Dr. Alyaa El-Hatip etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Alyaa El-Hatip etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 6


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 6



Filistin Türkmenlerinin Genel Durumu 
Dr. Alyaa El-Hatip 

Filistin Türkmenleri bugün büyük topluluklar halinde Filistin Devleti ve Ürdün Krallığı sınırları içinde yaşamaktadırlar. Türkmenler Ürdün’deki Cenin kampında yoğun olarak bulunmaktadır. Türkmenler bu bölgelerde genellikle Vadi Berkin, El-Almaniye semtleri ile Bir El-Paşa şehrinde yaşarlar. Bu topluluktaki Türkmen gençlerinin Filistin Kurtuluş Örgütü içinde silahlı teşkilatları vardır. Türkmenlerin ayrıca kadrosu ve liderliği olan kendilerine özgü Aksa Şehitleri isimli bir askeri örgütleri de bulunmaktadır. Bu örgüt Siyonistlerin saldırılarına karşı Cenin kampını korumak amacıyla bu kampın içinde sürekli olarak üs kurmuşlardır. 

Türkmenler ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri bakımdan oldukça güçlüdür. Filistin Devleti, kuruluşundan beri aşiret yapısını anayasal olarak tanımıştır. Türkmenlerin Ulusal Meclis, Yürütme Kurulu, Merkezi Komisyon ve Hükümet organlarında temsil edilmeleri için tüm kapılar açık tutulmaktadır. Hükümet içinde “Fahri El-Turkmani” ve diğerleri gibi Türkmen kökenli bakanlar da vardır. Başkan Mahmut Abbas tarafından direnişe katıldıkları için hapse atılan Filistinli Türkmen gençlerini kurtarmak üzere Türkmenler bir heyet oluşturarak Mahmut Abbas’la görüşmüş ve bunun sonucunda bahsi geçen gençler serbest bırakılmış tır. Ürdün’deki Filistinli Türkmenler ile Batı Şeria’daki Filistinliler arasında görüşmeler ve iletişim her münasebette devam etmektedir. 
Batı Şaria Türkmenlerinin sayısı 35-40 bini bulmaktadır. 

İkinci Türkmen topluluğu ise Ürdün Krallığı’nın doğu bölgelerinde yaşamaktadır. Türkmenler Ürdün’ün istisnasız tüm vilayetlerinde ve Filistin mülteci kamplarında bulunmaktadırlar. Ürdün’ün bir şehri olan İrbid’de Filistin Caddesi boyunca uzanan bir Türkmen mahallesi ve aynı şehirdeki Hukema Caddesi boyunca uzanan bir başka Türkmen mahallesi daha vardır. Sadece İrbid şehrindeki toplam Türkmen nüfus 55 bini bulmaktadır. Bu şehrin yakınlarında Filistin müftüsü Şehit Azmi kampı yer almaktadır. Bu kampta 4.000 Türkmen yaşamakta dır. İrbid şehrinin yakınlarında da El-Reyyan isimli bir Türkmen şehri vardır. Bu şehrin nüfusu üç bini bulmaktadır. El-Bakaa kampında da 2.500 Türkmen yaşamaktadır. El-Zerkaa şehrinde ise, bu şehrin mahallelerinde küçük çaplı Türkmen toplulukları vardır. Toplam nüfusları 1.500 olan bu topluluklar ticaretle uğraştıkları gibi Uluslararası Yardım Ajansı’na bağlıOnrua’nın okullarında öğretmenlik mesleğini icra etmektedirler. El-Zerkaa şehrinin yakınlarında bulunan El-Sahne kampında da 5.000 Türkmen yaşamakta dır. Bunun dışında Ürdün Krallığının başkenti Amman’da avukatlık, doktorluk, hakimlik ve öğretmenlik gibi meslekler icra eden bini aşkın Türkmen bulunmaktadır. Bunların bir kısmı da özel şirketler ve özel okullara sahiptirler. Amman şehrinin yakınlarında Şilter adlı bir Filistin mülteci kampı vardır. Bu kampta da 5.000 Türkmen yaşamaktadır. Yine Amman şehrinin yakınlarında bulunan Sahab şehrinin batı bölgesinde “Türkmen Mahallesi” isminde bir mahalle vardır. Bu mahallede bin ile bin beş yüz arasında Türkmen nüfusu bulunmakta dır. 

Filistin Türkmenleri Müslüman olup Hanefi mezhebine bağlıdırlar. Müslümanlığa bağlı, muhafazakar, örf, adetlerini koruyan ve birbirlerine bağlı insanlardırlar. Onlar Filistin’i vatanları olarak kabul ederler ve er geç Filistin uğruna şehit olmayı arzularlar. Filistin kamplarını kendilerine mesken olarak seçenlerin ise çocukları gurbette çalışmaktadırlar. Özellikle Birleşik Arap Emirliği, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Suudi Arabistan Krallığı’nda çalışmak için giden çocuklar genellikle eğitim, tıp ve mühendislik sektörlerinde çalışırlar. Bazıları da Kanada ve ABD’de bulunurlar ve arada büyük mesafelerin olmasına rağmen, her yıl Ürdün’e gelip yılık izinlerini aileleri ve Türkmen akrabaları arasında geçirirler. 
Başta Türkmen toplumu olmak üzere Filistin toplumunun yaşadığı ağır şartlara rağmen, Filistinlilerin eğitim seviyesi dünyanın ileri gelen ülkelerindeki 
toplumların seviyesiyle rekabet edebilecek seviyededir. 

1970 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü ile Ürdün arasında meydana gelen “Kara Eylül” savaşından sonra Ürdün Hükümeti; Millet Meclisi, ordu ve devletin resmi makamlarını Ürdünlüleştirmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak, Ürdün’de ikamet eden Filistinlilere sadece uyrukluluk kalmış, bu tutum 1949 ve 1950 yıllarında Filistinliler ile Ürdünlüler arasında imzalanan Eriha anlaşmasına aykırı bir hareket olmuştur. Ancak Ürdün’de yaşayan Türkmenlerin ekonomik ve kültürel durumları iyi addedilmektedir. 

Bununla birlikte, devlet Türkmen Aşiret oluşumunu tanımamaktadır, bu husustaki tüm uğraşılar da sonuçsuz kalmıştır. Filistin Türkmenlerinden 
olan Ahmet Esad El-Şukeyri, Osmanlı’nın dördüncü ordusunda müftülük görevini yapan bir babanın oğludur. Şukeyri Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nde okurken, Fransızların Lübnan’ı terk etmelerini talep eden büyük bir mitingin başını çekmiş olması nedeniyle 1927 yılında Fransızların emriyle Lübnan’dan uzaklaştırılmış ve Filistin’e dönerek Kudüs şehrinde Hukuk Fakültesinde öğrenim görmeye başlamıştır. Aynı zamanda da “Doğunun Aynası” isimli gazetede görev almış ve 1936-1939 yıllarında Filistin ayaklanmasına katılmıştır. Ahmet El-Şukeyri Filistin elden gittikten sonra o zaman mevcut bulunan yedi Arap devletinin onayını alarak Filistin Kurtuluş Örgütünü kurmuş, örgütün yürütme kurulu başkanlığını üstlenmiş ve Filistin Kurtuluş Ordusunun oluşmasında aktif rol almıştır. Filistin Türkmenleri Irak Devletinin tam desteğini alan bu orduya 
önemli katkıda bulunmuşlardır. Ahmet El-Şukeyri silahlı mücadelenin Filistin sorununu çözecek tek yol olduğunu savunmuş ve bu doğrultuda çaba harcamıştır. Bu çabalar Siyonist rejiminin Ramallah ilçesine bağlı Kabye köyü ile El-Halil ilçesine bağlı El-Semua köyünde gerçekleştirdikleri katliama kadar devam etmiştir. Bu katliamlar Filistin’in, Ürdün Devleti tarafından yönetildiği süre içinde meydana gelmiştir. 

Ahmet El-Şukeyri Çin’e giderek silah talebinde bulundu. Çin Devleti bir vapur dolusu silahı Filistin halkına hediye olarak gönderdi. Şukeyri bu silahları Ürdün yoluyla içeriye götürmeyi denemiş, ancak Ürdün Devleti buna engel olmuştur. Aynı silahları Gazze yoluyla sokmaya çalışmış, bu sefer de Cemal Abdül-Nasır buna engel olmuştur. 

El-Şukeyri Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başında iken, Cemal Abdül-Nasır, Mohammed El-Kadve isminde bir kişiyi örgütün başına getirdi. Mısır doğumlu olan ve Mısır ordusunda hizmet yapan bu kişi kendine Abu Ammar lakabını seçti. Şukeyri de bu gelişme üzerine örgütten istifa etti. Mısır eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın Siyonist rejimle barış anlaşması imzalamasından sonra Ahmet El-Şukeyri bu tutumu protesto ederek Kahire’yi terk edip Tunus’a gitmiştir. El-Şukeyri vefat ettiğinde kendi vasiyeti üzerine Filistin’den 3 kilometre uzakta bulunan Ebu Ubeyde Amir İbni El-Cerrah (Şam ülkesini fetheden İslam ordularının başkomutanı) mezarlığında defnedildi. 

Türkmenler Ortadoğu’da özgürlüklerini kazanıp devlet ve emirlikler kurdukları zaman Filistin dahil İslam ülkeleri güçsüz, parçalanmış, topaklarından 
parçalar koparılmış ve Haçlı ordularının kılıçları altında inlemekteydi. Türkmenler o dönemlerde Filistin dahil, İslam diyarında emirlikler ve krallıklar kurmayı başarmışlardır. Haçlılara karşı Cihat bayrağını açan ilk mücahit Türkmen Halep Emirliğinden yola çıkan Sultan Nureddin Zengi olmuştur. Zengi’den sonra onun sarayında yetişen Yusuf cihat bayrağını almıştır. Kürt asıllı olduğu söylenen Yusuf, kendine Selahaddin Eyyubi lakabını seçmiş ve “Allah’tan başka İlah yoktur” bayrağını kaldırarak Müslümanları cihada davet etmiştir. Bu 
davete en büyük komutanı, yakın arkadaşı ve eniştesi Muzaffereddin Begtekin Koçak evet demiş ve emrinde bir Türkmen ordusu toplamıştır. 

Selahaddin, savaşçılarıyla birlikte Doğu Filistin’e hareket ederek Hatin düzlüğünde karargahını kurmuş ve Haçlılarla 5 Haziran 1187 M. tarihinde 
savaşarak zafer kazanmıştır. Irak’taki Erbil Emirliği ile iletişim kurarak önce Ali Küçük komutasında olan bir Türkmen ordusunun ve sonra yine de Erbil Emirliğinden Zeyneddin Yusuf komutanlığındaki diğer bir Türkmen ordusunun kendisine katılmasını temin etmiştir. Bu ordular 20 Eylül 1187 M. tarihinde Kudüs şehrine vararak komutan Selahaddin’in emriyle şehri kuşatmaya başlamıştır. Selahaddin ikinci gün ordusuyla birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra Kudüs’e doğru akın etmeye başlamıştır. 14 gün süren bu çetin savaşın sonucunda zafer Müslümanların olmuştur. Savaşı kazanan Selahaddin istilacı haçlıların canlarını ve mallarını bağışlayarak onların ülkeyi mallarıyla birlikte terk etmelerine imkan sağlamıştır. 

