi. 
Telgrafı baştan sona kadar okudum. Bu telgrafta Konyar aşiretinden Mareşal İbrahim Paşa'nın bütün hayatı, geçmişi ve hayatının içyüzü açıklandıktan sonra, ağır ve hakaret dolu kelimelerle, istibdat devrinin, Sultan H a m i d kulluğunun ender rastlanır bir örneği olan İbrahim Paşa'nın hürriyet için çalışan bir çevrede, hürriyet için çalışanlara komuta etmek cesaretinde bulunmasına şaşılıyor ve hemen komutanlıktan çekilmesi ihtar ediliyor ve isteniyordu. Efendiler, bundan sonra, İbrahim Paşa gerçekten Selânik'te duramadı. Dediği gibi bir hokkasını alıp gitti. Bu bilgilerden sonra, Nurettin Paşa'nın, İİçürıcü Ordu Komutanı bulunan babasıMareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine ne yolda hizmet etmiş olduklarını anlamak kolaylaşmıştır, sanırım. Denildzği gibi, aihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle yü- rütülmesine de etkili olamamışlardır. En ölçüsüz davranışlar, bizzat kendilerine yapılmış olan muamelelerde görülmüştür.


IRAK SEFERİNDE NURETTİN PAŞA

Efendiler, Irak seferinde, Nurettin Paşa zamanındaki durumun içyüzü şundan ibarettir :

İlk Irak Komutanı olan Süleyman Askerî Bey'in yenilgiye uğrayıp intihar etmesinden sonra, Irak'a Kafkasya'dan yeni birlikler ge linceye kadar, 
savaşlar, İngilizlerin istcğine ve yürüyüş hızlarına bağlı kalmıştır. Nurettin Paşa, Kûtülamare'de İngilizlere yenildikten sonra, gece gündüz ve hiç bir direnme göstermeden yürüyerek Selman pâk'a kadar perişan bir şekilde geri çekildi.

İngilizler, Nurettin Paşa'yı kovalayarak Selmanpâk'a kadar ilerlediler. Orada, Kafkasya'dan gönderilmiş olan birlikler, İngiliz birlik lerini karşıladı. 
Üç gün savaştıktan sonra, Nurettin Paşa yenilgiyi kabul ederek geri çekilme emri verdi.Birlikler, Diyale ırmağına kadar ku zeye çekildi. İngilizlerle süvari bağlantısı kurma yolu bile aranmadı. Hal buki, aynı zamanda, İngilizler de geri çekilmişlerdi. Bu bilgiyi veren çöl Araplarıydı. Ondan sonra Nurettin Paşa, kendini toplayıp yeniden Selmanpâk-Kûtülamare yönünde ilerledi.

Kûtülamare kuzeyinde, gece İngiliz birlikleri ile karşılaşıldı. Tedbir sizlik, düzensizlik ve idaresizlik yüzünden, birliklerimiz şafak vakti düş nıanın ateş baskınına uğradı. Er, subay ve komutan olmak üzere birçok kayıp verildi. Birliklerde panik oldu. Kendiliğinden geri çekilme başladı. İngilizlerin çekilmesi üzerine ortalık yatıştırılabildi.

Irak'ta yeni birlikler ve yeni vasıtalarla büyük ve kanlı savaşlar bun dan sonra başlar ki, Nurettin Paşa'nın bunlarla alâkası yoktur.

Broşürün aynı sayfalarında, "Nurettin Paşa, İngilizlerden ele geçirdiği uçaklarla da bir uçak filosu meydana getirmek gibi çok büyük başarılar gösternıiştir" deniliyor.

Bu iddianın pek cahilce olduğunu söylemek zorundayım. Uçağın ve uçak filosunun ne olduğunu bilenler, böyle bir iddianın ne kadar gülünç olduğunu elbette anlarlar.


BÜYÜK TAARRUZ'DA NURETTİN PAŞA SAVAŞ MEYDANINI DÜRBÜNLE SEYRETMEYİTERCİH EDİYORDU

Broşürün sekizinci sayfasında, Nurettin Paşa'nın dürbünle bakarken alınmış bir resmi vardır. Bu resmin altında şu sözler yazılıdır :

"26 Ağustos 1922 taarruz günü Kocatepe gözet leme yerinde Karahisar Meydan Muharebesi idare ederken alınan fotoğraflarıdır.

O gün hep aynı tepedeydik. Dürbünle bakanlar çoktu. Dürbünle en çok bakanlar, özellikle gözetleme görevi verilen subaylardı. Gerçekten, Nurettin Paşa'nın da savaş meydanını dürbünle seyretmeyi ter cih ettiğini ben de farketmiştim.

Karahisar - Dumlupınar Meydan Muharabesi yapılırken, "Başkomu tanlık Meydan Muharebesi'nin yapıldığı gün" bir aralık, Nurettin P a ş a'yı kolordu komutanı Kemalettin Paşa'nın (şimdiki Berlin Büyükelçisi ) gözetleme noktasında, durumu dürbünle seyrederken bul dum. Birliklerimiz düşmanı yakından sıkıştırmış, nazik ve önemli bir du rum ortaya çıkmıştı. "Dürbünle seyretmeyi bırakınız' Savaşı yakından ve bizzat idare etmek için, ileri ateş mevzilerine gideceğiz" dedim.

Nurettin Paşa, bu kadar yaklaşmanın doğru olmadığını söy leyerek gitmek istemedi. Canım sıkıldı. "Siz burada kalabilirsiniz" dedim. Kemalettin 
Sami Paşa'ya : " Siz benimle geliniz! " dedim ve otomobilime yürüdüm. Kemalettin Paşa : "emredersiniz" dedi ve benimle beraber yürüdü. 
Bu davranış üzerine, dürbünün başında yalnız bırakılan Nurettin Paşa'nın da arkamızdan geldiğini gördük. De diğim yere gittik. Yunan ordusunun 
esareti ile sonuçlanan o savaŞı, en ince noktalarına kadar bizzat idare ediyor ve gereken emirleri, doğrudan doğruya kolordu komutanlarına ve diğer komutanlara ben veriyordum.

