Filistin Kurtuluş Örgütü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Filistin Kurtuluş Örgütü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU BÖLÜM 6


ORTADOĞU TÜRKMENLERİ SEMPOZYUMU  BÖLÜM 6



Filistin Türkmenlerinin Genel Durumu 
Dr. Alyaa El-Hatip 

Filistin Türkmenleri bugün büyük topluluklar halinde Filistin Devleti ve Ürdün Krallığı sınırları içinde yaşamaktadırlar. Türkmenler Ürdün’deki Cenin kampında yoğun olarak bulunmaktadır. Türkmenler bu bölgelerde genellikle Vadi Berkin, El-Almaniye semtleri ile Bir El-Paşa şehrinde yaşarlar. Bu topluluktaki Türkmen gençlerinin Filistin Kurtuluş Örgütü içinde silahlı teşkilatları vardır. Türkmenlerin ayrıca kadrosu ve liderliği olan kendilerine özgü Aksa Şehitleri isimli bir askeri örgütleri de bulunmaktadır. Bu örgüt Siyonistlerin saldırılarına karşı Cenin kampını korumak amacıyla bu kampın içinde sürekli olarak üs kurmuşlardır. 

Türkmenler ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri bakımdan oldukça güçlüdür. Filistin Devleti, kuruluşundan beri aşiret yapısını anayasal olarak tanımıştır. Türkmenlerin Ulusal Meclis, Yürütme Kurulu, Merkezi Komisyon ve Hükümet organlarında temsil edilmeleri için tüm kapılar açık tutulmaktadır. Hükümet içinde “Fahri El-Turkmani” ve diğerleri gibi Türkmen kökenli bakanlar da vardır. Başkan Mahmut Abbas tarafından direnişe katıldıkları için hapse atılan Filistinli Türkmen gençlerini kurtarmak üzere Türkmenler bir heyet oluşturarak Mahmut Abbas’la görüşmüş ve bunun sonucunda bahsi geçen gençler serbest bırakılmış tır. Ürdün’deki Filistinli Türkmenler ile Batı Şeria’daki Filistinliler arasında görüşmeler ve iletişim her münasebette devam etmektedir. 
Batı Şaria Türkmenlerinin sayısı 35-40 bini bulmaktadır. 

İkinci Türkmen topluluğu ise Ürdün Krallığı’nın doğu bölgelerinde yaşamaktadır. Türkmenler Ürdün’ün istisnasız tüm vilayetlerinde ve Filistin mülteci kamplarında bulunmaktadırlar. Ürdün’ün bir şehri olan İrbid’de Filistin Caddesi boyunca uzanan bir Türkmen mahallesi ve aynı şehirdeki Hukema Caddesi boyunca uzanan bir başka Türkmen mahallesi daha vardır. Sadece İrbid şehrindeki toplam Türkmen nüfus 55 bini bulmaktadır. Bu şehrin yakınlarında Filistin müftüsü Şehit Azmi kampı yer almaktadır. Bu kampta 4.000 Türkmen yaşamakta dır. İrbid şehrinin yakınlarında da El-Reyyan isimli bir Türkmen şehri vardır. Bu şehrin nüfusu üç bini bulmaktadır. El-Bakaa kampında da 2.500 Türkmen yaşamaktadır. El-Zerkaa şehrinde ise, bu şehrin mahallelerinde küçük çaplı Türkmen toplulukları vardır. Toplam nüfusları 1.500 olan bu topluluklar ticaretle uğraştıkları gibi Uluslararası Yardım Ajansı’na bağlıOnrua’nın okullarında öğretmenlik mesleğini icra etmektedirler. El-Zerkaa şehrinin yakınlarında bulunan El-Sahne kampında da 5.000 Türkmen yaşamakta dır. Bunun dışında Ürdün Krallığının başkenti Amman’da avukatlık, doktorluk, hakimlik ve öğretmenlik gibi meslekler icra eden bini aşkın Türkmen bulunmaktadır. Bunların bir kısmı da özel şirketler ve özel okullara sahiptirler. Amman şehrinin yakınlarında Şilter adlı bir Filistin mülteci kampı vardır. Bu kampta da 5.000 Türkmen yaşamaktadır. Yine Amman şehrinin yakınlarında bulunan Sahab şehrinin batı bölgesinde “Türkmen Mahallesi” isminde bir mahalle vardır. Bu mahallede bin ile bin beş yüz arasında Türkmen nüfusu bulunmakta dır. 

Filistin Türkmenleri Müslüman olup Hanefi mezhebine bağlıdırlar. Müslümanlığa bağlı, muhafazakar, örf, adetlerini koruyan ve birbirlerine bağlı insanlardırlar. Onlar Filistin’i vatanları olarak kabul ederler ve er geç Filistin uğruna şehit olmayı arzularlar. Filistin kamplarını kendilerine mesken olarak seçenlerin ise çocukları gurbette çalışmaktadırlar. Özellikle Birleşik Arap Emirliği, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Suudi Arabistan Krallığı’nda çalışmak için giden çocuklar genellikle eğitim, tıp ve mühendislik sektörlerinde çalışırlar. Bazıları da Kanada ve ABD’de bulunurlar ve arada büyük mesafelerin olmasına rağmen, her yıl Ürdün’e gelip yılık izinlerini aileleri ve Türkmen akrabaları arasında geçirirler. 
Başta Türkmen toplumu olmak üzere Filistin toplumunun yaşadığı ağır şartlara rağmen, Filistinlilerin eğitim seviyesi dünyanın ileri gelen ülkelerindeki 
toplumların seviyesiyle rekabet edebilecek seviyededir. 

