SERÜVENİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SERÜVENİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2017 Pazar

TÜRKİYE’NİN YAKIN DÖNEM DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI SERÜVENİ


TÜRKİYE’NİN YAKIN DÖNEM DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI SERÜVENİ 



2002-2012 DÖNEMİ DEMOKRATİKLEŞME SÜREÇLERİ,

1961 ve 1982 Anayasaları 

Türkiye’de demokrasiye geçiş, çok partili siyasi hayata geçişle aynı zamana denk gelmektedir. Çok partili siyasi hayata geçişin önemli nedenlerinden birinin, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası alanda yaşanan gelişmeler olduğu bilinen bir husustur. Ancak çok partili siyasi hayat sonrası demokratik düzen çok uzun sürmemiş; kısa bir süre sonra gerçekleştirilen askeri darbe ile sekteye uğratılmış tır. Darbe sonrasında devlet yeniden kurgulanmış ve yapılandırılmıştır. Bir yandan askeri/sivil bürokraside ve üniversitelerde geniş kapsamlı tasfiyeler yapılırken, diğer yandan yeni Anayasa ile çok titiz biçimde bu yeni kurguya uygun bir devlet yapılanması oluşturulmuştur. 

Çok partili siyasal hayata geçildikten sonra kabul edilen 1961 ve 1982 Anayasaları, her ne kadar Cumhuriyetin nitelikleri arasında “insan hakları”, “hukuk devleti” ve “demokratik devlet” gibi ilkelere yer vermişse de; bu bağlamda kendine özgü bir yaklaşım benimsemiştir. 

Bunun sonucu olarak her iki anayasa dönemi uygulamalarında anayasadan kaynaklanan nedenlerle insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri ile çelişen önemli sorunlar ortaya çıkmıştır. 

1961 Anayasası’nda ilk kez Cumhuriyetin nitelikleri arasında insan haklarına dayanan, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerine ve bu ilkelerin gereği olan kurum ve kurullara yer verilmiştir. 1961 sonrasında yargısal denetim etkinliğini sağlayacak mekanizmalar olarak Anayasa Mahkemesi ve Danıştay oluşturulmuş, ayrıca yargının bağımsızlığının tesisi amacıyla Yüksek Hakimler Kurulu ve Yüksek Savcılar Kurulu öngörülmüştür. Ancak, ilk bakışta olumlu karşılanabilecek bu yeniliklerin uygulamada farklı sonuçlar doğurduğu, 
Anayasa Mahkemesi örneği başta olmak üzere görülmüştür. Zira Anayasa Mahkemesi göreve başladığı günden itibaren insan hakları ve demokrasi doğrultusunda hareket etmek yerine devleti koruyucu bir yaklaşım geliştirmiş; siyasal hayatın yapı ve işleyişine yönelik kararları sürekli tartışma konusu olmuştur. 

Söz konusu sorunlu yaklaşımın, 1982 Anayasası’nda da devam ettiği görülmektedir. 1982 Anayasası’nın bu noktada 1961 Anayasası’ndan 
en önemli farkı, devletçi/vesayetçi tercihi saklı değil, daha açık biçimde ifade etmiş olmasıdır. Zira 1982 Anayasası’nın gerek başlangıç kısmında ve gerek maddelerin kurgulanmasında, devlet ve devletin kutsallığı çok belirgin biçimde insan haklarının önüne geçirilmiştir. 

Vesayet Sorunu 

Türkiye’de demokrasiye geçiş sonrasında yaşanan gelişmelere ve demokratik rejimin işleyişine bakıldığında göze çarpan önemli bir özelliğin “vesayet” olduğu görülmektedir. Vesayet olgusu, hem askeri darbe ve muhtıralarda hem de 1961 ve 1982 Anayasalarının işleyişinde kendisini göstermektedir. Seçimle göreve gelen iktidarların 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbeler ile devrilmesi ve 12 Mart 1971 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde iktidarları hedef alan muhtıralar, vesayet aktörlerinin gücünü göstermektedir. 
Sahip oldukları güç, vesayet aktörlerinin siyasi iktidarlar karşısında konumlarını pekiştirecek bir anayasal yapılanmayı da beraberinde getirmiştir. Vesayet bağlamında en önemli kurumlardan birisi Milli Güvenlik Kurulu (MGK) olmuştur. 1961 Anayasası ile anayasal düzeyde bir kurum olarak düzenlenen MGK, milli güvenlik konularında siyasi iktidarlara yardımcı olmak üzere getirilmişti. Ancak 
özellikle askeri yetkililerin kuruldaki ağırlığı dolayısıyla MGK’da alınan kararlar adeta siyasi iktidarlar açısından bağlayıcı olarak algılanmaktaydı. 
Ayrıca milli güvenlik kavramının geniş kapsamlı biçimde tanımlanması nedeniyle, askerler, siyasi iktidarların yetkilerine de müdahale edebilmekteydiler. 

Türkiye’deki vesayet olgusu bağlamında silahlı kuvvetler dışındaki erkler ve bürokratik aktörler de unutulmamalıdır. Bunlar içerisinde yargı özel bir önem taşımaktadır. Zira verdiği kararların bağlayıcı olması ve başka bir kamu erkinin denetimine tabi olmaması dolayısıyla yargı daha farklı bir konumdadır. Yargı kararlarının bağlayıcılığı bir hukuk devletinde yargının, hukuku esas alarak karar vermesi nedeniyledir. Bununla birlikte eğer yargı, hukukun ötesine geçerek karar alıyor ve bu kararlar yine de bağlayıcı oluyorsa, böyle bir durumda 
rejimin işleyişi hukuk devleti ilkesinin tamamen dışında gerçekleşmiş olacaktır. Nitekim Türkiye’de yüksek yargı organlarının, geçmişte Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın bazı kararlarında daha bariz biçimde görüldüğü üzere, söz konusu vesayetçi anlayış doğrultusunda hareket ettikleri ve kararlarını şekillendirdikleri pek çok örnekle karşımıza çıkmaktadır. 

Hukuk Devleti ve Yargı 

Hukuk devleti ilkesinin esası, kamu erkini kullanan tüm kişi ve kurumların hukuka bağlı olmasıdır. Hukuk devletinde yasama ve yürütme ancak hukukun öngördüğü sınırlar dahilinde yetkilerini kullanabilir. Söz konusu erkler hukuka uygun olmayan tasarruflarda bulunduğunda, yargı denetimi zorunlu bir mekanizma olarak devreye girer. Bu nedenle hukuk devletinde yargı denetiminin ve yargı erkinin siyasi sistem içerisinde özel bir konumu bulunmaktadır. Yargı, niteliği gereği hukuku ve insan hakları ilkelerini esas alarak karar vermek durumundadır. Gerçekleştirdiği denetimde dayanacağı kuralların her zaman tam anlamıyla açık olması da mümkün değildir. Bu gibi durumlarda yargı, yapacağı yorumlarda özgürlükçü ve hukukun genel ilkeleri doğrultusunda bir içtihat sergilemelidir. Ancak bu şekilde hareket etmesi durumunda yargı, hukuk devletindeki işlevine uygun bir konuma gelebilir. 

Bununla birlikte Türkiye’de yakın dönemde yargının tam anlamıyla bu işleve uygun biçimde hareket ettiğini söyleyebilmek güçtür. 

Zira özellikle konjonktürel olarak vesayet aktörlerinin etkin olduğu dönemlerde veya vesayetçi anlayışın baskın olduğu durumlarda yargı, hukuk ve özgürlüklerden ziyade devletin tutumu ve ideolojik tercihler doğrultusunda kararlar verebilmektedir. Bunun yanında yargı, ölçüt olarak aldığı hukuk normunun evrensel standartların gerisinde kalması nedeniyle hukukun üstünlüğü ilkesini zedeleyecek kararlara da imza atabilmektedir. Bir diğer önemli husus ise yargı mensuplarının yetiştirilmesi ve birikimi ile ilgilidir. Tüm bu nedenlerle 
Türkiye’de hukuk devletinin hayata geçirilebilmesi ve yargısal vesayetin sonlandırılması noktasında değişik raporlara da konu olan önemli sorunlar ve aksaklıklar kendisini göstermektedir. Sonuçta yargı, hukuk devletinde kendisinden beklenileni tam anlamıyla veremediğinden yapılması gereken reformların önemli bir ayağını oluşturmaktadır. 

Demokrasi Standardının Yükseltilmesi, Vesayetin Aşılması ve Sivilleşme 

2000’li yıllara gelindiğinde iç dinamikler, Türkiye’nin uluslararası hukuk taahhütleri, AB süreci, bölgesel ve küresel gelişmelerin etkisiyle değişim kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu gelişmelere, Türkiye’nin hızlı gelişen dinamik özel sektörü ve büyük genç nüfus kitlesi ile bunların taleplerini de eklemek gerekir. Tüm bu dinamiklerin etkisiyle anayasal ve yasal düzeyde insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti standartlarının yükseltilmesi ihtiyacı doğmuştur. 