Kudüs fethedilip, durumun istikrara kavuşmasından sonra İslam orduları Filistin’in batı bölgelerine yönelerek Murc Beni Amirin batı taraflarında 
karargah kurmuşlardır. Komutan Muzaffereddin Küçük, Filistin kıyılarında bulunan Akka şehrini kuşatmıştır. Bu arada Mısır’dan Filistin’e bir askeri ikmal hattı açılarak Türkmen kökenli Rukneddin El-Zahir Baybars komutanlığında bir ordu Filistin’e yönelmiş, arkasından komutan Halil Bin Kılavun komutanlığında Memlukler’den oluşan bir ordu gelmiştir. Bu ordular haçlı güçlerini tüm Filistin kıyılarından güneydeki Gazze şehrine kadar kovmayı başarmıştır. Selahaddin ve Baybars Türkmenlere geniş ölçüde araziler tahsis etmiş ve onların bu bölgede yerleşmelerini temin etmiştir. Bahsi geçen Filistin kıyı şehirleri Akka, Kaysarya, Atlit, Fredis şehirlerini kapsamaktaydı. Filistin’in iç kesimleri de Nablus, Tol-
kerem, Safsafa, Sindiyane şehirlerini ve Culan, Cenin, Tabarya, Bisan ve Zerin şehirlerini içine alan Safad Memluklu Krallığını kapsamaktaydı. 

Türkmenler 1920 yılında bir yerde kış mevsimini geçirmek, her yıl Kerkur’a göç etmemek amacıyla kendilerine köyler inşa etme kararını almışlardır. Türkmenler bu amaçla tepeli ve suyu bol olan araziler seçmişler ve birbirinden uzak olan köyler oluşturarak evlerini inşa etmeye başlamışlardır. Bu tutum onlardaki bedevilik sıfatlarından biri olan bağımsızlık arzusunun bir yansımasıydı. Herkes bilir ki Filistin Türkmenleri bedevi hayat yaşamaya alışkın topluluklardı. Türkmenlerin bir bölümü eski çağlardan beri yerleşik hayat sürdürürken, diğer bir bölümü de göçebelik durumunu yeğlemişlerdir. Yedi kabileden oluşan Filistin Türkmenleri aynı köktendirler. Şüphesiz ki bu Türkmenler kesintisiz olarak Hicri yedinci asırdan beri bu toprakları kendilerine yurt olarak seçmişler ve oralarda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Türkmenlerin başlangıçta yerleştikleri bölgeler Türkmen olma sıfatını kaybetmişse de, oralarda geçerli olan Türkmen isimleri hala kendini korumaktadır. Filistin’in Nablus şehrinde Türkmenler, Sifalılar adını alarak hala yoğunlukta yaşamaktadırlar. Bunlar Osmanlı ordusu komutanı Şahsivar’ın torunlarıdır. Filistin’in Tulkerim şehrinde Türkmenler, Türkmen olmayan ad ve lakaplarla varlıklarını sürdürmektedirler. Bunlar da Osmanlı ordusu komutanı Şah Mesut’un torunlarıdır. Safad şehrinde yoğunlukta yaşayan Türkmenler Filistinli Saidanoğulları kabilesindendir. Türkmenler Murc Beni Amir, Kerkur ve Gazze’de yoğun olarak bulunmaktadır. Ürdün’ün doğusunda bulunan Gor Damye’de yaşayan Türkmenler, bundan beş yüz yıl önce Murc Beni Amir’de yaşayan Mutlak Ağa El-Şukeyri’nin torunları olduklarını söylemektedirler. Bu da Mutlak Ağa, kardeşi Hıdır Ağa ve onlara bağlı olan Türkmen ordularının ne denli eski bir zamanda oralarda bulunduklarını göstermektedir. 

Şeyh Mutlak Ağa’nın miladi 1872 yılında vefat etmesiyle Şeyhlik unvanını onun yakın arkadaşı ve kardeşinin damadı olan Şeyh Hüseyin El-Hatip teslim almış ve aynı yılda ilk Türkmen Aşiret Meclisini kurmuştur. Bu meclis 1935 yılında Şeyh Hüseyin El-Hatip’in vefatına kadar görevini yerine getirmiştir. Bu tarihten sonra Şeyhlik görevini Saidan Oğulları kabilesinden olan Şeyh Hasan Mansur El-Musa üstlenmiştir. Saidan Oğulları kabilesi yedi Türkmen kabilesinin en önemlilerinden biridir. Bu kabilenin adı altında altı adet Türkmen köyünün merkezi olan El-Mensi köyünde dört büyük kabile bulunmaktadır. Hasan Mansur El-İsa beş üyeden oluşan bir Devrim Komuta Konseyi kurmuş, Türkmen gençlerinden 
oluşan on iki bölüğe on iki komutan atamıştır. Ayrıca bir Devrim Mahkemesi kurmuş ve devrime katılmak isteyenleri eğitmek üzere bir askeri uzman istihdam etmiştir. Bu aşamadan sonra da Filistin’in kuzey vilayetinde manda hükümetine ve Filistin’e Siyonist göçe karşı Türkmen ayaklanmasını resmen ilan etmiştir. Devrimin başarılı olması ve güçlenmesi manda hükümetini şaşkına çevirmiştir. Devrim mahkemesi Siyonist esirleri yargılamış ve onları idam cezasına çarptırmıştır. Devrim güçleri müteaddit defalar İngilizlerin işgal ordusuna ait Beyt Kıleym gibi karakollarını basmış ve oradaki İngiliz askerleri öldürmüştür. Manda hükümeti buna karşılık olarak 1939 yılının kış mevsiminde El-Mensi kasabasına piyade güçleri, tanklar ve uçaklarla saldırılar düzenlemiştir. Devrim komutanlığı saldırıların yoğunluğunu görünce ateş açmama emrini 
vermiştir. Bunun üzerine de beldede bulunan kadın, erkek, genç ve yaşlı insanların tamamını tutuklamıştır. Bunları üç ay boyunca işkenceye tabi tuttuktan sonra yavaş yavaş salıvermeye başlamışsa da devrimin beş liderini serbest bırakmamış ve durumlarının belirsizliği devam etmiştir. Manda Hükümeti onların akıbetinden hala sorumludur. Türkmenlerin Manda Hükümeti aleyhine açmış oldukları davalara rağmen Manda Hükümeti suçlamayı reddederek, onları tutuklamadığı iddiasını tekrarlamıştır. Türkmen Kabileleri İngiltere’nin El-Mensi kasabasına saldırmasını, devrim liderlerinin durumlarının belirsiz olmasını ve insanlarının işkenceye tabi tutulmasını felaket boyutunda olay bazında addetmişler ve bu olayları zaman hesaplamasında bir tarih olarak kullanmışlardır. 

1948 yılının Mayıs ayı başlangıcından itibaren Filistin’deki durum daha kötüye gitmeye başlamıştır. Zira Siyonist terör örgütleri o günlerde Filistin’in 
Deir Yasin köyünde korkunç bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Bu katliamda aralarında çocukların ve hamile kadınların da bulunduğu 250 kişi hunharca katledilmiştir. Ancak, Siyonistlerle Türkmenler arasında 1948 yılının Nisan ayının yedisi akşamına kadar bir sıcak temas gerçekleşmemiştir. O akşam komutan Fevzi Kavukçu Kurtuluş Ordusuyla birlikte El-Mensi kasabasına girmiş ve gece vakti Türkmen köylerinden nispeten uzak olan koloniyi bombalamıştır. İkinci günün sabahı bir İngiliz subayı askeri aracıyla El-Mensi kasabasına girerek Fevzi Kavukçu’yu sormuş, hiçbir cevap alamayınca da geri dönmüştür. Dokuz Nisan 1948 günü Arap ordularının başkomutanından Fevzi Kavukçuya kasabayı 
derhal terk etmesini talep eden bir emir yöneltilmiştir. Arap ordularının başkomutanı o sıralarda Doğu Ürdün’deki sarayında Arap ve Arap olmayan komutanları karşılamaktaydı. Kavukçu, Arap Orduları Genel Komutanının emri üzerine geceleyin geri çekilmiştir. Sabah olduğunda koloniyi izleyen bazı Türkmen kişiler çok miktarda yük araçlarının koloniden hızla ayrıldığını görünce Siyonistlerin saldırı hazırlığı içinde olduklarını anlarlar. Bunun üzerine çadırlarda yaşayan Türkmenler Kerkur Bölgesini terk edip El-Mensi kasabasını göç ederek kadın ve çocukları Ayn El-Mensiye köyüne yerleştirirler. Türkmen köyleri bir yandan savunma hazırlığına başlarken, diğer yandan da Arap orduları başkomutanına silah talebiyle bir heyet gönderirler. Ancak komutan silahlarının olmadığını bildirerek taleplerini reddeder. El-Mensi kasabası Nisan 1948 ayının onuncu sabahında Hajana ve Balmah çetelerinin saldırısına uğrar, üç gün süren çatışmada birçok Türkmen şehit düşer ve 13 Nisan 1948 günü kasaba çetelerin eline geçer. 

Filistin topraklarının gasp edilmesi faciası karşılığında, başta Arap ordularının başkomutanı olmak üzere cihat etmeleri yerine mal ve mülkleriyle meşgul olan kişiler Rodos adasına koşarak Siyonist çetelerle sonu olmayan bir ateşkes anlaşmasını imzaya koydular. Bu duruma ve bir milyon yedi yüz bin Filistinlinin perişan vaziyette yerlerinden ve yurtlarından kovulmalarına, Arap aleminden hiçbir tepki gelmemiştir. Filistin medyası da Siyonistlerin Filistin halkını kesmelerine sessiz kalmıştır. Siyonist çeteleriyle ateşkes anlaşmasının imzalanmasından sonra bile Filistinlilerin ellerinde olan birçok köy de istilaya uğramıştır. Bu duruma da, köyleri terk edip istilacı Siyonistlere bırakılmasını teşvik eden Filistin medyası sebep olmuştur. 

1948 felaketi sonucunda tüm varlıklarını kaybeden Türkmen aşiretlerin bir kısmı akrabalık bağları olan Golan Türkmenlerinin yaşadıkları bölgeye göç ettiler. Göç eden Türkmenlere orada çok miktarda tarım arazisi bahşedildi ve bir yıl boyunca Hitel köyünde ikamet ettiler. Ancak Cenin şehri yakınlarında ve Murc beni Amir’in doğu tarafında bulunan Türkmen kamplarına Siyonistler tarafından saldırı düzenlendiğini duyan bu köylülerin tamamı, beraberlerinde bir kısım Golan Türkmenleriyle birlikte Filistin’e döndüler. 

Siyonistlerin Türkmen kamplarına saldırması olayı 1949 yılının sonla-rında vuku bulmuştur. Siyonistlerin attıkları bombalar kampın etrafına isabet ederken, Irak’ın Telafer ilçesi halkından olan bir Türkmen komutanının komuta ettiği bir Irak ordusu bölgeye gelir. Üç gün boyunca yolda olmasına rağmen, derhal savaşa iştirak eder ve saldırganları püskürtür. Iraklı Türkmen subayının sonradan anlattığına göre, bu ordu aslında ateşkes hattı üzerinde bulunan Tolkerm şehrine doğru ilerliyormuş. Fakat Türkmen komutan, Cenin yakınlarındaki Türkmen kamplarının Siyonist saldırısına uğradığı haberini alınca yolunu değiştirerek Türkmen kamplarının bulunduğu Cenin şehrine doğru yönelir. Bu ordu Cenin şehrinin batısında olan bir bölgede karargahını kurar. Ürdünlülerle Filistinliler arasında 1950 yılında imzalanan Eriha anlaşması gereğince bir Ürdün ordusunun geçmesine kadar da o bölgede kalır. 