1970 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü ile Ürdün arasında meydana gelen “Kara Eylül” savaşından sonra Ürdün Hükümeti; Millet Meclisi, ordu ve devletin resmi makamlarını Ürdünlüleştirmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak, Ürdün’de ikamet eden Filistinlilere sadece uyrukluluk kalmış, bu tutum 1949 ve 1950 yıllarında Filistinliler ile Ürdünlüler arasında imzalanan Eriha anlaşmasına aykırı bir hareket olmuştur. Ancak Ürdün’de yaşayan Türkmenlerin ekonomik ve kültürel durumları iyi addedilmektedir. 

Bununla birlikte, devlet Türkmen Aşiret oluşumunu tanımamaktadır, bu husustaki tüm uğraşılar da sonuçsuz kalmıştır. Filistin Türkmenlerinden 
olan Ahmet Esad El-Şukeyri, Osmanlı’nın dördüncü ordusunda müftülük görevini yapan bir babanın oğludur. Şukeyri Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nde okurken, Fransızların Lübnan’ı terk etmelerini talep eden büyük bir mitingin başını çekmiş olması nedeniyle 1927 yılında Fransızların emriyle Lübnan’dan uzaklaştırılmış ve Filistin’e dönerek Kudüs şehrinde Hukuk Fakültesinde öğrenim görmeye başlamıştır. Aynı zamanda da “Doğunun Aynası” isimli gazetede görev almış ve 1936-1939 yıllarında Filistin ayaklanmasına katılmıştır. Ahmet El-Şukeyri Filistin elden gittikten sonra o zaman mevcut bulunan yedi Arap devletinin onayını alarak Filistin Kurtuluş Örgütünü kurmuş, örgütün yürütme kurulu başkanlığını üstlenmiş ve Filistin Kurtuluş Ordusunun oluşmasında aktif rol almıştır. Filistin Türkmenleri Irak Devletinin tam desteğini alan bu orduya 
önemli katkıda bulunmuşlardır. Ahmet El-Şukeyri silahlı mücadelenin Filistin sorununu çözecek tek yol olduğunu savunmuş ve bu doğrultuda çaba harcamıştır. Bu çabalar Siyonist rejiminin Ramallah ilçesine bağlı Kabye köyü ile El-Halil ilçesine bağlı El-Semua köyünde gerçekleştirdikleri katliama kadar devam etmiştir. Bu katliamlar Filistin’in, Ürdün Devleti tarafından yönetildiği süre içinde meydana gelmiştir. 

Ahmet El-Şukeyri Çin’e giderek silah talebinde bulundu. Çin Devleti bir vapur dolusu silahı Filistin halkına hediye olarak gönderdi. Şukeyri bu silahları Ürdün yoluyla içeriye götürmeyi denemiş, ancak Ürdün Devleti buna engel olmuştur. Aynı silahları Gazze yoluyla sokmaya çalışmış, bu sefer de Cemal Abdül-Nasır buna engel olmuştur. 

El-Şukeyri Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başında iken, Cemal Abdül-Nasır, Mohammed El-Kadve isminde bir kişiyi örgütün başına getirdi. Mısır doğumlu olan ve Mısır ordusunda hizmet yapan bu kişi kendine Abu Ammar lakabını seçti. Şukeyri de bu gelişme üzerine örgütten istifa etti. Mısır eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın Siyonist rejimle barış anlaşması imzalamasından sonra Ahmet El-Şukeyri bu tutumu protesto ederek Kahire’yi terk edip Tunus’a gitmiştir. El-Şukeyri vefat ettiğinde kendi vasiyeti üzerine Filistin’den 3 kilometre uzakta bulunan Ebu Ubeyde Amir İbni El-Cerrah (Şam ülkesini fetheden İslam ordularının başkomutanı) mezarlığında defnedildi. 

Türkmenler Ortadoğu’da özgürlüklerini kazanıp devlet ve emirlikler kurdukları zaman Filistin dahil İslam ülkeleri güçsüz, parçalanmış, topaklarından 
parçalar koparılmış ve Haçlı ordularının kılıçları altında inlemekteydi. Türkmenler o dönemlerde Filistin dahil, İslam diyarında emirlikler ve krallıklar kurmayı başarmışlardır. Haçlılara karşı Cihat bayrağını açan ilk mücahit Türkmen Halep Emirliğinden yola çıkan Sultan Nureddin Zengi olmuştur. Zengi’den sonra onun sarayında yetişen Yusuf cihat bayrağını almıştır. Kürt asıllı olduğu söylenen Yusuf, kendine Selahaddin Eyyubi lakabını seçmiş ve “Allah’tan başka İlah yoktur” bayrağını kaldırarak Müslümanları cihada davet etmiştir. Bu 
davete en büyük komutanı, yakın arkadaşı ve eniştesi Muzaffereddin Begtekin Koçak evet demiş ve emrinde bir Türkmen ordusu toplamıştır. 

