Türkiye Varlık Fonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye Varlık Fonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2018 Cumartesi

YENİ TÜRKİYENİN İLİŞKİSEL BİLEŞENLERİ

YENİ  TÜRKİYENİN  İLİŞKİSEL BİLEŞENLERİ



Fuat Ercan 


Dolar Lobisi, Faiz Lobisi, Türkiye Varlık Fonu ve Başkanlık Sistemi –I 

 <   “Bunlar İstese de İstemese de bu ülkede [...] Öğrenilecek ve Öğretilecektir.” 
  (R.T.Erdoğan, Yeni Akit Gazetesi, 2014). 

“Her şeyi sinsice ve gizli kapaklı bir mücadele neticesinde elde ettiklerinden her şeyin ayarını bozmuş durumdalar. Çünkü neye dokunurlarsa... ki dokunuyorlar, anında kurutuyorlar.’ (B.Tarr, Turin Horse) 
“Yok Başka bir Cehennem yaşıyorsunuz işte ...”(B.Aysan) >

I- Süreç-Müdahale/içsel-Dışsal dinamiklerin yarattığı/ yaratacağı cehennem 

Ard arda çıkan KHK’lar, Ortadoğu çıkmazı, Patlayan canlı bombalar, Yolsuzluklar, her gün ekrandan büyük birader(ler)in parmak sallaması, yaşam ortamını-ekolojiyi yok eden çılgın projeler, Varlık Fonu, faiz lobisi, döviz lobisi, Trump’ın en Büyük birader benim diye sahneye çıkışı, Davos’da Dünya Sosyal Forumu’nun bir şeylerin artık aynı şekilde gitmeyeceğine dair uyarıları ve daha fazla yetki donatımı istemenin sonucu olan Başkanlık Sistemine geçiş yönündeki gelişmeler. 
Bu gelişmelerin toplumsal ve bireysel olarak yaşattığı gerilimlerin analizini nasıl yapmalıyız? Yeteri kadar yapabiliyor muyuz? 

B.Aysan’ın şiirini biraz değiştirerek “Başka bir Cehennem yok; yaşıyoruz, Yaşatıyorlar” deyip başımız önümüze mi eğeceğiz? 
Cehennem derinleşip yaygınlaşıyor, baskı ve şiddet sarmalı tüm yaşam alanlarını etkisi altına alıyor. Gerginlik-dolu bekleyişlerin kaynağı dünyanın ve Türkiye’nin hızla değişiyor/değiştiriliyor olması. Bu kısa yazımızda ilk elden bu iki ifade arasındaki bağlantılar üzerinde duracağız; değişim ile değiştirme. Bu iki ifade iki kavramla bağlantılı: süreç ve müdahale. Değişim ifadesi diğer yandan bir de dünya ölçeğinde yani dışsal dinamikler ve Türkiye’ye özgü içsel dinamikleri içeriyor. 

Değişimin hızlandığı dönemler de müdahaleler çok belirgin bir hal alır. 
Verili olan bir durumu değiştirmeğe yönelik tüm yol ve yöntemleri müdahale olarak tanımlayabiliriz. 

Müdahale doğrudan devlet makinesi ve bu makineyi harekete geçiren siyasal iktidar olarak algılansa bile, sermaye birikimi ve onu harekete
geçiren farklı işlevlere sahip sermayedarları da müdahalenin temel değişkenleri olarak ele almalıyız.  
    Yeni Türkiye’de devlet makinesini harekete geçiren siyasi iktidar müdahalenin en belirgin biçimini almış durumda. Devlet ve siyasi iktidarınmekanı ile sermayenin mekanı çelişkili bir içiçe geçişi yaşıyor. Değişime yönelik sermayenin talep ve taleplerin yerine getirilme hızı iledevletin talep ve taleplerin hızla yerine getirilmesi ittifak ve çatışmalı bir sürecin başlamasına neden oluyor.

Her durumda döviz lobisi, faiz lobisi ya da başkanlık sistemi ya da Varlık Fon’u ulus-devletin dünya ölçeğindeki işleyişle bağlantı kurma,kurulan bağlantılarda açığa çıkan çelişkileri yönetmekle ilgili.        

   Sadece Aceleci bir ifade ile sıkça tartışılan Türkiye Varlık Fon’unun Türkiye gibi geç kapitalist ülkelerin işleyişe ait döviz biçiminde sermayeihtiyacının artan tehdidinin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan döviz lobisi diye eleştiriler yapılırken dünya ölçeğinde döviz biçimdesermaye elde edebilmek için devletin sahip olduğu varlıkları yasama, yargı gibi “zaman kaybedici” mekanizmaları devreden çıkartarakdoğrudan karar alabilme yetkisi ile donatılması. Siyasi iktidarın manevra yeteneği arttıkça daha önce sermaye birikim sürecine giren, yenigiren ve girmek isteyenler arasındaki ilişkilerin yoğunluğu toplumsal yaşam için gerekli tüm değişkenler üzerinde etkili olmuştur.

   B.Tarr’ın filminde bir diyaloga konu olan durum Türkiye için daha belirgin bir hal aldı. Her şeye dokunmaya başladılar, çalışanlar, kamuhizmeti ve dahası kaynak ihtiyacı için doğa. Her birine dokundukça ayarları bozup yaşamları cehenneme çeviriyorlar. Bu basit örnek bilefarklı düzlemlerde ele alınan değişkenlerin nasıl iç içe geçtiğini bizlere gösteriyor. Bu sadece bilme hali ile sınırlı değil, içine bizi alan cehennemdenkurtulma pratiklerine ait bilgilere ulaşma olanağı sağlayacaktır.

   2014 Yılında tüm vatandaşları temsil etmesi gereken R.T.Erdoğan yukarıdaki ifadeyi rahatlıkla kullanabiliyor; “Bunlar istese de istemese de bu ülkede[...] Öğrenilecek ve Öğretilecektir.”

Bir zamandır bunlar diye ifade edilen toplumun önemli bir kesimi ve bu kesimin bir şeyler öğrenmesi isteniyor,İstemediklerinde ise zorla öğretilecek.

Türkiye’de otoriter-faşizan iktidarları besleyen bir dizi işleyişin açığa çıktığı en önemli vurgu bunlar, yani öteki, bir adım daha atacak olursak “iç ve dış düşman” kavramı.

Bunların dışında kalan biz ifadesi tüm olanakları tüketecek şekilde iktidara oy veren % 50'yi harekete geçirecek provakatif bir dizi çağrışıma yöneliyor;   

    <  “Erdoğan, “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var. Biz onlara ‘Aman sabırlı olun sakın bu Oyunlara gelmeyin’ diyoruz” diye konuştu. (www.milliyet.com.tr/basbakan-4-gun-yok/siyaset / detay / 1717873/ default.htm, 25 Ekim 2014 tarihinde giriş yapıldı.)  >

    Pragmatizm burada devreye giriyor.

Çelişkilerin çözümlenmesi için yürütmenin güçlenmesi gerekiyor. Bizin yerini kısa sürede millet alıyor. Çelişkileri aşmak için millet adına daha fazla güç isteniyor. Böylece süreç ile müdahale arasındaki ilişkikangren bir hal almış durumda.

   Varlık Fonu, döviz ihtiyacı ve faiz çok farklı düzeylerde yaşanan krizin sadece bir kaçı. Değişimin sancıları verili iktidarın geleceğini tehdit ettiği ölçüde Türkiye’ye özgü başkanlık sistemi bu kesimler için daha bir acil ihtiyaca dönüşüyor. Bu ihtiyacı hisseden sadece iktidar değil, sermayenin farklı kesimleri de güçlü yürütmeye ihtiyaç duyuyor.

   Tartışmalarımızda sıkça ifade edilen alt-yapı ve üst yapı, ya da siyasal olanla ekonomik olanın içiçe geçtiği, yoğunlaştığı günlerden geçiyoruz. 
Yok başka bir cehennem derken, yeni cehennemler için siyasi iktidar harekete geçmiş durumda, Yukarıdan aşağı baskı-şiddet ile geçişi kolaylaştırmaya çalışıyor.

Müdahale sadece baskı-şiddet olarak yukarıdan aşağıya değil, bir dizi dil-söylem üzerinden kitlelerin kültürel bilinç dışı harekete geçiriliyor.
Yani mahalle baskısı yaratılıyor; bir şeyler öğrenmek istemeyenler üzerinde. Bu cehenneme hayır, yeni cehennemlere hayır diyenler için mahalle baskısı oluşturuluyor.

Cumhurbaşkanı başkanlık sistemini referanduma götürecek yasayı imzaladığı gün Aksaray’da yaptığı açılış konuşmasında(10 Şubat 2017);
“Biz dertliyiz be! Biz bu millete aşığız! Onun için koşacağız. Kim ne derse desin, bu sistem var ya bu sistem. 

Bu bizim bileklerimizde prangaydı...

Biz hiçbir beşeri gücün önünde eğilmeyiz. Biz sadece Rabbimizin huzurunda rükuda, secdede eğiliriz. Kimse bizi eğemedi, eğdirtemedi. Şimdi şu millet
Allah’ın izniyle elele verdiği sürece biz ülkemizi de muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkaracağız. Türkiye yönetim sistemini değiştirme yolunda
önemli bir kavşağa geldi. Buraya gelirken imzayı attım.

Şimdi süre başladı. İnşallah 16 Nisan’da benim aziz milletim sandığa gidiyor. ...Siyasi hayatımızın her döneminde, her adımında olduğu gibi bu konuda
da milletimizin iradesinin, tercihinin, talebinin başımızın üzerinde yeri vardır.”


<  “Bunlar istese de istemese de bu ülkede[...] öğrenilecek ve öğretilecektir.” Bir zamandır bunlar diye ifade edilen toplumun önemli bir kesimi ve bu kesimin bir şeyler öğrenmesi isteniyor, İstemediklerinde ise zorla öğretilecek. Türkiye’de otoriter-faşizan iktidarları besleyen bir dizi işleyişin açığa çıktığı en önemli vurgu bunlar, yani öteki bir adım daha atacak olursak “iç ve dış düşman” kavramı.  >  

Evet, işaret edilen bir sistem ve bu sistemin artık prangaya dönüşmüş olması. Pranga ifadesi siyasi iktidarın ve sermayenin kendi kendini yeniden
üretemediği bir aşamayı işaret ediyor. Çelişkilerin zaman içinde yoğunlaşarak artık sürdürülemez bir aşamaya gelmiş olduğunu işaret ediyor. 

  Yani süreç ve onun ulaştığı aşamadaki müdahalelerden bahsediyoruz.

O zaman sorumuz önemli. Sürece mi bakmalıyız, müdahalelere mi? İçinden geçtiğimiz günlerde süreç ve müdahale kavramının içini dolduracak iki değişken daha var;
   Süreç ve müdahalenin ülkeye özgü içsel dinamiklerden mi kaynaklandığı, yoksa dışsal dinamiklerden mi kaynaklandığı? Döviz lobisi ile ifade edilen sorun içsel dinamiklerin mi?
   Döviz ihtiyacı sürece içkin bir sorun mu yoksa şu ana ait müdahalelerin mi ürünü? Israrla inatla işaret edilen bir şekilde 1923’e atfen inşa edildiği düşünülen Yeni Türkiye’nin bileşenlerini nasıl analiz etmeliyiz?

Yeni Türkiye sürecin değil de siyasi iktidarın tüm iç ve dış düşmanlara karşı onlara rağmen gerçekleştirdiği bir Türkiye mi? Başkanlık sistemi tam da bu istek ve bu zorunluluğun AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı’nın istekleri üzerinden mi biçimleniyor?

   Bilgi içeriği olan onlarca soru.

Ama değişimin hızlandığı dönemler devletin baskı-ideolojik aygıtlarının yoğunlaştığı dönemlerde yaşananların bilgisini üretmek çok mu çok zorlaşır?
Zorluk bir yandan korku-şiddet sarmalının yarattığı şimdinin egemenliğine ait yöntem-psikoloji ile ilişkili. Gergin ve belirsiz ortamda ayakta kalma kaygısından dolayı, analizleri en yakında olana, olgusal ve dolayısıyla müdahalenin yapıldığı yer/ yöne bakmamıza neden oluyor.

   Sürecin aşılabilmesi, bu tarz yöntem- psikolojiden uzaklaşılmasını gerektiriyor.

