Orta Doğu’daki Gelişmeler ve Türkiye’nin Politikaları., BÖLÜM 2
e. Körfez Ülkeleri:
Körfez ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkileri daima sorunsuz bir seyir teşkil etmiştir. Bölge devletleri barındırdıkları Şii nüfus ve zaman zaman yayılmacılık
teşebbüslerine maruz kaldıkları İran’dan her zaman endişe duymuşlardır. Bu ülkelerin genellikle Saddam’ın Kuveyt’i işgali sırasında takındığı kararlı tutum nedeniyle Türkiye’ye belirli bir güven duydukları bilinmektedir. Buna ilaveten esas itibariyle ABD’ye ve daha az ölçüde de İngiltere’ye güven beslemektedirler.
İran’ın geçen yıl P5+1 ile yaptığı anlaşmanın Körfez Ülkelerinde fazla açığa vurulmamakla beraber belirli ölçüde endişe yarattığı bilinmektedir.
Bu çerçevede bir yandan kendi aralarındaki işbirliği teşkilatı olan KİK’e (Körfez İşbirliği Teşkilatı) askeri bir veçhede ilavesiyle ortak bir güç kurarken ABD’nin de Orta Doğu’daki komutanlığı olan (CENTCOM)’u Katar’a taşıdığı bilinmektedir. Buna ilaveten geçen yıl Türkiye ile Katar arasında (Türkiye-Katar Taktik Tümen Karargâhı) kurulması, bu üssün Komutanlığının bir Katar’lı, Komutan Yardımcısının da Türk olması kararlaştırılmıştır. Üs’de 500-600 kadar Türk askerinin bulundurulacağı yolunda basında haberler mevcuttur.
Körfez ülkelerinin en güçlüsü ve öbürleri üzerinde de belirli ağırlık ve etkisi olan Suudi Arabistan’dır. Bir bakıma eşitlerarası birinci durumdadır.
Körfez ülkeleri aradaki coğrafi uzaklığa rağmen daima Esad/Baas yönetimlerine karşı çekingen ve mesafeli davranagelmişlerdir.
Suriye’de iç savaş başladığında Katar ve Suudi Arabistan dışındaki diğer Körfez Ülkelerinin çok öne çıkmadan IŞİD ile mücadeleye katkıda bulundukları tahmin edilmektedir. Suudi Arabistan’ın IŞİD’e karşı tutumu ilginçtir. Suudi Arabistan devlet olarak IŞİD’e karşı koalisyonda yer almakla ve bazı hava operasyonlarına katılmakla birlikte Suudi halkın içinden IŞİD’e maddi destek de bulunduğu hatta IŞİD’in önde gelen finansörlerinden olduğu yolunda basın haberlerine de rastlanılmıştır.
Son olarak Suudi Arabistan Savunma Bakanı ve Veliahtın’ın İran’a vaki ağır savaş tehdidi ve İran’ın da bunu aynı şekilde cevaplaması son dönemlerde
iki ülke arasındaki rekabetin eriştiği önemli bir aşamaya işaret etmektedir. Tarafların fiilen silahlı bir çatışmaya gireceğine fazla ihtimal verilmemekle beraber ihtilafın büyümesinin Türkiye’yi bazı güç durumlar ve tercihler yapma karşısında bırakabileceği düşünülmektedir.
Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti sırasında bugünkü terör olaylarının medeniyetler arası bir savaş olmayıp iyi ile kötü arasında bir savaş olduğunu,
IŞİD’in mali kaynaklarının muhakkak surette kesilmesi gerektiğini vurguladıktan sonra bölge ülkelerinin aşırıcılığa karşı mücadelede üzerlerine düşeni yapmaları gerektiğini, kendilerinin yerine ABD gücünün düşmanları ezmesini beklememelerini dile getirmesi ilginçtir.
