ORMER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ORMER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2017 Cuma

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 5

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 5


5. 2010’lar: Bölgesel Kürt Yönetimi ve Türkiye 

5.1 Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak 

2010’lu yıllara gelindiğinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Irak Merkezi Hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar daha da derinleşmiştir. Petrol paylaşımı konusundaki anlaşmazlıklar, Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin durumundaki belirsizlik anlaşmazlıkların kaynağı olmuştur. 2009 yılında yapılan seçimlerden sonra Kürtler, Irak’ta diğer partilerle kuracakları ittifakları söz konusu sorunlarına çözüm getirip getirmeyeceğine göre şekillendirmişlerdir. Kürtler seçim sonrası koalisyon arayışlarında 19 maddelik bir liste hazırlamış ve hükümeti kurabilecek güçte bulunan Allawi ile Maliki’ye sunmuştur. Listede anayasanın 140. maddesinin en geç iki yıl içerisinde uygulanması, Kürt partilerin koalisyondan çekilmesi durumunda hükümetin düşmesi, peşmerge güçlerinin maaşlarının Irak Savunma Bakanlığı tarafından ödenmesi, petrol yasası taslağının onaylanması gibi talepler yer almıştır.35 Allawi bu talepleri büyük oranda reddederken, Maliki bazılarını kabul edip Kürtlerle anlaşmış ve hükümeti kurmuştur. 2011 Şubatına gelindiğinde Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Kürdistan 
Bölgesel Yönetimi’nin yaptığı petrol anlaşmalarının geçerliliğini tanımış ve böylece 2006 yılından beri devam eden petrol anlaşması imzalama yetkisinin kimde olduğuna dair anlaşmazlık çözülmüştür.36

2012 Nisan ayında ise yeni bir petrol gerginliği açığa çıkmıştır. Bağdat, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin taahhüt ettiği petrol miktarını ihraç etmediğini ileri sürerek bölgedeki petrol şirketlerinin alacaklarını ödememiş böylece Kürt Bölgesi ile merkezi hükümeti tekrar karşı karşıya gelmiştir. Bunun üzerine Kürdistan Bölgesel Yönetimi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına verilen ham petrolü kesmiştir.37 Ağustos ayında petrol ihracının yeniden başlamasına rağmen kriz bitmemiştir. Bunun üzerine şirketlerin alacaklarının ödenmesi için yeni bir adım atılmıştır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Bağdat’ın kontrolünde bulunan Kerkük-Yumurtalık hattı üzerinden yaptığı ihracatı kesmiş ve bölgede faaliyet gösteren ve en yüksek üretimi yapan firma olan Genel Enerji’ye “Kürdistan petrolü”nü ihraç etme izni vermiştir.38 Genel Enerji de bu petrolleri tankerlerle Türkiye’ye ulaştırmış ve buradan dünya pazarlarına sunmuştur. Gerginliğin arttığı bu dönemde merkezi hükümet Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni %17’lik payını azaltmakla tehdit etmiş ve 2014 yılı bütçe görüşmelerinde de Kürt Bölgesi’nin bütçesini kısmaya çalışmıştır.39 

Bu dönemde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geleceğini ilgilendiren bir başka önemli gelişme ise Ekim 2013’te yapılan parlamento seçimleri olmuştur. Seçim iki açıdan önemliydi. 
İlk olarak bu seçimi önceki seçimlerden ayıran yeni parlamentonun Kürdistan anayasası çalışmalarını sonuçlandırması beklentisiydi. Uzun süre boyunca üzerinde tartışılan fakat bir türlü nihayete erdirilemeyen anayasa sorununun aşılması hem kamuoyu tarafından hem de siyasi partiler tarafından seçim öncesinde sıkça dillendirilmiştir. İkincisi, Bölgesel Yönetim’in Ankara ve Bağdat ile ilişkileri de muhalefet partileri tarafından seçim çalışmalarında eleştiri konusu olmuştur. Bu iki parametre bağlamında oluşacak yeni parlamentonun 
önünde Kürdistan anayasa çalışmalarının sonuçlanıp sonuçlanmayacağı, yeni hükümetin iç ve dış politikalarında yeni bir dizaynının söz konusu olup olmayacağı seçimler öncesi tartışmaların temel konusu olmuştur.40 Bunların yanı sıra, KDP ve KYB’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin seçimlerine ilk kez ayrı listeler halinde katılmış olmaları da seçime ayrı bir önem yüklemiştir. Fakat KYB’nin seçimlere Aralık 2012’de beyin kanaması geçiren ve siyasete dönemeyen Celal Talabani’nin yokluğundan dolayı ciddi bir dezavantajla girdiğini de belirtmek gerekiyor. 

Seçim sonuçları açıklandığında Kürt bölgesinde ilk kez KYB üçüncü parti konumuna düşmüştü. Seçimin galibi %37.79 ile Barzani’nin partisi KDP olmuş, seçimin diğer kazananı ise %24.21 ile Kürdistan bölgesinde ikinci büyük parti olmayı başaran Goran Hareketi olmuştur. KYB ise %17.08 oranında oy alarak üçüncü parti konumuna düşmüştür. 

İslami partilerden Yekgirtu %9.49, Komal ise %6.01 oranında oy almıştır. Seçimler eyalet bazında değerlendirildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: Erbil’de %48.22, Duhok’ta %70.03 oy oranlarıyla KDP en çok oyu alan parti olmuştur. KYB’nin kalesi olarak sayılan Süleymaniye’de ise en çok oyu alan %40.08 Goran Hareketi olmuş, KYB %28.62 oy oranında kalmıştır. Fakat hiçbir parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemediği için geleneksel ittifak anlayışı yeniden devreye girmiş ve KDP ile KYB birleşerek hükümeti 
kurmuşlardır. 


Tablo 5: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

30 Nisan 2014’te yapılan Kürdistan Bölgesi Vilayet Seçimleri de Kürt partiler arasındaki dinamikleri fazla değiştirmemiş fakat KYB küçük bir farkla da olsa Goran’ı geçerek tekrar ikinci parti konumuna yükselmiştir. Aynı tarihte Irak genelinde yapılan seçimlerin ise Irak geneli için çok parçalı bir görüntü sunması bunun aksine Kürt partilerin blok hareket edebilme esnekliği Bağdat ve Erbil arasında işgalden itibaren var olan yapısal farkı daha da arttırmıştır. Bağdat siyasal istikrarsızlıkla ve çatışmalarla “başarısız devlet” görüntüsü vermeye 
devam ederken, Erbil siyasal istikrarın kurumsallaştığı ve güvenlik sorunlarının önemli ölçüde çözüldüğü bir de facto devlet görüntüsünü sağlamlaştırmaya devam etmektedir. 

5.2 Türkiye ve Bölgesel Kürt Yönetimi İlişkisi 

2009 ve sonrasındaki gelişmeler Ankara ve Erbil arasında yeni bir dönemin başladığının işaretleriyle doluydu. İlişkilerdeki bu kırılma Türkiye iç siyaseti bağlamında Kuzey Irak ile ilişkilerde güvenlik odaklı bir politika izlenmesi gerektiği konusunda ısrarcı olan askeribürokratik yapının 2008 yılı itibariyle dış politika belirlenmesi sürecinde etkinliğini kaybetmesi ile ilişkili olduğu kadar bazı dışsal gelişmelerin de sonucuydu. ABD’nin 2011’de Irak’tan çekileceğini açıklaması Türkiye’nin Irak’a yönelik ilgisini artırdığı gibi özellikle Erbil 
yönetimi ile hızla gelişen ekonomik ilişkiler, ekonomik işbirliği temelinde bir dış politika izleyen Ankara’yı Irak Kürtlerine yakınlaştırmıştır. ABD’nin Irak’tan çekilmesini açıklaması ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve merkezi Irak yönetiminin arasının açılmaya başlaması da Iraklı Kürtleri Türkiye’ye yakınlaştıran bir başka unsur olmuştur (Özcan, 2010b: 175). 

Bu yakınlaşmanın en dikkat çekici adımlarından biri Türkiye tarafında dışişleri bakanı düzlemindeki diplomatik ilişkinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mart 2011’de Erbil’i ziyaret etmesi ve burada Mesut Barzani ile görüşmesinin ardından üst düzeyde seyretmeye başlaması olmuştur. Türkiye’den ilk kez bir başbakanın ziyaret ettiği Erbil’de konuşan Erdoğan, bölgeye yönelik politika değişimlerini şöyle ifade etmiştir: “İktidardaki ilk iki yılımızda Irak denince hep Türkmenler konuşulurdu. Gerilim istemediğimiz için biz de fazla zorlamadık. Sırf Türkmen odaklı politikadan tüm Irak’a bakan politikaya geçmek için çok sabır gösterdik. Önce bürokratla, sonra özel temsilciyle, daha sonra bakanla adım attık. 
Artık bizim gelme zamanımız geldiğini düşününce de Erbil’e geldik.”41 Bu ziyaretten kısa bir süre sonra da, 12 Ekim’de Erbil’de Türkiye Başkonsolosluğu hizmete girmiştir.42 

Erdoğan’ın Erbil ziyareti sırasında ikili ilişkilerde kırılma teşkil edecek bir başka önemli gelişme ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Erdoğan ile görüşmesi olmuştur (Balcı, 2014). Bu görüşme ile birlikte Ankara’nın Erbil’e yönelik enerji ilgisi önemli ölçüde artmaya başlamış ve enerji ilişkileri 2012 yılına damgasını vurmuştur. 

Türkiye’nin ucuz enerji bulma, Rusya ve İran’a enerji alanında yaşanan bağımlılığı azaltma ve bölge için enerji transfer merkezine dönüşme politikaları Ankara’yı hızla Erbil’e yakınlaştırmıştır. Enerji boyutuna bir de Suriye iç savaşı bağlamında Ankara ve Bağdat’ın arasının açılması ve PKK’nın Suriye’de güçlenmesi eklenince Erbil ile ilişkiler kendisine ciddi yapısal bir dayanak da bulmuştur. Bütün bunların sonucunda, 20 Mayıs 2012’de Türkiye Enerji Bakanı Taner Yıldız, Erbil’e yaptığı ziyaret sırasında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami ile merkezi Irak yönetiminin onayı olmaksızın çeşitli enerji antlaşmaları imzalamıştır. Bu antlaşmalarla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden transfer edilmesi öngörülürken bu miktarın günde bir milyon varilin üzerinde olacağı açıklanmıştır. 

2014 yılına gelindiğinde Erbil, Ankara’nın en önemli enerji partneri haline geldiği gibi, Arap Baharı sonrası dengelerin yeniden karıldığı Ortadoğu’da ilişkilerin en iyi yürütüldüğü aktör statüsüne yükselmiştir. Ankara ve Erbil arasındaki bu ciddi yakınlaşma PKK konusuna da yansımış ve Erbil’in desteği ile birlikte Ankara 2012 sonunda yeni bir barış süreci başlatmış ve bu süreç kapsamında PKK militanlarının Kuzey Irak’a çekilmesi öngörülmüştür. 