Demokrasi perspektifinden bakıldığında, 1982 Anayasası’nın öngördüğü hukuki yapının ciddi değişikliklere tabi tutulması gerektiği kolaylıkla fark edilebilir. Ancak bir hukuki düzende yapısal reformların gerçekleştirilmesi için temenniler yetersiz kalmaktadır. Dünya ve Türkiye deneyimlerinin gösterdiği gibi, demokratikleşme dalgası olarak nitelendirilebilecek değişikliklerin gerçekleştirilmesi, güçlü ve kararlı siyasi iktidarları gerektirir. Böyle bir reformun yapılabilmesi için aynı zamanda istikrarlı bir döneme de ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle 1982 Anayasası döneminde güçlü demokratikleşme girişimleri aynı zamanda istikrarlı hükümetlerin olduğu dönemlere denk gelmektedir. 

1982 Anayasası’nda öngörülen siyasi modelin ihtiyaçlara cevap vermemesi ve bu nedenle anayasal ve yasal reformların yapılması zorunluluğu, yaşanan gelişmelerle de doğrudan ilgilidir. Türkiye’de 1990 sonrasında gittikçe artan biçimde insan hakları ile ilgili bir bilinçlenme oluşmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (AİHS) kaynaklanan bireysel başvuru hakkının tarafımızdan tanınmasından bugüne kadar, Türkiye’den, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuru sayısının giderek artıyor olması ve bu başvuruları azaltabilmek amacıyla iç hukukumuzda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kabulü, anılan bilinçlenme ile doğrudan ilgilidir. Türkiye’nin önce -1987 yılında- AİHS’deki bireysel başvuru hakkını ve daha sonra -1990 yılında- AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini tanıması sonrasında AİHM’nin Türkiye ile ilgili konularda verdiği kararlar gündemi daha fazla meşgul etmeye başlamıştır. Aynı zamanda verilen kararların bağlayıcı olması ve söz konusukararların icrasının Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından izlenmesi nedeniyle, AİHM kararlarının gereğini yerine getirmek (icrasını mümkün kılmak) için anayasal ve yasal reformlar gündeme gelmiştir. Nitekim 1990’lı yıllardan bugüne kadar yapılan birçok anayasa değişikliği ve yasal reformların aynı zamanda AİHM 
kararlarının gereğini yerine getirmek ve böylelikle icra edilmelerini sağlamak amacı taşıdığı da görülmektedir. AİHM kararlarının da etkisiyle artık ülke içerisinde insan hakları bakımından duyarlılık oluşmaya başlamış ve böylece bireyler, devlete karşı haklarını korumak amacıyla uluslararası başvuru mekanizmalarını sıklıkla kullanmaya başlamışlardır. 

Demokratikleşme sürecinin başlangıç aşamasında dış dinamiklerin çok daha belirleyici olduğu görülmektedir. Bu aşamada iç dinamiklerin çok etkin olmaması, Türkiye’deki demokratikleşme sürecinde bariz bir özellik olarak görülmektedir. Bununla birlikte 1990’lı yıllardan sonra gerçekleştirilen reformlar ve yaşanan siyasi gelişmelerle birlikte artık iç dinamikler de demokratikleşme sürecine yön vermeye başlamıştır. 

Bu durum 2000’li yıllarda daha açık biçimde fark edilebilmektedir. 

İç dinamiklerin belirginleşmesine katkı sağlayan değişik faktörlerden söz edilebilir. İlk olarak gelişen ekonomi ve özellikle özel sektörün dünyadaki gelişmelere daha hızlı ayak uydurması, siyasal iktidarları bazı yapısal reformları hayata geçirmeye zorlamıştır. Ekonomik standartların yükselmesiyle birlikte değişik toplum kesimlerinin hak ve özgürlükler noktasındaki duyarlılığı artmıştır. Bu duyarlılık nedeniyle yasama ve yürütme organları, insan hakları taleplerine daha fazla eğilmek durumunda kalmışlardır. 

Ayrıca küreselleşme süreçlerinin etkisi, kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler nedeniyle insanlar hem ülke içerisinde hem de uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri daha yakından takip etmeye ve insan hakları ile ilgili gelişmelere daha fazla ilgi duymaya başlamışlardır. Özellikle diğer ülke uygulamalarının farkına varan ve Türkiye’deki durumla mukayese etme 
imkanına sahip olan bireyler, her zaman daha iyisini istemeye ve ülkedeki yanlış uygulamaları daha fazla eleştirmeye başlamışlardır. 

Bu durum insan hakları, demokrasi ve hukuk devletinin önündeki engellerin kaldırılması açısından iktidarları daha fazla zorlar hale gelmiştir. 

Bu noktada özellikle 2002-2012 dönemi, sorunların ortaya çıkması ve bunlara yönelik çözüm önerileri bağlamında anayasal ve yasal reformların yapılması 
açısından çok önemli bir dönem olarak görülebilir. Bu dönemde siyasi iktidarların demokratikleşme, sivilleşme, ekonomi, sosyal politika, insan hakları, hukuk 
ve benzeri alanlarda gerçekleştirmeye çalıştıkları reformlara yönelik olarak ortaya konulan statüko kaynaklı dirençler, özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlığı ve çeşitliliği dolayısıyla tüm toplumun gözü önünde cereyan etmiştir. Bu dirençlerin aşılması amacıyla gerçekleştirilen 2007 ve 2010 Anayasa değişiklikleri de yine aynı şekilde herkesin takip ettiği bir süreçte hayata geçirilmiştir. 

Belirtilen dönemde, karşılaşılan vesayet direnci üzerine iki önemli anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir. İlk olarak, 2007 yılında, Anayasa Mahkemesi’nin “367 kararı” 1 sonrasında gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile Cumhur başkanının halkın oyu ile seçilmesi esası getirilmiştir. 1982 Anayasası’nın öngördüğü vesayetçi modelin önemli bir aktörü konumundaki Cumhur başkanı’nın halk tarafından seçilmesi esasının getirilmesi ile artık Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 1961 yılından bu yana değişik zamanlarda yaşanan baskı, tehdit, hukuk dışına çıkma, kriz ve benzeri olumsuzluklar da bertaraf edilmiş olacaktır. 

Vesayetin kırılması noktasında 2010 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinde ise ağırlıklı olarak yargı vesayeti ile ilgili düzenlemeler 
yer almaktadır. Özellikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) oluşumuna yönelik getirilen düzenleme ile adli ve idari yargıdaki 
Danıştay ve Yargıtay’ın vesayeti kırılmıştır. Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nin oluşumu daha çoğulcu hale getirilmiştir. Bunun yanı sıra, askeri yargı düzeni ile ilgili yenilik de kısmen vesayetin kırılması noktasında olumlu bir katkı sağlayabilecektir. 

1982 Anayasası’nın öngördüğü vesayetçi yapının tasfiyesini sağlayan söz konusu iki değişikliğin de halkoyu ile kabul edilmiş olması, esasen halkın da bu yapısal reformların gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin bir kanaate sahip olduğunu göstermektedir. Yaşanan bu gelişmelerle birlikte 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de tabandan gelen güçlü bir talebin mevcut olduğu, sadece dış dinamiklerin değil, aynı zamanda iç dinamiklerin de artık demokratikleşme adımlarının atılmasında belirleyici olduğu görülmektedir. Nitekim bu gelişmeler sonrasında 2011 genel seçimlerinin ardından, Türk siyasi hayatında ilk kez halkın talebi üzerine TBMM, kendi inisiyatifi ile yeni bir anayasa yapım sürecini başlatmıştır. 2007/45 E, 2007/54 K sayılı ve 1/5/2007 tarihli karar. 

Demokratikleşme Süreçlerinde Avrupa Birliği’nin Rolü 

Demokratikleşme süreçlerinin başlangıç aşamasında, başta AB olmak üzere uluslararası dinamiklerin oldukça önemli etkisi olmuştur. 

Ülkeye hakim olan içe kapanmacı, dünyadan kopuk, milletinden korkan politikaların aşılmasında, evrensel düzeyde bir demokrasi ve insan hakları kabulünün yerleşmesinde AB’nin ve AB uyum sürecinin etkisi yadsınamaz. 

Türkiye’nin AB macerası, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzalamasıyla başlamış ve 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla devam etmiştir. Cumhuriyet tarihine damga vuran “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma” hedefinin en somut projelerinden biri olan üyelik süreci, inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve kimi zaman kopma noktasına gelmiştir. Ancak Türkiye’nin 1999 Helsinki Zirvesinde aday ülke olarak kabul edilmesiyle birlikte hız kazanan  AB adaylık sürecinde, özellikle 2002’den itibaren atılan adımlar büyükbir öneme sahiptir. Bu dönemde atılan adımlar ve gerçekleştirilen reformlar sayesinde, 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerine başlanmıştır.

