Salim Dervişoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Salim Dervişoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2020 Çarşamba

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 6

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 6





c) Nükleer Enerji

Türkiye’nin nükleer enerjiye olan ilgisinin onlarca yıllık geçmişi vardır. Nükleer enerjinin düşük yakıt maliyetleri, fosil yakıt fiyatlarındaki istikrarsızlığı kısmen dengeleyecek bir mekanizma olarak algılanmaktadır. Nükleer enerjinin, fosil dışı enerji kaynağı olarak enerji güvenliğini artıracağı da varsayılmaktadır.

Nükleer enerji, çevre kirliliğine neden olmayan enerji kaynağı olarak, iklim değişikliği değerlendirmeleri nedeniyle de destek görmektedir.
Tüm avantajlarına rağmen, nükleer enerjinin çok sayıda riski ve çok yüksek yatırım maliyetleri bulunmaktadır. Türkiye’nin nükleer enerjiye sahip olma arzusunun önündeki en büyük engelin, nükleer enerji yatırımlarının taşıdığı sayısız riskin yatırımcılar ile kamu arasında paylaşılmasındaki güçlük olduğu görülmüştür.
Yüksek ve değişken inşaat maliyetleri, inşaatların sık sık ertelenmesi, santralin uzun faaliyet ömrü sırasında çıkacak atık yönetimi sorunları, kamuoyunun nükleer emniyete yaklaşımındaki değişimlerden kaynaklanan siyasi ve mevzuatla
ilgili belirsizlikler, ömrünü tamamlayan santralin yüksek söküm maliyetleri gibi unsurların hepsi, yatırım başlamadan önce net biçimde ortaya konması ve sözleşmelere yansıtılması gereken maliyet ve risk unsurlarıdır.

Yakın zamana kadar, Türkiye’nin bu karmaşık ticari sorunu çözme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kısa bir süre önce Akkuyu Santrali için Rusya Federasyonu’yla yapılan anlaşmada, aynı zamanda işletmeci de olmayı kabul eden yatırımcının tüm riskleri üstlenmesini öngören sıra dışı koşullar olduğu görülmüştür. Devletlerarası bir anlaşmaya dayanan bu sıra dışı model, kaçınılmaz olarak ticari kaygılar ile siyasi çıkarların birlikte değerlendirilmesi sonucunda şekillenmiştir.


TESPİT 8 

Nükleer enerji projesinin, Türkiye’ye teknoloji transferi için bir fırsat sunabileceği düşünülebilir. Ancak karmaşık ve gizli yüksek teknoloji yoğunluklu bir işbirliği alanı olduğu dikkate alınmalıdır.
Önümüzdeki dönemde, ifade edilen teknoloji transferi niyetinin gerçeğe dönüşmesi karşılıklı etkin ve sürekli çaba harcanmasını gerektirecektir.


III- FOSİL YAKIT PİYASALARI VE “PİYASA DİNAMİKLERİNDE YAPISAL KIRILMA”


a) Fosil Yakıtlarda Genel Resim

Fosil yakıtlar orta vadede küresel enerji arzına hakim olmaya devam edecektir. Diğer enerji kaynaklarına zamanlama belirsizliği taşıyan geçiş ise, özünde teknoloji politikaları sorunudur. Diğer enerji kaynakları aşağıdaki bölümlerde ayrıca ele alınacağı için bu bölümde sadece fosil yakıtlar değerlendirilecektir.

Düşük maliyet, güvenli erişim ve sürdürülebilirlik, fosil yakıt kaynakları düşünüldüğünde öne çıkan üç temel unsurdur. Petrol, gaz ve kömür, bu üç amaç bağlamında farklı özellikler göstermektedir.

Örneğin, kömür kaynakları dünya geneline dağılmışken, petrol ve gaz 33 Coğrafi olarak yoğunlaşmış vaziyettedir; dolayısıyla, erişim açısından risk profilleri nitelik olarak birbirinden farklıdır. Petrol ve kömür çoğunlukla küresel piyasalarda alınıp satılırken, gaz ticaretinin önemli bir bölümü uzun dönemli sözleşmelere dayanmaktadır; dolayısıyla fiyatlandırma bakımından risk profilleri de farklılık
göstermektedir. Kömürün karbon içeriği, enerji eşdeğeri gaz ya da petrolün kinden daha yüksektir. Aynı zamanda, kömür santralleri yerel çevreye daha fazla kirletici madde yaymaktadır ve sürdürülebilirlik açısından kömürün risk profili doğal gaz ve petrolden farklılık göstermektedir.

Üç temel hedefe ulaşma konusunda, devletin rehberlik edeceği ulusal bir strateji geliştirmek mi, yoksa bu karmaşık politika sorununa optimal çözümü bulmayı piyasa dinamiklerine bırakmak mı daha uygundur? Eğer devletin rehberlik edeceği bir ulusal stratejiye gerek var ise, bu strateji sadece ulusal arz güvenliğine mi odaklanmalı, yoksa ülkenin enerji tüketim altyapısı için de hedefler mi belirlemelidir?

Fosil yakıtlara erişim güvenilir, kesintisiz ve iyi işleyen küresel piyasalarla sağlanabiliyor olsaydı, ulusal enerji sorunu küresel enerji fiyatlarını ve ulusal talep trendlerini tahmin etmekten ve bu veriler doğrultusunda yatırım kararlarını almaktan ibaret olurdu.
Bu basitleştirilmiş senaryoda, piyasalar fiyat sinyallerine cevap vermek açısından daha iyi bir konumda oldukları için ulusal stratejiye duyulan ihtiyaç da sınırlı olacaktır. Devlet bu sürece, temelde özel sektör oyuncuları için açık ve şeffaf kurallar koyarak ve piyasadaki aksaklıklara çözüm bularak dahil olacaktır. Devlet ayrıca, ekonomi yönetiminin gereği olarak ulusal enerji faturasının toplam yükünü sınırlamak ve değişkenliğini azaltmak için mekanizmalar oluşturmaya çalışacaktır.34 Bu önlemler, ağırlıklı olarak, fosil yakıt piyasalarındaki kısa dönemli aksamalara ya da dalgalanmalara karşı koyma mülahazalarıyla şekillenecektir.

Ancak bugün dünyanın içinde bulunduğu koşullarda, güvenilir ve kesintisiz fosil yakıt arzına kesin gözüyle bakmak mümkün değildir. Ulusal arzda uzun süreli, yapısal aksamalar yaşanma riski, konuyu ulusal güvenlik meselesi haline getirmekte ve enerji politikalarına devletin daha fazla müdahalesini gerektirmektedir.

Bu tehdit, mevcut ikili enerji ilişkilerinin kolayca ikame edilemediği bölünmüş piyasalarda özellikle belirgindir. Boru hatlarına  dayalı gaz arzı, bu risk dinamiği ni üreten güncel bir örnektir.

Ulusal enerji güvenliğinde, arz risklerine karşı aşağıdaki farklı stratejiler izlenebilir:

- Yerli arz tabanını genişletmek
- Ülkenin temel malları (hammaddeler, madenler vb.)


DİPNOTLAR;


1. Farklı enerji kaynaklarının ithalat etkisi üzerinde yapılacak karşılaştırma, hem ilk yatırımlardaki hem de yakıt maliyetlerindeki ulusal payı dikkate almalıdır.
2. IEA (2012), World Energy Outlook 2012, OECD/IEA, Paris (“WEO 2010”) Burada verilen değerler 2010 yılındaki seviyeleri yansıtmaktadır.
3. Benzinden alınan vergiler, %60 düzeyindedir ve OECD içinde en yüksek oranı oluşturmaktadır (IEA (2010), Energy Policies of IEA Countries: Turkey 2009
 Review, OECD/IEA, Paris, (“IEA Turkey 2009 Review”), s. 58). Yüksek vergi oranlarıyla esas olarak mali hedefler gözetiliyor olsa da, bu vergilerin dünyada
 yaygın biçimde tartışılan, ancak dirençle karşılanan seçici bir karbon vergisi rolü gördüğü düşünülebilir.
4. Mazottan alınan vergilerin oranının, %49’la, OECD ülkeleri arasında Norveç’ten sonra ikinci sırada geldiği belirtilmiştir, IEA Turkey 2009 Review, s. 58.
5. I EA Turkey 2009 Review, s. 151.
6. İthalatın oranı, toplam yerel arz ve brüt ithalata dayandırılarak hesaplanmıştır. Ancak, Türkiye aynı zamanda petrol ürünleri ihraç eden bir ülkedir. 2011 yılında net ithalat değerleri kullanılarak hesaplanan ithal arzın oranı %92,3 seviyesindedir.
7. Veriler, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın internet sitesinden (www. enerji.gov.tr) alınan istatistiklere dayanmaktadır.
8. BP (2012), Statistical Review of World Energy 2012, BP, London (“BP Statistics 2012”).
9. BP (2012), Statistical Review of World Energy 2012, BP, London (“BP Statistics 2012”).
10. BP Statistics, 2012.
11. Kanıtlanmış gaz rezervleri ile gaz üretimi arasındaki fark, esas olarak İran’ın ve Türkmenistan’ın düşük üretim düzeyinden kaynaklanmaktadır.
12. BP Statistics, 2012.
13. ABD Enerji Enformasyon Dairesi (EIA) Türkiye Analizi, www.eia.gov, son güncellenme tarihi 1 Şubat 2013.
14. BOTAŞ; TPAO.
15. TPAO; WEO 2012, s. 396.
16. EIA’nın verilerine göre, 2010 yılındaki ham petrol ticareti günde 43,7 milyon varil, petrol ürünleri ticareti günde 23,7 milyon varil olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de Boğazlar ve iki boru hattı üzerinden yapılan ticaret ise toplam uluslararası ham ve petrol ürünleri ticaretinin  %5,9’unu oluşturmaktadır (EIA Uluslararası İstatistikler).
17. World Energy Outlook 2011, OECD/IEA, Paris (“WEO 2011”), s. 302.
18. Vatansever, A. (2010), “Russia’s Oil Exports: Economic Rationale versus Strategic Gains”, Carnegie Papers, Energy and Climate Program, 
     No. 116, Aralık 2010.
19. World Energy Outlook 2010, OECD/IEA, Paris (“WEO 2010”), s. 512.
20. WEO 2012, s. 429.
21. ABD Enerji Enformasyon Dairesi (EIA) Türkiye Analizi, www.eia.gov, son güncellenme tarihi 1 Şubat 2013.
22. Bu veriler 2010 ve 2011 yıllarındaki Enerji Dengesi ile ilgili olarak, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın internet sayfasından (www.enerji.gov.tr) alınan istatistiklere dayanmaktadır.
23. WEO 2012, s. 137.
24. Agy., s. 484.
25. Bu enerji yoğunluğu değerleri, IEA tarafından ABD doları’nın SGP’ye göre düzeltilmiş 2005 yılı değerleri cinsinden yayınlanmaktadır.
26. IEA (2009), Implementing Energy Efficiency Policies: Are IEA Countries on Track?, OECD, IEA, Paris (bundan sonra IEA IEEP 2009 olarak anılacaktır); 
IEA Turkey 2009 Review, s. 45.
27. Bu veriler, 2010 yılındaki Enerji Dengesi ile ilgili olarak, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın internet sayfasından (www.enerji.gov.tr) alınan
 istatistiklere dayanır; WEO 2012, s. 556.
28. IEA; Karayolları Genel Müdürlüğü, 2011.
29. IEA IEEP 2009, s. 108-109.
30. Türkiye dünyanın başlıca LPG araç piyasalarından bir tanesidir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, ülkedeki araçların %40,6’sı LPG ile çalışmaktadır. LPG’li araçların karbon salınımları benzinle çalışan araçlara göre genellikle daha düşüktür.
31. IEA, Türkiye’nin düşük karbon AR-GE harcamalarının 2008’de 6 milyon ABD doları düzeyinde olduğunu bildirmektedir, ancak TÜBİTAK’ın Enerji Enstitüsü
bütçesinin bu hesaba katılmadığı anlaşılmaktadır. Enerji AR-GE bütçesi küçük olmakla birlikte, bildirilen rakamlar, zaten düşük olan düzeyi olduğundan da düşük göstermektedir, IEA (2010), Energy Technology Perspectives 2010, OECD/IEA, Paris (bundan sonra ETP 2010” olarak anılacaktır), s. 477.
32. IEA Turkey 2009 Review, s. 104.
33. Yeni gaz rezervleri daha dağınık gibi görünse de, resmin bütününe bakıldığında, rezervler coğrafi olarak Ortadoğu ile Rusya Federasyonu’nda  yoğunlaşmaktadır.
34. Bu gibi önlemler, finansal mekanizmalar ya da enerji bakımından zengin coğrafyalarda üretime dönük varlıklara yatırımlarla sağlanacak yapısal işlemleri
içerebilir. Bir fosil yakıt piyasasındaki kısa dönemli fiyat artışlarının toplam ulusal enerji faturası üzerindeki etkisini hafifletmek için, yakıtların birbiriyle ikame etme olanaklarına yatırım yapmak da gerekli olabilir. Özel sektör oyuncuları, enerji tüketiminde yakıtlar arasında arzulanan ikame imkânını sağlayacak ikili yakıt teknolojilerine ya da yedeklemelere yeterince yatırım yapmayabilirler.