Verdiğim emirlere göre tedbirler alınıp gerekli uygulamalara geçilir ken, Ordu Komutanı Nurettin Paşa yanımda duruyor ve durumu seyrediyordu. 
Bir aralık, kolordu komutanını benim yanımdan uzaklaştı rarak bazı emirler vermeye kalkışmış... Kolordu Komutanı bu emirleri uygulanabilir 
nitelikte bulmamış; ordu komutanı ile kolordu komutanı arasında neredeyse saygısızca bir çatışma durumu ortaya çıkmış. . . 
Kemalettin Sami Paşa, Nurettin Paşa'nınyanındanbiraz sertçe bir muamele ile ayrılmış. . Bu durumun farkına vardım. 

Kemalettin Sami Paşa'yı yanıma çağırıp, sükûnet ve disiplini koruması gerektiğini söyledim. Daha sonra, yaInız olarak Nurettin Paşa'yı çağırttım. 
Genel olarak bazı sorular sordum ve anlatmak istedim ki, kolordu komutanına verdiği emrin gerçekten de uygulanması mümkün değildir. 

Komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli, uy gıılanabilir olan hususları emrederler ve emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ere emrin nasıl yerine getirilip uy gulanacağını düşünmek ve bilmek gerekir.

Hal tercümesi broşürünün 9' uncu sayfasında, Irak'tan sonra "Kaf kas cephesine gitmiş olan Nurettin Paşa'nın 3 üncü Ordu Bölgeleri Komutanlığı'nda ve Ordu Komutanlığı Vekilliği'nde bir süre" bulunduğu yazılıdır. Bu görevlerzn nasıl birer görev olduğunu ve bu sürenin kaç gür olduğunu sormak lâzımdır.

Nurettin Paşa, Kafkas Cephesinden İstanbul'a dönüşünde " Aydın, Muğla ve Antalya Bölgeleri Komutanı" ünvanı ile İzmir'e gitmiş ve orada bulduğu, çoğunu 40 yaşından yukarı askerlik çağını aşmış erlerirt oluşturduğu dağınık birkaç birliği yeniden düzenleyerek ve yeni türk menler kurarak 21' inci Kolorduyu meydana getirmiş.

Efendiler, kolordu kurma işi, son zamanda, Birinci Dünya Savaşı' nın fantazileri sırasına geçmişti. Özellikle, karşısında düşman bulunmayan sabit bölgelerde, askerlik şubeleri ve başkanlıkları kuruyormuşçasına bir kolaylıkla, kolordu komutanlıkları kurulur ve yetkiler verilirdi. Gerçek ten bütün savaş cepheleri imdat diye feryat ederken, 21' inci Kolordu, de ğer verilen bir varlık olsaydı, Aydın bölgesinde yüzüstü bırakılmazdı.


HAL TERCÜMESİ BROŞÜRÜNE GÖRE NURETTİN PAŞA'NIN İSTANBUL'DA VE ANADOLU'DA GÖRDÜĞÜ ÖNEMLİ İŞLER NELERDİ?

Broşürün 16' ncı sayfasında Nuretti Paşa'nın "Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının teşebbüsleriyle başlayan Millî Mücadele liderleri ile de ilişki kurarak..." İstanbul'da bir takım önemli işler yaptığından, sonunda İngilizler tarafından takibe başlanmış olduğundanu ve Mustafa Kemal Paşa 'dan aldığı davet yazılarında, artık İstanbul'dan çok Anadolu'da hizmet edilebileceğinin bildirilmesi üzerine Anadolu'ya geçmiş olduğundan söz ediliyor.

Efendiler, Nurettin Paşa'nın İstanbul'da İngilizlerle ve Damat Feri Paşa Kabinesi'yle anlaştığını,Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden 
ve onun hükûmetinden habersiz olarak, bizi, İstanbul ile uyuşturmaya çalıştığını ve bu münasebetle arada geçen telgraf haberleşmeleri üzerine Ankara'ya geldikten sonraki davranışlarını yeri geldiğinde anlatmıştım. Bunları tekrar etmeyeceğim.

18'inci sayfada : Yukarıda sayılan vatan hizmetlerini başarı ile yerine getirmiş olan Nurettin Paşa ile Büyük MiIlet Meclisi arasında bazı resmî işlerden dolayı anlaşmazlık çıkması üzerine, kendisi hemen Ankara'ya gelmiş ve bu anlaşmazlık olumlu bir çözüme bağlanarak giderilmiştir 
ifadesine rastlanmaktadır.

Nurettin Paşa'nın, Hükûmetçe nasıl Merkez Ordusu Komutanlığından alınarak Divan-ı Harb'e verilmek üzere Ankara'ya getirildiğini ve Meclisin, 
kendisine karşı gösterdiği şiddetIi tepki, idamını isteyecek kadar ileri gitmişken, Başkomutan sıfatıyla, şahsen Meclis kürsüsünden, N u r e t t i n 
P a ş a'yı savunarak nasıl kurtarmış olduğumu da açıklamıştım. Burada yeri gelmişken yalnız bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Söz konusu 
broşürde yer alan ifadeye göre, bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır, bir de N u r e t t i n P a ş a... Bunlar karşı karşıya gelmişler ve aradaki  anlaşmazlık giderilmiş... Bilindiği gibi, Meclis ile karşı karşıya gelebilen yalnız Hükûmet'tir. Meclis'in karşısında Hükümet vardır. Bir ordu komutanı;  bir vali ve herhangi bir makam sahibi Meclis'in muhattabı olamaz. Broşürün 18'inci sayfasının son satırları, Nurettin Paşa' nın Tanrının lûtfuyla,  vatanı tehlikeden kurtaran büyük zaferin başarıcısı ve yaratıcısı olduğunu, millî tarihe bu defa pek önemli ve benzeri görülmemiş bir şeref ve  iftihar sayfası eklemeyi sağlamış bulunduğu....." nu açıklamaya ayrılmıştır.


..

HALK PARTİSİNİN KURULUŞU VE 9 İLKE Bölüm 1




HALK PARTİSİNİN KURULUŞU VE 9 İLKE



HALK PARTİSİNİN KURULUŞU VE 9 İLKE   Bölüm 1


Halk Partisinin Kuruluş Çalışmaları, Lozan Barış Antlaşması ve müteakip gelişmeler
NUTUKTAN.,

HALK PARTİSİ'Nİ KURMA TEŞEBBÜSÜ

Saygıdeğer Efendiler, her yerde, siyasî parti kurma konusunda da halkla uzun sohbetler yaptım. 7 Aralık 1922 tarihinde, Ankara basını vasıtasıyla, 
halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Partisi adını taşıyan siyasî bir parti kurmak niyetinde olduğumu açıklayarak, bu partinin nasıl bir program 
yapması gerekeceği konusunda, bütün vatanseverlerin, ilim ve fen adamlarının yardım ve işbirliğine başvurmuştum.