Selahaddin, savaşçılarıyla birlikte Doğu Filistin’e hareket ederek Hatin düzlüğünde karargahını kurmuş ve Haçlılarla 5 Haziran 1187 M. tarihinde 
savaşarak zafer kazanmıştır. Irak’taki Erbil Emirliği ile iletişim kurarak önce Ali Küçük komutasında olan bir Türkmen ordusunun ve sonra yine de Erbil Emirliğinden Zeyneddin Yusuf komutanlığındaki diğer bir Türkmen ordusunun kendisine katılmasını temin etmiştir. Bu ordular 20 Eylül 1187 M. tarihinde Kudüs şehrine vararak komutan Selahaddin’in emriyle şehri kuşatmaya başlamıştır. Selahaddin ikinci gün ordusuyla birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra Kudüs’e doğru akın etmeye başlamıştır. 14 gün süren bu çetin savaşın sonucunda zafer Müslümanların olmuştur. Savaşı kazanan Selahaddin istilacı haçlıların canlarını ve mallarını bağışlayarak onların ülkeyi mallarıyla birlikte terk etmelerine imkan sağlamıştır. 

Kudüs fethedilip, durumun istikrara kavuşmasından sonra İslam orduları Filistin’in batı bölgelerine yönelerek Murc Beni Amirin batı taraflarında 
karargah kurmuşlardır. Komutan Muzaffereddin Küçük, Filistin kıyılarında bulunan Akka şehrini kuşatmıştır. Bu arada Mısır’dan Filistin’e bir askeri ikmal hattı açılarak Türkmen kökenli Rukneddin El-Zahir Baybars komutanlığında bir ordu Filistin’e yönelmiş, arkasından komutan Halil Bin Kılavun komutanlığında Memlukler’den oluşan bir ordu gelmiştir. Bu ordular haçlı güçlerini tüm Filistin kıyılarından güneydeki Gazze şehrine kadar kovmayı başarmıştır. Selahaddin ve Baybars Türkmenlere geniş ölçüde araziler tahsis etmiş ve onların bu bölgede yerleşmelerini temin etmiştir. Bahsi geçen Filistin kıyı şehirleri Akka, Kaysarya, Atlit, Fredis şehirlerini kapsamaktaydı. Filistin’in iç kesimleri de Nablus, Tol-
kerem, Safsafa, Sindiyane şehirlerini ve Culan, Cenin, Tabarya, Bisan ve Zerin şehirlerini içine alan Safad Memluklu Krallığını kapsamaktaydı. 

Türkmenler 1920 yılında bir yerde kış mevsimini geçirmek, her yıl Kerkur’a göç etmemek amacıyla kendilerine köyler inşa etme kararını almışlardır. Türkmenler bu amaçla tepeli ve suyu bol olan araziler seçmişler ve birbirinden uzak olan köyler oluşturarak evlerini inşa etmeye başlamışlardır. Bu tutum onlardaki bedevilik sıfatlarından biri olan bağımsızlık arzusunun bir yansımasıydı. Herkes bilir ki Filistin Türkmenleri bedevi hayat yaşamaya alışkın topluluklardı. Türkmenlerin bir bölümü eski çağlardan beri yerleşik hayat sürdürürken, diğer bir bölümü de göçebelik durumunu yeğlemişlerdir. Yedi kabileden oluşan Filistin Türkmenleri aynı köktendirler. Şüphesiz ki bu Türkmenler kesintisiz olarak Hicri yedinci asırdan beri bu toprakları kendilerine yurt olarak seçmişler ve oralarda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Türkmenlerin başlangıçta yerleştikleri bölgeler Türkmen olma sıfatını kaybetmişse de, oralarda geçerli olan Türkmen isimleri hala kendini korumaktadır. Filistin’in Nablus şehrinde Türkmenler, Sifalılar adını alarak hala yoğunlukta yaşamaktadırlar. Bunlar Osmanlı ordusu komutanı Şahsivar’ın torunlarıdır. Filistin’in Tulkerim şehrinde Türkmenler, Türkmen olmayan ad ve lakaplarla varlıklarını sürdürmektedirler. Bunlar da Osmanlı ordusu komutanı Şah Mesut’un torunlarıdır. Safad şehrinde yoğunlukta yaşayan Türkmenler Filistinli Saidanoğulları kabilesindendir. Türkmenler Murc Beni Amir, Kerkur ve Gazze’de yoğun olarak bulunmaktadır. Ürdün’ün doğusunda bulunan Gor Damye’de yaşayan Türkmenler, bundan beş yüz yıl önce Murc Beni Amir’de yaşayan Mutlak Ağa El-Şukeyri’nin torunları olduklarını söylemektedirler. Bu da Mutlak Ağa, kardeşi Hıdır Ağa ve onlara bağlı olan Türkmen ordularının ne denli eski bir zamanda oralarda bulunduklarını göstermektedir. 