5.3 PKK ve Bölgesel Kürt Yönetimi 

Mart 2009 tarihinde Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani PKK’nın önünde iki seçenek olduğunu ve PKK’nın ya silah bırakmayı ya da Irak’tan çekilmeyi seçmesi gerektiğini açıklamıştır. 
Talabani’nin bu açıklamasını Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani’nin PKK’nın Türkiye’ye saldırmak için kendi topraklarını kullanmasını eleştirdiği açıklamaları izlemiştir. Irak’taki Kürt liderler ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşma PKK’nın Kandil’deki liderlerinden Murat Karayılan’ın tepkisine neden olmuş ve Karayılan “Talabani’nin Türk generalleri memnun etmeye çalıştığını iddia ederek onun Kürt sorununun çözümünde olumlu bir rol oynaması umutlarını kaybettiklerini, kimsenin kendilerini o dağlardan çıkaramayacağını” açıklamıştır (Özcan, 2010a: 165). 2010’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi yapılan seçimlerden yaklaşık bir ay sonra Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun 
Sinirlioğlu, Kuzey Irak’a giderek Mesut Barzani ile seçim sonrası oluşacak muhtemel durumu görüşmüştür. Görüşmenin en önemli gündem maddelerinden biri PKK konusuydu. 

Ankara, Kuzey Irak’ta son dönemde artan hareketlilikle ilgili olarak Türkiye-ABD-Irak arasındaki üçlü mekanizmanın daha iyi işlemesini istemiş ve bu doğrultuda da Erbil’den daha fazla istihbarat talep etmiştir. Bunun gerekçesi olarak da PKK’nın Türkiye-Irak sınırını tekrardan aktif bir şekilde kullanmaya başlaması göstermiştir.43 

Harita 8: Türkiye-Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Petrol Boru Hattı 

Bu karşılıklı açıklama ve görüşmelere rağmen 2011 ve 2012 yılları 2004’te ateşkesin bozulmasından sonra PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri arasında yaşanan çatışmaların en şiddetlilerine tanık olmuştur. Özellikle 2011 yılındaki çatışmalar kapsamında kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Irak’taki Kürt liderlerin temel politikası PKK eylemlerini eleştirmek ve Ankara’ya destek verileceğini açıklamakla sınırlı kalmıştır. Örneğin, 19 Ekim 2011’de PKK’nın Hakkari’nin Çukurca ilçesinde düzenlediği saldırıda 24 askerin hayatını kaybetmesi 
üzerine Türkiye’ye gelen KDP Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani, hiçbir eylemin Türkler ile Kürtler arasındaki kardeşlik ilişkisini bozmaması gerektiğini dile getirmiştir (Özcan, 2012: 274). 

Önemli bir ayrıntı da 2007 ve 2008 yıllarında olduğu gibi bu tarihte Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına Iraklı Kürt liderlerden bir tepki gelmemesidir. 
Hakkari saldırısının ardından TSK Kuzey Irak’a havadan ve karadan operasyon başlatmıştır ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Tosun, operasyon kapsamında 270 PKK’lının ölü olarak ele geçirildiğini söylemiştir.44 

2012 yılına gelindiğinde Ağustos ayında PKK’nın Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’na düzenlediği saldırı Türkiye ile kısa süre önce 20 Mayıs’ta çeşitli enerji antlaşmaları imzalayan Bölgesel Kürt Yönetimi’ni rahatsız etmiştir.45 Bu saldırı Erbil’in enerji bağımsızlığı konusunda geliştirdiği yeni strateji bağlamında PKK’nın önemli bir istikrarsızlık unsuru olduğunu ortaya koymuş ve Erbil yönetimini bu konuda adım atamaya zorlayacak bir motivasyon olmuştur. Öte yandan Suriye’de devam eden iç savaşta PKK’ya yakınlığı ile bilinen 
PYD’nin (Partiya Yekitiya Demokrat – Demokratik Birlik Partisi) Suriye’nin kuzeyinde kontrolü ele geçirmesi Ankara ve Erbil’in PKK konusundaki hassasiyetine yeni bir boyut eklemiştir. Dolayısıyla Suriye’deki PYD’nin varlığı Ankara ve Erbil’i PKK konusunda bir başka ortak noktada buluşturan bir etki yapmıştır. 2012 yılı boyunca TSK’nın Kuzey Irak’a yaptığı hava operasyonlarına ses çıkarmayan Erbil, PKK’nın bölgedeki etkinliğinin ortadan kaldırılması noktasında Türkiye ile ortaklaşa bazı adımlar atmaya başlamıştır. Bu politika 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ve PKK’nın üst düzey yöneticilerinden olan Duran Kalkan’ın dolaylı tartışmasında kendisini net bir şekilde göstermiştir. Barzani Türkiye’den Kürdistan bölgesi için umut kapısı olarak söz ederken46 Kalkan, Barzani’yi açıklamalarından ve Ankara ile olan yakınlaşmalarından ötürü sert bir şekilde eleştirmiş ve Kürdistan Bölgesi’nin değil Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ne muhtaç olduğunu ifade etmiştir.47 

Bu gelişmelerin yanı sıra, Mesut Barzani 20 Nisan 2012’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında PKK konusundaki tavrını daha da sertleştirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: 
“Bundan sonra PKK silahlı yöntemini sürdürürse sonucuna kendi katlanır. Ben PKK’nın Irak Kürdistanı’nda hüküm sürmesine müsaade etmem. Bundan sonraki süreçte savaş Kürt meselesine zarar verecektir. Bu konuyla ilgili PKK beni dinlerse iyi eder”.48 PKK’nın Kuzey Irak’ı bir konuşlanma alanı olarak kullandığı düşünüldüğünde Barzani’nin PKK’nın silah bırakması konusunda zorlayıcı gücü devreye soktuğu da söylenebilir. Üstelik Barzani 2012 yılı itibariyle AK Parti hükümetinin çözüm konusunda bir adım attığına kanaat getirmiş 
ve bu bağlamda aynı ziyaret sırasında PKK ve BDP’ye de çağrıda bulunarak “Türkiye devletinin bu yeni bakışına PKK ve BDP’nin daha fazla destek vermelerinin daha iyi olacağına inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır.49 Barzani’nin ziyaret sırasında Başbakan Erdoğan ve AK Parti’nin Kürt açılımları konusunda yetkilendirdiği isim olan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile birlikte Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde üçlü bir görüşme gerçekleştirmesi, Erbil’in PKK meselesinin çözümü konusunda aktif bir politika izlemeye başladığının göstergesi olmuştur (Balcı, 2013b: 131).

2013 yılıyla birlikte Erbil, Ankara’nın başlattığı barış sürecine mutlak desteğini açıklamıştır. Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’ta Newroz mesajında hükümetin Kürt sorunu konusunda kültürel ve siyasi reformlar gerçekleştireceğinden, PKK’nın da ateşkes ilan ederek çekileceğinden bahsetmesi ile50 başlayan barış sürecinde Erbil kritik bir rol oynamıştır. Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’daki mitingine katılan Mesut Barzani Türkiye’deki çözüm sürecine destek verdiklerini ve atılan adımlardan memnun olduklarını dile getirmiştir.51 

Öte yandan Barzani’nin Diyarbakır’a geldiği gün KDP’nin Facebook sayfasında Türkiye sınırlarını da kapsayan bir Büyük Kürdistan haritası paylaşılması Türkiye’de küçük çaplı da olsa tartışılmış ancak harita kısa bir süre sonra kaldırılarak tartışmaların büyümesinin önüne geçilmiştir. Haritanın sayfada paylaşılması değil ama kaldırılması, KDP’nin Ankara’yla arasını açmak istememesi olarak yorumlanmıştır.52 

6. Sonuç 

Yaklaşık yarım yüzyıllık bir süreye bakıldığında Türkiye ve Irak’taki Kürt gruplar arasındaki ilişkilerin “güvenlik” merkezli bir ilişki olmaktan çıkıp “işbirliği” odaklı yeni bir ilişki doğrultusunda dönüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Türkiye uzun yıllar Irak’taki Kürt hareketlerini kendi Kürt nüfusundan duyduğu “tehdit” üzerinden ele almış ve bu nedenle Irak’taki Kürt siyasal hareketlerini tehdit olarak görmüştür. Bunu destekleyen iki temel parametreden bahsedilebilir. Birincisi Irak’ta bir Kürt otonom bölgesinin oluşması ile Türkiye-Irak sınırının Türkleri ve Iraklıları ayıran bir sınır değil aksine Türkiye’deki Kürtler ve Irak’taki Kürtleri bölen bir sınır işlevi gördüğü ortaya çıkacaktır. Bu durum Türkiye’nin ulus-devlet karakterini tahrip eden bir özellik taşımaktaydı. İkincisi Türkiye’nin güneydoğu bölgelerinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacıyla kurulan PKK’nın, Irak’ın kuzey bölgelerini üs olarak kullanması Ankara için açık bir tehdit anlamına geliyordu. Dolayısıyla uzun bir süre Türkiye Kuzey Irak’taki Kürt siyasal hareketini bu iki parametre ekseninde okumuştur. 

İki gelişme kuzey Irak’a yönelik güvenlik odaklı bakışın değişmesini imkanlı kılmıştır. 

Birincisi daha çok yapısal olarak değerlendirilebilecek ABD’nin Irak müdahaleleri ve bu müdahalelerin ardından kuzey Irak’ta de facto bir Kürt devletinin ortaya çıkması. Bu durum Türkiye’nin değiştirme ya da etkileme gücünün olmadığı bir olgu karşısında politikalarını yeniden gözden geçirmesini gerektirmiştir. İkincisi Türkiye iç siyasetinde 2000’li yılların başında yaşanan iktidar değişikliği Ankara’nın Kuzey Irak’a bakışını önemli ölçüde değiştirmiştir. 

Bu iki temel dinamiğin yanı sıra PKK, enerji ve başka çok sayıda dinamik 2000’lerin ikinci yarısından itibaren Ankara ve Erbil arasında yeni bir ilişki biçiminin kapısını aralamıştır. 2000’lerin ikinci on yılına gelindiğinde ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Ankara’nın en iyi ilişkilere sahip olduğu komşusu haline gelirken, Türkiye siyasetçilerinin bölgesel güç olma hedeflerinde Erbil merkezi bir konum almıştır. Bu değişimin iki önemli etkisi oluştur. Birincisi Ankara PKK sorununu Erbil ile işbirliğine giderek çözmeye başlamış ve bu durum Türkiye için daha esnek bir Kürt siyasetini beraberinde getirmiştir. İkincisi ilişkilerde en önemli dinamik olarak devreye giren enerji konusu bir taraftan Erbil’in otonom gücünü Türkiye üzerinden artırmasına olanak sağlarken diğer taraftan da Türkiye’yi ciddi bir enerji aktörü konumuna taşımaktadır. Fakat bu iki “olumlu” çıktıya rağmen Ankara-Erbil ilişkileri çok önemli risklerle de karşı karşıyadır. Radikal bir çizgi izleyen Irak-Şam İslam Devleti (bkz. Gürler ve Özdemir, 2014) 2014 yılıyla birlikte de facto Kürt devletini ciddi şekilde tehdit etmeye başlamıştır. Yine İran başta olmak üzere bölge ülkelerinin ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere küresel güçlerin bu yeni oluşan duruma yani Bağdat’ta bağımsız hareket eden ve Ankara’ya bir hayli yaklaşan Erbil siyasetine yönelik tavırları henüz netleşmemiştir. 