DOKUZ İLKE VE PARTİMİZİN İLK PROGRAMI

Gerek bazı kimselerden aldığım yazılı düşüncelerden ve gerek halk ile yaptığım görüşmelerden çok yararlandım. Sonunda 8 Nisan 1923 tarihinde, görüşlerimi dokuz ilke halinde tespit ettim. İkinci Büyük Millet Meclisi'nin seçimi sırasında yayınlayarak ilân ettiğim bu program, partimizin kuruluşuna temel olmuştur.Bu program, bugüne kadar ele alıp gerçekleştirdiğimiz bütün önemli hususları içine alıyordu. Bununla birlikte programa girmenıiş önemli ve esaslı bazı konular da vardı. Örnek olarak, Cumhuriyet'in ilânı, Şer'iye Vekâleti'nin, medrese ve tekkelerin kaldırılması, şapka giyilmesi gibi... Bu konuları programa alarak, cahil ve gericileıin, bütün milleti vaktinden önce zehirlemeye fırsat bulmalarını uygun görmedim. 

Çünkü, bunların zamanı gelince çözüme bağlanacağından ve milletin sonuçtan memnun olacağından kesinlikle emindim. Yayınladığım programı, 
bir siyasî parti için yetersiz, kısa bulanlar oldu. Halk Partisi'nin programı yoktur dediler. Gerçekten de ilkeler adı altında bilinen programımız, itiraz 
edenlerin gördükleri ve bildikleri şekilde bir kitap değildi. Fakat temel ilkeleri içine alıyordu ve pratikti. Bizde uygulanması imkânsız düşünceleri, 
nazarî birtakım ayrıntıları yaldızlayarak bir kitap yazabilirdik. Öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî alandaki yenileşmesi ve gelişmesi yolunda, 
söz ve teori ile iş ve icraata önem vermeyi tercih ettik. Bununla birlikte, Hâkimiyet milletindir, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dışında hiçbir makam, 
millî mukadderata hâkim olamaz, Bütün kanunların düzenlenmesinde, her türlü teşkilâtta, yönetimin bütün ayrıntılarında, genel eğitimde, ekonomi 
konularında, millî hâkimiyet esasları çerçevesinde hareket edilmeyecektir Saltanat'ın kaldırılması ile ilgili karar değişmez bir kanun hükmüdür gibi 
bilinmesi gerekli önemli noktalar, mahkemelerde reform yapılacağı, bütün kanunlarımızın, hukuk ilminin verilerine göre yeni baştan düzenlenip 
tamamlanacağı, vergide âşar ('9s) usulünün değiştirileoeği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, muhtaç olduğumuz demiryollarının yapımına, 
öğretim birliğinin sağlanmasına derhal teşebbüs edileceği, füzulî askerlik süresinin indirileceği, memleketin limanlarına çalışılacağı v.b. gibi önemli 
ve âcil ihtiyaçlar, ilkeler dışında bırakılmamıştı. Barış konusundaki görüşümüzün de : malî, iktisadî ve idarî alandaki bağımsızlığımızı mutlaka 
sağlamak şartıyla, barışın gelmesine çalışmak olduğunu söyledik. 

Hilâfet makamının bütün İslâm dünyasına ait bir makam olabileceğine de işaret ettik. İlkeler, Halk Partisinin kuruluşu ve faaliyet göstermesi için yeterli oldu. Partinin adına, daha sonra Cumhuriyet kelimesi de eklenerek, bilindiği gibi, Cumhuriyet Halk Partisi adı verildi.

LOZAN KONFERANSI GÖRÜŞMELERİ KESİLDİ

Efendiler, yine Lozan Konferansı'na temas edeceğim. Konferans 4 Şubat 1923 tarihinde kesildi. İki aya yakın bir süre devaın eden görüşmelerin özeti olmak üzere, İtilâf Devletleri temsilcileri, delegeler hey'etimize bir barış tasarısı verdiler. Bu tasarı anlam ve öz bakımından istiklâlimize zarar veren şartları içine alıyor du. Özellikle, adlî, malî ve iktisadî konularla ilgili maddeleri çok ağırdı. Bunun için, bu tasarıyı kesinlikle reddetmek zorundaydık. Delegeler heyetimiz, bu tasarıya karşılık bir mektup verdi. Bu mektupta özet olarak şunlar yer alıyordu : Üzerinde anlaştığımız noktaları imza ederek barış yapalım. Gerçekten de, Konferans'ta görüşme konusu olan birçok meseleden bizce kabul edilebilecek durumda olanları vardı. Mektupta : İkinci, üçüncü dereceâe olan konuları ayrıca inceleriz. İtilâf Devletleri, bu teklifimizi kabul etmeyecek olurlarsa, tekliflerimiz hiç yapılmamış sayılacaktır da denilmiştir. Delegeler Hey'eti'mizin teklifi dikkate alınmadı. Yalnız, konferansın yarıda kesilmesi, görüşmelerin ertelenmesi gibi gösterildi. Her devletin temsilcileri memleketlerine döndüğü gibi, bizim Delegeler Hey'eti'miz de geri geldi. 
Ben de Batı Anadolu gezisinden dönüyordum.

MECLİSTE'Kİ MUHALİFLERİN ÇEŞİTLİ SALDIRI HAREKETLERİ

Meclis'teki muhaliflerin çeşitli şekillerde ve başka başka konularda saldırı hazırlıklarında bulundukları yeni değildi. Geziye çıktığım tarihten bir gün  sonra, İslâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adlı broşürün ortaya çıktığını,bütün Meclis'in ve milletin bize karşı kışkırtılmak istendiğini arz etmiştim. 
Bundan önce çevrilmek istenen bir dolap, var dır ki, daha ondan söz etmedim. Sebebi, 1922 Aralık ayı başlarında oynanmak istenen oyun, sonuçları itibariyle gezim boyunca da devam etmişti. Müsaade buyurursanız, bu konu ile ilgili olarak hatıralarınızı canlandırmaya yarayacak birkaç söz söyleyeyim : Saygıdeğer Efendiler, üç milletvekili, milletvekili seçimi kanun tasarısında değişiklik yapılması ile ilgili bir önerge hazırlamışlar... 
Önergede neler in yer aldığını öğrenmiştim.2 Aralık 1922 günü, Meclis'in, İkinci Başkanı Adnan Bey 'in başkanlığında yapılan oturumunda, başkanlık kürsüsünden şöyle bir söz işitildi : Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu'nda değişiklik yapılması ile ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu'nun tutanağı var. Bu söz okunsun sesleriyle karşılandı. İki milletvekili : Önemlidir, okunmasını teklif ederiz diyerek genel havayı açığa vurdular. Başkan : a- Efendiler, bu önergenin, okunmadan önce komisyona gönderilmesi usuldendir dedi.

