Yrd. Doç. Dr. Serpil SÜRMELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yrd. Doç. Dr. Serpil SÜRMELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2019 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 11


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN  DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER,  BÖLÜM 11





ATATÜRK İLE YESEVİ’NİN ORTAK DÜŞÜNCE ZEMİNLERİ 


Doç. Dr. Dosay KENCETAY* 
* Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk Kazak Üniversitesi / TÜRKİSTAN-KAZAKİSTAN. 


Mustafa Kemal Atatürk ile Hoca Ahmet Yesevi farklı zemin ve zamanlarda yaşamasına rağmen düşünce tarzları ve ilkeleri ortaktır. 

Her ikisi yaşadığı dönem itibariyle genel Türk tarihi içerisinde geçiş transit dönemi temsil etmektedir. Atatürk ile Yesevi ilkeleri zaman acısından ele alındığında ortak yönleri ortaya çıkacaktır. Yesevi düşüncesinin tarihteki yeri ve yaşadığı dönem, Türkler için hayati bir dönüm noktasıdır. Yesevi düşüncesi yeni değer ölçülerini o zaman ve zemine göre ayarlamada ve sunmada kendine has yöntem geliştirmiştir. 
Atatürk de yeni Türk devletini kurmada ve milleti yönlendirmede yeni yöntem ve değerler manzumesini ortaya koymuştur. 
Bağımsızlık benim karakterim diye, tarih sahnesine çıkan Atatürk, Osmanlı’nın çöküşü ve vatanın dört bir yandan düşman ordularınca istila edilişi, devlet topraklarının parçalandığı, ulusun haysiyeti ve namusu çiğnendiği bir kara dönemde Türk’e yakışan iradenin tecellisi olmuştur. Yesevi’nin ve Atatürk’ün düşünce temellerinde insan ve evrensellik, dönüşümsel düşünce tarzı, sabit aksiyolojik çekirdekler gibi eski Türk düşünce esasları yatmaktadır. 

Onun için her ikisinin düşüncesini tanımak, bugünkü Türk dünyası için nitelik bakımından değişken şart ve hedefler karşısında yeniden değer biçme ilkelerini bulmada da ışık tutacaktır. 

Milleti millet yapan iki temel unsur vardır. Biri dildir, diğeri de dindir. Dil bir milletin kültürünün, din ise medeniyetinin özünü oluşturur. Bunlardan biri yok olur ise millet millî varlığını devam ettiremez. 

Onun için Atatürk “Türk demek Türkçe demektir. Ulus olmanın çok belirgin niteliklerinden birisi dildir”1 “...dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur”2 ve “...dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum3” “Biz ne bolşevikiz, ne de komünist ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milleyetperver ve dinimize hürmetkarız.4” demektedir. 

Sovyet felsefecileri zamanında Atatürk’ün devleti ve nizamını sosyal millîyetçilik olarak tanımlamışlardır. Atatürk’ün düşüncesinde Batı Diyalektik düşünce ve devletçilik unsurlarının temel izleri rastlanılmamaktadır. Bazılarının sandığı gibi Atatürk devletçiliğinde ne aydınlanma ne de sosyalizm vardır. Atatürk’ün kendisi de “Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi on dokuzuncu asırdan  beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir.5” demektedir. 

Atatürk bir askerdir. O teori ile pratiği birlikte götüren insandır. Atatürk zamanındaki düşünce sistemlerinin kurucuları sadece kuru nazariyecilerdir. Mesela liberalist düşünce tarzının savunucusu Smitht ve maddeci diyalektiğin savunucusu Marx fılozof-ekonomist idiler. Tarihi, toplumu ve insanı ekonomik olay ve sosyal ilişkiler acısından “birey” ve “sınıfların oyunu olarak değerlendir mekteydiler. Düşünce kalıpları ve ilkeleri zaman ve mekanı dondurarak diyalek tik hakikati anlatmaktaydı. Yani, Marx fenomenleri ve oluşları tez-antitez ve sentez acısından ele alıp açıklamaya çalışmaktadır. Bunlarda belirli bir ön kalıplar var ve ona göre değerlendirme ve yorumlar yapılırdı. Alemin içinde insan yoktu sınıflar vardı. Allah yoktu sadece madde vardı. 

Atatürk’ün düşünce ve eyleminin temelinde Yesevilik düşünce tarzı vardır. Yesevi düşüncesi insanlar arasındaki “doğal sohbet” veya “eşit diyalog” ortamım sağlayan sosyal eşitlik, kardeşlik ve sevginin esas kaynağını teşkil eden bir hikmettir. Bu kültür aşkın üstünlüğü gerçeğini ortaya koyan, tamamen pratik ve ahlaki önem taşıyan sistematik düşünce tarzıdır. Yesevi düşüncesi kendini bilme 
sanatıdır. Bu düşünce tarzı zaman ve mekanı dondurarak değil zaman ve mekanla iç içe onunla birleşerek olayı kavrama, Alemi ve insani bütünlük içerisinde değerlendirme vardır. Atatürk olayları ve gelişmeleri insan merkezli bir düşünce kalıplarıyla değerlendirirdi. 
Atatürk’te Allah, Alem ve İnsan kategorik olarak birliktedir. Atatürk’de insan, olayları ve gelişmeleri kendi kontrolünde tutan etkin süje ise, Marx ve diğerlerinde insan, olayların yönettiği bir esirdir. Bu açıdan bakıldığında Atatürk düşüncesinde, ilke ve idesinde Batı tarzı kalıplar ve düşünceler yoktur. 