***

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 5

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 5




TESPİT 2 

iii. Türkiye önemli bir enerji transit ülkesi midir?

Türkiye, enerji ticaretinde transit ülke olmak için elverişli bir coğrafi konuma sahiptir. Ülkenin coğrafi konumu, Rusya Federasyonu, Hazar bölgesi ülkeleri, İran ve Irak için Akdeniz havzasına erişim imkânı sağlamaktadır. 2011 yılı itibarıyla, Rusya Federasyonu, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan, İran ve Irak kanıtlanmış petrol rezervlerinin %25,3’üne, kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin ise %52,2’sine sahiptirler.10 2011 yılında küresel petrolün %24,9’u ve doğalgazın %26,1’i11 bu ülkeler tarafından üretilmiştir.12

Türkiye petrolde, Boğazlar ve uluslararası iki boru hattıyla transit görevi görmektedir. Boğazlardan, ağırlıklı olarak Rusya Federasyonu petrolü ve giderek artan oranlarda Hazar petrolü geçmektedir. Bakü- Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı, ağırlıklı olarak Azeri petrolünü taşımakta, ancak Kazak petrolü de bu yoldan dünya piyasalarına ulaştırılmaktadır. Kerkük-Ceyhan boru hattı ise Irak petrolünü taşımaktadır.

Boğazlar hâlâ, Türkiye’nin transit rolünün temel öğesini oluşturmaktadır. 2010 yılında Boğazlar’dan günde 2,9 milyon varil ham petrol ve petrol ürünleri geçmiştir.13 Öte yandan, 2010 yılında söz konusu iki boru hattından günde sadece 1,1 milyon varil14 petrol taşınmıştır. İki boru hattının tam kapasitesi günde 2,8 milyon varildir.15

    2010 yılında, Türkiye üzerinden günde toplam 4 milyon varil ham petrol ve petrol ürünlerinin ticareti yapılmıştır; bu rakam, günlük küresel petrol ticaretinin %5,9’unu temsil etmektedir.16 Türkiye şimdiden önemli bir petrol transit ülkesidir.

    İleriye bakıldığında, Türkiye’nin petrol transit ülkesi olarak işlevinin artması, iki unsura bağlı olacaktır: transit kapasitesi ve komşu ülkelerin Türkiye’den geçecek petrol arzı. Emniyet kaygıları ve trafik yoğunluğu düşünüldüğünde, Boğazlar’ın daha yüksek hacimlerde petrol geçişini kaldırması mümkün görünmemektedir [KUTU 1]. Bu nedenle, Türkiye’nin petrol transit ülkesi işlevinin artması, boru hattı kapasitesinin de yükseltilmesini gerektirecektir.

Yeni transit talebi bakımından, Rusya Federasyonu, Hazar bölgesi, Irak ve ileride bir noktada İran potansiyel tedarikçilerdir. Rusya Federasyonu ihracat yaptığı ülkeleri ve ihracat güzergâhlarını çeşitlendirme arayışındadır.17 Rusya Federasyonu’nun Karadeniz üzerinden ihracatı son on yılda fiilen sabit kalmakla beraber, artan petrol ihracatı gittikçe Baltık ve Kuzey Kutup Denizi limanlarına
yönlendirilmektedir. Bu ülkenin Asya piyasalarına uzanan ESPO boru hattına, Baltık kıyısına uzanan Baltık Boru Hattı Sistemi II’ye ve Kuzey Kutup Denizi üzerinden Asya’ya petrol sevkiyatı altyapısına yaptığı yatırımlar göz önüne alındığında, Türkiye üzerinden yeni bir transit kapasitesi arayışına girme olasılığı düşük görünmektedir.18

Geçiş talebi, başta Kazakistan olmak üzere Hazar bölgesi ülkelerinden de gelebilir; Kazakistan’ın 2015 yılından sonra yeni ihracat kapasitesine ihtiyaç duyacağı ve 2025 yılına gelindiğinde kapasite ihtiyacının günde 2 milyon varile ulaşacağı tahmin edilmektedir.19 Bu ihracat hacminin bir kısmının Karadeniz’den ya da Anadolu üzerinden geçmesi muhtemeldir. Boğazlar’daki çevre ve emniyet
kaygıları düşünüldüğünde, ilave ihracat hacimlerinin Akdeniz’e ulaşması için yeni boru hatlarına ihtiyaç duyulacaktır. Samsun- Ceyhan, Burgaz-Dedeağaç boru hatları ile Bakü-Ceyhan hattının genişletilmesi, değerlendirilmesi gereken alternatif çözümlerdir. Rusya Federasyonu’nun stratejik öncelikleri ve Kazakistan üzerindeki ağırlığı, Türkiye’nin Kazak petrolü için transit rolünün kapsamını belirlemede rol oynayabilir.

İran’ın durumu çok daha karmaşıktır. İran petrol sanayiine yapılacak yeni yatırımların ve ihracat kapasitesindeki artışın zaman çizelgesi, uluslararası siyasi kaygılar nedeniyle son derece belirsizdir.

Türkiye’nin yakın gelecekte İran petrolü için transit ülke rolü oynama olasılığı düşüktür, ancak Türkiye, fırsat oluştuğunda İran’la ve uluslararası toplulukla işbirliğine hazır olmalıdır.

Son olarak, Irak’ın 2011 yılında 2,7 milyon varil olan günlük petrol üretiminin 2020 yılında IEA’nın muhtemel senaryosuna göre 6,1 milyon varile yükseleceği tahmin edilmektedir.20 Türkiye güzergâhlarının genişlemesi umut vaat eden seçenekler sunmakla birlikte, Irak petrol ihracatının ne kadarının Türkiye’den geçeceği şu an için belirsizdir.



TESPİT 3 

Türkiye doğalgazda henüz önemli bir transit ülkesi konumunda değildir. Türk doğalgaz şebekesi, 63,9 milyar m3 ithalat kapasitesine sahip boru hatlarıyla, aralarında Rusya Federasyonu, İran, Gürcistan-Azerbaycan ve Bulgaristan’ın da bulunduğu çeşitli komşu ülkelere bağlıdır.21 Türkiye’nin bir de ihracat için kullandığı ve ülkeyi Yunanistan’a bağlayan ayrı bir gaz boru hattı mevcuttur. Ancak, Yunanistan’a yapılan gaz ihracatı sınırlı bir seviyede kalmıştır (2010 ve 2011 yıllarında bu değer ortalama 0,7 milyar m3 civarında gerçekleşmiştir).22

Her ne kadar Türkiye’den geçen boru hatlarının Azerbaycan, Irak, Türkmenistan, Mısır ve hatta İran’daki doğalgaz arzını Avrupa piyasalarına bağlama ihtimali bulunsa da, siyasi hesaplar genellikle baskın gelip bu ticari kararları ertelemekte dir. Rusya Federasyonu hariç, Türkiye’nin çevresindeki tüm tedarikçi ülkelerin baş etmek durumunda oldukları coğrafi ya da siyasi zorluklar vardır. Bu ülkelerin kendi gaz kaynaklarını Avrupa ve dünya piyasalarına Türkiye üzerinden ihraç etme istekleri ve kapasiteleri belirsizliklerle doludur. Türkmenistan zengin gaz rezervlerine sahiptir ve ülkenin gaz üretiminin Galkynysh sahasındaki geliştiril miş rezervlerle birlikte artması beklenmektedir.23 Ancak, ülke karayla çevrilidir ve ihracatı büyük ölçüde Çin’e bağlanan Orta Asya Gaz Boru hattı sayesinde artmaktadır. Trans-Hazar taşımacılığındaki mevzuat karmaşası, Türkmen gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya akışını geciktirmek için rakip ülkelere büyük ölçüde fırsat sağlamaktadır. İran’ın da önünde siyasi engeller vardır ve çok ağır uluslararası yaptırımlarla karşı karşıyadır.