f. Kıbrıs – Ege - Yunanistan:
Güney Kıbrıs’da Anastasiades ile Kuzey’de Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmeleri Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik umutların yeniden artmasına yol açmıştır. Çeşitli müzakereler sonucu bugün gelinen noktada belirli gelişmeler kaydedilmekle birlikte henüz nihai çözümün uzak olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda müzakerelere belirli aradan sonra devam edileceği sanılmaktadır. Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB üyeliği konusunda engel olarak kullanılmaya devam ettiği de bir gerçektir. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler bir süreden beri başta ekonomik alan olmak üzere gelişmektedir. İlişkilerdeki sorunların tırmandırılmaması bu konulardaki anlaşmazlıkların çözümü
için müspet bir ortam yaratacaktır.
2) ABD, AB, NATO, Rusya:
a. ABD:
Trump’ın Orta-Doğu politikasının tam olarak belirlenmediği görülmektedir. Dışişleri Bakanı Tillerson Nisan ayı başında ziyaret ettiği Moskova’da ABD’nin dış politikaları olarak özetle milli güvenlik ve ekonomik refahın arttırılması ile ortak demokratik değerlerin ilerletilip yaygınlaştırılmasına öncelik vereceklerini açıklamışlardır. Trump yurt dışına yaptığı ilk ziyarette üç semavi dinin merkezlerini tercih ederek dinler arası diyalog konusunda seçim kampanyası dönemine nazaran daha esnek bir tutum sergilemiştir. Suudi Arabistan ziyareti sırasında imzalanan çok büyük hacimli silah satışı anlaşmaları ve KİK ülkeleri ile yapılan toplantı, ABD’nin İran’ın nüfuzunu yayma girişimlerine karşı Orta-Doğu’da bu ülkelerle dayanışmasını daha da güçlendireceğini göstermektedir. Suriye’de Esad’ın akıbeti konusunda bazı kuşkuları olduğu hissedilmektedir. Görüldüğü kadarıyla Trump’ın önceliği IŞİD’le savaştır. Bu açıdan ABD’nin Rusya ve diğer koalisyon ortakları ile aynı çizgide oldukları görülmektedir.
Bu nedenle de PYD/PYG’yi Türkiye’nin bütün ikazlarına rağmen ağır silahlarla donatmakta ve IŞİD’e karşı tek stratejik ortak olarak görmektedir.
Bu tutumun Türkiye’nin PKK ile birlikte terörist olarak gördüğü PYD/PYG’ye meşruiyet (yasallık) kazanarak ileride Suriye’nin durumu belirlenirken Kürt’leri bir statü sahibi kılacağı açıktır.
ABD TSK’nın Suriye’de Karocak ve Irak’ta Sincar’a yaptığı hava operasyonlarını Rusya ile birlikte kafi zaman öncesinde kendilerine ön bildirimde bulunmadığı iddiası ile Türkiye’ye serzenişte bulunduğu hatırlanacaktır. Her şeye rağmen ABD’nin Türkiye’nin Batı ittifakına katkılarını ve jeostratejik konumunu iyi değerlendirdiği yetkililerin ifadelerinden açıkça görülmektedir. Diğer taraftan İsrail ve Filistin’e yapılan ziyaret, ABD’nin İsrail’i destek ve Filistin konularında geleneksel politikası çizgisinde bir değişiklik beklenmemesi gerektiğini bir kez
daha ortaya koymaktadır. Sayın Cumhurbaşkanının Washington’a vaki ziyaretinin ABD’nin tutumunda henüz herhangi bir değişmeye yol açmadığı görülmektedir.