"BENİ VATANDAŞLIK HAKLARINDAN MAHRUM ETMEK" TEKLİFİ ÜZERİNE MECLİSTE YAPTIĞIM KONUŞMA

Efendiler, meselenin ne olduğunu ve bu konuda Meclis'te yapılan görüşmeleri ogüne ait Tutanak Dergisi'nde okumak mümkündür. Fakat yüksek heyetinizi bu külfetten kurtarmak için, müsaade buyurursanız, o otuzumda yaptığım konuşmanın bir kısmını olduğu gibi arz edeyim :

Değişiklik önergesini okutmadan komisyona göndermek isteyen başkandan söz alarak şunları söyledim : '' Efendim! bu kanun tasarısı özel bir maksat taşıyor. Bu özel maksat doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile düşüncemi arz etmek istiyorum. 
Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Salâhattin ve Canik Milletvekili Emin Beyefendi'ler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, 
doğrudan doğruya, benim şahsıını vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. 14' üncü maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız, orada deniliyordu ki: ''Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilebilmek için, Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.''

Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış buIunuyor. İkincisi, herhangi birseçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. 
Doğum yerim, bugünkü millî sınırların dışında kalmıştır. Fakat, bu böyle ise, bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istilâ hareketlerinin kısmen önlenememiş olnıasıdır. 
Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.

TEKLİF EDİLEN MADDEDEKİ ŞARTLAR BENDE NEDEN YOKTU

Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar'daki savunmalarımı yapmamaklığım gerekirdi. Eğer ben bir yerde beşyıl oturmaya mahkum olsaydım, Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra, Diyarbakır'a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş'u kurtarmaktan ibaret olan vatan görevimi yapmamaklığım gerekirdi. 
Bu Efendiler'in istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye'yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep'te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemekliğim ve bugün millî sınırlar dediğimiz sınırları fiilî olarak çizmemekliğim gerekirdi.

Zannediyorum ki, ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiç bir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum.
Ben zannediyordum ki, bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslâm dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum. Fakat bu durumumdan dolayı, bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarından yoksun bıralcılacağımı asla hatırıma 
getirmezdim. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki, yabancı düşmanlar Bana suikast yapmak suretiyle, beni memleket hizmetinden alıkoymaya 
çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki,yüce Meclis'te iki üç kişi bile olsa, aynı zihniyette kimseler bulunabiIsin. 
Bu bakımdan ben anlamak istiyorum ''Bu efendiler, gerçekten kendi seçim bölgelerinin duygu ve düşüncelerini mi aksettiriyorlar?

Yine bu Efendilere karşı söylüyor ve soruyorum : Milletvekili oldukları için elbette bütün milletin vekili sıfatını taşıyorlar. Yalnız, bu Efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?

Efendiler, beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu Efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden, resmen yüce hey'etinize, bu Efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum! ''

MİLLETİN BANA KARŞI GÖSTERDİĞİ SEVGİ VE GÜVENİN SAMİMİ İFADELERİ

Bu gözlerim ajans ve basın vasıtasıyla yayınlandı.Millet yaptığım konuşmayı ve cevabını beklediğim soruyu öğrendi... 
Hemen, memleketin bütün seçim bölgelerindeki gerçek seçimler ve halk tarafından Meclis Başkanlığı'na protesto telgrafları yağdı. 
Bu kanun tasarısına imza koyan milletvekili Efendilerin de seçim bölgeleri halkı, kendilerini ve kendileriyle görüş birliğinde olanları suçlamakta gecikmedi. Miletin, benim için gösterdiği bu sevgi ve güveni samimî olarak belirtmesi bakımından kıymetli birer hâtıra olarak saklamakta olduğum bu telgraflar büyük bir dnsya tutmaktadır. Bu dosyadaki telgraflar, zaınanında basında da yer almıştı. Ben burada yalnız bir tek seçim bölgesinin, 
Rize'nin şahsıma çekmiş olduğu bir telgrafı olduğu gibi bilginize sunmakla yetineceğim :

''Üç milletvekili beyin, Seçim Kanunu ile ilgili önergesine, sancağımız milletvekillerinin katılmayacağı inancıyla bir şey yazmayı geı-ekli bulmanııştık. 
Şimdi Milietvekili Osman Efendi'den aldığımız mektupta, kendisinin o önerge ile ilgili ve muhalif gruptan olduğunu övünürcesine bildirmesi üzerine, aşağıdaki hususların bilginize sunulmasına mecburiyet duyulmuştur :

1- (Övücü ve samimî sözlerden sonra) Şahsınız ve değerli çalışma arkadaşlarınız, aleyhinde, sancağımız adına söz söyleyen, muhalefet düşüncesi 
taşıyan ve bizce hiçbir şahsiyet ve değeri olmayan milletvekilini lânetleriz. O, artık sancağımızı da temsil hakkına sahip değildir.

2 - Şu zamanda vatansızların bile katılamayacağı muhalefet ve bozgunculuk düşüncesini bize tavsiye eden milletvekili efendinin görüşünü benimseyecek bir tek kişinin bile sancağımızda mevcut olmadığını, bundan duyduğumuz şükran duygusuyla ve yüksek şahsiyetinize olan üstün saygılarımızla arz ederiz, efendim. İmzalar 25.5.1923

..


HEPAR'IN «FARKI» !




HEPAR'IN «FARKI» !





MÜDAFAA-İ HUKUK
Serdar ANT

denizkurdu66@gmail.com


Parayı veren, düdüğü çalar.
Türk atasözü


...Osman Pamukoğlu tarafından yazılan 28 Temmuz Bildirgesi'nde «Emek ve alın teri her şeydir» deniliyor. Madem öyle, o zaman HEPAR yönetiminde neden emekçiler bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar az?

