İLKE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İLKE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2019 Perşembe

ALTIOK

ALTIOK




Yazan 
Metin Aydoğan



5 Şubat 1937’de Anayasa maddesi yapılan Altıok, yaymaca amaçlı sıradan bir tanımlama değil; direniş içinde oluşan, yaşama bağlı ve geleceğe yön veren ilkeler bütünüdür. Geri kalmışlıktan kurtularak gelişmek isteyen bir ulusun, kalkınıp güçlenmek için izleyeceği yolu gösterir. Bu işin nasıl yapılacağını açıklar. İnsanı esas alır, bilime ve gerçeklere dayanır. Herşeyden önce, çok yönlü, ileri ve çağın gereklerine uygun belirlemeler; halka verilen söz ve yükümlenmelerdir. Toplumsal gelişimi temel amaç sayan, kendine güvenli ve devrimci bir yönetimin yapabileceği bir girişimdir. Türk ulusunun buluşudur ve evrensel bir boyutu vardır.

Yaşanan Gerçek,

Nutuk’un okunduğu Cumhuriyet Halk Fırkası İkinci Büyük Kongresi (1927), bir tüzük değişikliği yaparak; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Halkçılık olarak tanımlanan üç anlayışı, partinin temel ilkeleri durumuna getirdi. 1931 Kurultayı’nda bunlara; Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik eklendi ve bu altı ilke, 1937’de Anayasaya maddesi durumuna getirilerek, yalnızca partinin değil, devletin de temel ilkesi oldu.

Özgün ve Evrensel

Altıok, Türk Devrimi’nin yarattığı bir çağdaşlaşma izlencesi (programı) ve ezilen ulusların tümüne örnek oluşturan bir kalkınma yönetimidir. Temelinde, altı ilkenin tümüne tek tek ya da bütün olarak yön veren, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı vardır. Bu anlamıyla altıok, bir dünya görüşüdür.

İlkeler, birbirinden kopuk, biçimsel belirlemeler değil, birbirini tamamlayan ve birlikte değerlendirildiğinde anlamı olan saptamalardır. Birbirinden koparılarak ele alınırsa ya da bir kaçı yok sayılırsa, Türk Devrimi’ni temsil etmez, somut bir başarı sağlayamaz.

1923-1938 arasında gerçekleştirilen devrim atılımlarının tümü, Altıok içinde ifadesini bulur; hiçbir girişim dışarda kalmaz. Örneğin; Saltanat ve Hilafetin kaldırılması Cumhuriyetçilik’le; dil-tarih yenileşmesi Milliyetçilik’le; eğitimin birliği, tekke ve zaviyelerin kapatılması Laiklik’le; kamulaştırmalar ve ekonomik uygulamalar Devletçilik’le; tarım ve sağlık atılımları Halkçılık’la; hukuk ve yenilikçi girişimler Devrimcilik’le ilişkilidir. Bu ilişkiler, altı ilkenin bütünlüğü içinde, ayrıca birbirlerine bağlanmışlardır.

Cumhuriyetçilik

Türk Devrimi’nin cumhuriyet anlayışı, kimi ülkelerde olduğu gibi, kişi, zümre ya da soy egemenliğini örtmek için kullanılan, adıyla uyumsuz, biçimsel bir yönetim anlayışı değildir. Batı’da (ya da Doğu’da) görülen hiçbir cumhuriyet biçimine benzemez. Toplumu oluşturan tüm kesimleri kapsayan anlayışıyla, doğrudan ulusal egemenliği ve halkın gönencini amaç edinmiştir. Türk toplumuna özgü nitelikleriyle, eskiden gelen katılımcı anlayışın günün koşullarına göre uygulandığı, halka dayalı demokratik bir yönetim biçimidir. Toplumun ve devletin tüm gücü, yalnızca ulus ve halk için kullanılmıştır.

