Seyfettin Seymen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seyfettin Seymen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2018 Cuma

Orta Doğu’daki Gelişmeler ve Türkiye’nin Politikaları., BÖLÜM 2

Orta Doğu’daki Gelişmeler ve Türkiye’nin Politikaları.,  BÖLÜM 2




 e. Körfez Ülkeleri:

Körfez ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkileri daima sorunsuz bir seyir teşkil etmiştir. Bölge devletleri barındırdıkları Şii nüfus ve zaman zaman yayılmacılık 
teşebbüslerine maruz kaldıkları İran’dan her zaman endişe duymuşlardır. Bu ülkelerin genellikle Saddam’ın Kuveyt’i işgali sırasında takındığı kararlı tutum nedeniyle Türkiye’ye belirli bir güven duydukları bilinmektedir. Buna ilaveten esas itibariyle ABD’ye ve daha az ölçüde de İngiltere’ye güven beslemektedirler. 

İran’ın geçen yıl P5+1 ile yaptığı anlaşmanın Körfez Ülkelerinde fazla açığa vurulmamakla beraber belirli ölçüde endişe yarattığı bilinmektedir. 
Bu çerçevede bir yandan kendi aralarındaki işbirliği teşkilatı olan KİK’e (Körfez İşbirliği Teşkilatı) askeri bir veçhede ilavesiyle ortak bir güç kurarken ABD’nin de Orta Doğu’daki komutanlığı olan (CENTCOM)’u Katar’a taşıdığı bilinmektedir. Buna ilaveten geçen yıl Türkiye ile Katar arasında (Türkiye-Katar Taktik Tümen Karargâhı) kurulması, bu üssün Komutanlığının bir Katar’lı, Komutan Yardımcısının da Türk olması kararlaştırılmıştır. Üs’de 500-600 kadar Türk askerinin bulundurulacağı yolunda basında haberler mevcuttur. 

Körfez ülkelerinin en güçlüsü ve öbürleri üzerinde de belirli ağırlık ve etkisi olan Suudi Arabistan’dır. Bir bakıma eşitlerarası birinci durumdadır. 
Körfez ülkeleri aradaki coğrafi uzaklığa rağmen daima Esad/Baas yönetimlerine karşı çekingen ve mesafeli davranagelmişlerdir. 
Suriye’de iç savaş başladığında Katar ve Suudi Arabistan dışındaki diğer Körfez Ülkelerinin çok öne çıkmadan IŞİD ile mücadeleye katkıda bulundukları tahmin edilmektedir. Suudi Arabistan’ın IŞİD’e karşı tutumu ilginçtir. Suudi Arabistan devlet olarak IŞİD’e karşı koalisyonda yer almakla ve bazı hava operasyonlarına katılmakla birlikte Suudi halkın içinden IŞİD’e maddi destek de bulunduğu hatta IŞİD’in önde gelen finansörlerinden olduğu yolunda basın haberlerine de rastlanılmıştır.

Son olarak Suudi Arabistan Savunma Bakanı ve Veliahtın’ın İran’a vaki ağır savaş tehdidi ve İran’ın da bunu aynı şekilde cevaplaması son dönemlerde 
iki ülke arasındaki rekabetin eriştiği önemli bir aşamaya işaret etmektedir. Tarafların fiilen silahlı bir çatışmaya gireceğine fazla ihtimal verilmemekle beraber ihtilafın büyümesinin Türkiye’yi bazı güç durumlar ve tercihler yapma karşısında bırakabileceği düşünülmektedir. 

Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti sırasında bugünkü terör olaylarının medeniyetler arası bir savaş olmayıp iyi ile kötü arasında bir savaş olduğunu, 
IŞİD’in mali kaynaklarının muhakkak surette kesilmesi gerektiğini vurguladıktan sonra bölge ülkelerinin aşırıcılığa karşı mücadelede üzerlerine düşeni yapmaları gerektiğini, kendilerinin yerine ABD gücünün düşmanları ezmesini beklememelerini dile getirmesi ilginçtir.

 f. Kıbrıs – Ege - Yunanistan:

Güney Kıbrıs’da Anastasiades ile Kuzey’de Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmeleri Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik umutların yeniden artmasına yol açmıştır. Çeşitli müzakereler sonucu bugün gelinen noktada belirli gelişmeler kaydedilmekle birlikte henüz nihai çözümün uzak olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda müzakerelere belirli aradan sonra devam edileceği sanılmaktadır. Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB üyeliği konusunda engel olarak kullanılmaya devam ettiği de bir gerçektir. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler bir süreden beri başta ekonomik alan olmak üzere gelişmektedir. İlişkilerdeki sorunların tırmandırılmaması bu konulardaki anlaşmazlıkların çözümü 
için müspet bir ortam yaratacaktır. 

