yüksek öğretim kurumları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yüksek öğretim kurumları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2019 Cumartesi

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 2

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 2



II- CHP HÜKÜMETLERİ DÖNEMİNDE ÖZERK ÜNİVERSİTELERE MÜDAHALE VE TARTIŞMALAR 

CHP iktidarının Üniversitelere özerkliği vermesinden kısa bir süre sonra, hükümetler tarafından müdahalenin yapıldığı yolundaki tartışmalar tekrar 
başlamıştır. 

1- Üniversitelere Öğrenci Seçimi, 

1946'da, yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen C.H.P.'den Recep Peker, 14 Ağustos 1946'da Meclis'te okuduğu hükümet programında liseleri bitiren ve olgunluk imtihanı veren bütün gençlerin, burslu ve yatılı olanlar dışında, üniversitelere ve yüksek okullara girebilmesini önleyen kayıtların ve sınavların kaldırılacağını açıkladı 12. Fakat, muhtar üniversitelerde öğrencilerin üniversite ye alınmasının Üniversite Senatosu'nun kararı ile olması 13 dolayısıyla 
hükümet tarafından üniversite özerkliğine müdahale edildiği, lise mezunlarının üniversiteye giriş şartlarının doğrudan özerk üniversite tarafından düzenlenmesi 
gerektiği konusunda tartışmalar başladı 14. 

Özerklik öncesi hükümetlerin tavırlarına benzeyen ve özerkliği dikkate almadan tarafından sergilenen bu tutumdan Recep Peker Hükümeti vazgeçmemiş tir. Hükümetin aldığı bu karar Üniversitelerarası Kurul'da kabul edilerek, hükümetin emrivakisine özerklik içerisinde meşruiyet bulunmaya çalışılmıştır. Üniversitelerarası Kurul, lise olgunluk imtihanlarını başaranların başka bir seçme sınavına tabi tutulmaksızın üniversitelere girmelerini kabul etmişti 15. 

Özerklik sonrası üniversitelerle hükümet arasında karşılaşılan ve tamamen öğretime yönelik olan ilk problemde, hükümetin verdiği karara meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış ve siyasi otoritenin kanuna aykırı olarak aldığı karar, daha sonra, başkanı Milli Eğitim Bakanı olan ve ilk defa 1946 yılında kurulan Üniversitelerarası Kurul tarafından düzeltilmeye çalışılmıştır. 

Bu da, özerkliğin nasıl algılandığının bir göstergesidir. 

2- Üniversite ve İdeoloji Tartışmaları, 

T.B.M.M.'de, Ankara Üniversitesi'nin bütçesi görüşülürken, C.H.P. Milletvekili Cemil Barlas, üniversite muhtar olmakla beraber, Türk milliyetçiliğinin beşiği olan bu müessesede sağdan soldan gelecek cereyanlara asla geçit verilmemesi gerektiği hakkındaki sözleri ile yine C.H.P. Milletvekili Reşit Aydınlı'nın sağdan soldan gelen fikirlerin propagandasına fırsat verilmemesi ve "Türk İnkılabı'nın yetiştirdiği alimlerin Atatürk rejiminin prensiplerini telkin etmeleri gerektiği ve kuvvetli esbaba istinat ettiklerini" söylemeleri 16. üniversite ve ideoloji tartışmasını gündeme getirmiştir. 

Bu konudaki tartışmaya Cumhuriyet gazetesi yazarı Nadir Nadi tarafından sert bir yazı ile cevap verilmiştir. Milletvekillerinin üniversite ve muhtariyet gibi önemli bir konuda söz söylerken ciddi olmaları gerektiğini söyleyen Nadir Nadi, "Üniversite, muhtardır ama, ideoloji cereyanlarına meydan vermeyelim" demenin hatalı olduğunu ve üniversitede ilim ve fikir hürriyeti olmasının özerkliğin ilk şartı olduğunu belirtmiştir. Nadir Nadi, ideolojinin cereyanlarına meydan vermeyelim demenin "üniversitenin şeklen hür", "fakat, orada sansüre bağlı resmi bir ilim" müessesesi kurmak demek olacağını söylemiştir17

Nadir Nadi'nin de belirttiği gibi üniversitelerin özerkliğe sahip olabilmesi için ilim ve fikir bakımından hür olması şarttır. Yoksa, serbest alıştırma yapılması mümkün olmaz. Özerkliğin yeni kazanıldığı bir dönemde, bazı milletvekillerinin bu fikirleri, özerklikten ne anladıklarını açıklaması bakımından önemlidir. 

3- Sol Temayüllü Bazı Hocaların Üniversiteden Uzaklaştırılması ve Yargılanmaları 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, bazı sosyalist öğretim üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları, milliyetçilik aleyhine konuşmalar da ve siyasi telkinlerde bulundukları hakkında iddialar 1946 sonları ve 1947 başlarında yoğunluk kazanmıştı. Bu konu 6 Mart 1947'de Ankara'da üniversite gençliğinin komünizme karşı bir gösteri yapmaları ile yeni bir boyuta ulaşmıştı. 