DİPNOTLAR,

1 “PKK I. Konferansı yapıldı”, Serxwebûn, Ocak 1982, Sayı: 1, ss. 1-8. 
2 “PKK ve I-KDP, Faşist Türk Ordusunun Güney Kürdistan’ı İstilasına Karşı Ortak Direniş Kararı Aldılar” Serxwebûn, Temmuz 1983, s. 10.
3 Rafet Ballı, “Türkiye’ye Dost, PKK’ya Düşmanız”, Milliyet, 28 Ağustos 1987, s. 9.
4 Merkezi Ankara’da bulunan Irak Ulusal Türkmen Partisi oluşacak yeni yönetime meşruiyet kazandıracağı düşüncesiyle seçimlere katılmayı reddetmiştir (Gunter, 1993: 298).
5 Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı, Önerge Cevaplanma Tarihi: 17.07.1992, Tutanak Tarihi: 25.08.1992 
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c016/b094/tbmm190160940169.pdf 
6 Sami Kohen, “Sözler Şimdi Açık”, Milliyet, 11 Kasım 1998, s. 20
7 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14. 
8 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14.
9 Nur Batur, “Ankara-Bağdat İlişkileri Gergin, Jetlerimiz Emir Bekliyor”, Milliyet, 5 Nisan 1991, s.17.
10 “TSK Başıbozuk Müessese Değildir”, Milliyet, 24 Eylül 1992, s. 20. 
11 “Şırnak’ta Gece Baskını”, Milliyet, 20 Ağustos 1992, s. 17.
12 Şekil 8’de görüldüğü gibi Kürt Bölgesi sınırındaki Selahaddin, Musul ve Diyala eyaletleri tartışmaları bölgelerdir.
13 15 Ekim 2005 tarihinde kabul edilen Irak Cumhuriyeti Anayasası, Madde 117. 
14 Kürdistan Bölgesi Seçim Yasası’nda 21 Ekim 2004 tarihinde yapılan ikinci değişiklik, 2. Bölüm. 
15 “Kürt Yönetiminin anlaşmaları geçersiz!”, Haber Türk, 26 Kasım 2007.
16 Rakamlar Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.krg.org 
17 Fikret Bila, “İşte 10 Yıldır Tartışılan Belge”, Milliyet, 12 Eylül 2013.2008: 2). 
18 “Türkiye’den Kürt yerleşimci tepkisi”, ntvmsnbc.com, 19 Ocak 2005. 
19 Ferai Tınç, “Kürt hükümeti ile yakınlaşırız”, Hürriyet, 15 Şubat 2007.
20 Rakamlar Türkiye İstatistik Kurumu resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.tuik.gov.tr 
21 Rafet Ballı, “Kuzey Irak’la resmi temaslar başladı, Neçirvan Barzani Türkiye’ye gelecek”, Zaman, 2 Mayıs 2008. 
22 Fotoğraf Kürdistan Bölgesel Yönetimi resmi web sitesinden alınmıştır. 
23 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009.
24 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009. 
25 Genel Energy web sitesi: http://www.genelenergy.com/ 
26 Rıfat Başaran, “Kuzey Irak’tan ilk petrol ihracatı başladı”, Radikal, 2 Haziran 2009. 
27 Barçın Yinanç, “Devlet Peşinde Değiliz”, Milliyet, 31 Mart 2000. 
28 “Ecevit, Barzani ile Görüştü”, ntvmscnbc.com, 7 Ekim 2000.
29 “Tüm Kürtler PKK’ya karşı birleşmeli”, Hürriyet, 25 Aralık 2000. 
30 “Kürdistan’da Yerel Yönetim Sorunları ve Çözüm Perspektifi”, Serxwebûn, Aralık 2003, (264), s. 21-27. 
31 “Çözümü Zorlaştıran İnkarcı ve İmhacı Siyasettir”, Serxwebûn, Kasım 2003, (263), s. 3. 
32 “Zebari’den PKK sözü”, Sabah, 15 Haziran 2004.
33 “Kürtlerden PKK’ya Silah Bırakma Çağrısı”, Yeni Şafak, 18 Haziran 2004. 
34 “Talabani PKK’yı Kınadı”, Zaman, 22 Haziran 2004.
35 Namo Abdullah, “Kurds send 19 conditions to Allawi and Maliki”, rudaw.net, 18 Ağustos 2010. 
36 “Bağdat, bölgesel yönetimin petrol anlaşmalarını tanıdı”, Hürriyet, 6 Şubat 2011. 
37 “Kuzey Irak petrol ihracatını kesti”, Sabah, 1 Nisan 2012.
38 “Barzani Türkiye üzerinden ilk kez petrol sattı” ntvmsnbc.com, 8 Ocak 2013. 
39 “Irak’ta bütçe krizi derinleşiyor” aljazeera.com.tr, 7 Mart 2014. 
40 Seçim sonuçları www.rudaw.net haber sitesinin seçim özel sayfasından alınmıştır.
41 Abdulhamit Bilici, “Başbakan Erdoğan: Erbil’i ziyaretin zamanı gelmişti ama bu kolay olmadı”, Zaman, 31 Mart 2011. 
42 Ahmet Haşim Muhtaroğlu, “Erbil Başkonsolosluğu açıldı”, Radikal, 12 Aralık 2010.
43 Uğur Ergan, “Barzani’den PKK’ya karşı etkin mücadele istedi”, Hürriyet, 28 Nisan 2010. 
44 “Sınır ötesi operasyonlarda 270 terörist öldürüldü”, Haber Türk, 24 Ekim 2011. 
45 Mehmet Selim Yalçın, Dündar Sansur, “Kerkük-Yumurtalık boru hattında yangın”, Hürriyet, 27 Ağustos 2012. 
46 “Umut kapımız Türkiye kapanırsa Bağdat’a teslim oluruz”, t24.com.tr, 25 Aralık 2012. 
47 “Türkiye Kürt bölgesine Muhtaç”, Milliyet, 26 Aralık 2012. 
48 “Barzani’den PKK’ya rest”, Zaman, 20 Nisan 2012.
49 “Barzani: PKK beni dinlerse iyi eder”, Hürriyet, 20 Nisan 2012. 
50 “İşte Öcalan’ın Nevruz mektubu”, Radikal, 21 Mart 2013. 
51 Uğur Ergan, “Barzani ve “ Diyarbakır’da”, Hürriyet, 16 Kasım 2013. 
52 “İşte Barzani’nin Kürdistan haritası”, Cumhuriyet, 17 Kasım2013.


Kaynakça, 

Anderson, Liam ve Stansfield, Gareth. (2009), Crisis in Kirkuk: The Ethnopolitics of Conflict and Compromise, Pennsylvania: 
University of Pennsylvania Press 
Aykan, Mahmut Bali, (1996), “Turkey’s Policy in Northern Iraq, 1991-95”, Middle Eastern Studies, 32 (4), ss. 343-366 
Balcı, Ali (2013a), Türkiye Dış Politikası, İstanbul: Etkileşim Yayınları 
Balcı, Ali (2013b), “Türkiye’nin Irak Politikası 2012: İki Irak Hikâyesi”, İnat, K., Duran, B., Ulutaş ve U., (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2012, Ankara: 
Seta Yayınları, ss. 119-135 
Balcı, Ali (2014), ‘Enerji’sine Kavuşan Komşuluk: Türkiye-Kürdistan Bölgesel Yönetimi İlişkileri, SETA Analiz Serisi, (94), Haziran 2014 
Bila, Fikret (2007), Komutanlar Cephesi, İstanbul: Detay Yayıncılık 
Bölme, Selin M. (2012), İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları 
Bölükbaşı, Süha (1991), “Ankara, Damascus, Baghdad, and the Regionalization of Turkey’s Kurdish Secessionism”, Journal of South Asian and 
Middle Eastern Studies, 14(4), ss. 15-36 
Bruinessen, Martin van (2006), Ağa, Şeyh, Devlet, Çeviren: Banu Yalkut, İstanbul: İletişim Yayınları, 6. Baskı 
Danly, J., (2009), The 2009 Elections, Instıtute for the Study of War, Military Analysis and Education for Civilian Leaders 
Charountaki, Marianna (2012), “Turkish Foreign Policy and the Kurdistan Regional Government”, Perceptions, Winter, 17(4), ss. 185-208 
Ferris, Elizabeth, Fellow, Senior, Stoltz, Kimberly, (2008), The Future of Kirkuk: The Referendum and Its Potential Impact On Displacement, 
The Brookings Institution 
Galbraith, Peter (2007), Irak’ın Sonu, Çeviren: Mehmet Murat İnceayan, İstanbul: Doğan Kitap 
Gunter, Michael M. (1993), “A De Facto Kurdish State in Northern Iraq”, Third World Quarterly, 14 (2), ss. 295-319 
Gunter, Michael M. (1996), “The KDP-PUK Conflict in Northern Iraq”, The Middle East Journal, 50 (2), ss. 225-241 
Gunter, Michael M. (1996), PKK-KDP Hostilities. Olson, Robert W. (Ed.), The Kurdish Nationalist Movement in the 1990s, Kentucky: 
The Univeristy Press of Kentucky 
Gunter, Michael M. (2011), Historical Dictionary of the Kurds, İkinci Baskı, Maryland: Scarecrow Pr. 
Gürler, Recep Tayyip, Özdemir, Ömer Behram, “Tevhid ve Cihad Örgütü’n”den “İslam 
Devleti”ne, SETA Perspektif, (60), Ağustos 2014 
ICG (2008), “Turkey and Iraqi Kurds: Conflict or Cooperation?”, International Crisis Group, 
Middle East Report, No: 81, 13 November 
İmset, İsmet G. (1993), PKK: Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı 1973-1992, Ankara: Turkish Daily News Yayınları 
İnat, Kemal (2006), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2005”, Kemal İnat ve Ali Balcı (Ed.), Ortadoğu 
Yıllığı 2005, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-49 
İnat, Kemal (2008), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2006”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman (Ed.), 
Ortadoğu Yıllığı 2006, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-54
Kakayi, Falakaddin (1994), The Kurdish Parliament. Hazelton Fran (Ed.), Iraq since Gulf War: 
Prospects for Democracy, London: Zed Books 
Katzman, Katzman ve Prados, Alfred B., (2006), “The Kurds in Post Saddam Iraq”, CRS Report for 
Congress, Order Code: RS22079, 12 December 
Katzman, Kenneth (2010), “The Kurds in Post-Saddam Iraq”, CRS Report for the Congress, Order 
Code: RS22079, 1 October 
Kısacık, Raşit (2007), Kuzey Irak’a Son Operasyon, İstanbul: Truva Yayınları 
Miroğlu, Orhan (2012), Silahları Gömmek, İstanbul: Everest Yayınları 
Oran, Baskın (1998), Kalkık Horoz: Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 2. Baskı, İstanbul: Bilgi Yayınevi 
Oran, Baskın (Ed.) (2005), Türk Dış Politikası Cilt II, 8. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları 
Oran, Baskın (Ed.) (2013), Türk Dış Politikası Cilt III, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları 
Öcalan, Abdullah (2010), Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz, Abdullah Öcalan 
Sosyal Bilimler Akademisi: Azadi Matbaası 
Özcan, Mesut (2009), “Irak 2007”, Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Murat Yeşiltaş (Ed.), Ortadoğu 
Yıllığı 2007, İstanbul: Küre Yayınları, ss. 33-59 
Özcan, Mesut (2010a), “Türkiye’nin Irak Politikası 2009”, Burhanettin Duran, Kemal İnat ve Muhittin 
Ataman (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2009, Ankara: SETA Yayınları, ss. 61-95 
Özcan, Mesut (2010b), “Turkish Foreign Policy Towards Iraq in 2009”, Perception, 15, (3-4), ss. 113-132 
Özcan, Mesut (2012), “Türkiye’nin Irak Politikası 2011”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2011, Ankara: 
SETA Yayınları, ss. 265-281 
Özdağ, Ümit (1999), Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi, Ankara: Asam Yayınları 
Özdağ, Ümit (2007), Türk Ordusunun PKK Operasyonları, 5. Baskı, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Özdağ, Ümit (2008), Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Romano, David (2006), The Kurdish Nationalist Movement Opportunity, Mobilization and 
Identity, New York: Cambridge University Press 
Stansfield, Gareth R. V. (2003), Iraqi Kurdistan: Political Development and Emergent Democracy, 
London: Routledge Curzon 