2) ABD, AB, NATO, Rusya:

 a. ABD:

Trump’ın Orta-Doğu politikasının tam olarak belirlenmediği görülmektedir. Dışişleri Bakanı Tillerson Nisan ayı başında ziyaret ettiği Moskova’da ABD’nin dış politikaları olarak özetle milli güvenlik ve ekonomik refahın arttırılması ile ortak demokratik değerlerin ilerletilip yaygınlaştırılmasına öncelik vereceklerini açıklamışlardır. Trump yurt dışına yaptığı ilk ziyarette üç semavi dinin merkezlerini tercih ederek dinler arası diyalog konusunda seçim kampanyası dönemine nazaran daha esnek bir tutum sergilemiştir. Suudi Arabistan ziyareti sırasında imzalanan çok büyük hacimli silah satışı anlaşmaları ve KİK ülkeleri ile yapılan toplantı, ABD’nin İran’ın nüfuzunu yayma girişimlerine karşı Orta-Doğu’da bu ülkelerle dayanışmasını daha da güçlendireceğini göstermektedir. Suriye’de Esad’ın akıbeti konusunda bazı kuşkuları olduğu hissedilmektedir. Görüldüğü kadarıyla Trump’ın önceliği IŞİD’le savaştır. Bu açıdan ABD’nin Rusya ve diğer koalisyon ortakları ile aynı çizgide oldukları görülmektedir. 

Bu nedenle de PYD/PYG’yi Türkiye’nin bütün ikazlarına rağmen ağır silahlarla donatmakta ve IŞİD’e karşı tek stratejik ortak olarak görmektedir. 
Bu tutumun Türkiye’nin PKK ile birlikte terörist olarak gördüğü PYD/PYG’ye meşruiyet (yasallık) kazanarak ileride Suriye’nin durumu belirlenirken Kürt’leri bir statü sahibi kılacağı açıktır. 

ABD TSK’nın Suriye’de Karocak ve Irak’ta Sincar’a yaptığı hava operasyonlarını Rusya ile birlikte kafi zaman öncesinde kendilerine ön bildirimde bulunmadığı iddiası ile Türkiye’ye serzenişte bulunduğu hatırlanacaktır. Her şeye rağmen ABD’nin Türkiye’nin Batı ittifakına katkılarını ve jeostratejik konumunu iyi değerlendirdiği yetkililerin ifadelerinden açıkça görülmektedir. Diğer taraftan İsrail ve Filistin’e yapılan ziyaret, ABD’nin İsrail’i destek ve Filistin konularında geleneksel politikası çizgisinde bir değişiklik beklenmemesi gerektiğini bir kez 
daha ortaya koymaktadır. Sayın Cumhurbaşkanının Washington’a vaki ziyaretinin ABD’nin tutumunda henüz herhangi bir değişmeye yol açmadığı görülmektedir.

 b. AB:

Türkiye’nin son dönemde AB ile ilişkilerinde OHAL,KHK, tutuklu parlamenterler ve gazeteciler, Venedik komisyonlarına uyum konularının ağırlıklı yer tuttuğu açıktır. Zaman zaman basında çıkan karşılıklı tenkit ve ifadelere rağmen her iki tarafında birbirlerinin önem ve değerini gerçekçi bir yaklaşımla takdir ettikleri açıktır. Bu nedenle zaman zaman gerginleşen ilişkilerin kopma noktasında daima geri döndüğü görülmektedir. AKPM Türkiye ile ilişkileri denetime almaları kararını takiben Malta’da yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında Türkiye 
hakkında oldukça olumlu ve kucaklayıcı bir karar alındığı bu çerçevede Türkiye’nin üyeliği için kriterlerin açıkça ortada bulunduğu bunlara 
uyulması halinde her şeyin yoluna gireceği mesajının verildiği basında çıkmıştır. 

Sayın Cumhurbaşkanın bu konuda Avrupa günü vesilesiyle verdiği beyanat son derece ilginçtir. Sayın Cumhurbaşkanı yüzyıllardır. Avrupa’nın parçası olan Türkiye’nin hedefinin karşılıklı saygı, eşitlik ve karşılıklı yarar ilkeleri çerçevesinde AB üyeliği olduğunu vurgulaması ve bu anlayışla görüşmelerin devam edileceğini açıklaması ilginç ve olumludur. AB Bakanı Çelik’in de Avrupalı yetkililerle Brüksel’de yaptığı görüşmelerde aynı yönde ifadelerde bulunduğu basında bildirilmektedir. Sayın Cumhurbaşkanının son olarak AB yetkilileri ile yaptığı temaslardan ilişkilerin geliştirilmesi için tarafların 12 aylık bir program hazırlanmasının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede özellikle ekonomik, askeri, turizm alanlarında çok önemli ilişkilerimiz olan ve üç milyon Türk’ün yaşadığı Almanya ile ilişkilerdeki pürüzlerin ortadan kaldırılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

 c. NATO:

Türkiye Uluslararası barışın korunması için temel olarak NATO’yu görmekte ve bu örgütün gerek askeri gerek siyasi etkinliğinin muhafazası için elinden gelen her türlü çabayı sarf etmekte bu çerçevede NATO’nun tüm barış harekâtlarına katılmış ve imkânlar nispetinde katılmaktadır. NATO’nun da Suriye’den gelebilecek füze saldırılarına karşı Güney hudutlarımızda Patriot füzelerinin konuşlandırılmasına ilaveten bölgede AWACS uçakları ile devriye uçuşları yaptığı bilinmektedir. Geçen yıl NATO Genel Sekreter yardımcılığına bir Türk Büyükelçi de atanmış bulunmaktadır. 

NATO’nun Karadeniz’de karada, havada ve denizde daha fazla mevcudiyet sergilemesine yönelik talepler, bilhassa Romanya ve Bulgaristan tarafından ittifak bünyesinde gündeme getirilmektedir. Ülkemizin, Karadeniz’de istikrar ve güvenliğin kıyıdaş ülkeler tarafından bölgesel sahiplenme temelinde ve tırmanmaya mahal verilmeden sürdürülmesine yönelik uzun vadeli vizyonu geçerliliğini korumaktadır. 

Bu arada, NATO Daimi Deniz Gücünü Montrö rejiminin lafzına ve ruhuna uygun olmak kaydıyla Karadeniz’e çıkmalarına ülkemizce olumsuz bakılmamaktadır. Son NATO Zirvesinde Teşkilatın IŞİD’e karşı koalisyonla işbirliği yapmasının kararlaştırıldığı, işbirliğinin esas itibariyle eğitim ve istihbarat konularında olacağı basın haberlerinde vurgulamaktadır.

 d. Rusya:

 2015 Kasım ayında düşürülen Rus askeri uçağının halen ilişkilerde çeşitli derecelerde etkili olduğu ve maalesef bir süre daha etkili olmaya devam edeceği hissedilmektedir. Gururlarına çok düşkün olan Rusların olayı hazmetmelerinin zaman alacağı vize konularında, charter uçuşlarında, ticari ilişkilerde gözlenen güçlüklerden anlaşılmaktadır. Suriye konusunda Rusya artık söz sahibi olarak oyun yapıcı duruma gelmiştir. 
Rusya hem PYD/YPG hem de Esad’a aynı anda destek vermektedir. Son olarak Suriye’de barışın tesisi ve ateşkes bölgeleri tesisinde Türkiye ve İran ile birlikte gayet aktiftir. ABD’nin bu konuda İran’a ve muhalif gruplardan bazılarına itirazı olmakla birlikte genelde IŞİD’e karşı mücadelede Rusya’ya tam destek vermektedir. 

Rusya Türkiye ile görünüşte gayet dostane ilişkiler sürdürmektedir. OHAL ve diğer uygulamaları Türkiye’nin iç politikası olarak görmektedir. 

Türkiye için Rusya hemen her bakımdan çok önemli bir ülke olup ilişkilerin büyük bir dikkat ve hassasiyetle yürütülmesine özen gösterilmesi özellikle bu ilişkilerin her hangi başka ilişkiler için kullanılıyor intibaı verilmesinden kaçınılmalıdır. Türkiye’nin müstakar bir politika izlediği dönemlerde komünist COMECON ülkelerini bünyesinde toplayan örgüt dışında Hindistan ile birlikte Sovyetler Birliği ile en fazla ekonomik işbirliği yapan ülke olduğunu hatırlatmak uygun olacaktır. Bu itibarla Rusya ile ilişkilerde şeffaflık ve istikrar prensibine itina gösterilmesinin, ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerde karşılıklı olarak itimat sarsıcı davranışlardan kaçınılmasının gerekli olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. 

Sonuç: 

Türkiye’nin 2009’dan itibaren Müslüman Kardeşler, Hamas, El Nusra gibi devlet dışı aktörlerle çeşitli şekillerde temas kurması, İran’ın nükleer programı konusunda BM ve Atom Enerjisi Kurumunda izlediği tutumu, zaman zaman dış politika uygulamalarında yeni-osmanlıcılık (neo-ottomanisme) ve Sünniliğin hamisi imajı vermesi Batı aleminde evrensel değerlerden ayrıldığı yorumlarına yol açmıştır. Buna ilaveten Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişki kuracağı yolunda eylem ve söylemler ile Çin’le orta ve uzun menzilli füze sistemleri üretim anlaşması Batı camiasında çeşitli endişe ve kuşkulara yol açarak Türkiye’nin “eksen” değiştirme sürecinde olup olmadığı konusunu gündeme getirmiştir.