Bu olaylar üzerine Ankara Üniversitesi Senatosu toplanarak solcu hocalardan Edebiyatçı Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Sosyolog Doç. Dr. Behice 
Boran ve Tarihçi Prof. Dr. Niyazi Berkes'in üniversiteden uzaklaştırılmasını görüşmüştü. Bu toplantıda, bir öğretim üyesinin hangi şartlarda üniversiteden 
uzaklaştırılacağı konusunda tartışmalar olmuş ve "suç" kelimesi üzerinde bir hayli tartışma meydana gelmişti. Prof. Hirsh ile Prof. Esat Arsebük suç 
kelimesinin manasını anlatmışlar ve bunun üzerine senato bunun TBMM tarafından tefsirine karar vermişti. Ancak, daha sonra^Hirsh ile Arsebük, muhtar üniversetinin sık sık TBMM'ye başvurmasını doğru bulmadıklarını ve işin sonunun tehlikeli olacağını düşünerek senatoya bir muhtıra vermişlerdi. 
Fakat senato kararını değiştirmemiş ve Hirsh ile Arsebük senatodan istifa etmişlerdi18

TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nun 14 Mayıs 1947 tarihli toplantısında Milli Eğitim Bakanı, A.Ü. Rektörü ve dekanları hazır bulunmuşlardı. 

Toplantıda, Ankara Üniversitesi'nin çok gevşek ve müsamahakâr davranması ve "komünist hocaların Ankara Üniversitesi'nde tekâsüf etmiş olması çok heyecanlı konuşmalara yol açmıştı". Milletvekillerinden Dr. Fahri Kurtuluş ve Emin Soysal, mezkûr üç hocanın hâlâ komünist tahrikleri yapmakta olduklarını örneklerle anlatmışlardı. Fuat Köprülü ile Tahsin Banguoğlu, üniversite senatosunun yedi aydan beri bu mesele üzerinde bir çözüm bulamamasını acı bir dil ile tenkit etmişlerdi. Nureddin Ünen ise, AÜ Rektörü Şevket Aziz Kansu'dan ilmi ve resmi selahiyetine istinaden, bu hocaların "komünist mi, hümanist mi, sosyalist mi veya bolşevik mi?" olduğunu sormuştu. Rektörün cevabı ise "Ben faniyim, bunu kanun tayin etsin" olmuştu. Komisyon toplantılarında, bazı arkadaşlarıyla birlikte Emin Soysal, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin derhal lağvını ve yeniden kurulmasını teklif etmişti. Dr. Fahri Kurtuluş ise, Atatürk'e hürmeten fakültenin isminin değiştirilmesini doğru bulmamıştı. 

Nureddin Ünen de, üç hocanın hatası, senatonun kayıtsızlığı yüzünden bu fakültenin kapatılmasına karşı çıkmış, suç varsa bunu karşılayacak kanunun 
bulunduğunu, "asıl meselenin senatoyu harekete geçirecek bir tesirin vücuda getirilmesi" olduğunu ifade etmişti. Uzun görüşmelerden sonra konu beş kişilik 
bir tali komisyona havale edilmiş, İstanbul Üniversitesi kadrosu tasdik edilirken Ankara Üniversitesi kadrosu ittifakla reddedilmişti 19. 

Bu solcu öğretim üyelerine şiddetli bir tarzda komünistlik suçlamasında bulunan bazı milletvekillerinin, mesela Dr. Fahri Kurtuluş, Turancı fikir taşıdıkları da dikkate alınmalıdır. 

Mecliste meydana gelen tartışmalar, suçlamalar ve belki de en önemli tesir Ankara Üniversitesi kadrolarının Milli Eğitim Komisyonunda reddedilmesi üzerine, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü harekete geçerek, "bahis konusu edilen olayları yeniden gözden geçirmek lüzumu"nu duymuştu 20. 

Ankara Üniversitesi Senatosu, solcu öğretim üyeleri hakkında bir hükmün adli mercilerce verilmesini kararlaştırmış ve tahkikçi olarak Hukuk Fakültesi Ceza 
Profesörü Baha Kantar la Doç. Faruk Erem tarafından yapılan tahkikatın sonucunda bir fezleke hazırlanmıştı. Evrakları ile beraber bu fezleke Milli 
Eğitim Bakanlığı'na gönderilmiş ve Bakanlık da bu fezlekeyi Danıştay'a yollamıştı 21. 

Bu arada, solcu hocaların üniversiteden uzaklaştırılması için üniversiteler kanununa "ideolojik telkinlerle uğraşan" öğretim üyelerinin üniversiteden 
ilişkilerinin kesilmesi yönünde bir madde eklenmesi gündeme gelmişti 22. 
Ancak, 22 Aralık 1947 tarihinde, A.Ü. Senatosu'nun sorduğu tefsirin cevabını 
kararlaştıran TBMM Milli Eğitim Komisyonu, solcu hocaların üniversiteden atılmaları konusundaki selahiyetin üniversite senatosuna ait olduğunu 
açıklamıştı 23. 

