Güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2019 Perşembe

ALTIOK

ALTIOK




Yazan 
Metin Aydoğan



5 Şubat 1937’de Anayasa maddesi yapılan Altıok, yaymaca amaçlı sıradan bir tanımlama değil; direniş içinde oluşan, yaşama bağlı ve geleceğe yön veren ilkeler bütünüdür. Geri kalmışlıktan kurtularak gelişmek isteyen bir ulusun, kalkınıp güçlenmek için izleyeceği yolu gösterir. Bu işin nasıl yapılacağını açıklar. İnsanı esas alır, bilime ve gerçeklere dayanır. Herşeyden önce, çok yönlü, ileri ve çağın gereklerine uygun belirlemeler; halka verilen söz ve yükümlenmelerdir. Toplumsal gelişimi temel amaç sayan, kendine güvenli ve devrimci bir yönetimin yapabileceği bir girişimdir. Türk ulusunun buluşudur ve evrensel bir boyutu vardır.

Yaşanan Gerçek,

Nutuk’un okunduğu Cumhuriyet Halk Fırkası İkinci Büyük Kongresi (1927), bir tüzük değişikliği yaparak; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Halkçılık olarak tanımlanan üç anlayışı, partinin temel ilkeleri durumuna getirdi. 1931 Kurultayı’nda bunlara; Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik eklendi ve bu altı ilke, 1937’de Anayasaya maddesi durumuna getirilerek, yalnızca partinin değil, devletin de temel ilkesi oldu.

Özgün ve Evrensel

Altıok, Türk Devrimi’nin yarattığı bir çağdaşlaşma izlencesi (programı) ve ezilen ulusların tümüne örnek oluşturan bir kalkınma yönetimidir. Temelinde, altı ilkenin tümüne tek tek ya da bütün olarak yön veren, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı vardır. Bu anlamıyla altıok, bir dünya görüşüdür.

İlkeler, birbirinden kopuk, biçimsel belirlemeler değil, birbirini tamamlayan ve birlikte değerlendirildiğinde anlamı olan saptamalardır. Birbirinden koparılarak ele alınırsa ya da bir kaçı yok sayılırsa, Türk Devrimi’ni temsil etmez, somut bir başarı sağlayamaz.

1923-1938 arasında gerçekleştirilen devrim atılımlarının tümü, Altıok içinde ifadesini bulur; hiçbir girişim dışarda kalmaz. Örneğin; Saltanat ve Hilafetin kaldırılması Cumhuriyetçilik’le; dil-tarih yenileşmesi Milliyetçilik’le; eğitimin birliği, tekke ve zaviyelerin kapatılması Laiklik’le; kamulaştırmalar ve ekonomik uygulamalar Devletçilik’le; tarım ve sağlık atılımları Halkçılık’la; hukuk ve yenilikçi girişimler Devrimcilik’le ilişkilidir. Bu ilişkiler, altı ilkenin bütünlüğü içinde, ayrıca birbirlerine bağlanmışlardır.

Cumhuriyetçilik

Türk Devrimi’nin cumhuriyet anlayışı, kimi ülkelerde olduğu gibi, kişi, zümre ya da soy egemenliğini örtmek için kullanılan, adıyla uyumsuz, biçimsel bir yönetim anlayışı değildir. Batı’da (ya da Doğu’da) görülen hiçbir cumhuriyet biçimine benzemez. Toplumu oluşturan tüm kesimleri kapsayan anlayışıyla, doğrudan ulusal egemenliği ve halkın gönencini amaç edinmiştir. Türk toplumuna özgü nitelikleriyle, eskiden gelen katılımcı anlayışın günün koşullarına göre uygulandığı, halka dayalı demokratik bir yönetim biçimidir. Toplumun ve devletin tüm gücü, yalnızca ulus ve halk için kullanılmıştır.

Yasama organı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi, azınlığı temsil eden, sınıf egemenliğine dayalı Batı parlamentolarından çok ayrımlıdır. Emperyalist işgale karşı, halkın temsilcileriyle ve bizzat halkın kendisi tarafından oluşturulmuştur. Aynı durum; yürütme, yargı ve yasama oluşumu için de geçerlidir. Bu kurumlarda görev yapan insanlar, egemen sınıf temsilcileri değil halkın içinden gelen kişilerdir.