Türkiye’nin bölgede saygınlığı ve ağırlığının demokratik rejimi ve Batı ile sürdürdüğü ittifak ortaklığı ilişkilerinden kaynaklandığının hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gerekir. Buna ilaveten bölgemizde yer alan İslamcı militan örgütlerin DEAŞ’dan sonra da değişik isim ve sıfatlarda bölgemizde faaliyet gösterecekleri kuvvetli ihtimali karşısında Batı ittifakı ile ilişkilerin Türkiye’nin güvenliğinin en ağırlıklı ve sağlam güvencesi olarak devam edeceği aşikârdır. 

Bu itibarla bu ilişkilerin imkânlar nispetinde daha da geliştirilmesi ve müttefiklerimizin zihinlerinde herhangi bir şüpheye mahal verilmemesine itina gösterilmesi büyük önem taşımaktadır. 

Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğinin Batı ittifakı dışında bir alternatifi olmadığı açıktır. Son olarak Sayın Cumhurbaşkanının Avrupa günü dolayısıyla verdiği demeçte bunu en açık ve kuvvetle vurgulamış olması cihatçı/militan örgütlerin bölgede faal oldukları ve temizlenmelerinin de çok zor olduğu bu dönemde büyük bir önemi haiz olduğu ortadadır.

Türkiye’nin dış ilişkilerinde istikrarlı politikalar üretirken uluslararası alanda “güvenilir ülke” imajını yaratma ve muhafazaya özen göstermesinin 
yararlı olacağı düşünülmektedir.


***

28 Haziran 2016 Salı

Orta Doğu’da Değişen Dengeler



Orta Doğu’da Değişen Dengeler,











Orta Doğu’da yıllar boyu süre gelen dengelerin 21. Yüzyılın başından itibaren vuku bulan başlıca 3 önemli gelişme ile değiştiği ve değişmeye de devam edeceği anlaşılmaktadır. Bunların 2003 de ABD’nin Irak’a askeri müdahalesi ve bunun sonucu Saddam ın ve Baas rejiminin devrilmesi, 2010-2011’den itibaren bölgede başlayan Arap Baharı ve 2015 yazı itibari ile İran’ın Batı ile anlaşması olarak belirlemek mümkündür.

1.ABD’nin Afganistan’da aşırı Sünni Taliban’ı iktidardan uzaklaştırmasını takiben 2003’de Irak’da Saddam’ı ve Sünni Baas rejimini devirmesi İran’ı Batı ve Doğu’da maruz kaldığı Sünni kıskacından kurtararak rahat bir nefes almasını sağlamıştır. Buna ilaveten Irak’ta asırlardır baskı altında tutulan Şii çoğunluğun seçim yolu ile iktidara gelmesi İran’ın elini kuvvetlendiren önemli bir diğer gelişme olmuştur. Bu suretle İran bölgede ve Körfezde önemli bir müttefike sahip olmuştur. Askeri ve siyasi yönden büyük bir hareket serbestisine kavuşan İran hiç vakit kaybetmeden askeri gücünü artırmaya, bu çerçevede çeşitli menzillerde balistik füze imaline başlarken nükleer programına da hız vermiştir. İran’ın Sünni Saddam baskısından kurtularak bölgede belirli bir güce ve hareket serbestisine erişmesi başta Suudi Arabistan olmak üzere ülkelerinde çeşitli oranlarda Şii unsurlar barındıran Körfez ülkelerinde de rahatsızlık ve endişe yaratmıştır.

a) Saddam’ın devrilmesi ve Bağdat’ta Sünni Baas iktidarı yerine Şiilerin iktidara gelmesi Suriye’de Esed rejimini rahatlatan ve hareket serbestisini genişleten bir gelişme olmuştur. Nitekim Saddam’dan kurtulan Esed’in Lübnan’da etkisini artırdığı ve siyasi hayatta söz sahibi olduğu hatırlanacaktır. Buna ilaveten Esed İran’ın Orta-Doğu’daki tüm faaliyetlerinde Hizbullah’ın kurulması ve askeri güç haline getirilmesi, Hamas’a yapılan her türlü destekte Tahran’ın yanında aktif olarak rol oynayabilmiştir. Irak’ta Baas’ın ve ordunun o zamanki ABD Valisi Bremer tarafından tasfiyesi ülkede Sünni/Şii kutuplaşmasına ve gruplar arası şiddetli çatışmalara yol açmıştır. Herhangi bir tazminat ve emekli maaşı verilmeksizin memleketlerine dönmek zorunda bırakılan Saddam’ın kurmaylarının daha sonraki yıllarda IŞİD saflarında görev aldıkları bilinmektedir. Ülkedeki bu Sünni/Şii kutuplaşmasına paralel olarak keza işgal döneminde hazırlanıp referanduma sunulan Anayasa ile Irak Federal bir Cumhuriyet haline gelmiş, Kuzey Irak’ta Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgede de Kuzey Irak Kürt Yönetimi kurulmuştur. Tarihte kısa ömürlü Kürt kuruluşlarının dışında Kuzey Irak Kürt Yönetimi hukuken oluşturulan ilk Kürt hükümetidir. Bu oluşumun diğer üç ülkedeki (Türkiye, İran ve Suriye) Kürt toplumlarında önemli yansımaları olduğu ve de olacağı aşikârdır.

