Nadir Nadi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nadir Nadi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2019 Cumartesi

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 2

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 2



II- CHP HÜKÜMETLERİ DÖNEMİNDE ÖZERK ÜNİVERSİTELERE MÜDAHALE VE TARTIŞMALAR 

CHP iktidarının Üniversitelere özerkliği vermesinden kısa bir süre sonra, hükümetler tarafından müdahalenin yapıldığı yolundaki tartışmalar tekrar 
başlamıştır. 

1- Üniversitelere Öğrenci Seçimi, 

1946'da, yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen C.H.P.'den Recep Peker, 14 Ağustos 1946'da Meclis'te okuduğu hükümet programında liseleri bitiren ve olgunluk imtihanı veren bütün gençlerin, burslu ve yatılı olanlar dışında, üniversitelere ve yüksek okullara girebilmesini önleyen kayıtların ve sınavların kaldırılacağını açıkladı 12. Fakat, muhtar üniversitelerde öğrencilerin üniversite ye alınmasının Üniversite Senatosu'nun kararı ile olması 13 dolayısıyla 
hükümet tarafından üniversite özerkliğine müdahale edildiği, lise mezunlarının üniversiteye giriş şartlarının doğrudan özerk üniversite tarafından düzenlenmesi 
gerektiği konusunda tartışmalar başladı 14. 

Özerklik öncesi hükümetlerin tavırlarına benzeyen ve özerkliği dikkate almadan tarafından sergilenen bu tutumdan Recep Peker Hükümeti vazgeçmemiş tir. Hükümetin aldığı bu karar Üniversitelerarası Kurul'da kabul edilerek, hükümetin emrivakisine özerklik içerisinde meşruiyet bulunmaya çalışılmıştır. Üniversitelerarası Kurul, lise olgunluk imtihanlarını başaranların başka bir seçme sınavına tabi tutulmaksızın üniversitelere girmelerini kabul etmişti 15. 

Özerklik sonrası üniversitelerle hükümet arasında karşılaşılan ve tamamen öğretime yönelik olan ilk problemde, hükümetin verdiği karara meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış ve siyasi otoritenin kanuna aykırı olarak aldığı karar, daha sonra, başkanı Milli Eğitim Bakanı olan ve ilk defa 1946 yılında kurulan Üniversitelerarası Kurul tarafından düzeltilmeye çalışılmıştır. 

Bu da, özerkliğin nasıl algılandığının bir göstergesidir. 

2- Üniversite ve İdeoloji Tartışmaları, 

T.B.M.M.'de, Ankara Üniversitesi'nin bütçesi görüşülürken, C.H.P. Milletvekili Cemil Barlas, üniversite muhtar olmakla beraber, Türk milliyetçiliğinin beşiği olan bu müessesede sağdan soldan gelecek cereyanlara asla geçit verilmemesi gerektiği hakkındaki sözleri ile yine C.H.P. Milletvekili Reşit Aydınlı'nın sağdan soldan gelen fikirlerin propagandasına fırsat verilmemesi ve "Türk İnkılabı'nın yetiştirdiği alimlerin Atatürk rejiminin prensiplerini telkin etmeleri gerektiği ve kuvvetli esbaba istinat ettiklerini" söylemeleri 16. üniversite ve ideoloji tartışmasını gündeme getirmiştir. 

Bu konudaki tartışmaya Cumhuriyet gazetesi yazarı Nadir Nadi tarafından sert bir yazı ile cevap verilmiştir. Milletvekillerinin üniversite ve muhtariyet gibi önemli bir konuda söz söylerken ciddi olmaları gerektiğini söyleyen Nadir Nadi, "Üniversite, muhtardır ama, ideoloji cereyanlarına meydan vermeyelim" demenin hatalı olduğunu ve üniversitede ilim ve fikir hürriyeti olmasının özerkliğin ilk şartı olduğunu belirtmiştir. Nadir Nadi, ideolojinin cereyanlarına meydan vermeyelim demenin "üniversitenin şeklen hür", "fakat, orada sansüre bağlı resmi bir ilim" müessesesi kurmak demek olacağını söylemiştir17

Nadir Nadi'nin de belirttiği gibi üniversitelerin özerkliğe sahip olabilmesi için ilim ve fikir bakımından hür olması şarttır. Yoksa, serbest alıştırma yapılması mümkün olmaz. Özerkliğin yeni kazanıldığı bir dönemde, bazı milletvekillerinin bu fikirleri, özerklikten ne anladıklarını açıklaması bakımından önemlidir. 

3- Sol Temayüllü Bazı Hocaların Üniversiteden Uzaklaştırılması ve Yargılanmaları 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, bazı sosyalist öğretim üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları, milliyetçilik aleyhine konuşmalar da ve siyasi telkinlerde bulundukları hakkında iddialar 1946 sonları ve 1947 başlarında yoğunluk kazanmıştı. Bu konu 6 Mart 1947'de Ankara'da üniversite gençliğinin komünizme karşı bir gösteri yapmaları ile yeni bir boyuta ulaşmıştı. 

Bu olaylar üzerine Ankara Üniversitesi Senatosu toplanarak solcu hocalardan Edebiyatçı Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Sosyolog Doç. Dr. Behice 
Boran ve Tarihçi Prof. Dr. Niyazi Berkes'in üniversiteden uzaklaştırılmasını görüşmüştü. Bu toplantıda, bir öğretim üyesinin hangi şartlarda üniversiteden 
uzaklaştırılacağı konusunda tartışmalar olmuş ve "suç" kelimesi üzerinde bir hayli tartışma meydana gelmişti. Prof. Hirsh ile Prof. Esat Arsebük suç 
kelimesinin manasını anlatmışlar ve bunun üzerine senato bunun TBMM tarafından tefsirine karar vermişti. Ancak, daha sonra^Hirsh ile Arsebük, muhtar üniversetinin sık sık TBMM'ye başvurmasını doğru bulmadıklarını ve işin sonunun tehlikeli olacağını düşünerek senatoya bir muhtıra vermişlerdi. 
Fakat senato kararını değiştirmemiş ve Hirsh ile Arsebük senatodan istifa etmişlerdi18

TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nun 14 Mayıs 1947 tarihli toplantısında Milli Eğitim Bakanı, A.Ü. Rektörü ve dekanları hazır bulunmuşlardı. 

Toplantıda, Ankara Üniversitesi'nin çok gevşek ve müsamahakâr davranması ve "komünist hocaların Ankara Üniversitesi'nde tekâsüf etmiş olması çok heyecanlı konuşmalara yol açmıştı". Milletvekillerinden Dr. Fahri Kurtuluş ve Emin Soysal, mezkûr üç hocanın hâlâ komünist tahrikleri yapmakta olduklarını örneklerle anlatmışlardı. Fuat Köprülü ile Tahsin Banguoğlu, üniversite senatosunun yedi aydan beri bu mesele üzerinde bir çözüm bulamamasını acı bir dil ile tenkit etmişlerdi. Nureddin Ünen ise, AÜ Rektörü Şevket Aziz Kansu'dan ilmi ve resmi selahiyetine istinaden, bu hocaların "komünist mi, hümanist mi, sosyalist mi veya bolşevik mi?" olduğunu sormuştu. Rektörün cevabı ise "Ben faniyim, bunu kanun tayin etsin" olmuştu. Komisyon toplantılarında, bazı arkadaşlarıyla birlikte Emin Soysal, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin derhal lağvını ve yeniden kurulmasını teklif etmişti. Dr. Fahri Kurtuluş ise, Atatürk'e hürmeten fakültenin isminin değiştirilmesini doğru bulmamıştı. 