11 Aralık 2009 Cuma

Genel Başkanlığını Osman Pamukoğlu'nun yaptığı Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR)'ın söyleminde de, isminde olduğu gibi, «hak» ve «eşitlik» kavramları ağırlıklı bir yere sahip... Parti programında ve Osman Pamukoğlu'nun konuşma ve demeçlerinde sürekli eşitliğe vurgu yapılıyor, sosyal adaletin egemen olduğu bir dil yeğleniyor. Örneğin, «Ülkenin baş düşmanları olan fakirlik ve cehalete, bütün kaynaklar seferber edilerek savaş açılacaktır» vaadi, Osman Pamukoğlu tarafından açıklanan 28 Temmuz Bildirgesi'nde Hak ve Eşitlik Partisi'nin değişmez ilkelerinden biri olarak sunuluyor. Yine aynı Bildirge'de vurgulanan bir diğer ilke de oldukça dikkat çekici:

«Emek ve alın teri her şeydir.»

Örneğin HEPAR'ı merak edip partinin web sitesini ziyaret edenler, sitenin ana sayfasında şu ifadeyle karşılaşıyorlar:

«İkinci bir milli uyanış şarttır. Bunun için halk önce fakirlikten ve cahillikten kurtarılmalıdır.»

Osman Pamukoğlu da katıldığı çeşitli televizyon programlarında, verdiği demeçlerde ekonomik sorunların terörden bile önemli olduğunu vurguluyor. Pamukoğlu, en son olarak Fatih Altaylı'nın TEK'e TEK programında bu konunun önemine değindi ve şöyle konuştu:

«Önce halkın karnı doyacak, barınma, sağlık ve eğitim sorunları çözülecek. Öncelikli sorunlar bunlardır.»

HEPAR'ın ve Osman Pamukoğlu'nun bu yaklaşımına karşı çıkmak, belirtilen konuların önemsiz olduğunu iddia etmek mümkün mü? Diğer bir ifadeyle, söylem düzeyinde «hak» ve «eşitlik» vurgusu yapmayan parti var mı Türkiye'de? Bütün partilerimiz halkın refahı, mutluluğu ve yararı için çalıştıklarını söylüyor, benimsedikleri ilkelerin ve uyguladıkları bütün politikaların bu hedefe ulaşma amacına hizmet ettiğini iddia ediyorlar. Programlarda ve liderlerin konuşmalarında, eğer o parti iktidara gelirse halkımızı, refah içinde yaşayacağı parlak ve aydınlık bir geleceğin beklediği türünden vaatler bol miktarda var!

O zaman HEPAR'ın programını okuyan ve Genel Başkan Osman Pamukoğlu'nun konuşmalarını dinleyenlerin, söylenenlere inanmak için ellerinde hangi somut değerlendirme ölçütleri var? Bu vaatlerin Osman Pamukoğlu tarafından ifade edilmesi ya da HEPAR programına yazılması, bugüne kadar benzer türden binlerce vaat dinlemiş halkımızın inanması için yeterli bir gerekçe sağlıyor mu?

HEPAR'ın ve Osman Pamukoğlu'nun siyasi ve ekonomik vaatlerinin inandırıcılığını ölçmek için elimizde şimdilik iki somut ölçüt var: Parti programı ve parti yönetimi... Çünkü başka partilerin, bugüne kadarki politika ve uygulamaları sonucu halkın yararına bir seçenek olmadıklarının ortaya çıkması, HEPAR'ın samimiyetine ve iktidara geldiğinde bugün vaat ettiklerini uygulayacağına inanmamız için yeterli değil. Şu anda muhalefet konumunda bulunan HEPAR, öncelikle program ve kadro tutarlılığı ile kendini kanıtlamalıdır. Başkalarının«kötü» olması, HEPAR'ı «iyi» yapmıyor çünkü!

HEPAR programının ekonomik sorunlar için önerdiği çözümlere baktığımızda, sorunun özüne inilmediği, yukarıdaki vaatler için ihtiyaç duyulacak ekonomik ve parasal kaynakların esas itibarıyla tasarruf tedbirlerini arttırarak elde edilmesinin amaçlandığı görülüyor. Ayrıca HEPAR yatırımları arttıracağını da vaat ediyor.

Gerçekten de işsizliğin önlenmesi, dengeli ve verimli bir büyümenin sağlanması ve bunun sonucunda da refahın arttırılması için yatırımları çoğaltmak kaçınılmaz önemdedir. Bu bakımdan Türkiye'nin bugünkü durumu gerçekten de içler acısıdır. Örneğin 2010 yıl bütçesinde borç ödemelerine 56,7 milyar lira ayıran hükümet, yatırımlar için bunun ancak üçte biri kadar bir miktar, yani 18,9 milyar lira tahsis edebiliyor. (Milliyet, 24.11.2009)

O zaman HEPAR'ın, iktidara geldiğinde, bu 18,9 milyarlık yatırım miktarını daha yukarılara çekebilmek için borç ödemelerini azaltması, hatta durdurması gerekmez mi?

Oysa HEPAR'ın programında Türkiye'nin dış borçlarının ödeneceği söylenmekte,«Hazinenin dış borçları ödenerek tasfiye edilecek» denilmektedir. Bu gerçekçi bir politika olmadığı gibi, HEPAR'ı mevcut partilerden de farklı kılmayacak boş bir vaattir. Çünkü Türkiye'nin borçları ödenerek bitmez. Bugüne kadar yapılan ödemelerle, alınan borçlardan kat be kat daha fazla bir kaynak dışarıya aktarılmıştır. Borç ödeme süreci, artık bir mali ilişki süreci değildir, bir sömürü kanalıdır. Türkiye'ye borçlarını ödesin diye değil, daha da batağa sürüklenmesi için borç veriliyor! Bu durumda bir partinin, «borçlar ödenerek tasfiye edilecek» hayali içinde olması, aslında bu bağımlılık ve sömürü ilişkisine boyun eğdiğini göstermektedir. Bu nedenle HEPAR'ın «Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası kurum ve kuruluşların «mali hegemonyasından» derhal kurtarılacaktır» vaadi de, borç ödeme konusunda bu perspektife sahip olunduğu sürece inandırıcı ve gerçekleşebilir değildir.

Bütün bu gerçeklere rağmen, HEPAR'ın bu tercihinin sınıfsal bir nedeni var mı? Diğer bir ifadeyle halkın refahını birinci amacı ilan eden HEPAR'ın yönetiminde halkın ezilen, sıkıntı çeken kesimleri ne oranda söz sahibidir?