Irak ise, son zamanlardaki çalkantıların ardından yavaş yavaş toparlanma izlenimi vermekle beraber, bu ülkenin 2010’ların sonuna kadar ihracat için gaz ihraç etme olasılığı düşüktür.24

Yakın gelecekte, Türkiye’nin gaz transit rolündeki en umut verici arz kaynağı Azerbaycan’ın Şah Deniz II gaz sahasıdır. Türkiye ve Azerbaycan 2012 yılında Anadolu boyunca bir boru hattı inşa etmek için (Trans-Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi- TANAP) hükümetlerarası bir anlaşma imzalamışlardır. Bu proje, başlangıç olarak, her yıl Şah Deniz II’den Türkiye’nin Avrupa sınırına 16
milyar m3’lük gaz taşıma kapasitesine sahiptir. TANAP’ı Türkiye sınırındaki Avrupa piyasalarına bağlayacak olan boru hattı yoluna hala karar verilmemiştir. Bu alandaki iki rakip; Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya bağlanan Nabucco Batı Boru Hattı ile Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’ya bağlanan Trans-Atlantik Boru Hattı’dır.



TESPİT 4
KUTU 1: BOĞAZLAR 

b) Yeni Enerji Teknolojileri

i. Türkiye enerji verimli bir ekonomiye sahip midir?

Enerji verimliliği, ulusal enerji hedeflerinin hepsine –arz güvenliği, maliyetin düşürülmesi ve CO2 salınımının azaltılması–hizmet eden bir politika hedefidir. Ancak, enerji verimliliğindeki iyileşmelerin; çoğunlukla binalar, taşıtlar, cihazlar, enerji santralleri ve sanayi için ön yatırım maliyetleri vardır. Böylesine büyük ve yaygın yatırımların ulusal politikalar tasarlanırken akılcı bir şekilde değerlendirilmesi, önceliklendirilmesi ve zamanlama bakımından sıraya konması gerekmektedir.

    2010 yılında, Türkiye’nin üretilen birim GSYİH başına birincil enerji kullanımı, yani enerji yoğunluğu, 0,12 ton eşdeğer petrol [tep]/1000 ABD doları (satın alma gücü paritesine (SGP) göre düzenlenmiş dolar kuru bazında) düzeyinde gerçekleşmiştir.25

Bu düzey, dünya, OECD, AB ve OECD dışı ülkelerine göre daha iyi seviyededir (Tablo 5). SGP’ye göre düzenlenmiş ölçümler temelinde, Türkiye’nin enerji verimliliği, Tablo 5’te görüldüğü gibi, benzer kişi başına GSYİH düzeylerine sahip ülkelerin ekonomileriyle karşılaştırıldığında da iyi seviyededir.



TABLO 5 
Kaynaklar: IEA Key World Energy Statistics 2012 & www.iea.org/stats (AB 27 ve
OECD dışı için, 2009 itibarıyla)
*SGP’ ye göre düzeltilmiş 2005 yılı ABD Doları değerleri

   Enerji yoğunluğu, piyasa kurlarıyla hesaplanan GSYİH temelinde ölçüldüğün de, Türkiye’nin performansı OECD ortalamalarının gerisinde kalmakla birlikte, benzer ekonomik gelişme düzeyindeki ülkelerin pek çoğundan yine de daha iyi durumdadır (Tablo 5). 

Bununla beraber, enerji yoğunluğu performansının mevcut durumu, ileriye dönük ciddi yapısal riskleri gizlemektedir.

Türkiye’nin çimento, çelik ve kimyasal ürünler gibi ağır sanayileri halen fazla verimli olmamakla birlikte, verimlilik artışları için kayda değer bir potansiyel mevcuttur.26 2010 yılında nihai enerji tüketimi içinde sanayinin payı, OECD ekonomilerinde %28 iken, Türkiye’de %22,5 oranındadır.27

Diğer bir risk unsuru, kişi başına düşen otomobil sayısında beklenen artıştır. 
Bu sayıda son zamanlarda gerçekleşen artışa rağmen, 2010 yılı itibarıyla AB-27 ülkelerinde 1000 kişiye 475 olan otomobil yoğunluğu, Türkiye’de hâlâ 1000 kişiye 103 düzeyinde kalmıştır.28 Otomobil, benzin ve mazottan alınan yüksek vergiler, ulaşım sektörüne ciddi kısıtlama getirmektedir. Otomobil filosu enerji açısından pek verimli değildir, ancak büyüklüğü vergi politikasıyla yapay olarak kontrol altına alınmakta, bu da Türkiye’de ulaşıma bağlı enerji tüketimini sınırlamaktadır. Ancak, Türkiye ekonomisinin tahmini büyümesinin hızla yükselen otomobil talebi doğuracağına kesin gözüyle bakılabilir. Artan refahtan kaynaklanan talep büyümesinin yanı sıra, otomobil ve yakıt vergilerinde düşüş yönünde değişim de olursa, otomobil sahipliğinde çok büyük artış gerçekleşe bilir. Bu ise, enerji yoğunluğu düzeylerinde hızla bozulmaya yol açacaktır.

Enerji yoğunluğu düzeylerinde otomobil sahipliği artışından kaynaklanan olumsuz eğilimi önlemek, geliştirilmiş yakıt verimlilik standartları oluşturmak ve toplu taşımaya yönelik teşvikler ile mümkün olabilir.

Türkiye’nin şu anki enerji yoğunluğu performansı endişe verici olmamakla birlikte, artan ulusal enerji ihtiyacı ve bundan kaynaklanan karbon salınımları sektörler arasında daha sistemli enerji verimliliği atılımını gerektirmektedir.29 

Enerji yoğunluğu öncelikle bir enerji güvenliği meselesidir ve uzun dönemli arz güvenliği hedefleriyle birlikte ele alınmalıdır.
Dahası, enerji verimliliği dünyanın pek çok ülkesinde giderek bir politika önceliği haline gelmektedir. Türkiye’nin mevcut uluslararası nispi performansını önümüzdeki onyıllarda da sürdürebilmesi için enerji verimliliği alanında gerekli iyileştirmeleri  önceden planlaması gerekecektir.



TESPİT 5 

ii. Türkiye ekonomisi CO2 salınımları bakımından verimli midir?

Türkiye ekonomisinin karbon yoğunluğu, SGP’ye göre düzenlenmiş ortalamalar temelinde, dünya, OECD ve OECD dışı ülkelerin ortalamaları ile karşılaştırıl dığında iyi durumdadır. Türkiye’de 2010 yılında, 1000 ABD doları tutarında GSYİH başına 0,29 kg CO2 salınımı gerçekleşmiştir (Tablo 5). Bu düzey, AB ortalamasının ve çoğu AB ülkesindeki ortalamaların biraz üzerinde olmakla beraber, Latin Amerika ülkeleri hariç, benzer kişi başına GSYİH düzeylerine sahip ülkelerden önemli ölçüde düşüktür. SGP’ye göre düzenlenmemiş
değerler bu kadar olumlu değildir ve bu temelde hesaplanan rakamlara göre, Türkiye’nin performansı Batı Avrupa ülkelerinin gerisinde kalmaktadır.

Türkiye’nin sektörlere göre karbon salınım değerleri, karbon yoğunluğu performansının ardındaki dinamiklere dair bazı ipuçları vermektedir.
Enerji ve ulaşım sektörlerinin karbon salınım payları, dünya, OECD ve AB ortalamalarının altında olmakla beraber inşaat sektörü ve sanayinin
payları bu ortalamalardan yüksektir. Nispeten düşük otomobil sahipliği düzeyi ve LPG’li araçların yaygın kullanımı30, ulaşım sektörünün salınımlardaki düşük payını açıklamaktadır. Türkiye’de 1990’lardan beri kömür santrallerinden doğalgaz santrallerine geçiş yönünde yaşanan büyük değişim, enerji sektörünün karbon performansında kuşkusuz önemli rol oynamıştır.

Güçlü yenilenebilir enerji atılımı ile imalat sanayiinde dönüşüm yaşanmaması halinde, kömüre dayalı enerji üretimindeki tahmini artışın Türkiye’yi karbon yoğunluğu performansı açısından olumsuz etkilemesi ve OECD ülkelerinden
biraz daha uzaklaştırması beklenebilir. Kömürle ilgili arz güvenliği önceliklerinin karbon salınımı hedefleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekecektir.



TESPİT 6 

iii. Türkiye önemli yeni enerji teknolojisi varlıklarına sahip midir?

Yeni enerji teknolojilerinin birbiriyle ilintili, ancak farklı iki boyutu vardır:

i. Teknoloji Üretimi: Ülkenin, küresel düzeyde yeni enerji teknolojiler inin imalatına katılma kapasitesi,
ii. Teknolojinin Özümsenmesi: Yeni enerji teknolojilerini, hızla, güvenilir biçimde ve düşük maliyetle edinme ve uygulamaya koyma becerisi.

Türkiye’de politika girişimleri, hatta söylemi, stratejik hedef olarak dünyadaki yeni enerji teknolojilerinin üretimine katılım yönünde açık bir niyet ortaya koymamaktadır. Yeni enerji teknolojilerinde gereken yatırımların büyüklüğü ve bu teknolojilerle ilgili belirsizlikler düşünüldüğünde, kamunun finansman desteği, kamu-özel sektör işbirliği ve hedefe yönelik sınırötesi işbirliği esastır. Bu konular henüz, tutarlı politika tartışmaları kapsamında öne çıkmamıştır.

Türkiye’nin, yeni enerji teknolojileri sanayiinin gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak AR-GE ve uygulama yeteneği ile insan sermayesinin oluşturulmasına yönelik kapsamlı ulusal stratejisi henüz bulunmamaktadır. Enerji teknolojisi alanında ARGE ve uygulamaya yönelik kamu desteği çok sınırlıdır. Kamunun AR-GE harcamalarının GSYİH içindeki payı, OECD ülkeleri
arasında en düşük oranı oluşturmaktadır (Şekil 3).31



ŞEKİL 3 


Enerji alanındaki mevcut AR-GE ve uygulama çalışmaları; araştırma enstitüleri ve çeşitli üniversite bölümleri arasında dağılmış durumdadır. Özel sektörün yeni enerji teknolojilerine yaptığı AR-GE ve uygulama yatırımları da sınırlıdır.
Teknoloji transferi ve uygulamaları cephesinde; tarife garantileri, elektrik perakendecileri için satın alma zorunlulukları ve şebeke entegrasyonu ile ilgili konular yeni politikalarla düzenlenmeye çalışılmaktadır. 32


TESPİT 7 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 4

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 4



iii. Nükleer Enerjide “Emniyet ve Küresel Güvenlik kırılması”

   Maliyeti açısından uygun olan enerji teknolojileri gelişene kadar (zamanlama belirsizliği), nükleer enerji, hem enerji güvenliği hem de çevre sürdürülebilirliği açısından cazip bir seçenek olmaya devam edecektir. Ancak, çok sayıda yeni ülke nükleer enerji üretmeye talip olduğu ölçüde, küresel emniyet riski de buna bağlı olarak artacaktır. Aynı şekilde, yerel düzeyde nükleer yakıt zenginleştirme ve tekrar işleme kapasitesine sahip olma isteği, nükleer güvenlik riskini önemli ölçüde artıracak ve dünyada nükleer enerjinin seyri önünde büyük bir engel teşkil edebilecektir.
    Nükleer enerji alanındaki mevcut küresel güvenlik sisteminin, nükleer güce sahip ülkelerin sayısının hızla artması karşısında giderek yetersiz kaldığı görülmektedir. Küresel nükleer enerji planlarında ve projeksiyonlarında, bu temel küresel güvenlik kaygısı hafife alınmamalıdır. Aynı şekilde, nükleer güce sahip ülkelerin sayısı arttıkça, emniyet riskleri, küresel tartışmada çok daha fazla öne çıkan bir unsur haline gelecektir.