Yasama organı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi, azınlığı temsil eden, sınıf egemenliğine dayalı Batı parlamentolarından çok ayrımlıdır. Emperyalist işgale karşı, halkın temsilcileriyle ve bizzat halkın kendisi tarafından oluşturulmuştur. Aynı durum; yürütme, yargı ve yasama oluşumu için de geçerlidir. Bu kurumlarda görev yapan insanlar, egemen sınıf temsilcileri değil halkın içinden gelen kişilerdir.

TBMM yönetim anlayışını, Fransız cumhuriyetçiliğinden ya da İngiliz parlamentarizminden değil; Göktürk toylarındaki katılımcılıktan, Anadolu Ahi paylaşımcılığından ve İslamiyet’in danışma (meşveret) geleneklerinden almıştır. Kurtuluş Savaşı’nı yürüten mecliste, toplumun hiçbir kesimi temsil dışı kalmamış; köylüler, askerler, din adamları, tüccarlar, aşiret ve tarikat şeyhleri, esnaf temsilcileri, doktorlar, avukat ve gazeteciler, aynı çatı altında tek bir amaç çevresinde birleşmişti. Cumhuriyetçilik anlayışı böyle bir meclis içinde oluştu.

Ulusçuluk

Kurtuluş Savaşı’yla yükselen Türk ulusçuluğu, devrimlerle uygulamaya sokuldu ve kuramsal çerçevesi belirlenerek devlet siyasetine yerleştirildi. Kapsam ve nitelik olarak Batı ulusçuluğundan çok farklıydı. Kurtuluş Savaşı’yla başarılan şey, yönetim geleneklerini yitirerek çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine, Türk kimliğine geri dönerek, çağa uyan yeni bir devletin kurulmasıydı. Eskide olduğu gibi, ezene karşı ezilen, haksıza karşı haklı savunulacak ve ulusal varlık korunacaktı. Türk ulusçuluğu buydu.

Emperyalist devletler, dünyaya yayılıp ülkeleri kendilerine bağlarken, daha önce birbirleriyle ilişkisi olmayan bu ülkeleri, ister istemez ortak düşmana, yani kendisine karşı birleştirmiş olur. Onları, küresel işleyişin parçaları durumuna getirirken, aynı zamanda, ezilen ülke ulusçuluğuna sömürgeciliğe karşı evrensel bir boyut kazandırır. Ezilen ülke ulusçuları bilirler ki; ortak düşmana, yani emperyalizme karşı oluşan tepki, direnme duygularını geliştirerek onları birbirine yakınlaştıracaktır.

Emperyalizmi ilk kez yenilgiye uğratan Türk ulusçuluğunun, ezilen uluslarda büyük heyecan yaratması ve yüksek bir saygınlığa ulaşarak evrensel bir devinim yapmasının nedeni budur.

Emperyalizme karşı savaşım, ezilen ülke ulusçuluğunu, ırkçılığın dar kalıplarından çıkarır, onu özgürlüğü amaçlayan demokratik bir devinim durumuna getirir. Ezen ülke ulusçuluğuyla, ezilen ulus ulusçuluğu arasındaki ayrım; despotlukla demokrasi, saldırganlıkla savunma, tutsaklıkla özgürlük arasındaki ayrımdır. emperyalizme karşı çıkmayan kişi ya da siyasetler, demokrat ya da sosyalist olamaz. Ezilen ulus aydınları, herşeyden önce emperyalizme karşı çıkmak, bunun için de ulusçu olmak zorundadır. Ulusçuluk, ezilen ulusların emperyalizme karşı kullanabileceği tek silahtır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusçuluk anlayışı, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan Türklerin, gönenç ve mutluluğunu esas alır. Pantürkist (dünya Türklerinin birliği) görüşleriyle bir ilgisi yoktur. Ülke dışındaki Türkleri, iç siyasi uğraş alanı dışında tutar.