Batı Şeria’da ve Ürdün’e ait Doğu Şeria’da Türkmen toplumunun gelişmesi hakkında yapmış olduğum saha çalışmalarımda, Türkmen toplumlarındaki sosyal hareketlilik dikkatimi çekmiştir. Türkmenlerin gençleri ve yaşlıları bayram düğün ve taziye günlerinde düzenli olarak bir araya gelmekte; Filistinli mahalle, köy ve kamplarda tüm topluluklarda aşiret meclisleri, hayır dernekleri ve kooperatif faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ben bu Türkmenlerin anavatanla kavuşmalarını temenni etmekteyim. 

Filistinli Türkmen aşiret evlatları ister komutan ister asker olsun her biri nesiller boyunca Filistin uğruna şehit düşmek için çırpınmaktadırlar. Onlar eskiden beri ve şimdi de Filistin topraklarının en ücra köşelerinde bile komando faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ayrıca Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abd-ül Nasır lehine 1956 yılındaki üçlü saldırıdan üç ay önce büyük hizmet sunmuşlardır. Türkmen aşiretleri hala işgal altındaki Türkmen köylerinin sadece 20 kilometre uzaklığında yoğun şekilde bulunmaktadırlar. Türkmenlere ait Aksa Şehitleri Örgütü’nün savaşçı ve lider kadroları Siyonistlerin 2002 yılında Cenin kampına yaptıkları saldırılarının karşısında durmuş ve yirmi şehit vermişlerdir. Saldırıyı da 
püskürtmeyi başarmışlardır. Örgüt bu bağlamda işgal edilmiş toprakların dahilinde bir dizi operasyon düzenlemiştir. Bunun en göze çarpan örneği El-Afule operasyonuydu. Siyonist oluşumunun Cenin kampını işgal ederek kampta kalanlara zarar vermek için 1949 yılından beri sürdürdükleri uğraşıları El-Aksa Şehitlerinin karşı koymaları sayesinde sonuçsuz kalmaktadır. Cenin kampı şeyhleriyle Filistin sorunu hakkında yapmış olduğum görüşmelerde 1948 yılından Filistin topraklarının kolaylıkla elden gittiğini, 1967 yılına kadar köylerinde olan bitenlere Türkmen gençlerinin aktif olarak katıldıklarını ve 1987 ve 2000 yıllarındaki direnişlerini dile getirmişlerdir. Ayrıca İngiltere’nin Filistin hakkında ve Filistin halkına karşı işlemiş olduğu cinayetleri, Siyonist çetelerini nasıl silahlandırdığını ve koruduğunu, buna karşılık Türkmenleri genç ve yaşlı 
demeden tutukladığını, onlara karşı çeşitli işkenceler uyguladığını ve birçoğunu katlettiğini sırasıyla bana anlatmışlardır. 

Siyonistlerin 2002 yılında Cenin kampına saldırılarına karşı savaşıp şehit düşen genç ve yaşlı Türkmenlerin isimleri şu şekildedir: 

Şehit Ahmet İbrahim Turkmani, 
Şehit Semir Uveys Türkmani, 
Şehit Ziyad İbrahim Turkmani, 
Şehit Usame İd Turkmani, 
Şehit Mohammwed Mahmud Turkmani, 
Şehit Salih Mohammed Turkmani, 
Şehit Lütfi Huveyti Turkmani, 
Şehit Ahmet Hasan zidan Turkmani, 
Şehit Rıfat Gavadre El-Turkmani, 
Şehit Rıfat Musa El-Turkmani, 
Şehit Mohammed Huveyti El-Turkmani, 
Şehit Ziya Gavadre El-Turkmani, 
Şehit Semire Zubeydi El-Turkmani, 
Şehit Luey Emin El-Turkmani, 
Şehit Fadi Emin El-Turkmani,
Şehit Fuat Mohammed El-Turkmani, 
Şehit Cemal Ebu Sakar El-Turkmani, 
Şehit Taha Zubeydi El-Turkmani, 
Şehit Merzuk Mithat El-Turkmani, 

Ahmet Neğniğe El-Turkmani. İşgal altındaki Filistin topraklarında intihar saldırılarında esir düşen Türkmenler ise; Yahya Zubeydi El-Turkmani, 
Hüseyin Gavadre El-Turkmani, Davut Zubeydi El-Turkmani, Mohammed Ebu El-Baha El-Turkmani. 

Altı adet köy ise şunlardır: 

1 – El-Mensi köyü: 4661 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 12227 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 2640. 

2 – Ebu Şuşe köyü: 3077 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 8960 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 720. 

3 – Ebu Zureyk köyü: 2092 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 6493 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 650. 

4 – El-Lıd köyü: 354 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 12572 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 750. 

5 – El-Gabyat köyü: Yukarı El-Gabya ve Aşağı El-Gabya’dan oluşur.532 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 11139 dönümdür. 

1948 yılındaki toplam nüfusu: 650. 

6 – Ayn El-Mensi: Arazileri El-Mensi köyüne aittir, köylüleri Sufi tarikatından dırlar, bunlar kendilerini ibadete vermiş Türkmenlerdirler. Tarımla uğraşırlar ve El-Geylani ailesindendirler. 

Filistin dahil, Şam ülkelerinde İslam tarihinin erken dönemlerinden beri siyasi partiler görülmüştür. Şam ülkelerinde Yemenli parti ve Kays partisi siyasi partilerin başında gelirdi. Yemenli partinin başkanlığını Filistin Türkmenleri üstlenmişti. Onlar, Filistin’in hem kuzey vilayetlerinde hem de iç kesimlerinde otoritelerini sürdürmekteydiler. Filistin’in büyük şehirlerinde Türkmen Seyfi ailesi hakimdi. Bu husustaki çekişmeler Trablus vilayeti başta olmak üzere Suriye’nin ve Lübnan’ın kuzey bölgelerine kadar yayılmış ve hatta Golan bölgesini, Safad’ı ve Şam ülkesinde Türkmenlerin bulunduğu tüm bölgeleri de kapsamıştır. Osmanlı Devletinin görevlileri ve temsilcilerinin zaman zaman El-Kaysi partisi aleyhine davranarak, El-Yemeni partisinin lehine müdahalede bulunmaları bu çekişmeleri arttırmaktaydı. Tutuculuk, kırsal kesimlerde şehirlere göre 
daha fazla görülürdü. 1123 H. (1711 M.) yılında partizanlık tüm kabile ve mezhep sınırlarını aşmıştır. Bu bağlamda, her partinin kendine özgü bir 
bayrağı vardı. Yemen partisinin bayrağı beyaz renk ve simgesi beyaz renk haşhaş çiçeğiydi. Kaysi partisinin bayrağı ise, kırmızı renk ve simgesi 
kırmızı karanfildi. Yemeni partisinin Filistin’in kuzey vilayetinin tüm şehir ve kasabaları ile özellikle Trablus vilayeti olmak üzere Lübnan’ın ve Suriye’nin kuzey bölgelerine hakim olmasına kadar bu parti rekabeti devam etmiştir. 

Türkmenler başlangıçta zor olsa bile kamp hayatına alışmayı öğrenmişlerdir. Onlar yanlış anlamadan ve yanlış anlaşmadan uzak durmayı başarmışlardır. Filistin’deki kendi diyarlarına dönüşün yakın olduğu algısından kurtulmuş, çocuklarını karanlık ve zor hayat şartları altında eğitmeyi üstlenmiş ve bunu da başarmışlardır. 

Filistin Türkmenlerini en fazla acıya boğan konu ise arazilerini, köylerini ve tüm varlıklarını kaybetmek olmuştur. Bu sıkıntıların başında arazilerini kaybetmek ve tarımla ilişkilerinin kesilmesi gelmektedir. Çünkü tarım toprak demek ve toprak ise vatan demektir, vatan da hem tarih hem de coğrafya demektir. Türkmenler Filistin halkının bir parçası olarak diğer halklarla ortak bir kültürü paylaşmışlar dır. Türkmenler Filistin sığınma kamplarına yerleştikten sonra kampı, ulusal kimlik, din, dil ve tarih öğelerine dayanan kültür kaynağı olarak görmüşlerdir. Dinin; davranışlar, yaşam, ilişkiler ve insan ruhunun yücelmesi yönünde rolü büyüktür. Din sayesinde insanoğlunun inancı güçlenir. Allah’a dayanarak yoluna devam etmekte büyük bir enerji kazanmış olur ve var gücüyle çalışır, Allah’ınhükmüne razı olur ve O’nun kaderini reddetmez. İnsanoğlu hayatın zor 
şartlarına dayanarak tüm korkularını inancıyla giderir. İşte bu şekilde Filistin Türkmen gençlerinin eğitiminde olumlu tarafları güçlendirmeye ve Filistin’e yakın zamanda geri dönüleceği hususundaki söylentilerden uzak tutar. Türkmen din adamları Türkmenlerin kültürel kimliklerinin temel taşı olan kapsamlı bir din eğitimi vermeleri gerekir. Babalar ve annelerin de birinci rolü, evlatlarının kafasındaki olumsuzlukları küçültmek ve olumlu yönleri büyütmek olmalıdır. Filistin Türkmenlerinin hayat dolu ve ümitle yaşama arzuları, onlara gelecek nesillere iyilik ve sevgiyi aşılamak yolundaki çabalarını kolaylaştırmıştır. Ben şu sıralarda insanlarımın ve Türkmen akrabalarımın (Filistin Türkmenleri) 
tarihini yazmaya devam ederken bazen kendimi büyük sıkıntılar içinde görmekteyim. Ancak, şükürler olsun ki yazmaya devam edip Allah’tan bana bu uğraşımı mübarek kılmasını ve varlığın en büyük mesajı olan Allah’ı tanımak ve Allah’a iman etmek yolunda bana yardım etmesini niyaz eylemekteyim. 

İstisnasız tüm aşiretlerin ailelerini kapsayan ve bizlere çok büyük miktarda şehitler verdiren kötü yıllar geçirdik. Onun akabinde ise baskı, şüpheli ve kasıtlı söylentilerle dolu yıllar geldi. Ancak aşiretlerle istikrara kavuşmuşladır. Onların tuttukları yol daha açık ve parlak hale gelmiş, Türkmenler yorgunluk ve zorlukların ortadan kalkmasıyla iyileşmeye ve dengeli yaşama başlamışlardır. Onlar için olumlu ve yaralı düşünceler üretmeye ve sağlam şekilde planlar kurmaya ve uygulamaya uygun olan nispeten daha sakin bir ortam oluşmuştur. Onların arasında artık akraba ve toplum dayanışması başlamış ve aralarında görüşmeler ve toplantılar çoğalmıştır. Felaketin acılarını bir kenara bırakarak, bazı pasif izlenimleri düzeltmişler ve tüm zorlukları aşarak sosyal alanda planlı ve hedefi olan çalışmalar yaparak bu yolda ilerlemeye devam etmişlerdir. Onlar 
iman dolu bir kalple ve güvenle tüm çalışma ortamlarına el atmışlardır. Aşiretler değişik projeler başlatmış, iş dünyasının tüm alanlarına girmiş, daha fazla akılcı ve tecrübeli olmuş ve beklenmedik sonuçlar elde etmişlerdir. Sürekli devam eden çabaları sayesinde giderek bireyler arasındaki ilişkiler güçlenmeye başlamıştır. Birkaç yıl sonra da bazı aşiretler arazi satın alabilmiş ve üzerinde özel binalar inşa etmişlerdir. 