b) Türkiye bu dönemde Irak’taki köklü değişim karşısında gayet dikkatli hareket etmiş ülkedeki çeşitli etnik, dini/mezhepsel gruplarla temaslar yürütmüş, Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ile ilişkilerini geliştirmiş, savaşta yakılan/yıkılan yerlerde Türk müteahhitlik firmaları gayet faal bir duruma gelmişlerdir. Keza bu dönemde NATO ve Batı kuruluşlarının güvenilir bir üyesi olan Türkiye’nin dış politikada ve özellikle Orta Doğu’da ülkelerin iç işlerine karışmama, birbirleri ile olan anlaşmazlıklarında taraf tutmama ilkesine titizlikle riayet etmesi bölge ülkeleri ile dostluk ve işbirliği ilişkilerini geliştirmekten başka bir amaç gütmemesidir. Bu durum Türkiye’ye bölgede özel bir saygınlık, ağırlık ve etkinlik kazandırmıştır. Türkiye’nin o dönemde Lübnan’daki hükümet krizinde olumlu bir rol oynayarak çözüme ön ayak olduğu gibi Filistin ve İsrail’li yöneticileri Ankara’da bir araya getirerek arabuluculuk rolünü üstlendiği de hatırlanacaktır. Türkiye’nin bu dönemde Suriye dâhil bütün bölge ülkeleri ile ilişkilerinin en yüksek düzeye çıktığı ve bölgeye yönelik dış ticaretinin rekor seviyelere ulaştığı keza hatırlanacaktır.  Gene bu dönemde PKK ile çatışmalar durma noktasına gelmiş ve sorunun siyasi alanda bir çözüme kavuşturulması gündeme gelmiştir. Bu çerçevede iktidardaki AK Parti ilk defa HDP ile çözüm konusunda görüşmelere başlamıştır.

2.  Tunus’ta 2010 yılında başlayan sonra Libya, Mısır ve Suriye’ye sirayet eden Arap Baharı bölgede bir nevi deprem yaratmıştır denebilir. Libya’da Kaddafi, Mısır’da Mübarek devrilmiş, Libya kaosa sürüklenirken Mısır’da Mübarek’in devrilmesini takiben yapılan seçimlerle iktidara geçen Müslüman Kardeşler liderlerinden Mursi de bir müddet sonra askeri darbe sonucu iktidarı General Sisi’ye devretmiştir. Suriye’de takriben bir yıl sonra Müslüman Kardeşlerin de etkisi ile başlayan karışıklıklar kısa sürede bölgeye yabancı terör örgütlerinin karışması ile iç savaş haline dönüşmüş, daha sonra 2013’te Kuzey Doğu Suriye’de IŞİD’in kurulması ile daha da içinden çıkılması güç bir hale dönüşmüştür. İlk önceleri çeşitli muhalif grupları bünyesinde toplayan ve Türkiye’den de yardım alan çeşitli muhalefet gruplarından oluşan Özgür Suriye Ordusu sahada beklenen başarıyı gösteremediği gibi zaman içinde etkisini tamamen kaybederek cihatçı/militan örgütlerin bölgeye gelmesine zemin hazırlamıştır. Suriye’de iç savaş 6 ncı yılına girmesine rağmen Esad  halen iktidarda olup zaman içinde giderek kendisini de uluslararası alanda hiç değilse bir süre için kabul ettirmiş görülmektedir. İç savaşa İran’a ilaveten Rusya’nın da 2015’in sonlarına müdahil olması kuvvet dengesini belirli şekilde Esad lehine çevirmiştir. Rusya Suriye’deki mevcudiyet ve etkinliğini dikkat çekici şekilde arttırarak yalnız Suriye’de değil bölgede de önemli bir aktör haline gelmiştir.

