TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 3
2. 1980’ler: PKK, Kuzey Irak ve Türkiye
2.1 Kuzey Irak’ta Kürt Partiler
Molla Mustafa Barzani’nin 1979’da ölmesinin ardından 4-12 Aralık 1979’da yapılan kongrede Barzani’nin iki oğlu İdris ve Mesut ortak bir şekilde partinin yönetimini ellerine almışlardır.
1987 yılında kardeşi İdris’in kalp krizi geçirerek ölmesinin ardından Mesut Barzani partinin tek lideri olmuştur. 1979 yılının Kuzey Irak’taki Kürt hareketini ilgilendiren bir başka gelişmesi de İran’da yaşanan İslam Devrimi olmuştur. İran’daki yeni yönetim 1975 yılında Irak ile yapılan ve Kürtlerin sınırlardan geçişini sınırlandırmayı öngören Cezayir Antlaşması’nı iptal etmiş ve böylelikle KDP yeniden İran’da konuşlanma imkanına kavuşmuştur.
Ancak 1980’de başlayan ve 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nı Kuzey Irak’taki Kürt hareketinin seyrini önemli ölçüde etkileyen asıl gelişme olarak kaydedebiliriz. Savaş boyunca KDP İran’ı desteklerken, Talabani’nin KYB’si Saddam ile işbirliğine girmiştir. Bu bağlamda KYB ve KDP arasındaki fikir ayrılığı ilk olarak İran’ın Temmuz 1983’de Irak’a yönelik gerçekleştirdiği geniş ölçekli bir saldırı sırasında ortaya çıkmıştır. KDP bu saldırıyı Irak’a karşı silahlı mücadelenin genişletilmesi yönünde bir fırsat olarak görürken, KYB savaş nedeniyle
zayıflayan Irak’ın Kürtlerle anlaşma konusunda daha tavizkar bir tutum sergileyeceğini savunmuştur (Gunter, 1996: 230).
KYB beklentilerinde bir karşılık bulamayınca 1985 yılının başında Irak hükümeti ile diyaloğu sona erdirmiş ve KDP ile yakınlaşmaya başlamıştır.
Bu yakınlaşmanın sonucunda KDP ve KYB, diğer Kürt grupları da yanlarına alarak 1987 yılında Irak Kürt Cephesi çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Celal Talabani ve Mesut Barzani de bu yeni oluşumun iki ortak başkanları olmuşlardır.
İran-Irak Savaşı sona erdiğinde Kürtlerin İran ile işbirliğinden rahatsız olan Saddam Hüseyin Kürtleri cezalandırmak amacıyla 1988 yılında Kuzey Irak’a yönelik “Enfal Operasyonu”
adı altında kapsamlı bir askeri harekat başlatmıştır. Zehirli gazların kullanıldığı
operasyon sırasında binlerce Kürt hayatını kaybederken, bir o kadarı da zorla güneydeki kamplara yerleştirilmiştir. Fakat yeni bir kimyasal saldırının olacağından korkan binlerce Iraklı Kürt, Türkiye sınırına akın etmiş ve bu durum karşısında Türkiye nasıl pozisyon alması gerektiği konusunda bir ikilem yaşamıştır. PKK sorunundan dolayı sınır bölgelerinde güvenlik probleminin yaşanması, mülteci sorununun ekonomik maliyeti ve Türk kamuoyunun
tepkisinden dolayı Türkiye ilk günlerde sınırını kapatmış ve sınırı geçenleri de
Irak’a göndermiştir. Fakat artan uluslararası baskı sonrasında Türkiye’yi iki günün ardından sınırlarını açtığını duyurmak zorunda kalmıştır. Sınırın açılması ile birlikte Eylül 1988’de Türkiye’ye sığınan Iraklı Kürtlerin sayısı 63.000’e ulaşmış (Oran, 1998: 134-135) ve mülteci akını Irak Kürtleri ile Türkiye Kürtleri arasında bir iletişim olanağı yaratınca Türkiye’deki Kürtlerin hareketliliğini daha da güçlendirmiştir (Romano, 2006: 115).