Süreli Yayınlar Gazeteler,

Cumhuriyet 
Haber Türk 
Hürriyet 
Milliyet 
Sabah 
Serxwebûn 
Yeni Şafak 
Zaman

Türkiye’nin hem kendi içerisindeki Kürt vatandaşları ile hem de sınır ötesindeki Irak Kürdistan Bölgesi ile olan ilişkisi Ankara için bir “doğu problemi” niteliğindeydi. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını izleyen süreçte Türkiye’deki iç siyasi gelişmelerin de etkisi ile Ankara’nın Kürt politikasında hayati değişiklikler yaşandı. Özellikle Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin hem iç hem de bölgesel politikalarda daha etkin olabilmenin anahtarı olarak Kürt sorununun çözümünü görmesi bu anlamda önemli adımların atılmasını sağlamıştır. 
Türkiye içerideki Kürt sorununu demokratikleşme çerçevesinde çözerken sınır ötesinde de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle daha yakın işbirliği kurarak kendisine yönelik olası bir tehdidi eleme yoluna gitmiştir. Böylece Ankara bölgesel siyasette daha emin adımlarla ilerlemeye başlamış, iç barışın sağlanması ve demokratikleşme yolunda hızlı adımların atılması konusunda da önemli ilerlemeler kaydetmiştir. 
Yaşanan bu gelişmeler zorlu süreçlerin ve siyasi çekişmelerin gölgesinde uzun çabaların ardından gerçekleşebilmiştir. 
Bu sürecin uzmanlar, siyaset yapıcılar ve kamuoyu tarafından kapsamlı bir biçimde anlaşılması kat edilen mesafenin ve elde edilen kazanımların doğru okunabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede yapılacak bilimsel çalışmalar, saha araştırmaları ve kapsamlı raporlar literatüre katkılarının yanında kamuoyunun aydınlanması açısından da gereklidir. 

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER)
Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

***

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 4

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 4


Kürt Bölgesi’ne Irak’ın geri kalanından daha otonom bir şekilde hareket etme imkanı sağlayan gelişme 2006 yılında yürürlüğe konulan petrol yasası olmuştur. Bu yasayla birlikte Kürt bölgesi petrol şirketlerinin dikkatini çekmiş ve bölgede hızlı bir petrol arama faaliyeti başlamıştır. Söz konusu yasa Erbil ile petrol şirketleri arasında imzalanan sözleşmelerin anayasaya aykırı olduğunu savunan merkezi hükümetle yeni bir çatışma alanı doğurmuş olsa da bu yasa ve beraberinde getirdiği petrol antlaşmaları Erbil’i hızla Bağdat’tan otonom bir yapıya doğru kaydırmıştır. Petrol anlaşması imzalama yetkisinin bulunduğunu ve bunun anayasal bir hak olduğunu savunan Erbil, yeni anlaşmalar imzalamaya devam etmiş ve bu anlaşmalar sayesinde ekonomik bir özerkliğin adımlarını atmıştır.15 
Petrol yasasının yanı sıra Bağdat ve Erbil arasındaki bir başka önemli sorun ise 2007 yılına gelindiğinde tartışmalı bölgeler ve Kerkük özelinde yeniden gündeme gelmiştir. 
Irak Anayasası’nın 140. Maddesine göre Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin Kürdistan Bölgesi’ne mi yoksa Irak merkezi hükümetine mi bağlanacağına karar verilmesi için 2007 yılı sonuna kadar referandum yapılması gerekmekteydi. Fakat söz konusu referandumun belirlenen tarihte yapılamayıp ertelenmesi Erbil ile Bağdat’ın arasının açılmasına neden olmuştur. Erbil önemli petrol rezervlerine sahip Kerkük’ün Kürtlerin eline geçmesinin önüne geçmek için Bağdat’ın bu durumu bilinçli olarak ortaya çıkardığını iddia ederek çözümsüzlükten 
Bağdat’ı sorumlu tutmuştur (Ferris ve Stoltz, 2008: 12). 

2009 yılına gelindiğinde Bölgesel Kürt Yönetimi için iki önemli dönüm noktasından bahsedilebilir. İlki Gulf Keystone’un Ağustos 2009 yılında kuzeyde Türkiye sınırına yakın Şekhan’da keşfettiği büyük petrol rezervinin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni enerji piyasasının en önemli aktörlerinden biri haline getirmiş olmasıydı (Balcı, 2014). Dolayısıyla bu tarihe kadar büyük enerji şirketleri ile bir antlaşma yapmayı başaramamış olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi, hızla enerji piyasasının güçlü aktörlerini bölgeye çekerek, Bağdat karşısında önemli bir koz elde etmeye başlayacaktır. 2009 yılının ikinci önemli gelişmesi ise yapılan seçimlerde KDP ve KYB dışında bir başka siyasal hareketin Kürt siyasetine güçlü bir aktör olarak dahil olmasıdır. Nisan 2009’da Celal Talabani’nin yakın çalışma arkadaşlarından Noşirvan Mustafa KYB’den ayrılıp Goran Hareketini (Değişim Hareketi) kurmuş ve bu parti temel siyasetini KYB’nin KDP ile olan ortaklığını eleştirmek ve ekonomik ve politik şeffaflık vaadi üzerine kurmuştur (Danly, 2009: 6-7). Parlamento seçimlerinin galibi KDP ve KYB’nin oluşturduğu Kürdistani Liste olmuştur. 1 milyondan fazla oy olan liste %57.34 oy oranıyla 59 sandalyeye sahip olmuştur. Böylece hükümet kurmak için gerekli olan 56 sandalyeyi kazanabilmiştir. Fakat seçimlere ilk kez katılan Goran Hareketi de %23.75 oy oranıyla 25 sandalye kazanmış16 ve böylece KDP-KYB ikilisi dışında yeni bir parti bölge siyasetine talip olmuştur. 



Tablo 4: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 


4.2 Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi Politikası 

ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde Türkiye göreli olarak kolay bir işgal için Washington’un planlarında önemli bir yer tutmaktaydı ve bu bağlamda taraflar arasında bir pazarlık süreci yaşanmıştı. Olası bir işbirliğinde Ankara, Türk askerlerinin Irak’ın kuzeyine girmesi ve yaklaşık 30 km derinliğinde bir alanı kontrol altına almasını planlamaktaydı. Böylesi bir planlama PKK’ya yönelik sık sık sınır ötesi operasyon düzenleyen Türkiye’nin elini rahatlatacağı gibi diğer yandan da Ankara Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devlet yapılanmasını 
engelleyecek ve Irak’ın geleceği ile ilgili söz sahibi olabilecekti.17 1 Mart 2003’de TBMM’de tezkerenin reddedilmesi Ankara’nın 1990’lar boyunca Kuzey Irak üzerinde elde ettiği stratejik kazanımları sona erdirmekle kalmamış aynı zamanda bu tarihe kadar sürdürdüğü kırmızı çizgilerinin de ihlal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Irak Savaşı sırasında ABD’nin en önemli müttefiki olan kuzeydeki Kürtler, Amerikalılardan önce Kerkük’e girmiş ve savaştan kısa bir süre sonra Irak’ın merkeziyetçi devlet yapısı federal yapı olarak değiştirilmiştir (ICG, 

Bu tarihe kadar Irak’a yönelik politikasını önemli ölçüde Kerkük’ün “Türk ağırlıklı” etnik yapısı üzerine kuran Ankara, savaş sonrası süreçte Kerkük’ün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dahil olması karşısında etkisiz kalmıştır. Benzer bir şekilde Irak’ın bütünlüğünü koruma ve Kürtlerin gelecekte bir devlet oluşturacak şekilde otonom bir yapı kazanmasını engelleme politikaları da sekteye uğramıştır. 

Irak genlinde 30 Ocak 2005’te yapılması planlanan geçici parlamento seçimleri hızla Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkilerin en önemli gerginlik alanlarından birisine dönüşmüştür. Seçimden önce Baas rejimi döneminde yerlerinden edilen vatandaşların eski yerlerine dönmesini sağlayan yasanın onaylanmasıyla birlikte birçok eski Kerkük yerleşimcisi de Kerkük’e dönmeye başlamıştır. Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bu demografik hareketlilik karşısında Kerkük’ün demografik yapısının değiştirildiğini ve 
Kerkük’e Kerküklü olmayan yüzbinlerce yerleşimci kaydırıldığını bu yerleşimlerin de “belli siyasi parti ve oluşumlarca” madden ve siyasi olarak teşvik edilip ve desteklendiğini ifade ederek Kürtlerin şehrin demografisini kendi lehlerine değiştirdiklerini savunmuştur.18 Yine benzer bir şekilde dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ 26 Ocak 1995’te yaptığı bir açıklamada “Kerkük’teki durumun bir iç savaşı tetikleyebileceğini” ve “böyle bir durumda Türkiye’nin seyirci kalmayacağını” söylemiştir (İnat, 2006: 3). Türkiye’den gelen 
bu eleştirilere Kürdistan Bölgesel Yönetimi, yapılan düzenlemelerin Saddam döneminde uygulanan Araplaştırma politikası nedeniyle Kerkük’ten zorla çıkarılanların geri getirilmesinden ibaret olduğu şeklinde cevap vermiştir. Bu açıklama Ankara’yı ikna etmediği gibi, Türkiye iddialarına özellikle Iraklı Türkmenlerden alınan bilgiler doğrultusunda yapılan seçimlere hile karıştırıldığı Kerkük’e kayıtlı olmayan Kürtlerin şehre getirilerek oy kullandırıldığı 
gibi suçlamalarla devam etmiştir (İnat, 2006: 7). 

Kerkük için yapılması gereken referandum tarihi yaklaştıkça Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkileri de gerilmeye başlamıştır. Türkiye şehirdeki Türkmen nüfusu üzerinden şehrin tarihsel kimliğinin Türk olduğunu ve bilinçli bir şekilde demografik yapısının değiştirildiğini bundan dolayı referandumun ertelenmesi gerektiğini savunmuştur. Türkiye ayrıca Kerkük’ün özel bir statüyle yönetilmesini önermiştir. 
Bunun üzerine Nisan 2007’de KDP lideri Mesut Barzani’nin “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız”   açıklamasında bulunması Ankara’nın sert tepkisine neden olmuş ve Türkiye Irak’a nota vermiştir (Özcan, 2009: 52). Fakat aynı yıl Kerkük üzerinde yaşanan gerilimle eş zamanlı olarak Ankara ve Erbil ilişkilerinde olumlu bir seyrin ilk işaretleri de verilmeye başlanmıştır. 
İlerleyen yıllarda Bağdat’ın gittikçe merkezileşen bir politika izlemeye başlaması ve İran’ın Irak üzerindeki etkisini artırması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye’ye yakınlaştırırken, PKK’nın şiddet eylemlerine yeniden ivme kazandırması da Ankara’yı Erbil ile yakınlaşarak PKK’nın Kandil’deki mevcudiyetini sınırlandırma yönünde motive etmiştir (Balcı, 2014). Dolayısıyla, henüz 2007 yılının ilk aylarında Türkiye Başbakanı Erdoğan Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle görüşebileceğini açıklamıştır.19


Resim 2: Davutoğlu-Barzani Görüşmesi, Erbil 

2008 ve 2009 yılları ise Türkiye’nin Kürt Bölgesi ile ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığı yıllar olmuştur. Türkiye iç siyasetinde güvenlikçi politikanın temel kaynağı olan askerin siyasi alandan tasfiyesi ile dış politikada hükümetin daha etkin hareket edip karar alabilmesi mümkün olmuş ve böylelikle taraflar arasında yakınlaşma ve diyalog imkanlı hale gelmiştir. Bu zamana kadar Irak Kürtleriyle inişli çıkışlı fakat sürekliliği olan gerilimler yaşayan Türkiye, 
artık Kürt Bölgesi’yle ilişkilerini ekonomik entegrasyon ve enerji ilişkileri üzerine tesis etmeye başlamıştır (Balcı, 2013b). 2008’den itibaren başlayan yakınlaşma ekonomik açıdan değerlendirildiğinde tablo daha da netleşmektedir. Örneğin 2004 yılında Irak ile olan ticaret hacmi 1,8 milyar dolar iken 2008 yılına gelindiğinde 3,9 milyar dolara ulaşmıştı.20 Hızlı bir biçimde yükselişe geçen ticaretin %75 gibi büyük bir payı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yapılmaktaydı. Fakat olumlu ekonomik göstergeler siyasi gerginlikler yüzünden yavaş 
ilerlemekteydi. Bundan dolayı siyasi gerginlikler de ekonomik yakınlaşmayla tezat oluşturmakta ve sürdürülebilir görünmemekteydi. 