b. AB:
Türkiye’nin son dönemde AB ile ilişkilerinde OHAL,KHK, tutuklu parlamenterler ve gazeteciler, Venedik komisyonlarına uyum konularının ağırlıklı yer tuttuğu açıktır. Zaman zaman basında çıkan karşılıklı tenkit ve ifadelere rağmen her iki tarafında birbirlerinin önem ve değerini gerçekçi bir yaklaşımla takdir ettikleri açıktır. Bu nedenle zaman zaman gerginleşen ilişkilerin kopma noktasında daima geri döndüğü görülmektedir. AKPM Türkiye ile ilişkileri denetime almaları kararını takiben Malta’da yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında Türkiye
hakkında oldukça olumlu ve kucaklayıcı bir karar alındığı bu çerçevede Türkiye’nin üyeliği için kriterlerin açıkça ortada bulunduğu bunlara
uyulması halinde her şeyin yoluna gireceği mesajının verildiği basında çıkmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanın bu konuda Avrupa günü vesilesiyle verdiği beyanat son derece ilginçtir. Sayın Cumhurbaşkanı yüzyıllardır. Avrupa’nın parçası olan Türkiye’nin hedefinin karşılıklı saygı, eşitlik ve karşılıklı yarar ilkeleri çerçevesinde AB üyeliği olduğunu vurgulaması ve bu anlayışla görüşmelerin devam edileceğini açıklaması ilginç ve olumludur. AB Bakanı Çelik’in de Avrupalı yetkililerle Brüksel’de yaptığı görüşmelerde aynı yönde ifadelerde bulunduğu basında bildirilmektedir. Sayın Cumhurbaşkanının son olarak AB yetkilileri ile yaptığı temaslardan ilişkilerin geliştirilmesi için tarafların 12 aylık bir program hazırlanmasının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede özellikle ekonomik, askeri, turizm alanlarında çok önemli ilişkilerimiz olan ve üç milyon Türk’ün yaşadığı Almanya ile ilişkilerdeki pürüzlerin ortadan kaldırılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
c. NATO:
Türkiye Uluslararası barışın korunması için temel olarak NATO’yu görmekte ve bu örgütün gerek askeri gerek siyasi etkinliğinin muhafazası için elinden gelen her türlü çabayı sarf etmekte bu çerçevede NATO’nun tüm barış harekâtlarına katılmış ve imkânlar nispetinde katılmaktadır. NATO’nun da Suriye’den gelebilecek füze saldırılarına karşı Güney hudutlarımızda Patriot füzelerinin konuşlandırılmasına ilaveten bölgede AWACS uçakları ile devriye uçuşları yaptığı bilinmektedir. Geçen yıl NATO Genel Sekreter yardımcılığına bir Türk Büyükelçi de atanmış bulunmaktadır.
NATO’nun Karadeniz’de karada, havada ve denizde daha fazla mevcudiyet sergilemesine yönelik talepler, bilhassa Romanya ve Bulgaristan tarafından ittifak bünyesinde gündeme getirilmektedir. Ülkemizin, Karadeniz’de istikrar ve güvenliğin kıyıdaş ülkeler tarafından bölgesel sahiplenme temelinde ve tırmanmaya mahal verilmeden sürdürülmesine yönelik uzun vadeli vizyonu geçerliliğini korumaktadır.
Bu arada, NATO Daimi Deniz Gücünü Montrö rejiminin lafzına ve ruhuna uygun olmak kaydıyla Karadeniz’e çıkmalarına ülkemizce olumsuz bakılmamaktadır. Son NATO Zirvesinde Teşkilatın IŞİD’e karşı koalisyonla işbirliği yapmasının kararlaştırıldığı, işbirliğinin esas itibariyle eğitim ve istihbarat konularında olacağı basın haberlerinde vurgulamaktadır.
d. Rusya:
2015 Kasım ayında düşürülen Rus askeri uçağının halen ilişkilerde çeşitli derecelerde etkili olduğu ve maalesef bir süre daha etkili olmaya devam edeceği hissedilmektedir. Gururlarına çok düşkün olan Rusların olayı hazmetmelerinin zaman alacağı vize konularında, charter uçuşlarında, ticari ilişkilerde gözlenen güçlüklerden anlaşılmaktadır. Suriye konusunda Rusya artık söz sahibi olarak oyun yapıcı duruma gelmiştir.