Diğer yandan ise siyasi iktidarın ve onun bileşenlerinin, bilim insanlarına ve bilgi-haberi dolaşıma sokanlara yönelik direkt baskıları da çok önemli. Zorunlu okuldan uzaklaşmış biri olarak ve her KHK ile onlarca bilim insanın sadece okuldan uzaklaştırıldığı, gazetecilerin hapse atıldığı dönemde bilgiye ulaşmak daha zor. Başkanlık Sisteminin tartışıldığı bir ortamda, KHK ile kamu mesleğinden ihraç edilen Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof.Dr. Bülent Kaboğlu durumu/ortamı ne güzel anlatmış;

   “Bir rektör, bir vali, bir kaymakam, bir cami imamı, anayasa değişikliği üzerinde görüş açıklıyor; ama anayasa hukuku uzmanları açıklayamıyor.’ (http://ilerihaber.org/icerik/profesor-ibrahim-kaboglu-imam-konusabiliyor-anayasa-hukukcusu-konusamiyor-67858.html)

Cehennem de ve cehennemden çıkmak için analiz sonucu elde edilen bilgi de stratejik bir öneme sahiptir. Tabi ki müdahalenin işleyişi ve işleyişi harekete geçirenlere bakmak önemli, ama bence bu yöntem-psikolojinin hatalarından uzaklaşmak için yukarıda işaret ettiğimiz değişkenleri analizimize katmamız gerekiyor.

Müdahaleleri ortaya çıkaran süreci analize katmamız gerekiyor. 
İlk ayrımımız bu anlamda önemli, süreç ve müdahale. Müdahaleyi sürecin içine yerleştirmediğimiz de, müdahale yapanlara muazzam bir güç-donanım atfetmiş oluruz. Görünen, kurucu özne onlar oluyor.

Siyasi iktidar ya da iktidarda olan en yüksek karar vericisi öne çıkıyor. Bu öne çıkma ve güç atfetme korkularımızın kaynağının yanı sıra, işleyi-şi-mekanizmayı göz ardı etmiş oluyoruz.

   Bir zamanlar sıkça eleştirdiğim mekanik altyapı-üstyapı üzerinden bile analizler yapılamıyor. Artık üstyapıya yoğunlaşmış durumdayız, üst yapıya da değil siyasi iktidara da değil, siyasi iktidarda bir kişiye. Ama gerçeklikte üstyapı ve siyasi iktidar ve yoğunlaşılan kişi gündelik hayatta önemli değil mi? Önemli tabi. Ama bugünlerde niçin önemli oldular sorusu ile birlikte önemli. Goethe’nin Faust’undan bir alıntı; “Bütün bu kütle yukarı çıkmak istiyor, sen ittiğini sanıyorsun, hâlbuki itiliyorsun” (1973: 132). Nedensel bağlantıları zaman üzerinden kurmamız gerekiyor.

   Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan üzerinden kurulan analizlerin eksikliği nasıl ampirisizm ise bir başka ampirik değil ama ampirisist analiz, sermaye
birikiminin işleyişinde açığa çıkan fiyatlar üzerinden değerlendirmek.

   Dolar yükseldi, değer kaybetti, ABD Merkez Bankası faizleri yükseltti, ücretler düştü. Süreç ve süreç içinde içsel bağlantıları kurulamayan fiyatlar üzerinden analizler yapılıyor.

   Döviz seferberliği siyasi iktidarın bir müdahalesi, ama bu geç kapitalist toplumun, dünya kapitalist haydi emperyalist sistemle kurduğu ve zaman içinde yer yer açığa çıkan işleyişe ait bir sorun. Faiz lobisi Türkiye’de sermaye birikiminin en önemli sorunu. Para biçiminde sermayeye ulaşmak önemli. Ama bu sermayeler arasında farklı öneme sahip.

   Büyük ölçekli üretime yönelik sermaye için nitelikli ithal girdi gerekli.

Bu gerekliliğin yerine getirilmesi için de döviz biçimde sermayeye ihtiyaç duyulacak. Bunun iki yolu var; ihracatı artırmak ya da döviz biçimde sermaye girişini sağlamak. Bu ikinci yöntem için ise faiz oranın yüksek tutulması gerekiyor. Küçük ölçekliler için faiz oranları üretim için büyük maliyet, büyük sermayeler için ise ihtiyaç duyduğu döviz biçimde sermayeye ulaşma yolu. O zaman siyasi iktidar nasıl bir politika izleyecek?

   Küçük üreticilerin çıkarlarına uygun mu, yoksa büyük sermayenin çıkarlarınamı uygun davranacak?

    1990’lardan itibaren değerli ile yüksek faiz oranı üzerinden bir politika uygulanıyor idi. Siyasi iktidar ile sermayenin bir kesiminin tercihi bu yönde idi. Ama artık bu sınıfsal düzeneğin devam etmesi olası değil. Değil çünkü özellikle son Dünya Sosyal Forumu’nda işaret edildiği üzere siyasal iktidarlar, dünya ölçeğindeki sermayenin talepleri ile ülke içindeki sermayeler arasındaki gerilimi dengede tutmaya çalışıyorlar. Trump’ın politikaları, tam da bu gerilimin artmasının ifadesi olsa gerek. İlginç olan ve bizde Türkiye tarzı başkanlık sisteminin önünü açan, değişim için yürütmenin önündeki engellerin kaldırılması ile başlıyor. Siyasi iktidara gelen parti ve yöneticiler sahip olduğu olanakları hızla kendi güç ve kaynak yaratmak için kullanması.

Siyasi iktidar ve iktidarda karar alıcı kişi/kişiler, doğal olarak yaşanan tüm çelişkilerden yararlandıkları gibi, var olan tüm çelişkiler karşısında varlıklarını
sürdürmek için daha fazla yetki istiyorlar, bu yüzden başkanlık sistemi bu kadar acil bir konu olarak gündeme geldi, getiriliyor. Böyle yapmadığımızda yine kısa erimli sonuçlarla sürece bakan iktidarın, kendinde gördüğü, kendisi için istediği gücü ona atfetmiş oluruz. Yazımızda yeri geldiği ölçüde üzerinde  duracağımız faiz lobisi, döviz seferberliği, Türkiye Varlık Fonu tam da geç kapitalizme içkin bir dizi çelişkinin olgunlaşmasının ürünü. İlginç olan siyasi iktidar, biriken çelişkileri aşmaya/yönetmeğe çalıştığı ölçüde çelişkiler derinleşip / genişliyor. Tekrar edecek olursak çelişkilerin yoğunlaştığı ortamda  bilme halleri daha   konjonktürel  analizlere yöneldiği ölçüde atı arabanın arkasına bağlama eğilimi öne çıkar, belirleyici olur. 

<  Sürece mi bakmalıyız,  müdahalelere mi?  İçinden geçtiğimiz  günlerde süreç ve  müdahale kavramının  içini dolduracak iki  değişken daha var; süreç ve müdahalenin ülkeye  özgü içsel dinamiklerden  mi kaynaklandığı, yoksa  dışsal dinamiklerden mi  kaynaklandığı? Döviz  lobisi ile ifade edilen  sorun içsel dinamiklerin  mi? Döviz ihtiyacı sürece  içkin bir sorun mu yoksa  şu ana ait müdahalelerin  mi ürünü?  >


II- Çelişkilerin AKP’si, AKP’nin Çelişkileri 

    Türkiye’de çelişkilerin sürdürülemez  olduğu dönemlerde değişim hızlanır.  Ve krizle birlikte bir konumdan diğerine  geçiş aşamalarında yeni kurulan 
siyasi partiler, siyasi iktidara taşınır. 

   
<   Kriz koşularında  geleneksel zanaatkâr ve  küçük işletmelere yönelik kalkınma ve toplumun ihtiyaç duyduğu adalet ve kayırma ve yolsuzluklara karşı AK söylemi ile seçmenler ve sermaye üzerinde etkili olmuştur. Kriz karşısında ulus-devletin açmazları ile yeni yeni serpilen ve daha önce serpilip gelişen sermayelerin çıkmazları iktidarın kapılarını AKP’ye açmıştır. Diğer yandan AKP iktidara yönelmede kitlelerin sahip olduğu kültüreldinsel değerleri sonuna kadar kullanmıştır.  >

 1980 Askeri darbesi ülke içinde hem  sermaye ve hem de devletin ve dolayısıyla verili siyasi iktidarın açmazları sonucu ama bu sonuç ANAP’ın (Ana-vatan Partisi) Turgut Özal üzerinden iktidara geçmesine neden olmuştur. 

Askeri darbe ve ordunun sağladığı manevra alanları ile ANAP ve dolayısıyla Turgut Özal verili çelişkileri aşmak için bir dizi müdahaleyi gün demine almıştır. 1980’leri önceleyen döviz kısıtı yani o ünlü siyasi ifade ile 70 sente muhtaç olmanın ürünüdür ANAP. Geç kapitalist bir toplum olarak Türkiye içe yönelik sermaye birikim sürecinin gereği olan sermayenin farklı işlevlerinin ülke içinde inşa edildiği 1950-1980 sürecinin artık bir aşamaya geldiği ve bu aşamada sermayenin ve siyasi iktidarın kendini üretemediği bir or tamın ürünüdür. 

Döviz ihtiyacı ve ama buna bağlı olarak nitelikli girdi ihtiyacı ve bununla işleyişin tam de taşıyıcısı olan daha fazla görece artı-değer üretememenin krizi ANAP’ı iktidara taşımıştır. ANAP kendini önceleyen bu çelişkiler için bir dizi güncel müdahale gerçekleştirmiş ve birçok kurucu-özne sahneye çıkmıştır. Ama süreç içinde bu aktörlerin çıkardığı tüm gürültüden daha önemlisi, sermaye ve ulus-devletin dünya ölçeğinde istediği işleyişe entegre olmada belirli bir yol kat etmesidir. Bu yol kat etme 1990’ların sonunda yine dünya ölçeğinde işleyen mekanizma ile yeni bir aşamaya taşınmıştır. 

    Gerek ANAP ve gerekse CHP 1990’ların sonundaki krize çözüm bulamadıkları ölçüde, bu süreç AKP’yi iktidara taşımıştır. Temel amaç, dünya ölçeğinde 
işleyen birikim mekanizmasına eklemlenmek için istikrarlı fiyat mekanizmaları ve bu mekanizmaları destekleyecek kurumların inşa edilmesidir. 

15 Günde 15 Yasa bu dönüşü-mün zorunluluğu ve sonucudur. Ve dönüşüm krizle birleştiği ölçüde toplumda/kitlelerde yarattığı gerilimler AKP’yi bu sefer iktidara taşımıştır. 

Kriz koşularında geleneksel zanaat-kâr ve küçük işletmelere yönelik kalkınma ve toplumun ihtiyaç duyduğu adalet ve kayırma ve yolsuzluklara 
karşı AK söylemi ile seçmenler ve sermaye üzerinde etkili olmuştur. 

Kriz karşısında ulus-devletin açmazları ile yeni yeni serpilen ve daha önce serpilip gelişen sermayelerin çıkmazları iktidarın kapılarını AKP’ye 
açmıştır. Diğer yandan AKP iktidara yönelmede kitlelerin sahip olduğu kültürel-dinsel değerleri sonuna kadar kullanmıştır. Kullanması için de 28 Şubat müdahalesi, başör tü baskıları AKP’ye manevra olanağı sağladı. 

İktidara gelen AKP ile ulus-devletin işleyişinde stratejik konumda olan bürokrasi-ordu arasındaki gerilim, sermayeler ile devlet arasındaki gerilim zaman içinde farklılaşmış, farklı biçimler almış, ama hiçbir gerilim hiç azalmamıştır. Ve siyasal iktidar devlet aygıtını deneyimledikten ve devlet aygıtları içinde güç kazandıktan 
sonra, seçmen kitlesinin de desteğini alarak yaşam tarzları arasındaki gerilimi derinleştirip artırarak seçmen kitlesinin desteğini kazanma yoluna gitmiştir. 

