Bölüm 3 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bölüm 3 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 3




TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 3


2. 1980’ler: PKK, Kuzey Irak ve Türkiye 


2.1 Kuzey Irak’ta Kürt Partiler 

Molla Mustafa Barzani’nin 1979’da ölmesinin ardından 4-12 Aralık 1979’da yapılan kongrede  Barzani’nin iki oğlu İdris ve Mesut ortak bir şekilde partinin yönetimini ellerine almışlardır. 
1987 yılında kardeşi İdris’in kalp krizi geçirerek ölmesinin ardından Mesut Barzani partinin tek lideri olmuştur. 1979 yılının Kuzey Irak’taki Kürt hareketini ilgilendiren bir başka gelişmesi de İran’da yaşanan İslam Devrimi olmuştur. İran’daki yeni yönetim 1975 yılında Irak ile yapılan ve Kürtlerin sınırlardan geçişini sınırlandırmayı öngören Cezayir Antlaşması’nı iptal etmiş ve böylelikle KDP yeniden İran’da konuşlanma imkanına kavuşmuştur. 
Ancak 1980’de başlayan ve 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nı Kuzey Irak’taki Kürt hareketinin seyrini önemli ölçüde etkileyen asıl gelişme olarak kaydedebiliriz. Savaş boyunca KDP İran’ı desteklerken, Talabani’nin KYB’si Saddam ile işbirliğine girmiştir. Bu bağlamda KYB ve KDP arasındaki fikir ayrılığı ilk olarak İran’ın Temmuz 1983’de Irak’a yönelik gerçekleştirdiği geniş ölçekli bir saldırı sırasında ortaya çıkmıştır. KDP bu saldırıyı Irak’a karşı silahlı mücadelenin genişletilmesi yönünde bir fırsat olarak görürken, KYB savaş nedeniyle 
zayıflayan Irak’ın Kürtlerle anlaşma konusunda daha tavizkar bir tutum sergileyeceğini savunmuştur (Gunter, 1996: 230). 

KYB beklentilerinde bir karşılık bulamayınca 1985 yılının başında Irak hükümeti ile diyaloğu sona erdirmiş ve KDP ile yakınlaşmaya başlamıştır. 
Bu yakınlaşmanın sonucunda KDP ve KYB, diğer Kürt grupları da yanlarına alarak 1987 yılında Irak Kürt Cephesi çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Celal Talabani ve Mesut Barzani de bu yeni oluşumun iki ortak başkanları olmuşlardır. 

İran-Irak Savaşı sona erdiğinde Kürtlerin İran ile işbirliğinden rahatsız olan Saddam Hüseyin Kürtleri cezalandırmak amacıyla 1988 yılında Kuzey Irak’a yönelik “Enfal Operasyonu” 
adı altında kapsamlı bir askeri harekat başlatmıştır. Zehirli gazların kullanıldığı 
operasyon sırasında binlerce Kürt hayatını kaybederken, bir o kadarı da zorla güneydeki kamplara yerleştirilmiştir. Fakat yeni bir kimyasal saldırının olacağından korkan binlerce Iraklı Kürt, Türkiye sınırına akın etmiş ve bu durum karşısında Türkiye nasıl pozisyon alması gerektiği konusunda bir ikilem yaşamıştır. PKK sorunundan dolayı sınır bölgelerinde güvenlik probleminin yaşanması, mülteci sorununun ekonomik maliyeti ve Türk kamuoyunun 
tepkisinden dolayı Türkiye ilk günlerde sınırını kapatmış ve sınırı geçenleri de 
Irak’a göndermiştir. Fakat artan uluslararası baskı sonrasında Türkiye’yi iki günün ardından sınırlarını açtığını duyurmak zorunda kalmıştır. Sınırın açılması ile birlikte Eylül 1988’de Türkiye’ye sığınan Iraklı Kürtlerin sayısı 63.000’e ulaşmış (Oran, 1998: 134-135) ve mülteci akını Irak Kürtleri ile Türkiye Kürtleri arasında bir iletişim olanağı yaratınca Türkiye’deki Kürtlerin hareketliliğini daha da güçlendirmiştir (Romano, 2006: 115). 
ARAŞTIRMA YAZISI;Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 


2.2 PKK’nın Kuzey Irak’ta Konuşlanması 

PKK 15-26 Temmuz 1981 tarihinde yapmış olduğu konferansta Irak Kürdistan’ındaki Kürt hareketiyle irtibata geçilmesi yönünde bir karar almıştır.1 Bu karar kısa süre içinde Irak’taki Kürt gruplar ile resmi antlaşma ile sonuçlanmamışsa da PKK’nın Kuzey Irak’a yerleşme süreci Ocak 1982’de başlamış ve yaklaşık on ay içinde, Ekim 1982’de tamamlanmıştır (Özdağ, 
2007: 43). Bu süre içinde Kuzey Irak’ta yeni PKK kampları oluşturulurken PKK lider kadroları Tahran üzerinden, militanlarsa Suriye’den Silopi ve Cizre üzerinden, Şırnak-Uludere yolu ile Kuzey Irak’a geçmişlerdir. PKK’nın Kuzey Irak’ta konuşlanmak istemesinin en önemli sebebi coğrafi koşulların uygun olmasıydı. Çünkü Cudi Dağları burada başlamakta ve Türkiye sınırının içlerine kadar devam etmektedir. PKK bu bölgeyi kontrol ederek Cudi Dağları’nın uzandığı Şırnak, Hakkari, Siirt, Bitlis, Diyarbakır ve Bingöl’e kadar uzanan 
bölgeyi de denetim altında tutmak istemiştir (Özdağ, 2008: 48). Aynı şekilde Türkiye’den Irak’a ve İran’a sıradağların uzanması PKK için önemli bir geçiş yolları sağlıyordu ve bu nedenle Kuzey Irak, PKK için kısa bir süre içinde Türkiye içlerinde yapılacak operasyonlarda önemli bir üs haline gelmiştir. Üstelik bu bölgelerde önemli ölçüde siyasallaşmış Kürtlerin bulunması da PKK için Kuzey Irak’ı rahat hareket edebilmesi açısından çekici kılmaktaydı (İmset, 1993: 99). 