Yakınlaşma resmi ziyaretlerle ilerletilmiş ve Mayıs 2008’de Ahmet Davutoğlu’nun da yer aldığı Türk heyeti Bağdat’a gitmiştir. Cumhurbaşkanı Talabani ile görüşmesinin ardından ilk kez Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile açıktan ve resmi temas gerçekleşmiştir.21 Bu tarihten itibaren karşılıklı ziyaretler daha da sıklaşmış, ekonomik ve siyasi ilişkiler derinleşmeye başlamıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 1 Kasım 2009’da Erbil’e giderek Mesut Barzani ile görüşmüştür.22 Davutoğlu “daha iki sene önce Türk dışişleri ve ticaret bakanları Erbil’e gidecekler ve bu kadar kapsamlı görüşmeler yapacaklar denilseydi, kimse buna pek ihtimal vermezdi”23 ifadeleriyle ziyaretin önemini vurgulamıştır. Aynı gün Kürt Bölgesi’nde Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın da katıldığı Türkiye-Kürt Bölgesi İş Forumu gerçekleştirilmiştir. Forumda Bölgesel Yönetimin Ticaret Bakanı Sinan Çelebi bölgede kayıtlı bulunan 450 Türk şirketinin bulunduğunu teşvik ruhsatlarının ise %70’inin de Türk şirketlerine ait olduğunu açıklamıştır.24 

Yine Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde büyük enerji kaynaklarının keşfedilmesi de 
enerji bakımından dışarıya bağımlı olan Türkiye’yi Irak Kürtlerine yakınlaştıran bir diğer unsur olmuştur. Bu konuda siyasi adımlardan çok önce örneğin 2002 yılından beri Kürt Bölgesi’nde petrol sahaları bulunan Türkiye menşeili Genel Enerji, 2007 ve 2008’de Tawke ve Tak Tak alanlarında petrol üretimine başlamıştı.25 Haziran 2009’da ise Kürt bölgesi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına petrol vermeye başlamış ve böylece Kürt Bölgesi’nden çıkan petrol ilk kez Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaşmıştır. Boru hattına ilk petrolü 
de Çukurova holding bünyesindeki Genel enerji vermiştir. Barzani petrol ihracı için yapılan töreni Kürt tarihinde bir milat olarak nitelendirmiştir.26 Yeni keşifleri dışa bağımlılık karşısında kaynak çeşitliliğini sağlamak ve enerji transfer merkezi olmak gibi hedeflerine ulaşmak için bir fırsat olarak değerlendiren Türkiye Kürt bölgesi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Böylece Kürt Bölgesi ile gelişen ekonomi ve enerji ilişkileri siyasi ilişkilerin de yumuşamasına yardımcı olmuştur. 

4.3 Türkiye, PKK ve Kuzey Irak 

2000’li yıllara girildiğinde Türkiye, PKK ve Kuzey Irak arasındaki ilişkilerde çok önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bu gelişmelerden en önemlisi kuşkusuz PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi olmuştur ve bu gelişmenin devamında, Öcalan 2 Ağustos 1999’da PKK’lılara “ateşkes ilan et ve Türkiye’yi terk et” emrini vermiştir (Özdağ, 2008: 256-257). Dolayısıyla Öcalan’ın yakalanması uzun bir süre devam edecek olan bir ateşkes sürecini başlatmış ve bu ateşkes süreci Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını önemli ölçüde etkilemiştir. KDP lideri Neçirvan Barzani Mart 2000’de Milliyet gazetesi  ne yaptığı açıklamada “Türkiye’ye tüm komşularından yakın olmak istiyoruz… Kürtlerin bağımsız devlet kurma dileği, dilekten öteye geçemez” demiş ve bu açıklama Neçirvan Barzani’nin Ankara ile olan mesafeleri aşma, Türk kamuoyuna mesaj gönderme çabası olarak yorumlanmıştır.27 4 Mayıs 2000’de Türkiye ile KDP arasında yapılan görüşmeye KDP tarafından Neçirvan Barzani başkanlığında üç kişilik bir heyet, Türkiye’dense Genelkurmay Başkanlığı, Dış İlişkiler Bakanlığı ve MİT temsilcileri katılmış, görüşmenin 
içeriği önemli ölçüde Türkiye’nin Kuzey Irak’tan yapacağı ithalat oluşturmuştur (Özdağ, 2008: 260). 
Bu görüşmeyi 3-7 Ekim 2000 tarihinde Ankara’ya gelen Barzani’nin dönemin 
başbakanı Bülent Ecevit, Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Dışişleri Bakanlığı’na bağlı temsilcilerin katıldığı daha geniş kapsamlı bir görüşme takip etmiştir. Bu görüşmelerin sonucunda Barzani, bir kez daha Türkiye ile yakın ilişki içerisinde olmak istediklerini ve PKK ile mücadelede Türkiye’ye destek vermeye hazır olduklarını açıklamıştır.28 Barzani, bu açıklamasını destekleyecek şekilde yaklaşık bir ay sonra 21 Aralık 2000’de Erbil’de yaptığı bir konuşmada PKK’nın sivillere yönelik saldırılarını eleştirmiş ve tüm Kürtlere “PKK’ya karşı birleşin” çağrısı yapmıştır.29 

Türkiye ile KDP arasındaki ilişkiler her ne kadar gelişse de Ankara, KYB’nin PKK’ya destek vermesinden kaygılıydı. Bu kaygı, Talabani’ye iletilmiş ve PKK’ya karşı tutum alması istenmiştir. Bu bağlamda Talabani, PKK ile olan mücadelede Türkiye’ye aktif destek vereceğinin sözünü vermiş ve Kandil Dağı bölgesinde Groşi-Dola-Koga arasında 3 bin peşmergeden oluşan bir “Güvenlik Kuşağı” oluşturularak PKK’ya verilen lojistik destek kesilmiştir. 
Bunun karşılığında da Türkiye, KYB’ye sağlık ve gıda malzemesi yardımında bulunmuştur (Özdağ, 2008: 261-262). 
PKK ise Güvenlik Kuşağı’nı tehdit olarak algılamış ve KYB ile PKK arasında çatışma başlamıştır. Çatışma süresince KYB Türkiye’den destek alırken PKK 
da İran’dan destek almıştır. Yaklaşık bir ay süren çatışmaların ardından önce 126 kayıp veren PKK ardından da KYB ateşkes ilan etmiştir. Bu ateşkes sırasında Ankara önemli bir adım atarak İran ile yüksek güvenlik komisyonu toplantısı yapmış ve sınır üzerinden gerçekleştirilen kaçakçılığın önüne geçmek için sınır boyunca güvenlik kordonu oluşturulacağı açıklanmıştır. 

Anlaşmanın ardından İran’ın PKK’ya desteği kesilirken Ankara, PKK ile savaşan 
KYB’ye gıda ve sağlık malzemesi desteğine devam etmiştir. 3 Aralık 2000’de KYB, PKK’ya karşı tekrardan harekete geçmiş ve çatışmalarda 335 PKK militanı etkisiz hale getirilmiştir. Ancak bu çatışmanın on gün öncesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, 22-25 Kasım tarihlerinde Şırnak ve Hakkari’de iki tümenin katıldığı bir sınır ötesi operasyon düzenlemiş ve bu operasyon sonucunda, PKK Kandil Dağı’nı büyük ölçüde terk ederken Ankara-KYB ilişkileri de gelişmiştir (Özdağ, 2008: 262-263). 

22-25 Kasım operasyonunun ardından Türk Silahlı Kuvvetleri, sınır ötesinde PKK ile sıcak çatışma içerisine girmemiş, yapılan küçük çaplı birkaç sınır ötesi operasyon da gelen istihbarat üzerine PKK’nın cephanelerini ele geçirme amacı taşımıştır (Özdağ, 2008: 264). 

Bu tarihleri izleyen bir buçuk yıl içerisinde herhangi bir sınır ötesi operasyon olmazken bu dönemde, gelecekteki birçok olayı etkileyecek iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan bir tanesi ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi, diğeri ise 2 Kasım 2002 seçimlerinden birinci çıkan AK Parti’nin hükümet kurmasıdır. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile birlikte PKK, Kuzey Irak’ta kendisi için yeni bir alanın oluştuğunu görmüş ve yeni bir strateji geliştirmiştir. Murat Karayılan, bu yeni (askeri-politik) stratejiye “Meşru Savunma Savaşı” adını vermiştir. PKK’nın yayın organı Serxwebûn’da 
yayımladığı yazısında “Ortadoğu Rönesansı” olarak adlandırdığı yeni gelişmeler sayesinde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Lozan’da kurulan düzenin artık geçerliliğini kaybettiğini ve yeni gelişmelere ayak uydurabilmek için hem siyasi hem de askeri adımlar atılması gerektiğini açıklamıştır.30 

ABD’nin Irak işgalinin oluşturduğu yeni güç dengesini lehine çevirme bağlamında Ekim 2003’e gelindiğinde PKK, Ankara’nın, İran’ın sınır bölgelerinde PJAK’a karşı düzenlediği operasyonlara destek verdiği gerekçesiyle “tek taraflı ateşkes olmaz” açıklaması yaparak ateşkesi kaldırdığını duyurmuştur.31 Fakat dönemin Irak Dışişleri Bakanı Zebari32 sonrasındaysa Barzani33 ve Talabani’nin34, PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunması üzerine ateşkesin devamı yönünde bir politika izlenmiştir. 2004 yılına gelindiğinde Türkiye’de yapılan yerel seçimlerde Kürt partisinin önemli oranda oy kaybetmesi ve Kürtlerin koşullarına ilişkin yasal ve politik iyileşmelerin yapılmaması gibi gerekçelerle PKK 1 Haziran 2004’te ateşkesi bozduğunu açıklamış ve yeniden silahlı eylemlere başlamıştır. 2004 yılı boyunca PKK herhangi bir eylem gerçekleştirmese de Haziran 2005’te Kuzey Irak’tan Türkiye’ye 2000 civarında militanını sokan PKK geniş ölçekli saldırılar düzenlemeye başlamıştır. PKK 
saldırılarının artırması üzerine 14 Temmuz 2005’te Erdoğan uluslararası hukukun müsaade ettiği sınır ötesi operasyon “hakkımızı kullanırız” açıklamasında bulunmuştur. Benzer bir açıklama da dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’dan gelmiş ve Başbuğ, Bağdat Yönetimi’nin gerekenleri yapmaması durumunda Türkiye’nin harekete geçeceğini dile getirmiştir (İnat, 2006: 17). 