1949 yılında Kral Birinci Abdullah bazı Filistinlilerle görüşerek, elde kalan Filistin topraklarını Doğu Ürdün Prensliği’ne ilhak edip Haşimi Ürdün Krallığı’nın kurulması üzerine onlarla anlaştı. Yedi Arap ülkesinin bu anlaşmaya karşı çıkmalarına ve Ürdün ordusunun Filistin topraklarına girmesini işgal olarak addetmesine rağmen, anılan anlaşma 1950 yılında uygulandı. Gazze şehrinde Ahmet Hilmi başkanlığında kurulan Umum Filistin Hükümeti hükmen düşürülmüş oldu. Filistin’deki Irak ordusunun yerini Ürdün ordusu aldı. Doğu Ürdün Prensliği Filistinlilere Ürdün uyruğu vererek, Filistinlilere kapılarını açtı. Parlamento, ordu, hükümet, devlet memuriyetleri ortaklaşa iki taraf arasında paylaşıldı. Bu sıralarda Türkmen aşiret efradı, Murc Beni Amir’in doğu tarafında bulunan ve işgal altında olan Türkmen köylerine çok yakın olan Cenin kampı hariç, 
bulundukları kampları terk ederek Doğu Ürdün Prensliği’ne doğru göç etmeye başladılar. Türkmenler ondan sonra Ürdün hükümetinden ve arazi sahiplerinden İrbid, Sahab, Umman ve Zerka şehirlerinde büyük çapta arazi satın aldılar. Ürdün hükümetinden satın alınan araziler doğuda bulunan Aclun Dağları eteğinden başlayarak batıdaki Ürdün nehrine kadar uzanmaktadır. Binlerce dönüm genişliğinde olan bu araziler işgal altındaki topraklara çok yakındır ve suyu bol olduğu için bu arazilerin tamamında narenciye ağaçları ekilmiştir. Türkmenler sebze ekmek için seralar kullanmışlardır. Türkmenler Umman-İrbid yolu yakınlarında El-Reyyan köyünü kurdular. Türkmenlerin çiftlikleri Ürdün’ün tamamında bulunan çiftliklerin en güzelidir. Türkmenlerin çiftliklerinin bitişiğinde olan Ürdün Nehri Bölgesi, Filistin direniş güçlerinin işgal altındaki toprakların 
derinliğine nüfuz etmek için güvenli bir geçit teşkil etmekteydi. Bu geçide Türkmen Geçidi adı verilmiştir. Adının Türkmen Geçidi olması, Siyonist rejimin 1968 yılının Mart ayının yirmi birinci günü Doğu Ürdün’de bulunan El-Karame kampına saldırmasının ana nedeni olmuştur. Bu kamp Siyonistlerle Filistin direniş güçleri arasında vuku bulan çarpışmalara sahne olmuş ve çarpışmalar gün boyu devam etmiştir. Saldırganlar ateşkes talep etmiş ise de taleplerine icabet edilmemiştir. Ürdün topçu alayına mensup bir subayın açıklamasına göre Siyonistlerin tankları 60 kilometre hızla başkent Amman’a doğru ilerlediği görülünce, Ürdün topçu güçleri tarafından topa tutulmuştur. Aynı gün, akşam saat 16’da Ürdün’ün siyasi otoritesinin başı saldırganların güvenli bir şekilde geçebilmelerini temin etmek amacıyla kampta ateşin kesilmesi emrini 
vermiş ve topçu alayının tüm subaylarını ordudan uzaklaştırmıştır. Bunun üzerine bunların bir kısmı Filistin Kurtuluş Ordusu’na katılmıştır. 

1968 yılında vuku bulan El-Karame savaşından sonra Türkmen aşiretleri efradı dahil, Ürdün’de ikamet eden tüm Filistinliler ağır felaketlere uğramışlardır. Şöyle ki, Filistin Kurtuluş Örgütü savaşçılarını yok etmek amacıyla üç devletin de katıldığı büyük bir komplo hazırlanmıştır. Hiçbir gerekçesi olmayan bu olay herkes için büyük sürpriz olmuş, fakat hiç kimse bu komploya karşı ağzını bile açamamıştır. 

Savaş 1 Eylül 1970 tarihinde başlamış ve 30 Eylül tarihine kadar devam etmiştir. Bu savaşta tüm Filistin kampları ağır silahlarla bombalanmış ve Siyonist silahlı güçleri Ürdün sınırlarına dayanmıştır. Bu arada Suri-ye’de Nureddin El-Atasi Cumhurbaşkanı ve Yusuf Zain Başbakan iken, Suriye silahlı güçleri Ürdün’ün kuzey bölgelerini işgal etmiştir. Başkent Amman’a doğru yönelerek Cereş vilayeti yakınlarına kadar ilerlemiş ve o bölgede durmuştur. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abd-ül Nasır ile Suriye yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda da Suriye güçleri Ürdün’den geri çekilmiş ve Ürdün ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında bir anlaşma taslağı hazırlanmak üzere Cafer El-Numeyri başkanlığında 
Ürdün’e bir heyet gönderilmiştir. Görüşmeler sonucunda Kurtuluş Örgütü savaşçılarının Filistin kamplarından çekilmesi, bu güçlerin Ürdün ormanlarında 
konuşlanması kararlaştırılmıştır. Görünüşte bir barış sağlanmıştır. Barış göstergesi olarak, ormanlara konuşlanan Filistinli savaşçılara bir öğle yemeği gönderilmiştir. Savaşçılar yemeklerini yerken Pakistan savaş uçakları onları bombalamış ve bulundukları ormanları yakmıştır. Aynı anda sürpriz bir şekilde Cemal Abdül Nasır’ın vefat ettiği haberi açıklanmıştır. Pakistan hava kuvvetlerine ait uçaklar ormanı ve savaşçıları yok edene dek saldırılarına devam etmişlerdir. Filistin kamplarında ve Ürdün’ün değişik şehirlerinde bulunan Filistinliler, şehitler için siyah bayraklar açmışlardır. Şehitlerin arasında Filistin Kurtuluş Örgütü savaşçılarından olan Türkmen aşiretleri fertleri de vardı ve onlardan hiç kurtulan 
olmamıştır. Türkmen aşiretleri bu Kara Eylül savaşını Filistin’nin ikinci felaketi olarak nitelendirirler. Savaş bittikten sonra komplonun ikinci evresi hayatta kalan Filistinli savaşçıların Lübnan’a göç etmeye zorlanması şeklinde olmuştur. Bu şekilde Siyonistlerin, “Filistinsiz İsrail olmaz, Kudüs’üz Filistin olmaz, Heykel’siz Kudüs olmaz” söylemi derhal uygulanmaya geçmiştir. Bu senaryo bugün de Batı Şeria’nın ve Kudüs’ün birlikte Yahudileştirilmesiyle gerçekleşmektedir. 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***


.

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 5


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 5







SURİYE, LÜBNAN, FİLİSTİN TÜRKMENLERİNİN GENEL DURUMU 

ABD İşgalinden Sonra Irak Türkmenlerinin Siyasi Durumu 

Saadettin Ergeç 

     2004 yılının başlangıcında yapılan seçimde Barzani’nin seçmen kütüğüne ilave yapılmasını ısrarla istemesi, aksi takdirde seçime girmeyeceğini belirtmesi sonucu seçmen kütüğüne 87.000 isim ilave edildi. 87.000 isim ilave edildikten sonra seçim yapıldı. Bunun neticesinde ne şekilde sonuç çıktığını tabi ki sizler biliyorsunuz. Durum bu şekilde devam etti ve biz bu seçimleri de protesto ettik. Hiçbir zaman siyasi hareketlerden geri kalmamak için ağırlığımızı değil de varlığımızı ispat etmeye çalıştık. 2004 yılının son ayının ortalarında anayasa çıkarıldı. 
Daha sonra anayasa oylamaya sunularak millete indirildi. Biz anayasayı okuduğumuzda ne kadar tehlikeli olduğunu gördük. Bu anayasa bizim 
için büyük bir tehlike arz eder diye ifade etmemize rağmen seçimlerde onaylandı. Böylece anayasa oylama sonucu geçirildi. Geçirilmesi de 
bir oyun sonucu olmuştur. Çünkü bu anayasanın içerisinde bir madde bulunmaktadır. Bu maddeye göre üç vilayet bu anayasayı reddederse 
anayasa reddedilmiş olur. Kesin olarak bildiğimize göre üç vilayet bunu reddetti. Ancak Musul’un reddetmediğini (uzun bir süreç içinde yapmış oldukları değişiklik sonucu) izah ederek, anayasayı geçirmiş oldular. Anayasa bizim üzerimizde bir sorumluluk yarattı. Çünkü anayasa içerisinde Irak Türkmenlerinin ismi geçiyordu. Bazı arkadaşlarımız; Türkmenlerin isminin anayasa metninde geçtiğini ve bu yüzden bu anayasanın Türkmenler için güzel olduğunu belirttiler. Oysaki anayasada sürekli Türkmenleri küçültmek ve azınlık statüsüne koymak gayesi göze çarpmaktadır. Verilen haklar da zaten o şekilde olmuştur. O anayasa içerisinde Irak’ın resmi dilinin Kürtçe ve Arapça oluşu ifade edilmiştir. 
Bize gelince yine diğer azınlıklar ile birlikte sadece ismimiz zikredilmiştir. 

Sonra anayasanın içine konulması mümkün olmayan bir madde anayasaya koyuldu- bir şehrin geleceğini tespit etmek için madde zannedersem 
anayasaların hiçbirinde bu tarz bir madde bulunmamaktadır- bu madde 

140. maddedir. 140. madde içerisinde üst zaman tespit edilerek, 3 aşamada Kerkük’ün geleceğini tespit etme hükme bağlanmıştır. Birinci aşamada normalleştirme, ikinci aşamada nüfus sayımı, üçüncü aşama da ise referandum yapılacaktı. Biz normalleştirmeyi o zaman o şekilde izah ettik. Normalleştirme göç ettirilenlerin geriye gönderilmesi, mevcut olan arazilerin sahiplerine verilmesi ve Kerkük’ün geçmişte bozulan demografisinin normale döndürülmesi olarak düşünülürken maalesef o normalleştirme bize göre anormalleştirme olarak gerçekleşmiştir. Çünkü gerçekte orada sayı arttırılarak, Kürtlerin memleketi işgal ettiği ortaya çıkmıştır. Maliki hükümeti kurulduğu zaman, bu maddenin hükümetin programına girmesi bizim için şaşırtıcı oldu. Hükümet programında bu madde sınırlandırılmıştır. Bu maddenin geçerliliği 2007’nin 12. ayının 31’inde bitecektir. Bunların zaman dilimi içerisinde gerçekleştirileceği belirtilmiştir. Bu durumu protesto ettik. Bu maddenin konuşulduğu gün 
salonu terk ettim ve bir basın toplantısı yaptım. 140. maddenin tatbik edilmesi mümkün değildir. Anayasanın içerisinde 142. madde vardır ve 140. madde 142. maddeye tabidir. Değiştirilmesi mümkündür. Dolayısıyla uygulanması mümkün değildir diye belirtmemize rağmen kimse bizi dinlemedi. Fakat mümkün mertebe arkadaşlarla bu duruma karşı durduk. Kerkük meselesi herkes tarafından bilinmektedir. Irak’ın günlük meselesidir. 