   Çernobil, Three Mile Island, Fukuşima gibi emniyet hatalarından kaynaklanan kazaların ya da meydana gelebilecek nükleer güvenlik hadisesinin, küresel nükleer emniyet/güvenlik düzeni üzerinde derin bir etkisi olacağına kesin gözüyle bakılabilir. Bu gibi tecrübelerin, nükleer enerjinin küresel olarak yayılmasında, dolayısıyla da küresel enerji arzında önemli kırılmalara neden
olması muhtemeldir.

    Söz konusu küresel belirsizlik unsurunun, ulusal enerji politikalarındaki stratejik hesaplara dahil edilmesi gerekmektedir.

Nükleer enerjinin küresel güvenlik ve emniyet boyutları, bu rapor çerçevesinde ele alınan üçüncü belirsizlik ve potansiyel yapısal kırılma unsurudur.

b) Türkiye’nin Küresel Belirsizliklerin Şekillenmesinde Bir Rolü Var Mıdır?

    Yukarıda tanımlanan üç temel yapısal kırılma unsuru, küresel olarak şekillenmektedir. Ulusal enerji politikası üzerinde düşünürken, Türkiye’nin; belirsizliği azaltmak ya da belirsizliğin kendi lehine çözülmesini sağlamak için yeterli ağırlığa ya da önemli avantajlara sahip olup olmadığını değerlendirmek önem taşımaktadır. Böyle bir ağırlığın yeterli olmaması durumunda, ulusal politika, yukarıda tarif edilen küresel yapısal değişimlere karşı koyabilecek enerji sistemlerinin tasarlanmasına ve hayata geçirilmesine odaklanmalıdır.

   Türkiye, belli miktarda yerli kömür kaynağına sahip olan, ancak ithal petrole ve gaza yüksek oranda bağımlı, ağırlıkla fosil yakıt tüketen bir ekonomidir. Tüketici olarak oldukça büyük bir pazara sahiptir, ancak bu küresel dengeleri etkileyecek büyüklükte değildir. Bu nedenle Türkiye, ne stratejik bir enerji üreticisi ne de tüketicisidir. Ancak, stratejik petrol ve gaz bölgelerine komşu
olan, önemli bir petrol transit ve önemi giderek artan potansiyel bir doğalgaz transit ülkesidir. Türkiye’nin sistematik olarak önemli bir petrol ve gaz transit oyuncusu olarak ön plana çıkmasını geciktiren en önemli unsur bölgedeki petrol ve gaz üreticisi ülkelerin çoğunun iç ve dış siyasi engellerinin bulunmasıdır. Yine de Türkiye’nin mevcut transit ülke statüsü, daha da önemlisi bir transit ülke olma potansiyeli, stratejik planlamada göz önünde bulundurulması gereken kilit bir avantajdır.

Yeni enerji teknolojilerinin zamansal belirsizliğine gelince, Türkiye, yenilenebilir enerji, verimlilik ya da temiz fosil yakıt teknolojilerinde henüz dünya ölçeğinde etki yaratacak temel yeteneklere sahip bir ülke konumunda değildir. Türk ekonomisi, yeni teknolojilerde büyük ölçekli üretim suretiyle maliyetleri aşağı çekmek için gerekli pazar büyüklüğüne de sahip değildir.

Ayrıca Türkiye, yeni teknolojilerdeki küresel zamansal belirsizliği azaltma ya da şekillendirme konusunda da öncü bir rol oynamaya hazır değildir.

O nedenle, Türkiye, orta ve uzun vadede küresel ekonomide başını teknolojinin çektiği enerji dönüşümünde kademeli olarak ağırlık kazanmasını sağlayacak entelektüel ve kurumsal yeteneklere yatırım yapmalıdır. 

Türkiye, bununla birlikte, maliyet açısından fosil yakıtlarla rekabet edebilecek yeni enerji teknolojilerinin hızla hayata geçmesini kolaylaştıracak esnek enerji altyapı yatırımlarını planlamaya ve gerçekleştirmeye de odaklanmalıdır.

Aynı şekilde, Türkiye, nükleer enerjide avantaj olarak kullanabileceği teknik yetkinliğe henüz sahip değildir. Ancak, daha önce de değinildiği üzere, nükleer enerjinin gelişmesinde kırılmaya sebep olabilecek yapısal değişiklikler, uluslararası güvenlik ve emniyet konularıyla alakalı olacaktır. Türkiye’nin ulusal enerji politikası, uluslararası düzeyde nükleer enerji karşıtı muhtemel bir yapısal değişimin olumsuz yansımalarına karşı koymak üzere tasarlanmalıdır. 

Bu doğrultuda, Türkiye’nin bölgesindeki önemli rolü ve küresel sorumlulukları üstlenme iradesi avantaja dönüşebilir. Türkiye, güvenli ve emniyetli küresel nükleer enerji rejiminin tasarlanmasında, daha da önemlisi uygulanmasında pekâlâ asli rol üstlenebilir. Türkiye’nin nükleer enerji politikasının, nükleer emniyet ve küresel güvenlik ile ilgili açık bir yol haritası olmalıdır. Nükleer enerjinin emniyet ve küresel güvenlik boyutuna entelektüel ve diplomatik yatırım yapan ülkelerin, orta ve uzun vadede olası emniyet ve güvenliği
ilgilendiren kırılma senaryolarından asgari zarar görerek çıkması muhtemeldir.

c) Temel Belirsizlikler Politika Tasarımında Neden Önem Taşımaktadır?

Söz konusu üç temel yapısal kırılmayı birleştiren özellik, sistemi etkileyecek ölçüde önemli ve hızlı değişim içermeleridir. Küresel fosil yakıt piyasası yapılarında niteliksel dönüşüm olasılığı, farklı yeni enerji teknolojilerinden hangisinin ne zaman öne çıkacağı konusundaki belirsizlik ve nükleer enerjinin küresel ölçekte kullanımına engel olacak yapısal bir değişiklik kırılma unsurlarını
oluşturmaktadır.

    Bu unsurlara karşı geliştirilecek politikalar; güvenlik, maliyet ve sürdürülebilir lik açısından ulusal öncelikleri koruyabilecek enerji sistemlerinin tasarlanmasını gerektirmektedir.
Bu nedenle, yapısal kırılganlık unsurları göz önünde bulundurularak, bu raporun tamamında, politika tasarımında öncelik şu konulara verilmiştir:

i. Gerektiğinde hızlı hareket edebilme esnekliği sağlayacak düşük maliyetli seçeneklerin yaratılması ve

ii. Politikalarda hızlı ve gerekli değişikliklerin maliyetini yükseltebilecek geri dönülmez yatırımlara ihtiyatla yaklaşılması.


( ÖNERİ 1: )


Fosil yakıt ticaret rejimlerinde sessizce gerçekleşen yapısal değişimler, teknolojik ilerlemenin öngörülemeyen hızı, nükleer emniyet ve küresel güvenlik krizleri, enerji alanının yapısında var olan yapısal kırılma unsurlarıdır. Enerji politikaları, beklenmedik olumsuz değişikliklere karşı koyabilecek ve hızla gelişen olumlu değişimlerden de faydalanacak şekilde tasarlanmalıdır. Esneklik sağlayacak seçeneklere yatırım yapılması ve politika değişimine engel olabilecek kilitlenmelerin önüne geçilmesi en temel politika öncelikleri olmalıdır.

Bu amaca ulaşmak için,

i- Kamusal yaklaşım, enerji politikalarında esnekliği sağlamanın ilave yatırım maliyetleri olacağının bilincinde olmalıdır. Esnekliği sağlamak için ilave maliyetleri göze alan politika tercihleri yadırganmamalıdır,

ii- Ancak karar alıcıların esneklik iddiası ile yüksek maliyetli yanlış kararlarının peşinen kabullenilmesinin önüne geçmek için, bu maliyetler bağımsız kurumsal mekanizmalar tarafından izlenmelidir. )


Rapor, kaynakların, tedarikçilerin, arz güzergâhlarının, farklı teknolojilere yatırımın çeşitlendirilmesini gözeten daha geleneksel enerji politikalarını bu çerçeveye yerleştirmektedir. Bu geleneksel politikaların altında yatan riski dağıtma yaklaşımı, sürekliliğin bulunduğu koşullarda son derece faydalı olmakla beraber, söz konusu yaklaşımın yapısal değişimlere karşı koyabilecek
stratejilerle tamamlanmaya ihtiyacı vardır.

   Çalışma Grubu raporu, Türk enerji sektörüne kısa bir girişten sonra, bu bölümde saptanmış olan üç enerji alanı çevresinde kurgulanmıştır. Bu kurgu, enerji sorununu, ana hatlarıyla, “fosil yakıtlara erişim”, “teknolojilere erişim” ve “nükleer enerjiye erişim” (yakıtlar ile teknoloji arasında melez bir alan) konularına ayıran bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

II- TÜRKİYE’NİN ENERJİ TABLOSU: KARŞILIKLI BAĞIMLILIKLAR VE AVANTAJLAR

Küresel enerji alanındaki çeşitli belirsizliklerin etkileşimi ele alınmadan önce, ilk olarak Türkiye’nin enerji tablosunun ana hatlarıyla değerlendirilmesi gerekmekte dir. Makro düzeyde, Türkiye’nin enerji ihtiyacının büyük kısmı ithal fosil yakıtlar ile karşılanmaktadır. Enerji faturası ulusal ekonomi üzerinde ağır bir yük oluştur makta ve ülkenin bugünkü yapısal cari açık sorununu derinleştirmektedir.
Genel strateji olarak, bu yapısal ve maliyetli bağımlılığın giderilmesine yönelik en belirgin çözümler yerel enerji kaynaklarının artırılması ve enerji verimliliği önlemleri sayesinde enerji tüketiminin azaltılmasıdır. Ancak her ne kadar her iki
yönde de çabalar mevcut olsa da, sonuçlar henüz istenilen düzeye ulaşmamıştır.