Fakat 2001 krizi sonrası üç değişken AKP iktidarının önündeki çakıl taşlarının kaldırılmasına neden oldu; 

- İlk olarak krizin yarattığı ortamda sermayeler emek üzerinde işsizlik ve benzeri disipline edici araçları hızla yaşama geçirdiler, her kriz dönemi sonrasında olduğu gibi. 
- İkinci olarak krizin dünya ölçeğinde yaşanmasına bağlı olarak dünya ölçeğinde yeniden-değerlenme (re-volarizasyon) krizi yaşayan para ve üretken sermayeler için uygun bir iklim yaratılmıştır. Tam bu dönemde doğrudan yabancı sermaye yasası çıkartıldı. Dönemin başbakanı konuşmasında “Ahmetler Mehmetler değil Hanslar da yatırım yapmaya gelecek” diye yasayı tanıtmıştır. Yine aynı dönem de değerlenme krizi içinde olan uluslararası sermayeler için yüksek faiz oranı ve değerli döviz kuru uygulaması devam ettirilmiştir. Faiz lobisi üzerinden yapılan tüm suçlamalar bu anlamda ilginçtir. Siyasi iktidarın faiz ve döviz lobisine karşı dertlenişi ya zaman-işleyişe karşı çıkış ama bu yönde başarılı olamaması anlamına geliyor. Diğer bir seçenek ise bu uygulamalardan etkilenenlerin tepkisini mobilize etmeye yöneliktir. 

Yüksek Faiz oranları, Değerli döviz kuru dörtlü İttifak Üzerinden gerçekleşmiştir. 

- Değerlenme ihtiyacı olan uluslararası sermaye (yüksek faiz oranları), 
- Üretim faaliyetinin devamlılığını sağlamak için nitelikli ithal girdi ihtiyacı olan özellikle büyük ölçekli üretim yapan sermayeler (değerli Türk Lirası), 
- Dışarıdan borçlandıkları dövizi ülke içine sunmada aracılık yapan bankalar (değerli Türk Lirası ile yüksek faiz oranı arasındaki farktan yararlanma) ve, 
- Devlet. Devlet ise bu ittifakla sadece sermayenin toplam yeniden üretim koşullarının sağlamakla kalmıyor, yıllar içinde ar tan kamu finansmanını da iç piyasadan sağlama olanağı buluyordu. İç piyasa dediğimiz ise aslında uluslararası sermayeden dolaylı olarak borçlanma anlamına geliyordu. 

Bu işleyiş gerek sermayenin ve gerekse devletin varlığı için gerekli girdilere yönelik çelişkilerin zaman içinde ötelemesine yol açması anlamında 
başarılıydı. Ama çözüm değil öteleme konusunda başarılı. 

III- Devlet Yeniden Sahaya İnsin - Başkanlık Sistemine Geçişin Öncülleri 

   Devlet aygıtı ile ilişkiye giren yeni siyasi iktidarın elini kolaylaştıran bir kaç uygulama daha vardı; 

Kamu varlıklarının özellikle büyük getirisi olan kurum ve varlıklarını özelleştirmek, doğal kaynakların hızla metalaşma süreci içine çekilmesi, 
kamu hizmetlerinin ticarileştirmenin yanı sıra metalaştırılması. 

Tüm bu işleyişin hızlandırılması için sadece uluslararası sermayenin uygun zamanı yakalanmamıştı, dünya ölçeğinde işleyen sermayelerin akıl 
hocası olan iktisatçıların çağrıları ile örtüşüyordu. 

Çağrı; Kurumsalcı olarak kendini tanımlayan bu iktisatçılar (D.Rodrik, D.Acemoğlu) tarafından yapılıyordu. 

Çağrı ise fiyat mekanizmasının tek başına yeterli olmadığını, fiyat mekanizması nın etkin işleyişi için güçlü kurumsal yapıların inşa edilmesinin gerekli olduğu yönünde idi. Bu sadece kalkınma teorisi değil, her zaman olduğu gibi kalkınma adına verili gerçeğe müdahale için detaylandırılmış yeni kalkınma stratejilerinin genel çerçevesi çıkartılıyordu. 

Kriz bu stratejilerin hızla hayata sokulmasına olanak sağladı. Stratejilerin hayata geçirilmesi için devlet yeniden sahaya inecekti. 
K.Derviş’in kriz sonrası devletin mimari yapısını dönüştürmek için işaret ettiği gibi “biz (siyasi iktidar) sahayı hazırlayacağız, siz (sermaye) golü atacak-sınız.
” Sermayenin dünya ölçeğinde ortak aklının dili/strateji bu yönde idi. Bir zamanlar tarihin sonunu ilan eden liberal Fukuyama bile “devleti yeniden inşa etmenin” gerekliliği üzerine yazıp çizmeye başladı. Devletin sahaya inmesi, ya da inmesi için inşası, sahanın yeniden düzenlenmesi, 
oyunun kurallarının yeniden tanımlanmasının önünü açtı. 

    Bugün önümüze getirilen Başkanlık Sisteminin ilk taşları da bu süreçte atılmıştır. Tüm bu yeni stratejinin uygulanması için yasal-kurumsal 
düzenlemelerin hızla gerçekleşmesi gerekiyor. Bu gereklilik/zorunluluk yasama-yürütme ve yargının yaratacağı engellerden kurtulmanın yol ve yöntemini bulma sürecini de başlattı. 

    Sermayenin kurumsalcı olarak tanımlanan aydınlarının ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların da desteklediği bu strateji AKP’nin iktidara gelişi ile zamansal olarak örtüştü. AKP dolayısıyla siyasi iktidar yasama-yargı ve sıkça dert yanılan bürokratik oligarşi karşısında muazzam manevra olanağı kazandı. 

Seçimlerde alınan oylar bu manevra yeteneğini artırdı. Bugünler de herkesin korkulu rüyası olan KHK’ler, Torba Yasalar devreye girdi. 

Fakat tüm bu uygulamalar çelişkileri azaltacağına artırdı. Devlet içinde, sermayeler arasında ve sermaye ile devlet arasında gerilimler yoğunlaştıkça, toplumsal işleyişin yeniden üretilememesi aynı zamanda siyasi iktidar ve Cumhurbaşkanı'nın manevra alanını daraltmaya başladı. İşleyişe ait her çelişki-daralma siyasi iktidarın daha fazla yetki-güç arayışına yol açmaya başladı. Buraya kadar analize katmadığımız Kürt hareketi ve Ortadoğu’daki 
yeni dinamikler siyasi iktidarın daha fazla güçle donanmasına olanak sağladı. Siyasi iktidarın yürütme üzerinden talepleri muhalefet partilerinin (CHP ve MHP) de desteğini almaya kadar vardı. 

< Süreç olağanüstü halin ilanına kadar  vardığında ar tık başkanlık sistemine geçiş için sadece bir adım kalmıştı. Ve bu adım da atılmış oldu. 

   Başkanlık sistemine adım atma ile Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması arasındaki bağlantıyı artık kurabiliriz. 
   Bu bağlantıyı kurarken iki önemli değişken döviz lobisi ile faiz lobisinin değişim sürecinde hangi sınıfsal yapılarla bağlantısı olduğunu bir sonraki yazımızda analiz edeceğiz. >



***

17 Eylül 2018 Pazartesi

ULUSAL VARLIK FONLARI: TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN BİR DEĞERLENDİRME BÖLÜM 2

ULUSAL VARLIK FONLARI: TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN BİR DEĞERLENDİRME  BÖLÜM 2


4. TÜRKİYE ULUSAL VARLIK FONUNUN EKONOMİYE OLASI ETKİLERİ 

26 Ağustos 2016 tarihinde resmi gazetede ilgili kanunun yayınlanması ile Türkiye Varlık Fonu kurulmuş ve birçok kamu varlığı (THY, Türk Telekom, Ziraat Bankası, Halk bankası, TPAO, BOTAŞ, PTT, TÜRKSAT, Borsa İstanbul, Milli Piyango, TCDD, ETİ Maden, Türkiye Denizcilik İşletmeleri, ÇAYKUR, Türkiye Jokey Kulübü ve Kayseri Şeker Fabrikası’ndaki kamu payları ile mülkiyeti devlete ait çeşitli taşınmazlar) bu fona devredilmiştir. Dünyadaki önemli örneklerinden farklı olarak cari işlemler veya bütçe fazlasına dayanmaksızın oluşturulan bu fonun kanunla tanınmış birçok muafiyetinin bulunması (kurumlar ve gelir vergisinden, belediyelere ödenecek çeşitli vergi ve harçlardan, Borsadaki kayıt ve kotasyon ücretlerinden muaftır; ayrıca ihale, devlet memurları ve özelleştirme kanunlarına tabi değildir) ve kamu kaynaklarının Sayıştay denetiminden çıkarılması kamuoyunda ciddi eleştirilere neden olmuştur. 

Bu tartışmalara geçmeden önce TVF’nin ne tür bir UVF olarak sınıflandırılması gerektiği üzerinde biraz durulmasında fayda bulunmaktadır. Söz konusu fonun bir cari fazlaya veya bütçe fazlasına dayanmaması bunun bir tasarruf fonu, emeklilik ihtiyat fonu veya rezerv fonu olarak sınıflandırılmasını zorlaştırmakta dır. TVF’nin kurulmasına ilişkin kanunun gerekçesi bu fonun istikrar ve kalkınma şeklinde iki amacının bulunacağı fikrini hâkim kılmaktadır. Kanun gerekçesinde yer alan istikrara ilişkin ifadeler şu şekildedir: 

“… yurt içinde ve yurt dışında finansal risklerin artmasıyla yaşanan ekonomik dalgalanma dönemlerinde, yabancı yatırımcıların gerçekleştirdikleri fon çıkışlarının varlık fiyatlarında sert düşüşlere yol açması ve yerli yatırımcıların spekülatif döviz talebinin artması piyasalarda likiditenin azalmasına ve finansal istikrara yönelik endişelere yol açmaktadır. Bu sorunların çözümü için, finansal stres ortamında piyasalarda stabilize edici bir görev üstlenecek, kamu 
fonlarının konsolide olarak yönetildiği, güçlü bir Ulusal Varlık Fonunun bulunması, ülke tasarruflarının büyüklüğünü ve gücünü görünür kılarak piyasalarda gerekli güven ortamını yaratacak ve ülkemizin uluslararası kredibilitesinin artmasını sağlayacaktır.” 

Gerekçede yer alan büyüme-kalkınmaya ilişkin ifadeler5 ise aşağıdaki gibidir: 

5 TVF’nin kurulmasına ilişkin kanunun gerekçesi dikkatlice okunduğunda büyüme ve kalkınma kavramlarının birbirine karıştırıldığı TVF’nin amaçların kalkınmadan çok büyümeye ilişkin olduğu gözlemlenmektedir. 

Türkiye Varlık Fonun Kurulmasıyla; 

- Büyüme oranına gelecek on yıl içinde yıllık %1,5 oranında ilave artış sağlanması, 

- Yapılacak yatırımlarla yaklaşık yüzbinlerce kişilik ek istihdam sağlanması, 

- Savunma, havacılık ve yazılım gibi teknoloji yoğun sektörlerdeki yerli şirketlerin sermaye ve 
proje bazında desteklenmesi, küresel oyuncu olmalarının sağlanması, 

- Otoyollar, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve Havalimanı, Nükleer Santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması, 

- Arz güvenliğini sağlamak üzere, Türkiye için önem taşıyan doğal gaz ve petrol gibi yurt dışındaki stratejik sektörlere yasal ve bürokratik kısıtlamalara bağlı olmadan doğrudan yatırım yapılabilmesi hedeflenmektedir. 

Kayıran (2016, s:73), istikrar amacının sadece gerekçede yer alması fakat kanun metninde yer almaması nedeniyle bunun bir yan amaç olduğunu iddia etmektedir. TVF’nin, özellikle son zamanlarda gelişmekte olan ülkelerde kurulan kalkınma fonları ile gösterdiği benzerlikler de bu fonun istikrardan ziyade kalkınma (büyüme) amaçlı olacağını göstermektedir. Bu benzerlikler şu şekilde sıralanabilir: 

Bu Fonlar, 

i) Cari işlemler veya bütçe fazlasına dayanmamaktadırlar, 

ii) Borç sermayesi kullanmaktadırlar (TVF’ye de hazineden izin almaksızın yurt içinden ve yurt dışından borçlanma izni verilmiştir), 

iii) Genellikle yurt içine yatırım yapmaktadırlar (yukarıdaki ifadeler TVF’nin de önemli oranda yurt içi yatırım planının olacağına işaret etmektedir), 

iv) Özellikle altyapı yatırımlarına yönelmektedirler (kanunun gerekçesinde yer alan yukarıdaki ifadeler, TVF’nin de Altyapı Yatırımlarının finansmanına yöneleceğini göstermektedir). 