Atatürk, Ulusçuluğun evrensellik anlayışını, “dünyanın neresinde bir rahatsızlık varsa, bizden ne kadar uzak olursa olsun, bu rahatsızlıkla ilgilenmeliyiz. İnsanlığın tümünü bir vücut, her milleti bir uzuv saymak gerekir… İnsan kendi milletinin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını da düşünmeli, kendi ulusunun mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya uluslarının mutluluğuna da o kadar önem vermelidir”1 biçiminde açıklamıştır.

Halkçılık

Fransız Devrimi’nde yurttaş, Rus Devrimi’nde yoldaş olan kavram, Türk Devrimi’nde halk sözcüğüyle tanımlanmıştır. Sözcük anlamlarıyla sınırlı kalmayan bu tanım, devrimler arasındaki niteliksel başkalığın doğal sonucudur.

Fransız Devrimi’nde kentsoylular (burjuvalar), işçi ve köylüleri arkasına alarak beysoylular (aristokratlar) sınıfını; Rus Devrimi’nde ise, işçi sınıfı, köylüleri arkasına alarak kentsoylular ve beysoylular sınıfını yönetimden uzaklaştırmıştır.

Ayrı nitelikteki bu iki devrimin ortak özelliği, sınıf savaşımına dayanan iç çatışmanın, toplumsal savaşım durumuna gelmesidir. Fransız Devrimi’nin temel söylemi olan eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet gibi kavramlar, Fransız ulusunun tümünü değil kentsoylu sınıfını; Rus Devrimi’nde ise, toplumun tümünü değil, işçi sınıfını, belli oranda da köylülüğü kapsamıştır.

Türk Devrimi’ndeki halk anlayışı, Fransız ve Rus Devrimlerindeki yurtdaş ve yoldaş kavramından çok ayrımlıdır. Her şeyden önce, çatışma içe değil, dışa dönüktür. Sınıfsal değil, ulusaldır. Emperyalist saldırganlığa karşı savaşılmıştır. Bu özellik, halk tanımını sınıfsal ayırımlarla sınırlamaz, saldırganlarla işbirliği yapmayan herkesi kapsayacak biçimde genişletir. Halk tanımı, önemli oranda millet tanımıyla bütünleşir ya da en azından yakınlaşır.

Devrimler gerçekleştirilirken, yapılanların tümü halk içindir. Devrim araç, halk amaçtır. Mücadele anlayışı; bürokratik yetkileri, siyasi bağlaşmaları (ittifakları) ve uzlaşmaları değil, halkla bütünleşmeyi esas alır. Atatürk bunu halka yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirir; “Siz halksınız, devlet artık sizsiniz: Türkiye’de bireyler arasında sınıf çatışması yoktur, çünkü yoksul düşmüş milletin tümü halktır. Türkiye’de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Milli burjuvazi henüz sınıf durumuna gelememiş. Ticaretimiz çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Yabancılar bizi eziyor…2 Sosyoloji bakımından bizim hükümetimizi anlatmak gerekirse, buna halk hükümeti deriz. Biz yaşamını, istiklalini kurtarmak için çalışan emekçileriz, kurtulmak ve yaşamak için çalışmaya mecbur bir halkız”.3

Laiklik

Eski Türk geleneklerinde din, çıkar amaçlı kullanılmamış, siyaset dışında tutularak, inanç özgürlüğü kişisel bir sorun olarak bırakılmıştı. Hiçbir eski Türk devletinde; din, mezhep ya da ırk; devlet siyasetine yön vermemişti. Bu nedenle, laiklik ilkesini dünyada belki de en çok Türkler temsil ediyordu ya da temsil etmesi gerekiyordu. 1. Selim’den sonraki Osmanlı uygulamaları, eski Türk anlayışına büyük zarar vermişti.