Nureddin Ünen de, üç hocanın hatası, senatonun kayıtsızlığı yüzünden bu fakültenin kapatılmasına karşı çıkmış, suç varsa bunu karşılayacak kanunun 
bulunduğunu, "asıl meselenin senatoyu harekete geçirecek bir tesirin vücuda getirilmesi" olduğunu ifade etmişti. Uzun görüşmelerden sonra konu beş kişilik 
bir tali komisyona havale edilmiş, İstanbul Üniversitesi kadrosu tasdik edilirken Ankara Üniversitesi kadrosu ittifakla reddedilmişti 19. 

Bu solcu öğretim üyelerine şiddetli bir tarzda komünistlik suçlamasında bulunan bazı milletvekillerinin, mesela Dr. Fahri Kurtuluş, Turancı fikir taşıdıkları da dikkate alınmalıdır. 

Mecliste meydana gelen tartışmalar, suçlamalar ve belki de en önemli tesir Ankara Üniversitesi kadrolarının Milli Eğitim Komisyonunda reddedilmesi üzerine, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü harekete geçerek, "bahis konusu edilen olayları yeniden gözden geçirmek lüzumu"nu duymuştu 20. 

Ankara Üniversitesi Senatosu, solcu öğretim üyeleri hakkında bir hükmün adli mercilerce verilmesini kararlaştırmış ve tahkikçi olarak Hukuk Fakültesi Ceza 
Profesörü Baha Kantar la Doç. Faruk Erem tarafından yapılan tahkikatın sonucunda bir fezleke hazırlanmıştı. Evrakları ile beraber bu fezleke Milli 
Eğitim Bakanlığı'na gönderilmiş ve Bakanlık da bu fezlekeyi Danıştay'a yollamıştı 21. 

Bu arada, solcu hocaların üniversiteden uzaklaştırılması için üniversiteler kanununa "ideolojik telkinlerle uğraşan" öğretim üyelerinin üniversiteden 
ilişkilerinin kesilmesi yönünde bir madde eklenmesi gündeme gelmişti 22. 
Ancak, 22 Aralık 1947 tarihinde, A.Ü. Senatosu'nun sorduğu tefsirin cevabını 
kararlaştıran TBMM Milli Eğitim Komisyonu, solcu hocaların üniversiteden atılmaları konusundaki selahiyetin üniversite senatosuna ait olduğunu 
açıklamıştı 23. 

27 Aralık 1947'de Ankara'da öğrencilerin komünizm aleyhine yaptıkları gösteri üzerine, bu öğretim üyeleri ihtiyati tedbir olarak derslere girmekten 
alıkonulmuştu. Milli Eğitim Bakanlığı mesleki disiplin bakımından herhangi bir yetkisi olmaması dolayısıyla, Ankara Üniversitesi'ne "telkinde bulunmuş"tu 24. 
10-11 Mart 1948 tarihlerinde iki gün süren toplantılar neticesinde A.Ü. Senatosu, Niyazi Berkes, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav'ın üniversiteden Uzaklaştırılmasını kararlaştırdı. 

Bu üniversiteden ihraç kararı üzerine, Prof. Pertev Boratav ve Doç. Niyazi Berkes haklarında alınan kararın kanunsuz ve haksız bir muamele olduğunu, Üniversiteler arası Kurul nezdinde itirazda bulunacaklarını söylemişlerdi. 
Bu hocalar, senatonun verdiği kararla "üniversite muhtariyetinin ve akademik hürriyetin aldığı yaranın çok derin" olduğunu, münevverlerin asıl bu noktada düşünmeleri gerektiğini söylemişlerdir 25. Öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılma kararlarına Üniversiteler arası Kurul'a başvurarak itiraz eden Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Boratav, kendilerinin senatoya verdikleri yazıların dikkate alınmadığını, esasında senatonun öğrencileri Türk Devrim ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirme görevini yerine getirmediğini iddia etmişlerdi. Bu hocalar, kendilerinin öğrencilere "ilim zihniyeti vererek ve Türk milletinin değerlerini ve realitelerini göstermek suretiyle, onları Türk İnkılabının ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirdiklerini" söylemişlerdi 26. 

Üniversiteler arası Kurul'un 22 Şubat 1948'deki toplantısında İstanbul'dan gelen 13 üye ile Ankara'dan 7 üyesi arasında görüş ayrılığı çıkmıştır. 
İstanbul'dan gelen üyeler, bahsi geçen hocaların sol temayüllü olduklarını kabul etmekte, ancak üniversitede komünizm propagandası yaptıklarına dair elde 
kesin ve sabit delillerin olmadığı ve karinelere dayanılarak öğretim üyelerinin üniversiteden uzaklaştıramayacağını savunmuşlardı. 

   Bu toplantıya, solcu   hocaların üniversite çatısı altında kalmalarına karşı olan Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer katılmamıştı. Solcu hocaların tekrar üniversiteye iadelerine karar verilmesi üzerine, Üniversiteler arası Kurul'daki Ankara Üniversitesi delegeleri toplantıyı terk etmişlerdi. Ancak, bu kararın Milli Eğitim Komisyonu ve TBMM temayülüne aykırı olması nedeniyle yeni bir durum ortaya çıkmıştı. Hatta bu hocaların tekrar üniversiteye dönmeleri kararı  karşısın da, tek çarenin üniversitenin lağvedilerek yeniden kurulması tartışılmaya başlanmıştı 27. 

Üniversiteler arası Kurul'un verdiği karar Meclis'te iyi karşılanmamış ve bu hocaların üniversiteden uzaklaştırmak için TBMM'de bir çarenin aranmasına 
başlanmıştır. Bu arada, AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yönetim Kurulu, Üniversitelerarası Kurul kararı ile fakülteye dönen solcu hocaların derslere 
girmemesini kararlaştırmış ve bu hocaların derslerini tadil etmiştir 28. Ancak, fakültenin bu kararına rağmen bu hocalar istifa etmemiş ve derslerin yeniden 
başlatılması için faaliyete geçmişlerdi 29. İstifa ettiklerine dair haberleri yalanlayan Niyazi Berkes, istifa edecek bir durumun olmadığını, esas istifa 
edecek kişinin Milli Eğitim Bakanı olduğunu iddia etmişti 30. 

6 Temmuz 1948 tarihinde TBMM'de kabul edilen Ankara Üniversitesi Teşkilat Kanunu ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden üç solcu hocanın kadroları iptal edilmiştir. 

Üniversitelerin komünizmle mücadelede görevini yapmadığı hususunda çok şiddetli tenkitler yapıldığı görüşmelerde, ME Bakanı Tahsin Banguoğlu, "kusurlar ortada dururken vasıtaların ortadan kaldırılmasını" uygun görmemiştir. Yani solcu hocaların görevden uzaklaştırılması gerekirken kürsülerin tahsisatları nın iptal edilerek, kürsülerin ortadan kaldırılmasının yanlış olduğunu belirtmiştir 31. Ancak, solcu hocalar, kadroları iptal edilerek üniversiteden uzaklaştırılmışlar dır. Böylece Türkiye'de ilk defa kadroları Meclis tarafından iptal edilerek üniversiteden hoca atılması gerçekleştirilmiştir. 

18 Haziran 1948'de açılan davada öğrenci, öğretim üyesi, Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri şahit olarak dinlenmiş 32 ve bu dava uzun bir aradan sonra 11 Şubat 1950 de bitirilmişti. Neticede Pertev Naili Boratav suçsuz bulunurken, Behice Boran ve Niyazi Berkes üçer ay hapis cezasına çarptırılmıştı 33. 