Şeyh Mutlak Ağa’nın miladi 1872 yılında vefat etmesiyle Şeyhlik unvanını onun yakın arkadaşı ve kardeşinin damadı olan Şeyh Hüseyin El-Hatip teslim almış ve aynı yılda ilk Türkmen Aşiret Meclisini kurmuştur. Bu meclis 1935 yılında Şeyh Hüseyin El-Hatip’in vefatına kadar görevini yerine getirmiştir. Bu tarihten sonra Şeyhlik görevini Saidan Oğulları kabilesinden olan Şeyh Hasan Mansur El-Musa üstlenmiştir. Saidan Oğulları kabilesi yedi Türkmen kabilesinin en önemlilerinden biridir. Bu kabilenin adı altında altı adet Türkmen köyünün merkezi olan El-Mensi köyünde dört büyük kabile bulunmaktadır. Hasan Mansur El-İsa beş üyeden oluşan bir Devrim Komuta Konseyi kurmuş, Türkmen gençlerinden 
oluşan on iki bölüğe on iki komutan atamıştır. Ayrıca bir Devrim Mahkemesi kurmuş ve devrime katılmak isteyenleri eğitmek üzere bir askeri uzman istihdam etmiştir. Bu aşamadan sonra da Filistin’in kuzey vilayetinde manda hükümetine ve Filistin’e Siyonist göçe karşı Türkmen ayaklanmasını resmen ilan etmiştir. Devrimin başarılı olması ve güçlenmesi manda hükümetini şaşkına çevirmiştir. Devrim mahkemesi Siyonist esirleri yargılamış ve onları idam cezasına çarptırmıştır. Devrim güçleri müteaddit defalar İngilizlerin işgal ordusuna ait Beyt Kıleym gibi karakollarını basmış ve oradaki İngiliz askerleri öldürmüştür. Manda hükümeti buna karşılık olarak 1939 yılının kış mevsiminde El-Mensi kasabasına piyade güçleri, tanklar ve uçaklarla saldırılar düzenlemiştir. Devrim komutanlığı saldırıların yoğunluğunu görünce ateş açmama emrini 
vermiştir. Bunun üzerine de beldede bulunan kadın, erkek, genç ve yaşlı insanların tamamını tutuklamıştır. Bunları üç ay boyunca işkenceye tabi tuttuktan sonra yavaş yavaş salıvermeye başlamışsa da devrimin beş liderini serbest bırakmamış ve durumlarının belirsizliği devam etmiştir. Manda Hükümeti onların akıbetinden hala sorumludur. Türkmenlerin Manda Hükümeti aleyhine açmış oldukları davalara rağmen Manda Hükümeti suçlamayı reddederek, onları tutuklamadığı iddiasını tekrarlamıştır. Türkmen Kabileleri İngiltere’nin El-Mensi kasabasına saldırmasını, devrim liderlerinin durumlarının belirsiz olmasını ve insanlarının işkenceye tabi tutulmasını felaket boyutunda olay bazında addetmişler ve bu olayları zaman hesaplamasında bir tarih olarak kullanmışlardır. 

1948 yılının Mayıs ayı başlangıcından itibaren Filistin’deki durum daha kötüye gitmeye başlamıştır. Zira Siyonist terör örgütleri o günlerde Filistin’in 
Deir Yasin köyünde korkunç bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Bu katliamda aralarında çocukların ve hamile kadınların da bulunduğu 250 kişi hunharca katledilmiştir. Ancak, Siyonistlerle Türkmenler arasında 1948 yılının Nisan ayının yedisi akşamına kadar bir sıcak temas gerçekleşmemiştir. O akşam komutan Fevzi Kavukçu Kurtuluş Ordusuyla birlikte El-Mensi kasabasına girmiş ve gece vakti Türkmen köylerinden nispeten uzak olan koloniyi bombalamıştır. İkinci günün sabahı bir İngiliz subayı askeri aracıyla El-Mensi kasabasına girerek Fevzi Kavukçu’yu sormuş, hiçbir cevap alamayınca da geri dönmüştür. Dokuz Nisan 1948 günü Arap ordularının başkomutanından Fevzi Kavukçuya kasabayı 
derhal terk etmesini talep eden bir emir yöneltilmiştir. Arap ordularının başkomutanı o sıralarda Doğu Ürdün’deki sarayında Arap ve Arap olmayan komutanları karşılamaktaydı. Kavukçu, Arap Orduları Genel Komutanının emri üzerine geceleyin geri çekilmiştir. Sabah olduğunda koloniyi izleyen bazı Türkmen kişiler çok miktarda yük araçlarının koloniden hızla ayrıldığını görünce Siyonistlerin saldırı hazırlığı içinde olduklarını anlarlar. Bunun üzerine çadırlarda yaşayan Türkmenler Kerkur Bölgesini terk edip El-Mensi kasabasını göç ederek kadın ve çocukları Ayn El-Mensiye köyüne yerleştirirler. Türkmen köyleri bir yandan savunma hazırlığına başlarken, diğer yandan da Arap orduları başkomutanına silah talebiyle bir heyet gönderirler. Ancak komutan silahlarının olmadığını bildirerek taleplerini reddeder. El-Mensi kasabası Nisan 1948 ayının onuncu sabahında Hajana ve Balmah çetelerinin saldırısına uğrar, üç gün süren çatışmada birçok Türkmen şehit düşer ve 13 Nisan 1948 günü kasaba çetelerin eline geçer. 