Yaklaşık bir yıl önce resmen kurulmuş olmasına rağmen aktif olarak bir faaliyette bulunmaması, üç yıllık stratejik yatırım planının (yol haritasının) kamuoyuyla hala paylaşılmamış olması ve web sitesinde fona ilişkin yeterli bilgilerin bulunmaması TVF’ye ilişkin değerlendirmeleri zorlaştırsa da olası fırsat ve tehditlerin neler olduğu aşağıda belirlenmeye çalışılmıştır. 

Olası Fırsatlar: 

i) TVF, birbirinden bağımsız ve etkin kullanılamayan kamu kaynaklarını tek bir çatı altında toplayarak yurtiçindeki büyük ölçekli yatırımlara uzun vadeli-ucuz 
finansman desteği sağlayabilir. Böylelikle büyüme ve istihdama katkıda bulunabilir. 

ii) TVF’nin, diğer kamu fonlarına kıyasla daha uzun vadeli ve yüksek getirili/daha riskli yurtdışı yatırımlara yönelme imkânı vardır. Bu yatırımlardan elde edeceği gelir ile ulusal tasarrufa katkıda bulunabilir. 

iii) Finans piyasalarına derinlik kazandırabilir ve sert dalgalanmalarda konjonktürün aksi yönünde hareket ederek iktisadi dalgalanmanın etkilerini minimize edebilir. 

iv) Özellikle stratejik kamu kuruluşlarının özelleştirme yoluyla yabancıların eline geçmesini engellemek için menkul kıymetleştirme yoluna giderek (hisse senedi ve tahvil ihraç edilmek suretiyle) yerli kaynak temini sağlayabilir. 

v) Katma değerli ve stratejik sektörlere finansman desteği sunabilir (İtalya, Rusya, Brezilya ve İrlanda’da bu tip ulusal varlık fonları bulunmaktadır) ya da Fransa’da olduğu gibi finansman gücünü kullanarak stratejik sektörlerin yabancıların eline geçmesini engelleyebilir. 

vi) Kamu kaynak ve tasarruflarını etkin bir şekilde işleterek ülke ekonomisinin uluslararası kredibilitesini artırabilir. 

vii) Allen ve Caruana (2008, s: 11)’e göre sağlam bir mali yönetim çerçevesi belirlemek şartı ile UVF’ler şeffaflığı ve hesap verebilirliği artırabilirler. TVF de bu konuda gerekli adımları atarak Türkiye ekonomisine böyle bir imkânı sunabilir. 

viii) Dış politika aracı olarak kullanılabilir. Diğer bir ifade ile fon, yurtdışında yaptığı yatırımlar aracılığıyla ülkenin uluslararası etkinliğini artırılabilir. Ancak TVF, Mart 2017’de küresel varlık fonları ağı olan Uluslararası Varlık Fonları Forumunun (IFSWF) üyesi olmakla Santiago İlkelerini desteklemeyi gönüllü olarak kabul etmiştir . 

Bu ilkelerin 2. maddesi UVF’lerin politika amacının açık bir şekilde 
tanımlanması ve kamuoyuna açıklanması gerektiğini ifade etmektedir. IWG (2008, s:12)’ye göre açıkça tanımlanmış bir politika amacının bulunması, UVF'nin doğrudan veya dolaylı olarak “hükümetin jeopolitik gündemini yerine getirme niyeti veya yükümlülüğü olmaksızın” yatırım yapmayı taahhüt ettiği anlamına gelmektedir. Dolaysıyla her ne kadar kanunun gerekçesinde TVF’nin, “dış politikanın önemli bir unsuru olarak Türkiye’nin uluslararası arenada daha fazla söz sahibi olmasına katkı sağlayacağı” iddia edilse de bu üyelikle, TVF’nin dış politika aracı olarak kullanılamayacağı örtük bir biçimde kabul edilmiş olunmaktadır. 

ix) Doğal kaynak ihracatı kaynaklı yoğun döviz girdisi (büyük cari fazla), ulusal para biriminin aşırı değerlenmesine ve diğer ihracat endüstrilerinin zarar görmesine (diğer bir ifadeyle Hollanda hastalığına) yol açabilir. Ayrıca bu yüksek dış ticaret geliri yurt içinde talebi artırarak enflasyonda da bir artışa neden olabilir. Ulusal varlık fonu, bu döviz birikimini yurt dışı yatırımlarda kullanarak yurtiçinde bu tür sorunların oluşumunu engellemede önemli bir araç olabilir. Bu konuda en iyi örnek Norveç ulusal varlık fonudur ve yatırımlarının tamamını yurt dışına yapmaktadır. Ancak TVF için bu fonksiyondan bahsetmek şimdilik pek mümkün değildir. 

Olası Tehditler: 

i) TVF’nin, esasen kamuya ait olan kaynakları hazineden bağımsız bir şekilde yönetme yetkisi bulunmaktadır. Bu durumun, kamunun tüm gelirlerinin Hazine 
veznelerine girmesi ve giderlerin bu veznelerden ödenmesi anlamına gelen hazine birliği ilkesini bozma riski bulunmaktadır. 

ii) TVF kanununun 4. maddesinin b fıkrasında “kamu kurum ve kuruluşlarının tasarrufu altında bulunan ihtiyaç fazlası gelir, kaynak ve varlıkların” fonun kaynağı olabileceği belirtilmiştir. Bu ifade, her türlü kamu kaynağının fona aktarılmasını veriski araçlara yatırım yapılmasını mümkün hale getirmektedir. Bu da ekonominin kırılganlığını artırabilir. 

iii) TVF, hem ulusal hem de uluslararası finans piyasalarında Hazine ve Merkez Bankası yanında devlet adına üçüncü bir kurum olarak yer alabilecektir (bkz. TVF kanunu madde 4). Bu nedenle söz konusu kurumlarla yeterli uyum ve koordinasyonun sağlanamaması halinde piyasaların ve ekonominin bundan 
olumsuz etkilenmesi mümkündür (Dedeoğlu, 2016, s:4). 

iv) TVF, Hazineden izin almaksızın yurtiçinden ve yurt dışından borçlanma imkânına sahiptir (bkz. TVF kanunu madde 4-c). Bu durum ülkenin borç yükünü artırarak ekonominin kırılganlığını artırabilir. Bertoni ve Lugo (2015, s:3)’ye göre bir ülkenin kredi riski o ülkenin UVF’sine yansıyabileceği gibi, UVF’nin riski de ülkeye sirayet edebilir. Ayrıca, TVF’nin borçlanması, yurtiçinde devlet hazinesine alternatif bir borçlanma potansiyeli taşıdığından yurtiçi faiz oranlarında da bir artış söz konusu olabilir. 

v) TVF kanununun denetim ile ilgili 6. maddesi şu şekildedir: 

(1) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonlar bağımsız denetime tabidir. Şirket, 6362 sayılı Kanun kapsamında kurumsal yönetim düzenlemelerine uyar. 

(2) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bağımsız denetimden geçmiş yıllık mali tabloları ile faaliyetleri, Başbakan tarafından görevlendirilecek sermaye piyasaları, finans, ekonomi, maliye, bankacılık, kalkınma alanlarında uzman en az üç merkezi denetim elemanı tarafından bağımsız denetim standartları çerçevesinde denetlenir. Denetim sonucunda hazırlanacak rapor her yıl haziran ayı sonuna kadar Bakanlar Kuruluna sunulur. 

(3) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bir önceki yıla ait mali tabloları ile faaliyetleri, her yıl ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından, birinci ve ikinci fıkralar kapsamında hazırlanan ve Başbakanlık tarafından gönderilen denetim raporları üzerinden görüşülerek denetlenir. 

TVF, mal varlığı esasen kamuya ait olan ama özel hukuk hükümlerine tabi özel bir şirket şeklinde oluşturulduğu için Sayıştay tarafından değil bağımsız denetim kurumlarınca denetlenecektir. Burada sadece denetim kelimesi benzemektedir. Fakat bu denetimlerin içeriği birbirinden farklıdır. Sayıştay’ın yapacağı denetim ile bağımsız bir kurumun özel bir şirketin hesapları üzerindeki denetimi aynı şey değildir. Özel denetim TVF’nin, muhasebe standartlarına ve vergi kanunlarına uygun olup olmadığını denetler. 

Fonun halk adına kullanılma şeklini (yani kamu kurum ve kuruluşlarının tabi olduğu bütçe, ihale, harcırah ve devlet memurları kanunu gibi yasal mevzuatlara uygunluğunu) denetlemez. Denetim yetersizliği yöneticilerin suiistimallerinin oluşmasına yol açabilir. 

vi) Uzmanlık alanları birbirinden çok farklı olan kurumların (örneğin Türkiye Jokey Kulübü, Ziraat Bankası ve THY gibi) bir havuzda toplanarak yönetilmeye 
çalışılması önemli zafiyetler doğurabilir. 

vii) Kamu kuruluşlarının bu özel şirkete devredilmesi ile bu kuruluşların borçlanma gibi yükümlülükleri de kamu istatistiklerinde yer almayacaktır. Bu durum kamunun performansının doğru değerlendirilememesine yol açabilir. 

viii) Özelleştirme gelirlerinin ve kamunun en karlı kuruluşlarının gelirlerinin fona devredilmesi bütçenin gelirlerinde azalmaya yol açarken kamunun borçlanma 
ihtiyacını da artıracaktır. 

ix) Birçok vergi ve harçtan muaf olmak TVF’nin karlılığını artıracaktır. Ancak bu, piyasada rekabeti bozabileceği gibi kamunun da vergi gelirinden mahrum 
kalmasını sağlayarak bütçede açık yaratacaktır. 

x) Allen ve Caruana (2008, s:11) UVF’lerin yurtdışı yatırımlardan ziyade önemli oranda yurtiçi varlıklara yatırım yapması durumunda bunun, yurtiçi talebi artırarak yerel varlık fiyatlarında balon oluşmasına yol açacağını ve aynı zamanda sisteme likidite enjekte ederek para politikasını zora sokabileceğini iddia etmektedir. TVF’nin önemli oranda yurtiçi yatırım planının bulunması, ileride Türkiye ekonomisini de bu sorunlarla karşı karşıya bırakabilir. 

xi) Geleneksel olarak UVF’lerin dış varlıklara (özellikle büyük piyasalarda işlem gören menkul kıymetlere) yatırım yaptıkları bilinmektedir. Fakat gelişmekte olan ülkelerdeki kalıcı altyapı finansman açıkları hükümetleri yurtiçinde yatırım yapmaya teşvik etmektedir. Gelb vd. (2014, s:3)’e göre UVF’lerin başarılı 
olabilmesi için önceliklerinden bir tanesi, “bütçe sınırlamalarını aşarak kamu yatırımlarını finanse etmemek” olmalıdır. TVF kanununun gerekçesine 
bakıldığında TVF’nin özellikle yurtiçi altyapı yatırımlarına ağırlık vereceği (otoyollar, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı ve Nükleer santral 
gibi) görülmektedir. TVF kullanılarak bütçe kısıtlarının aşılması ekonominin kırılganlığını artırabilir. 

xii) UVF’ler genellikle riski dağıtmak ve uzun vadeli getiri elde etmek amaçlı yurtdışı yatırımlara yönelmektedirler. TVF ise bunun aksine daha çok yurtiçi yatırımları finanse etmeyi ve bunun bir kısmını da çıkaracağı türev araçlarla yapmayı planlamaktadır. Bir kriz anında bu yatırımlardan ve bu menkul kıymetlerden zarar edilmesi, ülke ekonomisinin içinde bulunduğu krizi daha da derinleştirebilecektir. Örneğin, 2008 yılında aktif büyüklüğü yaklaşık 3,9 trilyon dolara ulaşan UVF’lerin toplam kayıpları yaklaşık 700 milyar dolardır (Cohen, 2009, s:714). 

xiii) UVF’lerde siyasilerin etkili olmaları sonucunda yolsuzluk ve yozlaşma riski söz konusudur. Her ne kadar özel bir şirket olsalar da ulusal varlık fonlarında bu tip yolsuzlukların ortaya çıkması siyasi ve ekonomik krizleri beraberinde getirebilir. 

xiv) Yukarıda TVF’nin daha çok kalkınma-büyüme amaçlı olacağını belirtmiştik. Ancak kanunun gerekçesinde belirtildiği gibi hem kalkınma hem de istikrar amaçlı kullanılmaya çalışılması halinde yatırım stratejisinde bazı çelişkiler meydana gelebilir. Çünkü kalkınma amaçlı fonlar daha uzun vadeli, daha riski ve likiditesi düşük varlıklara yatırım yapmayı gerektirirken istikrar amaçlı fonlar bunun tam tersini gerektirmektedir. 