Milli Eğitim Bakanı'nın doğrudan doğruya üniversiteye müdahale ederek öğretim üyelerini görevden alması ilk defa meydana gelmiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla da özerklik dönemlerindeki - askeri müdahaleler devirleri hariç- tek uygulamadır. 1946'da üniversitelere özerklik veren CHP'nin esasında bu konuda fazla samimi olmadığı ve özerkliği üniversiteye müdahalede bir engel olarak görmediği anlaşılmaktadır. 

4- Solcuların Atılmasında Hükümetten Farklı Düşünen ve Karar Veren Üniversitelerin Bütçelerinde Kısıtlama Yapılması 

Sol temayüllü hocaların Ankara Üniversitesi Senatosu'nca cezalandırılmaması üzerine, 14 Mayıs 1947'de yapılan TBMM Milli Eğitim Komisyonu toplantısında İstanbul Üniversitesi kadroları aynen kabul edilirken, Ankara Üniversitesi kadroları ittifakla reddedilmiştir 34. 

10 Ekim 1947'de üniversite bütçesi üzerinde Maliye Bakanı Halit Nazmi Keşmiri ile görüşmek isteyen İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar ile İÜ Edebiyat Fakültesi Dekanı Ongunsu'nun bu talepleri bakan tarafından reddedilmişti. Bunun üzerine, Rektör ve Dekan, Başbakan Hasan Saka'ya giderek istifa edeceklerini söylemişlerdi. Ancak bu istifalar başbakan tarafından tasvip görmemiş ve problemin çözüleceği ifade edilmişti 35. İstanbul Üniversitesi Senatosu ile merkezi hükümet tahsisatın harcanması konusunda anlaşamamaktadırlar. Hükümet, üniversiteye ayrılan tahsisatın sarfı konusunda nihai söz sahibi olmak istemekte, üniversite ise bu konuda fedakârlık yapmak istememektedir. 

Üniversitelere özerklik verilmesine rağmen, hâlâ eski döneme ait mevzuatın değiştirilmemesi, kadroların daha verimli kullanılmasını engellemektedir. Fakat, en önemli mesele ise üniversitelerde "aşırı solcu profesörler hakkında karara varılamaması" dolayısıyla hükümet üniversiteleri sıkıştırmaktadır. Bütün bunlar üniversitelerin çalışmalarını kötü etkilemekte ve yöneticilerini zor durumda bırakmaktadır. 36. 

Üniversite muhtariyetinin olmasının tabii bir neticesi olarak bütçenin tasarrufu hakkının üniversite senatosuna devredilmesi gerekirken, hükümetin bunu yapmaması 37, özerklik konusunda üniversite ile hükümet arasında görüş ayrılığının mevcut olduğunu göstermektedir. 

İTÜ Rektörü Tevfik Sağlam da 80 kişinin birden kadrodan çıkarılması üzerine istifa etmiş ve fakat senato istifayı kabul etmemişti. Ancak istifada ısrar 
eden Sağlam, yeni kadro ile rektörlük mesuliyetini taşımasının mümkün olmadığını, yapılan kadro indiriminin İTÜ'ye bağlı fakültelerin faaliyetlerini 
müşkül bir duruma düşürdüğünü ve Meclis'in Bütçe Komisyonu'nda üniversite muhtariyetinin ehemmiyetini henüz kavrayamadığı anlaşılan bazı zevat, 
üniversiteyi içeriden zayıflatmaya muvaffak olabileceğini söylemişti. Üniversite Teşkilat Kanunu'nun MEB ile yapılan geniş görüşmeler neticesinde yapıldığını, 
ancak, bütçe komisyonunda yapılan değişikliklerle üniversitelere en ağır darbenin indirildiğini ifade eden Sağlam, muhakkak tasarruf niyetinde olanlara 
bizzat kendilerinin bütçede nasıl tasarruf yapılabileceğini gösterebileceklerini fakat, bu yol tutulmayarak kadrolarda indirim yapılarak, ilim yuvalarının 
boğazına ipin geçirildiğini beyan etmiştir 38. 

Üniversitelerin teşkilat kanununda yapılan indirimlerden Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri rahatsız olmuş ve üniversite teşkilat kanununda gerekli tadilat yapılmak üzere tekrar TBMM'ye gönderilmesine karar verilmişti 39. 

5 - Solcu Öğrencilerin Takip ve Mahkemeleri, 

Solcu öğretim üyelerinin Ankara Üniversitesinden atılması çalışmaları yapıldığı bir sırada 60 öğrencinin solcular hakkında bir beyannameyi Bayrak gazetesinde yayınlamaları üzerine, 48 öğrenci de A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki hocalarını öven bir yazıyı Kuvvet ve 24 Saat gazetelerinde yayınlamışlardı. İşte ilk defa solcu öğrencilerin gündeme gelmesi bu hareketle meydana geldi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi talebelerinin büyük çoğunluğu rektörden solcu öğrencileri üniversiteden kovmasını istemişlerdi 40. 

Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün komünistlerin yuvası olduğu yolundaki iddiaların ortaya konması üzerine bu fakültedeki solcu talebeler hakkında Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Solcu öğrencilerin gizli komünizm propagandası yaptıkları, din ile alay ettikleri, Lenin'in fikirlerini samimi buldukları, Nazım Hikmet'in şiirlerini taşıdıkları, milliyetçilikle alay ettikleri ve "Dünyanın üzerine kızıl damgamızı vuracağız" dedikleri şahitler tarafından ifade edilmiştir 41. 

Sıhhi muayenesi neticesinde mahkûmiyetinin tecili hususunda karar verilecek olan Nazım Hikmet'i destekler mahiyette, İstanbul'da YGT Derneği tarafından 48.000 beyannamenin dağıtılması üzerine bu dernekte arama yapılmış ve bazı evraklar müsadere edilmiştir. Yapılan tahkikatta bu beyannameleri dağıtan YGT Derneği Başkanı İlhami Berktay'la beraber 15 üniversiteli yakalanmıştır. 
Bu gençler 11 Mayıs'tan itibaren açlık grevine başlamışlardır 42. 

6- Üniversiteli Hoca ve Öğrencilerin Siyasetle Uğraşabilmeleri, 

Solcu hocalar-öğrenciler meselesi, yaş haddinden emekliliğe ve kadro indirimlerine üniversitelerin tepki göstermeleri, sebeblerinden üniversitelerin 
siyasetle uğraştıkları yolunda bazı görüşler serd edilmeye başlanmıştır. Bunun üzerine bir açıklama yapan İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar, üniversite dahilinde 
hiç kimsenin politika ile meşgul olamayacağını, üniversite dışında ise her öğretim üyesinin kanaatine göre hareket edeceğini, öğretim üyeleri için herhangi bir partide faal vazife almasının mevzubahis olmadığını belirtmiş ve özellikle İ.Ü.'de ne hoca, ne de talebenin siyaset yapmadığını söylemiştir 43. 

Kısa bir süre sonra, İstanbul'da kurulan iki partinin kurucuları arasında iki üniversite öğrencisinin bulunması, üniversite öğrencilerinin siyasetle uğraşıp-
uğraşamayacakları konusunu yeniden gündeme getirdi. Bu hususta İçişleri Bakanlığı konunun çözümlenmesi için üniversiteye müracaat etmişti. Bunun 
üzerine, Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri ayrı ayrı inceleyerek birer rapor hazırlamışlardı. 24 Ekim 1949'da ME Bakanı Tahsin Banguoğlu 
başkanlığında toplanan Üniversitelerarası Kurul, öğrencilerin reşid oldukları takdirde üniversite dışında herhangi bir siyasi faaliyete iştirak edebileceklerini 
belirtmekle beraber, öğrencilerin dersleri yerine siyasetle uğraşmalarının arzu edilmediği de ayrıca açıklamıştı 44. 