TBMM yönetim anlayışını, Fransız cumhuriyetçiliğinden ya da İngiliz parlamentarizminden değil; Göktürk toylarındaki katılımcılıktan, Anadolu Ahi paylaşımcılığından ve İslamiyet’in danışma (meşveret) geleneklerinden almıştır. Kurtuluş Savaşı’nı yürüten mecliste, toplumun hiçbir kesimi temsil dışı kalmamış; köylüler, askerler, din adamları, tüccarlar, aşiret ve tarikat şeyhleri, esnaf temsilcileri, doktorlar, avukat ve gazeteciler, aynı çatı altında tek bir amaç çevresinde birleşmişti. Cumhuriyetçilik anlayışı böyle bir meclis içinde oluştu.

Ulusçuluk

Kurtuluş Savaşı’yla yükselen Türk ulusçuluğu, devrimlerle uygulamaya sokuldu ve kuramsal çerçevesi belirlenerek devlet siyasetine yerleştirildi. Kapsam ve nitelik olarak Batı ulusçuluğundan çok farklıydı. Kurtuluş Savaşı’yla başarılan şey, yönetim geleneklerini yitirerek çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine, Türk kimliğine geri dönerek, çağa uyan yeni bir devletin kurulmasıydı. Eskide olduğu gibi, ezene karşı ezilen, haksıza karşı haklı savunulacak ve ulusal varlık korunacaktı. Türk ulusçuluğu buydu.

Emperyalist devletler, dünyaya yayılıp ülkeleri kendilerine bağlarken, daha önce birbirleriyle ilişkisi olmayan bu ülkeleri, ister istemez ortak düşmana, yani kendisine karşı birleştirmiş olur. Onları, küresel işleyişin parçaları durumuna getirirken, aynı zamanda, ezilen ülke ulusçuluğuna sömürgeciliğe karşı evrensel bir boyut kazandırır. Ezilen ülke ulusçuları bilirler ki; ortak düşmana, yani emperyalizme karşı oluşan tepki, direnme duygularını geliştirerek onları birbirine yakınlaştıracaktır.

Emperyalizmi ilk kez yenilgiye uğratan Türk ulusçuluğunun, ezilen uluslarda büyük heyecan yaratması ve yüksek bir saygınlığa ulaşarak evrensel bir devinim yapmasının nedeni budur.

Emperyalizme karşı savaşım, ezilen ülke ulusçuluğunu, ırkçılığın dar kalıplarından çıkarır, onu özgürlüğü amaçlayan demokratik bir devinim durumuna getirir. Ezen ülke ulusçuluğuyla, ezilen ulus ulusçuluğu arasındaki ayrım; despotlukla demokrasi, saldırganlıkla savunma, tutsaklıkla özgürlük arasındaki ayrımdır. emperyalizme karşı çıkmayan kişi ya da siyasetler, demokrat ya da sosyalist olamaz. Ezilen ulus aydınları, herşeyden önce emperyalizme karşı çıkmak, bunun için de ulusçu olmak zorundadır. Ulusçuluk, ezilen ulusların emperyalizme karşı kullanabileceği tek silahtır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusçuluk anlayışı, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan Türklerin, gönenç ve mutluluğunu esas alır. Pantürkist (dünya Türklerinin birliği) görüşleriyle bir ilgisi yoktur. Ülke dışındaki Türkleri, iç siyasi uğraş alanı dışında tutar.

Atatürk, Ulusçuluğun evrensellik anlayışını, “dünyanın neresinde bir rahatsızlık varsa, bizden ne kadar uzak olursa olsun, bu rahatsızlıkla ilgilenmeliyiz. İnsanlığın tümünü bir vücut, her milleti bir uzuv saymak gerekir… İnsan kendi milletinin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını da düşünmeli, kendi ulusunun mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya uluslarının mutluluğuna da o kadar önem vermelidir”1 biçiminde açıklamıştır.