Enerji arzının ithal fosil yakıtlara aşırı bağımlılıktan yenilenebilir ve nükleer enerji gibi enerji teknolojilerine kaydırılması bir başka olası yapısal çözümdür. Ancak, bu teknolojiler ulusal olarak üretilmeyip ithal edildiği ölçüde, yeni teknolojiler toplam dış ödemeleri azaltmak yerine bu ödemelerin zamanlamasını değiştirecektir.1

Aşağıdaki bölüm, raporun geriye kalan kısmı ile bir bütünlük sağlayacak şekilde kurgulanmakta ve genel hatlarıyla daha önce belirlenen çerçeveyi izlemektedir. Öncelikli olarak, özellikle arz kaynakları üzerinde durularak, Türkiye’nin fosil yakıta dayalı enerji profili anlatılmaktadır. İkinci bölümde, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve temiz fosil yakıt teknolojilerine duyulan ihtiyacı ortaya koymak üzere, enerji ve CO2 yoğunluğu konuları ele alınmaktadır. 
Bu doğrultuda, Türkiye’nin nispi teknik yeteneği ile ilgili veriler incelenmekte, son olarak da, Türkiye’de nükleer enerji konusuna ilişkin birkaç önemli gözlem paylaşılmaktadır.

a) Fosil Yakıtlar

i. Türkiye’nin fosil yakıtlara bağımlılığının boyutları nedir?

   Fosil yakıtlar, toplam küresel birincil enerji arzının yüzde 81’ini kapsayarak, en büyük enerji kaynağını oluşturmaktadır.2 

   Bu yüksek kullanım oranının azalması beklenmekle birlikte, fosil yakıtlar önümüzdeki onyıllarda da temel enerji kaynağı olmaya devam edecektir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA), World Energy Outlook (WEO) 2012 raporundaki fosil yakıt kullanımının asgari seviyede olduğu senaryoda bile, küresel fosil yakıt kullanım oranının 2035 yılında toplam içerisinde %63 düzeyinde olacağı tahmin edilmektedir. Senaryonun iyimser varsayımları düşünüldüğünde, %63 düzeyinin 2035 yılı için bir alt sınır olması muhtemeldir.

   Türkiye’nin toplam birincil enerji tüketiminde fosil yakıtların payı, %89,3 oranıyla, dünya ve OECD ortalamalarından bir hayli yüksektir (Tablo 1). Bu durum, hem uzun vadede fosil yakıt bağımlılığını azaltmak lehine güçlü bir uyarı, hem de kısa vadede Türkiye’nin enerji politikası planlanırken göz önünde bulundurulması gereken önemli bir baskı unsuru niteliğindedir. Tablo 1’de gösterildiği gibi, fosil yakıt paylarının en yüksek olduğu coğrafyalar, kaynak bakımından zengin bölgeler ile hızla büyüyen Çin ekonomisidir. Fosil yakıt kaynakları sınırlı olmasına  rağmen, Türkiye’nin tabloda kaynak bakımından zengin bölgelere yakın bir sırada yer alması çelişkili bir durum yaratmaktadır.

   Türkiye’nin toplam birincil enerji arzında petrolün payı, dünya ortalamasından düşük, OECD ortalamasının ise epeyce altındadır

TABLO 1 

(Tablo 1). Bu durum da büyük ölçüde halihazırdaki araç stokunun OECD düzeylerine kıyasla düşük olmasının yansımasıdır (Şekil 1).
  

ŞEKİL 1 

   Araç stokunun nispeten sınırlı olması, kısmen ülkenin refah düzeyiyle açıklanabilir olmakla beraber, yakıt vergilerinin yüksek olması da Türkiye’de otomobil sayısını sınırlayan diğer bir unsurdur.3 4 Mevcut vergi rejimi otomobil talebini sınırlamakla birlikte, orta ve uzun vadede yükselen refah düzeyinin otomobil sahipliğini artıracağına kesin gözüyle bakılabilir. Bununla bağlantılı olarak petrol talebinde meydana gelecek artış, enerji politikalarını planlayanlar için göz önünde bulundurulması gereken önemli bir husustur.

   Öte yandan, Türkiye’nin birincil enerji arzında kömür kullanımının payı dünya ortalamasının biraz üzerinde, OECD ortalamalarının ise bir hayli ilerisindedir. Kömür, Türkiye’deki tek önemli yerli fosil yakıt kaynağı olduğundan, enerji güvenliğiyle ilgili kaygılar, kömüre olan yüksek bağımlılığı kısmen açıklamakta dır. Ancak, enerji arzında kömürün payının sırasıyla %66 ve %41 olduğu Çin ve Hindistan’ın aksine, Türkiye’nin yerli kaynağına bağımlılığı nispeten daha dengelidir.

   Halihazırda, politika yapıcılar arasında, Türkiye’nin birincil enerji arzında kömürün payını önemli ölçüde artırma yönünde güçlenen bir eğilim gözlenmekte dir. Kömürün payını 2020 yılına kadar %37’ye yükseltme hedefi,5 Türkiye’nin, CO2 salınımları nedeniyle gelişmekte olan kömür karşıtı küresel duruşla doğrudan çelişmesini ve uluslararası siyasi direnişle karşılaşmasına sebep olabilir. Çin ve Hindistan gibi birincil kaynak olarak yüksek oranda kömür kullanma tercihi, Türkiye için de izlenebilecek yol olarak değerlendirilebilir. Ancak önümüzdeki dönemde bu gibi büyük oyuncuların kendi birincil enerji arzında kömürün payını kademeli olarak düşürmeleri halinde, bu gelişme siyasi
olarak arkasında durulması güç bir argümana da dönüşebilir (Tablo 2).



TABLO 2

Son olarak, Türkiye’nin birincil enerji arzında doğalgazın payı, yerli gaz kaynaklarına sahip olmayan ülkeler arasındaki en yüksek oranlardan biridir. Bu durum esas olarak, Soğuk Savaş ertesinde komşulara enerji bağımlılığının verdiği rahatsızlığın azalması sonucu Türkiye’nin enerji portföyüne doğalgazı da ekleme yönünde 1990’larda alınan kilit bir siyasi kararın yansımasıdır. Doğalgaz on yıl içinde, Türkiye’nin enerji arzının hızla çok önemli bir bileşeni haline gelmiştir (Şekil 2).

Türkiye’nin birincil enerji arzında kömürün payı artarken, doğalgazın payının 2020’de %23,7’ye düşeceği tahmini (Tablo 2) değişen risk algılarının yansıması olarak yorumlanabilir. Çok sınırlı sayıda komşu tedarikçiden doğalgaz ithalatı, riskli bir karşılıklı bağımlılık durumunu beraberinde getirmektedir. Ancak, sonraki bölümde tartışılacağı gibi, bu riskin küresel gaz piyasalarındaki olası dönüşüm bağlamında yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.



ŞEKİL 2 



TESPİT 1 


ii. Türkiye fosil yakıtlarda önemli bir küresel oyuncu mudur?

    Türkiye’nin yerli petrol ve doğalgaz üretimi çok sınırlıdır. 2011 yılında ham petrol ve petrol ürünleri arzının %93,4’ü,6 gaz arzının da %98,2’si ithal edilmiştir. Türkiye yerli kömür kaynaklarına sahiptir ve 2011 yılında kömür ihtiyacının sadece %26’sı ithalatla karşılanmıştır.7
    Türkiye’nin enerji üreticisi olarak küresel bir oyuncu olmadığı açıktır. Küresel petrol, gaz ve kömür üretimindeki payı ise marjinaldir (Tablo 3).

2011 yılında, Türkiye’nin petrol, gaz ve kömür tüketiminin küresel arz içindeki payı, sırasıyla %0,8, %1,4 ve %1,4 seviyelerinde gerçekleşmiştir (Tablo 3). Türkiye, 2011 yılı itibarıyla, ülkeler arası tüketim sıralamasında, petrol, gaz ve
kömür cinsinden birincil enerji tüketiminde sırasıyla 28., 19. ve 13. sırada yer almıştır.8 Dolayısıyla, Türkiye dünyanın en büyük enerji tüketicileri arasında da değildir.



TABLO 3 
Kaynaklar: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2011 Yılı Genel Enerji Dengesi & BP Statistics 2012 & EIA International Energy Statistics 2011 & Eni World Oil and Gas Review 2012


   Türkiye’nin ithalatının küresel enerji ticaretindeki payı, enerji alanındaki göreceli ağırlığının bir başka ölçütüdür. 2011 yılı itibarıyla, Türkiye’nin petrol, gaz ve kömür ithalatı, bu metaların küresel ticaretinin sırasıyla %1,1, %4,3 ve %2,1’i düzeyinde gerçekleşmiştir (Tablo 3). Türkiye’nin petrol ve kömür ticaretindeki payı büyük olmasa da, dünyanın en büyük 8. doğalgaz ithalatçısı konumunda olması önemlidir.9

Satıcının ve alıcının genellikle boru hatları ve uzun vadeli ikili sözleşmelerle birbirine bağımlı olduğu gaz piyasaları hâlâ bölünmüş olduğundan, Türkiye’nin doğalgaz ticaretindeki payı özellikle önem taşımaktadır.

Tablo 4, Türkiye ile doğalgaz tedarikçileri arasındaki karşılıklı bağımlılığı göstermektedir. Boru hattıyla gaz ihraç eden üç ülkenin

–Rusya Federasyonu, İran ve Azerbaycan– Türkiye’nin toplam gaz kullanımı içindeki payı oldukça yüksektir. Ancak, Rusya Federasyonu’nun doğalgaz ihracatında Türkiye’nin payının %10’un üzerinde olduğuna ve Türkiye’nin İran ile Azerbaycan’ın ihraç ettiği gazın çok önemli bir alıcısı konumuna dikkat çekmek gerekir. Dolayısıyla genel resme bakıldığında, Türkiye’nin boru hatlarına
dayalı mevcut doğalgaz ticareti, tedarikçi ülkeler ile önemli karşılıklı bağımlılıklar yaratmaktadır.



TABLO 4  
Kaynaklar: BP Statistics 2012 & Azerbaycan Cumhuriyeti Resmi İstatistik Kurumu, http:// www.stat.gov.az


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 3

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 3



    Çalışma Grubu, Türkiye’de YET’in kullanılması ve üretilmesiyle ilgili politikaların oluşturulmasındaki boşlukları doldurma sorumluluğunu üstlenecek üç yeni kurumsal yapının oluşturulmasını önermektedir:

i. YET’in yaygın kullanılmasına dönük yatırımları destekleyecek politikalarda tutarlılık ve süreklilik sağlamak üzere bağımsız analizler gerçekleştirecek, YET Politika Tutarlılığı ve Öngörülebilirlik Merkezi

ii. Türk YET bilgi ve imalat sektörlerinin gelişmesini sağlamakta koordinasyon birimi işlevi görecek, Türkiye YET Sanayiini Geliştirme Komitesi

iii. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde profesyonel çekirdek birim olarak çalışacak, YET ile ilgili sağlam, güvenilir yasa ve düzenleme ler hazırlamada “münhasır” yetkiye sahip, Hukuki Düzenleme Tasarım Birimi

c) Nükleer Enerji

   Türkiye’nin nükleer enerji stratejisi; maliyet, enerji güvenliğini artırıcı etkisi, karbon salınımlarında azaltım ve teknoloji transferi gerekçelerine dayandırıl maktadır. Bu gerekçelerin her biri üzerinde halen meşru bir tartışma sürmektedir.