Atatürk’ün yaptığı devrim bu Türk’e has bir devlet inşasıdır. Türkün kendim yeniden yorumlamasıdır. Yeni değerler yaratmanın ve millî bir transformasyonun fenomonolojik örneğidir. Halkın iradesini yansıtan cumhuriyet ilkesel olarak Batıdan veya ondan bundan alınmış veya dikte edilmiş bir nizam değildir. Halka ait yönetim ve seçimle gelen yöneticilik Türk tarihinde mevcuttur. Eski Türk devletlerinde hakanın seçimle han olması, kurultay gibi kurumunun han ile halk arasındaki birliği ve geleceği belirlemesi, aksakallar meclisi ve onayının büyük önem arzetmesi, Türklerin ta baştan cumhuriyetçi olduğunun kanıtıdır. Batılı kalıpta bir cumhuriyet anlayışı olmasa bile, halk egemenliğini öngören ilkeler ve düşünce tarzı Türklerde vardır. 

“Bu memleket tarihte Türk’tü, halde de Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. Türk milletinin tarihi Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi daha eskidir ve bütün milletlere kültür çağı açmış olan millet Türk milletidir. Biz bugünkü Türkler de onların çocuklarıyız6”. Evet gerçeği de öyledir, Atatürk’ün ülkücülük ruhunu besleyen ve onu ata yapan Osmanlıdır, Osmanlıyı Osmanlı yapan da Türk milletidir ve Türk varlığını ortaya koyan da İslam’dır. 

İşte Atatürk, Türk’ün geçmişinin üç çağı ve haletini birlik ve bütünlük içerisinde yorumlayabilen, yoğuran ve sonuçta yeni bir değer kuvvetini bulan insanlık tarihinin en büyük dehasıdır. 

Atatürk iyi bir Müslüman olarak dinine, kitabına, peygamberine çok saygılıdır. Onun derdi millete dinini, peygamberini, kitabını yeniden ve zamanın şartlarına göre tanıtmak ve ona göre eğitmek olmuştur. Atatürk diyor ki: “...temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bu bina, uzun asırlardır ihmale uğramıştır7. 

Atatürk’ün yaşadığı dönem dünya Müslümanlarının ezildiği, yabancı devletlerin esiri olduğu ve inlediği bir kara dönemdi. Müslümanların çağa ayak uydura bilmeleri için dini yeniden yorumlamaları ve anlamaları gerekmekteydi. 
Bu konuda Atatürk şöyle diyor: “Türk Kuran’ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden ibadet ediyor. Benim maksadım arkasından koştuğu kitap da neler olduğunu Türk anlasın8”. 

Burada dil ve anlama söz konusudur. 

Yesevi atamız da: 

“Ayet hadis manası Türki olsa muvafık, Anlamına erenler yere koyar börkünü 9”- demektedir. 

Gördüğümüz gibi anlayarak bilmek ve anlamadan bilmiş görünmek arasında büyük bir fark vardır: Olmak ve görünmek. Anlama olgusu insan varlığının hayatında her işte şuurlu olmasının şartıdır. Onun için insan hayatındaki felsefi, dini, bilimsel, okkült-sırrî vs. bilgilerinin hepsinin gayesi anlatmaktır. 

Bize Türklere dinimizi, peygamberimizi ve kıblemizi tanıtan ve sevdiren Yesevî’dir. Tabii, ki Atatürk de bir Türk olarak “Hz. Muhammed Allah’ın birinci ve en büyük kuludur: O sonsuza kadar ölümsüzdür10’” diyor. 

Gerçek ibadet ve kulluk insanı kendi kendisini muhasebe etmeye, suçu başkasın da değil kendinde aramaya sevk edecektir. Yesevi kendinden habersiz kalanlara; et ve kemiklerini eğip bükmeyi bir kalıp ve adet haline getirenlere; bedenin hareketleriyle amacına ulaşmak için ibadet eden gafillere; gösteriş ve riyadan ibaret ibadetlerini bencillik örtüsüyle örtenlere; kendilerini topluma dinin bekçileri ve cennetin tellâlları olarak göstermeye çalışan abid ve mollalara içten acımaktadır. Onların dindarlığı sadece, kural ve kaideleri yerine getirmekten ibarettir. Onların Allah’a yaptığı ibadetleri de ticarete dayanmaktadır: 

“Işk pazarı Uluğ bazar, sauda/ticaret/ haram, 

Aşıklara Sen’den başka kavga haram.11” Onlar, Allah’tan bekledikleri sevaplarını da sayı ve hesaba çevirmektedir. Bunun gibilere Yesevi, hikmetlerinde “Görünüşün  sûfı, evliyasın ama hiçbir zaman Müslüman olmadın”, diye uyarmak ta ve insanları onlardan uzak olmaya davet etmektedir. Sebebi, onlar, gönül ve ruhtan başka tüm şeylerden ümit ummaktadır, ama ruhtan şüphelenmektedir. Allah’ı Gökte arıyorlar ve kendi ruh âlemine bakmayı bilmezler. Kendi Mâna ve hakikatlerinden kaçtıklarının farkında bile değillerdir. Camiler doldurup, “Allah-Allah” deyip, eğilip bükülüp, yüzlerini cennete çeviren yolcular, cehalet örtüleri ve kalıplarıyla insani manadan gittikçe uzaklaşmaktadır. Bunları Yesevi, cahiller olarak nitelemektedir. 

“Alimim deyip, Kitap okur, mânâsını kavramadan, Tekebbür, bencilliği, dini tutmaz, 

Onun gibiler alim değil, cahil nadan...”. Yesevi, ruhun huzuru ile saadetine düşman ve görünüşte “evliya kesilenlerle” mücadele etmekten hiçbir zaman geri kalmamıştır: “İlmi yok, amiden beter, ahir zaman şeyhleri Beline kayış bağlayıp, kendini kişi sanar, Başına destar sarar, ilmi yok neye yarar, Oku yok yay çekerler, ahir zaman şeyhleri...” 