ARAŞTIRMA YAZISI;Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER)
2.2 PKK’nın Kuzey Irak’ta Konuşlanması
PKK 15-26 Temmuz 1981 tarihinde yapmış olduğu konferansta Irak Kürdistan’ındaki Kürt hareketiyle irtibata geçilmesi yönünde bir karar almıştır.1 Bu karar kısa süre içinde Irak’taki Kürt gruplar ile resmi antlaşma ile sonuçlanmamışsa da PKK’nın Kuzey Irak’a yerleşme süreci Ocak 1982’de başlamış ve yaklaşık on ay içinde, Ekim 1982’de tamamlanmıştır (Özdağ,
2007: 43). Bu süre içinde Kuzey Irak’ta yeni PKK kampları oluşturulurken PKK lider kadroları Tahran üzerinden, militanlarsa Suriye’den Silopi ve Cizre üzerinden, Şırnak-Uludere yolu ile Kuzey Irak’a geçmişlerdir. PKK’nın Kuzey Irak’ta konuşlanmak istemesinin en önemli sebebi coğrafi koşulların uygun olmasıydı. Çünkü Cudi Dağları burada başlamakta ve Türkiye sınırının içlerine kadar devam etmektedir. PKK bu bölgeyi kontrol ederek Cudi Dağları’nın uzandığı Şırnak, Hakkari, Siirt, Bitlis, Diyarbakır ve Bingöl’e kadar uzanan
bölgeyi de denetim altında tutmak istemiştir (Özdağ, 2008: 48). Aynı şekilde Türkiye’den Irak’a ve İran’a sıradağların uzanması PKK için önemli bir geçiş yolları sağlıyordu ve bu nedenle Kuzey Irak, PKK için kısa bir süre içinde Türkiye içlerinde yapılacak operasyonlarda önemli bir üs haline gelmiştir. Üstelik bu bölgelerde önemli ölçüde siyasallaşmış Kürtlerin bulunması da PKK için Kuzey Irak’ı rahat hareket edebilmesi açısından çekici kılmaktaydı (İmset, 1993: 99).
Temmuz 1983’te PKK ve KDP arasında ‘Dayanışma İlkeleri’ adı altında bir antlaşma imzalanmış ve bu antlaşmaya göre taraflar Amerikan emperyalizmi öncelikli olarak her türlü emperyalizmin bölgedeki plan ve komplolarına karşı birleşik bir cephe oluşturulması konusunda anlaşmışlardır. Antlaşma metninde “bölge halklarının ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı, başta ABD olmak üzere emperyalizmin saldırgan vahşi bir gücü” olarak tanımlanan Türkiye, bu işbirliğinin yöneldiği en önemli hedeflerden birisi olmuştur.2
Bu antlaşma, Suriye ve Lübnan’da konuşlanma problemleri yaşayan PKK’ya önemli bir fırsat sağlamış ve sonraki dönemde PKK buradaki kamplarını hızla Kuzey Irak’a transfer etmeye başlamıştır. Bu transfer süreci ile birlikte kısa süre içinde Türkiye, İran ve Irak sınırına yakın bir bölgede kurulan Lolan Kampı PKK’nın en geniş üssüne dönüşmüş ve ayrıca bu kamp basın ve yayın faaliyetlerinin organize edildiği bir üs diğer bir ifadeyle PKK’nın propaganda
merkezi haline gelmiştir (Gunter, 1993: 305). Lolan Kampı’nın yanı sıra Lak-1, Haftanin, Lejna-Zaho, Kuvvet Barzan ve Miroz gibi kamplarda da PKK militanları eğitilmeye başlanmış (İmset, 1993: 102) ve bu kamplar sayesinde PKK kuruluş aşamasındaki coğrafi konuşlanma meselesini önemli ölçüde çözmüştür.
1 “PKK I. Konferansı yapıldı”, Serxwebûn, Ocak 1982, Sayı: 1, ss. 1-8.
2 “PKK ve I-KDP, Faşist Türk Ordusunun Güney Kürdistan’ı İstilasına Karşı Ortak Direniş Kararı Aldılar” Serxwebûn,
Temmuz 1983, s. 10.
..