Temmuz 1983’te PKK ve KDP arasında ‘Dayanışma İlkeleri’ adı altında bir antlaşma imzalanmış ve bu antlaşmaya göre taraflar Amerikan emperyalizmi öncelikli olarak her türlü emperyalizmin bölgedeki plan ve komplolarına karşı birleşik bir cephe oluşturulması konusunda anlaşmışlardır. Antlaşma metninde “bölge halklarının ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı, başta ABD olmak üzere emperyalizmin saldırgan vahşi bir gücü” olarak tanımlanan Türkiye, bu işbirliğinin yöneldiği en önemli hedeflerden birisi olmuştur.2 
Bu antlaşma, Suriye ve Lübnan’da konuşlanma problemleri yaşayan PKK’ya önemli bir fırsat sağlamış ve sonraki dönemde PKK buradaki kamplarını hızla Kuzey Irak’a transfer etmeye başlamıştır. Bu transfer süreci ile birlikte kısa süre içinde Türkiye, İran ve Irak sınırına yakın bir bölgede kurulan Lolan Kampı PKK’nın en geniş üssüne dönüşmüş ve ayrıca bu kamp basın ve yayın faaliyetlerinin organize edildiği bir üs diğer bir ifadeyle PKK’nın propaganda 
merkezi haline gelmiştir (Gunter, 1993: 305). Lolan Kampı’nın yanı sıra Lak-1, Haftanin, Lejna-Zaho, Kuvvet Barzan ve Miroz gibi kamplarda da PKK militanları eğitilmeye başlanmış (İmset, 1993: 102) ve bu kamplar sayesinde PKK kuruluş aşamasındaki coğrafi konuşlanma meselesini önemli ölçüde çözmüştür. 

1  “PKK I. Konferansı yapıldı”, Serxwebûn, Ocak 1982, Sayı: 1, ss. 1-8. 

2  “PKK ve I-KDP, Faşist Türk Ordusunun Güney Kürdistan’ı İstilasına Karşı Ortak Direniş Kararı Aldılar” Serxwebûn, 
Temmuz 1983, s. 10. 


..

11 EYLÜL SONRASI ABD-IRAN ILISKILERİ VE SIYASİ BOYUTTA TÜRKIYE’YE ETKILERİ BÖLÜM 3





11 EYLÜL SONRASI ABD-IRAN ILISKILERİ VE SIYASİ BOYUTTA TÜRKIYE’YE ETKILERİ  
BÖLÜM 3


4.3. Türkiye’nin Iran’la Olan Iliskilerinin Gelecegi


1990’lı yılların sonundan itibaren Türkiye-Iran arasındaki ticaret hacminde hissedilir bir artıs göze çarpmaktadır. Bunda, Türkiye ile Iran arasındaki karsılıklı gerilimlerin Cumhurbaskanı Hatemi döneminde bir nebze de olsa azaltılmasının büyük etkisi oldugu görülür. Türkiye Dıs Ticaret Müstesarlıgı 2005 yılı verilerine göre Iran, ithalatta ilk 15 ülke arasında yer almakta, ihracatta ise biraz daha gerilerdedir67. Özellikle Türkiye’nin ticaret hacminde Iran’dan dogalgaz ithalatı önemli kalemlerinden birini olusturmaktadır68. Iran’ın Türkiye için karsılıklı
ticaret kadar önemli bir diger özelligi de, Orta Asya ülkelerine olan ticaretin Iran üzerinden gerçeklestiriyor olmasıdır.

Türkiye-Iran iliskilerinin son zamanlarda ekonomik ve siyasi anlamda bir ivme kazandıgı gözlemlense de, bunun sürdürülebilir olup olmadıgı daha çok Türkiye’nin iradesine baglı görünmektedir. Dünyadan sıkısmıs bir Iran’ın mevcut durum itibari ile Türkiye-Iran iliskilerini yönlendirme sansı pek fazla degildir. Kısaca Iran’ın politikası Türkiye’ye daha çok bagımlıdır. Bu durumda politika belirlemede aktif ülke olan Türkiye’nin verecegi karar ayrı önem kazanmaktadır. Burada su soru akla gelebilir: 
ABD bu ikili iliskiyi sınırlayabilir mi? 
Cevap muhtemelen ‘sınırlar’ olacaktır.

Dünyadan soyutlanmıs ve giderek ABD’nin kendisine yönelik muhtemel operasyonuna zemin hazırlayan Iran’a karsı Türkiye’nin, “Basın Açıklaması”, Milli istihbarat Teskilatı, 05 Ocak 2007, (Çevrimiçi),
http://www.mit.gov.tr/basin32.html, 13 Ocak 2007.

67 “T.C. Basbakanlık Dıs Ticaret Müstesarlıgı”, (Çevrimiçi),
http://www.dtm.gov.tr/ead/istatistik.htm, 25 Subat 2007.
68 “T.C. Basbakanlık Dıs Ticaret Müstesarlıgı”, (Çevrimiçi),
http://www.dtm.gov.tr/pazaragiris/ulkeler/ira/ira-tur-tic.htm, 25 Subat 2007

Iran’la yakın iliskilerini sürdürmesi çok daha zor olacaktır. ABD’nin AB, Çin, Rusya ve Japonya gibi önemli uluslararası aktörlerin destegini saglaması durumunda Türkiye’nin buna karsı bir politika gelistirmesi daha da zor görünmektedir. Zaten ABD’nin BM Güvenlik Konseyinden Iran ile ilgili çıkartmayı basardıgı 1696 ve 1737 sayılı kararlar da bunun bir göstergesi niteligindedir69. Bu kararlar, Çin ve Rusya gibi Iran’la yakın isbirligi içinde olan ülkelerin degisen durumunu göstermesi açısından Türkiye için de önemli bir göstergedir.
Muhtemelen Iran’ın bugünlerde Türkiye’ye karsı olan yakın ve samimi davranısı, son zamanlarda sıkıstıgını hissettigi dünya konjonktüründeki yeri ile ilgilidir. Olson’un “…. Erdogan ve Rıza Arif’in Gürbulak’ta el ele yürürken gösteren resimlerde, Rıza Arif’in Erdogan’ın elini daha sıkı bir sekilde tutuyor olması, Türkiye’nin Iran’ın varlıgını destekleyen son komsu olmasındandı.”70 tespiti de bunu dogrular niteliktedir. Iran’ın pragmatik dıs politikası ve gerektiginde kendi rejimine ters ülkelerle bile isbirligine gittigi bilindigine göre71,

ABD ile olan çatısmasının bitmesi durumunda Iran’ın politikasının nasıl olacagını kestirmek güç görünmektedir. Iran’ın degisen politikalarına örnek olarak: Azerbaycan-Ermenistan çatısmasında ülkesinde önemli oranda Sii Azerileri bulundurmasına ragmen Hıristiyan Ermenistan’ı desteklemesi, Müslüman Çeçenlerin Ruslarla olan mücadelesinde Moskova yönetimi ile isbirligine gitmesi, Tacikistan iç savasında Islami direnise karsı laik yönetimi desteklemesi gösterilebilir. 