Bu bağlamda HEPAR üst yönetimini oluşturan Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu (MYK)'nın yapısına bakmak oldukça aydınlatıcı olacaktır.

92 kişiden oluşan HEPAR Parti Meclisi'nin sosyal yapısı şöyle:

İşadamı: (17 kişi)

Yönetici: (6 kişi)

Mühendis, Mimar, Teknisyen, Uzman: (14 kişi)

Doktor, hemşire, eczacı, sağlık personeli: (7 kişi)

Avukat: (4 kişi)

Akademisyen, eğitmen, öğrenci: (6 kişi)

Bankacı, ekonomist, müşavir: (7 kişi)

Serbest Meslek: (7 kişi)

Ev kadını: (8 kişi)

İşçi: (4 kişi)

Esnaf: (3 kişi)

Emekli subay, emekli: (3 kişi)

Siyasetçi: (1 kişi)

Çiftçi: (1 kişi)

Diğer: (4 kişi)
Görüldüğü gibi HEPAR Parti Meclisi'nde işadamları en büyük grubu oluşturuyor. İşçi, esnaf, çiftçi ve serbest meslek sahiplerinin toplamı bile, işadamlarının sayısından daha az... Hatta işadamlarını, sosyoekonomik çıkarlar açısından kendilerine daha yakın olan yönetici, bankacı, ekonomist, müşavir gibi kesimlerle beraber düşünürsek, HEPAR Parti Meclisi'nde 30 kişilik belirleyici bir siyasal güç ortaya çıkıyor!

Benzer bir durum HEPAR Merkez Yönetim Kurulu'nda da geçerli... Toplam 39 kişiden oluşan MYK'nın yapısı ise şöyle:

İşadamı: (9 kişi)

Avukat: (4 kişi)

Emekli Subay: (3 kişi)

Mühendis, Mimar, Teknisyen, Uzman: (7 Kişi)

Bankacı, ekonomist, müşavir: (4 kişi)

Yönetici: (1 kişi)

Doktor, hemşire, eczacı, sağlık personeli: (5 kişi)

İşçi: (1 Kişi)

Yeminli tercüman: (1kişi)

UEFA Hakemi: (1 kişi)

Serbest meslek: 1 kişi)

Çiftçi: (1 kişi)

Akademisyen: (1 Kişi)

Ev kadını: (1 kişi)
HEPAR MYK'da da yine işadamları 9 kişiyle en kalabalık grubu oluşturuyorlar. Bankacı, ekonomist, dış ticaret uzmanı, yöneticileri de işadamlarına dâhil edersek, HEPAR MYK'da 14 kişilik belirleyici bir siyasal güç ortaya çıkıyor!

Üstelik HEPAR'ın yönetimindeki işadamları, bu sıfatı salt bir etiket olarak taşıyan kişiler de değil. Örneğin HEPAR Başkanlık Divanı, MYK ve Parti Meclisi üyesi de olan «STK ve Meslek Örgütlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı»Bahadır Özgün, Bursa gibi Türkiye sermaye sınıfının en güçlü olduğu bir ilimizdeki«Genç Sanayici İşadamları ve Yöneticileri Derneği» nin Yönetim Kurulu Başkanı...

O zaman sormak gerekiyor. Üst yönetimi bu şekilde biçimlenen, bir anlamda işadamları tarafından yönetilen (muhtemelen de finanse edilen!) bir parti, iktidara geldiğinde muhalefetteyken yücelttiği emekten ve halktan yana söylem doğrultusunda bir politika izleyebilir mi gerçekten? HEPAR'ın yönetiminde işadamları bu derece etkinse, parti programına «borç ödemesi yoluyla sömürülmeye karşıyız, iktidara geldiğimizde borç ödemelerine son verip, bu yolda harcanan kaynakları artık halkın refahı ve Türkiye'nin kalkınması için kullanacağız» diye yazabilir mi?

Osman Pamukoğlu tarafından yazılan 28 Temmuz Bildirgesi'nde «Emek ve alın teri her şeydir» deniliyor. Madem öyle, o zaman HEPAR yönetiminde neden emekçiler bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar az? Daha kendi yönetiminde bile eşitliği ve hakkı egemen kılamamış bir partinin, «hak» ve «eşitlik» söylemi inandırıcı mı gerçekten?

Yoksa HEPAR'ın «farklılığı» sadece laf mı?

http://www.Heddam.com/index.asp?M=5622

10 Ocak 2015 Cumartesi

NEDEN YENI BİR ANAYASA TEKLİFİ YAZDIM


NEDEN  YENI  BİR   ANAYASA  TEKLİFİ  YAZDIM


Doç. Dr. Öz Yılmaz

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının refah ve huzurunu ve siyasi, iktisadi ve sosyal bakımdan güçlü bir Türkiye'yi amaçlayan bir kanun-ı esasiyi (anayasayı) hazırlarken şu hususları göz önünde bulundurmak gerekir:
1. Kanun-ı esasi aslında bir hukukun değil, bir hukuk felsefesinin ifadesidir. Kanun-ı esasi yalnızca vatandaşın hak ve hürriyetlerini tarif etmez; karşılığında, vatandaşın görev ve sorumluluklarını da tarif eder. Ve uygulamaya konulduğunda, kanun-ı esasi vatandaş ile Cumhuriyet arasındaki yegane sözleşme olur.

2. Siyasi iradenin belirlenmesine iştirak ederken vatandaşın istekli olması gereksinimine karşılık, iştirak etmeyi teşvik etmek gerekir.

3. Siyasi iradenin partilere teslim edilmesi yerine, halkın kendisince sahiplenmesi gerekir.

4. Yasama, yürütme ve yargıda şüphesiz kuvvetler ayrımı gerekir ve,

5. Yasama için demokratik, yürütme için otokratik, yargı içinse aristokratik bir üslup gerekir.

6. İyi bir devlet yönetiminin, ancak kişisel menfaatlerini aşmış, yüksek meziyetli şahsiyetleri seçmekle mümkün olabileceğini düşünebilirsiniz. Lakin, sosyal, kültürel ve iktisadi bakımlardan farklı öğeleri olan bir cemiyette, mutlaka çatışan menfaatler her zaman mevcut olacaktır. Bir öğenin menfaatinin başka öğelerin menfaatlerinin önüne geçmesine engel olmanın yolu, yasama, yürütme ve yargı organlarına siyasi partilerin merkezden aday göstermeleri yerine, halkın yerel düzeyde kendi adaylarını eleme usulüyle seçmesidir.