İslamiyette, eşitlik ve adalet kavramı, yalnızca kişisel bir sorun değil, onu aşan ve devlet işleyişine yön veren bir düzen sorunuydu. Adalet sağlama ise, din adamlarına değil, hukuk bilginlerine (müçtehidlere) bırakılmıştı. Adaleti sağlamanın, inanç ve yorum değişikliğine bağlı olmayan ve varsıl yoksul herkesi kapsayan sağlam kuralları vardı. Bu nedenle, halka adalet götüren ve hukuka kaynak oluşturan İslami gelenekler, Prof.Cahit Tanyol’a göre, “laiklik kavramıyla büyük bir yakınlık içindeydi”. Osmanlı’nın devlet yönetimine soktuğu din anlayışı, İslami kurallarla tam olarak örtüşmüyordu.

Laiklik İlkesi, Kurtuluş Savaşı’yla başlayan, devrimlerle süren, birbiriyle ilişkili devrimci uygulamalar sürecinde oluşturuldu. Bağnazlığa ortam hazırlayan ve işbirlikçi nitelikleri nedeniyle halkla ve dinle ilişkileri kalmayan; Saltanat, Hilafet, medrese ve tarikatlara karşı savaşım içinde olgunlaştı. Saltanata karşı Cumhuriyet, Hilafete karşı Diyanet, medreseye karşı çağdaş okullar, tarikatlara karşı halk örgütlenmeleri kuruldu.

Atatürk, laikliğe temel oluşturan anlayışı için; “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi, ne bir din ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aracı olarak kullanılamaz”4 diyor; dini çıkarı için kullananlara duyduğu nefreti, “softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. Bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz” sözleriyle dile getiriyordu.5

Devletçilik

Devletçilik İlkesi, kimi kesimlerce yalnızca ekonomik kalkınma sorunu olarak ele alınır, bu çerçeve içinde değerlendirilir. Bu yaklaşım doğru, ancak özellikle Türk toplumu için eksiktir.

Türklerde devlet, ekonominin sınırlarını aşan ve topluma yön veren bambaşka bir etkiye, tarihsel bir saygıya sahiptir. Batı’da olduğu gibi, yönetimi ele geçiren egemen sınıfların topluma karşı kullandığı baskı aracı değil, toplumun tümünü temsil edip ulusu kucaklayan, koruyucu ve sosyal bir kamu gücüdür. Yalnızca Türklere özgü olan ve toplum yaşamını düzenleyen bu özellik, doğaldır ki, Cumhuriyet’in geliştirdiği Devletçilik İlkesine de yön ve biçim vermiştir.

Cumhuriyet Devleti, bu birikim ve anlayış üzerine kuruldu. Mustafa Kemal, Devletçilik İlkesine temel oluşturan kuramsal araştırmaları içinde, önem verdiği bu özelliğe sıkça değindi; devlet uygulamalarını bu özellikle uyumlu kıldı. “Cumhuriyet Hükümetinin, yurttaşların yaşamı, geleceği ve refahıyla her bakımdan ilgilenmesi doğaldır. Halkımız yaradılıştan (teb’an) devletçidir ki, her şeyi devletten istemeyi kendisinde bir hak olarak görür. Bu nedenle, milletimizin yapısıyla, devletçilik programı arasında, tam anlamıyla bir uyum vardır. Bu yönde yürüyeceğiz ve başarılı olacağız. Bundan kuşkumuz yoktur”.6

Devletin, ekonomik gelişmeye yön vermesi, kökleri eskiye giden yaygın ve genel bir uygulamadır. Batı’da, kapitalizmin gelişim döneminde etkili olan Merkantilizm, ekonomik ulusçuluğu ve devletçiliği temsil ediyordu. Fransa’da Kolbertizm, Almanya’da Kameralizm, İspanya’da Bulyonizm adını alan merkantilist işleyiş; devletçilik, korumacılık, sanayicilik ve ulusçuluk üzerine kurulmuştu.