Halkçılık

Fransız Devrimi’nde yurttaş, Rus Devrimi’nde yoldaş olan kavram, Türk Devrimi’nde halk sözcüğüyle tanımlanmıştır. Sözcük anlamlarıyla sınırlı kalmayan bu tanım, devrimler arasındaki niteliksel başkalığın doğal sonucudur.

Fransız Devrimi’nde kentsoylular (burjuvalar), işçi ve köylüleri arkasına alarak beysoylular (aristokratlar) sınıfını; Rus Devrimi’nde ise, işçi sınıfı, köylüleri arkasına alarak kentsoylular ve beysoylular sınıfını yönetimden uzaklaştırmıştır.

Ayrı nitelikteki bu iki devrimin ortak özelliği, sınıf savaşımına dayanan iç çatışmanın, toplumsal savaşım durumuna gelmesidir. Fransız Devrimi’nin temel söylemi olan eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet gibi kavramlar, Fransız ulusunun tümünü değil kentsoylu sınıfını; Rus Devrimi’nde ise, toplumun tümünü değil, işçi sınıfını, belli oranda da köylülüğü kapsamıştır.

Türk Devrimi’ndeki halk anlayışı, Fransız ve Rus Devrimlerindeki yurtdaş ve yoldaş kavramından çok ayrımlıdır. Her şeyden önce, çatışma içe değil, dışa dönüktür. Sınıfsal değil, ulusaldır. Emperyalist saldırganlığa karşı savaşılmıştır. Bu özellik, halk tanımını sınıfsal ayırımlarla sınırlamaz, saldırganlarla işbirliği yapmayan herkesi kapsayacak biçimde genişletir. Halk tanımı, önemli oranda millet tanımıyla bütünleşir ya da en azından yakınlaşır.

Devrimler gerçekleştirilirken, yapılanların tümü halk içindir. Devrim araç, halk amaçtır. Mücadele anlayışı; bürokratik yetkileri, siyasi bağlaşmaları (ittifakları) ve uzlaşmaları değil, halkla bütünleşmeyi esas alır. Atatürk bunu halka yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirir; “Siz halksınız, devlet artık sizsiniz: Türkiye’de bireyler arasında sınıf çatışması yoktur, çünkü yoksul düşmüş milletin tümü halktır. Türkiye’de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Milli burjuvazi henüz sınıf durumuna gelememiş. Ticaretimiz çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Yabancılar bizi eziyor…2 Sosyoloji bakımından bizim hükümetimizi anlatmak gerekirse, buna halk hükümeti deriz. Biz yaşamını, istiklalini kurtarmak için çalışan emekçileriz, kurtulmak ve yaşamak için çalışmaya mecbur bir halkız”.3

Laiklik

Eski Türk geleneklerinde din, çıkar amaçlı kullanılmamış, siyaset dışında tutularak, inanç özgürlüğü kişisel bir sorun olarak bırakılmıştı. Hiçbir eski Türk devletinde; din, mezhep ya da ırk; devlet siyasetine yön vermemişti. Bu nedenle, laiklik ilkesini dünyada belki de en çok Türkler temsil ediyordu ya da temsil etmesi gerekiyordu. 1. Selim’den sonraki Osmanlı uygulamaları, eski Türk anlayışına büyük zarar vermişti.

İslamiyette, eşitlik ve adalet kavramı, yalnızca kişisel bir sorun değil, onu aşan ve devlet işleyişine yön veren bir düzen sorunuydu. Adalet sağlama ise, din adamlarına değil, hukuk bilginlerine (müçtehidlere) bırakılmıştı. Adaleti sağlamanın, inanç ve yorum değişikliğine bağlı olmayan ve varsıl yoksul herkesi kapsayan sağlam kuralları vardı. Bu nedenle, halka adalet götüren ve hukuka kaynak oluşturan İslami gelenekler, Prof.Cahit Tanyol’a göre, “laiklik kavramıyla büyük bir yakınlık içindeydi”. Osmanlı’nın devlet yönetimine soktuğu din anlayışı, İslami kurallarla tam olarak örtüşmüyordu.