27 Aralık 1947'de Ankara'da öğrencilerin komünizm aleyhine yaptıkları gösteri üzerine, bu öğretim üyeleri ihtiyati tedbir olarak derslere girmekten 
alıkonulmuştu. Milli Eğitim Bakanlığı mesleki disiplin bakımından herhangi bir yetkisi olmaması dolayısıyla, Ankara Üniversitesi'ne "telkinde bulunmuş"tu 24. 
10-11 Mart 1948 tarihlerinde iki gün süren toplantılar neticesinde A.Ü. Senatosu, Niyazi Berkes, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav'ın üniversiteden Uzaklaştırılmasını kararlaştırdı. 

Bu üniversiteden ihraç kararı üzerine, Prof. Pertev Boratav ve Doç. Niyazi Berkes haklarında alınan kararın kanunsuz ve haksız bir muamele olduğunu, Üniversiteler arası Kurul nezdinde itirazda bulunacaklarını söylemişlerdi. 
Bu hocalar, senatonun verdiği kararla "üniversite muhtariyetinin ve akademik hürriyetin aldığı yaranın çok derin" olduğunu, münevverlerin asıl bu noktada düşünmeleri gerektiğini söylemişlerdir 25. Öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılma kararlarına Üniversiteler arası Kurul'a başvurarak itiraz eden Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Boratav, kendilerinin senatoya verdikleri yazıların dikkate alınmadığını, esasında senatonun öğrencileri Türk Devrim ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirme görevini yerine getirmediğini iddia etmişlerdi. Bu hocalar, kendilerinin öğrencilere "ilim zihniyeti vererek ve Türk milletinin değerlerini ve realitelerini göstermek suretiyle, onları Türk İnkılabının ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirdiklerini" söylemişlerdi 26. 

Üniversiteler arası Kurul'un 22 Şubat 1948'deki toplantısında İstanbul'dan gelen 13 üye ile Ankara'dan 7 üyesi arasında görüş ayrılığı çıkmıştır. 
İstanbul'dan gelen üyeler, bahsi geçen hocaların sol temayüllü olduklarını kabul etmekte, ancak üniversitede komünizm propagandası yaptıklarına dair elde 
kesin ve sabit delillerin olmadığı ve karinelere dayanılarak öğretim üyelerinin üniversiteden uzaklaştıramayacağını savunmuşlardı. 

   Bu toplantıya, solcu   hocaların üniversite çatısı altında kalmalarına karşı olan Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer katılmamıştı. Solcu hocaların tekrar üniversiteye iadelerine karar verilmesi üzerine, Üniversiteler arası Kurul'daki Ankara Üniversitesi delegeleri toplantıyı terk etmişlerdi. Ancak, bu kararın Milli Eğitim Komisyonu ve TBMM temayülüne aykırı olması nedeniyle yeni bir durum ortaya çıkmıştı. Hatta bu hocaların tekrar üniversiteye dönmeleri kararı  karşısın da, tek çarenin üniversitenin lağvedilerek yeniden kurulması tartışılmaya başlanmıştı 27. 

Üniversiteler arası Kurul'un verdiği karar Meclis'te iyi karşılanmamış ve bu hocaların üniversiteden uzaklaştırmak için TBMM'de bir çarenin aranmasına 
başlanmıştır. Bu arada, AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yönetim Kurulu, Üniversitelerarası Kurul kararı ile fakülteye dönen solcu hocaların derslere 
girmemesini kararlaştırmış ve bu hocaların derslerini tadil etmiştir 28. Ancak, fakültenin bu kararına rağmen bu hocalar istifa etmemiş ve derslerin yeniden 
başlatılması için faaliyete geçmişlerdi 29. İstifa ettiklerine dair haberleri yalanlayan Niyazi Berkes, istifa edecek bir durumun olmadığını, esas istifa 
edecek kişinin Milli Eğitim Bakanı olduğunu iddia etmişti 30. 

6 Temmuz 1948 tarihinde TBMM'de kabul edilen Ankara Üniversitesi Teşkilat Kanunu ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden üç solcu hocanın kadroları iptal edilmiştir. 

Üniversitelerin komünizmle mücadelede görevini yapmadığı hususunda çok şiddetli tenkitler yapıldığı görüşmelerde, ME Bakanı Tahsin Banguoğlu, "kusurlar ortada dururken vasıtaların ortadan kaldırılmasını" uygun görmemiştir. Yani solcu hocaların görevden uzaklaştırılması gerekirken kürsülerin tahsisatları nın iptal edilerek, kürsülerin ortadan kaldırılmasının yanlış olduğunu belirtmiştir 31. Ancak, solcu hocalar, kadroları iptal edilerek üniversiteden uzaklaştırılmışlar dır. Böylece Türkiye'de ilk defa kadroları Meclis tarafından iptal edilerek üniversiteden hoca atılması gerçekleştirilmiştir. 

18 Haziran 1948'de açılan davada öğrenci, öğretim üyesi, Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri şahit olarak dinlenmiş 32 ve bu dava uzun bir aradan sonra 11 Şubat 1950 de bitirilmişti. Neticede Pertev Naili Boratav suçsuz bulunurken, Behice Boran ve Niyazi Berkes üçer ay hapis cezasına çarptırılmıştı 33. 