Kerkük meselesi Irak’ın geleceğidir, Ortadoğu’nun bile anahtarıdır. Irak’ın meselesi zaten Ortadoğu meselesidir. Kerkük maalesef öyle bir memlekettir ki, her taraftan baskı altındadır. Keşke bizim toprağımızın altında petrol olmasaydı. Keşke gelip bizim petrolümüzü alsalar da toprağımızı bize geri verseler. Bir toplantıda basın mensuplarından biri bize bir soru sordu; Kerkük kimindir? Çünkü Kürtler Kerkük Kürtlerindir diyor Araplar da Kerkük Araplarındır diyor. Sizler de Kerkük Türkmenlerindir diye izah ediyorsunuz dedi. Bizim o zaman için cevabımız şu şekilde oldu. Kerkük’ün altındaki petrolü çeksinler, toprağın üstünde kalan kim ise Kerkük onundur. Çünkü hakikaten bugüne kadar biz Kerkük’ü hiçbir zaman zor zamanda ve iyi zamanda terk etmedik, bırakmadık. Zamanında Kerküklüler göç ettirilmelerine rağmen yine de Kerkük’te kaldılar. 

Çünkü Kerkük’ün sahibi olmayanlar zor zamanda hemen Kerkük’ü terk ederler. Bu böyledir. Ama bugün için o kadar ağır bir şekilde üzerimize geldiler ki, hakikaten memleketimiz insanımız zor şartlar yaşıyor. Kerkük zor şartlarda yaşıyor, Türkmen ili bölgesi zor şartlarda yaşıyor. Kerkük’te bazı kesimlerin istediği durumlar gerçekleşirse mutlaka ve mutlaka Irak da parçalanma meydana gelir. Bu bir hakikattir. Biz bunu her zaman söyledik; Irak’ın birliği için Kerkük ve kardeşlik için Kerkük. Ama maalesef birileri bizim Türkmeneli bölgesi üzerinden devlet olmak istiyor. Bu nedenden dolayı da memleket üzerine, insanlarımızın üzerine aşırı bir şekilde saldırı var. Telafer zamanında 2004’te bir toplantıda dile getirdim. Telafar, Kerkük ve bütün Türkmeneli bölgesi ciddi bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştır. Bizim insanlarımız bu saldırıyı yalnız 
başına durdurmak ve geri püskürtmek imkanına hakikaten sahip değildir. Türkmenlerimiz güçsüzdür ve silahlı güçleri yoktur. Irak’ta Peşmerge’yi 
hem hükümetin içine hem de ordunun içine getirdiler. Şu an her şey Kürtlerin istedikleri şekildedir. Sanki Amerika’nın gelişi Kürtler için gerçekleşmiştir. Bu durum Kürtlerin baharı oldu. Bizler ülkede herkesin adalet içerisinde güzel bir şekilde yaşamasını isteyen bir toplumuz. Böyle bir toplum olarak da bizlerin insanların hak ve hürriyetine karışmamız söz konusu değildir. Ama adaletin olmadığı bir yerde de hiçbir zaman ne kardeşlik olur ne hak ne de istikrar olur. Biz bunu kesin olarak biliyoruz. Bizim çıkarmış olduğumuz bazı maddelerimiz de vardı. Onların içinde 140. maddeye karşı yapmış olduğumuz maddeler de vardı. Uzun bir süre içerisinde çıkarmış olduğumuz 23. madde için bir günde federal 
mahkemeye müracaat edildi. İçindeki 3. maddeyi kaldırdılar. 3. madde neyi ifade ediyordu? 3. maddenin ifade ettiği; Kerkük’e gelenlerin tespit edilmesi, nüfus kütüğünün gözden geçirilmesi ve gerçekleştirilmiş olan seçim kütüğünün de tekrar bunlara göre gözden geçirilmesiydi. Ondan sonra Kerkük için yapılan seçim gerçekleştirebilirdi, ama maalesef bu madde kaldırıldı. Buna rağmen 2010 seçim yasasında 2 madde getirdik ve o maddelerde de aynı şekilde bu hususları belirttik. Kerkük’te seçim olamaz. Kerkük’te seçim ancak seçmen kütüğünde %100 olmasa bile %90 kanaat getirdiğimiz zaman olacak dedik. Bunu da burada izah etmek istiyorum. Biz bir toplantıda 2004 yılının kütüklerini ele alalım dedik. 
İlave olmadan 2004 kütüklerini gözden geçirelim, ona göre ilaveler yapılarak ileriye doğru hareket edelim dedik. Bunu kabul etmediler. 

Toplantıdaki Hamdiye Hanım komiserlikte baş görevlilerden birisiydi. Kendisi kütüğün bulunmadığını ifade etti. Israr etmemize rağmen bizimle birlikte olan milletvekilleri bile en son Amerikalıların kütüğü yaktığını belirttiler. Böyle bir tutanak nasıl yakılır diye sordum. Daha sonra 2005’te yapmış olduğumuz kütüğü istediğimi belirttim, onun da yakıldığı söylendi. Peki, bu kadar yakılan kütükler neyi ifade ediyor? İfade ettiği şeyler belli, bizim için oynanan oyunlar bellidir. 


SURİYE, LÜBNAN, FİLİSTİN TÜRKMENLERİNİN GENEL DURUMU

Oturum Başkanı 
Hasan Celal Güzel 

Konuşmacılar 

Suriye Türkmenlerinin Genel Durumu 
Abdurrahman Mustafa 

Suriye Türkmenlerinin Siyasi Yapılanması 
Tarık Cevizci 

Filistin Türkmenlerinin Genel Durumu 
Dr. Alyaa El-Hatip 

Lübnan Türkmenlerinin Genel Durumu 
Zaher Sultan 


Suriye, Lübnan, Filistin Türkmenlerinin 
Genel Durumu 
Abdurrahman Mustafa 


Suriye Türkmenlerinin Genel Durumu 


Abdurrahman Mustafa, 

Bugün Suriye’nin farklı bölgelerinde yaklaşık 3,5 milyon Türkmen yaşamaktadır ve Türkmenler, Suriye’nin Araplardan sonra ikinci kalabalık nüfusuna sahiptir. Türkmenler Suriye toplumunun bölünmez bir parçası olup, kurucu ve asli unsurudur. Türkmenler tarih boyunca toplumun diğer unsurlarına karşı din, ırk ayrımcılığı yapmadan hoşgörülü olmuş, bulundukları toplumlarla bütünleşmiş ve ülkenin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumuştur. 

1946 tarihinde Suriye, Suriye Arap Cumhuriyeti adıyla bağımsızlığına kavuşmuş tur. Suriye’nin kuruluşunda Suriye Türkmenleri yok sayılmış; kurucu unsur veya azınlık gibi bir hukuki statü kazanılamamıştır. Kimlikleri ifade edilemeden Müslüman - vatandaş statüsünde hızla asimile edilmiş, kimliklerini ve dillerini unutturmaya dönük baskı ve politikalar altında yaşamaya mahkum edilmişlerdir. 1963 yılından bu yana da totaliter ırkçı Baas rejimi altında zulme muhatap olmuşlardır. 

Değerli katılımcılar, 

2011 yılı Mart ayında başlayan ve gayri meşru katil Suriye rejiminin, Suriye halkının meşru taleplerine karşı izlediği güç politikası ülkeyi üç yıl boyunca 
silahlı çatışma ortamına soktu ve bu çatışmaların en büyük mağduru Suriye Türkmenleri oldu. Özellikle Humus ve Lazkiye bölgelerindeki Türkmen köyleri 
boşaltılmış ve yaklaşık 1 milyon Türkmen yuvasını terk etmek zorunda kalmıştır. 20.000 bine yakın şehit vermişlerdir. Suriye’nin çeşitli şehirlerinde, Türkiye ve çevre ülkelerde 500.000’e yakın Türkmen, mülteci durumundadır. 

Rejim ve yandaşları Türkmenlere karşı adeta bir soykırım işlemektedirler. Söz konusu katliamlardan bazıları şunlardır: 

- 25 Haziran 2012 tarihinde Humus kırsalında işlenen Houla katliamı (Geneli Türkmen 30’u çocuk olmak üzere 92 sivil katledildi). 
Bu katliam uluslararası gözlemciler tarafından belgelendi. 
- 05 Ekim 2013 tarihinde Banyas kırsalı Mitras köyünde, hükümet birlikleri tarafından desteklenen Şebbihalar 34’ü çocuk 40’ı kadın 
olmak üzere 145 sivil Türkmeni katletti. 

- 21 Nisan 2013 tarihinde Şam kırsalında (Cedidet Elfadıl), hükümet birlikleri tarafından desteklenen Şebbihalar, 566 sivil Türkmeni katletti. 
- 31 Mart 2013 tarihinde Humus kırsalı Telkelah kasabasında 8’i kadın 3’ü erkek olmak üzere, 11 sivil Türkmen rejim askerleri tarafından köy meydanında kurşunla infaz edildi. 
-09 Mart 2014 tarihinde Humus El-Zara kasabasında Rejim ve Hizbullah militanları çoğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 150 
sivil Türkmeni vahşice katletti. 
-01 Mayıs 2014 tarihinde Halep’in Hüllük Türkmen mahallesine rejim tarafından yapılan hava saldırısında 55 Türkmen şehit olmuş ve 170’ten fazla Türkmen ise yaralanmıştır. 

Yukarıda belirttiğim katliamlar, rejim ve terörist yandaşlarının işlediği katliamlardan bir kaçıdır ve rejim hala katliama devam etmektedir. 

Rejim birçok Türkmen bölgesini yerle bir etti ve Türkmenleri göçe zorladı (Bab Amro ve Zara Humus ,Hacer El-Esved ve Eltadamun Şam, Hüllük ve 
Bustanbaşa Halep,Cebeli Lazkiya). 

Kısacası, bu durum karşısında Türkmenler adeta var olma mücadelesi vermektedirler. 

Suriye Türkmenleri bugün yurtlarını, vatanlarını ve devletlerini savunmak adına rejim karşıtı mücadelede en ön safta çarpışmaktadır. Verdikleri mücadele 
“ Onur ve Özgürlük ” mücadelesidir. 

Suriye Türkmen Meclisi 31 Mart 2013’te kuruldu. Suriye’de yaşayan 3,5 milyon Türkmen’in verdiği “Onur ve Özgürlük” mücadelesinin uluslararası platforma taşınması ve gerekli bütün çalışmaların yapılabilmesi ve sadece Türkmenlerin değil, herkesin huzur içinde yaşayabileceği bir Suriye için mücadele ediyoruz. Bunu neden söylüyorum, çünkü Türkmenler Suriye’de asli unsurdur ve kesinlikle azınlık statüsünü kabul etmemektedir. Bu ülkenin asli unsurları olarak, herkesin eşit ve hür olarak yaşayabileceği bir yapı için mücadele ettiğimizin bilinmesi açısından bu değerlendirmenin önemli olduğuna inanıyoruz. 