5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 

UVF’lerin faaliyetleri başlangıçta ülkelerin döviz fazlalarını yurtdışında uzun vadeli, yüksek getirili ve riskli alanlarda değerlendirme faaliyeti olarak kabul edilirken; zaman içinde geçirdikleri değişim ve dönüşüm sonucunda ülkelerin ekonomik ve ulusal güvenliklerine tehdit unsuru olarak algılanmaya başlanmıştır. UVF’lerin bu gücünü gören bazı ülkeler, hem ulusal 
varlıklarını değerlendirmek hem de uluslararası arenada politik güç sahibi olabilmek amacıyla ulusal varlık fonu kurma yönündeki faaliyetlerini artırmışlardır. Ayrıca kendilerini yabancı UVF’lerden koruyabilmek için de çeşitli önlemler almaya başlamışlardır. 

Türkiye de dünyadaki gelişmelere paralel bir şekilde hem yabancı UVF’lere ev sahipliği yapmaya başlamış hem de kendi UVF’sini oluşturarak bu alandaki yerini almıştır. Ancak Türkiye’nin, yabancı UVF’lere ev sahipliği yaparken bunların ekonomi üzerinde yaratabileceği olumsuzlukları engelleyecek yeterli tedbirleri almadığı gözlemlenmiştir. Buradan gelecek tehditlerin engellenebilmesi için öncelikle stratejik ve katma değerli sektörlerdeki yabancı yatırımların yakından izlenmesi ve ulusal çıkarlara ters düşen yatırımlara izin verilmemesi 
gereklidir. 
Bunlara ilişkin gerekli izin ve denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır. 

Yabancı UVF’ler gibi TVF’nin de Türkiye ekonomisini olumsuz yönde etkilememesi içi dikkat edilmesi gerekli bazı hususlar bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 


i) TVF’nin mali disiplini, şeffaflığı ve hesap verebilirliği yüksek olmalıdır. 

ii) Amacı (büyüme, istikrar vb.) ve yatırım stratejisi açıkça belirtilmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Birbiriyle çelişen amaç ve yatırım stratejileri söz konusu olmamalıdır. 

iii) Yolsuzluk ve yozlaşmadan kaçınabilmek için politik etkilerden mümkün olduğunca yalıtılmış bir yönetim çerçevesi oluşturulmalıdır. 

iv) Hükümetin bütçe kısıtlamalarını aşarak kullandığı bir kaynağa 
dönüştürülmemelidir. 

v) TVF’nin faaliyetlerinin ekonomi üzerinde olumsuz etkiler yaratmaması için Merkez Bankası ve Hazine gibi kamunun diğer kurum ve kuruluşlarıyla eşgüdüm içerisinde hareket etmelidir. 

vi) Ülkenin makroekonomik politikaları ile uyumlu bir yatırım stratejisi izlemelidir. 

vii) Elde etmiş olduğu kazançların, Hazineye ne zaman ve ne şekilde aktarılacağı açıkça belirtilmelidir. 

viii) Yatırımlarının finansmanı sürekli borçlanmayla yapılmamalıdır. 

ix) Yatırımlarında riskin dağıtılması ilkesi esas olmalıdır. Bu nedenle yatırım portföyü çeşitlendirilmelidir. Ayrıca, yatırımlar yurtiçi ve yurtdışı arasında dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır. 

TVF’nin sahip olduğu kaynakların iyi değerlendirilmemesi halinde Türkiye ekonomisinin bundan ciddi zarar göreceği ve gelecek nesillerin kaynaklarının da bugünden heba edilmiş olacağı unutulmamalıdır. 


KAYNAKÇA 


Akbulak, S. ve Akbulak, Y. (2008), “Ulusal Varlık Fonları”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: 20 (2), ss:237-262. 

Alhashel, B. (2015), “Sovereign Wealth Fund: A Literature Review”, Journal of Economic and Business, 78 (March-April), pp.1-13. 

Al-Hassan, A., Papaioannou, M., Skancke, M. and Sung, C. C. (2013), Sovereign Wealth Funds: Aspects of Governance Structures and Investment Management, IMF Working 
Paper, No: 13/231. 

Allen, M. and Caruana, J. (2008), “Sovereign Wealth Funds - A Work Agenda”, IMF, 
https://www.imf.org/external/np/pp/eng/2008/022908.pdf (Erişim: 05/06/2017). 

Aykın, H. (2011), “Ulusal Refah Fonları; Risk mi, Fırsat mı?”, SDE Analiz, Stratejik Düşünce Enstitüsü, ss. 4-28. 

Bertoni, F. and Lugo, S. (2015), The Use of Debt by Sovereign Wealth Fund, 
https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=2656228 (Erişim: 06/06/2017). 

Cohen, B. J. (2009), “Sovereign Wealth Funds and National Security: The Great Trade-off”, International Affairs, 85(4), pp.713–731. 

Csoma, R. (2015), “Appreciation of the Role of Sovereign Wealth Funds in the Global Economy”, Public Finance Quarterly, 2, 270-287. 

Dedeoğlu, E. (2016), “Kamu Mali Yönetiminde Neler Oluyor? Varlık Fonu ve Tamamlayıcı Ödenek”, TEPAV Değerlendirme Notu, No: 201629, 
http://www.tepav.org.tr/upload/files/1473014698-
4.Kamu_Mali_Yonetiminde_Neler_Oluyor_Varlik_Fonu_Ve_Tamamlayici_Odenek.pdf (Erişim, 07/07/2017). 

Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu (2013), Resmi Gazete, Sayı:25141, 17/6/2003. 

Fernandes, N. (2009). “Sovereign Wealth Funds: Investment Choices and Implications Around The World”, IMD Working Paper, No: 2009/01, 
http://www.imd.org/research/publications/upload/wp_2009_01_fernandes_level_1.pdf 
(Erişim: 03/07/2017) 

Financial Times (2008), Sarkozy Calls for European Wealth Funds. 21/10/2008 
https://www.ft.com/content/c2ba0fe0-9f5a-11dd-a3fa-000077b07658 (Erişim: 01/08/2017). 

Gelb, A., Tordo, S., Halland, H., Arfaa, N. and Smith, G. (2014), “Sovereign Wealth Funds and 
Long-Term Development Finance Risks and Opportunities”, World Bank Policy 
Research Working Paper, No: 6776. 

Hacıhasanoğlu, E. ve Soytaş, U. (2010), “Yeniden Tasarlanan Finansal Mimaride Ulusal Varlık 
Fonlarının Rolü”, MARC Working Paper Series, No: 2010-02. 

Hürriyet Gazetesi, (2017), Norveç Varlık Fonu 1 Milyar Dolarını Türkiye'de Değerlendirdi, 
3/3/2017, http://www.hurriyet.com.tr/norvec-varlik-fonu-1-milyar-dolarini-turkiyede-
degerlendirdi-40383579 (Erişim: 11/07/2017). 

IFSWF (2014), “Santiago Principles: 15 Case Studies, How IFSWF Members 
Implement the Santiago Principles”, IFSWF’s 6th Annual Meeting in Doha. 

IFSWF (2016), New Challenges, Private Markets: Sovereign Wealth Funds’ Changing 
Investment Strategies, Subcommittee 2: Investment & Risk Management, International 
Forum of Sovereign Wealth Funds 
http://www.ifswf.org/sites/default/files/IFSWF%20New%20Challenges%2C%20Private%20Markets.pdf (Erişim: 05/04/2017). 

IWG (2008), “Sovereign Wealth Funds Generally Accepted Principles and Practices 
‘Santiago Principles”, International Working Group of Sovereign Wealth Funds. 
www.iwg-swf.org/pubs/eng/santiagoprinciples.pdf (Erişim: 05/6/2017). 

Jeanne, O. and Rancière, R. (2006), “The Optimal Level of International Reserves for 
Emerging Market Countries: Formulas and Applications”, IMF Working Paper, No: 06/229. 

Karagöl E. T ve Koç, Y. E (2016), Dünyada ve Türkiye’de Ulusal Varlık Fonları, SETA, Sayı: 
169. https://setav.org/assets/uploads/2016/11/20161028172334_varlik-fonu-pdf.pdf 
(Erişim: 7/06/2017). 

Kayıran, M. (2016), “Türkiye Varlık Fonu’nun Kuruluş Amaçları ve Yapısı Üzerine Bir Değerlendirme”, Eğitim Bilim Toplum Dergisi, Cilt: 14 (5), ss:55-90. 

KIA (2017), “Overview of Kuwait Investment Authority”, 
http://www.kia.gov.kw/en/ABOUTKIA/Pages/Overview.aspx (Erişim, 06/06/2017). 

Kotter, J. and Lel, U. (2008), “Friends or Foes? The Stock Price Impact of Sovereign Wealth Fund Investments and the Price of Keeping Secrets”, Board of Governors of the Federal Reserve System - International Finance Discussion Paper, No: 940. 

Larsen, P. T. and Hughes, C. (2008), “Sovereign Wealth Funds: The New Kids on The Block”, Financial Times, 24/01/2008, 

http://www.ft.com/cms/s/0/c7433296-ca1f-11dc-b5dc-000077b07658.html?ft_site=falcon&desktop=true#axzz4qZPC47yd (Erişim, 06/06/2017). 

Özkul, İ. (2016), “Türkiye Varlık Fonu Norveç gibi mi, Angola gibi mi olacak?”, Dünya Gazetesi, 2/09/2016, 
https://www.dunya.com/kose-yazisi/turkiye-varlik-fonu-norvec-gibi-mi-angola-gibi-mi-olacak/327996, (Erişim: 05/07/2017). 

Selfin, Y., Snook, R. and Gupta, H. (2011), “The Impact of Sovereign Wealth Funds on Economic Success”, PricewaterhouseCoopers(PwC), 
https://www.pwc.com.cy/en/issues/assets/sovereign-funds.pdf (Erişim: 05/06/2017). 

SIL (2016), Hunting Unicorns: Sovereign Wealth Fund Annual Report 2016, 
http://www.ifswf.org/sites/default/files/report_SIL_2017.pdf (Erişim: 07/06/2017). 

Summers, L. (2007), “Sovereign Funds Shake the Logic of Capitalism, 30 July 2007”, Financial Times. 
http://www.ft.com/cms/s/0/8c9dea94-3e30-11dc-8f6a-
0000779fd2ac.html?ft_site=falcon&desktop=true#axzz4qZPC47yd (Erişim, 
06/06/2017). 

SWFI (2017), “What is a SWF?” Sovereign Wealth Fund Institute, 
http://www.swfinstitute.org/sovereign-wealth-fund/ (Erişim: 06/06/2017) 

SWFI, https://www.swfinstitute.org 

TBMM (2016), “Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde  Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Gerekçesi”, 1 Ağustos 2016. 
http://www2.tbmm.gov.tr/d26/1/1-0750.pdf . (Erişim: 05.07.2017). 

Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (2016), Resmi Gazete, Sayı: 29813, 26/8/2016. 

Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Yapısına ve İşleyişine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Kararın Yürürlüğe Konması Hakkında Karar (2016), Resmi Gazete, Sayı:29883, 9/11/2016. 