Filistin topraklarının gasp edilmesi faciası karşılığında, başta Arap ordularının başkomutanı olmak üzere cihat etmeleri yerine mal ve mülkleriyle meşgul olan kişiler Rodos adasına koşarak Siyonist çetelerle sonu olmayan bir ateşkes anlaşmasını imzaya koydular. Bu duruma ve bir milyon yedi yüz bin Filistinlinin perişan vaziyette yerlerinden ve yurtlarından kovulmalarına, Arap aleminden hiçbir tepki gelmemiştir. Filistin medyası da Siyonistlerin Filistin halkını kesmelerine sessiz kalmıştır. Siyonist çeteleriyle ateşkes anlaşmasının imzalanmasından sonra bile Filistinlilerin ellerinde olan birçok köy de istilaya uğramıştır. Bu duruma da, köyleri terk edip istilacı Siyonistlere bırakılmasını teşvik eden Filistin medyası sebep olmuştur. 

1948 felaketi sonucunda tüm varlıklarını kaybeden Türkmen aşiretlerin bir kısmı akrabalık bağları olan Golan Türkmenlerinin yaşadıkları bölgeye göç ettiler. Göç eden Türkmenlere orada çok miktarda tarım arazisi bahşedildi ve bir yıl boyunca Hitel köyünde ikamet ettiler. Ancak Cenin şehri yakınlarında ve Murc beni Amir’in doğu tarafında bulunan Türkmen kamplarına Siyonistler tarafından saldırı düzenlendiğini duyan bu köylülerin tamamı, beraberlerinde bir kısım Golan Türkmenleriyle birlikte Filistin’e döndüler. 

Siyonistlerin Türkmen kamplarına saldırması olayı 1949 yılının sonla-rında vuku bulmuştur. Siyonistlerin attıkları bombalar kampın etrafına isabet ederken, Irak’ın Telafer ilçesi halkından olan bir Türkmen komutanının komuta ettiği bir Irak ordusu bölgeye gelir. Üç gün boyunca yolda olmasına rağmen, derhal savaşa iştirak eder ve saldırganları püskürtür. Iraklı Türkmen subayının sonradan anlattığına göre, bu ordu aslında ateşkes hattı üzerinde bulunan Tolkerm şehrine doğru ilerliyormuş. Fakat Türkmen komutan, Cenin yakınlarındaki Türkmen kamplarının Siyonist saldırısına uğradığı haberini alınca yolunu değiştirerek Türkmen kamplarının bulunduğu Cenin şehrine doğru yönelir. Bu ordu Cenin şehrinin batısında olan bir bölgede karargahını kurar. Ürdünlülerle Filistinliler arasında 1950 yılında imzalanan Eriha anlaşması gereğince bir Ürdün ordusunun geçmesine kadar da o bölgede kalır. 

Batı Şeria’da ve Ürdün’e ait Doğu Şeria’da Türkmen toplumunun gelişmesi hakkında yapmış olduğum saha çalışmalarımda, Türkmen toplumlarındaki sosyal hareketlilik dikkatimi çekmiştir. Türkmenlerin gençleri ve yaşlıları bayram düğün ve taziye günlerinde düzenli olarak bir araya gelmekte; Filistinli mahalle, köy ve kamplarda tüm topluluklarda aşiret meclisleri, hayır dernekleri ve kooperatif faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ben bu Türkmenlerin anavatanla kavuşmalarını temenni etmekteyim. 

Filistinli Türkmen aşiret evlatları ister komutan ister asker olsun her biri nesiller boyunca Filistin uğruna şehit düşmek için çırpınmaktadırlar. Onlar eskiden beri ve şimdi de Filistin topraklarının en ücra köşelerinde bile komando faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ayrıca Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abd-ül Nasır lehine 1956 yılındaki üçlü saldırıdan üç ay önce büyük hizmet sunmuşlardır. Türkmen aşiretleri hala işgal altındaki Türkmen köylerinin sadece 20 kilometre uzaklığında yoğun şekilde bulunmaktadırlar. Türkmenlere ait Aksa Şehitleri Örgütü’nün savaşçı ve lider kadroları Siyonistlerin 2002 yılında Cenin kampına yaptıkları saldırılarının karşısında durmuş ve yirmi şehit vermişlerdir. Saldırıyı da 
püskürtmeyi başarmışlardır. Örgüt bu bağlamda işgal edilmiş toprakların dahilinde bir dizi operasyon düzenlemiştir. Bunun en göze çarpan örneği El-Afule operasyonuydu. Siyonist oluşumunun Cenin kampını işgal ederek kampta kalanlara zarar vermek için 1949 yılından beri sürdürdükleri uğraşıları El-Aksa Şehitlerinin karşı koymaları sayesinde sonuçsuz kalmaktadır. Cenin kampı şeyhleriyle Filistin sorunu hakkında yapmış olduğum görüşmelerde 1948 yılından Filistin topraklarının kolaylıkla elden gittiğini, 1967 yılına kadar köylerinde olan bitenlere Türkmen gençlerinin aktif olarak katıldıklarını ve 1987 ve 2000 yıllarındaki direnişlerini dile getirmişlerdir. Ayrıca İngiltere’nin Filistin hakkında ve Filistin halkına karşı işlemiş olduğu cinayetleri, Siyonist çetelerini nasıl silahlandırdığını ve koruduğunu, buna karşılık Türkmenleri genç ve yaşlı 
demeden tutukladığını, onlara karşı çeşitli işkenceler uyguladığını ve birçoğunu katlettiğini sırasıyla bana anlatmışlardır. 