<    Ülkeye hakim olan içe kapanmacı, dünyadan kopuk, milletinden korkan politikaların aşılmasında, evrensel düzeyde bir demokrasi ve insan hakları kabulünün yerleşmesinde AB’nin ve AB uyum sürecinin etkisi yadsınamaz.   > 

  Böylece 1963’de başlayan süreçte önemli bir aşamaya gelinmiş; Türkiye, AB’ye aday ülke statüsünden AB ile katılım müzakereleri yürüten ülke statüsüne 
geçmiştir. 

AB üyeliği hedefi doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken Kopenhag Kriterleri, Türkiye’nin demokratikleşme standardının yükseltilmesine ciddi katkı sağlamıştır. Kopenhag Kriterleri’nin üç önemli başlığı olan “insan hakları standartlarının yükseltilmesi”, “sivil demokrasi” ve “serbest piyasa ekonomisi” esasen Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin olmazsa olmazları olarak da görülebilir. 

AB’ye uyum süreci çerçevesinde 2004 ve 2010 yıllarında gerçekleştirilen kapsamlı anayasa değişiklikleri ile 1982 Anayasası’nın yaklaşık üçte biri değiştirilerek; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanlarında önemli mesafe alınmıştır. 

AB Uyum Paketleri kapsamında hayata geçirilen bu değişiklikler, bir yandan demokrasiyi ve hukuk devletini güçlendirmiş, diğer yandan da Türkiye’nin daha özgür bir ortama kavuşmasını sağlamıştır. Bu değişimlerin, toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilmiş olması, bu adımların sadece AB tarafından istendiği için değil, aynı zamanda toplumsal taleplere karşılık geldiği için atıldığının bir göstergesidir. 

DİPNOT;
1-  2007/45 E, 2007/54 K sayılı ve 1/5/2007 tarihli karar

***

27 Şubat 2017 Pazartesi

BATI ŞERİA DUVARI ve ULUSLARARASI HUKUK BÖLÜM 2


BATI ŞERİA DUVARI ve ULUSLARARASI HUKUK BÖLÜM 2



  ABD.de Barasch ve Qadir tarafından, ABD.nin ulusal güvenlik çıkarları ile Batı Şeria Duvarı.nın bağlantısı üzerine iddialı bir makale kaleme alınmıştır. Öyle ki, 
tamamlanacak bir duvar projesinin Filistinlilerin yaşantısını iyice zora sokacağı ve şiddete yönelten faktörleri arttıracağından bahsedilmiştir. 

  Makalenin çıkarımlarına göre, artan şiddetle İslam-i Cihad ve Hamas gibi gruplar güçlenecek, barış beklentileri boşa çıkacak ve uluslararası terör hareketleri tetiklenebilecek tir. Yine ABD, Afganistan ve Irak olmak üzere Ortadoğudaki demokratik hükümetlerin gelişimine önem vermektedir. 2002 Yol Haritası, şiddetin sona ermesi, yerleşim faaliyetlerinin durdurulması ve barış müzakerelerine geri dönülmesi ABD için önemlidir. Batı Şeria Duvarı ile ABD.nin bu gayretlerinin sekteye uğratılmaması gerekmektedir. Ayrıca İsrail.in Filistin topraklarını işgali ile ABD.nin Irak.taki konumunun ilişkilendirilmesi ABD.yi rahatsız etmektedir. Bu sebeple Filistinlilerin ve Müslümanların ABD.ye tepki göstermesi, ABD için istenmeyen bir durum olacaktır. Duvarın bu gibi sonuçlar doğurması halinde olası ABD müdahalesinden bahsedilmektedir.17 Kuşkusuz bu makalede bahsedilen müdahale kavramı ABD.nin İsrail.e karşı herhangi bir fiili eylemini kastetmemektedir. Ancak ABD.nin İsrail üzerindeki nüfuzu düşünülecek olursa bu müdahalenin anlamı İsrail.in bölgesel ve uluslararası politikalarına karşı bir engelleme, sınırlama ya da etkileme olacağı tahmin edilebilir. 

ABD.de sert politikalarıyla bilinen Bush hükümeti dahi duvarın inşası konusunda Yol Haritası.nın zarar görebileceği kaygısıyla, İsrail.e uyarılarda bulunmuştur. Duvar inşasının başladığı yıl 29 Haziran.da ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice İsrail Başbakanı Ariel Şaron.a, duvarın durumunun “sorunlu” olduğunu ve gelecekteki Filistin Devleti.nin sınırlarına İsrail.in de facto müdahalesinden endişe duyduklarını belirtmiştir.18 

Görüldüğü gibi İsrail.in inşa ettiği bu yapıya ABD de koşulsuz destek vermemektedir. İsrail.in güvenlik kaygılarını göz önüne alırken, kendi çıkarlarını 
zedeleyecek bir durumda elini taşın altına koymaktan çekinmeyeceğini açıkça belirtmektedir. 

4. ULUSLARARASI HUKUK VE BATI ŞERİA DUVARI 

Dünya kamuoyunun genel kanısı, duvar inşasının uluslararası hukuku ve insan haklarını ihlal ettiği yönündedir. 

İsrail.in duvar inşasıyla, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile garanti altına alınan hakları çiğnediği belirtilmektedir. Çünkü bu 
duvar ile Filistinlilerin serbest dolaşım hakkı, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşma hakkı engellenmektedir. Bu beyanname her ne kadar hukuki bağlayıcılığa sahip olmayan bir bildiri olarak kalmış olsa da, birçok hükmü milletlerarası teamüli hukuk haline gelmiştir. Birçok devlet bildiriyi anayasasına geçirmiştir. Yine bildirinin maddeleri iki ya da çok taraflı antlaşmalara geçirilmiştir.19 

İsrail BM üyesi bir devlet olmasına rağmen bu haklara riayet etmemektedir. 

Duvar inşasının başlamasıyla Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı süreç içinde konuya birçok kez müdahil olmuşlardır. 14 Ekim 2003 tarihinde BM 
Güvenlik Konseyi, Filistin sorunu da dâhil olmak üzere Ortadoğu.nun durumunu görüşmek üzere Arap Ligi.nin teklifiyle Suriye önderliğinde toplanmıştır. 
Toplantıdan çıkan sonuç İsrail.in işgalci konumda olduğu topraklardaki duvar inşasının illegal ve uluslararası hukuka aykırı olduğu yönündedir. Filistin temsilcisi Nasser Al-Kidwa bu işgal sebebiyle hayatını kaybeden Filistinlilerden, İsrail.in işlediği savaş suçlarından, duvarın bitimiyle İsrail.in yüksek orandaki toprak ilhakından, yerleşimlerin gayri-meşruluğundan bahsetmiştir. İsrail temsilcisi ise Filistinlilerin terör eylemleri sebebiyle kendi vatandaşlarının da öldüğünü ve onları korumakla yükümlü olduklarını belirtmiştir. İsrail.in duvar inşasına başlarken gönülsüz olduğunu, buna Yaser Arafat ve Filistin Hükümeti.nin terörü bitirmek yerine, bunu politika aracı olarak kullanmalarının sebep olduğunu anlatmıştır. Suriyeli temsilci ise, İsrailli temsilcinin duvarın inşa edildiği yerlerden bahsetmeyerek toprak ilhakının üstünü örtmeye çalıştığını söylemiş ve İsrail hükümetini barış sürecini baltalamakla suçlamıştır. Konsey Başkanı ABD.li temsilci ise Filistin.in durumundan hiç bahsetmeden İsrail.in terörizme karşı kendisini savunmakta haklı olduğunu ve son 3 yılda çok fazla suikasta uğradığını söyleyerek, taraflara Yol Haritası.na uymaları gerektiğini hatırlatmıştır.20 Karar 10 oy almasına rağmen, ABD.nin vetosu sebebiyle onaylanmamıştır. 

Buna rağmen, 21 Ekim 2003 tarihli BM Genel Kurulu duvar inşasının aleyhinde bir karar almıştır. Bu karara göre; güç kullanılarak toprak kazanımının kabul 
edilemezliği teyit edilmiş, barışın temini için İsrail ve Filistin.in bölgede güvenli ve belirli sınırlar dâhilinde yaşama gerekliliği tekrar edilmiş, şiddet, terörizm ve yıkım hareketleri, bombalı suikastler kınanmış, bölgedeki şiddetin acilen durdurulmasına vurgu yapılmış, duvar inşasının devamı halinde bölgede iki devletli gelecek projesinin tehlikeye düşmesinden duyulan endişe belirtilmiş, İsrail.in 1949 Cenevre Konvansiyonu.na saygı duyma gerekliliği tekrarlanmış ve “de facto” toprak ilhakı ile işgal edilmiş bölgelerdeki yerleşimlerin Filistinlilerin yaşamını zorlaştırdığı bildirilmiştir. Karara göre İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarındaki uluslararası hukuk karşısında gayrimeşru sayılan duvar inşaatını durduracak ve inşa ettiği kısımları yıkacaktır. Yol Haritası.nda belirtilen sorumluluklarını göz ardı etmeyecektir.21 Bu karara 144 evet, 4 ret oyu gelmiştir. Ret oylarından biri ABD.ye aittir. Bu kararın ardından, BM Genel Sekreteri Kofi Annan.dan bir rapor 
hazırlanması istenmiştir. Annan, duvar ile Yeşil Hat arasında kalan bölgenin durumundan endişe duyduğunu belirtmiştir. Her iki tarafın da Yol Haritası.na 
uymasının istendiği bir dönemde duvar inşaatının sürece zarar vereceğini vurgulamıştır. Ayrıca, İsrail 1967 sınırlarına riayet etmeyip, kuzeyde 93 mil 
ilerleyerek inşa ettiği bu duvarla uluslararası hukuku ihlal etmekte ve Filistinlilerin insan haklarını da çiğnemektedir. Rapora göre uzun vadeli barış çabaları da zarar görmektedir.22 

Duvarın inşa süreci devam ederken, konunun tartışılması BM sınırları içinde kalmamış ve Uluslararası Adalet Divanı.na da götürülmüştür. İsrail duvar inşasının gerekçesinin savunma amaçlı ve İsrail.i korumak için olduğunu belirtmekte ve meselenin sadece İsrail.in yetkisi dâhilinde olduğunu ifade etmektedir. Ancak duvar inşasının açıkça üzerinde hâkimiyetin tartışmalı olduğu bir toprak parçasıyla doğrudan ilgili olması23 İsrail.in değil, uluslararası hukukun elini güçlendirmektedir. 