a)  Suriye’deki iç savaşın ve kaos ortamının IŞİD’in yanı sıra diğer bir yan ürünü de o tarihe kadar büyük kısmının kimliğinin dahi reddedildiği ve büyük baskı altında tutulan Suriye Kürtlerini birleştirip teşkilatlandırılmasına olanak sağlaması olmuştur. Barzani’nin yardım ve aracılığı ile bölgede çeşitli Kürt kuruluşları PYD/YPG bünyesinde birleştirilmiş, Peşmergeler de silahlı elemanları eğitmişlerdir. Bugün varılan aşamada Suriye’de Kürtler Kuzey Doğu Suriye’de iki yerleşim bölgesini Türkiye sınırı boyunca iki kanton halinde birleştirmişler ve bunu Batı’da ki üçüncü kantonla bütünleştirmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki bu bütünleşme olsa dahi Kürtler Akdeniz’e doğrudan ulaşmış olmayacaklar ve Akdeniz’e çıkış için Hatay’ı kullanmak zorunda kalacaklardır. PYD/YPG halen IŞİD’e karşı sahada çarpışan tek kara kuvveti olarak belirli kazanımlar elde etmekte ve aksi iddia edilse de gerek ABD ve gerek Rusya’dan her türlü yardımı aldığı açıktır. Kürtler bugüne kadar Cenevre barış görüşmelerine Türkiye’nin itirazı üzerine davet edilmemişlerdir. Ancak Kürtlerin Suriye’de ABD ve Rusya tarafından tanınan ve yardım edilen önemli bir güç olarak eninde sonunda Suriye’nin siyasi geleceği ve yapılanmasında bir şekilde söz sahibi olabilecekleri gerçeğinin akılda tutulması faydalı olacaktır.

b) Kürtlerin Kuzey Irak’ta federe de olsa devlet kurmalarından sonra Suriye’de de teşkilatlanıp söz sahibi olmalarının ister istemez PKK terör örgütü üzerinde çeşitli teşvik edici etkileri olduğu şüphesizdir. Bu dönemde AK Parti hükümetin yürüttüğü açılım süreci görüşmelerinin devamı dolayısıyla PKK’nın ileriye dönük bazı hazırlık eylemlerine daha rahat yürüttüğü gözlenmiştir. Görüşmeler Şubat 2015’de Dolmabahçe’de varıldığı söylenen mutabakatın daha sonra hükümet tarafından “yok” ilan edilmesi ile son bulmuştur. 
Bu dönemde HDP’nin ılımlı söylemleri ile bir Türkiye partisi olma yolunda başarılı adımlar attığı ve Haziran 2015 seçimlerinde barajı rahat geçerek 80 milletvekili kazandığı hatırlanacaktır. HDP’nin bu başarısının doğurduğu konuya Meclis çatısında siyasi bir çözüm aranabileceği umudu PKK terör örgütünün aniden Temmuz ayı başında bazı yerleşim merkezlerinde terör eylemlerine başlaması ile son bulmuştur. Çözüm sırasında faydalandığı barış havasından istifade ile türlü yığınak yaptığı kentlerde PKK bir nevi iç savaş havası estirmiştir. PKK’nın bu ani eylemlerini bazı gözlemciler HDP’nin kamuoyunda kazandığı başarısının ve liderlik iddiasının Kandil’de yarattığı rahatsızlık ve Kandil’in siyasi çözüme karşı olması ile izah etmektedirler. Gerekçe ne olursa olsun terör eylemlerinin yeniden başlaması HDP’nin Kasım seçimlerinde büyük bir kayba uğramasına neden olduğu gibi bir kısım HDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için hükümetin hareket geçmesine neden oluşturmuştur.

PKK terör örgütünün büyük umutlarla başlattığı şehir savaşında hedeflediği halk ayaklanmasını gerçekleştiremediği gibi şehirlerde giriştiği şiddet ve yıkımın bölge halkını her yönden perişan ettiği açıktır. Bugün varılan aşamada Öcalan’ı ve HDP’yi saf dışı bırakan PKK’nın terör yoluyla istediklerini elde etme yoluna girdiği görülmektedir. Terör estirilen üç yerleşim merkezinde PKK’nın büyük kayıplar vererek temizlendiği, halen aktif olduğu bir kaç yerde de güvenliğin kısa sürede sağlanacağı beklenmektedir. Ülkemizde Kürt sorununun terör sorunu ile zaman zaman iç içe girmesi ile sorunun giderek daha karmaşık hale geldiği görülmektedir. Sorunun sadece güvenlik önlemleri ile çözülemeyeceği açıktır. Irak ve Suriye’de Kürtlerin lehine oluşan gelişmelerin özelliklede ABD ve Rusya’dan türlü yardım alan PYD/YPG’nin giderek Suriye’nin geleceği hakkında söz sahibi olmasının, Kuzey Irak Yönetiminin bağımsızlık ilanına hazırlanmasının Türkiye’deki Kürt sorununu giderek daha karmaşık hale soktuğu da gerçektir. Bu itibarla vakit kaybetmeksizin bir yandan bölgenin yeniden devlet eliyle imarı ve halkın sosyal ve mali yardımlarla suretle entegrasyonunun sağlanırken, diğer yandan da sorunun siyasi çözümü için HDP dâhil tüm siyasi partilerin TBMM’nin çatısı altında harekete geçirilmesi gerekmektedir. Kabul edilecek çözüm paketi çerçevesinde yürürlüğe girecek ve bölgeyi her yönü ile kalkındıracak reformların PKK’yı daha da yalnızlaştıracağı düşünülmektedir.