Öğretim üyelerinin siyasetle uğraşma konusu zaman zaman tartışmalara neden olmuştur. İÜ Tıp Fakültesi'nden Prof. Nihad Reşad Belger'in bir siyasi partinin İstanbul İdare Heyeti Başkanlığinı üstlenmesi İstanbul Üniversitesi yönetimince iyi karşılanmamıştır. 

  Senato, aktif politika ile uğraşan Prof. Belger'i, Fakülte Yönetim Kurulu vasıtasıyla uyararak, bu tür faaliyetlerden kaçınmasını istemiştir 45. 

7- Muhalefetteki Demokrat Parti-Üniversite İlişkileri 

Çok partili siyasi hayata geçişle beraber 7 Ocak 1946'da resmen kurulan Demokrat Parti'nin programında üniversitelerin özerkliğine de yer verilmiştir. 
Yüksek öğretimde keyfiyete önem verilmesini ve bu esasa göre öğretim kurumlarının takviye edilmesini hedefleyen DP'ye göre "Üniversiteler ilmî ve 
idarî muhtariyete sahip olmalıdır. İlmin, tekniğin, güzel sanatların süratle gelişmesini ancak, 'ilmin, sanatın ve her türlü fikir faaliyetlerinin siyasi ve idarî 
müdahalelerden uzak kalmasına bağlı olduğunu beyan eden DP, bunu, "demokrasinin değişmez bir esası olarak kabul" ettiğini açıklamıştır 46. 

Özerklik sonrasında serbestçe örgütlenen ve bağımsız olarak faaliyetlerde bulunan öğrenciler DP ile temasa geçerek bu partiyi tanımaya çalışmışlardır. 

25 Şubat 1947'de, İÜ Talebe Birliği adına Ankara'ya giden öğrencilerden bir grubu DP Genel Merkezini ziyaret ederek, Celal Bayar ve Fuat Köprülü ile görüşmüş ve onlara çeşitli sorular sormuşlardı. Bu görüşme sırasında, bir öğrenci, "İlahiyat Fakültesi'nin kurulmasının ahlakın kuvvetlendirilmesi açısından lüzumlu olduğunu" ve DP'nin dinî tedrisatı desteklemesini istemişti. Bunun yanında milliyetçilik ve sistem hakkındaki sorulara C. Bayar ve F. Köprülü, DP'nin "ne liberal, ne sosyalist, ne de komünist olduğunu, milli bünyeye uygundur siyaset takip ettikleri" cevabını vermişlerdi. 

Ayrıca, DP yetkilileri, "Mütearrız bir milliyetçiliğin" bugün tecviz edilemeyeceğini, şahısların vicdan hürriyetlerine riayete, laik esasların DP tarafından 
benimsendiğini söylemişlerdi 47. 

10 Mart 1947'de İstanbul Üniversitesinden 25 kişilik bir grup DP İl Merkezinde Celal Bayar'ı ziyaret etmişlerdi. Bayar, "Atatürk gençliğinin ehliyetli ve liyakatli" olduğunu söylemişti. Üniversite gençliğinin memleket meselelerine lakayd kalmaması gerektiğini, politikanın yalnız ihtirasa dayanan kötü kısmına itibar etmemelerini temenni eden Bayar, Demokrasi için beklemeye gerek olmadığını, acele olarak "millet demokrasisine" geçilmesini istiyordu. CHP'nin bazı yüksek tahsil talebe birliklerini desteklediğine işaret eden gençlere, Celal Bayar, DP'nin de gençliğin bütün faydalı olan teşebbüsleriyle yakından alakadar olduğunu söylemişti 48. 

Üniversitelerin yaygınlaştırılmasını düşünen DP, Doğu bölgesinde eğitimin yaygınlaştırılmasını ve Doğu'da Fakülte ve Enstitüleriyle bir kültür 
merkezinin kurulması lüzumuna inanmakta idi 49. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

3 Ekim 2017 Salı

12 TEMMUZ 1947 BEYANNAMESİ VE SONUÇLARI BÖLÜM 5



12 TEMMUZ (1947) BEYANNAMESİ VE SONUÇLARI  BÖLÜM 5


D. SEÇİM SONUÇLARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER

? Yerli ve Yabancı Basındaki Değerlendirmeler

1950 yılının 16-17 Mayıs günlerinde basında yer alan yorumlarda belli konuların öne çıktığı görülmektedir:
? Seçimler, Batı dünyasının dikkatini çeken bir olgunlukta ve sükûn içinde geçmiş, katılım oranı beklenenden yüksek olmuştur.
? Seçimlerde hiçbir usulsüzlük yaşanmamış, dürüst bir seçim gerçekleşmiştir.
? Halk kendi kaderini kendi eliyle çizmesini bilmiş; kansız, ihtilâlsiz bir iktidar değişikliği gerçekleşmiştir.
? Halk bir programa ya da ana hatları belli bir politikaya oy vermemiş, devlet idaresine kendi iradesinin hâkim olduğunu görmek istemiştir.
? Ülkeye yaptığı büyük hizmetlere karşın Cumhuriyet Halk Partisi, iktidar yıpranmasının getirdiği yenilgiden kaçınamamıştır.
? Sonuçlar bir devrim olarak nitelendirilmekte; bu devrim, İnönü ve Halk Partisinin eseri olarak kabul edilmekte, İnönü’ye övgüler yağdırılmaktadır.
? Cumhuriyet Halk Partisine muhalefette, Demokrat Partiye ise iktidarda düşen sorumluluklar hatırlatılmaktadır.

Bu bölümde; Cumhuriyet, Ulus, Milliyet ve Vatan Gazetelerindeki baş yazılarından alıntılar ile New York Times ve BBC’nin haberlerine yer verilmiştir.

O Günün Manası (Nadir Nadi)

14 Mayısı Türk milleti başarılı bir imtihan günü olarak daima hatırlıyacaktır. Tarihimizde ilk defadır ki bugün kansız, ihtilâlsiz bir iktidar değişikliğine şahid oluyoruz. Demokratik sistemin temeli sayılan halk iradesi yurdumuzda tam bir olgunlukla gerçekleşti. Seçime iştirak nisbeti ileri Batı milletlerinde de az görülen bir yüksekliğe varmıştı. Memleketimizin her köşesinde milyonlarca vatandaş, hiç bir hâdiseye meydan vermeksizin sandık başlarına giderek sükûn ve emniyetle reyini kullandı. Emzikli kadınlar, ihtiyarlar, sakatlar, yatalak hastalar bile bu mukaddes vazifeyi ihmal etmediler. Bugün bizde halk, kendi kaderini kendi elile çizmiş olmanın sevinci içindedir.

Bu şüphesiz herşeyden önce büyük Türk milletinin eseridir.

Halk Partisinin yirmi beş yıllık çalışmalarını gözden geçirdiğimiz zaman müsbet ve başarılı eserlerin hatâlı teşebbüslere kıyasla ağır bastığını kabul etmemek insafsızlık olur. Cumhuriyet tarihi bunları uzun uzun çocuklarımıza anlatacak ve bir çoklarile haklı olarak övünecektir. Nitekim evvelki gün milletçe geçirdiğimiz büyük imtihanda Halk Partisinin başarı hissesini de unutmamak lâzımdır.
Unutmamak lâzımdır ki, bu Parti, uzun zamandır alıştığı tek taraflı İdare sistemine rağmen gene bu milletin öz malı olduğunu evvelki günü hazırlayan hareketile isbat etmiştir.