Mustafa Kemal, Türkiye için geçerli olan devletçilik biçimi üzerine yoğun çalışma yaptı. Türk ve Batı toplumlarının tarihsel evrimini, ekonomik yönleriyle ele aldı, ortak yönlerini ya da ayrılıkları inceledi. Vardığı sonuçları, Türkiye’nin koşullarına ve gelişim isteğine uyumlu yöntemler durumuna getirdi. “Sosyal, ahlaki ve ulusaldır” diye tanımladığı Devletçilik İlkesi, bu bilinç ve çabanın ürünü olarak ortaya çıktı. 1922 yılında şunları söylüyordu; “ülkemizi düşman işgalinden kurtardıktan sonra, amacımız, kamu yararı taşıyan büyük işletmeleri devlet eliyle yönetmek, böylece büyük sermaye sınıfının gelecekte ülkeye hakim olmasını önlemektir”.7

Devrimcilik

Fransız yazar Paul Gentizon, Türk Devrimi’ni, Fransız İhtilali’nden ve Rus Devrimi’nden daha ileride bulur ve şu saptamayı yapar: “Sürekli devrim anlayışı, Türkiye’den başka hiçbir ülkede, bu denli radikal bir tutumla uygulanamamıştır. Fransız ihtilali, siyasi kurumlar arasında sınırlı kalmış, Rus İhtilali sosyal alanları sarsmıştır. Yalnızca Türk Devrimi, siyasi kurumları, sosyal ilişkileri, dinsel alışkanlıkları, aile ilişkilerini, ekonomik yaşamı ve toplumun moral değerlerini ele almış ve bunları devrimci yöntemlerle, köklü bir biçimde yenilemiştir. Her değişim, yeni bir değişime neden olmuş; her yenilik, bir başka yeniliğe kaynaklık etmiştir. Ve bunların tümü halkın yaşamında yer tutmuştur”.8

Türk Devrimi’ne halka ve gerçeğe dayanan olağanüstü bir devrimci ruh, sıradışı bir atılganlık egemendir. Devrimci tutumda gevşeme ya da düzeni durağanlaştırma eğilimi, Kemalist Devrim’de görülmez. Koşulları oluşan atılım ertelenmez, kesintiye uğratılmaz. Hiçbir güçlük; bağımsızlığı örselemeye, tutuculukla uzlaşmaya, bilimi savsaklamaya ya da devrimden ödün vermeye gerekçe yapılmaz. Sınıf, zümre ve küme ayrıcalığına izin verilmez. Anlayış olarak, yaşamdan kopuk sanal amaçlara değil, bilime ve gerçeklere dayanılır. Halka hizmete yönelen somut belirlemeler, tutarlı bir devrimci anlayışla, uygulanabilir izlencelere dönüştürülür.

Devrimci kararlılık ve irade gücü, Devrim’in her aşamasında geçerli olan temel yöntemdir. İç ve dış hiçbir karşıtlık, bu iradeyle başedememiştir. Devrim’in önderi, “Devrimin kanunu, tüm kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim düşüncelerimizi boğmadıkça, başlattığımız devrim ve yenilikler, bir an bile durmayacaktır” demiş, bu tutumu ölene dek sürdürmüştür.9

Türk Devrimi, etkisine ve köktenliğine karşın, ülke içinde şiddet uygulamamıştır. Fransız ve Rus Devrimlerinde, yüzbinlerce insan ölürken, Türk Devrimi’nde, çok az kan dökülmüştür. Devrim, her aşamasında meşruiyetçiliği esas almış, Kurtuluş Savaşı, katılımcı bir halk meclisiyle yürütülmüştür. Yasama, yürütme ve yargı gücü, bu mecliste bütünleştirilerek, devrimcilik adına kişisel egemenliğe izin verilmemiştir. Emperyalizme karşı savaşı, meclis kurarak yürüten bir başka örnek yoktur.