Bütün bunlar Iran’ın kendi güvenligi açısından ideolojik kimliginin dayattıgı politikaları terk edebileceginin birer kanıtı gibidir72. 
Yine de mevcut rejimiyle Iran’ın, gelecekte ABD ile ortak politika gelistirmesi zor görünmektedir.

69 Bu iki BM Güvenlik Konseyi kararı da Iran’ın nükleer çalısmaları dolayısıyla alınmıstır. 1696 sayılı karar 31 Temmuz 2006 tarihinde alınmıs  olup  Iran’ın nükleer çalısmalarını durdurmasını istemekte ve 31 Agustos 2006 tarihine kadar da süre tanımıstır. 1737 sayılı karar ise 23 Aralık 2006 tarihinde onaylanmıs olup Iran’ın nükleer çalısmalarına uluslar arası destegi önlemeye yönelik yaptırımları içermektedir. 

Ayrıca Iran’a 60 gün içinde Güvenlik Konseyi kararlarına uyması ve meclisinde onyalaması için 60 gün süre vermektedir. Bkz.:” Non-proliferation:Resolution 1696”, 31 Temmuz 2006, (Çevrimiçi), 
http://daccessdds.un.org/doc/UNDOC/GEN/N06/450/22/PDF/N0645022.pdf?
OpenElement, 25 Subat 2007. ve “Non-proliferation:Resolution 1737”, 27 Aralık2006, (Çevrimiçi), 
http://daccessdds.un.org/doc/UNDOC/GEN/N06/681/42/PDF/N0668142.pdf?
OpenElement, 25 Subat 2007.
70 Olson, 2005, s. 236.
71 Giray Saynur Bozkurt, “11 Eylül sonrası Amerikan–Iran Iliskileri”, Jeopolitik, 26, Mart 2006, s. 56.
72 a.e., s. 56.


Yukarıda da bahsedildigi gibi Iran’ın duruma göre politika belirlemede gösterdigi hızlı tepkiler, belki Türkiye için degisik bir bakıs açısı sunabilir. Zaten uluslararası iliskilerde ideolojik dostluk ve düsmanlıktan çok, çıkarların ön plana çıktıgı düsünüldügünde Iran’ın takip ettigi politika günün gerçeklerine uygundur. Benzer bir yaklasımı benimseyecek Türkiye’nin, farklılıklar bir yana Iran’la birçok ortak yönü düşünüldügün de, kendi ulusal çıkarı için duygusal politikalardan çok, daha pragmatik politika benimsemesi normal olacaktır.

5. Sonuç:

ABD’nin 11 Eylül sonrası terörizmle mücadele çerçevesinde benimsedigi yeni güvenlik politikasına göre, uluslararası destek saglayamasa da yapmakta kararlı oldugu askeri operasyonlar, Afganistan ve Irak’ın isgali ile uygulamaya geçmistir. 

ABD’nin yıllardır çıkarlarına dogrudan tehdit olarak gördügü ve 11 Eylül ile iliskilendirmeye çalıstıgı Iran ise, bugün tüm dünya kamuoyunda merak
ve korkuyla izlenen bir ülke haline geldi. Özellikle bu korkunun bölge ülkeleri için çok daha büyük oldugu düsünüldügünde, Türkiye de bu ülkelerin içinde degerlendirilebilir. Bölgenin birçok yönden güçlü iki ülkesi olan Türkiye ve Iran’ın aralarında yıllardır sürdügü söylenen güç mücadelesinde, Iran’ın ABD kontrolünde saf dısı bırakılmasının önemli bir sonuç doguracagı kuvvetle muhtemeldir. Buna göre, Iran’ın saf dısı kalması Irak’ta oldugu gibi yeni bir ‘Pandora’nın Kutusu’nu açarak Türkiye’de bir takım ciddi sorunlara mı yol açacak, yoksa Türkiye’nin Hegemon bir devlet olarak ortaya çıkmasını hızlandıracak bir etki mi yapacak? Bu iki sık, Iran’ın saf dısı kalması sonrası olusacak yeni düzende muhtemel senaryolar gibi görünmektedir.

ABD’nin mutlak güç üstünlügü düsünüldügünde ve Iran’ın isgaline karar verildiginde, Türkiye gibi bölgesel güçlü devletlerin bunu önlemeye yönelik diplomatik veya benzer çabalarının sonuçsuz kalacagına hiç süphe yoktur. Irak’ta bunun son örnegi yasanmıstır.

Sonuçta Iran’ın eger karar verildiginde ABD tarafından isgali kesin olduguna göre, Türkiye’nin politikasının muhtemel savası engellemenin ötesinde Iran sonrası yeni düzenin nasıl olacagı konusunda kendisini hazırlanmasının daha gerçekçi olacagı degerlendirilmektedir.
Bugün Iran için söylenen ABD tarafından etrafının çevrildigi gerçegi, Iran’ın da saf dısı kalması durumunda bu defa Türkiye için geçerli olacaktır. Yani, Dogu ve Güneydogu’sunda ABD’ye komsu bir Türkiye gerçegi. Aslında bundan daha da önemli bir baska husus ortaya çıkacaktadır. Buna göre bugün hâlen Irak’ın istikrara kavusamadıgı düsünüldügünde, Iran’da da benzer ABD isgali ile istikrar
saglanamaması muhtemel görünmektedir. Çünkü, Iran’ın etnik yapısı da Irak gibi heterojen bir yapıya sahiptir. Bu açıdan bakıldıgında, Türkiye’nin yeni komsularının kim olacagından çok, ortamın sakin olup olamayacagı ayrı bir önem kazanmaktadır.
Türkiye’nin son zamanlarda ABD’den bagımsız bir politika takip etme gayretlerinin, ABD’li yetkililerin Irak’taki son gelismeler nedeniyle yapılan açıklamalarında da rahatsızlık ve endise belirtisi olarak görmek mümkündür. ABD’nin bu açıklamaları, Türkiye’yi bölgede tek bölgesel güç ve muhtemel rakip olarak görmeye hazır olup olmadıgının bir göstergesi olarak degerlendirilebilir. Görünüse bakılırsa, Soguk Savas yıllarından beri ABD’ye bagımlı bir politika takip eden Türkiye’nin farklılasan bu yeni yaklasımına ABD kendisini hazır hissetmemekte dir.
Zaten Türk dıs politikasının uzun yıllardır takip ettigi ‘' Bekle-Gör '’ yaklasımının son zamanlarda ve özellikle Orta Dogu’daki gelismelerle birlikte degismeye basladıgının isaretleri artmıstır. Muhtemelen bu degisimde, Iran’dan sonra bölgesel tek güç olarak kalacagı degerlendirilen Türkiye’nin, bu boslugu tam anlamıyla doldurmaya duydugu ihtiyaç yatmaktadır.