Siyonistlerin 2002 yılında Cenin kampına saldırılarına karşı savaşıp şehit düşen genç ve yaşlı Türkmenlerin isimleri şu şekildedir: 

Şehit Ahmet İbrahim Turkmani, 
Şehit Semir Uveys Türkmani, 
Şehit Ziyad İbrahim Turkmani, 
Şehit Usame İd Turkmani, 
Şehit Mohammwed Mahmud Turkmani, 
Şehit Salih Mohammed Turkmani, 
Şehit Lütfi Huveyti Turkmani, 
Şehit Ahmet Hasan zidan Turkmani, 
Şehit Rıfat Gavadre El-Turkmani, 
Şehit Rıfat Musa El-Turkmani, 
Şehit Mohammed Huveyti El-Turkmani, 
Şehit Ziya Gavadre El-Turkmani, 
Şehit Semire Zubeydi El-Turkmani, 
Şehit Luey Emin El-Turkmani, 
Şehit Fadi Emin El-Turkmani,
Şehit Fuat Mohammed El-Turkmani, 
Şehit Cemal Ebu Sakar El-Turkmani, 
Şehit Taha Zubeydi El-Turkmani, 
Şehit Merzuk Mithat El-Turkmani, 

Ahmet Neğniğe El-Turkmani. İşgal altındaki Filistin topraklarında intihar saldırılarında esir düşen Türkmenler ise; Yahya Zubeydi El-Turkmani, 
Hüseyin Gavadre El-Turkmani, Davut Zubeydi El-Turkmani, Mohammed Ebu El-Baha El-Turkmani. 

Altı adet köy ise şunlardır: 

1 – El-Mensi köyü: 4661 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 12227 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 2640. 

2 – Ebu Şuşe köyü: 3077 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 8960 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 720. 

3 – Ebu Zureyk köyü: 2092 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 6493 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 650. 

4 – El-Lıd köyü: 354 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 12572 dönümdür. 1948 yılındaki toplam nüfusu: 750. 

5 – El-Gabyat köyü: Yukarı El-Gabya ve Aşağı El-Gabya’dan oluşur.532 dönümü mera olmak üzere toplam yüzölçümü 11139 dönümdür. 

1948 yılındaki toplam nüfusu: 650. 

6 – Ayn El-Mensi: Arazileri El-Mensi köyüne aittir, köylüleri Sufi tarikatından dırlar, bunlar kendilerini ibadete vermiş Türkmenlerdirler. Tarımla uğraşırlar ve El-Geylani ailesindendirler. 

Filistin dahil, Şam ülkelerinde İslam tarihinin erken dönemlerinden beri siyasi partiler görülmüştür. Şam ülkelerinde Yemenli parti ve Kays partisi siyasi partilerin başında gelirdi. Yemenli partinin başkanlığını Filistin Türkmenleri üstlenmişti. Onlar, Filistin’in hem kuzey vilayetlerinde hem de iç kesimlerinde otoritelerini sürdürmekteydiler. Filistin’in büyük şehirlerinde Türkmen Seyfi ailesi hakimdi. Bu husustaki çekişmeler Trablus vilayeti başta olmak üzere Suriye’nin ve Lübnan’ın kuzey bölgelerine kadar yayılmış ve hatta Golan bölgesini, Safad’ı ve Şam ülkesinde Türkmenlerin bulunduğu tüm bölgeleri de kapsamıştır. Osmanlı Devletinin görevlileri ve temsilcilerinin zaman zaman El-Kaysi partisi aleyhine davranarak, El-Yemeni partisinin lehine müdahalede bulunmaları bu çekişmeleri arttırmaktaydı. Tutuculuk, kırsal kesimlerde şehirlere göre 
daha fazla görülürdü. 1123 H. (1711 M.) yılında partizanlık tüm kabile ve mezhep sınırlarını aşmıştır. Bu bağlamda, her partinin kendine özgü bir 
bayrağı vardı. Yemen partisinin bayrağı beyaz renk ve simgesi beyaz renk haşhaş çiçeğiydi. Kaysi partisinin bayrağı ise, kırmızı renk ve simgesi 
kırmızı karanfildi. Yemeni partisinin Filistin’in kuzey vilayetinin tüm şehir ve kasabaları ile özellikle Trablus vilayeti olmak üzere Lübnan’ın ve Suriye’nin kuzey bölgelerine hakim olmasına kadar bu parti rekabeti devam etmiştir. 

Türkmenler başlangıçta zor olsa bile kamp hayatına alışmayı öğrenmişlerdir. Onlar yanlış anlamadan ve yanlış anlaşmadan uzak durmayı başarmışlardır. Filistin’deki kendi diyarlarına dönüşün yakın olduğu algısından kurtulmuş, çocuklarını karanlık ve zor hayat şartları altında eğitmeyi üstlenmiş ve bunu da başarmışlardır. 