Milli Eğitim Bakanı'nın doğrudan doğruya üniversiteye müdahale ederek öğretim üyelerini görevden alması ilk defa meydana gelmiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla da özerklik dönemlerindeki - askeri müdahaleler devirleri hariç- tek uygulamadır. 1946'da üniversitelere özerklik veren CHP'nin esasında bu konuda fazla samimi olmadığı ve özerkliği üniversiteye müdahalede bir engel olarak görmediği anlaşılmaktadır. 

4- Solcuların Atılmasında Hükümetten Farklı Düşünen ve Karar Veren Üniversitelerin Bütçelerinde Kısıtlama Yapılması 

Sol temayüllü hocaların Ankara Üniversitesi Senatosu'nca cezalandırılmaması üzerine, 14 Mayıs 1947'de yapılan TBMM Milli Eğitim Komisyonu toplantısında İstanbul Üniversitesi kadroları aynen kabul edilirken, Ankara Üniversitesi kadroları ittifakla reddedilmiştir 34. 

10 Ekim 1947'de üniversite bütçesi üzerinde Maliye Bakanı Halit Nazmi Keşmiri ile görüşmek isteyen İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar ile İÜ Edebiyat Fakültesi Dekanı Ongunsu'nun bu talepleri bakan tarafından reddedilmişti. Bunun üzerine, Rektör ve Dekan, Başbakan Hasan Saka'ya giderek istifa edeceklerini söylemişlerdi. Ancak bu istifalar başbakan tarafından tasvip görmemiş ve problemin çözüleceği ifade edilmişti 35. İstanbul Üniversitesi Senatosu ile merkezi hükümet tahsisatın harcanması konusunda anlaşamamaktadırlar. Hükümet, üniversiteye ayrılan tahsisatın sarfı konusunda nihai söz sahibi olmak istemekte, üniversite ise bu konuda fedakârlık yapmak istememektedir. 

Üniversitelere özerklik verilmesine rağmen, hâlâ eski döneme ait mevzuatın değiştirilmemesi, kadroların daha verimli kullanılmasını engellemektedir. Fakat, en önemli mesele ise üniversitelerde "aşırı solcu profesörler hakkında karara varılamaması" dolayısıyla hükümet üniversiteleri sıkıştırmaktadır. Bütün bunlar üniversitelerin çalışmalarını kötü etkilemekte ve yöneticilerini zor durumda bırakmaktadır. 36. 

Üniversite muhtariyetinin olmasının tabii bir neticesi olarak bütçenin tasarrufu hakkının üniversite senatosuna devredilmesi gerekirken, hükümetin bunu yapmaması 37, özerklik konusunda üniversite ile hükümet arasında görüş ayrılığının mevcut olduğunu göstermektedir. 

İTÜ Rektörü Tevfik Sağlam da 80 kişinin birden kadrodan çıkarılması üzerine istifa etmiş ve fakat senato istifayı kabul etmemişti. Ancak istifada ısrar 
eden Sağlam, yeni kadro ile rektörlük mesuliyetini taşımasının mümkün olmadığını, yapılan kadro indiriminin İTÜ'ye bağlı fakültelerin faaliyetlerini 
müşkül bir duruma düşürdüğünü ve Meclis'in Bütçe Komisyonu'nda üniversite muhtariyetinin ehemmiyetini henüz kavrayamadığı anlaşılan bazı zevat, 
üniversiteyi içeriden zayıflatmaya muvaffak olabileceğini söylemişti. Üniversite Teşkilat Kanunu'nun MEB ile yapılan geniş görüşmeler neticesinde yapıldığını, 
ancak, bütçe komisyonunda yapılan değişikliklerle üniversitelere en ağır darbenin indirildiğini ifade eden Sağlam, muhakkak tasarruf niyetinde olanlara 
bizzat kendilerinin bütçede nasıl tasarruf yapılabileceğini gösterebileceklerini fakat, bu yol tutulmayarak kadrolarda indirim yapılarak, ilim yuvalarının 
boğazına ipin geçirildiğini beyan etmiştir 38. 

Üniversitelerin teşkilat kanununda yapılan indirimlerden Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri rahatsız olmuş ve üniversite teşkilat kanununda gerekli tadilat yapılmak üzere tekrar TBMM'ye gönderilmesine karar verilmişti 39. 

5 - Solcu Öğrencilerin Takip ve Mahkemeleri, 

Solcu öğretim üyelerinin Ankara Üniversitesinden atılması çalışmaları yapıldığı bir sırada 60 öğrencinin solcular hakkında bir beyannameyi Bayrak gazetesinde yayınlamaları üzerine, 48 öğrenci de A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki hocalarını öven bir yazıyı Kuvvet ve 24 Saat gazetelerinde yayınlamışlardı. İşte ilk defa solcu öğrencilerin gündeme gelmesi bu hareketle meydana geldi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi talebelerinin büyük çoğunluğu rektörden solcu öğrencileri üniversiteden kovmasını istemişlerdi 40. 

Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün komünistlerin yuvası olduğu yolundaki iddiaların ortaya konması üzerine bu fakültedeki solcu talebeler hakkında Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Solcu öğrencilerin gizli komünizm propagandası yaptıkları, din ile alay ettikleri, Lenin'in fikirlerini samimi buldukları, Nazım Hikmet'in şiirlerini taşıdıkları, milliyetçilikle alay ettikleri ve "Dünyanın üzerine kızıl damgamızı vuracağız" dedikleri şahitler tarafından ifade edilmiştir 41. 