Yesevi, katı doğmalar dan önce dini ve yoldan önce muradın esas olduğunu düşünemeyen zahidler ile şekle bürünen ulemalardan nefretle söz etmektedir: 

“Kadı olan ve rüşvet yiyen alimleri, nâr-i sakar’da gördüm, Zalim olan ve yetimin malını yeyip, gönlünü kıran, yüzü karaları “mahşerde tutuklu” gördüm, Cemaate katılmadan terk-i namaz kılanları, Şeytanla beraber “derk-i esfelde” gördüm” ve Oruç tutup ve halka riya kılanları, Şeyhim deyip, “başa bina yapanları, Son deminde, imanından cüda kıldım.12”. 

Atatürk de “...dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz. 
Türk milletinin din duygularını bir sürü skolastik cahilin eline bırakamayız ve ileride bu işi bizzat eline alacağını söylüyor.13. 

Evet, Atatürk laisizmi/laikliği devletin ilkesi olarak görmüştür. Ama Atatürk’ün laiklik anlayışı Batı ve Dünkü Sovyet laiklik anlayışıyla bir değildir. Atatürk’ün laiklik anlayışının farkı ve özelliği de Türk tarihinde yatmaktadır. Devlet dini eğitim ve dini idareyi de kendi bünyesinde bulundurmaktadır. Din ile hilafet başka şeylerdir. Yeryüzünde Allah’ın devletini kurma veya Allah’ın adına devleti yönetme saçmalığı Atatürk’ün yaşadığı dönemde her iki medeniyette de bilinen bir gerçek idi. Dünya düzeni bir bütün kozmos halinde aşkmlıktan içkinliğe doğru gidiyordu. Allah’ın transendental/müteal yorumunun savunulması yavaşlamıştı. Düşüncedeki immanental/ içkin kalıplar somutlaşarak zaman ve zemine göre yeni bir oluşum sergilenmekteydi. Ve bu oluşumun hızı da giderek artmaktaydı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu hızı yakalaması ve gelişmesi zaruriydi. Yanı, Türkiye Cumhuriyeti Türk tarihinde bir gerekliliğin sonucudur. 

Yesevilikte insanın olgunluğa erişmesini sağlayan dört önemli ilke mevcuttur. Bunlar “zaman, mekan, ihvan ve rabt-i sultandır”. Bir insanın olgunluğa erişmesi için ilk önce mekana, yani bir vatana ihtiyacı vardır. İkinci o vatanda o zamanda sulh, istikrar olması şarttır. Üçüncü bu yoldakilerin yakınlığı kardeşçe olmalıdır. Dördüncüsü devlete ve devletin başındaki yöneticiye sadık olması şarttır. 
Bunlar Yesevilik kültürünün askerî bir yapıya sahip olduğunu sergilemektedir. 


Atatürk de aynı ilkeleri kendince yeniden yorumlamış gibidir. Mekan-Atatürk’de ise vatan ve vatanın bölünmezliği, Zaman-ise sulh, yurtta sulh, cihanda sulhtur, ihvan - millîyetçilik, insan sevgisi, rabt-sulta ise-cumhuriyetçilik ve devletçiliktir. 

Atatürk’ün Türk Dünyasına yönelik hedef düşünceleri de kendi başına bir konu dur. Geleceğe yönelik, “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse daha önceden kestiremez. 
Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. 

Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir, işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostumuzun iradesinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Bunlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak; dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür 

Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde, bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz, bizim onlara yaklaşmamız gerekli...14-demesi, Atatürk’ün bir gaibi bilen değil de, gerçek tarihi kavrayabilen bir devlet adamı olduğunun kanıtıdır. 
Bu hedefler bizim gibi bağımsızlığına yeni kavuşmuş genç devletler için hayati önem arz etmektedir. Atatürk’ün kişiliği, tarihi şahsiyeti, devletçiliği ve eserleri bizler için örnektir. Onun için Nursultan Nazarbayev, “Atatürk’ü tanımak kendi devletimizin geleceğinin nasıl şekilleneceğini bilmektir”- demektedir. 

Son olarak, bizim tarihimizde, evrenselleşen dünya karşısında millî varlığımızı ve devletimizi koruyabilecek değerler manzumesini öz tarihi şahsiyetlerinde somutlaştıran iki büyük sima var: Yesevi ve Atatürk. Bugünkü kuşağın asli görevi iki büyük atamızı tanımak ve tanıtmak olmuştur. 

DİPNOTLAR;

1 Tarihi gerçekler ışığında belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, Haz: Yusuf Koç, Ali Koç, Kamu Birlik Hareketi Eğitim Yay., Ankara 2004. s.90. 
2 a.g.e., s. 113. 
3 a.g.e., s.118. 
4 a.g.e.. ss.3-4. 
5 a.g.e., s. 87. 
6 a.g.e., s. 65; 94-97. 
7 a.g.e., s. 110 
8 a.g.e., 108. 
9 Hoca Ahmet Yesevî, Divan-ı Hikmet, Haz: H. Bice. TDVY., Ankara, 199. 
10 Tarihi gerçekler ışığında belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, Haz: Yusuf Koç, Ali, Koç. 1. Kamu Birlik Hareketi Eğitim Yay., Ankara 2004. s.l 10; 
11 H.A.Y. Divanı Hikmet, H-33 
12 Dosay Kenjetay, Hoca Ahmet Yesevi’nin Düşünce Sistemi, H:A:Y.O.Yay., Ankara-2003., s. 162-163. 
13 a.g.e., s. 121. 
14 Atatürk Haftası Armağanı, Ankara Genelkurmay Basım evi, Ankara 1998, s. 43. 


12. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 10

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN  DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER,  BÖLÜM 10



CUMHURİYET OLGUSUNUN ATATÜRK’ÜN  KİŞİLİĞİNDE ERZURUM’DA ŞEKİLLENMESİ., 


Yrd. Doç. Dr. Serpil SÜRMELİ* 
* Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi, Erzurum 


12 Mart 1918’de Ermeni işgali ve zulmünden kurtulan, Erzurum daha kurtuluşunun sene-i devriyesini dolduramadan Mondros Mütarekesi’nin 24. maddesi hükmüyle karşı karşıya kaldı. Bu hükümle ortaya çıkan durum, Ermenilere XIX.yy’ın sonlarından beri canlı tutulmaya çalışılan doğuda bir Ermeni Devleti kurma hayalini gerçekleştirme imkanı vermekteydi. Doğal olarak işgalin ağır tahribatını üzerinden atamamış bir şehir ve maddi manevi tüm değerleri acımasızca tüketilmiş bir halkın yaşadığı tecrübeler henüz hafızalarda tazeliğini korurken bu durum karşısında hissedilen endişe oldukça büyük ve sarsıcı olacaktı. Nitekim bir Erzurum aydını olan Süleyman Necati Bey’in mütareke metnini inceleyip 24. maddeye geldiğinde “Eyvah Vilayat-ı Şarkiye Ermenistan Oluyor”1 sözleriyle tepki vermesi duyulan endişenin bir ifadesiydi. Ancak, Erzurum ve doğu vilayetleri kadar acı tecrübeler yaşamamış Anadolu için de tehlike ve duyulması gereken endişeler söz konusuydu. 7. Madde hükmüyle beliren bu tehlike, mütarekeden sonra gerçekleşen işgallerle açıkça ortaya konmuştu. 

Mütarekeyle birlikte devlet olma niteliğinden yoksun bırakılan ve siyasi bir güç olmaktan çıkan devlet ve idaresinin, teslimiyetçi bir politika izleyerek hayat hakkı elinden alınan millete sahip çıkmaması, tehlikenin boyutunu ve duyulan endişeyi giderek artırmış ve millet kendi başının çaresine bakma arayışında varlığını binlerce yıllık ata yurdunda kanıtlama gayretine düşmüştür. Fakat ne yazık ki, topraklarına göz diken ve onu parçalama ve paylaşma mesaisi ile meşgul, işgal kuvvetleri nezdinde yapılan bu girişimler beyhude çabalar olarak kalmıştır. 

Bu durum karşısında öyleyse yapılması gereken “Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara milletçe silahlı olarak karşı çıkmak ve savaşmaktı”2. Bu teşhisi ortaya koyan sözler, Türk milletinin kaderini değiştirecek ve millet olarak yeniden doğuşunu hazırlayacak gelişme ve değişimlerin mimarı Mustafa Kemal Paşa’ya aitti. O, “Türk milletinin onurlu ve 
şerefli bir millet olarak yaşaması temel ilkesinden”, Millet egemenliğine dayanan tam bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak”3 kararlılığıyla, Türk milletinin geleceğinde tarihi sorumluluk almaya hazır bir liderdi. Karakteri olarak tanımladı ğı hürriyet ve istiklal aşkını milletinin ve büyük ecdadının en kıymetli mirası olarak kabul eden ve yaşayabilmesinin kesinlikle bağımsız bir milletin evladı olarak kalmasına bağlı olduğunu4 söyleyen Mustafa Kemal Paşa mensubu olduğu milletin hislerine tercüman olurken, bu ortak paylaşımdaki ruhu millî bir karakter olarak şahsında yansıtmaktaydı. 
19 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına adım atmasıyla bu millî ruh şahlanarak, zorlu ve onurlu bir millet mücadelesinden Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan tarihi yolculukta bir şiar olacaktı. 

Millet egemenliğine dayanan tam bağımsız bir Türk devleti kurmak düşüncesi ve kararıyla yola çıkan, ancak bu kararın uygulamasını olaylardan yararlanarak, milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamayı sağlamak için birtakım safhalara ayırmayı ve böylece adım adım amaca ulaşmayı hedefleyen Mustafa Kemal Paşa, önce ülkeyi dış saldırılardan kurtarmak için bir savaş bu başarıya ulaştıkça millî 
iradeye dayanan bir idare ve bu idarenin bütün ilke ve şekillerini safha safha gerçekleştirecek5 bir irade örneği göstererek, başarıya da tabii ve kaçınılmaz bir tarihi seyir içinde ulaşılmasını sağlayacaktı. 

Yukarıda belirtildiği üzere tam bağımsız ve millet egemenliğine dayanan yeni bir Türk devleti kurmak yolunda alınan karar ve bu kararın uygulama safhaları fikri ve fiili olarak adından bahsetmeksizin Cumhuriyete doğru tarihi bir seyir gösterecektir. 
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışıyla başlayan ve onun bir ay gibi kısa bir süre içinde ivedilikle bu yolda attığı ilk adımlar bütün ordu birlikleriyle temas ve irtibatın sağlanması, milletin mümkün olduğu kadar aydınlatılıp uyarılması, millî teşkilatlanmanın yayılmasının sağlanması olurken, Amasya’da bir genelge halinde ortaya konan hükümler, bu tarihi seyirde aşılacak yolun ilk ışıklandırması nı yapmaktaydı. 
Buna göre yurdun bütünlüğü ve milletin istiklalinin tehlikede olduğu işareti verilerek başlangıç yapan genelge, tehlike unsurunu, İstanbul hükûmetinin üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememesi ve bu durumun milleti yokmuş gibi göstermesine bağlı olarak belirdiğine dikkat çekip çözümü kaynağına bıraktığını, milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır maddesiyle ortaya koymakta, bunu da milletin durumunu ve davranışını göz önünde tutarak, haklarını dile getirip, her türlü etki ve denetimden uzak millî bir heyetin varlığının çok gerekli olduğu hükmüne bağlamaktaydı. 