Atatürk, devrimi, “mevcut kurumları zorla değiştirmek” olarak tanımlar ve Türk Devrimi’ni; “uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş… Bunlardan sonra içerde ve dışarda saygı duyulan yeni bir vatan, yeni bir toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için sürekli devrimler… İşte Türk Devrimi’nin kısa ifadesi” biçiminde özetlemiştir.10

Devrimi başarmanın tek yolunun, halkı kazanmaktan geçtiğini bildiği için, halkın duygu ve düşüncelerine büyük önem veriyordu. Devrimcileri; her ne pahasına olursa olsun halkla bütünleşmeye, onu anlayıp bilinçlendirmeye çağırıyor; her şeyin halkın gönencini sağlamak için yapıldığını söylüyordu; “Gerçek devrimciler onlardır ki, gelişme ve yenileşme devrimine katmak istedikleri insanların, ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilimi kavramasını bilirler… Devrimin gerçek sahibi halktır. Milletin yetenek ve olgunluğu olmasaydı, devrimi yaratmaya hiçbir güç yeterli olamazdı… Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimimizin gerçek ilkesi budur”.11

DİPNOTLAR

1       ”Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.417
2       “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları” Ş.İ.Aralof, Birey Toplum Yay., 2.Baskı, Ank.-1985, sf.253
3       ”Atatürk Diyor ki” Varlık Yay., İst.-1957, sf.27
4       “Atatürk’ün Hususiyetleri” Kılıç Ali, 1955, sf.57 (111)
5       “Atatürk’ün Hususiyetleri” Kılıç Ali, 1955, sf.57 (111)
6       “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, II.Cilt, sf.262; ak. Hüseyin Cevizoğlu, “Atatürkçülük” Ufuk Ajans Yay., sf.48
7       “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 12.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.210
8       “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.B., sf.164
9       “Atatürkçülük” Hüseyin Cevizoğlu, Ufuk Ajans Yay., sf.63
10     “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, I.C, 1945, Türk.İnk.Tar.Ens.Yay., sf.365
11     “Düşünceleriyle Atatürk” Arı İnan, TTK, 2.Baskı, Ank.-1991, sf.87

http://kuramsalaktarim.com/altiok-5/

***

HALK FIRKASININ ÖN ADIMI DOKUZ UMDE İLKE

HALK FIRKASININ ÖN ADIMI DOKUZ UMDE İLKE

Yazan Metin Aydoğan


… Yurt gezilerinde saptadığı halk eğilimlerinden, aydın ve uzman görüşlerinden ve İzmir İktisat Kongresi kararlarından yararlanarak; kurulacak partinin programı için bir ön taslak oluşturan bir bildiri hazırladı. Bu bildiriye, Dokuz İlke (Umde) adını verdi… Dokuz İlke’nin giriş bölümünde, ‘ülkeyi ve ulusu parçalayarak yıkılma felaketinden kurtaran’ Büyük Millet Meclisi’nin, ‘ulusal egemenlik esasına dayanan bir halk devleti ve hükümeti’ kurduğu, şimdiki görevinin ise, ‘ekonomik gelişmeyi sağlayacak kurumlaşmanın tamamlanması’ ve ‘milletin gönence kavuşturulması’ olduğu söyleniyordu. Bunu başarmak için ‘ulusal egemenlik temelinde bir siyasi örgüte erişmek’ gerektiği açıklanıyordu… Dokuz ayrı madde halinde saptanan ilkeler, özet olarak şöyleydi: “Egemenlik, kayıtsız koşulsuz ulusundur ve halkın kendi kendini yönetmesi esastır… Saltanatın kaldırılması ve ulusal egemenliğin Meclis’in yetkisinde olduğunu kabul eden kararlar, hiçbir biçimde değiştirilemez… 
Ülkede huzur ve güven sağlanıp korunacak yasalar, ulusal gereksinime ve hukuka uygun olarak yeniden ele alınacaktır… 
Aşar vergi yöntemi düzeltilecek, tarım desteklenecek, çiftçi ve sanayicilere kredi sağlanacak, demiryolları geliştirilecektir… 
Eğitim, yeni yöntemlerle yaygınlaştırılacak, ulusal gereksinimlere göre yeniden yapılandırılacaktır… Ulusal üretim ve sanayi, dışa karşı korunacaktır. Sağlık ve sosyal yardım kuruluşları geliştirilecek, işçi ve subayların gönenç düzeyi yükseltilecek; gazi, dul ve yetimlerin yoksulluk çekmesi önlenecektir… Ekonomi, siyaset, maliye ve yönetimde, bağımsızlığı zedeleyecek bir barış antlaşması, kesinlikle kabul edilmeyecektir”…