Yalçıner K. ve Sürekli, A.M. (2015), “Ekonominin Çeşitlendirilmesinin Bir Aracı Olarak Ulusal Refah Fonu Modelinin Türkiye Ekonomisi Açısından Uygulanabilirliği”, Gazi Üniversitesi 
İ.İ.B.F Dergisi, Cilt: 17(3) 



***

ULUSAL VARLIK FONLARI: TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN BİR DEĞERLENDİRME BÖLÜM 1




ULUSAL VARLIK FONLARI: TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN BİR DEĞERLENDİRME  BÖLÜM 1


Doç. Dr. Mehmet GÜÇLÜ 

Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü 
mehmet.guclu@ege.edu.tr 



ÖZET 

Bu çalışma hem yabancı ulusal varlık fonlarının (UVF) hem de Türkiye Varlık Fonunun (TVF) Türkiye ekonomisine olası etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yabancı devletlerin sahipliğindeki büyük varlık fonlarının, Türkiye’ye bir dış finansman imkânı sağlarken aynı zamanda ekonomik ve ulusal güvenliğe de potansiyel tehlikeler arz ettiği tespit edilmiştir. Benzer 
şekilde TVF’ninde Türkiye ekonomisine sağlayabileceği bazı avantajlar bulunurken bununla birlikte bazı eksikliklerinin de olduğu gözlemlenmiştir. Bu eksikliklerin ortadan kaldırılması için gerekli tedbirlerin neler olduğu çalışmada ifade edilmiş ve zaman geçirilmeden bu tedbirlerin alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. 

1. GİRİŞ 

Ulusal varlık fonları (UVF) uzun yıllardır uluslararası literatürde yoğun olarak tartışılsa da Türkiye’de bu konu bu tür bir fon kurulana kadar akademinin yeterince ilgisini çekmemiştir. Bu tarihten önce sadece Akbulak ve Akbulak (2008), Hacıhasanoğlu ve Soytaş (2010), Yalçıner ve Sürekli (2015) tarafından gerçekleştirilen sınırlı sayıda çalışmaya rastlanırken, tartışmaların yoğunlaşması ancak 2016 yılında “Türkiye Varlık Fonu A.Ş”nin kurulmasından sonra olmuştur. 
Dolayısıyla varlık fonu fikri Türkiye’de yeterince akademik çalışma ve tartışmaya konu olmadan bir vakıa olarak karşımıza çıkmıştır. Türkiye Varlık Fonu (TVF)’nun kuruluşundan sonra kamuoyunda tartışmalar hızla artsa da bu konudaki akademik çalışmalar aynı hızda artmamıştır. Son dönemde bu konuda birkaç çalışma daha yapılmış (bkz. Kayıran, 2016 ve Karagöl ve Koç, 2016 ) fakat bu çalışmalar da TVF’nin Türkiye ekonomisine olası etkilerini analiz etmekten ziyade TVF’nin genel yapısını incelemeye yönelik çalışmalardır. 

TVF’nin yanı sıra, yurtdışında başka ülkelerce kurulmuş olan yabancı varlık fonları da son yıllarda Türkiye’de yatırım yapmaya başlamışlardır. Bu UVF’lerin yabancı devletlerin sahipliğinde büyük fonlar olması, bunların ulusal ekonomiler üzerindeki güç ve etkilerini tartışma konusu haline getirmiştir. Hatta konu sadece ekonomik boyutu ile değil uluslararası ilişkiler, uluslararası hukuk ve uluslararası siyaset boyutuyla da tartışılmaya başlanmıştır. Tüm bu tartışmalara rağmen literatürde bu fonların Türkiye ekonomisi üzerine olası etkilerini analiz 
eden bir çalışma bulunmamaktadır. 

Literatürdeki bu boşluğu doldurmak düşüncesiyle bu çalışmada hem yerli (yani TVF’nin) hem de yabancı UVF’lerin Türkiye ekonomisi için yaratacağı olası fırsat ve tehditlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, ikinci bölümde ulusal varlık fonları hakkında genel bilgi verilmiştir. İlerleyen bölümlerde yabancı varlık fonlarının ve Türkiye Varlık Fonu’nun Türkiye ekonomisine olası etkileri analiz edilmiştir. Son bölümde ise genel değerlendirmelere yer verilmiştir. 

2. ULUSAL VARLIK FONU TANIMI, ÇEŞİTLERİ VE ÖZELLİKLERİ 

Ulusal varlık fonlarının kökleri 1953 yılında kurulan Kuveyt Yatırım Kurulu’na (Kuwait Investment Board) dayanmaktadır. Ülkenin petrol geliri fazlasını Londra’daki ofisi vasıtasıyla yöneten bu kurul, 1982 yılında Kuveyt Yatırım Otoritesi (Kuwait Investment Authority - KIA) adını alarak özerk bir yapıya kavuşmuş ve bugünkü anlamda ulusal varlık fonu kimliğini kazanmıştır (Alhashel, 2015 ve KIA, 2017). Ulusal varlık fonlarının kurulmasını hızlandıran 
(rezerv fazlalarını yüksek getirili alanlarda değerlendirme isteği doğuran) iki önemli gelişme olmuştur. Bunlardan biri özellikle 1970’lerin ikinci yarısından itibaren (sürekli yüksek seyreden petrol fiyatları nedeniyle) petrol ihraç eden ülkelerin ellerinde biriken aşırı döviz rezervleridir. İkincisi ise, 1997 Asya krizi sonrasında birçok Asya ülkesinin cari fazla vermesi sonucunda oluşan büyük döviz rezervleridir. Şuan sayısı 79’a ulaşmış olan ulusal varlık fonlarının 40 
taneden fazlası 2005 yılı sonrasında kurulmuştur (SWFI, 2017). 2008 küresel finans krizinde Merill Lynch, Morgan Stanley, Citigroup, UBS ve Barclays gibi küresel çapta faaliyet gösteren büyük finansal kuruluşların değeri düşen hisse senetlerinin UVF’ler tarafından satın alınması bir anda dikkatleri bu fonların üzerine çekmiştir (bkz. Larsen ve Hughes, 2008). 

Ulusal Varlık Fonu, ödemeler bilançosu fazlalarına (özellikle petrol ve doğal gaz ihracat gelirlerine), resmi döviz işlemlerinden elde edilen gelirlere, hükumetlerin transfer ödemeleri kaynaklarına, özelleştirme gelirlerine ve bütçe fazlalarına dayalı olarak kurulan, devlet sahipliğinde bir fon ya da varlık olarak tanımlanmaktadır (IWG, 2008 ve SWFI, 2017). UVF’lerin sermaye kaynakları, parasal otorite tarafından ödemeler dengesi veya para politikası amaçları 
için tutulan döviz rezervlerini1, geleneksel anlamdaki devlet teşebbüslerinin faaliyetlerini, kamu emeklilik fonlarını ve bireyler yararına yönetilen varlıkları kapsamamaktadır. 

1 Csoma (2015) buradaki döviz rezervi ifadesinin, ülkenin toplam rezervinden optimal merkez bankası rezervinin düşülmesiyle elde edilen rezerv olduğunu söylemektedir (optimal döviz rezervinin nasıl belirlendiğine ilişkin bkz. Jeanne ve Rancière, 2006). 

2 İhracata konu olan yeni bir zenginleşme kaynağına (örneğin doğal gaz, petrol vb.) kavuşan bir ülkede, ihracat artışı nedeniyle döviz girdisinin artmasına bağlı olarak ulusal para birimi aşırı değerlenmekte, ithalatın ucuzlaması nedeniyle tüketim artmakta, yatırımlar diğer üretim alanlarından çekilerek söz konusu kaynağın bulunduğu alana yönelmekte (de-industrialization) ve üretim azalmaktadır. Bu durum ilk olarak 1960'lı yıllarda Hollanda'da doğal 
gaz bulunması sonucunda gözlemlendiği için Hollanda Hastalığı adını almıştır. 

UVF’ler yukarıda sayılan sermaye kaynakları açısından ikiye ayrılmaktadırlar. Petrol, doğalgaz vb. gibi ihraç ürünlerinin gelirlerine dayalı olarak kurulan fonlar “emtia fonu” kategorisinde sınıflandırılırken; özelleştirme geliri, bütçe fazlası vb. gibi kaynaklara dayalı olarak kurulan fonlar “emtia dışı fonlar” kategorisinde sınıflandırılmaktadır. IMF’nin tanımına göre ulusal varlık fonları çeşitli makroekonomik amaçlar için kurulmuş devlet sahipliğinde yatırım fonlarıdır (Allen ve Caruana, 2008). Bu amaçlar doğrultusunda UVF’ler, istikrar fonu, tasarruf fonu, kalkınma fonu, rezerv yatırım fonu (şirketi) ve emeklilik ihtiyat fonu olmak üzere beş kategoriye ayrılmaktadırlar (IWG, 2008, Al-Hassan vd., 2013 ve Csoma 2015): 


İstikrar Fonu: Ekonomiyi ve bütçeyi emtia fiyatlarındaki (genellikle petrol fiyatlarındaki) oynaklıklardan ve dış şoklardan korumaya yönelik fonlardır. Genellikle kısa ve orta vadeli, sabit ve düşük getirili araçlara (özellikle kısa vadeli devlet iç borçlanma senetleri gibi likit varlıklara) yatırım yapma eğilimindedirler. Yatırım stratejileri açısından merkez bankaları rezerv yöneticilerine benzemektedirler. Şili (Economic and Social Stabilization Fund), Moğolistan, Cezayir, İran ve Rusya (Oil Stabilization Fund) bu tür fonlara sahip ülkelerdir. 

Tasarruf Fonu: Yenilenemeyen doğal kaynaklardan (petrol ve madenlerden) elde edilen ihracat gelirini (çeşitlendirilmiş portföyü olan) bir finansal varlığa dönüştürerek serveti gelecek nesillerle paylaşmayı amaçlayan fonlardır. Diğer bir ifade ile bu tür fonlar, mevcut neslin doğal kaynakları tüketerek elde ettiği serveti gelecek nesillere aktararak nesiller arası eşitliği sağlamayı amaçlamaktadırlar. Aynı zamanda yüksek döviz girdisinin ülke ekonomisinde yol açabileceği “Hollanda Hastalığının” etkilerini de azaltmayı hedeflemektedirler2. Ekonomik konjonktürün tersi yönünde yatırım stratejisi izlerler. Yüksek getiri umuduyla yüksek riskli ve uzun vadeli yatırım araçlarını tercih ederler. Portföylerinin önemli bir kısmı hisse senetlerinden oluşur. Birleşik Arap 
Emirlikleri (Abu Dhabi Investment Authority), Libya ve Rusya (National Wealth Fund) bu tür fona sahip ülkelerdir. Kalkınma Fonu: Sosyo-ekonomik projelere (genellikle altyapı projelerine) fon sağlamayı ve ekonomik büyümeyi artıracak sanayi politikalarına destek vermeyi amaçlayan fonlardır. Uzun vadeli ve yüksek riskli yatırım stratejisi izlerler. Birleşik Arap Emirlikleri (Mubadala Investment Company) ve İran (National Development Fund)’da bu tür fon örneklerine rastlanmaktadır. 

 Emeklilik İhtiyat Fonu: Nüfusun yaşlanmasına bağlı olarak gelecekte kamunun 
emeklilik yükümlülüklerindeki artışa (emeklilik katkı payı dışındaki kaynaklardan) ek finansman desteği sağlamak için kurulmuş fonlardır. Tanımından da anlaşılacağı üzere doğrudan emeklilik yükümlülükleri bulunan bir fon değildir. Yükümlülüğü sadece gelecekteki olası harcamalarla ilgilidir. Avustralya, İrlanda ve Yeni Zelanda’da bu tür fonlar bulunmaktadır. IWG (2008)’in sınıflandırmasından farklı olarak IFSWF (2014) bu fon kategorisini tasarruf fonu içerisinde saymaktadır. 

Rezerv Yatırım Fonu (şirketi): Karlılığı artırmak için fazla döviz rezervlerini daha uzun vadeli ve daha riskli yatırımlara (çoğunlukla hisse senetlerine) yönlendirmek için kurulmuş fonlardır. Fondaki fazlalık rezerv olarak kabul edilmektedir. İhtiyaç duyulması halinde dış ekonomik dengenin sağlanması ve döviz kuru politikalarının desteklenmesi amacıyla likit rezervlere destek için geri çağrılabilirler. Bu nedenle likidite ve getiri arasında iyi bir denge kurulmalıdır. Güney Kore, Çin ve Singapur bu tip fonlara sahip olan ülkelerdir. 