8 Aralık 2003.te BM Genel Kurulu, BM Şartı Madde 96 hükmünce, mahkeme statüsünün 65. maddesine göre, Uluslararası Adalet Divanı.ndan acilen şu soru 
doğrultusunda tavsiye görüşü istenmesine karar vermiştir: İsrail tarafından, Doğu Kudüs dâhil olmak üzere işgal edilmiş Filistin topraklarında inşası sürmekte olan duvarın Genel Sekreterlik raporunda belirtilen, uluslararası hukuk prensipleri ve teamüllerine göre, 1949 Dördüncü Cenevre Konvansiyonu ve ilgili Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul kararları göz önünde bulundurularak yasal durumu nedir?24 

Mahkeme, BM Genel Kurulu.nun talebi üzerine duvarın yasal durumunu araştırmıştır. Uluslararası Adalet Divanı, işgal edilmiş Filistin toprakları üzerindeki duvar hakkında 9 Temmuz 2004 tarihinde verdiği tavsiye niteliğindeki karar ile duvarın inşasının uluslararası hukuka aykırı olduğuna hükmetmiştir. İsrailin vatandaşlarını koruma hakkına da değinilerek, askeri ve ulusal güvenlik gerekçesiyle böyle bir duvarın inşasının meşrulaştırılamayacağı belirtilmiştir. 
Karara göre duvar, Filistin topraklarının ilhakı anlamına gelmekte, Filistinlilerin özerklik haklarına engel teşkil etmektedir. Kararda ayrıca duvar inşasına son 
verilmesi, işgal bölgesindeki duvarların yıkılması ve zarar görenlere de tazminat ödenmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. Adalet Divanı.na göre BM Genel Kurulu 
ve Güvenlik Konseyi İsrail.e yaptırım uygulamalıdır. İsrail, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkına ve uluslararası insan haklarına riayet etmelidir.25 

20 Temmuz 2004 tarihinde BM Genel Kurulu, Uluslararası Adalet Divanı tarafından verilen bu kararı onaylamıştır. Karara 10 ülke çekimser, 6 ülke ret oyu verirken 150 oyla kabul edilmiştir. Genel Kurul, Doğu Kudüs.ün etrafını ve içini kapsayan işgal altındaki Filistin topraklarında inşası süren yasadışı duvarın 
tanınmaması konusunda üyelere yükümlülüklerini hatırlatmıştır. Ayrıca bu tür yasadışı eylemlere katkı sağlayacak yardım ve destekleri de yapmamaları 
konusunda uyarmıştır.26 

2003 yılı Eylül sonlarında Güney Afrikalı hukuk profesörü John Dugard, BM İnsan Hakları Komisyonu adına bölgede araştırma yapmak üzere görevlendirilmiş tir. Temmuz ayı sonlarında Dugard.ın bölgede yaptığı incelemeler sonucu hazırladığı rapora göre, duvarın uluslararası toplum tarafından kınanması gereken “illegal toprak ilhakı” ile eş değer bir eylem olduğu belirtilmiştir. Rapora göre, İsrail duvar inşasını geçici bir güvenlik tedbiri olarak nitelendirse de, aslında Filistin topraklarını sessizce ilhak etmektedir. Yapının; bomba suikastçılarının Filistin bölgesinden geçişini durdurduğunu söyleyen İsrail, bu rapordaki bulguları “tek taraflı, oldukça siyasi, ön yargılı” bulduğunu belirtmiştir. İsrail Başbakanı Şaron çitin ikinci etabının, iki Yahudi yerleşimi etrafından, Batı Şeria.nın içine doğru inşa edileceğini açıklamıştır. Filistinliler bu duvarı, 210.000 Filistinli.yi İsrail ile duvar arasında yaşamaya mahkûm ettiği için “Berlin Duvarı” olarak tanımlamaktadır.27 

Yine bir BM İnsan Hakları Raportörü bu rapora atıfta bulunmuş ve bu duvarın sadece Yahudi yerleşim birimlerini koruma altına aldığını, Filistin topraklarına el 
koyduğunu ve İsrail.in kendi kendine sınır belirlediğine dikkat çekmiştir. Ayrıca Filistinlilerin serbest dolaşım hakkı ve ticareti engellenmekte, bu bağlamda işsizlik artmakta, sağlık koşulları da kötüye gitmektedir. Rapora göre İsrail.in güvenlik endişeleri anlayışla karşılanabilir, ancak terörle mücadele adına insan hakları da çiğnenemez. 

İsrail.in bu eylemleriyle üyesi olduğu 1949 Cenevre Konvansiyonu.nu da ihlal ettiği BM tarafından belirtilmektedir. Cenevre Sözleşmeleri, uluslararası insancıl 
hukukun, savaş ortamında insan haklarını koruyabilmesi için hazırlanmıştır. İnsan haklarının geliştirilebilmesi için kuşkusuz, devletlerin egemenlikleri bütün insanlık yararına kısıtlanabilir.28 Dördüncü Cenevre Konvansiyonu.nun 147. maddesi askeri nedenler gerekçe gösterilerek kapsamlı bir mülk yıkımının ve bu mülklere el koymanın meşrulaştırılamayacağını belirtmektedir.29 Ancak İsrail duvarın inşasıyla Filistinlilerin yaşama hakkına zarar vermekte ve bu sözleşmeleri de göz ardı etmektedir. 

SONUÇ 

Bugün Birleşmiş Milletler Örgütü, dünya barışını korumak ve uluslararası alanda işbirliğini sağlamak adına kurulmuş olan en yüksek mekanizmadır. Uluslararası 
alanda kuvvet kullanımını yasaklayan ilk antlaşma da BM Sözleşmesi.dir. 

Uluslararası Adalet Divanı BM.nin etkili yargı organıdır ve uluslararası uyuşmazlıklarda taraf olan ülkelerin başvurduğu son merciidir. BM İnsan Hakları 
Sözleşmesi tüm dünya insanlığını kapsayıcı evrensel bir önemi haizdir. Savaş zamanında sivillerin korunmasına ilişkin Dördüncü Cenevre Sözleşmesi de 1949 
yılında tüm dünya devletleri tarafından imzalanmıştır. 

Ancak, İsrail bugün bu mekanizmalara, onların uyarılarına ve yaptırımlarına gözünü ve kulaklarını kapatmış durumdadır. Ne BM Genel Kurulu.nun yaptırım 
kararları İsrail.i etkilemiş, ne de insan hakları ihlalleri konusunda suçlanması duvar inşasını durdurmasına yetmiştir… Filistin.e yıllardır verdiği zararlar kimi zaman kınama bildirilerinin ötesine geçememiş, bu ülkenin hataları ABD, AB gibi dış güçlerin mali yardımlarıyla telafi edilmeye çalışılmıştır. İsrail bir nevi dünyayı 
karşısına almakta ve ihlallerine son vermemektedir. 

Günümüze dek uygulanan yaptırımlar İsrail.i pek etkilememiş olsa da, BM üyeleri bu konuda daha fazla görüşmeli, Uluslararası Adalet Divanı etkili kararlar alarak İsrail.i vazgeçirme yolunu kullanmalıdır. Hukukun üstünlüğü ve uygulanabilirliği doğrudan istişareler ile İsrail hükümetine anlatılmalı ve İsrail 
Devletinin de bir BM kararıyla kurulduğu unutturulmamalıdır. 

Tek başına devletler ya da uluslararası hukuk mahkemeleri değil, uluslararası toplum da, yaşanan insan hakları ihlaline sessiz kalmamalıdır. 