Biz Suriye Türkmen Meclisi olarak, 

- Çatışmalar bir an önce durmalıdır. 
- Katliam yapanların savaş suçlusu olarak uluslararası mahkemede yargılanması sağlanmalıdır. 
- Suriye’nin toprak ve siyasi birliği uluslararası düzeyde garanti altına alınmalıdır. 
- Suriye’nin kaderi Suriye halkı tarafından belirlenmelidir. 
- Suriye vatandaşlarının eşit hak ve özgürlüklerinin garanti altına alındığı, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının egemen olacağı yeni bir 
Suriye Devleti kurulmalıdır. 
- Kurulacak Suriye Devleti’nin siyasi ve toprak bütünlüğü ve egemenliği BM tarafından garanti edilmelidir. 
- Geçiş Hükümeti kurulmalı, ateşkesi ve asayişi temin etmek için BM yönetiminde bir Barış Gücü oluşturulmalı ve Suriye’de görev 
yapması sağlanmalıdır. Suriye’de bulunan tüm yabancı silahlı gruplar ülke dışına çıkarılmalıdır. 
- Suriye Türkmenleri kurulacak bu devletin “ Kurucu Unsuru” olarak Anayasa hukuku düzeyinde ve BM garantisi altında hukuki statü kazanmalıdır. 
- Suriyeli mültecilerin yeniden köylerine dönmeleri temin edilmelidir, 

Saygıdeğer misafirlerimiz, 

Önümüzde bir yol ayrımı gözükmektedir. Devrim ve vatanının toprak bütünlüğü büyük bir imtihan olarak karşımızdadır. Dolayısıyla, bölünmemiz ve çatışan gruplar halinde olmamız için planlar hazırlayan ve uygulamaya alan faşist rejim ve destekçilerinin yolunu kesmek için, tüm mücadelemizi ve gücümüzü tek çatı altında birleşmemizin ne kadar doğru bir yol olduğu bir kez daha bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Bu sebeple Suriye Türkmen Meclisi ve diğer Suriyeli muhalif grupların güçlerini pekiştirerek tek vücut haline gelmesi gerekmektedir. 

Suriye Türkmen Meclisi olarak biz bu bilinç ve sorumluluğun neticesinde yeni dönemde daha güçlü bir birliktelik hedefini gerçekleştirmek üzere tüm Türkmen gruplarına kucak açmış durumdayız. Türkmen Siyasi Partilerinin daha iyi örgütlenmesi ümidiyle mecliste yer almaları dileğimizdir. Bütün bu hakikatler ışığında Suriye Türkmen Meclisi ve kardeşlerinizin dertleri ile dertlenme çabanız ve burada bulunarak bizi şereflendirdiğiniz için sizlere teşekkür ederim. 

Suriye Türkmenleri olarak Türk Devletine ve Türk halkına şükranlarımızı arz ederiz. 

Biz Suriye Türkmen Meclisi olarak zaferin yakın olduğuna ve Suriye’nin Allahın izniyle özgürlüğüne kavuşacağına inanmaktayız. 

Şehitlerimizin ruhu şad olsun, mücadele veren bütün kardeşlerimizin gazaları mübarek olsun. 

Bu duygu ve düşüncülerle Türkmen kardeşlerimizin ve Suriye halkının yarınlarının bugünden iyi olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

...

Suriye Türkmenlerinin Siyasallaşma Süreci ve Son Durumu 

Tarık Sulo Cevizci, 

Suriye Türkmenlerinin Kısa Geçmişi: 

Suriye Türklerinin Suriye diye adlandırdığımız coğrafyaya geliş tarihleri hakkında birçok görüş vardır. Ancak kitlesel olarak gelişleri, Selçuklu Devletinin bölge üzerinde hakim olmasından sonra yaşanmış ve bu hakimiyet kitlesel göçleri tetiklemiştir. Orta Asya’da başlayan göçler dolayısıyla Türklerin, ücretli asker olarak batıdaki Abbasi ordularına alınmaları, Kayığlı, Kıpçaklı, Karluklu, Azgışoğlu, Yamakoğlu ve daha sonradan da Oğuzlar ve Tokuzoğuzlar’ın başını çektiği bir Türkmen akışını getirmiştir. Daha Abbasiler döneminde başlayan bu göçlerde binlerce Türk savaşçı, kendi komutanlarının liderliğinde Kuzey Suriye ve Anadolu’nun orta kesimlerine yerleşmeye başlamıştır. Türklerin Halep bölgesinde rol oynamaya başlamaları, İslam devrinde Emevi hükümdarı Abdülmelik zamanına kadar dayanır. Abbasiler zamanında Türkler ve Araplar arasındaki yardımlaşma Türklerin İran unsurunun yerini almasıyla kuvvetlenmiş, farklı Türk boylarının askeri ve siyasi faaliyetlerinin artması sayesinde iyice yerleşmiştir. Türk boyları ile hilafet merkezindeki Abbasiler döneminde var olan askeri ilişkiler, Türkmen boylarının bölgede hareketlerini kolaylaştırmıştır. Bozkır halklarının gelişi olarak nitelendirilen Türkmen boylarının batı yönündeki hareketleri aslında, merkezi hükümetlerin zayıflaması ile doğru orantılı bir süreci ifade etmektedir. Şöyle ki, XI. Yüzyılın öncesinde ortaya çıkan ve bir dizi özerk bölgesel hanedan, halifelerin bulunduğu başkentteki siyasi otoriteden bile güçlü hale gelmiştir. Bu tarihlerden itibaren Suriye bölgesinde Türkler idari, askeri ve sosyal güç olmuş ve bugüne kadar ise, bu bölgede varlıkları devam etmiştir. 

Suriye Türkmenlerinin Coğrafi Dağılımı: 

Suriye Türkmenleri, coğrafi olarak Suriye’nin yerleşim yerlerinin tamamına yayılmış durumdadırlar. Ayrıca günümüz Suriye-Türkiye sınırı boyunca 250 km sınırı paylaşmaktadırlar. Suriye geneline dağılmada iki husus dikkatimizi çekmektedir. Birinci husus, Suriye Türkleri Anadolu’dan başlayan Hicaz’a giden yol üzerinde belirli mesafelere serpiştirilmiş durumdalar. Bu dağılımdan hedef; haç ve ticaret yolunu bedevilerin saldırılarından güven altına almak olup bölgenin canlılığını muhafaza etmesini sağlamaktır. İkinci husus ise, Suriye coğrafyasında isyan, kavga çıkaran ve etnik, mezhepsel ve dini farklılık arz eden topluluklar arasına yerleştirilmiş olarak görüyoruz. Buradan maksat topluluklar arasında kavga, savaş ve isyanı engellemek, yağmacı aşiretlerin yukarıya doğru ilerlemesini durdurmak, devlet otoritesini tesis etmek ve toplumsal huzuru, 
barışı sağlamaktır. Günümüz Suriye’sinde ise, Türkmenler çoğunluk sırasıyla Halep, Humus, Hama, Lazkiye (Bayır Bucak), Şam, Golan ve Rakka’dadır. 

Suriye Türkmenlerinin Sayısı: 

Suriye Türkmenlerinin sayısı hakkında net bir rakam söylememiz gerçeksayımlar yapılana kadar mümkün değildir. Suriye Devleti de Türklere asimilasyon politikaları uyguladığı için sayıları hakkında açık bir çalışma yapmamış ve sürekli gerçek sayılarını saklayarak düşük tutmuştur. Ancak yapmış olduğumuz araştırmalar ve tarihi bilgiler ışığında şu şekilde bir ayrım yapmamız mümkün olacaktır. Türkçe konuşan 1,5 milyon Türkmenden bahsedebiliriz. Buna ilaveten Türkçe bilmeyen ama Türk olduğunu ifade eden bir milyon Türkmen de vardır. Son olarak ise ne Türkçe bilen ne de Türk olduğunu ifade ancak çalışma yapıldığında Türk olduğunu kabul edecek bir milyon Kürtleşmiş veya Araplaşmış 
Türkmenlerden de bahsedebiliriz. 23 milyonluk Suriye’de Türkmenlerin sayısı 3,5 milyon olup bu oran %15 kadar tekabül etmektedir. Vilayetler arasındaki oranlar da tahmini dağılım ise şöyle: 

Halep’te %35, 
Hama Humus’ta %20, 
Lazkiye Bayır Bucak’da %20, 
Golan Şam’da %15, 
Rakka’da %3 ve 
Tartus, Deraa ve diğer vilayetlerde %7’dir. 

Suriye Türkmenlerinin Sosyoekonomik Durumları: 

Suriye Türkmenleri bölgede, yıllardır yönetici ve hakim sınıf oldukları için devletin ve toplumun her alanına hakimdiler. Ancak devletin el değiştirmesi, Türk düşmanı yönetime geçmesi ve Türklerin istenmeyen topluluk ilan edilmesinden sonra Türklere karşı topyekun savaş ilan edildi. Mal ve mülklerine çeşitli bahaneler bulunarak el koyuldu. Bir kısım ise gücünü korumak için kimlik değişimine giderek güç tarafına yakınlaşmaya başladı. Bu saldırgan politikalar yüzünden birçok Türkmen fakirleştirildi, karar merkezlerinden uzaklaştırıldı ve sistematik bir şekilde cahilleştirildi. Bu zor şartlarda Türk olarak kalabilenlerin geçim kaynakları köylerde tarım, hayvancılık ve narenciyecilik olmuştur. Şehirlere yerleşenler ise ayakkabı, hazır giyim, araba tamiri gibi çok küçük ölçekli işler kurmuşlardır. Buna ilaveten az da olsa okumuş kimseler ise memurluk yapmıştır. Yurt dışında çalışma imkanı sadece Lübnan’da bulmuş olmalarından dolayı Lübnan’da çalışan birçok kişi olmuştur. 

Suriye Türklerinin 2011 Olayları Öncesi Siyasi Durumu 

Suriye Türkleri, 1918 mütarekesi sonrası maalesef kaderlerine terk edilmiştir. Türkmenlerin başta Türkiye olmak üzere Türk dünyası ile bağlantısı kesilmiştir. Bu noktada hiç kimse masum değildir. Ne devletin merkezini teşkil eden İstanbul bu coğrafyada yaşayan Türkmenlere özel bir çalışma yapmış ne gelecek yapılar için hazırlamış ne de devletin idaresini omzuna almış Ankara gerekli ve yeteri önemi vermiştir. Zira Orta Asya Türk devletlerinin Suriye Türkmenleri üzerinde hiçbir varlığı modern Suriye tarihi boyunca olmamıştır. Suriye’de yaşayan Türkler de bu taksiratın diğer tarafını temsil etmektedirler. Ne Suriye içinde bir teşebbüse girmişler ne de Türkiye ve Türk dünyası ile siyasi, sosyal ve kültürel ilişki kurmaya girişmişlerdir. Bu bahsi geçen hususta, Atatürk döneminde Hatay ve Halep önem arz etmiş olsa da genel itibarıyla yapılan antlaşmalar neticesinde bu coğrafyada yaşayan Türkmenlerin geleceği hakkında ya da hakları noktasında bir güvence alınmamış ve antlaşma yapılmamıştır. Bu bağlamda Suriye Türklerinin kendilerini koruyucu veya toplayıcı bir mekanizma yaratılmamıştır. Üzülerek ifade ederiz ki kendi tebaasının ve vatandaşının haklarını Türk Devleti koruyamamıştır. 