Kaynak: METİN AYDOĞAN; “Atatürk ve Türk Devrimi”

http://kuramsalaktarim.com/halk-firkasinin-on-adimi-dokuz-umde-ilke/

***

6 Şubat 2017 Pazartesi

İLKE.., Atatürk ve Cumhuriyet


İLKE.., Atatürk ve Cumhuriyet 



YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN 
(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından) 


    Büyük Başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına son verilmiştir. 

 Uygarlığın çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış , Batının sömürgesi işlemi uyulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dış güçlerin işgaline uğramış , işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağı rlığı yla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı , kendisine güvenen halkının başı na geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve kuvay-ı milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm-kalım girişimini başlatmıştı.
Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca 9. Ordu Müfet-tişliğine (sonra 3. Ordu oldu) atanmasını sağlamış , 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağı msızlığı nı yine bu ulusun istenci ve direnci kurtacaktır.” açıklığı nı taşı yan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağı nı açmış tır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışı yla ilk evresini tamamlamıştır. 

Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.

Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur.

Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci-diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. 

Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde Mazhar Müfit Kansu’nun “Mücadele başarıya ulaşı rsa yönetim biçimi ne olacaktır?” sorusuna hiç duraksamadan verdiği “Hiç kuşkusuz cumhuriyet!” yanıtıdır. 30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün önerisiyle “Başkomutan Meydan Savaşı ”adı verilmişti. 

Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.

1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. 
Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş” görüşüyle padişah yandaşlığı nın değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışı lan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “ Hükûmet Biçimi ” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle, destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağımsızlığı , özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı ’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşkilâtı Esasiye Kanunu)’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. maddelerine göre cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmış tır. 

Bu durum, Yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR?

Cumhuriyet, yönetenlerin yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışı na ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 

4 Aralık 1923’de “Biz bu cumhuriyeti kanla kurduk” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibi tüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul-kölelikten yurttaşlığ a yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşlarından kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. 

Anlayış tan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmış tır.
20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde 
kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığı yla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.
Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşı makla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir.
Birçok devlet cumhuriyet adını taşı makta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamış tır. 

Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşı tlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir.

10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağı r kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamış tır. 84. yıl dönümünü kutladığımız günümüzde “100. yılını kutlayabilecek miyiz?” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığı mız, anlatamadığı mız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlış lık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı , duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük 
insanlık suçu terörle ulusal dayanış ma sarsılmış , ge-reksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.

Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın 2. Maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.” dediği yapı, cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğıt üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.

Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetirsek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlışılır.

Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden 
bağımsızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan lâiklik asla din karşıtlığı değildir. 

Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. Bağı msızlığı n, demokrasinin, çağdaşlığı n kaynağı ; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı ; eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığı n, bilimselliğin, barışı n, uygarlığı n en elverişli iklimidir.

Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığı mız güzellikler ve günler, kökten dinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. Lâik Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağışlanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.
Gereksiz tartışmalarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti Özendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.
Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığ dıran, yollar, demiryolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.

Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.
Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır. Hiçbir yurttaşı n dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır.


Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşı lığı nda yerine getirebildikleri, üç tür okul, beş tür mahkeme ve onbeş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.
3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.

Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “
...Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter. Cumhuriyet bizim her şeyimizdir. 

Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.

Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı , Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. 
Niteliklerine asla dokunulamaz.

Oy, Seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli 
kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağı mızı düşündürmeli ve görevlerimizi da-ha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.

Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. 

Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.

Ne var ki lâik cumhuriyet karşı tları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversitelerde ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.

Dinle bir tutulan sıkmabaş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağında 
olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni 
sonsuza değin bağı msız yaşatmak yurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir.

YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN 
(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından) 




27 Mart 2015 Cuma

Atatürk ve Cumhuriyet - İLKE








YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından)


Büyük başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden
olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına
son verilmiştir. Uygarlığın çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış, Batının sömürgesi işlemi uyulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dışgüçlerin işgaline uğramış, işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı, kendisine güvenen halkının başına geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve kuvay-ı milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm-kalım girişimini başlatmıştı.

Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca  9. Ordu Müfettişliğine (Sonra 3. Ordu oldu) atanmasını sağlamış, 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağımsızlığını yine bu ulusun istenci ve direnci kurtacaktır.” açıklığını taşıyan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağını açmıştır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışıyla ilk evresini tamamlamıştır. Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.

Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur. Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan
kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci-diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde  Mazhar Müfit Kansu’nun “Mücadele başarıya ulaşırsa yönetim biçimi ne olacaktır?” sorusuna hiç duraksamadan verdiği “Hiç kuşkusuz cumhuriyet!” yanıtıdır. 30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün
önerisiyle “Başkomutan Meydan Savaşı”adı verilmişti. Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.

1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş” görüşüyle padişah yandaşlığının değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışılan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “hükûmet biçimi” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle,
destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşkilâtı Esasiye Kanunu)’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. maddelerine göre cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmıştır. Bu durum, yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR?

Cumhuriyet, yönetenlerin yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışına ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 4 Aralık 1923’de “Biz bu cumhuriyeti kanla kurduk” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibitüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul kölelikten yurttaşlığa yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşların dan kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. Anlayıştan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmıştır. 20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığıyla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.

Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşımakla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir. Birçok devlet cumhuriyet adını taşımakta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamıştır. Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşıtlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir. 10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağır kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamıştır. 84. yıldönümünü kutladığımız günümüzde “100. yılını kutlayabilecek miyiz?” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığımız, anlatamadığımız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlışlık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı, duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük insanlık suçu terörle ulusal dayanışma sarsılmış, gereksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.
Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın 
2. maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.”  dediği yapı,
cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğıt üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.

Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetirsek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlışılır. Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden bağımsızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan lâiklik asla din karşıtlığı
değildir. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. Bağımsızlığın, demokrasinin, çağdaşlığın kaynağı; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı; eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığın, bilimselliğin, barışın, uygarlığın en elverişli iklimidir. Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığımız güzellikler ve günler, köktendinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. Lâik Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağışlanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.
Gereksiz tartışmalarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti gönendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.

Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığdıran, yollar, demiryolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.
Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.
Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır.

Hiçbir yurttaşın dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin
her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır. 
Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşılığında yerine getirebildikleri, üç tür okul, beş tür mahkeme ve onbeş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.
3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri
ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.
Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “...Türkiye Cumhuriyeti nin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter.
Cumhuriyet bizim herşeyimizdir. Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.

Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. Niteliklerine asla dokunulamaz. Oy, seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. 
Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağımızı düşündürmeli ve görevlerimizi daha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.
Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.
Ne var ki lâik cumhuriyet karşıtları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversiteler de ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.
Dinle bir tutulan sıkmabaş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağında olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin bağımsız yaşatmakyurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir. 

http://www.mayadergisi.com/wp-content/themes/NewsDaily/arsiv-files/246yektagungorozden.pdf

.