Sıhhi muayenesi neticesinde mahkûmiyetinin tecili hususunda karar verilecek olan Nazım Hikmet'i destekler mahiyette, İstanbul'da YGT Derneği tarafından 48.000 beyannamenin dağıtılması üzerine bu dernekte arama yapılmış ve bazı evraklar müsadere edilmiştir. Yapılan tahkikatta bu beyannameleri dağıtan YGT Derneği Başkanı İlhami Berktay'la beraber 15 üniversiteli yakalanmıştır. 
Bu gençler 11 Mayıs'tan itibaren açlık grevine başlamışlardır 42. 

6- Üniversiteli Hoca ve Öğrencilerin Siyasetle Uğraşabilmeleri, 

Solcu hocalar-öğrenciler meselesi, yaş haddinden emekliliğe ve kadro indirimlerine üniversitelerin tepki göstermeleri, sebeblerinden üniversitelerin 
siyasetle uğraştıkları yolunda bazı görüşler serd edilmeye başlanmıştır. Bunun üzerine bir açıklama yapan İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar, üniversite dahilinde 
hiç kimsenin politika ile meşgul olamayacağını, üniversite dışında ise her öğretim üyesinin kanaatine göre hareket edeceğini, öğretim üyeleri için herhangi bir partide faal vazife almasının mevzubahis olmadığını belirtmiş ve özellikle İ.Ü.'de ne hoca, ne de talebenin siyaset yapmadığını söylemiştir 43. 

Kısa bir süre sonra, İstanbul'da kurulan iki partinin kurucuları arasında iki üniversite öğrencisinin bulunması, üniversite öğrencilerinin siyasetle uğraşıp-
uğraşamayacakları konusunu yeniden gündeme getirdi. Bu hususta İçişleri Bakanlığı konunun çözümlenmesi için üniversiteye müracaat etmişti. Bunun 
üzerine, Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri ayrı ayrı inceleyerek birer rapor hazırlamışlardı. 24 Ekim 1949'da ME Bakanı Tahsin Banguoğlu 
başkanlığında toplanan Üniversitelerarası Kurul, öğrencilerin reşid oldukları takdirde üniversite dışında herhangi bir siyasi faaliyete iştirak edebileceklerini 
belirtmekle beraber, öğrencilerin dersleri yerine siyasetle uğraşmalarının arzu edilmediği de ayrıca açıklamıştı 44. 

Öğretim üyelerinin siyasetle uğraşma konusu zaman zaman tartışmalara neden olmuştur. İÜ Tıp Fakültesi'nden Prof. Nihad Reşad Belger'in bir siyasi partinin İstanbul İdare Heyeti Başkanlığinı üstlenmesi İstanbul Üniversitesi yönetimince iyi karşılanmamıştır. 

  Senato, aktif politika ile uğraşan Prof. Belger'i, Fakülte Yönetim Kurulu vasıtasıyla uyararak, bu tür faaliyetlerden kaçınmasını istemiştir 45. 

7- Muhalefetteki Demokrat Parti-Üniversite İlişkileri 

Çok partili siyasi hayata geçişle beraber 7 Ocak 1946'da resmen kurulan Demokrat Parti'nin programında üniversitelerin özerkliğine de yer verilmiştir. 
Yüksek öğretimde keyfiyete önem verilmesini ve bu esasa göre öğretim kurumlarının takviye edilmesini hedefleyen DP'ye göre "Üniversiteler ilmî ve 
idarî muhtariyete sahip olmalıdır. İlmin, tekniğin, güzel sanatların süratle gelişmesini ancak, 'ilmin, sanatın ve her türlü fikir faaliyetlerinin siyasi ve idarî 
müdahalelerden uzak kalmasına bağlı olduğunu beyan eden DP, bunu, "demokrasinin değişmez bir esası olarak kabul" ettiğini açıklamıştır 46. 

Özerklik sonrasında serbestçe örgütlenen ve bağımsız olarak faaliyetlerde bulunan öğrenciler DP ile temasa geçerek bu partiyi tanımaya çalışmışlardır. 

25 Şubat 1947'de, İÜ Talebe Birliği adına Ankara'ya giden öğrencilerden bir grubu DP Genel Merkezini ziyaret ederek, Celal Bayar ve Fuat Köprülü ile görüşmüş ve onlara çeşitli sorular sormuşlardı. Bu görüşme sırasında, bir öğrenci, "İlahiyat Fakültesi'nin kurulmasının ahlakın kuvvetlendirilmesi açısından lüzumlu olduğunu" ve DP'nin dinî tedrisatı desteklemesini istemişti. Bunun yanında milliyetçilik ve sistem hakkındaki sorulara C. Bayar ve F. Köprülü, DP'nin "ne liberal, ne sosyalist, ne de komünist olduğunu, milli bünyeye uygundur siyaset takip ettikleri" cevabını vermişlerdi. 