Amasya Genelgesi’nde yer alan bu hükümlerin, her bir maddesi birbirini açan, tanımlayan ve çözümleyen ifadelerle, milleti saltanat idaresine karşı millî egemenlik ve vatan birliği yolunda birleşmeye davet eden bir ihtilal beyannamesiydi ve millî bir ihtilal hareketinde olması gereken esaslar bir program halinde millete sunulmaktaydı. 

Bu arada Erzurum, mütarekenin 24. maddesiyle ortaya çıkan tehlike ve yakın geçmişinde yaşadığı acı tecrübeler üzerine 3 Mart 1919’da Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Erzurum şubesi kuruluşunu gerçekleştirmekte ve cemiyet, 9 Mart’ta ilk beyannamesini hazırlamış bulunmaktaydı. 

Bu beyannamede savaşın sonunda mağlubiyet nedeniyle Türk Milleti’nin meşru haklarına siyaset sahnesinde tecavüz edilmek istendiği, bu haksızlığın en büyüğünün doğu vilayetleri üzerinde yapılarak Ermenilerin hâkimiyet hukuku iddialarına yol açtığını, oysa iddialarının aksine doğu vilayetlerinde nüfuslarının % 15’i geçmediğinin vurgulanarak, savaş esnasında Ermenilerin doğuda icra ettikleri faaliyet nedeniyle önceki hükûmetin tehcir uygulamasından Avrupa’nın Türk Milleti’ni sorumlu tuttuğunu, bunda milletin küçük bir mahcubiyet payı bile olmadığı ifadesiyle Vilayat-ı Şarkiye Cemiyeti’nin bu memleketteki tarihi ve millî hukuku koruyacağı ve memleketlerine dikilen ihtiras bakışlarının hükümsüz bırakılmasına çalışılacağı belirtilmekteydi.6. 
Fakat bu sırada yaşanan gelişmeler, bir taraftan Paris Barış Konferansı’nda Ermeni taleplerinin benimsenmesi ve Damat Ferit hükûmetinin doğu vilayetlerinden bir kısmını gözden çıkarıp Ermenilerle anlaşmaya çalışması7 diğer taraftan tüm ülkede millî infiale yol açan İzmir’in işgali Erzurum ve Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini Erzurum’da bir vilayet kongresi toplamak üzere harekete geçirmişti. 17-25 Haziran 1919 tarihleri arasında toplanan kongre Ermeni saldırısı durumunda memleketi son ferdin ölümüne kadar savunmayı ve Osmanlı camiasından ayrılmamak için her türlü fedakarlığı göze almayı karar altına alırken, yine Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile birlikte bir Doğu Vilayetleri Kongresi toplamak üzere anlaşmış ve çalışmalara girişmişti. 

Mustafa Kemal Paşa’nın kongreye davet edilmesiyle de bundan sonra Erzurum, Amasya’da açıklanan Millî İhtilâl Programı’nın cumhuriyete giden yolda ivme kazandıran fikrî ve fiilî gelişimine sahne olmaya hazırlanacaktı. 

Kongreye davet edilmesi üzerine 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a gelen Mustafa Kemal Paşa vakit geçirmeden Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile temasa geçerek faaliyetleri hakkında bilgi almıştı. Bir iki gün sonra Erzurum Kalesi Muhafızlığı’na ait küçük bir binada 15.Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, Erzurum Valisi Münir (Akaya) Bey, İzmit Mutasarrıfı Süreyya 
(Yiğit) Bey, Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Kâzım (Dirik) Bey, Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey, Doktor Binbaşı Refik (Saydam) ve Mazhar Müfit (Kansu) Beylerin katıldığı ilk toplantıda ülkenin ve milletin içinde bulunduğu durum ve ortada dolaşan çeşitli fikirlerle ilgili görüşlerini belirtmiş ve o günlerde herkesin kendi kendine sorduğu “ne yapılmak lazımdır” sorusuna “hâkimiyet-i millîyeye dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk Devleti kurmak ve bu hedefe vakit geçirmeden ulaşmak olarak cevap vermişti.8. 

Mahzar Müfit Bey daha sonra bu bahsi Mustafa Kemal Paşa ile aralarında geçen bir konuşmada tekrar açmış ve aynı cevabı alınca her ne kadar padişah ve hilafetin istikbalinden ve rejimden bahsetmeksizin bu konuları kapalı geçse de kendi anlayış ve düşüncesine göre bunun cumhuriyetten başka bir şey olmadığını Paşanın niçin müstakil bir Türk Cumhuriyeti demediğini düşünürken onun bu durumu fark edip kendisine, bu konuyu tartışmanın henüz zamanının gelmediğini, geldiğinde görüşeceklerini söylediğini ifade etmişti. Ancak 
Mazhar Müfit Bey, Mustafa Kemal Paşa ile 20 Temmuz 1919’da yaptığı bir sohbette fikri sabitinin harekete geçerek başarılı olunması halinde muhakkak ki, mevcut hükûmet şeklinin bu memleketin refah, saadet ve ilerlemesine yetmeyeceği başka bir hükûmet şeklinin aranıp bulunması gerekeceği kanısında olduğu sözleriyle bahsi yine aynı konuya getirmesi ve Paşa’nın devamlı aynı nokta üzerinde dolaşmasından usanmış olduğu hükmüyle kendisine gülerek: “Açıkça söyleyeyim: şekl-i hükûmet zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır”. cevabını vermesinden memnun olan Mazhar Müfit Bey, bu sözleri Paşa’ya bütün katiyet ve ciddiyetiyle söyletmekten duyduğu sevinci notları arasına kaydetmiş ti.9. Bu arada Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki faaliyetlerinin anlaşılmasıyla İstanbul hükûmetinin ve işgal kuvvetlerinin duyduğu rahatsızlığın Erzurum’a gelişinin altıncı günü 8-9 Temmuz 1919 gecesi sarayla yaptığı bir telgraf başı görüşmesinde son raddine ulaştığı görülmüş ve Anadolu’ya gönderilişindeki resmî göreve son verilmişti. Anadolu’daki faaliyetlerinden duyulan rahatsızlığın, 
8 Haziran’da İstanbul’a dön çağrısıyla başlayan ve resmî görevine son verilişinin yaşandığı 8-9 Temmuz gecesi “…birden bire perde kapandı. Ve 8 Haziran’dan 8 Temmuz’a kadar bir aydır süren oyun sona erdi” sözleriyle ifade eden Mustafa Kemal Paşa tarihi kararını da o gece vermiş göreviyle birlikte çok sevdiği askerlik mesleğinden çekildiğini bildirmişti.10 