UVF’ler yukarıdaki amaçlardan sadece birine sahip olmak yerine bazen birden fazla amaca sahip olabilmektedirler. İstikrar ve tasarruf şeklinde ikili amaca sahip olan Azerbaycan (State Oil Fund), Kuveyt (Kuwait Investment Authority) ve Timor-Leste (Petroleum Fund) fonları bu tip fonlara örnek olarak gösterilebilirler (bkz. IFSWF, 2014, s:12). UVF’lerin amaçlarında zamanla değişiklikler yaşanabilmektedir. Rusya’nın istikrar amaçlı kurduğu fonun rezervlerindeki aşırı artış, bu fonun tasarruf amaçlı bir fona doğru evrilmesine yol açmıştır (Allen ve Caruana, 2008, s:5-6). 

Yukardaki açıklamalar dikkate alındığında UVF’lerin temel özellikleri olarak şunlar karşımıza çıkmaktadır (SIL, 2016 ve Csoma, 2015) : 


i) Doğrudan egemen bir devlete aittirler. 

ii) Devletin diğer mali ve politik kurumlarından bağımsız olarak yönetilirler. 

iii) Ticari kazanç arayışı içerisinde çeşitli finansal varlıklara yatırım yaparlar. 

iv) Genellikle uzun vadeli yatırım yapma eğilimindedirler. 

v) Yatırım yaparken yüksek risk toleransına sahiptirler çünkü aktiflerindeki varlıklarına karşılık yükümlülükleri neredeyse hiç yok ya da çok azdır. 

vi) Yatırımlarının önemli bir kısmını yabancı ülke varlıklarına yaparlar. 

vii) Portföylerinde yabancı varlıkların bulunması nedeniyle kur değişikliklerinden etkilenme riskleri vardır. 


UVF’lerin devlet sahipliğindeki diğer fonlardan (istikrar, emeklilik fonu vb.) üç temel farklılığı bulunmaktadır. Bunlardan ilki, fona sürekli (sabit) bir gelir akımının (işçi ve işveren kesintilerinden elde edilen gelir gibi bir akımın) olmamasıdır. İkincisi, istikrara veya emekliliğe doğrudan katkı yapmak gibi açık ve doğrudan bir yükümlülüklerinin bulunmamasıdır. 

Sonuncusu ise daha uzun vadeli ve daha riskli araçlara yatırım yapabilmeleridir. 

SWFI (Sovereign Wealth Fund Institute)’nin web sitesinde açıklanan bilgilere göre dünyada 2017 yılı itibariyle 53 ülkeye ait 79 adet UVF bulunmakta ve bunların % 58’i petrol ve doğalgaz gelirleri ile fonlanmaktadır. UVF’ler yatırımlarının %71,5’ini yurtdışına yaparken, %28,5’ini yurtiçine yapmaktadırlar. UVF’lerin yönetimleri altındaki toplam varlık büyüklüğü yaklaşık 7,3 
trilyon dolara ulaşmış durumdadır. İlk 10 UVF’nin toplam varlık büyüklüğü 5,4 trilyon dolardır. Diğer bir ifadeyle, küresel çapta UVF’lerin aktif büyüklüğünün %75’i bu fonların sahibi ülkeler (Norveç, Birleşik Arap Emirlikleri, Çin, Kuveyt, Sudi Arabistan, Singapur, Katar) tarafından kontrol edilmektedir. Fernandes (2009, s:2) UVF’lerin dünya çapında neredeyse her beş firmadan birinde hisseye sahip olduğunu iddia etmektedir. Dünyadaki hedge fon ve özel sermaye fonları toplamından daha fazla bir büyüklüğe sahiptirler (Alhashel, 2015, s:2). Bu 
kadar büyük bir varlığın sınırlı sayıda aktör tarafından kontrol edilmesi, sayılarında hızlı bir artış gözlemlenmesi, yatırım yapılan ülkelerin ekonomik bağımsızlığını tehdit etmeleri, krizlerdeki kurtarıcı rolleri veya kriz yaratabilme potansiyelleri ve egemen bir devletin kontrolünde olmaları tartışmaları da beraberinde getirmiştir. 


3. YABANCI ULUSAL VARLIK FONLARININ TÜRKİYE EKONOMİSİNE OLASI ETKİLERİ 

Yabancı ulusal varlık fonlarının, Türkiye ekonomisine sunduğu iki önemli fırsat bulunmaktadır. 
Bunlardan bir tanesi, sürekli finansman ihtiyacında olan Türkiye’ye alternatif dış kaynak sunma; diğeri ise ekonomik krizleri aşmada yardımcı olma potansiyelleridir. Çünkü diğer yabancı yatırımcılarla kıyaslandıklarında UVF’lerin kriz dönemlerinde konjonktürün tersi yönünde hareket etme ve yatırım yapma eğilimleri olduğu bilinmektedir. Bu yönleriyle krizleri aşmada ulusal ekonomiye yardımcı olabilmektedirler. 2008 küresel krizi sonrasında Amerika ve Avrupa’da bunun örneklerine rastlanmıştır (Cohen, 2009 ve Selfin vd. 2011). 

Şu ana kadar Türkiye’de yatırım yapan ulusal varlık fonlarının, Norveç ve Katar’a ait olduğu bilinmektedir3. Yabancı ulusal varlık fonlarının Türkiye’deki yatırımlarına ilişkin kamuyla paylaşılmış çok fazla bilgi bulunmamaktadır. 3 Mart 2017 tarihli Hürriyet gazetesindeki habere göre 2016 yılı itibariyle dünyanın en büyük ulusal varlık fonu olan Norveç Varlık Fonu, yaklaşık 1 milyar dolarını Türkiye’deki 48 şirketin hisse senedi üzerinde değerlendirmiştir. Yatırımları 
arasında Ereğli Demir Çelik Fabrikası, Tüpraş, Petkim, Aksa Enerji ve Enka A.Ş. gibi beş büyük Türk enerji firması bulunmaktadır (Hürriyet, 2017). Gazetede yer alan bu haber Türkiye için hem bir fırsata hem de bir tehdide işaret etmektedir. Bu fon, finansman ihtiyacı içerisinde olan Türkiye’ye alternatif bir dış kaynak sunarak bir fırsat yaratmış olsa da özellikle stratejik sektörlerde yatırım yaparak bir tehdit unsurunu da içerisinde barındırmaktadır. 

3 Katar Ulusal Varlık fonunun DİGİTÜRK ve BANVİT’i satın aldığı kesin olarak bilinirken, Savunma sanayi için üretim yapan BMC’de %50 pay sahibi olan Katarlı ortağın, Katar ulusal varlık fonu mu yoksa başka bir Katarlı yatırımcı mı olduğu net olarak bilinmemektedir. 

Yukarıdaki açıklamalardan yola çıkarak UVF’lerin Türkiye ekonomisi için potansiyel tehditlerini ise şu şekilde sıralayabiliriz: 

i) Daha önce de belirtildiği gibi yabancı devletler UVF’ler aracılığı ile Türkiye’de kritik sektörlerde stratejik konumlanmalar elde edebilirler. 

ii) Devlet sahipliğinde ve kontrolünde olmaları nedeniyle ekonomik güdülerden ziyade politik güdülerle hareket etme potansiyelleri bulunmaktadır. Bu nedenle 
uluslararası politikada bir araç olarak kullanılma riskleri bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile Türkiye’nin ulusal ve ekonomik güvenliğine risk oluşturma potansiyelleri bulunmaktadır. 

iii) Şeffaflıklarının düşük olması nedeniyle UVF’lerin takip ve kontrolünde bazı zorluklar bulunmaktadır. Bu nedenle yurtiçi piyasalarda rekabeti bozabilirler (Aykın, 2011, s:14). 

iv) Kotter ve Lel (2008, s:3)’e göre ulusal varlık fonları tarafından satın alınan hisse senetleri birkaç gün içerisinde hızlı bir değer kazancı (yaklaşık iki gün içerisinde % 2,1 oranında bir fiyat artışı) yaşamaktadırlar. Bu tür hızlı fiyat gelişmeleri finans piyasalarında fiyatları denge noktasından uzaklaştırabilir ve balonlar oluşmasına neden olabilir. 


UVF’lerin potansiyel tehditlerine ilişkin ilk uyarılardan birini 2007 yılında Obama yönetiminin Ulusal Ekonomik Konsey başkanı Lawrence Summers (2007) “UVF’ler Kapitalizmin Mantığını Sarsıyor” adlı makalesinde yapmıştır. Ardından, Economist dergisi Ocak 2008 sayısında Ulusal Servet Fonlarının İstilası” başlığı ile UVF’lerle ilgili tehditlere dikkat çekmiştir. 2008 yılının Ekim ayında Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy Avrupa parlamentosundaki  konuşmasında Avrupa ülkelerine, ulusal şirketlerini yabancılardan (özellikle Avrupa’da etkinliğini artıran ulusal varlık fonlarından) korumak için kendi ulusal varlık fonlarını kurmalarını önermiştir (Financial Times, 2008). Uluslararası düzeyde artan endişe ülkeleri öncelikle kendi bireysel tedbirlerini almaya itmiştir. Almanya’da 2008’in Nisan ayında UVF’ler tarafından yapılan bazı yatırımların incelenmesi için bir kanun çıkarılmış ve hemen sonrasında da kamu güvenliği ve düzenine tehdit oluşturduğu düşünülen satın almaları engellemek için daha sıkı kısıtlamalar getirilmiştir (Cohen, 2009, s:722). ABD’de Başkan’a, şirket satın almaları ve pay devirlerini veto yetkisi verilmiştir. Aynı zamanda ABD hazine bakanlığı, UVF’lerden politik güdülerle hareket etmeyeceklerine ve daha şeffaf olacaklarına dair taahhütler almaya başlamıştır. Fransa’da 11 sektörde yapılacak yabancı yatırımlarda çeşitli bakanlıklar dan (savunma, ekonomi, maliye ve çalışma bakanlıkları) izin alınması zorunluluğu getirilmiştir (Aykın, 2011, s:11). Hollanda’da ise yüksek voltajlı elektrik üretimi, su kanalları, demiryolu taşımacılığı, havaalanı, posta idaresi ve merkez bankası gibi alanlar Kamu tekelinde olup yabancı yatırımcıya tamamen Kapalıdır (Akbulak ve Akbulak, 2008, s:251). 

UVF’lere ilişkin kaygılar karşısında ülkelerin almış oldukları bireysel tedbirlerin yanı sıra ortak tedbirlerin alınması da söz konusu olmuştur. Bu amaçla 2007 yılında G7 ülkelerinin toplantısında maliye bakanları, IMF ve OECD’yi bu konuda çalışmaya davet etmişlerdir. Böylelikle, UVF’lerin sunduğu fırsatlardan faydalanılırken tehditlerden de nasıl korunulacağına ilişkin uluslararası düzeyde bir arayışa girilmiştir. Bu amaçla 2008 yılında IMF, ulusal varlık fonuna sahip 26 üye ülke ile birlikte “Santiago İlkeleri” adı altında UVF’ler için genel kabul gören 
24 ilke belirlemiştir (bkz. IWG, 2008). Bu ilkeler ile UVF’lerin daha şeffaf ve hesap verebilir olmaları, politik güdülerle değil ekonomik güdülerle hareket etmeleri, iyi yönetişim göstermeleri, adil rekabet etmeleri ve ev sahibi ülkenin kurallarına uymaları amaçlanmıştır. Söz konusu ilkelerin bir bağlayıcılığı bulunmasa da bunlara uyum sağlamak ABD ve Avrupa piyasalarına 
giriş için bir ön şart niteliği kazanmıştır (Aykın, 2011, s:21). Tüm bu gelişmeler UVF’lerin şeffaflığını özellikle ev sahibi ülkeler açısından önemli hale getirmiştir. Bu amaçla 2008’de Ulusal Varlık Fonu Enstitüsü (SWFI) tarafından UVF’lerin şeffaflık derecesi ölçülmeye başlanmıştır. Söz konusu enstitünün 2017’nin ikinci çeyreği için açıkladığı endeks değerleri hala birçok UVF’nin şeffaf olmaktan uzak olduğunu göstermektedir4. 