Ayrıca, DP yetkilileri, "Mütearrız bir milliyetçiliğin" bugün tecviz edilemeyeceğini, şahısların vicdan hürriyetlerine riayete, laik esasların DP tarafından 
benimsendiğini söylemişlerdi 47. 

10 Mart 1947'de İstanbul Üniversitesinden 25 kişilik bir grup DP İl Merkezinde Celal Bayar'ı ziyaret etmişlerdi. Bayar, "Atatürk gençliğinin ehliyetli ve liyakatli" olduğunu söylemişti. Üniversite gençliğinin memleket meselelerine lakayd kalmaması gerektiğini, politikanın yalnız ihtirasa dayanan kötü kısmına itibar etmemelerini temenni eden Bayar, Demokrasi için beklemeye gerek olmadığını, acele olarak "millet demokrasisine" geçilmesini istiyordu. CHP'nin bazı yüksek tahsil talebe birliklerini desteklediğine işaret eden gençlere, Celal Bayar, DP'nin de gençliğin bütün faydalı olan teşebbüsleriyle yakından alakadar olduğunu söylemişti 48. 

Üniversitelerin yaygınlaştırılmasını düşünen DP, Doğu bölgesinde eğitimin yaygınlaştırılmasını ve Doğu'da Fakülte ve Enstitüleriyle bir kültür 
merkezinin kurulması lüzumuna inanmakta idi 49. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 1

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 1



ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYIS'A TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTE 

Ali ARSLAN* 
* Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Üniversite,


Türkiye'de Avrupa modelinde yüksek öğretim kurumları ilk önce mesleki eğitim müesseseleri olarak kurulmuş ve Tanzimat döneminde "üniversite" tesis 
edilerek yükseköğretimde yeni bir dönem başlamıştır. 1863,1873 ve 1874 yıllarında yapılan üç başarısız denemeden sonra 1900 senesinde daimi bir 
müessese olarak faaliyet göstermeye başlayan "üniversite" 1933'e kadar Darülfünun olarak adlandırılmıştır. 

1919'da ilmî özerklik ilk defa kanun ile verilmiş ve resmen ifade edilmemesine rağmen özerk bir idarî yapı kurulmuştur. Darülfünun'daki en yetkili yönetici olan Emin'in bütün öğretim üyeleri tarafından, fakülte reislerinin ise fakülte öğretim üyeleri tarafından seçilmesi ve Maarif Nezareti'nce tasdik edilmesi esası getirilmiştir. Darülfünun'da en yetkili organ olan Darülfünun Divanı; Emin ve fakülte reisleri yanında, her fakülte meclisi tarafından seçilen ikişer üyeden meydana gelmektedir. Divan'da idareci olmayan seçilmiş üyelerin sayısı devamlı olarak çoğunlukta olmuştur. Müderris ve muallimlerden oluşan, Meclis-i Müderrisin denilen fakülte meclisleri de fakültelerin en yetkili organı konumuna gelmiştir. Fiili olarak kurulan özerk idarî yapı, 1922'de bir kararname ile tüzel kişilik verilerek kanunî olarak da tanınmıştır. 1924 yılında üniversite işlerini ele alan Cumhuriyet yönetimi, Darülfunun'un ilmî ve idarî özerkliğini kanunlaştırdığı gibi, bu doğrultuda bir talimatname hazırlayarak, 1933'e kadar, 1919 düzenlemesi ile aynı prensipleri içeren özerk bir yönetim sistemi kurmuştur. 

Darülfünun'dan ümit edilen verimin alınamaması üzerine, özellikle 1929 yılından itibaren Darülfünun'da ıslahat çalışmaları başlamıştı. Hükümet, İsviçre'den Albert Malche'ı getirerek bir rapor hazırlatmış ve büyük ölçüde bu raporun doğrultusunda, Darülfünun'dan Üniversite'ye geçilmişti. Üniversite'ye geçişle birlikte ilmî ve idarî özerkliğe son verilerek merkezi bir yönetim kurulmuş, rektör ve dekanlar Maarif Nezareti'nce tayin edilmeye başlanmış ve özerk yapının bir uzvu olan Divan kaldırılmıştır. Ancak, fakülte bazında akademik konularda faaliyet göstermek üzere, Darülfünun'da olduğu gibi, fakülte meclisi uygulaması na devam edilmiştir. Ayrıca öğrencilerin serbestçe dernek kurmalarına da son verilmiştir. 

Üniversite'de merkezi yönetime geçiş, üniversite öğretim üyelerince kabul görmemiş ve 1938'de bizzat üniversite yönetimi özerklik konusunu 
gündeme getirmeye başlamıştır. Ancak, Maarif Vekili Hasan Âli Yücel'in 1944'e kadar özerkliğe karşı olması dolayısıyla bu konuda ciddi bir çalışma 
ortaya çıkmamıştır. Fakat, daha sonra çok partili sürecin başladığı 1945 yılında, özerklik konusunda somut adımlar atılmış ve 1946'da yeniden özerk üniversite 
yönetimini kuran bir Üniversiteler Kanunu yürürlüğe girmiştir 1. 