7. Nasıl insanoğlunun tabiatında şahsi gücünü ve nüfuzunu artırma hırsı varsa, yasama, yürütme ve yargı kurumlarında da kendi güç ve nüfuzlarını artırma temayülü her zaman olacaktır. Kanun-ı esasi, bir kurumun diğer kurumlar üzerinde hakimiyetine engel olacak tarzda tanzim edilmelidir.

8. Yasama, yürütme ve yargı kurumlarının en zayıf olmaya meyilli olanı yargıdır. Yargının, diğer iki kurum tarafından arka plana itilmesine engel olmanın yolu, yargıya aristokratik bir karakter kazandırmakla; yani, hâkimlerin yüksek meziyetli şahsiyetler olarak ömür boyu görevlendirilmelerini sağlamakla mümkün kılınabilir.

9. Kanun-ı esasi, mümkün olduğunca kısa olmalıdır; gelecekte iktisadi ve siyasi şartların değişmesinden etkilenebilecek hususlar işlenmemelidir; buna mukabil, değişimi sağlayacak tarzda esnek olmalıdır.

10. Kanun-ı esasi için kullanılan yazı dili, nüansları ayırt edebilecek ve bir fikrin ifadesinde herhangi bir belirsizliği önleyecek tarzda olmalıdır. Herkes için farklı anlamlar taşıyabilecek kelimeleri telaffuz etmek yerine, kanun-ı esasinin özünü teşkil edecek felsefeyi ifade etmek gerekir.

11. Kanun-ı esasinin bir girişi (eski tabirle dibacesi) olmalıdır. Giriş kanun-ı esasinin ruhunu, maddeler ise kanun-ı esasinin bedenini temsil eder. Aşağıdaki örnekteki gibi giriş bölümünde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tarihsel bir özgeçmişi yapılmalı ve kanun-ı esasinin yazılış nedeni ifade edilmelidir.

12. Kanun-ı esasi, Türkiye'nin idare şekli ve kanun-ı esasinin mahiyeti, Cumhuriyet kanunlarının tanzim, telaffuz ve tatbik yetkileri, Cumhuriyet kanunlarının esasları, Cumhuriyet'in yasama kurumu Türkiye Cumhuriyet Meclisi'nin teşkili, Cumhuriyet'in yasama kurumu Türkiye Cumhuriyet Meclisi'nin mesai ve görevleri, Cumhuriyet'in yürütme kurumu Türkiye Cumhuriyet hükümetinin teşkili, Cumhuriyet'in yürütme kurumu, Türkiye Cumhuriyet hükümetinin görevleri, Cumhuriyet'in yargı kurumu Türkiye Cumhuriyet senatosunun teşkili, cumhurbaşkanının seçimi ve Yüksek Mahkeme üyelerinin tayini, Cumhuriyet'in yargı kurumu Türkiye Cumhuriyet senatosunun görevleri, sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri, savunma hizmetleri, iktisadi esaslar, vergi esasları, çevreyi koruma ve tarihî eserler, ferdi hakların tarifi, toplumsal hakların tarifi, cezai esaslar ve kanun-ı esaside yapılacak değişiklikler hakkında maddeleri içermelidir.

Kanun-ı esasiyi kimler hazırlamalıdır?

Kanun-ı esasi gibi bir metni ancak ve yalnız hukuk eğitimini almış olanların yazabileceklerini ve böyle bir metni hukuk eğitimi olmayan kişilerin kaleme almasının münasip olmadığını düşünebilirsiniz. Naçizane hatırlatırım ki, kanun-ı esasi bir hukukun değil, bir hukuk felsefesinin ifadesidir. Bu felsefeyi inşa etmek için hukuk eğitiminden ziyade, öncelikle, çok derin ve geniş bir hayat tecrübesi şarttır. İnşa ettiğiniz felsefeye ince ayar yapabilmek içinse siyaset ve ahlak felsefelerine hakim olmak gerekir. Yine bu felsefeyi, Türkiye'ye özgün kılabilmek için de son iki-yüz yıllık yakın tarihimizi çok ciddi özümsemek elzemdir. Kanun-ı esasiyi, bu vasıflara sahip vatandaşların oluşturduğu bir 'anayasa konseyi'nin hazırlaması en doğrusudur. Anayasa konsey üyeleri halk tarafından seçilmelidir. Yirmi beş yaşından gün almış her Cumhuriyet vatandaşı anayasa konsey üyelerini seçmek; ve kırk beş yaşından gün almış ve herhangi ağır ceza yükümlülüğü olmayan ve yukarıda tariflenen vasıflara sahip her Cumhuriyet vatandaşı anayasa konsey üyesi seçilmek hakkına sahiptir. Anayasa konseyine bir alternatif olarak, şahsen tercih etmesem de, Türkiye Büyük Millet Meclisi düşünülebilir.

Dibaceye bir örnek:

Bizler ki on bin yıl önce Çatalhöyük'te toprağı yoğurup tahıl ettik. Bizler ki beş bin yıl önce Boğazköy'de üzümü bereket tanrısına adadık. Bizler ki dört bin yıl önce İyonya'da zeytini kutsallaştırdık. Bizler ki üç bin yıl önce Troya'da destan yazdık, Lidya'da akçeyi darp eyledik ve Anadolu'yu kentlerle bezedik. Bizler ki iki bin yıl önce Kapadokya'da peribacalarına yuva yaptık ve Nemrut Dağı'nı anıtlaştırdık. Bizler ki bin yıl önce dörtnala geldik Uzak Asya'dan ve bir kısrak başı gibi uzanan bu memleketi yurt edindik ve Karaman'dan dünyaya evrensel kardeşlik felsefesini Türkçemizle seslendirdik. Bizler ki Anadolu'nun toprağıyla yoğurduğumuz hoşgörüyü yüzyıllarca himayemizdeki cemiyetlerden esirgemedik. Bizler ki yüz yıl önce Balkanlar'dan ve Kafkaslar'dan akın akın yollara düştük ve yorgun ve bitkin, bu yurdun bağrında ana yüreğinin sıcaklığına kavuştuk. Bizler ki Sarıkamış'ta ve Çanakkale'de ve Sakarya'da istiklâl destanları yazdık. Ve bizler ki Ankara'da 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir' diyerek ve insanoğlunun ferdi haklarının kutsal olduğunu ve hiçbir zaman kısmen veya tamamen gasp edilemez olduğunu, and olsun ki bu böyle biline diye ilan ettik.