4 UVF’lerin şeffaflık dereceleri için bkz. 

http://www.swfinstitute.org/statistics-research/linaburg-maduell-transparency-index/ 


Dünyada bu tartışmalar son 10 yılda artarak devam ederken Türkiye gündeminde kendisine yeterince yer bulamamaktadır. Türkiye’de yabancı yatırımcıyı çekmek ve yatırım ortamını iyileştirmek için 2003 yılında çıkarılan 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ile “yerli yabancı ayrımı kaldırılmış” ve stratejik sektörlerin korunmasına ilişkin de ayrı bir 
düzenleme yapılmamıştır. Finansman ihtiyacı nedeniyle sürekli kaynak arayışında olan Türkiye için bugünlerde UVF yatırımları önemli bir araç olabilir. Ancak bu büyük fonların başka devletlerin kontrolünde olmaları ve özellikle stratejik sektörlerdeki yatırımları (savunma sanayi, enerji, telekomünikasyon, hava ve deniz limanları vb.) nedeniyle ileride ulusal güvenliğe tehdit 
oluşturabilecekleri unutulmamalı ve gerekli tedbirler şimdiden alınmalıdır. En azından öncelikle Santiago ilkelerine uyum gösteren ve yeterli şeffaflık derecesine sahip UVF’lerin yatırımlarına yurt içinde izin verilmelidir. Stratejik sektörlere ilişkin yatırımlarla ilgili ayrıca düzenlemeler yapılmalıdır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***



Türkiye Varlık Fonu’nun İlkeleri,

Türkiye Varlık Fonu’nun İlkeleri,



Türkiye Varlık Fonu, operasyonlarını uluslararası en iyi uygulama örneklerine uygun bir şekilde yapılandıracaktır.

DEĞERLERİMİZ

AÇIKLAMA

PROFESYONEL YÖNETİM

Türkiye Varlık Fonu, gerek kendi operasyonlarında, gerekse portföyündeki şirketlerin yönetiminde dünyaca kabul görmüş profesyonel yönetim ilkelerini baz alacaktır.

ŞEFFAFLIK

Fon operasyonlarının raporlanması ve portföy şirketleriyle olan etkileşim süreçleri tam bir şeffaflık içerisinde, belirlenen yönetişim ilkeleri çerçevesinde yapılacaktır.

PERFORMANS ODAKLILIK

Türkiye Varlık Fonu, her türlü yatırım aktivitesini ve portföyündeki şirketlerin yönetiminde risk-getiri beklentisinin karşılanmasını öncelikli hedef olarak alacaktır.

SÜRDÜREBİLİRLİK

Türkiye Varlık Fonu, varlıkları ile ilgili uygulamalarını, yeni yatırım tercihlerini ve diğer aktivitelerini kuruluş kanununda belirtildiği üzere dış etkilerden bağımsız bir şekilde, uzun vadede sürdürülebilir şekilde yönetecektir.

RİSK YÖNETİMİ VE HESAP VEREBİLİRLİK

Türkiye Varlık Fonu, operasyonlarına bağlı olarak ortaya çıkabilecek riskleri belirleyip düzenli olarak raporlayacaktır. Uygulamalarına ilişkin sorumluluklarını kuruluş kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde yerine getirecektir.


http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/1/ilkelerimiz


PORTFÖY;

Turkish Airlines
Türk Hava Yolları A.O.’nın %49,12 oranındaki hissesi  

İLGİLİ KARAR;

     Türk Hava Yolları A.O.
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 03.02.2017 tarih ve 2017/2 sayılı kararı ile Bakanlar Kurulu’nun 22.8.1990 tarihli ve 90/822 sayılı kararı ile özeleştirme 
kapsamına alınan ve 4046 sayılı Kanunun Geçici 11’inci maddesi uyarınca özelleştirme programına alınmış sayılan Türk Hava Yolları A.O.’nın %49,12 
oranındaki hissesinin özelleştirme kapsam ve programından çıkartılarak Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması İle Bazı Kanunlarda 
Değişiklik Yapılmasına Dair 19.08.2016 tarih ve 6741 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin (a) bendi uyarınca Türkiye Varlık Fonu'na devrine karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/53/turk-hava-yollari-a-o

**


Türk Telekom
Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin yüzde 6,68 oranındaki Hazineye ait hissesi

İLGİLİ KARAR;

Türk Telekomünikasyon A.Ş.
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin yüzde 6,68 oranındaki Hazineye ait hissesinin 
Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.


http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/54/turk-telekomunikasyon-a-s

**


Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası A.Ş.’nin Sermayesinde bulunan Hazineye ait Hisselerin tamamı

İLGİLİ KARAR;

Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası A.Ş.
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası A.Ş.’nin sermayesinde bulunan Hazineye ait 
hisselerin tamamının Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/55/turkiye-cumhuriyet-ziraat-bankasi-a-s

**


Türkiye Halkbankası A.Ş.'nin %51,11 oranındaki hissesi

İLGİLİ KARAR

Halk Bank,
Türkiye Halkbankası A.Ş.
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 03.02.2017 tarih ve 2017/1 sayılı kararı ile Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 05.02.2007 tarih ve 2007/8 sayılı kararı ile 
Hazineye ait hisseleri özelleştirme kapsam ye programına alınan Türkiye Halkbankası A.Ş.'nin %51,11 oranındaki hissesinin, özelleştirme kapsam ve 
programından çıkartılarak Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 19.08.2016 tarih ve 
6741 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinin (a) bendi uyarınca Türkiye Varlık Fonu'na devrine karar verilmiştir.


http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/56/turkiye-halkbankasi-a-s


**


Türkiye Petrolleri

Türkiye Petrolleri A.O.’nın (TPAO) sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı

İLGİLİ KARAR;

Türkiye Petrolleri A.O.
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye Petrolleri A.O.’nın (TPAO) sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin 
tamamının Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/57/turkiye-petrolleri-a-o

**


Botaş
Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş.’nin (BOTAŞ) sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamını


İLGİLİ KARAR

Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş.
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş.’nin (BOTAŞ) sermayesinde bulunan Hazineye ait 
hisselerin tamamının Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/59/boru-hatlari-ile-petrol-tasima-a-s

**


Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş.’nin (PTT) Sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı

PTT

İLGİLİ KARAR;

Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş.
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Posta ve Telgraf Teşkilatı A.Ş.’nin (PTT) sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin 
tamamının Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.


**



Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş.'nin (TÜRKSAT) sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı



İLGİLİ KARAR;

Türksat
Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş.
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme AŞ'nin (TÜRKSAT) sermayesinde bulunan 
Hazineye ait hisselerin tamamının Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 
Türksat Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme AŞ'nin (TÜRKSAT) sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamının Türkiye Varlık Fonuna 
aktarılmasına karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/63/turksat-uydu-haberlesme-kablo-tv-ve-isletme-a-s

**
Borsa İstanbul
Borsa İstanbul A.Ş.’nin sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı

İLGİLİ KARAR;

Borsa İstanbul A.Ş.
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Borsa İstanbul A.Ş.’nin sermayesinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamının 
Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/64/borsa-istanbul-a-s

**

Milli Piyango
Nakit oynatılan Piyango, Hemen-Kazan, Sayısal Loto, Şans Topu, On Numara ve Süper Loto oyunları ile ilgili daha değişik yeni oyunların yapılmasına izin 
verilebilecek oyunlarına ilişkin lisans 49 yıl süreyle

İLGİLİ KARAR;

Şans Oyunları
6 Ocak 2017 tarihli, 680 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Karşılığı nakit olmak u¨zere oynatılan Piyango, Hemen-Kazan, Sayısal Loto, Şans Topu, 
On Numara ve Su¨per Loto oyunları ile ilgili mevzuat çerçevesinde izin verilebilecek olan benzer şans oyunlarına ilişkin lisans, bu maddenin yu¨ru¨rlu¨ğe 
girdiği tarihten itibaren 49 yıl su¨reyle 19/8/2016 tarihli ve 6741 sayılı Tu¨rkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda 
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hu¨ku¨mleri uyarınca kurulan Tu¨rkiye Varlık Fonuna verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/69/sans-oyunlari

**


TCDD İzmir Limanı devri işlemleri tamamlanıncaya kadar TCDD'nin yönetiminde kalmasına ve TCDD tarafından işletilmeye devam edilmesine karar verilmiştir.

İLGİLİ KARAR;

TCDD
TCDD İzmir Limanı
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 03.02.2017 tarih ve 2017/5 sayılı kararı ile Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 30.12.2004 tarih ve 2004/ 128 sayılı kararı ile 
özelleştirme kapsam ve programına alınan TCDD İzmir Limanı’nın, özelleştirme kapsam ve programından çıkartılarak 19.08.2016 tarih ve 6741 sayılı 
Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 4’üncü maddesinin (a) bendi uyarınca 
Türkiye Varlık Fonu'na devrine,

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/68/tcdd-izmir-limani

**



Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.'nin sermayesinde bulunan %49 oranındaki hisse

İLGİLİ KARAR;

Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 03.02.2017 tarih ve 2017/3 sayılı kararı ile Bakanlar Kurulu’nun 10.08.1993 tarih ve 93/4693 sayılı kararı ile özeleştirme 
kapsamına alınan ve 4046 sayılı Kanunun Geçici 11’inci maddesi uyarınca özelleştirme programına alınmış sayılan 
Türkiye Denizcilik İşletmeleri Anonim Şirketinin sermayesinde bulunan %49 oranındaki hissenin özelleştirme kapsam ve programından çıkartılarak 
Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 19.08.2016 tarih ve 6741 sayılı Kanunun 4’üncü 
maddesinin (a) bendi uyarınca Türkiye Varlık Fonu'na devrine karar verilmiştir.


http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/67/turkiye-denizcilik-isletmeleri-a-s

**


Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü


İLGİLİ KARAR;

Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına 
karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/66/eti-maden-isletmeleri-genel-mudurlugu

**
Kayseri Şeker Fabrikası A.Ş.



İLGİLİ KARAR;

Kayseri Şeker Fabrikası A.Ş’nin %10 oranındaki hissesi.,
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 03.02.2017 tarih ve 2017/4 sayılı kararı ile Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 27.06.2003 tarih ve 2003/40 sayılı kararı ile 
hisseleri özelleştirme kapsam ve programına alınan Kayseri Şeker Fabrikası Anonim Şirketi’nin %10 oranındaki hissesinin özelleştirme kapsam ve 
programından çıkartılarak Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması İle Bazı Kanunlard Yapılmasına Dair 19.08.2016 tarih ve 6741 sayılı 
Kanunun 4’üncü maddesinin (a) bendi uyarınca Türkiye Varlık Fonu'na devrine karar verilmiştir.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/65/kayseri-seker-fabrikasi-a-s

**

Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (Çaykur)

İLGİLİ KARAR;

Çaykur
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü
24 Ocak 2017 tarihli ve 2017/9756 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün (Çaykur) 
Türkiye Varlık Fonuna aktarılmasına karar verilmiştir.


http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/62/cay-isletmeleri-genel-mudurlugu

**

Türkiye Jokey Kulübü'nün yurt içinde at yarışları düzenleme, yurt içi ve dışında düzenlenen at yarışları üzerine yurt içi ve dışından müşterek bahis 
kabul etme hak ve yetkilerine ilişkin lisanslar, topluca 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren 49 yıl süreyle

İLGİLİ KARAR;

Türkiye Jokey Kulübü
At Yarışları
6 Ocak 2017 tarihli, 680 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yurt içinde at yarışları du¨zenleme, yurt içinde ve yurt dışında du¨zenlenen at yarışları 
üzerine yurt içinden ve yurt dışından mu¨şterek bahis kabul etme hak ve yetkilerine ilişkin lisanslar Tu¨rkiye Varlık Fonuna devredilmiştir. 
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına at yarışları du¨zenleme amacına yönelik olarak tahsis edilmiş veya fiilen bu amaçla kullanılan taşınmazlar ile 
üzerlerindeki yapı ve tesisler Tu¨rkiye Varlık Fonunun kullanımına verilmiştir.”

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/60/at-yarislari


**

Taşınmazlar.

Mülkiyeti Hazineye ait Antalya, Aydın, İstanbul, Isparta, İzmir, Kayseri ve Muğla'da bulunan bazı taşınmazları

İLGİLİ KARAR;
Taşınmazlar
Mülkiyeti Hazineye ait Antalya, Aydın, İstanbul, Isparta, İzmir, Kayseri ve Muğla'da bulunan bazı taşınmazların tahsislerinin kaldırılarak 
Türkiye Varlık Fonuna devredilmesi kararlaştırıldı.

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/58/tasinmazlar


KAYNAKLAR;

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/49/mevzuat

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/icerik/1/ilkelerimiz

http://turkiyevarlikfonu.com.tr/TR/Portfoy/5





***