Mevcut durum içinde Türkiye’nin bölgesel güç üstünlügünün ortaya çıktıgı bir gerçektir. Yıllardır denge politikası olarak Israil ile özellikle askeri alanda olmak üzere birçok yönden iyi iliskiler gelistiren Türkiye’nin, son zamanlarda bu yaklasımının degistigi görülmektedir.
Özellikle Israil’in Filistinlilere karsı yaptıgı eylemlerde Türkiye’nin Israil’e karsı ses tonunu daha yüksek seviyeye çıkartarak elestirmesi ve iliskilerde eski sıcaklıgın kalmaması önemli bir göstergedir. Bu aynı zamanda, Türkiye’nin bölge ülkelerine sıcak mesaj gönderme çabalarının bir sonucu olarak yorumlanabilecegi gibi, Türkiye’nin çevresindeki tehditlerden (Iran, Irak, Suriye) de sıyrılmasının bir sonucu seklinde de degerlendirilebilir.
ABD’nin bugün Irak’ta düzeni saglayabilmek için Iran’a ihtiyacının oldugu bir gerçektir. Çünkü Sii Iran, Siilerin çogunlukta oldugu Irak’ta bir çözüm kapısı olabilir. Ancak tüm bunlara ragmen mevcut rejimiyle Iran, ABD’de hâlen daha kabul görmeyen bir yapıya da sahiptir. Yani, Iran’da rejim degismeden ABD’nin Iran’la çözüm için masaya oturması gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu durumda söyle bir soru akıllara gelebilir: Iran bugün için mevcut rejiminden kurtulmus olsa, ABD ile iliskilerini yeniden kurup bölgede iki önemli ortak olarak
yasayabilirler mi? Cevap muhtemelen evet olacaktır. Çünkü Iran’da olusacak yeni rejim muhtemelen ABD politikalarını benimseyen bir karaktere sahip olacaktır. Türkiye açısından ise durum muhtemelen; ABD için stratejik önemini yitirmis ve Orta Dogu’da oldugu gibi Orta Asya’da da çok önemli zemin kaybetmis olacaktır. Dikkat edilirse, Orta Asya enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara açılmasında cografi açıdan en uygun ülke aslında Iran’dır. Bu senaryoda Iran’ın ABD ile ortaklıgında enerji koridoru bir ülke konumuna gelmesi de mümkün olacaktır. Bu durum herhalde Türkiye’nin olumsuz etkilenmesi için epey yeterli olacaktır. Yukarıdaki senaryonun gerçeklesmemesi, Iran’ın
mevcut iç dinamiklerinin degismemesinin bir sonucu ve Türkiye’nin önemli bir sansıdır. Sonuçta Iran, yeni Ahmedinejad yönetimi ve katı rejimiyle ABD’den ve dolayısıyla dünyadan uzaklasıp yalnızlastıkça, Türkiye de bölgesel güç olma yolunda emin adımlarla ilerleyecektedir.

Sonuç olarak Türkiye mevcut yapı içinde bölgesel güç olarak öne çıkıyor olsa da, Türkiye için asıl fırsatların Iran sonrası olusacak yeni düzenden sonra çıkacagı daha açıktır. Bu yeni düzende Türkiye için en önemli husus, bölgedeki dinamikleri etkileyen ABD ile ortak bir nokta bulması olacaktır. ABD’nin bölgede ön plana çıkmaya çalısan güçlü devletlere karsı pek sıcak bakmadıgı bilinmektedir. 
Bu durumda Türkiye’nin ön plana çıkmasına ise, ABD’nin verecegi tepkinin olumlu veya olumsuz olmasına, Türkiye’nin ABD ile yapacagı karsılıklı
görüsmeler önemli bir rol oynayacaktır. Bu görüsmeler, önceden yapıldıgı gibi ‘at pazarlıgı’ seklinde adlandırılan tarzdan ziyade; ABD’nin 90’ların basında Türkiye’ye uygun gördügü ‘stratejik ortaklık’ perspektifinde ve olusacak kosulların saglayacagı önemli avantajların Türkiye’nin kendisinin bilincinde olarak yapılmalıdır. Nihayetinde, ABD’nin bir model ülke olarak Orta Dogu’da ve etnik-kültürel yakınlık açısından Orta Asya ve Kafkaslarda Türkiye’ye ihtiyacı oldugu düsünüldügünde, Türkiye’nin geçmise kıyasla bugün önemli bir pazarlık sansının oldugu ortadadır.



KAYNAKÇA:

1. “ABD Özbekistan’daki üssünü kaybetti”, CNNTurk.com, 27 Agustos 2005, 
<http://www.cnnturk.com/DUNYA/ haber_detay.asp? PID=319&HID=1&haberID=120970>.
2. Arı, Tayyar. Irak Iran ve ABD: Önleyici Savas, Petrol ve Hegemonya,Istanbul, Alfa Kitabevi, 2004.
3. Armaoglu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (15. Baskı), Istanbul, Alkım Yayınevi, 2005.
4. Aydugan, Fatih. “Iran’ın Nükleer Güç Olma Politikası ve Türkiye’ye Etkileri”, Istanbul, SAREN, Mayıs 2006.
5. “BM Iran’a Yaptırım Kararı Aldı.”, BBCTurkish.com, 23 Aralık 2006,
     www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2006/12/061223_iran_un.shtml.
6. Bozkurt, Giray Saynur. “11 Eylül sonrası Amerikan–Iran Iliskileri”, Jeopolitik, 26 Mart 2006, 47-59.
7. Bowen, Wyn Q. ve Joanna KIDD. “The Iranian Nukleer Challange”, International Affairs, LXXX, 2, 2004, 257-276.
8. “Country Analysis Briefs”, Energy Infornation Administration, Eylül 2004, 
    http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/pgulf.html.
9. Cowell, Alan. “A Nation at War:Ankara;Turkey, Spared a War, Stil Pays a Heavy Price”, The New York Times, 19 Nisan 2003,
    http://select.nytimes.com/gst/abstract.html?res=F00D10FC3E5E0C7A8DDDAD0894DB404482.
10. “Cristiane Amanpour:Bush’s ‘Axis of evil’ warning”, CNN.com, 31 Ocak 2002, 
    http://archives.cnn.com/2002/US/01/30/ amanpour. bush.otsc/index.html?related.
11. Çagaptay, Soner. “Where Goes the U.S.-Turkish Relationship?”, Middle East Quarterly, Sohbahar 2004, 43-52.
12. Erickson, Edward J. “Turkey as Regional Hegemon -2014: Strategic Implications for The United States”, Turkish Studies, 
     V:3, Sonbahar 2004, 25-45.
13. Fuller, Graham E. “Turkey’s Strategic Model: Myths and Realities”, The Washington Quarterly, Vol.27, No.:3, Yaz 2004, 51-64.
14. Gunter, Micheal M. “Kurdish Future in a Post-Saddam Iraq”, Journal of Muslim Minority Affairs, XXIII, 21, Nisan 2003, 9-22.
15. Güney, Aylin. “An Anotomy of the Transformation of the USTurkish Allience from “Cold War” to “War on Iraq”, Turkish Studies, VI,
     3, Eylül 2005, 341-359.
16. Hobson, Christopher. “A Forward Strategy of Freedom in the Middle East: US Democrasy Promotion and the ‘War on Terrorism’”,
     Australian Journal of International Affairs, LIX, 1, Mart 2005, 39-53.
17. “International Petroleum (Oil) Imports and Exports”, Energy Information Administration, 
     http://www.eia.doe.gov/emeu/international/oiltrade.html.
18. ”Iran”, Energy Infornation Administration, Agustos 2006,
     http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/Iran/Background.html.
19. Kanlı, Yusuf. “Where is the Tunnel?”, Turkish Daily News, 13 Ocak 2007, 
     http://www.turkishdailynews.com.tr/article.php?enewsid=63906.
20. Katzman, Kenneth. “Iran: US Concerns and Policy Responces”, Congressional Research Service, 1 Kasım 2006.
21. Le Billion, Philippe ve Khatib, Fouad El. “From Free Oil to ‘Freedom oil’? Terrorism, War and US Geopolitics in the Persian Gulf”, Temmuz 2003, 
     http//www.epnet.com/ehost.
22. Meshabi, Mohiaddin. “Iran and Central Asia: Paradigm and Policy”, Central Asian Survey, XXIII, 2, Haziran 2004, 109-139.
23. ”Non-proliferation: Resolution 1696”, 31 Temmuz 2006,
     http://daccessdds.un.org/doc/UNDOC/GEN/N06/450/22/PDF/N0645022.pdf?   OpenElement.
24. “Non-proliferation: Resolution 1737”, 27 Aralık 2006,
     http://daccessdds.un.org/doc/UNDOC/GEN/N06/681/42/PDF/N0668142.pdf?   OpenElement.
25. Olson, Robert. “Turkey-Iran Relations, 2000-2001: The Caspian, Azerbaycan and The Kurds”, Middle East Policy, IX, 2, Haziran 2002, 111-
129.
26. Olson, Robert. Türkiye-Iran Iliskileri 1979-2004: Devrim, Ideoloji, Savas, Darbeler ve Jeopolitik, (Çev. Kezban Acar), Ankara, Babil Yayıncılık, 2005.
27. Park, Bill. “Iraq’s Kurds and Turkey: Challange for US Policy”, Parameters, Sonbahar 2004, 18-30.
28. Taner, Emre. “Basın Açıklaması”, Milli Istihbarat Teskilatı, 05 Ocak 2007, 
     http://www.mit.gov.tr/basin32.html.
29. T.C. Basbakanlık Tıs Ticaret Müstesarlıgı, http://www.dtm.gov.tr/ead/istatistik.htm.
30. T.C. Basbakanlık Tıs Ticaret Müstesarlıgı, http://www.dtm.gov.tr/pazaragiris/ulkeler/ira/ira-tur-tic.htm.
31. ”The National Security Stategy of the United States of America”, The White House, Eylül 2002, http://www.whitehouse.gov/nsc/nss.pdf.
32. “U.S. Arrest of Iranians Reportedly Upsets Iraqi President“, CNN.com, 25 Aralık 2006, 
      http://www.cnn.com/2006/WORLD/meast/12/25/iraq.main/index.html.




Özel  Not :  Bu Güzel çalışmasından Dolayı,
SAYIN  Ersin ÇELIKKANAT* ' E  < 11 EYLÜL SONRASI ABD-IRAN ILISKILERİ VE SIYASİ BOYUTTA TÜRKIYE’YE ETKILERİ > Yazısı için Teşekkürler ederim..
DUATEPE POLATLI




***

11 Ocak 2015 Pazar

HALK PARTİSİNİN KURULUŞU VE 9 İLKE Bölüm 3






HALK PARTİSİNİN KURULUŞU VE 9 İLKE  Bölüm 3



NURETTİN PAŞA, ZAFERDEN PAY ALMAYA EN AZ HAKKI OLANLARDAN BİRİDİR

Efendiler, bu kadar cür'etli bir iddia karşısında Şaşırmamak ve böyle bir iddiayı garip karşılamamak mümkün değildir. Gerçekten de Nurettin 
Paşa genel taarruzda 1' inci Ordu Komııtanlığı'nda bulundu. Diğer bütün komutanlarla birlikte kendisine emrettiğimiz görevleri yapmaya çalıştı. 
Bu durum, bütün Türk ordusuna ve ordumuzun büyük küçük bütün komutanlarına, subaylarına ve her erine ait olmak tabiî bulunan bir 
başarıyı ve şerefi, Nurettin Paşa'nın kendi şahsına malettirmesini gerektirmez. Bu iddia kadar anlamsız, asılsız ve ayıp bir şey olamaz. 
Nurettin Paşa'yı kazanılan zaferin yaratıcısı gibi göstermek olsa olsa kendisiyle alay etmek maksadına dayanabilir. Yoksa, Nurettin Paşa, 
Büyük Zafer'in şerefinden pay almaya en az hakkı olanlardan biridir.

Efendiler, Büyük Taarruz'da, Nurettin Paşa'yı, yalnız taarruzun ikinci günü Kocatepe'de yalnız bırakmıştım. Çünkü, düşmanın yenildiğini ve geri 
çekileceğini anlamıştık. Yenilgisini bozguna çevirmek ve geri çekilme hattını keserek düşman ordusunu esir etmek için, artık Kocatepe'de değil, 
durumu daha genel olarak gözden geçirecek ve ona göre etraflı tedbirler alacak yerde bulunmamız gerekiyordu. O gün bile, Cephe Komutanı 
İsmet Paşa'nın uygun görüp benim imzam ile yazdığı cesaret verici kısa bir yazıyı telefonla okuyarak Nurettin Paşa 'nın maneviyatını 
kuvvetlendirmek için tedbir almak gereği duyulmuştu.