Ancak mevcut tartışma, nükleer enerji üretiminin sürekliliğini engelleyebilecek potansiyel küresel emniyet sorunları ile olası güvenlik krizlerini göz ardı etmektedir. Yaşanabilecek böyle muhtemel bir kriz, haliyle, enerji güvenliği, maliyet ve karbon salınımına ilişkin tüm değerlendirmeleri altüst edecektir.

    Nükleer tesislerin işletilmesi ve işletmeden çıkarılması süreçlerinin her ikisinde de emniyet risklerinin azaltılması çok boyutlu bir sorun haline gelmiştir. Yeterli finansman ve uzmanlığa sahip, bağımsız bir gözetmen/düzenleyici kuruluş bu sürecin her aşamasını denetlemelidir.

   Türkiye, nükleer enerjiye yatırım stratejisinin ayrılmaz bir parçası olarak, küresel emniyet ve nükleer tehditlerin yayılmasını önleme çabalarına entelektüel ve diplomatik sermaye yatırımı yapmalıdır. Türkiye, uluslararası nükleer
tehditlerin yayılmasının önlenmesi ve emniyet tartışmaları ile ilgili girişimlerde, küresel düzeyde kabul gören, sorumlu bir aktör durumuna gelmelidir.

    Çalışma Grubu, Türkiye’de nükleer enerjiyle ilgili politikaların oluşturulmasın daki sistem boşluklarının doldurulmasında sorumluluk üstlenecek iki yeni kurumsal yapının oluşturulmasını önermektedir:

i. Resmi politikaların belirlenmesine destek olacak ve küresel nükleer emniyet ve güvenlik tartışmalarına katkıda bulunacak bağımsız bir politika enstitüsü olarak tasarlanacak, Nükleer Araştırma & Politika Merkezi

ii. Uluslararası nükleer güvenlik rejimiyle ilgili küresel diplomatik çabalara katkı yapmak üzere Dışişleri Bakanlığı bünyesinde “münhasır” yetki ile görevlen dirilecek, yeterli ve kalıcı kadrolara sahip, Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Birimi


I- GİRİŞ

Kesintisiz, düşük maliyetli ve küresel olarak sürdürülebilir enerji arzının güvence altına alınması, tüm dünyada ulusal enerji politikalarının merkezinde yer almaktadır. Bu hedef doğrultusunda geliştirilen stratejiler ve politikalar, enerji olgusunun iç içe geçen bileşenleri konusunda birçok kurumda hazırlanan ayrıntılı tahminlerden hareketle formüle edilmektedir. Ancak, enerji sektörünün önemli bir özelliği, tahminleri ve dolayısıyla politika tercihlerini sert dönüşlerle geçersiz kılabilmesi dir. Çoğu enerji yatırımının büyük ölçekli ve uzun ömürlü olması, yanlış kurgulanmış politika tercihlerinin maliyetini artıran, yapısal geri
dönülmezlik etkisi yaratmaktadır. Yeni enerji yatırımlarında geri dönülmezliğin getirdiği maliyet endişesi ise mevcut politikaların devamı yönünde etki yapmakta, dolayısıyla politika değişimlerine direnç oluşturmaktadır.

Enerji sektöründe; erişim, düşük maliyet ve sürdürülebilirlik meselelerinde yaşanan belirsizliklerle baş etmek politika tasarımı açısından, zaman ve ülke sınırlarını aşan genel bir sorundur. Bu Çalışma Grubu raporu, karmaşık küresel enerji denklemindeki belirsizliklerin gerekli kıldığı ve aynı zamanda seçenekleri de sınırlandırdığı enerji politikalarımızı şekillendirmeye yönelik bir girişimdir.

Belirsizlik, enerji sorununun neredeyse her vechesine nüfuz etmiştir. Arz tarafında, jeolojik tesadüfler ve teknoloji, öngörülemeyen kaynak büyüme süreçlerini tetikleyebilmektedir.

Kaya gazı ve petrolü üretimi, derin su sondajlarında giderek artan
teknik yetenek, hatta Kutup kaynaklarına erişim imkânlarının gelişmesi, erişilebilecek fosil yakıt alanının ABD’den Batı Afrika’ya, Brezilya’dan Kuzey Kutup Bölgesi’ne kadar genişlemesini mümkün kılmaktadır.

Teknolojideki atılımlar ve tesadüfler kaynak tabanını genişletirken, öngörüle  meyen siyasi ortam ve politikalar, fosil yakıtların çıkarımında zorluklara ve ertelemelere neden olabilmektedir Karasularının sınırları ve Münhasır Ekonomik Bölgeler ile ilgili uluslararası anlaşmazlıklar, etnik çatışmalar, uluslarötesi petrol
ve gaz taşımacılığını engelleyen uluslararası siyasi mücadeleler, ambargolar ve uluslararası oligopoller; kullanılabilir kaynaklara erişimi yıllarca, hatta onyıllarca geciktirebilmektedir. Benzer şekilde, fosil yakıtların çevre üzerindeki olumsuz etkileri konusundaki küresel farkındalık, politikaları şekillendirmekte;
kömür ve petrol kumu gibi kirletici yakıtların çıkarılmasının sınırlanmasına, ertelenmesine, hatta yasaklanmasına ya da dünyanın bazı yerlerinde derin deniz sondajlarının engellenmesine neden olabilmektedir.

Ekonomik dalgalanmalar, siyasi ve teknik belirsizliğin enerji arzı üzerindeki olumsuz etkisini daha da ağırlaştırmaktadır. Enerji yatırımlarının geri dönüş süreleri genellikle uzun olduğundan, arz düzeyi, fiyat değişim işaretlerine ciddi gecikmeyle karşılık verebilmekte, bu da yapısal fiyat istikrarsızlığına neden olmaktadır.

Doğal afetlerin, savaşların, terör faaliyetlerinin ya da korsanlığın neden olduğu aksamalar, arz üzerinde önemli olumsuz etkiler yaratabilmektedir. Fosil yakıtlar coğrafi olarak belirli yerlerde yoğunlaşma eğilimi göstermekte ve dar deniz geçitleri küresel enerji arz sistemi için önemli risk unsuru oluşturmaktadır. Petrol
ve doğalgaz boru hatları ile ulusal altyapı tesisleri, enerji arzı üzerinde doğrudan etkisi olan yapısal kırılganlık unsurlarıdır.

Yeni enerji teknolojilerini ve bu teknolojilerin uygulamalarını destekleyen politikaların ortaya çıkışı küresel enerji arz sistemine özgü ve gittikçe güçlenen bir boyuta işaret etmektedir. Dünyanın dört bir köşesindeki araştırma laboratuvarları, yenilikçi küçük ölçekli enerji girişimleri, büyük şirketler ve politika yapıcılar, etkisi ve özellikle de zamanlaması bakımından öngörülmesi güç
olan, potansiyel olarak çığır açabilecek teknoloji senaryolarının parçalarıdır.

Talep tarafında ise, enerji güvenliğinin ve/veya çevresel kaygıların harekete geçirdiği teknolojik atılımlar ekonomilerin enerji yoğunluğunu değiştirebil mektedir. Toplumların değişen alışkanlıkları ve kültürü bile, enerji talebinde belirsizliğe katkıda bulunmaktadır. Yerel çevre kirliliği ya da küresel ısınma
konusundaki toplumsal farkındalık ve kaygılar, enerji tüketim kalıplarını değiştirmekte ve talebi azaltabilmektedir. Enerji kullanımı konusunda artan toplumsal duyarlılığın küresel bir norm haline gelip gelmeyeceğini ve bunun hangi hızla gerçekleşeceğini öngörmek güçtür.

Siyaset, politikalar, ekonomi, yatırım döngüleri, teknoloji, çevresel kaygılar ve kültür gibi unsurların hepsi küresel enerji olgusuna egemen olan belirsizlikte rol oynamaktadır.

Bu koşullar karşısında duraksayan politika yapıcılar, mümkün olan yerlerde belirsizliği azaltmaya ve bu geniş alanda öngörülemeyen değişimlere karşı koyabilecek ya da bunlardan fayda sağlayabilecek esnek yapılar oluşturmaya çalışmaktadırlar.

a) Temel Belirsizlikler ve Kırılmalar

Aşağıdaki tartışma, bu raporun amaçları doğrultusunda enerji sektöründeki belirsizliğin altında yatan, birbiriyle ilintili olsa da farklı etkenlerin en önemlilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Analiz, aynı zamanda farklı temel belirsizlikler etrafında şekillenmiş, üç geniş enerji alanı çevresinde kurgulanmıştır:

- Fosil yakıt piyasaları,
- Yeni enerji teknoloji üretimi ve kullanımı (yenilenebilir enerji, verimlilik ve temiz fosil yakıt teknolojileri dahil olmak üzere),
- Melez (hibrid) yakıt/teknoloji meselesi olarak nükleer enerji.

Raporda yaklaşım olarak, bu alanların her birindeki sayısız belirsizliğin dökümünü yapmak yerine, her alanda enerji politikalarını nitelik olarak değiştirebilecek temel yapısal kırılmalar tespit edilmiş ve bu değişimlerin üstesinden gelmeyi sağlayacak mekanizmalar önerilmiştir. Diğer belirsizlikler ise kırılmalara odaklı bu çerçeve içinde ele alınmaktadır:

i. Fosil yakıt piyasaları ve “piyasa dinamiklerinde yapısal kırılma”

   Fosil yakıtların en azından kısa ve orta vadede enerji tüketimine egemen olmaya devam etmesi beklenmektedir. Fosil yakıtlara erişim güvenliği ve fiyatların seyri, bu süre boyunca, pek çok ülkede ulusal enerji politikalarının temel meselesi olmaya devam edecektir.

Fosil yakıtların arz güvenliğini ve fiyat dinamiklerini etkileyen çok sayıda jeopolitik, ekonomik ve teknik unsur bulunmaktadır.

Bu unsurların yarattığı etkinin niteliği ve boyutları, ticareti yapılan metanın piyasa yapısıyla yakından alakalıdır.
    Entegre küresel piyasalardaki arz güvenliği ve fiyat dinamikleri, bölünmüş piyasaların kinden farklıdır. Bölünmüş piyasalarda genellikle, ülkeler arasında karşılıklı yüksek bağımlılık düzeyi, uzun vadeli fiyatlandırma taahhütleri ve ticareti sınırlandırıcı, geriye dönüşü zor ulaşım altyapıları görülmektedir. Entegre olmuş küresel piyasaların ayırt edici özellikleri ise, spot piyasa fiyatlandırması
ve ulaşım sistemlerinin esnekliği ile arz çeşitliliğidir. Bu nedenle, ulusal enerji stratejileri açısından, bölünmüş ve küresel anlamda entegre olmuş enerji piyasalarındaki dinamikler temel farklılıklar göstermektedir.