Rusya hem PYD/YPG hem de Esad’a aynı anda destek vermektedir. Son olarak Suriye’de barışın tesisi ve ateşkes bölgeleri tesisinde Türkiye ve İran ile birlikte gayet aktiftir. ABD’nin bu konuda İran’a ve muhalif gruplardan bazılarına itirazı olmakla birlikte genelde IŞİD’e karşı mücadelede Rusya’ya tam destek vermektedir.
Rusya Türkiye ile görünüşte gayet dostane ilişkiler sürdürmektedir. OHAL ve diğer uygulamaları Türkiye’nin iç politikası olarak görmektedir.
Türkiye için Rusya hemen her bakımdan çok önemli bir ülke olup ilişkilerin büyük bir dikkat ve hassasiyetle yürütülmesine özen gösterilmesi özellikle bu ilişkilerin her hangi başka ilişkiler için kullanılıyor intibaı verilmesinden kaçınılmalıdır. Türkiye’nin müstakar bir politika izlediği dönemlerde komünist COMECON ülkelerini bünyesinde toplayan örgüt dışında Hindistan ile birlikte Sovyetler Birliği ile en fazla ekonomik işbirliği yapan ülke olduğunu hatırlatmak uygun olacaktır. Bu itibarla Rusya ile ilişkilerde şeffaflık ve istikrar prensibine itina gösterilmesinin, ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerde karşılıklı olarak itimat sarsıcı davranışlardan kaçınılmasının gerekli olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Sonuç:
Türkiye’nin 2009’dan itibaren Müslüman Kardeşler, Hamas, El Nusra gibi devlet dışı aktörlerle çeşitli şekillerde temas kurması, İran’ın nükleer programı konusunda BM ve Atom Enerjisi Kurumunda izlediği tutumu, zaman zaman dış politika uygulamalarında yeni-osmanlıcılık (neo-ottomanisme) ve Sünniliğin hamisi imajı vermesi Batı aleminde evrensel değerlerden ayrıldığı yorumlarına yol açmıştır. Buna ilaveten Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişki kuracağı yolunda eylem ve söylemler ile Çin’le orta ve uzun menzilli füze sistemleri üretim anlaşması Batı camiasında çeşitli endişe ve kuşkulara yol açarak Türkiye’nin “eksen” değiştirme sürecinde olup olmadığı konusunu gündeme getirmiştir.
Türkiye’nin bölgede saygınlığı ve ağırlığının demokratik rejimi ve Batı ile sürdürdüğü ittifak ortaklığı ilişkilerinden kaynaklandığının hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gerekir. Buna ilaveten bölgemizde yer alan İslamcı militan örgütlerin DEAŞ’dan sonra da değişik isim ve sıfatlarda bölgemizde faaliyet gösterecekleri kuvvetli ihtimali karşısında Batı ittifakı ile ilişkilerin Türkiye’nin güvenliğinin en ağırlıklı ve sağlam güvencesi olarak devam edeceği aşikârdır.
Bu itibarla bu ilişkilerin imkânlar nispetinde daha da geliştirilmesi ve müttefiklerimizin zihinlerinde herhangi bir şüpheye mahal verilmemesine itina gösterilmesi büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğinin Batı ittifakı dışında bir alternatifi olmadığı açıktır. Son olarak Sayın Cumhurbaşkanının Avrupa günü dolayısıyla verdiği demeçte bunu en açık ve kuvvetle vurgulamış olması cihatçı/militan örgütlerin bölgede faal oldukları ve temizlenmelerinin de çok zor olduğu bu dönemde büyük bir önemi haiz olduğu ortadadır.
Türkiye’nin dış ilişkilerinde istikrarlı politikalar üretirken uluslararası alanda “güvenilir ülke” imajını yaratma ve muhafazaya özen göstermesinin
yararlı olacağı düşünülmektedir.
***