16 Mayıs 1950 günlü Cumhuriyet Gazetesi (Başyazı).
14 EROL TUNCER,

Hayat insanları yıprattığı gibi, iktidar da partileri yıpratır. Bir müddet oradan uzaklaşmak ve milletin bağrında muhalefete geçmek, canlılığını kaybetmiyen siyasî teşekküller için derlenip toparlanma, bir yeniden kuvvet kazanma vesilesidir.
O gün halk bir programa yahud da ana hatları belli bir politikaya rey vermedi. Halk o gün daha ziyade Devlet İdaresine kendi iradesinin hâkim olduğunu görmek istedi.
Bu şartlar altınde Demokrat Partiyi bekleyen vazifelerin ağırlığını ayrıca belirtmeğe bilmem lüzum varmı?

Unutmamalıyız ki muhalefette iken kazanılan sevgiyi iktidarda da muhafaza etmek çok güçtür. Şimdi bütün gözler bu partiyi idare edenlere dikilmiştir. Millet artık söz değil, müsbet iş bekliyor.

Büyük İsmet İnönü (Hüseyin Cahit Yalçın)

Seçim neticelerine dair gelen malûmat Demokrat Partinin büyük bir muzafferiyetini gösteriyor. Onların muvaffakkıyetlerindeki parlaklığı örtmeğe, yaygara ve isnatlarla etrafı gürültüye boğmağa kalkacakdeğiliz.

Seçimler memleketin her tarafında büyük bir sükûn, intizam ve itidal dairesinde cereyan etti. Her vatandaş hür surette oyunu kullandı. Bahse değer hiç bir hâdise çıkmadı. Seçimlere iştirâk nisbeti her türlü tahminin ve intizarın üstündedir. Bu, isbat ediyor ki Türk Milletinde mukadderatını kendi eline
almak azmi pek kuvvetlidir ve demokratik rejimin icabettiği fikrî gelişme yüksektir.
Mücadelede galip gelen demokratları tebrik ederiz.
Siyasî partiler için iktidar mevkiine gelmek kadar iktidar mevkiinden düşmek de mukadderdir. Halk Partisi memlekette demokratik rejimin tatbikine başlamış olması yüzünden ne kadar iftihar edebilirse bugünkü sükutunu da alnı açık ve başı dik bir surette karşılıyabilir.

Halk Partisi bu seçimleri kaybetmenin ve iktidarı rakibine terketmenin şekil ve tarzı ile memlekete muazzam bir hizmet ifa etmiştir. İçerdeki insafsız propaganda Türk demokrasisinin ciddiyeti ve samimiyeti hakkında ecnebi efkârı umumiyesinde şüphe uyandırmaktan hali kalamazdı. Fakat bugün işte görülüyor ki Halk Partisi demokrasinin hakikî bir taraftarıdır. Memlekette ekseriyeti kaybedince derhal çekilmiştir. Bu memleket bir diktatörlük idaresi altında değildi ve değildir. İrticaa karşı mücadelede Halk Partisi Demokratların daima yanında bulunacaktır. Sol ve sağ düşmanlara karşı Türk Milleti tek bir kaledir.
Şu dakikada şahidi olduğumuz büyük inkılâp onun eseridir. Atatürk demokratik inkılâbın temelini attı, heykelini yükseltti. İsmet İnönü o heykele can verdi. Bir diktatör salâhiyetiyle ve Millî Şef unvaniyle Cumhur Başkanlığına gelen İsmet İnönü yalnız kendi vicdanından ve irfanından aldığı emre uyarak millî hâkimiyet cihazını harekete getirdi. Şimdi milletin iradesi karşısında memleketin kanununa her fert gibi pek tabiî surette boyun eğerek alelâde bir vatandaş sıfatiyle siyasî mücadelede yerini alıyor.
Tarihte mislini hatırlamadığımız bu ulvî hareketin bir Türk devlet adamı tarafından medeniyet tarihine hakkedilmiş olması millî bir şereftir.
Bir demokratik rejimin nasıl kurulacağını, nasıl işliyeceğini bize gösterdiği kadar ciddî, şuurlu ve vatansever bir muhalefetin nasıl vazife göreceğini de bize o öğretecektir.

16 Mayıs 1950 günlü Ulus Gazetesi (CHP’nin yayın organı) (Başyazı).

1950 SEÇİMLERİ 15

Seçim Neticelerinden Alınacak Dersler (Ali Naci Karacan)

Yirmi beş yıllık bir idarenin millet iradesinin emriyle yenilenmesi kararını ifade eden muazzam değişikliğin memleket için hayırlı olmasını dileyelim.
Memleket evvelki günkü seçimlerle beraber, asırlardan beri görmediği, alışmadığı bir millî hâkimiyet rejiminin eşiğinden geçmiş, kendisi için yepyeni bir demokratik âleme girmiştir. Bu hâdise Atatürk’ün eşiz prestiji sayesinde gerçekleştirdiği inkılâpların hattâ yekûnuna müsavi değerde, çünkü o
inkılâpların tamamını teminat altına alan, Türkiye için hattâ 1908 Hürriyet hareketinden çok daha mühim bir mâna ifade etmektedir.

Yüzde yüz dürüst, yüzde yüz namuslu, yüzde yüz teminat altında sağlandığına kimsenin şüphe edemiyeceği bir seçimde, millet, kendi iradesini, istediği gibi hâkim kılabilmiştir. Bu bakımdan 14 Mayıs 1950 günü Türkiye siyasî tarihinde bir devrin kapanarak başka bir devrin açıldığı bile iddia olunabilir. Bir merhale aşılmış, milletçe doksan dereceli bir dönüm noktasına varılmıştır.

Medenî dünyayı hayrette bırakan nokta ise, milletin iradesini hattâ kütleler halinde gerçekleştirirken dahi, en medenî ve herhangi bir garp devletine gıpta ettirecek bir siyasi olgunluk mertebesine eriştiğinin gözle görülerek elle tutulacak surette maddeleştirilebilmesi dir.

Mücadelenin bittiği bugün, onun (DP’nin) kavgası, vatanperver bir partiye yakışacak surette, efendilikle yaptığını övelim, fakat aynı zamanda yirmi beş yıldan beri iktidara alışmış olan Halk Partisinin de, uğradığı ağır seçim hezimetine rağmen, neticeleri büyük bir inkılâp partisine yakışacak
vakar ve sükûnetle, kendisini ancak yükseltebilecek bir tolerance zihniyeti ile karşıladığını da yine memleket hesabına iftihar ile kaydedelim.

Bugünkü neticelerin alınmasında Demokrat Partinin hissesi elbette ki, çok büyüktür; fakat bu neticelerin emniyetle gerçekleştirilmesi yolunda C. H. Partisinin hizmeti de unutulamaz.

İsmet İnönü’ne Tebrik Mektubu (Ahmet Emin Yalman)

Bir gün, bana şu sözleri söylediniz: «Beni dördüncü defa Cumhurreisi mevkiinde görmiyeceksin, bunu sana söz veriyorum. Mensup olduğum parti seçimi kaybederse zaten mesele yoktur. Kendi partim kazanırsa, ben Cumhurreisliğini kabul etmiyeceğim.»