NURETTİN PAŞA'YI VE ORDUSUNU BİZZAT TAKİP ETMEK VE YÖNETMEK ZORUNDA KALDIM

Ondan sonra, Nurettin Paşa'yı ve ordusunu bizzat takip etmek ve yönetimine müdahele etmek zorunda kaldım. Böyle yapmasaydım, 
Nurettin Paşa'nın yaptığı hatâları düzeltmek güçleşirdi. Dumlupınar'da, ordusunun Kurmay başkanı Emin Paşa'nın ileri hareket için hazırladığı 
harekât emrinin kapsamını anlamayan, fakat anlamamış değil de daha iyisini düşünmek ve yapmak istiyormuş gibi davranan Nurettin Paşa'nın bir 
kararsızlığa düşmesi üzerine, kararsızlıkla geçirilecek zaman olmadığını hatırlatarak gereken talimatı bizzat yazdırdığım zaman Nurettin Paşa bana 
demiştiki: "Paşam siz bizi yalnız ve serbest bırakmıyorsunuz!" Buna orada bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri, ciddî bir dille ve şu 
yolda cevap verdi : "Paşa, paşa dedi. Bu ordu bizim ve bütün memleketin göz bebeğidir. Onun sevk ve idaresini tesadüfe bırakamayız! "

Dumlupınar'dan Uşak'a giderken, yolda Nurettin Paşan' nın aldığı tedbirlerdeki yetersizliğin farkına varıp, Nurettin Paşa'nın tümenlerine 
bizzat emir vererek tedbir aldırmasaydım, Trikopis' in esir düşmesi mümkün olmayabilirdi. Uşak'ta beklenmedik kötü bir durumla karşılaşabilirdik. 
İzmir'e vardıktan ve hükûmet dairesine girdikten sonra, güneyden gelen top ve tüfek seslerini bizzat işitip, Nurettin Paşa'nın tedbirsizliğini ve 
gafletini anlayıp doğrudan doğruya kendim emir vererek tedbir aldırmasaydım, İzmir'e girmiş ve İzmir sokaklarında halkın arasına karışmış olan 
birliklerimizin, biz de içinde olduğumuz halde, paniğe kapıIarak darmadağın olması ihtimalden uzak değildi.

İşbilirlik ve ileri görüşlülük iddiasında bulunan Nurettin Paşa'nın, İzmir'de yabancı memurlarla yaptığı zapta geçmiş konuşmasını bizzat 
düzeltmeseydim, İzmir'e girmekten doğan genel sevincin sönmesine yol açacak durumlardan kaçınmak belki de mümkün olmayacaktı.

Efendiler, bu söylediklerim, ordunun bütün ileri gelenlerince bilinen gerçeklerdir. Bu gerçekleri yalnız bir kişinin farketmediği anlaşılıyor. 
O da N u r e t t i n P a ş a 'dır. Kuşatıcı, galip, fâtih, gazi ünvanlarıyla kendini hatırlatmak gibi çocukça bir sevdaya kapılan N u r e t t i n Paşa'nın, 
"Kûtülâmare kuşatıcısı Nurettin Paşa" diye bir kartını görmüştüm. Nurettin Paşa bu kartı, Taşköprü'de otururken, Kastamonu Valisi ve o bölgenin 
komutanı bulunan Muhittin Paşa'ya (şimdiki Kahire Büyükelçisi) göndermiş. Kartın boş yerlerine yazdığı yazılarda, karttaki ünvana işaret ederek, 
"bunu da benden kimse alamaz ya!" diye bir ibare vardı. Muhittin Paşa, bu kartı ve karttaki yazıyı, akıl ve ferasetle bağdaşır görememiş ve 
dikkate değer bulmuş olduğundan aynen bana göndermişti. Evet, onu ondan kimse geri alamaz. Fakat onu ona veren de yoktur. Her başarılı 
savaşa katılan kimsenin, hakkı olmadığı halde kendisini başarının tek kazanıcısı ve galibi ilân etmesi, örnek alınacak bir ahlâk kuralı değildir. 
Memleketin çocuklarına, böyle asılsız tarz ve tavırlar takınma alışkanlıkları veremeyiz. Gelecek nesillere, böyle havadan galip, fatih olunabileceği 
gibi sakat bir düşünceyi miras bırakamayız.

MİLLET VE TARİH ÜNVAN VERMEKTE O KADAR CÖMERT DEĞİLDİR

Hal tercümesi broşürünün kapağındaki "gazi" ünvanının kullanılmasına gelince, bu ünvanı, Nurettin Paşa'ya (A.S.) harfleri verebilir. 
Fakat, gerçek ve kanun bununla yalnız ve sadece alay eder. Gerçi savaşa "ya şehit ya da gazi olmak için" gidilir. Genel olarak, kahramanlık 
meydanında ölenlerin hepsine şehit derlerse de, sağ kalanların hepsine gazi ünvanı verilmez. Bu ünvanı ancak kanun verir. Medenî bir milletin 
yüksek çıkarları uğruna yapmaya mecbur olduğu harpler, Arap aşiretlerinin dolayısıyla biribirine karşı açtıkları gazve (203) değildir. Öyle bile olsa, 
bu savaştan sağ salim çıkanlara belki yalnız anaIarı babaları takdir için "benim gazi oğlum!" diyerek övünürler. Fakat millet ve tarih ünvan 
vermekte o kadar cömert değildir.

Hal tercümesinin son sayfasından da bir cümle alarak bu hikâyeye son verelim: Nurettin Paşa "Irak cephesinde iken yerli halk tarafından 
kendisine verilmiş bulunan, Peygamber Hazretlerinin Kerbelâ'da yatan torunu İmam Hüseyin Hazretleri 'nin mübarek kılıcını taşımakla şeref 
duymaktadır."

Efendiler, bu ne lâftır!

Kerbelâ, Peygamber'in torunu, imam, mübarek kılıç, şeref duymak gibi, cahil takımının hoşuna gidecek lâflarla milleti kandırma politikasını 
benimseyenler, artık insaf etsinler!.. Millet de dikkat ve uyanıklığını artırsın !. .

Efendiler, tek başlarına hareket ederek başarı elde edemeyecelclerini anlayan bazı kimseler de ikiyüzlü davranışlarla içimize girme yolunu 
bulabilmişlerdir. Bunların içyüzü İkinci Meclis toplanıp göreve başladıktan sonra görülecektir.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ikinci seçim dönemi, yeni Türkiye Devleti'nin tarihinde, mutlu bir geçiş devresine rastladı. Gerçekten de dört yıllık 
istiklâl mücadelemiz, milletimizin şanına lâyık bir barış ile sonuçlanmış bulunuyordu.