Bu kararın telgraf başında İstanbul’a iletilmesinden sonra yanında bulunan arkadaşlarına “bu andan itibaren hiçbir resmî sıfat ve memuriyetim yok, bir millet ferdi olarak ve milletten kuvvet ve kudret alarak vazifeye devam edeceğim”11 demişti. 

Mustafa Kemal Paşa, askerlikten çekildikten sonra bütün Erzurum halkının ve Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum şubesinin, kendisine karşı çok açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığının kendisinde unutulmaz izler bıraktığını ifadeyle 10 Temmuz’da gönderdikleri bir yazıyla cemiyetin başına geçmesini ve çalışma kurulu başkanlığını kabul etmesini önerdiklerini, kongreye 
Rauf Bey’le girmelerini kolaylaştırmak için Erzurum delegesi olarak seçilmiş bulunan Emekli Binbaşı Kazım (Yurdalan) Bey’le Dursunoğlu Cevat Bey’in delegelikten çekildiklerini belirtmişti.12. 

Böylece cemiyetin çalışma kurulunun başına geçen ve Rauf Bey’le birlikte Erzurum delegeliği gerçekleşen Mustafa Kemal Paşa kongre hazırlıklarıyla yakından ilgilenerek, kongreye gelecek delegelerin yola çıkarılmaları ve seyahatlerinde kolaylık gösterilmesi için kumandan ve valilere gerekli bildirilerde bulunmuştu. 

Bu gelişmeler olurken, 10 Temmuz’da kongre toplanacağını öğrenen İngiliz kontrol subayı Yarbay Alfred Rawlinson 9 Temmuz’da Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmişti13: 

-İşittiğime göre yarın bir kongre açacak mısınız? 
-Evet milletçe açılması kararlaştırılmıştır. 
-Açılmaması daha uygun olacaktır? 
-Kongre muhakkak toplanacak ve gününde açılacaktır. 
  Millet buna karar vermiştir. Açılmamasını tavsiye eden düşüncelerinize 
  hâkim olan sebepleri bile sormayı lüzumlu görmüyorum. 
-Fakat hükûmetim, bu kongrenin toplanmasına müsaade edemez. 
-Ne hükûmetinizden ne de sizden müsaade istemedik ki, böyle bir müsaadenin verilip verilmeyeceği bahis konusu olsun. 
-Kongreden vazgeçmezseniz kuvvet zoruyla toplantının dağıtılmasına mecburiyet hasıl olacak. 
-O halde biz de mecburi ve zaruri olarak kuvvete kuvvetle karşı koyar ve herhalde milletin kararını yerine getiririz. Ne pahasına olursa olsun kongreyi açacağız dedikten sonra Mustafa Kemal Paşa ayağa kalkarak görüşmenin bittiğini belirtmişti. Ancak bundan sonradır ki, Erzurum’da toplanacak kongreye bir İngiliz müdahalesinin yapılabileceği düşünülerek kongreyi sivil giydirilmiş polis ve jandarmaların, korumaları tedbiri alınmıştı. 

Delegelerin Erzurum’a gelişlerindeki gecikme yüzünden 23 Temmuz’a ertelenen kongre o gün mütevazi bir okul salonunda açılarak 7 Ağustos’a kadar sürmüştü. Onüç oturum olarak gerçekleşen kongrenin ilk günkü oturumunda Mustafa Kemal Paşa, 45 delegeden 38’inin oyunu alarak kongre başkanlığına seçilmiş.14 ve kongreyi açış konuşmasında mütareke hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırı ve işgallerden bahisle söze başlayarak tarihin bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkâr edemeyeceğini, Türk vatanı ve milleti aleyhinde verilen hükümlerin muhakkak surette iflasa mahkum olduğunu belirtmiş, milletin kaderinde millî bir iradenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini, millî iradeye dayanan millî bir şura kurulması ve kuvvetini millî iradeden alacak bir hükûmetin teşkilini çalışmada ilk hedef olarak gösterdiğini ifade etmişti.15. 
Kongre ondört gün süren çalışmaları süresince bir nizamname ve bir de beyanname hazırlamış, Amasya genelgesinde yer alan her türlü etki ve denetimden uzak millî bir kurulun varlığının çok gerekli olduğu hükmü Erzurum Kongresi’nde bir Temsil Heyetinin seçilmesiyle gerçekleşerek, dokuz kişiden oluşan Temsil Heyeti başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmişti. 