DİPNOTLAR;

1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Berlin_Duvar%C4%B1 
2 “Berlin Duvarı Yıkıldı Ama Utanç Duvarı Büyüyor”, 07.11.2009, 
http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=94923, (erişim 04.09.2010). 
3 Selçuk Gültaşlı, “Berlin Duvarı Yerini Zihinlerdeki Duvarlara Bıraktı”, 09.11.2009, 
http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getHaber&haberno=913481&bolumno=3&altbolumno=&sirano=1&sayfa, (erişim 04.09.2010). 
4 “Duvar ören ülkeler kervanına ABD.den sonra Suudi Arabistan da eklendi”, 18.11.2007, 
http://www.tumgazeteler.com/?a=2371119, (erişim 04.09.2010). 
5 “Mahalleleri paylaşılmış kent: Belfast”, 20.07.2005, 
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/333402.asp, (erişim 04.09. 2010). 
6 “İsrail, Batı Şeria.dan sonra Mısır sınırına da duvar örüyor”, 12.01. 2010, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=938999&title=israil-bati-seriadan-sonra-misir-
sinirina-da-duvar-oruyor, (erişim 04.09. 2010). 
7 Richard Rogers and Anat Ben-David, “Coming to Terms. A conflict analysis of the usage, in official and unofficial sources, of „security fence,. „apartheid wall, and other terms for the 
structure between Israel and the Palestinian Territories”, 2005, 
http://www.govcom.org/publications/full_list/ben-david_rogers_coming_to_terms_2oct.pdf, (erişim 18.07. 2010). 
8 “What is the West Bank Barrier?”, 15.09.2005, 
http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/3111159.stm, (erişim 18.07. 2010). 
9 “Special Report on the West Bank Security Barrier”, By UNRWA, July 17, 2003, 
http://www.miftah.org/PrinterF.cfm?DocId=2197, (erişim 20.07. 2010). 
10 “İsrail, Kudüs Duvarını Onayladı”, 11.07.2005, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/07/050711_westbank_wall.shtml, (erişim 20.07. 2010). 
11 “Security Wall to encircle Palestinian Village Walajeh”, The Jerusalem Post, 13.07. 2010, 
http://www.jpost.com/Israel/Article.aspx?id=181252, (erişim 20.07. 2010). 
12 United Nations Office for the Coordination of Humanitarian Affairs (UNOCHA), United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees in the 
Near East (UNRWA), July 2008, 
http://www.ochaopt.org/documents/Barrier_Report_July_2008.pdf, (erişim 22.07. 2010). 
13 “Israel's „separation barrier. in the occupied West Bank: Human Rights and International Humanitarian Law consequences”, A Human Rights Watch Briefing Paper, Human Rights 
Watch, February 2004, http://www.hrw.org/english/docs/2004/02/20/isrlpa7581_txt.htm, (erişim 19.07.10). 
14 Deborah Pike, “Sharon's Wall and the Dialectics of Inside/Outside”, Borderlands e-journal, Volume 5, Number 3, 2006, 
http://www.borderlands.net.au/vol5no3_2006/pike_sharonswall.htm, (erişim 18.08. 2010). 
15 Israel Ministry of Foreign Affairs, 
http://securityfence.mfa.gov.il/mfm/web/main/missionhome.asp?MissionID=45187&, (erişim 19.07. 2010). 
16 “HCJ 2056/04 Beit Sourik Village Council v”., Israel Ministry of Foreign Affairs, The 
Government of Israel, 30.06.2004, 
http://www.mfa.gov.il/MFA/Government/Law/Legal+Issues+and+Rulings/Judgment+of+the+HCJ+regarding+the+Separation+Fence+-+Abstract+30-Jun-2004.htm, 
( Erişim 21.07. 2010 ). 
17 Daniel B. Barasch and Lala R. Qadir, “US National Security Interests and the West Bank Separation Barrier”, John F. Kennedy School of Government, April 8th 2004, 
http://www.hks.harvard.edu/cchrp/pdf/danlala.pdf, (erişim 19.07. 2010). 
18 Catherine Cook, “Israel.s Wall Not Really About Security”, (8/03), The Middle East Research and Information Project, 
http://www.merip.org/newspaper_opeds/oped_cook080503.html, (erişim 18.08. 2010). 
19 Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk, Beta Basım A.Ş., 5. Bası, İstanbul, Kasım 2003, s. 271. 
20 United Nations Security Council 4841st Meeting (AM), Press Release SC/7895,14.10.2003, 
http://www.un.org/News/Press/docs/2003/sc7895.doc.htm, (erişim 21.07. 2010). 
21 United Nations General Assembly, Resolution ES-10/13 21 October 2003, 
http://www.un.int/palestine/docs/res_es10_13.pdf, (erişim 20.07. 2010). 
22 “Kofi Annan calls on Israel to take down barrier”, 28.11.2003, 
http://edition.cnn.com/2003/WORLD/meast/11/28/mideast.sharon/, (erişim 20.07. 2010). 
23 “İsrail Duvarı hukuka uygun mu?”, Stratejik Araştırmalar Merkezi, 
http://www.tumgazeteler.com/?a=68573, (erişim 02.09. 2010). 
24 United Nations General Assembly, Resolution A/RES/ES-10/14 12 December 2003, 
http://domino.un.org/UNISPAL.NSF/0/f953b744269b9b7485256e1500776dca?OpenDocument, (erişim 20.07. 2010). 
25 International Court of Justice, Summary 2004/2, 9 July 2004 
http://www.icjcij.org/docket/files/131/1677.pdf, (erişim 19.07. 2010). 
26 United Nations General Assembly Plenary Tenth Emergency Special Session 27th Meeting (PM & Night), Press Release GA/10248, 20.07.2004, 
http://www.pfcmc.com/News/Press/docs/2004/ga10248.doc.htm, 21.07. 2010. 
27 “Israel.s West Bank Barrier „illegal.”, 30.09.2003, 
http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/3152828.stm, (erişim 20.07. 2010). 
28 Şeref Ünal, Uluslararası Hukuk, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 293. 
29 Jean Shaoul, “Why Israel boycotted the International Court hearing on West Bank wall”, March 28th, 2004, 
http://stopthewall.org/cgi-bin/engine/exec/view.cgi/1/441, ( Erişim 30.08. 2010 ). 


KAYNAKLAR 

Kitaplar; 

GÜNDÜZ, Aslan, Milletlerarası Hukuk, Beta Basım A.Ş., 5. Bası, İstanbul, Kasım 2003 
ÜNAL, Şeref, Uluslararası Hukuk, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005 

İnternet Kaynakları; 

BARASCH, Daniel B. and LALA R. Qadir, “US National Security Interests and 
the West Bank Separation Barrier”, John F. Kennedy School of Government, 
April 8th 2004, http://www.hks.harvard.edu/cchrp/pdf/danlala.pdf, ( Erişim 19.07. 2010 ) 

COOK, Catherine, “Israel.s Wall Not Really About Security”, (8/03), The Middle 
East Research and Information Project, 
http://www.merip.org/newspaper_opeds/oped_cook080503.html, ( Erişim 18.08. 2010) 

GÜLTAŞLI, Selçuk, “Berlin Duvarı Yerini Zihinlerdeki Duvarlara Bıraktı”,  09.11.2009, 
http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getHaber&haberno=913481&bolumno=3&altbolumno=&sirano=1&sayfa, ( Erişim 04.09. 2010 ) 

PİKE, Deborah, “Sharon's Wall and the Dialectics of Inside/Outside”, Borderlands e-journal, Volume 5, Number 3, 2006, 
http://www.borderlands.net.au/vol5no3_2006/pike_sharonswall.htm, ( Erişim 18.08. 2010 ) 

ROGERS, Richard and BEN-DAVİD, Anat, “Coming to Terms. A conflict analysis 
of the usage, in official and unofficial sources, of „security fence,. „apartheid wall, 
and other terms for the structure between Israel and the Palestinian Territories”, 

2005,http://www.govcom.org/publications/full_list/bendavid_rogers_coming_to_terms_2oct.pdf, ( Erişim 18.07. 2010 ) 

SHAOUL, Jean, “Why Israel boycotted the International Court hearing on West Bank wall”, March 28th, 2004, 
http://stopthewall.org/cgi-bin/engine/exec/view.cgi/1/441, ( Erişim 30.08. 2010 ) 

“International Court of Justice”, Summary 2004/2, 9 July 2004, 
http://www.icjcij.org/docket/files/131/1677.pdf, ( Erişim 19.07. 2010 ) 

Israel Ministry of Foreign Affairs, 
http://securityfence.mfa.gov.il/mfm/web/main/missionhome.asp?MissionID=45187&, ( Erişim 19.07. 2010 ) 

“HCJ 2056/04 Beit Sourik Village Council v.” İsrael Ministry of Foreign Affairs, 
The Government of Israel, 30.06.2004, 
http://www.mfa.gov.il/MFA/Government/Law/Legal+Issues+and+Rulings/Judgment+of+the+HCJ+regarding+the+Separation+Fence+-+Abstract+30-Jun-2004.htm,  ( Erişim 21.07. 2010 ) 

“Berlin Duvarı Yıkıldı Ama Utanç Duvarı Büyüyor”, 07.11.2009, 
http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=94923, 
( Erişim 04.09. 2010 ) 