1946 yılından itibaren Türkiye'nin dış politikada yatığı tercihler dolayısıyla iç politikada da farklı uygulamaların ortaya çıkmaya başlamıştı. 
Bu tarihe kadar Sovyetler ile Batılı ülkeler arasında ana hatlarıyla dengeli götürülen ilişkiler, Batı özellikle de Amerika Birleşik Devletleri taraftarlığına 
dönüştürülerek bozulmuştu. Bunda Sovyetlerin Boğazlarda üs taleplerini de içeren isteklerinin de büyük tesiri olmuştu. Sovyetlerin büyük bir tehdit 
algılaması üzerine oturtulan ve Türkiye'nin de yerine aldığı Batı Bloku'nun siyasetinin tek hedefi neredeyse komünizmle mücadele şeklinde ortaya çıkmıştı. 

Bu siyaset, dış politikada ABD ile neredeyse tam işbirliğine dönüşürken, içeride ise komünizmle mücadele adına, CHP iktidarının daha önce kapattığı İmam-
hatip okullarının yeniden açılması kadar geniş bir alında tezahürleri görülmüştü. 
Bu yeni anlayışa tabi olan CHP ve DP'li bütün iktidarların üniversiteye yönelik politikalarında da aynı anlayışın etkili olduğu muhakkaktı. Bunun en güzel 
örneği de CHP'nin üniversiteden solcu bazı öğretim üyelerini uzaklaştırması idi. 


I - 1946 ÜNİVERSİTELER KANUNU'NA GÖRE ÖZERK ÜNİVERSİTE YÖNETİMİ 

Esas itibariyle Darülfünun yönetim tarzına çok benzeyen 1946 düzenlemesi ile ilk defa birden çok üniversitenin bulunması dolayısıyla koordinasyon amacıyla yeni bir müessese olan Üniversitelerarası Kurul oluşturulmuştur, döneminde olduğu gibi Milli Eğitim Bakanı'na bağlı olan üniversitelerde üst kurul olan ve üniversite rektörleri ile dekanlarından ve senatoların seçeceği birer temsilciden oluşan Üniversitelerarası Kurul'un başkanı da Milli Eğitim Bakanı'dır. DF'da olduğu gibi üniversiteler kanun ile M.E. Bakanı üniversitelerin de başı olarak kabul ediliyor du. Ancak yeni kanunla Bakan'ın üniversite yönetimi kurullarına bizzat katılarak yönetimde etkili olmasına engel konulmuştur. Ayrıca, Bakan'ın tasdik etmesi gereken evrakların tasdikinde de zaman açısından bir sınırlama getirilmiştir2

1. Üniversitelerarası Kurul., 

Millî Eğitim Bakanı başkanlığında üniversitelerin rektör ve dekanlariyle, her üniversite senatosunun kendi üyeleri arasından seçeceği birer temsilciden 
oluşuyordu. Üniversitelerarası Kurul, M.E. Bakanı'nın isteği üzerine, bildireceği yerde toplanırdı. Türkiye'de birden çok üniversitenin ortaya çıkmasıyla bir nevi koordinasyon kurulu ve Bakan'a yardımcı olarak kurulan bir müessesedir. Başkanlığını M.E. Bakanı'nın da yapmasına rağmen Türkiye'de M.E. Bakanlığı dışında üniversiteler üzerinde kurulan ilk kurumdur 3. İsteğe bağlı da olsa, Bakanın bile bazı meseleleri buraya havale etmesi dikkate alındığında, bazı durumlarda Üniversitelerarası Kurul'un kararlarının oluşmasında Bakan'dan daha fazla etkili olabileceği düşünülebilir. 
Ancak müessesenin, sadece Bakan'a bağlı ve Bakan'ın istediği zaman toplanması, Kurulun başkanının M.E. Bakanı olması ve kararların nasıl verileceğinin açıklanmaması dikkate alındığında Üniversitelerarası Kurul'un daha çok istişarî bir müessese veya Bakan'ın kararlarını olgunlaştırdığı bir kurum olarak kabul edilmesine yol açmaktadır. 

2. Özerklik., 

Üniversiteler özerkliğe ve tüzelkişiliğe sahip kurumlardır. Üniversiteleri oluşturan fakülteler de, Üniversiteler Kanunu hükümlerine göre bilim ve yönetim özerkliği ne ve tüzelkişiliğe sahiptirler4. 
1946'da üniversiteye verilen özerklik Darülfünundaki özerklik ile aynı prensipleri içermektedir. Yalnız yeni olarak Üniversitelerarası Kurul devreye girmektedir. Ancak bu müessesenin başkanının Milli Eğitim Bakanı olması dolayısıyla özerklik açısından önemli bir yenilik değildir. 

3. Üniversite Senatosu, 

Üniversitenin en yetkili organı olan Senato'nun başkanı Rektör'dür. Bir önceki rektör, dekanlar ve her fakülte profesörler kurulu tarafından seçilen ikişer profesör Senato'nun üyeleridir. Doğrudan üniversite yönetimine bağlı olan yüksek okulları, Profesörler Kurulu tarafından seçilecek birer üye ile Senato'da temsil edilirlerdi. Seçilen üyelerin görev süresi ikişer yıldı 5. 1934 Î.Ü. Talimat namesi'nde üniversite senatosuna karşılık gelen bir kurum yoktu. 
Ancak, DF Divanı ile Senato arasında büyük bir benzerliğin olduğunu görüyoruz. DF Divanı, rektör, dekanlar ve her fakülteden seçilen ikişer üyeden oluşuyordu. Üniversiteler Kanunu'nun bunlara ilave olarak eski rektör ile doğrudan üniversite yönetimine bağlı okullardan birer seçilmiş üyeyi Senato'ya dahil etmiştir. 