Türkiye’nin sınır ötesi operasyon konusundaki ısrarları 2006 yılı boyunca da devam etmiş ve sınırda artan hareketlilik üzerine Irak’taki Kürt grupların talebi üzerine Bağdat Yönetimi kendisini bilgilendirme talebini içeren bir notayı 26 Nisan tarihinde Ankara’ya iletmiştir. Ankara bu notaya cevabında kendi topraklarını kontrol edemeyen ve PKK’nın faaliyetlerini engelleyemeyen Irak’ın Türkiye’nin sınırdaki faaliyetlerinden rahatsız değil aksine hoşnut olması gerektiğini dile getirmiştir (İnat, 2008: 9). Türkiye’nin sınır ötesi operasyon 
konusundaki ısrarlı tavrı Kürt grupları PKK’ya yönelik bir açıklama yapmaya zorlamış ve KYB’nin üst düzey yöneticilerinden İmed Ahmed 5 Mayıs 2006’da PKK’ya “bizim topraklarımızda kalmak istiyorsanız yasalarımıza uymak zorundasınız” mesajını vermiştir (İnat, 2008: 11). Kuzey Irak’taki Kürt gruplardan PKK’ya yönelik iletilen mesajlar bununla sınırlı kalmamış daha sonra aynı zamanda Irak Dışişleri Bakanı olan KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari Ağustos 2006’da PKK ile mücadelede ciddi olduklarını ve bu doğrultuda örgütün Bağdat’taki bürosunun kapatılacağını açıklamıştır. Irak Devlet Başkanı 
Talabani ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani de benzer açıklamalarda bulunarak PKK lideri Murat Karayılan’ı Türkiye’ye karşı yaptığı saldırılarda Kuzey Irak’ı kullanmaması noktasında uyarmışlardır (İnat, 2008: 15-16). Irak Kürtlerinin Ankara’dan gelen sınır ötesi operasyon baskısı konusunda elini güçlendiren ve bu baskıya direnmesini mümkün kılan temel unsur Washington’un 1 Mart Tezkeresi sonrasında Ankara ile gerginleşen ilişkileri olmuştur. Erbil’in bu konudaki temel stratejisi sınır ötesi operasyona izin vermeksizin PKK’nın Kandil’deki etkinliğini sınırlandırmak yoluyla Türkiye ile ilişkileri makul bir çizgide tutmak yönündeydi. Nitekim Türkiye’den gelen baskılar sonucunda 23 Eylül 2007’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 
PKK ve PJAK’ı terör örgütü olarak ilan etmiş (Özdağ, 2008: 325), fakat sınır ötesi bir operasyona sıcak bakmadığını açıklamıştır. Sınır ötesi operasyon politikasını bir ölçüde Ankara ve Washington arasındaki soğuk ilişki üzerine inşa eden Kürdistan Bölgesel Yönetimi için, dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan arasında 5 Kasım 2007’de imzalanan PKK’ya karşı işbirliği antlaşması bir dönüm noktası olmuştur. ABD ve Türkiye arasında imzalanan antlaşmaya göre, PKK ile mücadele kapsamında ABD Türkiye’ye operasyonel istihbarat sağlamanın yanı sıra, PKK liderlerinin yakalanıp 

Türkiye’ye teslim edilmesi, PKK’nın lojistik desteğini sona erdirmek için Irak’taki kamplarının kapatılması ve Türk ordusunun Kuzey Irak’taki operasyonlarında işbirliğine gitmek gibi destekler vermeyi taahhüt etmiştir (ICG, 2008: 8). Antlaşmanın etkin bir şekilde hayata geçirilmesi Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki işbirliğine bağlıydı ve Washington yönetimi her iki tarafa da yakınlaşma önerisinde bulunmuştur. Sonuçta, bu tarihe kadar Türkiye’nin PKK konusundaki sınır ötesi operasyon taleplerine etkin bir cevap vermeyen 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, antlaşmanın ardından Türkiye’yi destekleyen ve PKK’nın Kuzey Irak’ta üstlenmesini eleştiren açıklamalara daha fazla ağırlık vermeye başlamıştır. 5 Kasım antlaşmasının hemen öncesinde 17 Ekim’de toplanan TBMM Türkiye-Irak sınırı boyunca PKK hedeflerinin bombalanması konusunda orduya yetki vermişti. Bu yetki doğrultusunda ilk operasyon 16 Aralık’ta yapılmış ve daha sonra aynı kapsamda 2008’in Ocak ayı boyunca beş hava saldırısı daha gerçekleştirilmiştir. Bu hava operasyonlarının ardından 
Türk Silahlı Kuvvetleri 21 Şubat 2008’de Güneş Harekatı adı altında Kuzey Irak’a yönelik bir hafta süren kapsamlı bir kara operasyonu düzenlemiştir. Bu aynı zamanda Kuzey Irak’a 2000’lerde yapılan ilk kara harekatıydı ve harekat sırasında dikkati çeken önemli bir husus ABD ile Türkiye arasında 5 Kasım’da yapılan anlaşmaya ABD’nin harfi harfine uyması olmuştur. Bu durum KDP lideri Barzani’nin operasyona karşı olma politikasının etkin bir şekilde devreye sokulmasını engellemiş ve Barzani’nin açıklamaları ABD yönetiminin 
Irak Özel Temsilcisi David Satterfield’in PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında oldukları şeklindeki tavrının gölgesinde kalmıştır. Fakat operasyonun kapsamlı olmasına rağmen kamuoyunun beklentisinin tersine kısa süreli (bir hafta) kalması, Türkiye’nin gerektiğinde Kuzey Irak’a girebilecek pozisyonda olduğunu gösterme amacı taşıdığı şeklindeki yorumlara neden olsa da (Oran, 2013: 290-291), temelde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenlikçi siyasetinin sonunu temsil etmesi açısından önemlidir. 

Göreli olarak beklentileri karşılamayan sınır ötesi harekatın ardından PKK ve Kuzey Irak’a yönelik politikaların belirlenmesi önemli ölçüde hükümetin eline geçmiştir. Nitekim operasyonun sona ermesinden sadece bir hafta sonra 7 Mart 2008’de Celal Talabani Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir. İlişkiler bu ziyaretle sınırlı kalmamış bu tarihten itibaren iki taraf arasında yoğun bir ziyaret trafiği başlamıştır. Ankara’nın bölgedeki Kürt grupları ile yakınlaşması ve bunun sonucunda Kürt gruplarının bölgede PKK’yı zor durumda bırakması sonucunda Cemil Bayık, KDP’yi ve KYB’yi ihanetle suçlamış ve Türkiye ile Kürt grupları arasındaki yakınlaşmayı “üçüncü uluslararası komplo” olarak ifade etmiştir 
(Oran, 2013: 291). Ancak ilişkilerdeki tüm iyileşmelere rağmen Ankara’nın her görüşmede “sınır güvenliği” başlığını tartışmaya açması PKK konusundaki kaygılarının devam ettiğinin açık bir göstergesi olmuştur. Yine de önceki dönemlerle kıyaslandığında bölgenin üç aktörü arasında (Ankara-Erbil-Bağdat) Türkiye’nin PKK ve Kuzey Irak’a yönelik kaygıları noktasında önemli bir ayrılık görünmüyordu (Özcan, 2010b: 115-116).

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


***

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 3

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 3


Kuzey Irak’ta Kürt örgütlerin kendi arasında mücadelesi devam ederken Türkiye, 1988’de durdurduğu askeri operasyonlarına tekrar başlamış, Nisan 1991’de bir kere daha havadan ve karadan Kuzey Irak’a girmiş ve buradaki PKK kamplarını hedef almıştır. Bu operasyon Türk ordusunun Kuzey Irak’taki iktidar mücadelesinde kendini hatırlatması şeklinde yorumlanmıştır. Zira Kuzey Irak’ta iktidar boşluğu yaşanmaya başladığı andan itibaren Türkiye hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde Kuzey Irak’ta kurulması muhtemel bir Kürt devletine ya da Kürt örgütlerinin petrol bölgelerinde hakim konuma geçmelerine 
hiçbir şekilde müsamaha göstermeyeceğini ifade etmiştir (Özdağ, 2008: 77-79). 
Irak yönetimi ise Kürt Devleti iddialarını elçilikler aracılığıyla yalanlayarak Kuzey Irak’taki hareketlenmeyi, devlete karşı ayaklanma olarak nitelemiş ve ordu güçlerinin en kısa sürede ayaklanmayı bastıracağını belirtmiştir.9 

Körfez Savaşı ve ardından 36’ncı enlemin kuzeyindeki Kuzey Irak topraklarının uçuşa yasak bölge ilan edilmesi gibi gelişmeler bölgede ciddi bir güç boşluğu doğurmuş ve bu güç boşluğundan yararlanan PKK’ya manevra kabiliyetini güçlendirmiştir. PKK yine Körfez Savaşı’ndan kalan ağır silahlarla elde ettiği silah gücünden de yararlanarak Türkiye-Irak sınırındaki Türk Jandarma karakollarına sayıları 500’e kadar yükselen gruplarla etkin saldırılar düzenlemeye başlamıştır. PKK’nın amacı, Türkiye sınırında kurtarılmış bölgeler oluşturmak için sınır karakollarındaki Türk askeri varlığını zayıf düşürmekti. 1930’larda inşa edilmiş ve daha çok vadi yolunu izleyerek kaçakçılık yapanları düzenli olarak gözetleme amacı taşıyan bu karakollarda ağır kayıplar verilmiştir. PKK’nın sınır karakolları na yaptığı saldırılardan en fazla ses getireni Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde bulunan Samanlı karakoluna yapılan ve 9 erin öldürüldüğü, 7 erin de PKK tarafından kaçırıldığı saldırı olmuştur. Saldırının ardından 5 Ağustos 1991’de Batman, Diyarbakır ve Malatya’dan havalanan savaş uçakları Durji Vadisi ve Hakurk kampını bombalamıştır. Bu operasyona paralel olarak karadan da 
komandolar Kuzey Irak’a girerek 14 gün süren bir operasyon yapmışlardır (Özdağ, 2008: 90). 
Bu operasyonlarda 24 PKK kampı hedef alınmış ve genelkurmay Başkanlığı’nın resmi açıklamasına göre operasyon derinliğinin 8-10 km olduğu belirtilmiştir (Kısacık, 2007: 57). 1992’ye gelindiğinde PKK gerek Türkiye içlerinde gerekse de Kuzey Irak’ta ayaklanma hazırlığına başlamıştır. Öcalan’ın çerçevesini belirlediği ayaklanma stratejisine göre Türkiye içinde ve sınırda yoğun silahlı eylemler başlayacak, bir yandan da halk ayaklanması sağlanacak ve böylelikle de Türkiye içlerinde kurtarılmış bölgeler oluşturulacaktır (Öcalan, 2010). 
PKK’nın ayaklanma hazırlığında olduğu istihbaratını alan Türk ordusu 1 Mart 1992’de Kuzey Irak’ı bombalamıştır. Bu operasyonu 10 Mart’ta ikincisi 25 Mart’ta da üçüncüsü izlemiştir. Bu operasyonlardan etkin bir sonuç alamayan Ankara, özellikle Şam yönetimi ile diplomatik görüşmelere başlayarak Suriye’yi PKK’nın en büyük kamplarının yer aldığı Bekaa Vadisi’ndeki kamplarını boşaltması açıklamasını yapmaya ikna etmiştir (Oran, 2005: 556). 