Muhterem İsmet İnönü,

Zekâları, bilgileri, iyi tedbir ve hesapları, cesaretleri sayesinde zaferler kazanmış kumandanlar çoktur.
Siz de bunlardan birisiniz. Fakat sizin bunların haricinde öyle bir zaferiniz vardır ki milletlerin mukadderatında baş rolleri oynıyanların pek azına bunun eşi nasip olmuştur. O da; kendi nefsinize, kendi ihtiraslarınıza, kendi buyurma itiyatlarınıza, kendi iktidar iptilânıza karşı elde ettiğiniz büyük zaferdir. Türk milleti, kendi mukadderatına hâkim olmak yolunda eşşiz bir zafer kazanırken, sizin kendi nefsinize karşı yaptığınız mücadeleden ve kazandığınız galebeden çok istifade etmiştir. Sizin bu millî zaferin âmilleri arasında yüksek bir mevkiiniz vardır. Bu sayededir ki on iki senedenberi işgal ettiğiniz Cumhurreisliği mevkiinden ayrılırken, küçülmiyeceksiniz, milletin nazarında yeni bir
mertebeye yükseleceksiniz.

Cumhurreisleri gelirler, geçerler. Fakat Millî Şef sıfatile sahip olduğu mevkii ve bunu müdafaaya hizmet eden silâh ve vasıtaları, millete kısım kısım teslim eden, bir hulûskarlar ve yâran grubunu kısa zamanda tasfiyeye uğratan ve milletin murakabeli bir idareye kavuşması için kendi itiyat ve iptilâlarını fedaya razı olan bir eski şefin ve olgun insanın asil macerasını insanlık tarihi pek nadir bir surette
kaydetmiştir.

1- 16 Mayıs 1950 günlü Milliyet Gazetesi (Başyazı).

2- 17 Mayıs 1950 günlü Vatan Gazetesi (Başyazı).

16 EROL TUNCER Newyork Times Gazetesi

17 Mayıs 1950 günlü Milliyet Gazetesinde « Newyork Times diyor ki» başlığı altında verilen haberin girişi şöyledir:

Bu sabahki (16 Mayıs) Newyork Times Gazetesi şunları yazmaktadır:
Cumhuriyet Halk Partisinin seçimlerde uğradığı yıkıcı ve hayret verici mağlubiyet, yalnız Türkiye’nin değil fakat bütün Batı demokrasisinin de iftihar etmesi lâzım gelen bir neticedir.

Gazete bu seçimlerde en büyük şerefin İsmet İnönü’ye ait olduğunu yazmakta ve şunları söylemektedir:

Zira memleketine demokrasi yolunda büyük terakkiler kaydettiren İnönü’dür.

BBC Muhabiri

16 Mayıs 1950 günlü Akşam Gazetesinde yayımlanan Londra çıkışlı bir haberin metninde şu ifadeler yer almaktadır: «Türkiyede seçimleri takib etmiş olan batılı gazete muhabirleri, Türkiyenin göstermiş olduğu siyasi olgunluğa ehemmiyetle işaret etmektedirler.»
B.B.C.’nin siyasî muhabiri ise bu hususta şunları yazmaktadır:
Pazar günü Türkiyede yapılan seçimler, Türkiyedeki demokrasinin tam bir demokrasi olduğu hakkında hiç bir şüphe bırakmamıştır. Türkiye, tam mânasile demokratik bir rejime intikal işini muvaffakiyetle başarmıştır.

B.B.C.’nin siyasi muhabiri, Londra’nın bazı siyasî çevrelerinde hâkim olan şu kanaati de belirtmiştir:

Türkiyenin bu şekilde demokrasi rejimine geçmesinde İnönü mühim bir rol oynamıştır. O, kendi partisinin düşmesini kolaylaştıran bir hâdiseyi hazırlamış ve Atatürkün yolundan gitmek hususundaki azmini böylelikle belirtmiştir.

? İnönü ve Bayar’ın Değerlendirmeleri

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, 29 Haziran 1950 tarihinde CHP’nin VIII’inci Kurultayındaki açış konuşmasında 1950 seçimleri için şu ifadeleri kullanmıştır:1
Bu şartlar içinde memleketin anlayışında tekâmülü bir damla kan dökülmeksizin temin edebilmemiz ve 1950 seçimlerinde ifade edilen millet iradesine göre, huzur ve sükûn içinde İktidar değişmesini idrak etmemiz milletimiz için büyük bir ilerleme işareti ve Partimiz için idealizmin, iyi niyetin ve engin vatan
aşkının yeni bir delili olmuştur.

Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ise 1 Kasım 1950 tarihinde TBMM’yi açış nutkunda, 1950 seçimleri için şunu söylecektir: 2

Son seçimlerde milletimizin göstermiş olduğu olgunluk ve sağduyusunun hariçteki itibarımızın bir kat daha artmasına âmil olduğunu burada kaydetmeyi bir vazife bilirim.

1- 30 Haziran 1950 günlü Ulus Gazetesi.
2- TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Cilt: 2, Birleşim I, 1 Kasım 1950, s. 13.


1950 SEÇİMLERİ 17 E. SON SÖZ

 Toplumdaki değişim isteği, 1950 seçiminde Demokrat Partiyi yüksek düzeyde bir oy oranıyla iktidara getirmiş, seçimde uygulanan liste usulü çoğunluk sistemi, Demokrat Partinin sandalye sayısını olağanüstü bir biçimde arttırırken muhalefetin sandalye sayısını da önemli ölçüde azaltmış; iktidarın sandalye sayısı muhalefet partilerinin sandalye sayısının yaklaşık altı  katı olmuştur.

Demokrat Parti Meclisteki ezici üstünlüğünü 1954 ve 1957 seçimlerinde de sürdürecektir.
İktidarla muhalefet arasında Mecliste ortaya çıkan bu büyük güç farklarının, iktidarların özgüvenini arttıracak bir faktör olması beklenirdi. Ancak bizim gibi demokratik birikimi yetersiz ülkelerde büyük güç farklarının iktidarlara özgüven aşılamak yerine onları aşırı davranışlara yönelttiği, siyasal gerilimin sürekli olarak artmasına yol açtığı ve partiler arası diyalogun gelişmesini engellediği görülmektedir.
Oysa çok partili demokrasiye geçişte liste usulü çoğunluk sistemi yerine nispî temsil sisteminin uygulanması sağlanabilseydi, Mecliste iktidar ve muhalefet partileri arasında dengeli bir güç dağılımı ortaya çıkabilecekti (s.162, 163). Dengeli bir sandalye dağılımı ise siyasal gerilimin düşürülmesine yardımcı olacak, dolayısıyla demokrasinin sağlıklı bir biçimde gelişmesine yol açacak bir etken olabilirdi.
? Kuvvetler birliğine dayanan, dolayısıyla çok partili dönemin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olan 1924 Anayasasında yeni dönemin gereklerine uygun değişikliklerin yapılmamış olması; demokratik rejimi, siyaset alanındaki bunalımların aşılmasına yardımcı olacak fren ve denge mekanizmalarından yoksun bırakmıştır.

1950 seçimlerine kadar bu konuda hiçbir girişimde bulunmamış olan Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti, Anayasada değişiklik yapılmasının gerekli olduğu nu kabullenmek zorunda kaldıklarını, sadece yayımladıkları seçim beyanname lerinde bu hususa yer vererek belirtmişlerdir.