“Israel.s West Bank Barrier „illegal.”, 30.09.2003, 
http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/3152828.stm, ( Erişim 20.07. 2010 ) 


“Israel's „separation barrier. in the occupied West Bank: Human Rights and 
International Humanitarian Law consequences”, A Human Rights Watch Briefing 
Paper, Human Rights Watch, February 2004, 
http://www.hrw.org/english/docs/2004/02/20/isrlpa7581_txt.htm, ( Erişim 19.07. 2010 ) 

“İsrail, Kudüs Duvarını Onayladı”, 11.07.2005, 
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/07/050711_westbank_wall.shtml, ( Erişim 20.07. 2010 ) 

“İsrail Duvarı hukuka uygun mu?”, Stratejik Araştırmalar Merkezi, 
http://www.tumgazeteler.com/?a=68573, ( Erişim 02.09. 2010 )

“Kofi Annan calls on Israel to take down barrier”, 28.11.2003, 
http://edition.cnn.com/2003/WORLD/meast/11/28/mideast.sharon/, ( Erişim 20.07. 2010 ) 

“Mahalleleri paylaşılmış kent: Belfast”, 20.07.2005., 
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/333402.asp, ( Erişim 04.09.2010 ) 

“Security Wall to encircle Palestinian Village Walajeh”, The Jerusalem Post, 13.07.2010, 
http://www.jpost.com/Israel/Article.aspx?id=181252, ( Erişim 20.07.2010 ) 

“Special Report on the West Bank Security Barrier”, By UNRWA, July 17, 2003, 
http://www.miftah.org/PrinterF.cfm?DocId=2197, ( Erişim 20.07. 2010 ) 

United Nations Security Council, 4841st Meeting (AM), Press Release SC/7895, 
14.10.2003, http://www.un.org/News/Press/docs/2003/sc7895.doc.htm, ( Erişim 21.07. 2010 ) 

United Nations General Assembly, Resolution ES-10/13, 21 October 2003, 
http://www.un.int/palestine/docs/res_es10_13.pdf, ( Erişim 20.07. 2010 ) 

United Nations General Assembly Resolution A/RES/ES-10/14, 12 December 2003, 
http://domino.un.org/UNISPAL.NSF/0/f953b744269b9b7485256e1500776dca?OpenDocument, ( Erişim 20.07. 2010 ) 

United Nations General Assembly, Plenary Tenth Emergency Special Session 27th Meeting (PM & Night), Press Release GA/10248, 20.07.2004, 
http://www.pfcmc.com/News/Press/docs/2004/ga10248.doc.htm, ( Erişim 21.07. 2010 ) 

United Nations Office for the Coordination of Humanitarian Affairs (UNOCHA), United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees in the Near East 
(UNRWA), July 2008,  http://www.ochaopt.org/documents/Barrier_Report_July_2008.pdf, ( Erişim 22.07. 2010 ) 

“What is the West Bank Barrier?”, 15.09.2005, 
http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/3111159.stm, ( Erişim 18.07. 2010 )

 ***

BATI ŞERİA DUVARI ve ULUSLARARASI HUKUK BÖLÜM 1


BATI ŞERİA DUVARI ve ULUSLARARASI HUKUK BÖLÜM 1


Gamze DEĞİRMENCİ*
*İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği Programı Yüksek Lisans Öğrencisi. 


Özet: 

“ Batı Şeria Duvar ı”. İsmi üzerinde dahi bir konsensüsün sağlanamadığı bu yapı, Filistin halkının yaşam haklarına zarar verirken, İsraillilere göre Filistinli terör 
eylemlerinden korunmak için bir güvence olmuştur. 2002 yılında inşasına başlanan duvarın %85.lik kısmı Filistin topraklarından geçmektedir. 2005 yılında ise yapımı Kudüs.e doğru uzatılmıştır. 

2010 yılına gelindiğinde, İsrail bu inşaata hâlâ bir son vermiş değildir. ABD bu duvarı koşulsuz desteklememekte ve “sorunlu” olarak tanımlamaktadır. 
Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı karar mekanizmaları da bu duvarın uluslararası hukuka aykırı ve yasa dışı olduğuna dair birçok kez karar almıştır. 
Ancak bu kararların İsrail üzerinde bağlayıcı olduğu söylenemez. 

Anahtar kelimeler: İsrail, Filistin, Batı Şeria Duvarı, Uluslararası hukuk, Uluslararası Adalet Divanı. 

 GİRİŞ 

1948 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla kurulan İsrail Devleti hem kuruluşuyla, hem de 1967 toprak işgalleri ve 1980 toprak ilhaklarıyla, insan haklarını ihlal 
ettiğine dair iddialarla ve Filistin.le yaşadığı ihtilaflarla Ortadoğu.nun en önemli politik aktörlerinden biri olmuştur. İsrail bugün de, uluslararası hukuk ve toplumla karşı karşıya gelmek pahasına bazı politikalarını uygulamaya devam etmektedir. Batı Şeria ve Kudüs.teki Yahudi yerleşim birimlerinin inşasını durdurmamakta kararlı olan İsrail, 2002 yılında başladığı “duvar” inşası ile de, Filistinlilerin yaşamını gün geçtikçe zorlaştırmaktadır. Her ne kadar İsrail üzerinde bağlayıcılığı etkili olmasa da, bu konuda, uluslararası hukuk mekanizmalarının kararları ve yaptırımları konu için her zaman önem teşkil edecektir. 

Ayrıca duvar inşasının sebeplerine İsrail.in gözünden bakmak, ABD.nin yaklaşımını analiz edebilmek ve tüm bunların ötesinde Filistinlilerin yaşadıklarını 
anlayabilmek gerekir. Geçmişte farklı gerekçelerle inşa edilen bu tarz yapılardan bahsedilerek, 2010 yılına gelindiğinde, İsrail.in yapımına devam ettiği duvarın 
kavramsal analizi daha iyi yapılacaktır. 

1. İNSANLIĞIN DUVAR ÖRME SERÜVENİ 

Tarih boyunca insanoğlu farklı gerekçelerle -ama temeli, kendisini dış etkenlere karşı korumaya dayalı olan- fiziksel engelleme ve sınırlama sağlayacak bir set, 
duvar ya da çit gibi yapılar inşa etme yoluna gitmiştir. 

Kuşkusuz bu yapıların bilinen en eskisi Çin Seddi.dir. M.Ö. 220 ve M.S. 1368-1644.de inşa edilen ve dünyanın en uzun savunma duvarı olan Çin Seddi, ülkenin sınırlarını dış saldırılara karşı korumak amacıyla inşa edilmiştir. 

Bilinen en yakın tarihli inşa edilmiş ve ardından yıkılmış yapı ise Berlin Duvarı.dır. Berlin Duvarı, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya.ya 
kaçmalarını engellemek için Doğu Alman Meclisi kararı ile, 1961 yılında yapılmaya başlanmıştır. Batının “Utanç Duvarı” olarak tanımladığı bu yapı, 1989 
yılında, Doğu Almanya.nın isteyen vatandaşların Batı.ya geçebileceğini açıklamasıyla yıkılmıştır.1 

ABD de, kaçak göçmen girişlerini önlemek amacıyla Meksika sınırına duvar örmüş ve Meksika ile ilişkileri bu sebeple gerilmiştir. Brezilya ise, başkent Rio de Jeneiro'da gecekondu semtlerinin yayılmasını önlemek için bir duvar örmüştür. Ancak bu duvar da zengin-fakir ayrımcılığının sembolü haline gelmiştir.2 

İsrail.in inşa ettiği duvar dikkate alınmaksızın, Lefkoşa.da var olan duvara Avrupa.nın son duvarı olarak atıfta bulunulmaktadır. Bu duvarın ortadan 
kaldırılması için 2004.te Annan Planı.na Türkler “evet” derken, Kıbrıslı Rumlar duvarın varlığının sürmesini istemişlerdir.3 Suudi Arabistan, 2003 yılında, Yemen sınırında örmeye başladığı duvara gerekçe olarak kaçak işçi ve göçmenlerin engellenmesi amacını göstermiştir. Hindistan da Bangladeş ile arasına bir güvenlik duvarı örmüş ve bu ülkeden gelen kaçak göçmenleri engellemeye çalıştığını belirtmiştir. Tayland, Malezya sınırına terörist akışını durdurmak istediği iddiasıyla bir güvenlik duvarı örmüştür. En eski duvarlardan biri ise, Güney-Kuzey Kore arasında inşa edilmiştir. Bu duvar, vatandaşlarının Güney.e kaçmasını engellemeyi amaçlayan Kuzey hükümeti tarafından inşa edilmiştir. Çin ise, Kuzey Kore sınırına duvar inşa ederek, olası göçleri engellemeyi hedeflemiştir. Benzer bir engelleme ise Batı Sahra.yı kontrol altında tutmaya çalışan Fas.ın Cezayir sınırına ördüğü güvenlik duvarıdır.4 Birleşik Krallık.ta bulunan Belfast şehrinin Batı kesimlerinde Protestan ve Katolik mahallelerini birbirinden ayıran bir güvenlik duvarı daha söz konusudur.5 