Laiklik İlkesi, Kurtuluş Savaşı’yla başlayan, devrimlerle süren, birbiriyle ilişkili devrimci uygulamalar sürecinde oluşturuldu. Bağnazlığa ortam hazırlayan ve işbirlikçi nitelikleri nedeniyle halkla ve dinle ilişkileri kalmayan; Saltanat, Hilafet, medrese ve tarikatlara karşı savaşım içinde olgunlaştı. Saltanata karşı Cumhuriyet, Hilafete karşı Diyanet, medreseye karşı çağdaş okullar, tarikatlara karşı halk örgütlenmeleri kuruldu.

Atatürk, laikliğe temel oluşturan anlayışı için; “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi, ne bir din ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aracı olarak kullanılamaz”4 diyor; dini çıkarı için kullananlara duyduğu nefreti, “softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. Bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz” sözleriyle dile getiriyordu.5

Devletçilik

Devletçilik İlkesi, kimi kesimlerce yalnızca ekonomik kalkınma sorunu olarak ele alınır, bu çerçeve içinde değerlendirilir. Bu yaklaşım doğru, ancak özellikle Türk toplumu için eksiktir.

Türklerde devlet, ekonominin sınırlarını aşan ve topluma yön veren bambaşka bir etkiye, tarihsel bir saygıya sahiptir. Batı’da olduğu gibi, yönetimi ele geçiren egemen sınıfların topluma karşı kullandığı baskı aracı değil, toplumun tümünü temsil edip ulusu kucaklayan, koruyucu ve sosyal bir kamu gücüdür. Yalnızca Türklere özgü olan ve toplum yaşamını düzenleyen bu özellik, doğaldır ki, Cumhuriyet’in geliştirdiği Devletçilik İlkesine de yön ve biçim vermiştir.

Cumhuriyet Devleti, bu birikim ve anlayış üzerine kuruldu. Mustafa Kemal, Devletçilik İlkesine temel oluşturan kuramsal araştırmaları içinde, önem verdiği bu özelliğe sıkça değindi; devlet uygulamalarını bu özellikle uyumlu kıldı. “Cumhuriyet Hükümetinin, yurttaşların yaşamı, geleceği ve refahıyla her bakımdan ilgilenmesi doğaldır. Halkımız yaradılıştan (teb’an) devletçidir ki, her şeyi devletten istemeyi kendisinde bir hak olarak görür. Bu nedenle, milletimizin yapısıyla, devletçilik programı arasında, tam anlamıyla bir uyum vardır. Bu yönde yürüyeceğiz ve başarılı olacağız. Bundan kuşkumuz yoktur”.6

Devletin, ekonomik gelişmeye yön vermesi, kökleri eskiye giden yaygın ve genel bir uygulamadır. Batı’da, kapitalizmin gelişim döneminde etkili olan Merkantilizm, ekonomik ulusçuluğu ve devletçiliği temsil ediyordu. Fransa’da Kolbertizm, Almanya’da Kameralizm, İspanya’da Bulyonizm adını alan merkantilist işleyiş; devletçilik, korumacılık, sanayicilik ve ulusçuluk üzerine kurulmuştu.

Mustafa Kemal, Türkiye için geçerli olan devletçilik biçimi üzerine yoğun çalışma yaptı. Türk ve Batı toplumlarının tarihsel evrimini, ekonomik yönleriyle ele aldı, ortak yönlerini ya da ayrılıkları inceledi. Vardığı sonuçları, Türkiye’nin koşullarına ve gelişim isteğine uyumlu yöntemler durumuna getirdi. “Sosyal, ahlaki ve ulusaldır” diye tanımladığı Devletçilik İlkesi, bu bilinç ve çabanın ürünü olarak ortaya çıktı. 1922 yılında şunları söylüyordu; “ülkemizi düşman işgalinden kurtardıktan sonra, amacımız, kamu yararı taşıyan büyük işletmeleri devlet eliyle yönetmek, böylece büyük sermaye sınıfının gelecekte ülkeye hakim olmasını önlemektir”.7