Kongre kararları, ilk alınan tarihi kararı bir aşama daha ileriye götürür nitelikte olup, millî sınırlar içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı, her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı hükûmetinin dağılması halinde milletin birlikte direneceği ve karşı koyacağı, millî kuvvetleri etkin ve millî iradeyi hâkim kılmanın esas olduğu, Hıristiyan unsurlara siyasi hâkimiyeti ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıkların verilemeyeceği, manda ve himayenin kabul edilemeyeceği hükümlerini içermekteydi. Bölgesel amaçlı olarak toplanan Erzurum Kongresi almış olduğu bu kararlarla millî bir nitelik kazanırken, Mustafa Kemal Paşa’nın kongrenin kapanışında yaptığı konuşma da bu niteliği teyit eder şekildeydi. Mustafa Kemal Paşa, konuşmasında şöyle diyordu. 

“Milletimizin kurtuluş ümidi ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr Heyet-i Muhteremeniz her türlü zahmetlere katlanarak burada Erzurum’da toplandı. Hassas ve soylu bir ruh ve sağlam bir imanla vatan ve milletimizin kurtuluşuna ait esaslı kararlar aldı. 
Bilhassa bütün dünyaya karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir…”16 

Kongre kararları, kongrenin sona erdiği 7 Ağustos 1919 gecesi bütün Türkiye’ye telgraflarla ilan edildiği gibi 10 Ağustos 1919’da Türk Matbaasında basılan kongre beyannamesi de binlerce nüsha halinde her yere gönderildi ve kararların duyulması üzerine Erzurum, Cumhuriyet sözcüğünün ilk kez sesli bir şekilde dile getirildiği yer olarak Yakın Tarihimize geçti. 

Bununla ilgili olarak, Mütareke hükümlerinin yerine getirilmesini takip etmek üzere Erzurum’da bulunan İngiliz kontrol subayı Yarbay Alfred Rawlinson, Erzurum’da toplanan kongreyle ilgili etrafta şayiaların dolaştığını, Eski Osmanlı İmparatorluğu kalıntıları üzerinde bir Türk Cumhuriyeti’nin kurulması amacıyla ihtilal organize edildiğini belirtmekteydi17. Yine İstanbul’daki İngiliz Yüksek 
Komiseri Amiral Sir John de Robeck Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği 17 Eylül 1919 tarihli telgrafta Anadolu’nun işgali üzerine Erzurum’da başlayan, Mustafa Kemal Paşa hareketinin gittikçe yayıldığı ve bunun bağımsız bir Anadolu Cumhuriyeti’ne doğru hızla geliştiğini ifade etmekteydi18. Görüldüğü üzere Mustafa Kemal Paşa’nın millet egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurma kararıyla çıktığı Anadolu yolculuğunun Erzurum’a uzanan ve kongre kararlarıyla ortaya çıkan durum, tarihi gidişatın Cumhuriyete doğru bir seyir izlediğini anlamada gecikilmediğini göstermekteydi. Kongrenin sona erdiği gece, millî irade prensibinin kavranması ve benimsenmesinin çok önemli ve millî iradeyi millet işlerinde hâkim kılmanın birinci gaye olduğunu belirten Mustafa 
Kemal Paşa, “Bu şuur kongrede bütün hâkimiyetiyle kendini gösterdi”19. Demekteydi. Kongre sonucundan duyduğu memnuniyet ve sevinci gizlemeyen Mustafa Kemal Paşa yine o gece Mazhar Müfit ve İbrahim Süreyya Beylerle yaptığı bir sohbette Türk milletinin geleceğine yönelik kararlarının ne olduğu yönünde düşüncelerini açıklayarak bu paylaşımı ilk kez Erzurum’da kayda geçirtmişti. 

Mazhar Müfit Bey’in not defterinde bu paylaşımın yer aldığı konuşma şöyle gelişmişti. Mustafa Kemal Paşa Mazhar Müfit Bey’e söyleyeceklerini yazdığı: 

-Bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu…sözleriyle başlamış Süreyya ve Mazhar Müfit Beyler: 
-Buna emin olabilirsiniz Paşam dedikten sonra: 
-Öyle ise önce tarih koy! 
-Koydum 7-8 Ağustos 1919 sabaha karşı. 
-Pekala…yaz! 
-Zaferden sonra şekl-i hükûmet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir. 
-İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. 
-Üç, Tesettür kalkacaktır. 
-Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir. 
  Bu anda Mazhar Müfit’in elinden kalem gayri ihtiyari düşünce Mustafa Kemal Paşa’nın yüzüne bakmış o da: 
-Neden durakladın. 
-Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var. Bu sözler üzerine Mustafa Kemal Paşa, Mazhar Müfit Bey’e gülerek: 
-Bunu zaman tayin eder. Sen yaz. 
-Beş Latin harfleri kabul edilecek dedikten sonra Mazhar Müfit Bey 
-Paşam kafi…kafi… 
-Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter:20 sözlerini söyleyerek not defterini almış ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanından ayrılmıştı. Mazhar Müfit Bey, hatıratında daha sonra olayların kendisini nasıl yalanladığından bahisle, buna örnek olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya’daki akşam yemeklerinde kendisine birkaç defa şu sözleri söylediğini ifade etmişti. 

-Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum’da tesettür kalkacak, şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğumu söylemişti. Mazhar Müfit Bey Mustafa Kemal Paşa’nın bunları demekle kalmadığını, bir gün kendisine önemli bir ders verdiğini de notları arasına kaydetmişti. 