4. Üniversite Yönetim Kurulu, 

Bu kurulun başkanı Rektör'dür. Önceki rektör ile fakülte dekanları ve üniversite dekanları ve üniversite genel sekreteri yönetim kurulunun üyeleridir. 
Üniversite Yürütme Kurulu; kanun ve tüzük hükümlerini, senato kararlarının uygulanmasını sağlayacak tedbirleri alacak ve Rektörün yapacağı bütün işlerde 
kendisine yardım edecektir 6. 

Üniversite Yönetim Kurulu, 1934 Talimatnamesi ile oluşturulan Üniversite Heyeti'ne bir önceki rektörün ilave edilmesiyle Üniversiteler Kanunu'na dahil 
edilen bir müessesedir. Daha hızlı icraat yapmak için ihtiyaç duyulan bu müesseseye, Senato'nun seçilen üyeleri arasından hiç kimsenin dahil edilmemesi, üniversitenin en yetkili organı olan Senato'nun seçilmişlerdeki ağırlığının yönetime yansımasını engelleyen bir yapım oluşmasına yol açmıştır. 

5. Rektör, 

Rektör, üniversite tüzel kişiliğinin temsilcisi ve yönetim işlerinin sorumlusudur. Üniversite kurullarına başkanlık eder ve bunların aldığı kararları uygulardı. Ayrıca, rektör, fakülteler arasındaki düzenli çalışmayı sağlamakla görevliydi. Rektör, fakülte profesörler kurullarının yapacağı ortak toplantıda Ordinaryüs Profesör ve profesörler arasından iki yıllığına salt çoğunlukla her dönem, başka bir fakülteden olmak üzere seçilirdi 7. 

Rektör, 1934'deki ME Bakanlığı'na bağlı bir memur olmaktan kurtarılmıştır. DF dönemindeki en çok oy alan iki adaydan birinin Millî Eğitim Bakanlığı'nca 
tayin usûlü yerine, seçilen tek adayın tasdik edilerek göreve başlaması kabul edilmiştir. 

6. Fakülte Yönetimi, 

Fakülte organları; Genel Kurul, Profesörler Kurulu, Yönetim Kurulu ve Dekan'dan oluşmaktadır. Fakülteler de Üniversiteler Kanunu hükümlerine göre bilim ve yönetim özerkliğine ve tüzel kişiliğine sahiptir 8. 

Profesörler Kurulu, 

Profesörler Kurulu'na fakültedeki bütün ordinaryüs profesör ve profesörler katılırdı. Ayrıca, bir dersi bağımsız olarak yapmakla görevlendirilen 
doçentler ile doçentlerin kendi aralarından seçtikleri iki temsilci de Profesörler Kurulu'na dahil edilmişti 9. 
Profesörler Kurulu, 1934-46 arasındaki Fakülte ile katılan üyeler bakımından aynıdır. 
Ancak Profesörler Kurulu, artık dekanın bir istişarî yardımcısı değil, özerklik dolayısıyla fakültenin en yetkili organı haline gelmiştir. 
Profesörler Kurulu, DF döneminde özerk olan fakültelerin Fakülte Meclisi ile büyük paralellik arz etmektedir. 

Fakülte Yönetim Kurulu, 

Fakülte Dekanı başkanlığında, bir önceki dekan ile Profesörler Kurulu tarafından profesör veya ordinaryüs profesör arasından seçilen üç öğretim üyesinden oluşurdu 10. 

Dekan, 

Profesörler Kurulu tarafından profesörleri arasından iki yıllığına mutlak çoğunlukla seçilecektir. Bir dekanın tekrar seçilebilmesi için dört yıl geçmesi 
şarttır. Dekan, fakülte tüzelkişiliği ve fakülteye bağlı tüzel kişiliklerin temsilcisi ve yönetim işlerinin sorumlusudur 11. 

1946 Üniversiteler Kanunu ile Dekan, Profesörler Kurulu'nun doğrudan seçeceği üç temsilci ve bir de eski dekan ile birlikte fakülteyi yönetmek zorunda bırakılıyor du. Ayrıca, rektörün fakülte organlarına başkanlık etmesi de söz konusu değildi. Bütün bunlara dikkat edildiğinde, dekan fakültede bir amir değil, fakülte tüzel kişiliğinin gerçekten bir temsilcisidir. 


7- Öğrencinin Örgütlenmesi ve Yönetime Katılması, 

1946 düzenlemesi ile öğrencilerin örgütlenebilmesi için 1934'te konulan kayıt ve engeller kaldırıldı. Böylece döneminde olduğu gibi öğrencilerin 
serbestçe örgütlenebilme yolu açılmış oldu. Üniversitede öğrencilerin yönetime katılması söz konusu değildir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***