Biline ki bu kanun-ı esasiyi, istikbâldeki nesillerin huzur, refah ve mutluluğu için; Yaradan'ın, yarattığından övündüğü nesiller için; inancı ne olursa, anadili ne olursa, kökeni ne olursa, cinsi ne olursa, bize yadigâr Türkiye adıyla andığımız bu güzel ülkeyi yurt edinmiş nesiller için; Yüce Tanrı'nın bahşettiği akıl, sabır ve hür iradesini, dil ve inanç farklarına istinaden birbirlerini tahakküme zorlayarak israf etmek yerine, yine bize yadigâr Ay-Yıldızlı bayrak altında tek vücut olup birlikten dirlik yaratan nesiller için; yaşadığı çevreye saygı gösteren ve onu titizlikle koruyan, cemiyetin bütün fertlerinin birbirlerine hoşgörü, sevgi ve saygı göstererek yaşayacağı nesiller için; ve komşu ülkeler ve tüm dünya milletleriyle barış içinde yaşayacağı nesiller için, and olsun ki bu böyle biline diye ilan ediyoruz.

Doç. Dr. Öz Yılmaz'ın hazırladığı anayasa önerisi http://www.halkiradesi.org adresinden okunabilir.



8 Ocak 2015 Perşembe

CHP organizasyonu




 Organizasyonu

Cumhurbaşkanı’na hakaretten gözaltına alınan 16 yaşındaki çocuğun, tarafından suça itildiği ortaya çıktı.  İl, Kadın Kolları ve Selçuklu İlçe Başkanı’nın görüntüleri, hakaret için çocukların kullanıldığını belgeliyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu ise Erdoğan'a küfreden liseliyi CHP Genel Merkezi'nde ağırladı.
C.Başkanı’na hakaret CHP organizasyonu


Haberi Dinle
  • Tarihi : 07.01.2015 06:11:18



    •  
    Geçtiğimiz hafta 'da Cumhurbaşkanı 'a hakaretten gözaltına alınan ve serbest bırakılan 16 yaşındaki M.E.A'nın,  Konya İl Başkanlığı tarafından 'eyleme' hazırlandığı ortaya çıktı. CHP lideri Kılıçdaroğlu ise Erdoğan'a küfreden liseliyi CHP Genel Merkezi'nde ağırladı.

    PARTİM BANA SAHİP ÇIKTI

    Mehmet Emin Altunses, "Partim bana sahip çıktığı için teşekkür ederim. Bu süreçte yanımda olan başta Gençlik Kolları olmak üzere CHP örgütüne teşekkür ediyorum" ifadesini kullandı.

    KILIÇDAROĞLU: YALNIZ BIRAKMAYIZ

    Kılıçdaroğlu'nun da bu sözler üzerine, "Hiçbir evladımızı bu hukuksuz düzende yalnız bırakmayız. Hukuksuzluk karşısında ayrım yapmaksızın tüm mağdurların yanında duruyoruz" dediği öğrenildi.

    CHP'DE KAYIP PARA KRİZİ BÜYÜYOR - TIKLAYIN

    Çocukları suça ittiler

    Kubilay'ı anma adı altında düzenlenen basın açıklamasının görüntüleri, CHP yöneticilerinin, töre cinayeti ve birçok siyasi saldırılarda örnekleri görülen 'suçu küçük yaştaki çocuklara işletme' mantığıyla hareket ettiklerini ortaya koyuyor.

    CHP CANLI BOMBANIN HAKKINI BÖYLE ARAMIŞTI! - TIKLAYIN

    Yazılı kağıttan okutturuldu

    Çok konuşulacak olay görüntülerde, 16 yaşındaki M.E.A. ve aynı yaştaki bir başka çocuğun ellerine mikrofon ve yazılı bir metin verilerek hakaret içeren konuşmanın yaptırıldığı görülüyor. Yaşı küçük çocuklar hakarete baskıyla zorlanıyor.

    CHP heyeti hemen arkada

    Konuşma sırasında kalabalığın arkasında olayı izleyenler arasında CHP Konya İl Başkanı  ve Selçuklu İlçe Başkanı Mustafa Yeniyol ile çocukların hemen yanında Kadın Kolları Başkanı Deniz İndibi Çelik'in bulunması dikkat çekiyor. Görüntülerde CHP'li yöneticiler çocukları yönlendiriyor.



    'DURMA DEVAM ET' BASKISI

    M.E.A'nın hakaret içerikli konuşmasından sonra ikinci çocuğa yine hakaret içerikli slogan attırılmaya çalışılıyor; ancak çocuk kekeliyor. Bu sırada Kadın Kolları Başkanı Çelik, "Durma, durma devam et" diye zorluyor. Ancak çocuk konuşmayı başaramıyor. Bunun üzerine M.E.A mikrofonu yeniden alarak hakaret sloganları atıyor.

    BAŞKAN KULAĞINA FISILDADI

    Daha sonra CHP Selçuklu İlçe Başkanı Mustafa Yeniyol'un M.E.A'nın yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldadığı, ardından çocuğun yeniden Cumhurbaşkanı'na yönelik hakaret içerikli sloganlara başladığı dikkat çekiyor.

    KILIÇDAROĞLU'NUN MAKAMINDA...

    CHP Konya İl Başkanı Karpuz ve Kadın Kolları Başkanı Çelik'in, hakaret suçunu işlettikleri 16 yaşındaki çocuğu Ankara'ya getirerek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile de görüştürmeleri dikkat çekti. CHP'nin sitesinde "Kılıçdaroğlu'nun geçmiş olsun dilediği" bilgisine yer verildi.

    ARKASINDA CHP'NİN OLDUĞU GİZLENDİ


    Skandal görüntülere rağmen, M.E.A 'liseli genç' olarak sunuldu. CHP, suça ittiği çocuklar üzerinden 'hükümet gençlere gözdağı veriyor' siyaseti yaptı, bazı medya organları da geniş yer verdi. Adı CHP Genel Başkanlığı için anılan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu da gözaltı için 'hükümetin burun sürtme operasyonu' dedi.

    http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/01/07/cumhurbaskanina-hakaret-chp-organizasyonu
    ..