2010 yılı başlarında İsrail, Batı Şeria duvar inşaatına Mısır sınırını da ekleyeceğini duyurmuştur. Amacı ise, özellikle İsrail.e geçmeye çalışan Afrikalı 
göçmenler olmak üzere tüm göçleri engellemektir. İsrail.in benzer duvarları kuzeydeki Suriye ve Lübnan sınırları ile doğudaki Ürdün sınırında da 
bulunmaktadır. Diğer yandan Mısır.ın da Gazze.den gelebilecek muhtemel tehlikeleri önlemek ve tünelleri engellemek amacıyla Aralık 2009.da Gazze sınırına çelik duvar örmeye başladığından bahsetmekte yarar vardır.6 

2. “ DUVAR ” HAKKINDA 

2.1. Kavram Karmaşası: Güvenlik Çiti mi? Ayrılıkçı Duvar mı? 

Öncelikle İsrail.in Batı Şeria.da inşasına başladığı bu yapının kavram karmaşasını irdelemek gerekir. İsrail tarafı resmi terminolojisinde daha çok Türkçe karşılığı 
güvenlik çiti olan “security fence” kavramını kullanmaktadır. Filistinliler ise ırkçı, ayrılıkçı duvar anlamına gelen “apartheid wall” tanımlamasını tercih etmektedirler. 

Uluslararası Adalet Divanı ise “Batı Şeria Duvarı” terimini kullanmıştır. Kısacası medya, hükümetler, sivil toplum örgütleri bu yapı için çit, duvar, bariyer 
kelimelerini; güvenlik, ayırım, ırk ayrımı, anti-terörizm, Batı Şeria kelimeleriyle kombine ederek farklı tanımlamalar yapmaktadırlar.7 

İsrail “çit” kelimesini güvenlik ve anti-terörizm kelimeleriyle birlikte kullanarak, savunmasız olduğunu ve bunun için tedbir almak zorunda kaldığını belirtmek istemektedir. İsrail.in kullandığı “ayıran çit”, “güvenlik duvarı”, “anti-terörist çit” gibi diğer tanımlamalara bakılırsa, İsrail.in bu konudaki algıları ve algılatmak istedikleri hakkında daha fazla fikir sahibi olunabilir. 

Aşağıda belirtileceği gibi her ne kadar İsrail.in inşa ettiği bu yapının net bir tanımlaması yapılamasa da, objektif bir değerlendirme için, Uluslararası Adalet 
Divanının da tercih ettiği gibi, “Batı Şeria Duvarı” söylemini kullanmak en doğrusu olacaktır. 

2.2. Duvarın Yapılış Süreci 

Söz konusu duvarın inşa edilmesi ilk kez 2002 yılında Ariel Şaron başkanlığındaki İsrail parlamentosunda gündeme gelmiştir. Amacı, Filistinli grupların terör eylemlerine karşı önlem almak olan karar, parlamentoda oy birliği ile kabul edilmiş ve yapımına başlanmıştır. Bu yapı kısmen duvar, kısmen çit olarak tanımlanmaktadır. Çünkü yapının bazı bölümleri 8 metre yüksekliğindeki beton duvarlardan oluşurken, bazı bölümleri beton temel üzerinde yükselen 5 metre yüksekliğindeki tel ve tel örgülerden oluşmaktadır. Yapının bir yanında 4 metre derinliğinde bir hendek, dikenli tel topları ve elektronik alıcılar bulunmaktadır. Ayrıca yapı boyunca, herhangi birinin geçmesi halinde ayak izinin saptanması için üzeri toprak ve kumla örtülü bir patika uzanmaktadır. Duvar boyunca aralıklarla gözetim kuleleri yerleştirilmiştir. İsrail askerleri de bölgede devriye gezmektedir. 8 

Duvar, yapımına başlandığı günden itibaren tartışılmaktadır. Tartışmaların temelini oluşturan argümanlardan biri, İsrail.in duvarın yapımına başladığında 1949 tarihli Yeşil Hat.tı kendi toprakları boyunca takip etmemiş olması ve aksine kilometrelerce içeri Batı Şeria topraklarına girmiş olmasıdır. Öyle ki duvar 
tamamlandığında 160.000 dönüm verimli tarım arazisinin ve Batı Şeria topraklarının %2,9.luk kısmının, duvarın İsrail tarafında kalacağı tahmin 
edilmektedir. UNWRA.nın (BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu), Yeşil Hat ile duvar arasındaki bölgeyi incelemek üzere gerçekleştirdiği ziyaretler 
sonucundaki tespitleri de bu konudaki tartışmaya yön vermek için önemlidir. Çünkü kuruluşun gözlemlerine göre, Yeşil Hat.tın kuzey tarafında kalan kasaba ve köylerdeki Filistinli aileler çoğunluğu oluşturmalarına rağmen mülteci konumuna düşmüşlerdir. Ayrıca, Yeşil Hat.la duvar arasında kalan Filistin, köy ve kasabalarının da “kapalı askeri bölge” ilan edilmiş olması,9 başka bir tartışma konusudur. Duvarın planlandığı gibi tamamlanması halinde Filistin topraklarının 
%10.unu ilhak edecek olması, uluslararası hukukun ihlali anlamına gelmektedir. Çünkü uluslararası hukukta, bu tür bir yolla toprak elde edilmesi ve kazanımı söz konusu değildir. 

İsrail kabinesi 10 Temmuz 2005 tarihinde, duvarın Kudüs.e uzantısını sağlayacak başka bir projeyi daha onaylamıştır. İsrail, bu duvar ile Doğu Kudüsü çevrelemeyi ve Batı Şeria.dan ayırmayı amaçlamaktadır. Bu projeyle, Kudüs belediye sınırları içinde olan ve vergilerini ödeyen dört Arap semti kentten ayrılmıştır. İsrailli yetkililer her ne kadar bu halk için geçiş noktaları kurulacağını, ulaşım imkânları sağlanacağını, bölgeye okul ve hastane inşa edileceğini açıklasalar da Filistinlileri ve insan hakları örgütlerini tatmin edememişlerdir. Filistinliler bu durumun nüfus dengesini bozarak gelecekteki başkentleri olarak gördükleri Doğu Kudüs'ün statüsü konusundaki müzakereleri sekteye uğratmak için bir girişim olduğunu düşünmektedirler.10 

2010 yılına gelindiğinde, İsrail duvar inşasını tamamlamakta kararlı olduğunu göstermiştir. Temmuz ayının başında, Kudüs.ün güney batısındaki Velice köyünü üç taraftan çevreleyecek bir duvar inşasına daha başlamıştır. İsrail medyası bu köyü, Yahudi yerleşimlerine yakınlığı sebebiyle talihsiz olarak nitelendirmektedir. 

Bu duvar bittiğinde Batı Şeria.daki Yahudi yerleşimlerinin %85.inin Filistin topraklarından ayrılması amaçlanmaktadır.11 

Yapımı tamamlandıktan sonra, bu duvarın, Berlin Duvarı.ndan 3 kat daha büyük ve uzun olacağı tahmin edilmektedir. Batı.nın „Utanç Duvarı. olarak tanımladığı 
Berlin Duvarı.nın yıkımının üzerinden henüz 20 sene geçmişken, 21. yüzyılda insanlığın hâlâ toprak ilhakı, ırkçılık ve ayırıcı duvarlardan bahsediyor olması ve 

2010 yılına gelindiğinde İsrail.in duvar inşasının devamındaki kararlılığı bölgenin geleceği açısından endişe vericidir. 

2.3. Duvar İnşasının Filistinliler Üzerine Etkisi 

İsrail.in inşasına devam ettiği bu duvar önemli sayıda Filistinliyi etkilemektedir. Gelecekte ise bu sayı, duvar inşasının durdurulmamasıyla daha da artacaktır. 
125.000 kadar Filistinli, üç tarafı duvarlarla çevrilmiş bir alanda yaşamak zorunda kalacaktır. Batı Şeria kimlik kartına sahip yaklaşık 35.000 Filistinli, duvar ile Yeşil Hat arasında ikamet edecektir. Bazı köyler ise, duvarla Doğu Kudüs.ten ayrılmış olacaktır. Doğu Kudüslü kimlik kartı sahipleriyle birlikte 250.000 kadar Filistinli duvar ile Yeşil Hat arasında yaşayacaktır. 26.000 Filistinli, Batı Şeria.ya ancak tünel ve kara yoluyla bağlantısı olan, dört tarafı duvarla çevrili bir alanda yaşayacaktır.12 

Duvarın inşasıyla, özellikle bu bölgede yaşayan Filistinlilerin yaşamı oldukça zorlaşmıştır. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği bir günün ardından uyanan 
Filistinliler, buldozerlerle kazılmış topraklarıyla karşılaşmışlardır. Duvar ile Filistin bölgesi arasında kalan evlerin kimisine el konulmuş, kimisi yıkılmış, binlerce 
zeytin ve meyve ağacı sökülmüş, araziler, sulama tesisleri ve su boruları zarar görmüştür. Binlerce Filistinli batıda -duvar ile Yeşil Hat arasında- yaşamak zorunda kalırken, toprakları duvarın doğu tarafında kalmıştır. 