Bu derse dair hatıratında, Mustafa Kemal Paşa’nın Şapka İnkılâbını ilan etmiş olarak Kastamonu’dan dönerken Ankara’ya geldiği sırada eski meclis binası önünden otomobille geçtiğinde kendisinin de kapı önünde bulunduğunu manzarayı görünce gözlerine inanamadığını ifade ile: 

“Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Başkanının başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat, kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Başkanı’na da şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken otomobili durdurttu, beni yanına çağırdı ve birden: 

-Azizim Mazhar Müfit Bey kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun? Dedi. 
Mazhar Müfit Bey, Paşa’nın bu sözleri şaka olarak söylediğini fakat bunun kendisini mahcup ettiğini belirtirken, o gün hayal ve masal diye not ettiği her maddenin zamanla birer gerçek abidesi olarak karşısında bütün endamıyla boy gösterdiğini.21 ifade etmişti. 

Cumhuriyet fikrinin Erzurum’da işlenişine dair Süleyman Necati Bey de şöyle bir olaya hatıratında yer vermişti. 

“Sivas’a gitmeden önce Kemal Paşa, Köşk denilen mesirede hava almaya gitmişti. Benim Albayrak Mektebi talebesi de o civarda gezinmeye çıkmışlardı. Müştak Sıtkı, Hüseyin, Ömer Rahmi Beyler talebeyle beraberdiler. Çocuklar Paşa’yı görünce koşarak etrafını aldılar. Biz de ulaştık. Paşa çocuklarla sohbet ediyordu. Aldıkları fikirlerden dinleyenler riyaset-i Cumhur kavramının burada tecelli ettiğini görmüşlerdi. Birden bire bir ses yükseldi. “Yaşasın Cumhuriyet” talebenin avazı Mustafa Kemal’i memnun etmişti. Kendisi de sohbetlerinde ilk Cumhuriyet fikrini, Erzurum’da buldum” diyerek görüşlerinden bahsetmiş lerdi”.22. 

Görüldüğü üzere Erzurum, gerek kongre kararlarıyla oluşan genel kanaat, gerekse millet egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak kararıyla zorlu ve onurlu bir mücadeleye hazır bir liderin; Mustafa Kemal’in, kendi kişiliğinde özdeşleştirdiği Türk milletinin vicdanında ve geleceğinde sezdiği büyük gelişme yeteneğini “egemenlik onun olduğu gibi yönetim hakkı da 
onundur”.23. Düşüncesiyle Türk Milleti’nin layık olduğu yönetim biçiminin Cumhuriyet olacağı fikrini özel sohbetlerinde ilk paylaştığı yer olmuştur. 

Erzurum’da millî iradeye dayanan bir Temsil Heyetinin teşkili ve kuvvetini millî iradeden alacak bir hükûmet kuruluşunun gerçekleşmesi Türk İstiklal Mücadelesi boyunca millî hâkimiyet esasları dairesinde Türk Anayasa’nın da temel prensibini teşkil etmiştir. 

Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği ilk tarihi kararla Erzurum’da millî irade, millî hâkimiyet ve millî egemenlik kavramlarıyla şekillenen ve hayat bulan Cumhuriyet olgusu ve işleyişi, onun bu yolda gösterdiği inanç, azim ve kararlılıkla yürüttüğü millet mücadelesinde başarıyı getirmiş “Millî egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun”.24 sözünü 29 Ekim 1923’te yeni Türk devletinin idare şeklinin Cumhuriyet olduğunu ilan ederek yerine getirmiştir. 

DİPNOTLAR;

1 Enver Konukçu, Selçuklulardan Cumhuriyete Erzurum, Ankara 1992, s.757; 
   Asuman Demircioğlu, 1919-1923’de Süleyman Necati (Güneri) Bey, Erzurum 1992 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), s.12-13. 
2 Gazi Mustafa Kemal(Atatürk), Nutuk-Söylev, I, 2.Baskı, TTKB, Ankara, 1986, s.21. 
3 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk-Söylev, I, s.19. 
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, TTKB, Ankara, 1997, s.31. 
5 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk-Söylev, I, s.21. 
6 TİTE Arşivi, K.29, G.74, B.74. 
7 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber I.Cilt, 3.Baskı, TTKB, Ankara, 1988, s.10. İstanbul Hükûmeti Türkiye Ermenilerine 
   Türkiye sınırları içinde muhtar bir idare kurmaları vaadinde bulunmuş, atta gerginliğin fazla olduğu bölgelerde nüfus mübadelesi önermişti. 
   1919 Şubat’ın da yapılan bu öneriyi Ermeniler, Türklerin daha önce doğu illerinde azınlık teşkil ettiği iddiasında bulunduğundan ve Türkiye sınırları içinde 
   kalmayı istemediklerinden reddetmişti. (Firuz Kazemzadeh, The Struggle for Transcaucasia, Newyork 1951, s.214). 
8 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.30-32. 
9 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.74. 
10 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk-Söylev, I, s.65. 
11 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.39. 
12 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk-Söylev, I, s.85-87. 
13 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.44-45. 
14 M.Fahrettin Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, II.Cilt, Ankara, 1993, s.14. 
15 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk-Söylev, I, s.87-89.
16 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.113; Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, s.236. 
17 A.Rawlinson, Adventures in The Near East 1918-1922, Newyork 1924, s.216-217. 
18 Bilal N.Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938), Cilt I, TTKB, Ankara, 1992, s.103-104. 
19 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.129. 
20 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.131; Nuyan Yiğit, Atatürk’le 30 Yıl, İbrahim Süreyya Yiğit’in Öyküsü, Remzi Kitabevi, 
İstanbul, 2004, s.130. 
21 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, s.132. 
22 Demircioğlu, 1919-1923’de Süleyman Necati (Güneri) Bey, s.118. 
23 Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk7ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTKB, Ankara, 1982, s.31. 
24 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 999, s.34. 

11. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***