Bu diplomatik hamlelerin ardından Türk ordusu 6 Mayıs 1992’de kapsamlı bir kara operasyonu başlatmıştır. Türk birliklerinin bir kısmı Metina ve Zap bölgelerine saldırırken diğer birlikler de Şemdinli’den Kuzey Irak’a girmişlerdir. PKK, bu operasyona 15 Mayıs’ta Taşdelen sınır karakoluna yaptığı saldırı ile yanıt vermiştir. Buradaki çatışmalara da kobra helikopterleri ile müdahale edilmiş ve 50 PKK’lı militan öldürülmüştür.10 Öcalan’ın 1992 yılını isyan yılına çevirme politikası bu operasyonlara rağmen kaldığı yerden devam etmiştir. Bu amaçla Öcalan, Türk askeri varlığının daha az olduğunu düşündüğü Şırnak’ı işgal edip kurtarılmış bölge oluşturmayı hedeflemiştir (Öcalan, 2010). Bu amaçla 18 Ağustos’ta 1500 militanı ile Şırnak’ı ele geçirmeye çalışan örgüt iki gün süren 
çatışmaların ardından geri çekilmek zorunda kalmıştır. Şırnak baskınından hemen sonra Türk Ordusu Cudi ve Gabar’a karadan ve havadan operasyon düzenlemiştir.11 Türkiye-İran sınırını geçerek geldiği tespit edilen militanlarla ilgili olarak İran’a nota verilmiştir. İki ülke arasında karşılıklı sert açıklamaların ardından İçişleri Bakanı İsmet Sezgin İran’ı ziyaret etmiş ve iki ülke arasında 19 Eylül 1992’de Güvenlik ve İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Öte yandan Şırnak’ta ağır bir darbe alan PKK sınır karakollarına saldırılarına devam etmiş 
ve Alan karakoluna yapılan saldırı sonucunda 20 asker yaşamını yitirmiştir. Bu baskına cevap olarak Türk ordusu 1 Eylül’de Kuzey Irak’a Deştan’dan girmiş ve 10 km ilerleyerek PKK kamplarını bombalamıştır. Aynı gün Ankara da Barzani ve Talabani’den PKK’nın Kuzey Irak’ı üs olarak kullanmayacağına dair taahhüt almıştır (Özdağ, 2008: 108). Türkiye’nin gerek İran ve Suriye düzleminde yürüttüğü diplomatik girişimler gerekse KDP ve KYB’nin PKK’ya mesafe almaları ve gerekse Kuzey Irak’a yönelik düzenlenen küçük çaplı sınır ötesi operasyonlar PKK’nın Kuzey Irak’ta ciddi bir güç olmasının önüne geçememiştir. Bu durum daha sonra Emekli Korgeneral Hasan Kundakçı tarafından şu ifadelerle ortaya konmuştur: “Türk-Irak sınırının güneyinde, müthiş geniş, mükemmel bir 
kurtarılmış bölge yarattılar. İçinde rahat rahat eğitim yapma olanağı buldular, içinde rahat rahat lojistik tesislerini geliştirme olanağı buldular, içinde rahat rahat çalışma olanağı buldular. Her yönden çalışma olanağı buldular” (Bila, 2007: 134). Bu açmazdan çıkmak isteyen ve PKK’nın isyan politikası karşısında ciddi kayıplar veren Ankara çareyi kapsamlı bir sınır ötesi operasyon gerçekleştirmekte bulmuştur. Bu bağlamda PKK’nın Kürdistani Cephe 
ile savaş yürüttüğü bir sırada Türk ordusu 12 Ekim 1992’de ağır hava koşullarına rağmen 50 bin kişilik bir güçle Kuzey Irak’a girmiştir (Bila, 2007: 69). Bu operasyon sonucunda 1551 PKK militanı ölürken 1232 militan da yaralanmıştır. Türkiye tarafındaysa 1 subay, 3 astsubay, 22 erbaş ve er, 2 köy korucusu hayatını kaybetmiştir (Özdağ, 2008: 114-115). 

PKK’nın aldığı bu ağır yenilgiyi bir ileri aşamaya taşımak isteyen Ankara, Kürdistani Cephe ile görüşmelere başlamıştır. Bu çerçevede 12 Kasım 1992’de Jandarma Genel Komutanı, Barzani ve Talabani bir araya gelmiş ve sınır güvenliğinin sağlanması için ortak sınır karakolları oluşturulması kararı alarak Şemdinli Mutabakatları’nı imzalamışlardır. Buna göre Türkiye karakollar inşa edecek peşmergeler de bu karakollara yerleşecektir (Bila, 2007: 92). 
Bunun üzerine Abdullah Öcalan 20 Mart 1993’te bir basın toplantısı yaparak tek taraflı ateşkes ilan etmiş ancak bu ateşkesin siyasi değil taktik gereği olduğu iki ay sonra Bingöl’de 35 askerin öldürüldüğü saldırıyla anlaşılmıştır (Özdağ, 2008: 122-125). Kuzey Irak’taki manevra kabiliyetini yeniden restore etmek isteyen PKK, Kürdistani Cephe içinde yaşanan ayrışmayı fırsat olarak değerlendirmiştir. PKK’nın Kuzey Irak’a yerleşme çabalarını engellemek isteyen Türk Ordusu, Kuzey Irak’a 8 Haziran 1993’te küçük bir operasyon düzenlemiştir. PKK’nın sınır karakollarına yaptığı saldırıların artmasıyla operasyonun kapsamı genişletilmiş, karadan ve havadan operasyon yapılmıştır. 

Bu operasyonlarda 250 PKK militanı öldürülmüştür. Yaz ayları boyunca başka operasyon olmazken sırasıyla 1-8 Ekim’de, Kasım ayında ve 13 Aralık’ta PKK’nın Türkiye içindeki saldırılarına karşılık olarak çeşitli sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirilmiştir (Özdağ, 2008: 128-131). Fakat bu operasyonlar 1992’deki operasyon kadar etkili olmamış ve PKK Kuzey Irak’taki etkinliğini artırmaya devam etmiştir. Bu nedenle sınır ötesi operasyonlar 1994 yılında da sık aralıklarla devam etmiştir. İlk sınır ötesi operasyon 28 Ocak’ta gerçekleştirilmiş ve 3 PKK’lı öldürülmüştür. 

Bu operasyondan yaklaşık bir ay sonra 27-28 Ocak-3 Şubat 1994 tarihlerinde de Kuzey Irak’ın Alandüzü bölgesinde PKK kamplarına yönelik operasyon düzenlenmiştir. Bu operasyondan üç gün sonra 6 Şubat’ta ve 21 Mart’ta Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik hava operasyonları devam etmiş, bu operasyonlarda 31 PKK’lı öldürülmüş 38 PKK’lı de yaralı olarak ele geçirilmiştir (Özdağ, 2008: 145-146). 
Türk ordusunun Kuzey Irak’ta PKK kamplarına yönelik Mart ayında başlayan operasyonları Temmuz ayına kadar devam etmiş ve kapsamı da git gide genişlemiştir. 


                       Harita 6: Belli Başlı PKK Kampları

Kaynaklara Çelik 1 Harekatı olarak geçen operasyonun sonucunda PKK “ Girilmez ” ilan ettiği eylem alanlarını terk etmek zorunda kalmıştır (Özdağ, 2008: 148). Bu harekat kapsamında 20 Mart’ta 34 bin asker Kuzey Irak’a girmiştir. Operasyon Ejder Tepesi adı verilen bölgede gerçekleştiğinden operasyona da Ejder Operasyonu adı verilmiştir. Bu operasyon Türk 
Ordusu’nun Kuzey Irak’a yaptığı en kapsamlı operasyonlardan biri olarak gösterilebilir (Kısacık, 2007: 104-105). Ayrıca Çelik 1 operasyonu ile hemen hemen aynı dönemde (11-12 Nisan 1994), Türk savaş uçakları Kuzey Irak’a girmiş ve bu harekât karadan da 5 bin kişilik bir birlikle desteklenmiştir. Kara birlikleri 160 km cephe 40 km derinlik ve 600 kilometrekarelik alana kadar girmiştir. Bu harekatta 4 PKK kampı vurulmuştur (Özdağ, 2008: 149-150). 

1995 yılına gelindiğinde ise PKK Türk ordusunun sınır ötesi operasyonlarına rağmen KYB-KDP arasındaki çatışmalardan yararlanarak Kuzey Irak’taki manevra alanını genişletmiştir. PKK buradaki iktidar boşluğundan çok iyi yararlanmış ve yıllar önceki nüfuzunu geri kazanmıştır. Öyle ki 5. Kongresini de Şırnak’tan 20 km uzaktaki Haftanin kampında gerçekleştirmiştir. PKK, bu kongrede Türkiye sınırının Irak tarafında iktidar boşluğundan yararlanarak yerleştiği bölgeleri kurtarılmış bölgeler olarak isimlendirerek devletleşme kararı 
almıştır (Özdağ, 2008: 155-156). PKK’nın Kuzey Irak’ta etkinliğini arttırmasıyla Türk ordusu tekrar sınır ötesi operasyon yapma gereği görmüştür. 20 Mart 1995 tarihinde kayıtlara Çelik Operasyonu olarak geçen ve iki ay süren operasyonla 35 bin asker ve üst düzey 13 generalle birlikte Kuzey Irak’a giriş yapılmış ve sınırın ötesinde 35-40 km kadar ilerlenmiştir. 

Türk ordusunun hedefi, başta Haftanin olmak üzere PKK’nın 13 kampı olmuştur (Bila, 2007: 115). Savaş sırasında PKK ağır kayıplar vermemiştir. Çünkü önceki operasyonlardan edindiği deneyimle Türk Ordusuyla cephe savaşına girmenin ağır bedeli olduğunu fark etmiş ve Irak içlerine doğru çekilmiştir (Özdağ, 2008: 157-159). Ancak Türk ordusunun geri çekilmesiyle birlikte PKK tekrardan Kuzey Irak’a yerleşmek için harekete geçmiştir. Bunun üzerine Türk ordusu bir kez daha 5-11 Temmuz tarihleri arasında Kuzey Irak’a girmiş ve PKK kamplarını bombalamıştır. 1995 yılında gerçekleşen bu iki operasyonla PKK her ne 
kadar Kuzey Irak’a her seferinde tekrardan yerleşse de örgütün önemli bir bölümü Irak içlerine kadar çekilmek zorunda kalmıştır (Özdağ, 2008: 161-162). Yine 1995 yılı içinde 8 Ekim ve 11-13 Ekim tarihlerinde de Türk Ordusu karadan ve havadan Kuzey Irak’a girmiş 114 PKK’lı öldürülmüştür (Özdağ, 2008: 174). 

1996 yılı sınır ötesi operasyonlar bağlamında Haziran ayına kadar göreli olarak sakin geçmiştir. Türk ordusu sınırı birkaç kez geçse de bunlar kapsamlı operasyonlar olmamıştır. Ancak uzun zamandan beri durgun olan Kuzey Irak-Türkiye sınırı 16 Haziran’da tekrardan hareketlenmiş ve sınırdan sızmaya çalışan 28 PKK militanının yakalanmasının ardından Türk Ordusu 5 bin askerle Kuzey Irak’a girmiştir. “Tokat Operasyonu” adı verilen bu operasyon sonucunda 31 PKK militanı öldürülmüştür. Türkiye, bu tür sızmaları engellemek için Temmuz ayı boyunca Kuzey Irak’ı bombalamaya devam etmiştir (Özdağ, 2008: 186- 187). 