   Geleneksel olarak, petrol ticareti entegre küresel piyasalarda yapılırken, doğal gaz piyasası bölünmüştür. Kömür piyasaları küresel olmakla beraber yüksek nakliye maliyetleri bölgesel ticareti öne çıkarmaktadır.

   Enerji alanındaki çeşitli dinamiklerin etkileşimi, zaman içerisinde, ticareti yapılan metanın piyasa yapısını belirlemektedir. Sonuçta oluşan piyasa yapısı ise, ulusal enerji politikalarını etkileyen siyaset, ekonomi, güvenlik ve iş dinamiklerinin çerçevesini biçimlendirmektedir.

Bu rapor, bir yandan bilhassa doğalgaz piyasalarında küresel entegrasyon yönünde giderek artan değişim olasılıklarını ele alırken, diğer yandan da daha zayıf bir olasılık taşıyan, petrol piyasalarının kısmi olarak bölünmesi yönündeki değişim senaryosunu değerlendirmektedir.

Piyasa yapılarındaki bu gibi dönüşümlerin, ulusal enerji politikalarının planlanması üzerinde geniş yansımaları olacaktır.

ii. Yeni Enerji Teknolojileri ve “zamanlama belirsizliği”

    Yükselen fosil yakıt fiyatları, dünya genelindeki ulusal güvenlik ve küresel iklim değişikliği kaygıları, yeni enerji teknolojileri (yenilenebilir enerji, verimlilik ve yeni nihai kullanım teknolojileri, Karbon Tutma ve Depolama (CCS)) lehinde uzun vadede kaçınılmaz ve geniş kapsamlı bir değişime işaret etmektedir. Ancak, bu eğilimi belirleyen teknolojik atılımların ve maliyet düşüşlerinin hızını öngörmek güçtür. Ulusal politikalar, karbonun fiyatlandırılması, teknik ilerlemeler, fosil yakıt fiyatlarındaki ani yükselmeler, iklimle bağlantılı felaketler, yeni teknolojilerin büyük ölçekli pazarlarda kullanımı gibi etkenlerin tamamı,
söz konusu teknolojilerin benimsenme hızını etkileyecektir. Küresel olarak, bu kaçınılmaz değişimin zamanlaması, rapor çerçevesindeki ikinci belirsizlik ve yapısal kırılma unsurunu (“zamanlama belirsizliği”) oluşturmaktadır.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 2

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 2




EŞ-BAŞKANLAR’IN TEŞEKKÜR NOTU

Global İlişkiler Forumu (GİF) altında enerji alanında bir çalışma grubunun oluşturulması, özellikle de gelecek seneler için çalışma yöntemlerinin amaçlarını, uygunluğunu ve sınırlarını sınadığımız kuruluş döneminde çok önemli bir adım oldu. Böylesi bir girişim hepimiz için hayal gücü, yaratıcılık ve zaman taahhüdünü gerekli kıldı. Geriye dönüp bakınca, bu çalışma grubunun, GİF’in küresel gündemin şekillenmesinde sorumluluk alan itibarlı bir kurum olarak konumlandırılmasında çok akılcı ve zamanında gerçekleştirilmiş bir girişim olduğunu görüyoruz.

Bu çalışma grubunun Eş-Başkanları olarak, farklı uzmanlık alanlarına ve deneyimlere sahip Çalışma Grubu üyelerine derin minnetlerimizi sunarız. Üyeler bu çalışmaya kendi bireysel kimlikleriyle katıldılar; dolayısıyla bu raporda aktarılan görüş ve düşünceler, üyelerimizin görev aldıkları kurumların duruşunu temsil etmiyor. Bu rapor, üyelerimizin zengin entelektüel katkısı ve değerli zamanları sayesinde mümkün oldu. Üyelerimiz, hem bir yıl boyunca düzenlediği miz toplantılarda hem de yazım sürecinde son derece önemli ve somut katkılarda bulundular. Burada, özellikle, bu sürecin her aşamasında ayırdığı değerli zamanı, paha biçilmez sezgisi ve diplomatik duyarlılığı ile Sayın Büyükelçi Sönmez Köksal’a minnetlerimizi sunarız. Sayın Büyük elçimizin fevkalade
yönlendirmesi, bütüne hakimiyeti ve yapıcı önerileri bu raporun son halinin oluşturulmasında çok destekleyici oldu.

   Hepsinden önemlisi, bu raporun tasarlanmasında ve yazılmasında olağanüstü liderlik ve sorumluluk üstlenen GİF Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sayın Memduh Karakullukçu’ya en içten teşekkür ve şükranlarımızı sunarız. Sayın Karakullukçu’nun bu çalışmaya verdiği önem, enerjisi ve azmi, sürecin şekillenmesinde ve nihayetinde uzlaşıya varmamızda önemli rol oynadı ve bu raporu gerçeğe dönüştürdü.

Bu çalışma grubunun amacı, kesin sonuçlar üretmek yerine farklı perspektifleri birlikte barındıracak, bu perspektifler arasındaki çelişkilerden bizi çözüm alternatiflerine götürecek düşünsel yapıyı kurmaya çalışmaktı. Sonuçta ortaya çıkan rapor da okuyucuya belirli sonuçları dikte etmek yerine, ona konuyu çeşitli açılardan düşünme ve irdeleme olanağı verecekti. Böylece, rapor, okuyan ve düşünen her bireyin zihninde zaman içinde gelişimini sürdürebilecekti.

    Bu çok karmaşık ve zor başarılacak sentez sürecini, Memduh Karakullukçu ’ nun bütünü kavrayan ve ilişkili konular yanında ilişkisiz gibi görünen konuları da birbiri içerisine dağılmadan entegre eden yaklaşımı ile önemli ölçüde başardığımız kanısındayız.

Çalışmamızda, aşağıdaki seçkin davetlilerin çok değerli bilgi birikimleri ve deneyimlerinden son derece istifade ettik. Bu süreçte, davetimizi kabul eden ve kendi alanlarındaki bilgi birikimlerini ve öngörülerini bizlerle paylaşan Enerji İşleri Genel Müdürü (E) Budak Dilli’ye; Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı (E) Büyükelçi Hakkı Akil’e; Avrupa Birliği Bakanlığı Genel Sekreter Yardımcısı (E) Dr. Nurşen Numanoğlu’na; OECD Nükleer Enerji Ajansı (NEA) Genel Direktörü Luis Echavarri’ye; İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Karaca’ya, Prof. Dr. Cem Soruşbay’a, Prof. Dr. Mete Şen’e, Prof. Dr. Zerrin Yılmaz’a ve Prof. Dr. Şermin Onaylıgil’e; Türkiye Kömür İşletmesi (TKİ) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Dr. Selahattin Anaç’a; Accenture’dan Kausar Qazilbash ve Hakan Irgıt’a; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Yenilenebilir Enerji Genel Müdür Yardımcısı Erdal Çalıkoğlu’na ve Zorlu Enerji Yatırımları Genel Müdür Yardımcısı (E) Gökmen Topuz’a gönülden teşekkürlerimizi sunmak isteriz.

Son olarak, Proje Koordinatörümüz Nigar Ağaoğulları’na örnek koordinasyonu ve titizliği için derin teşekkürlerimizi ve sevgilerimizi sunmak isteriz. En genç takım üyemiz Proje Asistanı Ali Serkan Türkmenoğlu bütün süreç boyunca olağanüstü bir performans sergiledi. Yücel Yeşer ise teknik konularda bizi hiçbir zaman yarı yolda bırakmadı ve her daim yardıma hazırdı.

Bu ekip, samimi desteğini bizden hiç esirgemedi ve bu zorlu görevin tamamlanmasının her aşamasında bize yardımcı oldu.

   En başından beri bize sağladıkları olağanüstü destekten dolayı kendilerine teşekkür ederiz.

   Sonuç olarak, süreç boyunca yolculuğumuz oldukça zorlayıcı ama bir o kadar da keyifliydi. Bu önemli çalışmanın ve komisyonun bir
parçası olmaktan onur duyuyoruz.

Fatih Birol & Gülsün Sağlamer
Çalışma Grubu Eş-Başkanları

***

ÇALIŞMA GRUBU RAPORU.,

ÖNSÖZ.,

Enerji insan faaliyetinin her alanına nüfuz etmiştir. Bu nedenle dünyadaki bütün ülkeler yurttaşlarına düşük maliyetli, güvenli, sürdürülebilir enerji erişimi sağlamak için çaba göstermekte ve birbirleriyle rekabet etmektedir.

Enerjinin yaşam için önemi, etki alanının genişliği ve enerjiye bağlı çıkarların çokluğu düşünüldüğünde, karmaşıklığın enerji alanının yerleşik yapısal bir unsuru olması kaçınılmaz görünmektedir. Enerji politikası tasarımı, amaç bütünlüğünü sağlamak için, böylesi bir karmaşıklığın içindeki sayısız aktörün girişimlerini ve çabalarını en verimli şekilde düzene sokmak gibi zorlu bir görevle
karşı karşıyadır.

Çok sayıda farklı aktörün değişen karmaşıklık rüzgârları arasında yollarını bulmalarını sağlama ve onları yönlendirme konusunda en büyük umut kavramsal modellerdir. Çevremizi kuşatan karmaşıklığı kavramak için inandırıcı ve anlaşılır modeller geliştirmeyi başaramadığımız takdirde, bu karmaşıklık içinde yol alma becerimiz temelden tehlikeye düşmüş olacaktır.

Çalışma Grubu raporu, bu zorlu görevin ciddiyetini akılda tutarak, Türkiye’de ve dünyada enerji tartışmasının karmaşıklığının anlaşılmasına, aydınlatılmasına ve ortaya konmasına mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlamıştır.

ÖNE ÇIKAN TESPİTLER.,

     Enerji politikaları, beklenmedik olumsuz değişikliklere karşı koyabilecek ve aynı zamanda, hızla gelişen olumlu değişimlerden faydalanacak şekilde tasarlanmalıdır. Esneklik sağlayacak seçeneklerin planlanması ile uzun ömürlü altyapı ve teknoloji yatırımlarının sebep olabileceği kilitlenmelerin asgari seviyeye indirilmesi temel politika öncelikleri olmalıdır.

    Türkiye ekonomisinin enerji ihtiyacının karşılanması fosil yakıt ithalatına dayanmaktadır. Bu durum, hem ülke bütçesine ağır bir yük getirmekte hem de ekonominin yapısal cari açık sorununu derinleştirmektedir. Yerli üretimin artırılması ve enerji verimliliğinin geliştirilmesi akla ilk gelen politika seçenekleridir.