Bu durumu ve sıkıntıyı, Halep Türkmenleri aksakallısı Ali Sulo Cevizci, manidar bir cümle ile şöyle ifade etmiştir: “ Türk Devleti, bin yıl önce ölen Süleyman Şah için bir uluslararası antlaşma yaparken, Suriye üzerinde yaşayan onca Türkmen için bir antlaşma yapmamıştır”. Ayrıca Süleymaniye Tekkesi (Külliyesi) Osmanlı Hanedanın Vakfına alınırken onlarca köy ve arazisi rejim eli ile Türkiye vatandaşı olan kişilerden çıkarılmasına bile ses çıkartmamıştır. Türk askerisinin Suriye bölgesinden çekilmesinden sonra Fransız mandası, Türklerden öç almak için savunmasız ve masum Suriye Türklerine yönelik topyekun savaş yürütmüştür. Fransız mandasından sonra gelen iktidarlar da aynı şekilde Türklere yönelik acımasız olmuş ve 1200 yıllık varlığı bitirmek ilk gündemleri olmuştur. Ancak devletin ve toplumun her kademesine hakim olan Türkler kolay kolay bitmemiş ve direniş gösterebilmiştir. Suriye Türklerinin siyasi faaliyet yapmasına engel olunmuş, parti kurma bir kenara mevcut partilere almama ve partilerden uzaklaştırmaya gidilmiştir. Aynı durum askeriyede de söz konusu olmuştur. Türkler savaşçı bir millet olmalarına rağmen askeriyeye alınmamış ve var olanları da askeriyeden uzaklaştırmaya çalışılmıştır. Bu savaş; sanat, ziraat, ticaret ve sanayide de geçerlidir. Bu ahval ve şeraitte Suriye Türkleri topyekun bir savaşa maruz kalmış ne örgütlenmesine ne de siyasallaşmasına izin 
verilmiştir. Bin yıllık ticari, idari ve asker erbabı olan Türkmenler, Suriye toplumundan ve güç merkezlerinden uzaklaştırılmış, zayıflatılmış ve dağıtılmıştır. Türkmenlerin Suriye Devleti nezdinde sürekli Sünnilik içerisinde görülüp hiç bir zaman bir topluluk olarak kabul edilmemiştirler. 

Fakat iç dengelemede her zaman bir tehdit olarak algılanmış, sürekli baskı ve tehdit altında kalmışlardır. 1963 sosyalist darbeden sonra sistematik bir baskı ve caydırma politikası ile Türkmenler devletten ve toplumdan tecrit edilmişlerdir. Ne bir dernek vakıf ne bir parti, kulüp ne de bir çatı kurulmasına müsaade edilmiştir. Bu politika üzerine Batı-Doğu bloğu kavgası tarafları olan Türkiye ve Suriye’nin sürtüşmesinden en çok zararı Türkmenler görmüştür. Bu baskı ve zulüm altında 2000’li yıllara gelindi. Baba Esat öldükten sonra yönetime oğul Esat gelmiştir. Oğul Esat, Ak Parti hükümeti ile yakın ilişki kurmuş ve bu yakın ilişki pozitif olarak 

Türkmenlere yansımıştır. Lakin bu yakınlaşma Türkmenler için hiçbirzaman yasal bir boyut kazandırmamıştır. Hiçbir kolaylık ve yasal bir düzenleme Türkmenler için söz konusu olmamıştır. Bu şartlar ve koşullar altında Türkmenler herhangi bir sivil ya da siyasal örgütlenmeye gidememiştir, daha doğrusu öyle bir imkan oluşmamıştır. Bu şartlar altında Suriye Türkmenleri 2010 yılında patlak veren Arap Baharına girmiş oldu. 

Türkmenlerin Muhalefetteki Yeri ve Mücadelesi: 

Suriye Türkmenleri ne Suriye’deki oranları ne de sahada verdikleri kahramanlık ve fedakarlık nispetince muhalefet nezdinde temsil hakkı elde etmişlerdir. Bunun iki sebebi bulunmaktadır. Birinci sebep Suriye Türkmenlerinin siyasi muhalefete çok geç başlaması ve siyasi oyuna çok geç dahil olmasıdır. Bu durumun olaylar öncesi siyasallaşma şansı bulmadığı ve olaylar sonrasında Suriye içinde, Türkmenlerin yaptığı gösterilerde, Türkmen adına çıkmaması Türkmen siyasi muhalefetin elini zayıflatmıştır. Muhalefet Türkiye’de ilk denemelerini yaparken, 
Türkmen kanadından kimseler davet edilmedi. Buna ne Türkiye ne de halk ayaklanmasını destekleyen ülkeler müdahale etmiştir. Böylece kurulan ilk yapılar içinde yer almaması ileriki zamanlarda çok zararına olmuştur. Böylece uzun bir süre günümüze kadar Türkmenler, yeterli ve hak ettikleri kadar temsil edilemediler. Dünyanın ve muhalefetin, Türkmenleri görmezlikten geldiği ve hiçe saydığı politikalar ise hala devam etmektedir. Türkmen varlığını kabul etmeyen muhalefet yaptığı tüm açıklamalarda, sayıları Türkmenlerin verdiği şehitler kadar çıkmayan grupları zikrediyor, ancak Türkmenleri zikretmiyordu. Varlığını kabul etmediği Türkmenleri yaptığı toplantılara çağırmıyorlardı. Türkmenler zor bela 
edindikleri bilgiler ışığında Türkiye’de yapılan toplantılara gidiyorlar, kapılardan kovulma pahasına toplantılara katılamaya çalışıyorlardı. Zaten Türkiye dışında yapılan toplantılara katılma imkanı hiç yoktu. Saatlerce kapı önlerinde bekleyen Türkmen aktivistleri bazı zamanlarda kapıdan içeri alınıyor ama toplantı salonu na alınmıyordu. Çoğu zaman kapıdan geri çevriliyordu. Birkaç muhalifin desteği ve yardımı unutulmaz ancak Baas terbiyesinde yetişmiş siyasal muhalif zihniyet, bir Türk varlığı ve gücü aralarında görmek istemiyorlardı. Bu zor şartlar altında Türkmenler muhalefet kapılarını çalmaya devam ettiler. Sahadan, Türkiye ve yabancı ülkelerden, muhalefeti genişletme baskıları netice vererek muhalefeti 
genişletme kararı verildi. Böylece Türkmenler de Suriye muhalefetinin bir zamanlar en üst çatısı olan Suriye Ulusal Konseyi’ne katılma şansı buldu. İlk genişletmede 20 kişi olarak kabul edilmiş fakat zamanla Türkmen temsilci sayısını 16’ya düşürmüşlerdir. Doha’da genişletilmiş Suriye Ulusal Meclis (SUK) toplantısında Türkmenler, 16 kişi genel kurula girmiş iki kişi de genel sekreterliğe seçilmiştir. Aynı günlerde muhalefet başka bir oluşuma gidiyordu. Bu yeni oluşum SUK’un işlevini bitirecekti. Suriye Ulusal Konseyi geç kalan genişleme yüzünden işlevini kaybedince yerine daha kapsayıcı ABD ve Arabistan destekli Riyat Seyif’in bir projesi olan “ Suriye Ulusal Muhalifler ve Devrimci 
Güçler Koalisyonu” Doha’da kurulmuştur. Bu koalisyona Türkmenler davet edilmemiş, kuruluş aşamasında da yer almamışlardır. Katar’ın başkenti Doha’da yapılan kuruluş toplantısına, Doha’da bulunan Türkmen heyetlerinin ve Türkiye’ nin de müdahalesi ile bu yeni oluşma Türkmen oluşumu adı altında 3 kişi alınmıştır. 

Suriye Muhalefetine İlk Girişler: 

Antalya Toplantısı Katılım ve İnkaz (Kurtuluş) Cephesi’ne Giriş: 

Kuzey Afrika’da başlayan özgürlük rüzgarları Suriye’ye de esmeye başlayınca halk sokaklara düştü. Ancak rejim, halkı kanlı bir şekilde bastırmaya çalışıyordu. Bu yöntem insanların nefretine neden oluyordu. Bu konu dünya ve bölge ülkelerinin gündemine taşınıyor ve muhalefet oluşuyordu. Bu bağlamda insanlar siyasi muhatap ve temsilci arayışına başladılar. Her ne kadar küçük düzeyde toplantılar ve program düzenleniyor olsa da geniş çaplı ve uluslararası düzeyde Suriye muhaliflerinin toplanması, Antalya Falez otelde yapılan “Suriye’de Değişim Konferansı” ile gerçekleşmiştir. Suriye’den, Türkiye’den ve diğer ülkelerden gelen muhalifler Antalya’da bir araya geldiler. Bu toplantıya Türkmenler adına Ali Öztürkmen ve Rami Kara Ali katılmıştır. Bu toplantı ile birlikte Türkmenler geniş çaplı muhalefet sahnesinde görünmeye başladı. 
Toplantı akabinde muhalefeti temsil emek üzere bir heyet teşkil etme fikri ortaya çıkmış ve 16 Temmuz 2011 tarihinde 400 Suriyeli muhalifin katılımıyla İstanbul’da toplanan muhalefet, Suriye İnkaz ( Kurtuluş) Cephesini kurmuştur. Bu heyet 25 kişiden oluşuyordu. Yusuf Molla ve Ali Öztürkmen Türkmenler adına bu toplantıya katılmış ve Türkmenler her iki listede de yer almışlardır. Seçimler sonucu Mahmut Duğeyim başkanlığındaki Ali Öztürkmen’in yer aldığı liste seçimleri kazanmıştır. 

Suriye Ulusal Konseyi’ne (SUK) Giriş: 

İnkaz (Kurtuluş) Cephesi Suriyeli aktivistlerinin yaptıkları toplantı birçok eksiği olduğu için eleştiri almıştır. Bu eleştirilerin başında toplantının herkesi kapsamaması ve işlevsiz kalması gelmektedir. Bu cephe yerine 2 Ekim 2011 tarihinde İstanbul’da Burhan Galyun başkanlığında Suriye Ulusal Konseyi (SUK) kurulmuştur. Bu Konsey, uluslararası destek aldığı gibi, geniş çaplı muhaliflerin katılımı ile gerçekleşmiştir. Bu yeni yapı bir önce kurulan yapıyı devre dışı bıraktığı gibi Suriye muhalefet çalışmasına ilk yabancı ülkelerin müdahalesine de sahne olmuştur. Bu çalışma Suriye muhalefet çalışmalarını uzun süre destek leyecek Fransa, Katar ve Türkiye’nin öncülüğünde ve himayesinde kurulmuştur. Bu kuruluşun başına Fransa’da uzun zamandır yaşayan ve sosyal bilimlerde profesörlük yapan Burhan Galyun getirilmiştir. Bu çalışmaların merkezi Türkiye olmasına rağmen Türkmenler bu sürecin dışında kalmış, haberdar edilmemiş lerdir. Bu yeni oluşum uluslararası kabul ve tanınma hakkı elde ettikten sonra daha fazla önem ve güç kazanmıştır. Hal böyle olunca bir çok grup ve ülke bu yapıya dahil olmak istemiştir. Bunlara Türkmenler de dahildir. Ancak muhalefetin Türkmenlere düşmanca ve dışlayıcı tavrından dolayı, Türkmenler sürekli dışarıda tutulmuşlardır. Türkiye’nin baskıları ve Türkmenlerin siyasi örgütlenmeleri netice getirmiş ve zorlu pazarlıklardan sonra Türkmenler genişletilmiş Doha toplantısı na 16 üye ile genel kurula, 2 üye ile de genel sekreterliğe girmiştir. 

Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu ( SMDK) ve Türkmenlerin Girişi: 

Suriye devriminin başarıya ulaşamamasının birçok sebebi olduğu gibi birçok yansıması da oldu. Başarısızlık sebeplerinden birisi de uluslararası ve bölgesel güçlerin ciddi bir adım atmamaları ve seyri değiştirecek desteği verememe leridir. Ancak bu güçler faturayı sürekli siyasi muhalefete kesmişlerdir. Bunun yansıması olarak da muhalefeti bölerek ve yeni aktörler oluşturularak, muhalefet yapısında değişikliğe gidildi. 
Bu bağlamda da ABD ve Suudi Arabistan desteğini alan Riyat Seyif ve Süheyir Atasi tarafından SMDK projesi ele alınmıştır. Suriye Ulusal Konseyi (SUK) projesi başta Türkmenler olmak üzere eksikliklerini gidermemiş ve karşı tarafın eline koz vermiştir. Geç kalınan genişleme için Doha’da bulunan muhalefet, Suriye Ulusal Konseyi’ni yeni oluşum için davet etmiştir. Bu Konsey için uygun görülen adayların ve grupların adları medyada geçmeye başladı. Bu adlar arasında herhangi bir Türkmen grubunun veya şahsiyetin isimleri bulunmuyordu. Suriye 
Ulusal Konseyi genişleme toplantısında Türkmen grupları proje sahibi Riyat Seyif ile Türkiye’nin baskısı üzerine bir araya geldi. Riyat Seyif başta bir kişi teklifi yapmış fakat iki siyasi grup olan Türkmenler bu teklifi kabul etmemiştir. Bunun üzerine Riyat Seyif Türkmenlerden iki kişi davet etmiştir. Toplantı Katar’ın başkenti Doha’da 11 Kasım 2012 tarihinde gerçekleşmiş, Türkmen siyasi gruplarını temsilen Ziyat Hasan ve Hüseyin Abdullah Dede, bağımsızları temsilen de önemli Türkmen şahsiyetlerinden biri olan Halit Hoca toplantıya katılmıştır. Bu toplantıda batının ve Arap dünyasının yanında Türkiye’nin de desteği alınarak, Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) kurulmuştur. 
Koalisyonun başına Şam’dan gelen mutedil İslami inanca sahip imam ve mühendis olan Ahmet Muaz Hatip seçilmiş ve birçok ülke tarafından da 
jet hızıyla tanınmıştır. Delege sayısı kuruluşta 67 olan Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu zamanla bir takım ülkelerin başta ABD ve Suudi Arabistan olmak üzere baskılarına maruz kalmış ve genişlemek zorunda kalmıştır. Bugün itibarıyla Suriye Muhalif Devrimci Güçler Koalisyonu 121 üyeye ulaşmış ama Türkmen grubunun sayısı başladığı gibi sadece üç kişi olarak kalmıştır. Kabaca Suriye’de Türk oranı %15 iken muhalefetteki oran %2,5’dir. Bu çatı örgüt birçok ülke tarafından tanındığı için muhalefet çalışmalarında ciddi bir yer işgal etmektedir ve bu yüzden Türkmenlerin bu yapı içinde güçlü bir şekilde bulunmaları zaruridir. 

Siyasi Durumu ve Muhalefetteki Temsilcileri 

Suriye İnkaz ( Kurtuluş) Cephesi ( Çalışmaları Yok): 

1- Ali Öztürkmen (Halep) Suriye Türkmen Hareketi, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ( Pasif), 
2- Abdülkerim Ağa (Şam), Suriye Demokratik Türkmen Hareketi, 
3- Hüseyin Abdullah (Rakka), Suriye Türkmen Kitlesi, 

Suriye Muhalifler ve Devrimci Güçleri Koalisyon (SMDK) (Aktif), 

1- Ziyad Hasan (Halep), Suriye Demokratik Türkmen Hareketi, 
2- Hüseyin Abdullah (Rakka), Suriye Türkmen Kitlesi, 
3- Halit Hocaoğlu (Halep), Bağımsız Türkmen Şahsiyeti, 

Suriye Geçici Hükümeti: 

1- Başbakan Yardımcılığı: Zeki Mustafa Türkmen (Halep), Suriye Türkmen Meclisi, 
2- Sağlık Bakanı: Adnan Hazzuri (Humus), Bağımsız Türkmen Şahsiyeti. 

Türkmenlerin İlk Örgütlenmeleri ve Biçimi: 

2011 Olaylarının Öncesi: Türkmen Dernek ve Örgütlerinin Kuruluş Tarihleri ve Liderleri: 

1- Suriye Türkmenleri adına dernek kurma talebi, Mustafa Hamed, Halep 1978, Reddedilmiştir. 
2- Bayır-Bucak Türkleri Derneği - İskenderun, İhsan Bozoğlan. 
3- Bayır-Bucak Türkleri Derneği - Ankara, 1992, Başkanı: Mehmet Şandır. 

2011 Olaylarının Sonrası: 

4-Suriye Türkmen Topluluğu, 27 Nisan 2011 İstanbul, Tarık Sulo Cevizci. 
5- Suriye Türkmen Hareketi Kurucusu ve Sözcüsü: Ali Öztürkmen, İstanbul 1 Haziran 2011. 
6- Suriye Türkleri Derneği Başkanı: Tarık Sulo Cevizci, İstanbul 21 Haziran 2011. 
7- Suriye Türkmenleri Derneği Başkanı: Ali Öztürkmen, İstanbul 27 Temmuz 2011. 
8- Suriye Türkleri Platformu, 10 Eylül 2011, Sözcüleri: Yusuf Molla ve Ziyad Hasan, İstanbul. 
9- Suriye Türkmenleri Birliği Başkanı: Bekir Atacan, 2 Eylül 2011, İstanbul. 
10- Suriye Türkleri Eğitim ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul, 2012, Başkanı Ahmet Şirin. 
11- Suriye Ulusal Türkmen Kitlesi Başkanı: Yusuf Molla, İstanbul, 15 Şubat 2012. 

İki kola ayrıldı, birinin başına Adnan Aşkar, diğerinin başına Turgay Molla Musa geçmiştir. 

12- Suriye Demokratik Türkmen Hareketi, 21 Mart 2012 Kurucu Başkanı: Abdulkerim Ağa. Bu Hareket 03.03.2014 tarihinde Suriye Türkmen Milli Hareket Partisine dönüşmüş Başkanlığına Dr. Muhammet Vecihi Cumaa seçilmiştir. 

13- Suriye Türkmen Platformu, 19 Temmuz 2012, Kurucusu: Esat Erber. Şimdiki Koordinatörü: Muhammet Ali Bardakçı. 

14- Suriye Türkmenleri Meclisi - Kurucu Başkanı: Semir Hafız, 31.03.2013, Ankara. İkinci Dönem Başkanı: Gen. Fayiz Amro. 
Şimdiki Başkanı: Abdurrahman Mustafa. 

15- Suriye Oğuz Boyları Derneği, Gaziantep, Kurucu Başkanı: Ali Öztürkmen. Şimdiki Başkanı: Samir Alov. 2013 Gaziantep. 

16- Suriye Türkmen Kadın Hareketi, Hedle Şahin, Ekim 2013 Gaziantep. 

17- Ulusal Türkmen Akımı, Nurettin Amro, Aralık 2013 Ankara. 

18- Türkmen Nahda (Kalkınma) Partisi Başkanı Muvaffak Şemeli, Osmaniye Kampı, Eylül 2013. 

19- Bahçelievler Bayır Bucak Türkleri Derneği, Mustafa Bozoğlan, İstanbul, 2013. 

20- Münbiç Türkmenleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Hasan Vayis, 2013, Münbiç, Halep. 

Sonuç 

Suriye Türkmenlerinin siyasallaşmasının geç olmasından dolayı, Türkmen siyasetinde büyük bir boşluk mevcuttu. Bu boşluğu doldurmayan Türkmen büyükleri, Türkmen siyasetine en büyük hatayı işlemişlerdir. Bu boşluğu görüp de boş kalmasına razı gelmeyen gençlerle, Türkmen siyaseti oluşmuştur. Bu gençlerin teşkilat bilgisi, siyaset geçmişi olmaması ve yaşlarının da küçük olması sorunların başında gelmektedir. 

Bu işi göğüsleyen gençler, geleceklerini bir milletin geleceği için feda etmişlerdir. Kimsenin olmadığı, ateşten gömlek giyen gençlerin, Türkmen siyaseti dışında bırakılması Suriye Türkmenleri için en büyük kayıp olacaktır. Genel devrim yapısında işe başlayanlar ve başarıya ulaştıranlar ortadan kaldırılarak yerine fırsatçıların gelmesi büyük hata olur. Çünkü bu fırsatçılar bütün kazanımları kendilerine mal etmeye çalışacaklardır. Suriye Türkmenlerini böyle bir tehlike beklemektedir. Her şey yerli yerinde iken saklananlar ve uzak duranlar, ayaklananlara bu işten vazgeçmeleri için baskı yapıyorlardı. Devran dönüp de rejimin gitmesi kesinleşince, sahte kahramanlar çoğalmaya başladı. Bu gelişmeler ışığında da zor günde mücadele veren gerçek kahramanlar göz ardı edildi. Bu insanların yerlerini de fırsatçı, eski konumlarını devam ettirmek ve Suriye Türklerine sağlanacak imtiyazları ellerine geçirmek isteyen sahte kahramanlar aldı. Lakin bazı fırsat ve imkanlardan dolayı ön plana çıkmamış, muhtelif nedenlerden dolayı kendini gösteremeyen ve zamanla tanınan gerçek kahramanları Türkmen siyaseti dışında tutmak doğru bir tutum olmayacaktır. Dolayısıyla şartlar gereği geride kalan ya da tanınmayanlarla fırsatçıları ayrıt edip, dengeyi korumak şarttır. Aksi takdirde kadroya ehil, aklı başında, işi bilen ve siyasi tecrübesi olanlar dahil edilmeyip, küstürülürse Türkmen siyasetine büyük bir kötülük edilmiş olunacaktır. Bu noktada hakiki kahramanlar bu ince dengeyi iyi hesap edip buna göre de kadroyu genişletmeyi zaman kaybetmeden 
tamamlamaları icap etmektedir. Türkmen siyasetini bekleyen diğer bir tehdit ise davanın önüne şahısların geçmesidir. Olaylara yaklaşımın şahıslar üzerinden yapılması, güvenin kaybolması ve suçlamaların davanın ötesine geçip şahıs kavgasına indirgenmesi diğer bir tehlikedir. Bu tehlikelere ilaveten Suriye Türklerine has bölgesel bir ayrımdan kaynaklanan bölgecilik tehlikesidir. Coğrafik bütünlüğü olmayan Türkmenler bölgelere ayrışırlar. Bu ayrışmadan dolayı bazı taraflar arasında bölge kavgası çıkması Türkmen davasına zarar verecek unsurlardan birisidir. Aklıselim bölge temsilcileri arsında alınacak erken tedbir bu tehdidi ortadan kaldırabilir. 


6.CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,