1996 yılının son sınır ötesi operasyonu ise “Baklava Dilimi” adı altında gerçekleşmiştir. 
Türk ordusunun sınırda gördüğü PKK militanlarını takibiyle başlayıp 12 saat süren bu operasyonda 150 PKK militanı öldürülmüştür (Özdağ, 2008: 201-202). Fakat 1996 yılında Türk ordusu her ne kadar PKK’yı Kuzey Irak’tan atmak için yoğun askeri operasyonlar yapsa da bunda pek başarılı olamamıştır. Zira 1997 yılına girildiğinde Kuzey Irak’taki PKK varlığı açık bir şekilde ortadaydı.

1997 yılına gelindiğinde PKK 1990’ların ilk yarısındaki etkinliğini önemli ölçüde kaybetmiş olsa da hala bölgede etkin bir güç olarak durmaktaydı ve Kuzey Irak’tan Türkiye içinde yaptığı saldırılarına devam ediyordu. Bu etkinliği ciddi ölçüde kırmak amacında olan Türk ordusunun Mayıs ayında başlattığı Çelik Operasyonu 7 Temmuz’a kadar devam etmiştir. Irak yönetimi saldırıyı kınarken ABD, İngiltere ve KDP Türkiye’ye destek vermiştir (Özdağ, 2008: 207). Operasyonun başlamasının ardından Kuzey Irak’taki KDP’ye bağlı peşmerge güçleri de harekata katılmışlardır. Harekat çerçevesinde birçok PKK kampı bombalanırken en önemli gelişme Zap kampında yaşanmıştır. Zap kampını işgal eden Türk ordusu ile PKK arasındaki çatışmalar 3 gün sürmüş ve 750 PKK’lı öldürülmüştür. Harekatın sadece 10 gününde 1445 PKK’lı ölmüş 184 PKK’lı de yaralı olarak ele geçirilmiştir. Ayrıca PKK’ya ait askeri mühimmatlar ele geçirilmiştir. Harekatın Haziran ayında ise 2730 PKK’lı daha öldürülmüştür (Bila, 2007: 185). Türk ordusunun operasyonları sonbaharda da devam etmiştir. 25 Eylül’de Türk birlikleri bir kez daha Kuzey Irak’a girmiş ve PKK kamplarını bombalayarak Şafak Operasyonu’nu gerçekleştirmişlerdir. 15 Ekim’e kadar devam eden bu harekata 25 bin zırhlı birlik destek vermiştir (Bila, 2007: 188-192). 

Şafak Operasyonu’nun sonucunda 865 PKK militanı öldürülmüş 37’si yaralı 902 PKK’lı ele geçirilmiştir. 7 Şubat’ta 7 bin Türk askeri karadan Kuzey Irak’a girerken 11 Şubat’ta da F-16’lar havadan PKK kamplarını bombalamışlardır (Özdağ, 2008: 215-216). Fakat 1997 yılında gerçekleşen bu kapsamlı sınır ötesi operasyonlara ve KDP ile de savaşmasına rağmen PKK’nın askeri olarak işlevsiz hale getirilemediği fark edilmiştir. Bunun da en önemli sebebi PKK’nın Suriye’den ciddi ölçüde destek almasıydı. 1992 yılında Türkiye ile Güvenlik Protokolü imzalayan Suriye, Türkiye’nin “su meselesi” ile ilgili protokole uymadığını gerekçe göstererek PKK konusunda Türkiye’ye verdiği sözü tutmamış ve 
Türkiye’nin iadesini talep ettiği Abdullah Öcalan’ı son ana kadar sınırları içinde tutmuştur (Oran, 2005: 554-557). Dolayısıyla 1997 deneyimi Ankara’yı PKK sorununu çözme konusunda Şam’a baskı yapmaya yönelten en önemli nedenlerden birisi olmuştur. 1998 yılına gelindiğinde dikkatini Şam’a yönelten Ankara Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyonlarda ciddi bir kısıntıya gitmiştir. 7 Kasım’da Barzani ve Talabani’nin görüşme yapmak için Ankara’ya geldiği tarihlerde Türk Ordusu Kuzey Irak’a 350 km’lik bir hat boyunca, 10 
farklı bölgeden Kuzey Irak’a girmiştir. KDP ise Haftanin bölgesinde PKK’ya karşı başka bir operasyon başlatmıştır. Türk birliklerinin operasyonu 9 Kasım’da Gare Dağı’na kadar genişletilmiştir. Baskı altında kalan PKK, İran’a doğru kaçmaya başlamıştır. Genelkurmay Başkanlığı, 14 Kasım’da operasyon kapsamında 53’ü ölü 54 PKK’lının ele geçirildiğini duyurmuştur (Özdağ, 2008: 247-248). Bu operasyon aynı zamanda 90’lı yılların kapsamlı son operasyonu olmuştur.


4. 2000’ler: Kuzey Irak ve Türkiye 

4.1 İkinci Irak Savaşı ve Kuzey Irak 

2000’li yılların başında Kuzey Irak, PKK ve Türkiye denklemini etkileyen en önemli unsur ABD’nin Irak’ı işgali ve ardından Saddam Hüseyin rejimini devirmesi olmuştur. Irak’ın iç dinamikleri bağlamında düşünüldüğünde bu yeni durumdan en fazla kazançlı çıkan grup savaş boyunca ABD’nin yanında yer alan Irak Kürtleri olmuştur. Irak’ın yeniden yapılandırılması bağlamında Kürtler bir taraftan merkezi yönetim karşısında özerk konumlarını güçlendirirken, 
diğer taraftan da bu özerk yönetim içinde kalan toprakları genişletme imkanına 
kavuşmuşlardır. İşgal sırasında ABD askerleri ile işbirliği içinde çalışan Kürt peşmergeler Kerkük ve Musul’a kadar ilerleyerek ABD askerlerine büyük kolaylıklar sağlamıştır. Üstelik bu işbirliği sayesinde Irak’ın geri kalanına kıyasla Kürt Bölgesi savaşı çok daha az hasarla atlatmıştır. Savaştan hemen sonra Kürtler lobi çalışmalarına girişmiş ve Temmuz 2003’te Geçici Yönetim Konseyi’nin kurulmasından itibaren Irak’ın geleceğinde söz sahibi olmaya 
başlamışlardır. Bu politika sayesinde geçiş dönemi hükümetlerinde ve Irak seçimlerinde kilit bir konuma yükselen Kürtler bu dönemde yapılan Irak’ın geleceği ile ilgili müzakerelerden güçlenerek çıkmıştır (Galbraith, 2007: 149-151). 

Geçici Yönetim Konseyi’nde Irak Dış İlişkiler Bakanlığı’nı Kürt siyasetçi Hoşyar Zebari üstlenmiş ve Haziran 2004’te kurulan Irak Geçiş Hükümeti’nde de bu görevine devam etmiştir. Yine Irak Geçiş Hükümeti’nde Başbakanlığı Kürt siyasetçi Berham Salih yürütmüş ve ayrıca birçok Kürt de Irak yönetiminde üst düzey pozisyonlarda yer almaya başlamıştır. Geçiş döneminde yürürlüğe giren Geçici Yönetim Yasası da Kürtlerin, 1992’de elde ettikleri de facto yönetimi, Federal Irak Devleti’nin “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” olarak tanımıştır. 
Kürtçe Irak’ın ikinci resmi dili olmuş ve peşmerge güçleri de Kürdistan Bölgesi’ nin yasal güvenlik gücü olarak kabul edilmiştir. Söz konusu yasa aynı zamanda Kürdistan Bölgesi’ne ulusal güvenlik ve ulusal dış politika haricindeki birçok konuda Irak’ta yürürlüğe giren yasaları reddetme veya değiştirme hakkı tanımıştır. Bölge ayrıca merkezi bütçeden %17’lik pay alma hakkına da kavuşmuştur. Bütün bu kazanımları, 15 Ekim 2005 tarihindeki referandumda 
kabul edilen Irak Anayasası’nda da koruyan Irak Kürtleri, Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeler12 konusunu ise ileri bir tarihe ertelemişlerdir. 

Kerkük’ün ve tartışmalı bölgelerin Kürt Bölgesi’ne mi yoksa Irak’a mı dahil olacağı sorununa ise anayasanın 140. Maddesinde yer verilmiş ve en geç 2007 yılının sonuna kadar söz konusu yerlerde yapılacak referandumla buraların çözüme kavuşturulması hedeflenmiştir (Galbraith, 2007: 153-159). 
Kabul edilen anayasaya göre ilk seçimler hem Irak genelinde hem de Kürdistan 
Bölgesi’nde 15 Aralık 2005 tarihinde yapılmıştır. Saddam sonrası Kürdistan Bölgesi’nde seçimler ilk kez yasal bir şekilde yapılmış ve seçimlerde birçok yenilik göze çarpmıştır. 1992’de kurulan parlamentonun ilk çıkardığı yasa olan seçim yasası seçimlerin 4 yılda bir tekrarlanmasını öngörmekteydi. Fakat 1992 yılından 2005 yılına kadar süren siyasi kriz ve iç savaş yüzünden seçimler yapılamamıştı. Ekim 2005’te kabul edilen yeni Irak Anayasası Kürdistan 
Bölgesel Yönetimi’ne yasal statü kazandırmış13 ve böylece seçimler de hukuksal zemine oturmuştur. Kürdistan Bölgesi seçim yasasını merkezi hükümetin seçim yasasıyla uyumlu hale getirmek için yapılan değişikliklerle parlamentodaki sandalye sayısı 111’e çıkarılmış ve bölge başkanlığı seçiminin yapılması kararlaştırılmıştır.14 Bölge başkanlığı konusunda KYB ve KDP kendi aralarında anlaşmış ve Irak cumhurbaşkanlığı için Celal Talabani’nin, Kürdistan 
Bölgesi Başkanlığı için ise Mesut Barzani’nin desteklenmesi kararı alınmıştır.  



 Harita 7: 2003 İşgalinin Ardından Kürdistan Bölgesel Yönetimi

Buna uygun olarak KYB ve KDP’nin Kürdistan Ulusal Demokratik Listesi adıyla ortak liste oluşturarak girdiği ve neredeyse bütün oyları aldıkları seçim sonucunda kurulan meclis Mesut Barzani’yi Kürdistan Bölgesi Başkanı olarak seçmiştir (Katzman,2010: 3). 



Tablo 3: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

    Irak genelinde yapılan seçimlerle de etkin bir güç haline gelen Kürtler, seçimlerden sonra oluşturulan koalisyonda Cumhurbaşkanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı makamlarına sahip olmuşlardır. Seçim sonrasında geçiş döneminde elde ettikleri anayasal kazanımları da koruyan Kürdistan Bölgesi bu tarihten itibaren şiddet sarmalına teslim olan 
Irak’ın aksine güvenli ve tam da bu nedenle ekonomik gelişmeye açık bir görüntü ortaya koyabilmiştir. Fakat bütün bu olumlu gelişmelere rağmen, merkezi hükümetle sorunlar da devam etmiş ve tartışmalı bölgeler ve Kerkük sorunu anayasanın öngördüğü şekilde çözüme kavuşturulamamıştır. Dolayısıyla bu tarihten sonra Iraklı Kürtler siyasi güçlerini ve bölgesel ittifak arayışlarını bu sorunlarını çözecek şekilde geliştirmeye çalışma stratejisi izlemeye başlamışlardır. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;

***