 Cumhuriyet Halk Partisi de kendi seçim beyannamesinde yeni bir anayasa vaadinde  bulunmuştur:1
Çok partili serbest münakaşa hayatını ve milletin seçtiği vekillerle idare sistemini daha ziyade kuvvetlendireceğiz.
Bu maksatla Anayasamızı sağlam bir garp demokrasisinin temel prensiplerine göre değiştirmek istiyoruz. Milletvekillerinden mürekkep bir meclisten başka, ikinci bir meclis, bunların vazifeleri, birbiriyle münasebetleri, Devlet Reisinin vazife ve salâhiyetleri ele alınacak başlıca konular olacaktır.
Meselenin halli işini, seçimlerden sonra toplanacak C.H.P. Kurultayına sunmak kararındayız.
Demokrat Parti seçim beyannamesinde Anayasa konusunda şunları ifade etmiştir:2

Bu maksatla anayasada vatandaş hak ve hürriyetlerini ve millet iradesine dayanan istikrarlı bir devlet nizamını teminat altında bulunduracak esaslı tâdiller yapmak kararındayız. Çünkü bugünkü anayasamız, millet hâkimiyetini kabul etmesine rağmen, kuvvetler birliği esasına dayandığı ve vatandaş hak ve hürriyetlerini kâfi teminat altında bulunduracak müeyyidelerden mahrum olduğu için millet hâkimiyeti yerine tek parti ve zümre hâkimiyetine mâni olmamıştır.
Anayasa değişikliğini gerçekleştirecek güce sahip olan DP, 10 yıllık iktidarı boyunca bu konuda hiçbir girişimde bulunmayacak, konuyu başta CHP olmak üzere, muhalefet partileri sahiplenecektir.



1 EK – XVII.A.




2 EK – XVII.B.


Meclisteki ezici çoğunluğuna dayanarak her şeyi yapabileceğine inanan Demokrat Parti, 10 yıllık iktidar dönemi boyunca  Mecliste muhalefeti yok sayacak; iktidarın bu girişimlerini engelleyecek mekanizmaların oluşturulamadığı bir ortamda muhalefet iyice hırçınlaşacak; her gün biraz daha yükselen siyasal gerilim, ne yazık ki 1960 askerî müdahalesine yol açacaktır.

   Sonuç olarak, çok partili döneme girerken, anayasada gerekli değişikliklerin yapılmaması ve seçimlerde nispî temsil  usulünün kabul edilmemiş olması, rejimin geleceği açısından önemli bir kayıp oluşturmuştur.

Söz konusu gereklerin yerine getirilmesi halinde, siyasal arenadaki gerilim düşecek ve 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesiyle  sonuçlanan bunalım ortamı, büyük ihtimalle yerini sağduyunun hakim olduğu bir ortama bırakabilecekti.

Belki de siyasal tarihimizin akışı değişecek, demokratik süreci kesintiye uğratan askerî müdahalelere yol açılmamış olacaktı.



DİPNOTLAR;

1. İsmet İnönü'nün 1 Kasım 1945 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında yaptığı konuşma, inönü'nün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1946, s.400.
2. Aynı konuşma, a.g.e., s. 401.
3. Gös. yer. Cumhurbaşkanının 1945 Temmuzu'nda kurulan Milli Kalkınma Partisi'ni yok sayması dikkate değer.

    TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYATIN KURULMASINDA BİR. İLK .. 143

4. Demokrat Partinin ilk günlerindeki propagandaların yarattığı sıkıntılar karşısında partinin durumunu Bayar şu sözlerle tarif etmektedir: 
 "İki jandarma eri gönderebilirler ve partiyi kapatabilirlerdi ve memlekette hiçbir şey olmazdı. Fakat ben İsmet İnönü'nün bunu arzulamadığından emindim". Metin Toker,  Demokrasimizin İsmet Paşa'lı Yılları 1944-1973, Tek Partiden Çok Partiye 1944-1950, Ankara 1990, s. 91.
5. Parti içindeki muhaliflerin çok kullandığı bu tez her iki tarafın da işini zorlaştırmış, neticede 1948 yılı ortalarında Millet Partisi halinde yeni bir 
muhalefet partisi olarak ortaya çıkmıştır. Muvazaa söylentileri dönemin Mizah Dergilerine de yansımıştır. İki örnek için eklere bakınız.
6. Gerçekten de başta Nihat Erim olmak üzere iktidar partisinin ileri gelenleri Demokrat Partinin propagandalarını zararlı bulmakta, daha önceki dönemlerde gündeme getirilen anarşi endişesini seslendirmeye başlamışlardı. Şikayetlere mukabil İnönü'nün yapılanın bir tecrübe olduğu ve olmazsa 
vazgeçileceği yolundaki sözleri için bkz. Toker, aynı eser, s.91
7. Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler (1859 - 1952), istanbul 1952, s. 688.
8. inönü'nün şahsi evrakını inceleyen Toker, inönü'nün parti liderleri ile doğrudan görüşmeleri yanında bilhassa muhalefet partisi lideri Bayar'ın 
gelişmeler karşısındaki tavırlannı öğrenmek için aracılar kullandığını yazmaktadır. Ancak Bayar'ın da inönü'ye ılımlı ve olumlu mesajlar vererek 
sürecin partisinin yaranna devamını sağlamaya çalıştığı anlaşılmaktadır, Toker, age., s. 183.
9  Tunaya, Siyasi Partiler, s. 688; İktidar ve muhalefetin karşılıklı suçlamalarıyla ortamın iyice birbirine girdiğine işaret ettiği "Nutuk Düellosu" başlıklı yazısında Hüseyin Cahit Yalçın, "o kanaatteyim ki, liderler eski münakaşalar yerine susmayı bükere göze alsalar anlaşmaya götüren yolun yarısını katetmiş olduğumuzu göreceğiz ve hep rahat bir nefes alacağız. Onun için sırf bir memleket evladı gibi düşünerek diyorum ki: Ben ilk susan liderin partisinden olacağım" sözleri ile tepkisini dile getiriyordu.Tanin, 12 Temmuz 1947.
10. Tunaya, gös. yer.
11. Tunaya, Siyasi Partiler, s. 689.
12. Aynı eser.
13. Bundan önceki iki denemede de yeni parti kurucularının ülke çapında teşkilatlanırken kadrolarını oluştururken yeterli hassasiyeti göstermediklerini, 
bunun kurulmaya çalışılan çok partili siyasi ortamı başarısızlığa iten en önemli sebeplerden biri olduğunu bilen İnönü, yöneticilerin sorumluluğunu 
hatırlatmaktaydı. Önceki tecrübelerin yürütücülerinin bu husustaki ihmalleri ve sebepleri hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Hasan Rıza Soyak, 
Atatürk'ten Hatıralar, I-II, istanbul 1973.
14. Tunaya, Siyasi Partiler, s. 689.
15. Memleketin emniyeti konusu kanımızca, hem iç hem de dış politik duruma işaret etmektedir. Zira daha önceki parti denemelerinde halkın hemen her bakımdan iki parçaya ayrıldığı, kahvehaneleri ve hatta camilerini ayırdığı, particiliğin ayrımcılık manasına alındığı bir ortam yaşanmıştı ki, denemelerin başarısızlığının altmda yatan en önemli sebeplerin başında gelmekteydi. Diğer taraftan çok partili siyasi hayatın başlamasında amil olan dış politik gelişmeler de ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eder boyutta olduğundan Cumhurbaşkanı nın bir cümlede her iki duruma da işaret ettiğini düşünmek yanlış olmaz.
16. Tunaya, Siyasi Partiler, gös. yer.
17. İnönü'nün yazdığı resmi konuşmalarına son şekli vermeden önce çok sayıda kopya çıkarttırarak yakın arkadaşlarına gönderip düşüncelerini almak alışkanlığında olduğu hakkında bkz. Hilmi Uran, Hatıralarım, Ankara 1959, s. 474;. Uran, İnönü'nün çalışma arkadaşlarının düşüncelerini her zaman dikkate aldığını ve gerekli düzeltmeleri yapmaktan çekinmediğini belirtmektedir. Metin Toker de, 3 Temmuz günü Nihat Erim'e dikte ettirdiği 10 sayfalık metni Meclis Başkanı, Başbakan, Şemsettin Günaltay, Hüseyin Cahit Yalçın ve Falih Rıfkı Atay'a gönderdiğini, daha sonra Genel başkan vekili Şükrü Saraçoğlu, Hilmi Uran ve Celal Bayar'a da birer suret verildiğini belirtmektedir. 