c) Türkiye’nin Suriye politikası hakkında çeşitli bültenlerimizde ayrıntılı bilgi sunulmuş olduğu cihetle burada sırf hatırlatma babında bazı tespitlerle yetinilmektedir. Türkiye Suriye’de insan hakları ve demokrasinin ihyası amacıyla soruna müdahil olmuştur. Sorun 6’ncı yılına girerken ülkede 450.000’e yakın kişinin hayatını kaybetmesine, 12 milyon insanın da ülke içinde veya civar ülkelerde mülteci durumuna gelmesine yol açmıştır. Bu gün varılan bu ağır bilançonun yanı sıra aralarında yetişkin erkeklerin de bulunduğu mültecilerin Esad’a karşı muhalefet güçlerinin safında mücadele etme yerine ülke içinde veya dışında mülteci olmayı tercih etmeleri manidar görünmektedir.

Türkiye’nin Esed’in ve 40 küsur yıldır iktidarda olup başta Hristiyanlar olmak üzere toplumun hemen bütün tabakalarına çeşitli ölçülerle nüfuz etmiş olan laik Baas Partisinin gücünü ve İran ile Rusya’nın rejime kuvvetli desteğini göz ardı ederek Esed’in devrilmesi üzerine bina ettiği Suriye politikasında başarı kaydedemediği gibi Esed’in devrilmesi konusunda da yalnız kalmış durumuna rağmen aynı politika devam etmektedir. İlk dönemde Esed’e karşı olan ABD’nin zaman içinde önceliği IŞİD’e, AB’ninde mülteci sorununa verdiği bunlara mukabil Rusya ve İran’ın totaliter Esed’a giderek daha güçlü destek verdikleri izlenmektedir. Hemen bütün ülkeler 6’ncı yılına giren çatışmalarla Esed’in devrilemeyeceği ve çatışmaların uzamasının IŞİD gibi yeni sorunları yaratma tehlikesini göz önüne tutarak soruna siyasi çözümü öne almış durumdadırlar. ABD ve Rusya’nın BM’in temsilcisinin de katılımıyla toplantılar sürdürülmektedir. Toplantılardan çıkan hava Esed’in asgari geçiş döneminde iktidarını muhafaza edeceğini göstermektedir. Türkiye’nin bu toplantılara katılmasını veto ettiği PYD’nin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olacağı ve toprak bütünlüğü çerçevesinde belirli bir statü kazanacağında şüphe bulunmamaktadır. Türkiye’nin bu gerçekleri göz önüne alarak Suriye Kürtleri ile ilişkilerini süratle düzeltmesinin hem hudut güvenliği hem de çözümlemeye çalıştığı Kürt sorunu yönünden faydalı olacağı düşünülmektedir.

Son olarak Rusya’nın Suriye’den bir kısım askeri birlik ve uçaklarını geri çektiği ilan edilmiştir. Moskova’nın bu kararında petrol fiatlarının düşmesi nedeni ile esasen ekonomik zorluklar içinde olan Rusya’nın günlük 3-4 milyon dolara varan masraflardan kurtulma arzusunun, siyasi çözüm yolu ilerlerken Suriye’de savaşan taraf görüntüsünden kurtulmak, Suriye muhalefetine bir jest, Afganistan benzeri bir batağa sürüklenmemek gibi çeşitli mülahazaların yanı sıra Rusya için büyük tehdit arz eden ve Suriye’deki radikal eğilimli grupların safında savaşan Çeçen ve diğer militanlara yeteri darbenin vurulduğu gibi hususların yer aldığı anlaşılmaktadır. Ancak Rusya’nın kısmi güç çekiminin Suriye’deki güç dengesini değiştirmediği, hava savunma sistemlerini, S-400 füzelerini aynen Suriye’de bıraktığını ve ayrıca üslerini koruyacak gerekli tedbirleri de aldığı görülmektedir. Bu açıdan 24 Kasım’dan beri Suriye hava sahasına girmeyen Türk savaş uçaklarının hareket serbestisi yönünden bir değişiklik yoktur. Bunlara ilaveten Türkiye’nin bir an önce geleneksel Orta Doğu politikasına geri dönerek başta İsrail ve Mısır olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmesi, hem Suriye’de hem de bölgede önemli ve etkili rol oynayan ve oynayacak olan Rusya ile de güç olmakla birlikte gerginliği azaltacak adımlar atmasının zaruri olduğu düşünülmektedir.