Ancak zengin kaynaklara sahip bölge ülkeleriyle karşılıklı yarar sağlayacak kalıcı yapılar oluşturulması ve maliyet  avantajı doğrultusunda farklı enerji kaynakları nın ikamesine imkan sağlayacak sistem esnekliğinin kazandırılması da, ülke  ekonomisinin üstündeki yükü yönetmeye yönelik oluşturulacak uzun dönemli stratejinin başlıca unsurları arasında olmalıdır.

    Türk ekonomisinin enerji verimliliği performansı endişe verici değildir. Ancak mevcut durum, enerji verimliliği politikalarının sistemli uygulanmasından ziyade, başta ulaşım sektöründe olmak üzere, verimlilik odaklı olmayan politikaların kesişmesinin ortaya çıkardığı bir sonuç gibi görünmektedir. Hem enerji güvenliği ve maliyet öncelikleri hem de iklim değişikliği konusundaki siyasi sorumluluk, Türkiye’nin enerji verimliliği konusunda daha sistematik politikalar uygulamasını gerektirecektir.

a) Fosil Yakıtlar

    Küreselleşmiş petrol piyasalarında piyasa dinamikleri dışında bölgesel ticaret yönünde oluşabilecek bir değişim, düşük olasılıklı ama yüksek etkili bir yapısal kırılma senaryosudur. Bölünmüş yapıdaki gaz piyasalarında küresel entegrasyon yönünde bir değişim ise, daha yüksek olasılıklı ve yüksek tesirli bir yapısal kırılma ihtimali teşkil etmektedir. Her iki olası yapısal kırılmanın da ulusal enerji politikaları üzerinde önemli sonuçları olacaktır.

    Küreselleşmiş enerji piyasaları, ülkelerin münferiden pazarlık gücünü azaltmaktadır. Söz konusu piyasalar küresel fiyatlandırma mekanizmalarına dayanmakta ve piyasa oyuncularına alan açmaktadır. Öte yandan, enerji piyasalarındaki bölünmüş yapı; karşılıklı siyasi bağımlılıklara, piyasa dışı fiyatlandırmalara ve çoğunlukla devletlerin üstünlüğüne yol açmaktadır.


    Küresel gaz piyasalarının muhtemel entegrasyonu, Rusya Federasyonu ile AB arasındaki karşılıklı bağımlılığın evrimi ile yakından ilintili olacaktır. Bu değişim süreci devam ederken, etkileri büyük bir ihtimalle Türkiye’nin transit ülke rolünde ve Hazar bölgesi kaynaklarına erişiminde gözlenebilecektir.


    Irak, hem entegre hem de bölünmüş enerji piyasaları koşullarında, Türkiye için doğal enerji ortağıdır. Kapsamlı işbirliği, her iki ülkenin değişken enerji piyasalarından fayda sağlamasına imkân verecektir. Geniş bir enerji işbirliği, fosil yakıt arama ve geliştirme çalışmalarını, enerji ticareti ile geçişini ve aynı zamanda altyapı çalışmalarını kapsayabilir.


    LNG arzı sürekli, bol ve güvenilir bir kaynak haline geldiği ölçüde, ulusal gaz arzı güvenliği stratejisinin daha net ve ölçülebilir şekilde planlanması mümkün ve faydalı olacaktır. Doğalgaz arz altyapılarına bağlı risklerin birbirleriyle ilintili
olmaması koşuluyla, Türkiye’nin orta vadeli doğalgaz güvenlik hedefi, en azından n-1 altyapı standardına erişmek olmalıdır.


    Gaz piyasalarının artan entegrasyonu, petrole bağlı geleneksel fiyatlandır manın yanında, daha likit spot doğalgaz fiyatlandırmasına zemin hazırlamak tadır. Türkiye, ulusal gaz satın alma stratejisini planlama ve şekillendirme aşamalarında bu değişimi göz önünde bulundurmalıdır. Bugün yaşanan gaz bolluğu, ağırlıklı olarak petrole dayalı mevcut fiyatlandırma düzeninden gaza bağlı spot fiyatlandırma yönündeki değişime neden olmaktadır. 

Bu geçiş, mevcut sözleşmelerin yeniden müzakere edilmesiyle ya da yeni satın alma anlaşmalarında kısmen gaz endeksli fiyatlandırmanın tercih edilmesiyle
sağlanabilir.


    Gaz piyasasında süregelen entegrasyonun ulusal enerji maliyet etkisini dikkate almayı gerektiren yeni durum, sadece mevcut düşük spot fiyattan faydalanmaya odaklı olmamalıdır. Amaç, Türkiye’nin gaz satın alma stratejisini, küresel gaz fiyatlandırma mekanizmasındaki muhtemel köklü değişime hazırlamaktır. Bu hazırlık, sözleşme tasarımından finansal risk yönetimi
operasyonlarına kadar bir dizi unsuru kapsayacaktır.


    Artan LNG ticareti, Türkiye’nin çevresindeki kaynaklara dönük talebin boru hatları ile ulaşılabilecek Avrupa ülkelerinin ötesine geçmesini sağlayacak ve Türkiye için yeni imkanlar yaratacaktır. Aynı zamanda, mevcut gaz bolluğu, dünyadaki talebin karşılanmasında pazarlık dengesini kademeli olarak tedarikçi ülkelerden özel sektör oyuncularına kaydırabilir. 

Bu gelişmelerin yapısal ve kalıcı olması durumunda, Türkiye’nin küresel gaz ticaretinde daha merkezi bir role sahip olma potansiyeli daha da güçlenecektir. Bu ihtimaller, ticari ve stratejik öncelikler doğrultusunda değerlendirilmelidir.
    
    Türkiye’nin linyit kaynaklarına sahip olması, enerji güvenliği kaygısı nedeniyle doğalgaz karşısında kömür tüketiminin artırılmasına yönelik siyasi bir eğilim ortaya çıkarmaktadır. Ancak, daha yüksek miktarlarda sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ticareti ve doğalgaz piyasalarının entegrasyonu, doğalgazın arz riskini azaltmaktadır. Aynı zamanda, önümüzdeki 20-30 yıl içinde, küresel ölçekte bir karbon fiyatlandırma rejiminin ortaya çıkma ihtimali kömür için dezavantaj oluşturabilir. Kömürden yana herhangi bir politika tercihinin, bu kritik değişim unsurlarını hesaba katacak şekilde gözden geçirilmesi gerekmektedir.

   Ulusal petrol ve doğalgaz arz stratejilerinin gerçekçi şekilde uygulanabilmesi için, daha güçlendirilmiş bir yürütme yeteneğinin geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Ulusal strateji ile yürütme yeteneğini karşılıklı olarak güçlendirecek mekanizma ların tesisi, kamu sektörü ile özel sektör arasında sıkı koordinasyon gerektir mektedir. Çalışma Grubu, ilk adım olarak, Türkiye’nin enerji stratejisinin temel iki alanında yol haritalarını çizmek üzere iki geçici ve şeffaf kamu-özel sektör işbirliği komitesinin oluşturulmasını önermektedir:

i. Türkiye-Irak/Bölgesel Enerji İşbirliği Komitesi
ii. Doğalgaz Ticaretinde Türkiye’nin Rolüne Dair Komite

Bu komiteler, uzun vadede Türkiye’nin enerji stratejilerini destekleyecek, kamu ve özel sektör arasında daha yakın koordinasyon ve işbirliğine dayalı kurumsal yapıların oluşturulmasını hedeflemelidir.

b) Yeni Enerji Teknolojileri (YET)

   Enerji stratejisi ve planlaması, siyasi ve ekonomik değerlendirmelerin yanında, giderek teknoloji politikalarını da içermektedir.

   “Yeni enerji teknolojileri üretme ve ihraç etme kapasitesi” ve “mevcut teknolojileri özümseme kapasitesi” enerji teknolojileri politikasının iki ayrı bileşenidir.


    Türkiye’nin enerji teknolojileri politikası ile ilgili tartışmalar ve ilgili kurumlar, bu iki hedefi birbirinden net şekilde ayıracak biçimde yapılandırılmalıdır. Hedeflerin belirlenmesinde entelektüel ve kurumsal disiplin, enerji teknolojileri politikasının verimliliği ve etkisi açısından kritik önem taşımaktadır.

   YET’in üretim ve özümsenme sürecinde; belirsizlik, uzun süreçler, beklen meyen maliyetler, ölçek ekonomisi, hatta mevcut enerji şirketlerin den gelecek siyasi direnç gibi unsurlar söz konusudur. Kamu sektörünün katılımı, rehberliği ve politika desteği olmadan, bu yapısal engellerin çoğunun üstesinden gelmek mümkün değildir. Kamunun YET’in geliştirilmesinde öncü rol üstlenmesi
gerekmektedir.

   Dünyada YET yatırımlarındaki artış halen arzulanan düzeylerin çok altında olmakla birlikte, iklim krizi riski ve dünyada karbon fiyatlandırma politikalarına yönelik beklentiler YET’in, öngörülemeyen bir noktada mutlaka dik bir büyüme eğrisi göstereceğini düşündürmektedir. Yüksek büyüme potansiyeli taşıyan bu sanayi hızla yükselişe geçene kadar, Türkiye’nin, ülkede YET imalat ve bilgi sektörlerini kurmaya dönük kararlı bir strateji yürütmesi koşuluyla, bu süreçten yararlanmak üzere kendini konumlandırması için hâlâ zamanı bulunmaktadır.

   YET yatırımlarının uzun vadeli niteliği göz önünde tutulduğunda, özel sektör oyuncularının olabildiğince öngörülebilirliğe ihtiyacı vardır. Politika yapıcılar, dinamik politika oluşturma süreçlerini olabildiğince tutarlı ve öngörülebilir kılmak için gayret sarf etmelidirler.

Politika oluşturma süreci, dinamik karar alma prosedürünü açık şekilde ortaya koymalı, kararlarına rehberlik edecek verileri üretmeli ve paylaşmalı, yatırımcıları uzun vadeli altyapı stratejileri konusunda bilgilendirmelidir.

   Türkiye’de YET sektörünün geliştirilmesi, bir teknoloji ve sanayi politikası konusudur ve bu bağlamda ele alınmalıdır. Teknoloji ve sanayi politikası her şeyden önce sistem sorunudur. Politika çerçevesi, YET alanındaki ulusal teknoloji üretimi ile ticaret yapılarına ve sistemlerine odaklanmalıdır.

Türk YET sanayii nin doğma aşamasında olduğu düşünülürse, herhangi bir ulusal YET üretme stratejisinin, sınır ötesi işbirliğini kolaylaştıracak ve teşvik edecek tutarlı mekanizmaları kapsaması gerekmektedir.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***