Setin inşası için İsrail Yüksek Komutanlığı.nın istimlâk tebliğleri yayınlanmıştır. Özellikle Kalkiya kasabası durumdan olumsuz etkilenmiştir. 

Kasaba, bir zamanlar Batı Şeria.nın meyve bahçesi olarak anılırken, şimdi ise tamamen duvarla çevrelenmiş ve kasaba sakinlerinin pazarlarında meyvelerini 
sattıkları bahçelere geçişleri zorlaştırılmıştır. Su kaynaklarına ulaşım da üç taraftan kesilmiştir. 40 bin nüfuslu bu kasabaya sadece tek bir İsrail kontrol noktasından geçilebilmektedir. İsrail bu kontrol noktalarını da sıkı denetlemektedir. Gün içinde duvarın diğer tarafına geçmek durumunda olan Filistinliler, döndüklerinde tekrar kontrollere tabi tutulmakta, bazen geçişlerine izin verilmeyenler ise evlerine dönememektedir. Ayrıca duvar sebebiyle kimi çocuklar okullarına gidebilmek için kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalmaktadır. Hastanelerle Filistinliler arasındaki uzaklık da bölge halkının sağlığını tehdit etmektedir. 

Bölgesel anlaşmazlıklar konusunda tarafsız gözlemleriyle bilinen Human Rights Watch, insan haklarının ihlali konusunda Filistin.de de analizler yapmaktadır. Bir 
araştırmaya göre, bu duvar uzun süreli ve şiddetli sınırlamalarıyla binlerce Filistinli sivilin yaşam hakkına zarar vermektedir. Bu sivilleri -ve özellikle çocuklardan bahsetmek gerekir- dışa kapalı bir alana hapsetmektedir. Serbest dolaşım hakları tamamen denebilecek kadar kısıtlanan Filistinlilerin bu hakları sadece izin sahibi İsrailli yetkililerin elindedir. Bu engellemelerin kapsamı süreç içinde Filistinlilerin temel ihtiyacı olan eğitim ve sağlık hizmetlerine, kendi topraklarına ve işlerine ulaşmalarını engellemektedir. Serbest dolaşımın kısıtlanması çiftçilik ve balıkçılığa dayanan yerel ekonomiye zarar vermektedir. Ayrıca, İsrail kontrol noktalarını da sıkı denetlemektedir. Bazen geçişler uzatmalı olarak tamamen kapatılmaktadır. Öyle ki duvarın diğer tarafına geçmek zorunda kalan bazı Filistinliler, gün içinde döndüklerinde geçişleri kapalı bulmakta ve evlerine gidememektedirler. Bu insanların mülkiyet hakları da zarar görmüştür. Binlerce köylünün topraklarına el konulmuş, evleri yıkılmıştır.13 Bölgedeki Filistinlilere pek fazla seçenek tanınmamıştır. Kısacası, ya köylerini terk edip göçmen olmaya, ya da kalıp dünyadan tecrit edilmiş bir halde yaşamaya zorunlu bırakılmışlardır. 

İsrailin güvenlik endişeleri haklı bulunabilse dahi, bölgede terörist eylemlerle hiçbir ilgisi olmayan masum sivillerin durumu göz ardı edilmemelidir. Kendi 
topraklarında duvarlarla çevrilmek zorunda kalmış bu insanların ve dünyaya getirdikleri çocukların da geleceğinin koruma altına alınması gerekir. İsrailli 
yerleşimciler işgal edilmiş topraklarda serbestçe dolaşırken, duvarın bir tarafındaki evlerinden diğer tarafındaki topraklarına ulaşamayan Filistinlilerin yaşadıkları insan hakları ihlalidir. 

3. İSRAİL VE ABD’NİN GÖZÜNDEN DUVAR İNŞASI 

3.1. İsrail’in Yaklaşımı 

Duvar inşasının başladığı 2002 yılında, İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Perez İsraillilerin kendilerini Filistinlilerden ayırması ve uzak tutması halinde tüm 
gerginliklerin çözüleceğini ifade etmiştir. Perez şöyle söyleyecektir: “Biz çitin bu tarafında olacağız, onlar da diğer tarafında ve tüm sorunlar sona erecek.”14 

Duvar inşası hukuka aykırılık gerekçesiyle eleştirilse de, İsrail.e göre tek amaç terörist eylemlere karşı vatandaşlarını korumaktır. İsrail toprak ilhak ettiği 
iddialarını hiçbir zaman kabul etmemiş, amaçlarının ülkenin güvenliği nerede sağlanacaksa tedbiri orada almak olduğunu belirtmiştir. Duvar inşası bugün de 
sürmekte ve İsrail aynı argümanları kullanmaktadır. 

İsrail Dışişleri Bakanlığı resmi sitesinde “anti-terörist çit” adı altında yer alan bölümde, çitle beraber terör örgütlerinin hareket alanının kısıtlandığından ve 
bombalı saldırıların önlendiğinden bahsedilmektedir. İsrail Güvenlik Ajansı.nın istatistiklerine göre, güvenlik çitinin ilk bölümünün inşa edildiği Ağustos 2003.ten beri, İsrail.e düzenlenen saldırılarda ciddi bir azalma olmuştur. Sitede dikkat çeken diğer ifadeler ise, güvenlik çitinin yasal olarak insan hayatını koruduğu, toprak ilhak etmediğidir. İsrail Yüksek Mahkemesi.nin de çoktan bunun İsrail.in meşru-müdaafası olduğu yönünde karar verdiği açıklanmaktadır. Dışişleri Bakanlığı.na göre güvenlik çitinin inşası kararı, İsraillilerin yaşamını tehdit eden Filistinli terörizmin durdurulmasına çalışılıp, başarılı olunamadıktan sonra verilmiştir.15 

İsrail, çiti inşa etmesiyle beraber el koyduğu topraklarda geniş bir otorite kurmuştur. Topraklarının büyük bölümünü İsraillilerin gaspıyla kaybeden köylüler, durumu İsrail Yüksek Mahkemesi.ne götürünce “Beit Sourik” davası ortaya çıkmıştır. İsrailli sivil toplum örgütü “Barış ve Güvenlik Konseyi” de davacılara katılmış ve yerel sakinlerin zararlarını azaltacak, Yeşil Hat.ta yakın alternatif bir rota oluşturulması için mahkemeye önergede bulunmuşlardır. Davacılar, gaspların İsrail idare hukukuna ve uluslararası kamu hukukuna göre illegal olduğunu iddia etmişlerdir. Dahası, bu çitin, yerel sakinlerin temel haklarını ihlal ettiğini ve bunun sonucu yaşananların çok şiddetli ve katlanılmaz olduğunu belirtmişlerdir. Bu dava, Şubat 2004.te yerleşimler arasında kulaktan kulağa yayılmış, 2 Mayıs 2004 tarihinde sonuçlanmıştır. 30 Haziran 2004.te İsrail kararını vermiştir. 3 yargıç, dava dilekçesinde yer alan 30-40 kilometrelik duvarın yönünün illegal olduğuna ve hükümet tarafından bu yönün değiştirilmesi gerektiğine hükmetmiş tir. Davacılar, bu duvarın her ne kadar güvenlik endişelerinden öte siyasi sebeplerle inşa edildiğini iddia etseler de, mahkeme duvarın askeri gerekliliklerle değil, güvenlik endişeleri sebebiyle inşa edildiğine hükmetmiştir. Mahkeme kararını açıklarken, “terörizme karşı vatandaşların korunması sorumluluğu” ifadesine sıkça başvurmuştur.16 

Mahkemeden, duvarın yönünün değiştirilmesi konusunda karar çıkması Filistinlileri hukuki adımlar atmak konusunda cesaretlendirse de, olumlu gelişmeler bununla sınırlı kalmıştır. 

3.2. ABD’nin Yaklaşımı 

ABD ile İsrail arasında var olan tarihsel önemi haiz stratejik ortaklık ve askeri işbirliği ABD.nin de bölgeyle yakından ilgilenmesine sebep olmaktadır. ABD, 
BM.nin İsrail aleyhine aldığı kararları Güvenlik Konseyi daimi üyesi olarak veto etmesiyle bilinmekte ve hassas dengeler üzerinde politikalar izlemektedir. Obama yönetimiyle bir yandan Medeniyetler İttifakı çerçevesinde Müslüman Ortadoğu.yla ilişkilere önem veren ABD, diğer yandan da bölgedeki jeostratejik duruşu için önemli olan İsrail.in yanında olmaya devam etmiştir. Ancak İsrail.in uluslararası hukuk ve insan hakları ihlalleri, alınan kararlara uymaması kuşkusuz Washington yönetimini de rahatsız etmektedir. 

 2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***