Filistin Türkmenlerini en fazla acıya boğan konu ise arazilerini, köylerini ve tüm varlıklarını kaybetmek olmuştur. Bu sıkıntıların başında arazilerini kaybetmek ve tarımla ilişkilerinin kesilmesi gelmektedir. Çünkü tarım toprak demek ve toprak ise vatan demektir, vatan da hem tarih hem de coğrafya demektir. Türkmenler Filistin halkının bir parçası olarak diğer halklarla ortak bir kültürü paylaşmışlar dır. Türkmenler Filistin sığınma kamplarına yerleştikten sonra kampı, ulusal kimlik, din, dil ve tarih öğelerine dayanan kültür kaynağı olarak görmüşlerdir. Dinin; davranışlar, yaşam, ilişkiler ve insan ruhunun yücelmesi yönünde rolü büyüktür. Din sayesinde insanoğlunun inancı güçlenir. Allah’a dayanarak yoluna devam etmekte büyük bir enerji kazanmış olur ve var gücüyle çalışır, Allah’ınhükmüne razı olur ve O’nun kaderini reddetmez. İnsanoğlu hayatın zor 
şartlarına dayanarak tüm korkularını inancıyla giderir. İşte bu şekilde Filistin Türkmen gençlerinin eğitiminde olumlu tarafları güçlendirmeye ve Filistin’e yakın zamanda geri dönüleceği hususundaki söylentilerden uzak tutar. Türkmen din adamları Türkmenlerin kültürel kimliklerinin temel taşı olan kapsamlı bir din eğitimi vermeleri gerekir. Babalar ve annelerin de birinci rolü, evlatlarının kafasındaki olumsuzlukları küçültmek ve olumlu yönleri büyütmek olmalıdır. Filistin Türkmenlerinin hayat dolu ve ümitle yaşama arzuları, onlara gelecek nesillere iyilik ve sevgiyi aşılamak yolundaki çabalarını kolaylaştırmıştır. Ben şu sıralarda insanlarımın ve Türkmen akrabalarımın (Filistin Türkmenleri) 
tarihini yazmaya devam ederken bazen kendimi büyük sıkıntılar içinde görmekteyim. Ancak, şükürler olsun ki yazmaya devam edip Allah’tan bana bu uğraşımı mübarek kılmasını ve varlığın en büyük mesajı olan Allah’ı tanımak ve Allah’a iman etmek yolunda bana yardım etmesini niyaz eylemekteyim. 

İstisnasız tüm aşiretlerin ailelerini kapsayan ve bizlere çok büyük miktarda şehitler verdiren kötü yıllar geçirdik. Onun akabinde ise baskı, şüpheli ve kasıtlı söylentilerle dolu yıllar geldi. Ancak aşiretlerle istikrara kavuşmuşladır. Onların tuttukları yol daha açık ve parlak hale gelmiş, Türkmenler yorgunluk ve zorlukların ortadan kalkmasıyla iyileşmeye ve dengeli yaşama başlamışlardır. Onlar için olumlu ve yaralı düşünceler üretmeye ve sağlam şekilde planlar kurmaya ve uygulamaya uygun olan nispeten daha sakin bir ortam oluşmuştur. Onların arasında artık akraba ve toplum dayanışması başlamış ve aralarında görüşmeler ve toplantılar çoğalmıştır. Felaketin acılarını bir kenara bırakarak, bazı pasif izlenimleri düzeltmişler ve tüm zorlukları aşarak sosyal alanda planlı ve hedefi olan çalışmalar yaparak bu yolda ilerlemeye devam etmişlerdir. Onlar 
iman dolu bir kalple ve güvenle tüm çalışma ortamlarına el atmışlardır. Aşiretler değişik projeler başlatmış, iş dünyasının tüm alanlarına girmiş, daha fazla akılcı ve tecrübeli olmuş ve beklenmedik sonuçlar elde etmişlerdir. Sürekli devam eden çabaları sayesinde giderek bireyler arasındaki ilişkiler güçlenmeye başlamıştır. Birkaç yıl sonra da bazı aşiretler arazi satın alabilmiş ve üzerinde özel binalar inşa etmişlerdir. 