24 Temmuz 1923'te, Lozan'da imza edilen antlaşma, 24 Ağustos 1923'te Meclis'te onaylandı.


MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN SONRA TÜRKİYE'YE YAPILAN DÖRT BARIŞ TEKLİFİ ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA

Efendiler, Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra, düşman devletler tarafından Türkiye'ye dört defa barış şartları teklif edilmiştir. 
Bunların birincisi, Sévres taslağıdır. Bu taslak hiçbir görüşmenin ürünü olmayıp itilaf Devletleri tarafından Yunan Başvekili Mösyö Vezinones'un 
da katılmasıyla düzenlenmiş ve Vahdettinn 'in hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920'de imza edilmiştir.

Bu taslak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce tartışılmaya değer bile sayılmamıştır.

İkinci barış teklifleri, Birinci İnönü Muharebesi'nden sonra toplanan Londra Konferansı'nın sonunda 12 Mart 1921 tarihinde yapılmıştır. 
Bu teklifler Sévres Antlaşması'na bazı değişiklikler getiriyor ise de, üzerinde durulmamış olan meselelerde Sévres taslağındaki maddelerin 
olduğu gibi bırakıldığını kabul etmek gerekir.

Bu teklifler, bizce tartışılmaya yol açmadan İkinci İnönü Muharebesi'nin başlamasıyla sonuçsuz kalmıştır.

Üçüncü barış teklifleri, 22 Mart 1922'de, yani Sakarya zaferinden ve Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması'ndan sonra ve yakında yeni bir 
taarruzumuzun beklendiği sıralarda, Paris'te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları tarafından yapılmıştır. Bu tekliflerde, artık işe Sévres 
taslağını temel olarak ele alma usulünden vazgeçilmiş ise de, ana gayeleri ile milli gayemizi gerçekleştirmekten uzaktı. Dördüncü teklif Lozan 
Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlanan görüşmelerdir.

İtilaf Devletleri'nce Türkiye'ye kabul ettirilmesi düşünülen esaslar ile, Milli Mücadele sayesinde ulaşılan sonucu açıkça gözler önüne serebilmek 
için, bu dört türlü teklif arasında en önemli noktaları içine alacak şekilde kısa bir karşılaştırma yapmayı yararlı sayarım.


1. SINIRLAR 

a ) Trakya sınırı :

Sévres'de : Çatalca hattından biraz ileride bulunan Podima - Kalikratya hattı.

Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

Mart 1922 teklifinde : Tekirdağ bize, Babaeski Kırkkilise (204) ve Edirne Yunanlılara kalacak şekilde bir hat.

Lozan'da : Karaağaç'da bizde olmak üzere Meriç hattı.

b )İzmir bölgesi :

Sévres taslağında : Bu bölgenin sınırları Kuşadası, Ödemiş, Salihli, Akhisar ve Kemer iskelesine azçok yakın yerlerden geçmektedir.

Bu bölge, Türk hakimiyetinde kalacak, fakat Türkiye, bu hakimiyetini kullanma hakkını Yunanistan'a devredecek. Türk hakimiyetinin belirtisi oiarak,
İzmir şehrinin dış istihkamlarından birinde Türk bayrağı bulunacak. Bir bölge meclisi toplanacak ve beş yıl sonra bu meclis, bu bölgenin sürekli 
olarak Yunanistan'a katılmasına karar verebilecekti.

Mart 1921 teklifinde : İzmir şehri Türk hakimiyetinde kalacak, İzmir şehrinde bir Yunan kuvveti bulunacak ve İzmir bölgesinin geri kalan yerlerinde,
çeşitli unsurların nüfus oranlarına göre oluşturulacak bir jandarma birliği görev alacak ve buna İtilaf Devletleri'nin subayları komuta edecek.

Yönetim işlerinde de yine aynı nüfus oranı göz önünde bulundurulacak, bölgenin Milletler Cemiyeti'nce tayin edilecek bir Hristiyan valisi olacak, 
bunun yanında seçim yoluyla kurulmuş bir meclis ile bir danışma kurulu bulunacak. Valilikçe, Türkiye'ye gelir artışına göre ayarlanacak bir vergi 
konacak; bu anlaşma beş yıl süre ile geçerli olup iki taraftan birinin isteği üzerine Milletler Cemiyeti'nce değişikliğe uğratılabilecek.

Mart l922 teklifinde : Bütün Anadolu ve dolayısıyla İzmir de bize geri verilecek yolunda aldatıcı bir vaat. İzmir Rumları'nın yönetime adaletli bir 
şekilde katılmasını sağlamak için ve aynı hakkın Yunanistan'da kalacak Edirne Türklerine de verilmesi şartıyla bir usul tespiti konusunda İtilâf 
Devletleri, Türkiye ve Yunanistan ile anlaşacaklardır.

Lozan'da : Elbette bu gibi meseleler söz konusu bile edilmemiştir.

c) Suriye sınırı :

Sévres'de : Akdeniz kıyısında aşağı yukarı Karataş burnundan başlayarak Osmaniye, Bahçe, Gaziantep, Birecik, Urfa, Mardin ve Nusaybin'i 
epey güneyde ve Suriye topraklarında bırakan bir sınır.

Mart 1921'de : Aşağı yukarı şimdiki sınır olmak üzere Fransızlarla ayrıca bir anlaşma imzalanmıştır.

Lozan'da : 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması'ndaki sınır olduğu gibi bırakılmıştır.

d) Irak sınırı :

Sévres'de : İmadiye bizde kalmak şartıyla, Musul ilinin kuzey sınırı.

Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

Mart 1922 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

Lozan'da : çözümü daha sonraya bırakılmıştır.

e) Kafkas sınırı:

Sévres'de : Türk - Ermeni sınırının tayini Amerika Cumhurbaşkanı W i l s o n 'a bırakılmıştır. W i l s o n, sınır olarak Karadeniz kıyısında 
Giresun'un doğusundan başlayan, Erzincan'ın batı ve güneyinden, Elmalı, Bitlis ve Van Gölünün güneyinden geçen ve birçok noktada Birinci 
Dünya Savaşı'ndaki Türk - Rus Cephesini izleyen bir hattı göstermiştir.

Mart 1921 teklifinde : Milletler Cemiyeti bir Ermeni yurdu kurulması için doğu illerinden Ermenistan'a bırakılacak toprakların tespiti için bir 
komisyon kuracak, Türkiye bu komisyonun kararını kabul edecek.

Lozan'da : Bu konu ortadan kaldırılmıştır.

f ) Boğazlar bölgesi :

Sévres'de : Rumeli'nin Türkiye'de kalan bütün parçaları.

Anadolu'nun Adalar Denizi üzerinde aşağı yukarı İzmir bölgesinin sınırından başlayarak Manyas Gölünün güneyine, Bursa'nın ve İznik'in biraz 
kuzeyinden ve Sapanca Gölünün batı ucundan Ahabadr (205) deresinin göle döküşdüğü yere kadar uzanan bir hatla sınırlandırılmış bölge. 
Bu bölgelerde asker bulundurmak ve askerî harekatta bulunmak hakkı yalnız İtilaf Devletleri'ne aittir. Bu bölgedeki Türk jandarması da İtilaf 
Devletleri'nin komutası altında olacaktır.