    Bu metinde İnönü'nün yapılacak ilk kongrede Cumhuriyet Halk Partisinin başından fiilen ayrılmak kararım uygulamaya koyacağı söz konusu
edilmekteydi. Cumhurbaşkanı böylelikle partiler arasında hakemlik görevini daha iyi yapabileceğini düşünüyordu. Ancak Nihat Erim ve  Hüseyin Cahit Yalçın'nın desteğine karşın başbakan Peker, Hilmi Uran ve Kazım Karabekir'in bu fikre şiddetle muhalefet etlikleri biliniyor. 
     İnönü'nün değerlendirmeleri aldıktan sonra metni altı sayfaya indirdiği, dolayısıyla bu ilk nüshanın yayınlanandan oldukça farklı olduğunu
hakkında bkz. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 184.    
18. Uran, Hatıralarım, s. 475, Toker, age, s. 185.
19. Uran, gös. yer. Cumhurbaşkanın aynı zamanda parti başkanı olmamaları gerektiği hususu muhalefet partilerinin daima ısrarla savundukları bir konudur. 
Bu hususta geniş bilgi için bkz. Ali Arslan, '' Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı İle Siyasi Parti Üyeliğinin Birbirinden Ayrılması Süreci (1923-1961) " 
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 34, Ankara 1996, s. 223-234.
20. "Parti Genel Başkanı Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde bu vazife üzerinde bulunduğu müddetçe Genel başkanlığın bütün yetki ve sorumlulukları 
Genel Başkan Vekiline ait olacaktır" şeklindeki düzenleme için bkz., Tunaya, Siyasi Partiler, s. 576; Uran, age, s. 475; Hikmet Bilâ, CHP 1919-1999, 
istanbul 1999, s. 126-127.
21. Hilmi Uran, Peker'in sert tavırlarını daima şikayet mevzuu yapan muhalefet partisinin bundan memnun olmasını beklerken Bayar'm "adet yerini bulsun 
diye yapılmış bir şeydir" diyerek yapılan yeniliği hafife almasından dolayı hayal kırıklığı yaşadıklarını anlatmaktadır. Üran, Hatıralarım, s. 478.
22. Uraıı, Hatıralarım, s. 479.
23. Hilmi Uran, Hatıralarım, s. 480.
24. Nihat Erim, "Cumhurbaşkanı'nm Beyannamesi", Ulus, 12 Temmuz 1947.
25. Fuat Köprülü, "Son Tebliğin Büyük Manası", Kuvvet, 12 Temmuz 1947,
26. Köprülü, aynı makale.
27. Asım Us, "Cumhurbaşkanımızın Parti Münasebetleri Hakkındaki Karan", 13 Temmuz 1947.
28. Us, aynı makale.
29. Etem izzet Benice, "inönü'nün Beyannamesinden Sonra Son Durum", Son Telgraf, 13 Temmuz 1947, sayı 3804.
30. Benice, "inönü'nün Tebliğinden Sonra Demokrat Parti'ye Düşen Hizmet ve Mesuliyet Payı", Son Telgraf, 15 Temmuz 1947, sayı 3806.
31. A. E. Yalman, 'Tebliğden Çıkan Mânâlar", Vatan 13 Temmuz 1947, sayı 2202.
32. Vatan, gösterilen yer.
33. Vatan 15 Temmuz 1947, sayı 2204.
34. A. Emin Yalman, "Önümüzdeki Güzel Ufuklar", 12 Ağustos 1947, sayı 2232.
35. Vatan 25 Ağustos 1947, sayı 2243.
36. Akşam, 13 Temmuz 1947, sayı 10324.
37. Yalman, "Milli Hakimiyet Bloku", 8 Eylül 1947, sayı 2257.
38. Ulus, 19 Eylül 1947.
39. inönü'nün çok partili hayatı ülkenin iç ve dış gelişiminin şartı olarak göstermesi olayın kendi şartlarımız kadar dış politikadaki gelişmelerin yönlendirdiği bir süreç olduğunu düşündürmektedir, inönü'nün nutku için bkz. Vatan 2 Kasım 1947, sayı, 2309.
40. Nihat Erim, "Demokrat Parti'nin Son Tebliği", Ulus, 26 Temmuz 1947.
41. "Hakikatleri Açık Lisan ile Konuşalım, A. Emin Yalman,Vatan 16 Temmuz 1948, s.2566.
42. Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Ankara 1976, s. 34; Çok partili siyasi hayat denemesinin dış politika gereği olduğu yolundaki kanaatlerin o günlerde yurt dışında da oldukça yaygm olduğu hakkında bkz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İstanbul 1984, s. 190-191.
43. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 187. inönü, 12 Temmuz günü kabul ettiği Dışişleri Bakanı Hasan Saka'ya "Yüzlerce yıllık hanedan, sandıktan çıkan oylann neticesine boyun eğiyor, vapura binip memleketi terk ediyor. Bizde hala sandık oyunuyla iktidarda kalacağız düşüncesinde olanların aklına şaşarım" demektedir.
44. Toker, a.g.e., s. 195.
45. Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, (Derleyen ismet Bozdağ), istanbul 1986, s. 85-86; Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş1946-1950,  istanbul 1982, s. 168-169.
46. Uran, Hatıralarım, s. 476.
47. F. Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisin'nin Mevkii, Ankara 1965, s. 203-204
48. Partiler içi çekişmeler hakkında geniş bilgi için bkz. Cihat Baban, Politika Galerisi, İstanbul 1970.
49. Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, Ankara 1976, s. 37; 
Falih Rıfkı Atay ise İsmet inönü'yü "demokrasiyi Atatürk devrimlerinin tavizleri üzerine kurmak gafleti" ile suçlarken Ulus Gazetesinden ayrılmasını, "Hasan Saka ve Şemseddin Günaltay'm aralıksız Atatürk devrimlerinden taviz vermelerine katlanamayarak Ulus gazetesinde CHP'yi savunmamak kararını vermesi" olarak izah etmektedir. Geniş bilgi için bkz. Falih Rıfkı Atay, Bayrak, İstanbul 1980, s. 170-171.
50. Beyanname sonrası gelişmeleri Cumhuriyet Halk Partisi açısından değerlendiren yaklaşımları için bkz. Asım Us, 1930-1950 Haura Notlan, 
istanbul 1966, s. 718- 722.
51. Us, a.g.e., s. 718- 719; Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi tarafından tenkit edilen başbakan Peker'in parti grubunda çoğunluk sağlayarak gerekirse 
Cumhurbaşkanına karşı bir çıkışa geçmek hazırlıklan hakkında ayrıca bkz. Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 197-198.
52. Bu yoldaki iddia ve kaynaklan için bkz. Rıfkı Salim Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Ankara 1979, s. 129-131.
53. Cem Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve ideolojisi, Ankara 1998, s. 62-63.
54. Hikmet Bilâ, CHP, s. 128.

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/798/10200.pdf


***