1949 yılında Kral Birinci Abdullah bazı Filistinlilerle görüşerek, elde kalan Filistin topraklarını Doğu Ürdün Prensliği’ne ilhak edip Haşimi Ürdün Krallığı’nın kurulması üzerine onlarla anlaştı. Yedi Arap ülkesinin bu anlaşmaya karşı çıkmalarına ve Ürdün ordusunun Filistin topraklarına girmesini işgal olarak addetmesine rağmen, anılan anlaşma 1950 yılında uygulandı. Gazze şehrinde Ahmet Hilmi başkanlığında kurulan Umum Filistin Hükümeti hükmen düşürülmüş oldu. Filistin’deki Irak ordusunun yerini Ürdün ordusu aldı. Doğu Ürdün Prensliği Filistinlilere Ürdün uyruğu vererek, Filistinlilere kapılarını açtı. Parlamento, ordu, hükümet, devlet memuriyetleri ortaklaşa iki taraf arasında paylaşıldı. Bu sıralarda Türkmen aşiret efradı, Murc Beni Amir’in doğu tarafında bulunan ve işgal altında olan Türkmen köylerine çok yakın olan Cenin kampı hariç, 
bulundukları kampları terk ederek Doğu Ürdün Prensliği’ne doğru göç etmeye başladılar. Türkmenler ondan sonra Ürdün hükümetinden ve arazi sahiplerinden İrbid, Sahab, Umman ve Zerka şehirlerinde büyük çapta arazi satın aldılar. Ürdün hükümetinden satın alınan araziler doğuda bulunan Aclun Dağları eteğinden başlayarak batıdaki Ürdün nehrine kadar uzanmaktadır. Binlerce dönüm genişliğinde olan bu araziler işgal altındaki topraklara çok yakındır ve suyu bol olduğu için bu arazilerin tamamında narenciye ağaçları ekilmiştir. Türkmenler sebze ekmek için seralar kullanmışlardır. Türkmenler Umman-İrbid yolu yakınlarında El-Reyyan köyünü kurdular. Türkmenlerin çiftlikleri Ürdün’ün tamamında bulunan çiftliklerin en güzelidir. Türkmenlerin çiftliklerinin bitişiğinde olan Ürdün Nehri Bölgesi, Filistin direniş güçlerinin işgal altındaki toprakların 
derinliğine nüfuz etmek için güvenli bir geçit teşkil etmekteydi. Bu geçide Türkmen Geçidi adı verilmiştir. Adının Türkmen Geçidi olması, Siyonist rejimin 1968 yılının Mart ayının yirmi birinci günü Doğu Ürdün’de bulunan El-Karame kampına saldırmasının ana nedeni olmuştur. Bu kamp Siyonistlerle Filistin direniş güçleri arasında vuku bulan çarpışmalara sahne olmuş ve çarpışmalar gün boyu devam etmiştir. Saldırganlar ateşkes talep etmiş ise de taleplerine icabet edilmemiştir. Ürdün topçu alayına mensup bir subayın açıklamasına göre Siyonistlerin tankları 60 kilometre hızla başkent Amman’a doğru ilerlediği görülünce, Ürdün topçu güçleri tarafından topa tutulmuştur. Aynı gün, akşam saat 16’da Ürdün’ün siyasi otoritesinin başı saldırganların güvenli bir şekilde geçebilmelerini temin etmek amacıyla kampta ateşin kesilmesi emrini 
vermiş ve topçu alayının tüm subaylarını ordudan uzaklaştırmıştır. Bunun üzerine bunların bir kısmı Filistin Kurtuluş Ordusu’na katılmıştır. 

1968 yılında vuku bulan El-Karame savaşından sonra Türkmen aşiretleri efradı dahil, Ürdün’de ikamet eden tüm Filistinliler ağır felaketlere uğramışlardır. Şöyle ki, Filistin Kurtuluş Örgütü savaşçılarını yok etmek amacıyla üç devletin de katıldığı büyük bir komplo hazırlanmıştır. Hiçbir gerekçesi olmayan bu olay herkes için büyük sürpriz olmuş, fakat hiç kimse bu komploya karşı ağzını bile açamamıştır. 

Savaş 1 Eylül 1970 tarihinde başlamış ve 30 Eylül tarihine kadar devam etmiştir. Bu savaşta tüm Filistin kampları ağır silahlarla bombalanmış ve Siyonist silahlı güçleri Ürdün sınırlarına dayanmıştır. Bu arada Suri-ye’de Nureddin El-Atasi Cumhurbaşkanı ve Yusuf Zain Başbakan iken, Suriye silahlı güçleri Ürdün’ün kuzey bölgelerini işgal etmiştir. Başkent Amman’a doğru yönelerek Cereş vilayeti yakınlarına kadar ilerlemiş ve o bölgede durmuştur. Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abd-ül Nasır ile Suriye yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda da Suriye güçleri Ürdün’den geri çekilmiş ve Ürdün ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında bir anlaşma taslağı hazırlanmak üzere Cafer El-Numeyri başkanlığında 
Ürdün’e bir heyet gönderilmiştir. Görüşmeler sonucunda Kurtuluş Örgütü savaşçılarının Filistin kamplarından çekilmesi, bu güçlerin Ürdün ormanlarında 
konuşlanması kararlaştırılmıştır. Görünüşte bir barış sağlanmıştır. Barış göstergesi olarak, ormanlara konuşlanan Filistinli savaşçılara bir öğle yemeği gönderilmiştir. Savaşçılar yemeklerini yerken Pakistan savaş uçakları onları bombalamış ve bulundukları ormanları yakmıştır. Aynı anda sürpriz bir şekilde Cemal Abdül Nasır’ın vefat ettiği haberi açıklanmıştır. Pakistan hava kuvvetlerine ait uçaklar ormanı ve savaşçıları yok edene dek saldırılarına devam etmişlerdir. Filistin kamplarında ve Ürdün’ün değişik şehirlerinde bulunan Filistinliler, şehitler için siyah bayraklar açmışlardır. Şehitlerin arasında Filistin Kurtuluş Örgütü savaşçılarından olan Türkmen aşiretleri fertleri de vardı ve onlardan hiç kurtulan 
olmamıştır. Türkmen aşiretleri bu Kara Eylül savaşını Filistin’nin ikinci felaketi olarak nitelendirirler. Savaş bittikten sonra komplonun ikinci evresi hayatta kalan Filistinli savaşçıların Lübnan’a göç etmeye zorlanması şeklinde olmuştur. Bu şekilde Siyonistlerin, “Filistinsiz İsrail olmaz, Kudüs’üz Filistin olmaz, Heykel’siz Kudüs olmaz” söylemi derhal uygulanmaya geçmiştir. Bu senaryo bugün de Batı Şeria’nın ve Kudüs’ün birlikte Yahudileştirilmesiyle gerçekleşmektedir. 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***


.