3.  İran’ın Batı ile Anlaşması:

a) İran 75 milyonluk nüfus din/mezhep yönünden (% 90 şii, % 8 sünni müslüman) homojen ise de etnik yönden (% 45 fars, % 43 azeri, % 7 kürt, % 3 arap, % 2 türkmen) daha çeşitli bir manzara arz etmektedir. Ülkede okuma yazma oranı % 90 civarındadır. Siyasi hayatın tek aktörü İslami gruplardır. Bu gruplar içindeki reformcu ve muhafazakar kesimler görüldüğü kadarıyla bazı nüans farklılıkları saklı kalmak üzere teokratik rejim üzerinde mutabık görünmektedirler. Bu böyle olmakla birlikte okuma yazma oranının artması ve şehirleşmenin iktidardan rejimi liberalleştirilmesi yönünden beklentiler yarattığı da bir gerçektir. Nitekim son seçimlerin bunu teyit ettiği ve Ruhani için önemli bir destek teşkil ettiği görülmektedir.

b) İran ekonomisini ve halkın refah seviyesini ciddi şekilde etkileyen yaptırımların geçen Haziran’da BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ve Almanya (P5+1) ile imzalanan anlaşma ile sona erdirilmesi İran’ı ekonomik yönden rahatlattığı gibi siyasi yönden de tecritten kurtararak uluslararası camiaya dönüşünü sağlamıştır. Her ne kadar anlaşma ile İran’ın nükleer silah imali önlenmiş ve yasaklanmış ise de bugün İran bölgede İsrail ile beraber nükleer teknolojiye sahip bir ülke durumundadır. Keza anlaşma dolayısıyla 150 milyar dolar civarında olduğu ileri sürülen dondurulmuş hesapların serbest bırakılması İran’ı ekonomik yönden de cazip ülke durumuna getirmiştir. İran’ın Batı ile anlaşmayı takiben giriştiği balistik füze deneyimleri ABD’nin tepkisini çekmiştir. Ayrıca İran’ın bölgede etkili bir askeri güç olma niyet ve amacında herhangi bir değişiklik görülmemektedir. Bu çerçevede yaptırımlar öncesi Rusya’dan satın aldığı ancak yaptırımlara takılan hava savunma sistemini de almak üzere harekete geçtiği anlaşılmaktadır.  Anlaşmanın İran’a bölgede belirli bir ağırlık, prestij ve etkinlik kazandırdığı açıktır. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İran’ın hegemonik eylemlere girişebileceği endişesini belirtmektedirler. Esasen Suudi Arabistan ve İran halen Yemen ve Suriye’de dolaylı savaş halindedirler. Kesin olan husus İran’ın bölgede Irak ve Suriye üzerindeki etkisinin artacağı, bölgedeki Şii militan grupları da kuvvetlendireceğidir. Keza kesin olan diğer bir husus da ABD’yi karşısına almadan Rusya ile işbirliği halinde Suriye’nin geleceği hakkında yürütülen görüşmelerde söz sahibi haline gelmiş olmasıdır. Başka bir açıdan bakıldığında bölgede başlayan ve giderek gerek bölge ülkeleri ve gerek Batı ülkeleri için büyük bir tehlike oluşturan Sünni terör örgütlerinin yarattığı tehdit ile mücadelede İran’ın zaman içinde önemli bir işbirliği ortağı haline gelmesi olasılığı da akla gelmektedir.

c)  Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler her zaman ikircikli bir seyir takip etmiştir. İki büyük İmparatorluğun varisleri olan Türkiye ve İran arasında daima gizli bir rekabet olagelmiştir. Türkiye İran’a uygulanan yaptırımları tam uygulamamış, gaz ve petrol alımını sürdürdüğü gibi Bazı aracılar vasıtasıyla İran’a bir takım ödeme kolaylıkları sağladığı da bilinmektedir.  Bugün iki ülke Suriye’de birbirine tamamen zıt politikalar yürütmektedir. İran’ın Batı ile anlaşmasının bölgedeki ağırlık ve etkinliğinin artmasının ve Sünni terörün şiddetlenerek yayılma göstermesinin ABD ve AB’nin Türkiye’ye bakışını  etkilemesi olasıdır. Bütün bu hususlara rağmen her iki ülkenin de aralarındaki ilişkileri ve İşbirliğini geliştirmeleri her ikisinin de yararına olacağı gibi coğrafyalarının da Türkiye ve İran’ı buna mecbur ettiği de bir gerçektir.

Dış politika ve Savunma Araştırmaları Grubu: 

Başkan: İlter Türkmen, Büyükelçi (E) - Dışişleri Eski Bakanı,Bşk.Yrd
Salim Dervişoğlu Oramiral (E), 

Üyeler

Oktar Ataman Orgeneral (E), 
Cemil Şükrü Bozoğlu Tuğamiral (E), 
Ahmet Oğuz Çelikkol Büyükelçi (E), 
Ünal Çeviköz Büyükelçi (E),  
M. Doğan Hacipoğlu Tümamiral (E), 
Oktay İşcen Büyükelçi (E), 
Güner Öztek Büyükelçi (E), 
Seyfettin Seymen Hv. Tümgeneral (E), 
Necdet Timur Orgeneral (E), 
Turgut Tülümen Büyükelçi (E).



..