İtilaf Devletleri, bu bölge içinde, askerî maksatlarla kullanılabilecek yol ve demiryolu yapımını yasaklayabileceği gibi, yapılmış olan yollardan bu 
gayeyle kullanılacak olanları da tahrip ettirebilecektir.

Mart l921 teklifinde : Çanakkale güneyinde Bozcaada (206) karşısınndan Karabiga'ya çekilen hattın kuzeyi ile Boğaziçi'nin her iki yakasında - 
25 kilometrelik bir bölge.

Çanakkale boğazına hakim olan her iki tarafındaki adalar .

İtilaf Devletleri yalnız Yunanistan'a kalacak olan Gelibolu ve bize kalacak olan Çanakkale'de asker bulunduracak böylece, İstanbul'u ve İzmit 
yarımadasını boşaItacak, Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurmasına ve Anadolu'dan Rumeli'ye ve Rumeli'den Anadolu'ya asker geçirmesine 
izin verecektir.

Mart 1922 teklifinde : Çanakkale'nin güneyinde Erdek yarımadası dışarda kalmak üzere Çanakkale sancağı. Boğaziçinin güneyinde o zaman 
tarafsız sayılan bölge, yani aşağı yukarı İzmit yarımadası askersiz bölge olacaktır.

Bizde İtilaf Devletleri'nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.

Lozan'da : Gelibolu yarımadası ile Kumbağı, Baklaburnu hattının güney - doğusu, Çanakkale bölgesinde kıyıdan yirmi kilometrelik bir yer ve 
Boğaziçi'nin iki yakasında kıyıdan on beş kilometrelik birer bölge ve Marmara da da İmralı dışındaki adalarla İmroz ve Bozcaada askerden arınmış 
bir duruma getirilecektir.

Hiç bir yerde İtilaf Devletleri'nin işgal kuvvetleri kalmayacaktır.

2. KÜRDİSTAN 

Sévres'de : Fırat'ın doğusunda ve Ermenistan, Irak ve Suriye arasında kalan bölge için İtilaf Dcvletleri temsilcilerinden kurulacak bir komisyon 
özerk bir yönetim şekli hazırlayacaktır.

Antlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra bu bölgenin Kürt halkı Milletler Cemiyeti Meclisi'ne başvurarak Kürtlerin çoğunluğunun Türkiye'den ayrı 
bağımsız bir devlet kurmak istediklerini ispat ederse ve MecIis de bunu kabul ederse, Türkiye bu bölgedeki her türlü haklarından vazgeçecektir.

Mart l92l teklifinde : İtilaf Devletleri,şimdiki durumu gözönünde bu konuda Sévres taslağında değişiklik yapılmasını dikkate alma eğilimindedir. 
Şu şartla ki, özerk yönetilen bölgelerle Kürt ve Asuri - Geldani çıkarlarının yeterince korunması için tarafımızdan kolaylıklar gösterilsin.

Mart l922 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

Lozan'da : Elbette söz konusu ettirilmemiştir.

3. İKTİSADİ NÜFUZ BÖLGELERİ 

Sévres AntIaşması'ndan sonra İtilaf Devletleri'nin aralarında imza ettikleri üçlü anlaşmaya (207) göre :

a)Fransız nüfuz bölgesi :

Suriye sınırıyla aşağı yukarı Adana ilinin batı ve kuzey sınırı, Kayseri ilie Sivas'ın kuzeyinden geçen Muş'u dışarıda bırakarak bu kasabaya 
yaklaştıktan sonra Cizre'ye giden bir hattın içinde kalan bölge.

b) İtalyan nüfuz bölgesi :

İzmit yarımadasından çıktıktan sonra Afyonkarasihar'a kadar Anadolu demiryolu hattı ve oradan Kayseri yakınlarında Erciyas dağı yöresine 
kadar giden hatla İzmir bölgesi, Adalar Denizi, Akdeniz ve Fransız bölgesi arasında kalan bölge.

Mart l92l'de : Bekir Sami Bey ile Fransız ve İtalyan Dışişleri Bakanları arasında imza olunup hükumetçe reddedilen anlaşmalara göre:

a) Fransız nüfuz bölgesi :

O sırada Fransız işgali altında bulunan yerlerle Sivas, Elazığ ve Diyarbakır illeri.

b) İtalyan nüfuz bölgesi:

Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancaklarıyla Afyonkarahisar, Kütahya, Aydın ve Konya sancaklarının daha sonra tayin edilecek kısımları.

Mart 1922 teklifinde: Söz konusu edilmemiştir.

Lozan'da : Söz konusu edilmemiştir.

4.İSTANBUL 

Sévres'de : AntlaŞma samimiyetle uygulanmadIĞI takdirde İstanbul da bizden alınacaktır.

Mart 1921 teklifinde : Bu tehdidin kalkacağı, Türkiye'nin İstanbul'da asker bulundurabileceği ve Boğaziçi'nin çevresindeki askerden arınmış 
bölgeden askerî kuvvet geçirilmesine izin verileceği belirtilmiştir.

Mart 1922 teklifinde : İstanbul'dan çıkarılacağımız tehdidinin kaldırılacağı ve İstanbul'da bulundurulabilecek Türk kuvvetinin arttırılacağı vaad edilmektedir.

Lozan'da : Söz konusu olmamıştır.

5. VATANDAŞLIK 

Sévres'de : Gerek Yunanistan da dahil olmak Üzere İtilaf Devletleri'nden gerek yeni kurulan devletlerden birinin (Ermenistan v.b.) vatandaşlığına  girmek isteyen Türk uyruklulardan hiç kimseye Türk Hükümeti'nce engel olunmayacak ve bunların yeni vatandaşlığı kabul edilecektir.

Mart 1921 teklifinde : Söz konusu edilmemiştir.

Mart 1922 teklifinde : Söz konusu edilmemiiştir.

Lozan Antlaşmasında : Söz konusu edilmemiştir.

Ancak, görüşmeler sırasında, İtilaf Devletleri, bir kimsenin vatandaşlığını tayin hususunda, Türkiye'deki yabancı elçilik ve konsoloslukların  verecekleri belgelerin yeterli sayılmasını istemişlerdi. Bu teklif, Sévres taslağının yukarıda söz konusu olan 128' inci maddesinin yeni bir şekliydi. 
Hiç şüphe yok ki tarafımızdan reddedilmiştir.

.