Devrimcilik

Fransız yazar Paul Gentizon, Türk Devrimi’ni, Fransız İhtilali’nden ve Rus Devrimi’nden daha ileride bulur ve şu saptamayı yapar: “Sürekli devrim anlayışı, Türkiye’den başka hiçbir ülkede, bu denli radikal bir tutumla uygulanamamıştır. Fransız ihtilali, siyasi kurumlar arasında sınırlı kalmış, Rus İhtilali sosyal alanları sarsmıştır. Yalnızca Türk Devrimi, siyasi kurumları, sosyal ilişkileri, dinsel alışkanlıkları, aile ilişkilerini, ekonomik yaşamı ve toplumun moral değerlerini ele almış ve bunları devrimci yöntemlerle, köklü bir biçimde yenilemiştir. Her değişim, yeni bir değişime neden olmuş; her yenilik, bir başka yeniliğe kaynaklık etmiştir. Ve bunların tümü halkın yaşamında yer tutmuştur”.8

Türk Devrimi’ne halka ve gerçeğe dayanan olağanüstü bir devrimci ruh, sıradışı bir atılganlık egemendir. Devrimci tutumda gevşeme ya da düzeni durağanlaştırma eğilimi, Kemalist Devrim’de görülmez. Koşulları oluşan atılım ertelenmez, kesintiye uğratılmaz. Hiçbir güçlük; bağımsızlığı örselemeye, tutuculukla uzlaşmaya, bilimi savsaklamaya ya da devrimden ödün vermeye gerekçe yapılmaz. Sınıf, zümre ve küme ayrıcalığına izin verilmez. Anlayış olarak, yaşamdan kopuk sanal amaçlara değil, bilime ve gerçeklere dayanılır. Halka hizmete yönelen somut belirlemeler, tutarlı bir devrimci anlayışla, uygulanabilir izlencelere dönüştürülür.

Devrimci kararlılık ve irade gücü, Devrim’in her aşamasında geçerli olan temel yöntemdir. İç ve dış hiçbir karşıtlık, bu iradeyle başedememiştir. Devrim’in önderi, “Devrimin kanunu, tüm kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim düşüncelerimizi boğmadıkça, başlattığımız devrim ve yenilikler, bir an bile durmayacaktır” demiş, bu tutumu ölene dek sürdürmüştür.9

Türk Devrimi, etkisine ve köktenliğine karşın, ülke içinde şiddet uygulamamıştır. Fransız ve Rus Devrimlerinde, yüzbinlerce insan ölürken, Türk Devrimi’nde, çok az kan dökülmüştür. Devrim, her aşamasında meşruiyetçiliği esas almış, Kurtuluş Savaşı, katılımcı bir halk meclisiyle yürütülmüştür. Yasama, yürütme ve yargı gücü, bu mecliste bütünleştirilerek, devrimcilik adına kişisel egemenliğe izin verilmemiştir. Emperyalizme karşı savaşı, meclis kurarak yürüten bir başka örnek yoktur.

Atatürk, devrimi, “mevcut kurumları zorla değiştirmek” olarak tanımlar ve Türk Devrimi’ni; “uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş… Bunlardan sonra içerde ve dışarda saygı duyulan yeni bir vatan, yeni bir toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için sürekli devrimler… İşte Türk Devrimi’nin kısa ifadesi” biçiminde özetlemiştir.10

Devrimi başarmanın tek yolunun, halkı kazanmaktan geçtiğini bildiği için, halkın duygu ve düşüncelerine büyük önem veriyordu. Devrimcileri; her ne pahasına olursa olsun halkla bütünleşmeye, onu anlayıp bilinçlendirmeye çağırıyor; her şeyin halkın gönencini sağlamak için yapıldığını söylüyordu; “Gerçek devrimciler onlardır ki, gelişme ve yenileşme devrimine katmak istedikleri insanların, ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilimi kavramasını bilirler… Devrimin gerçek sahibi halktır. Milletin yetenek ve olgunluğu olmasaydı, devrimi yaratmaya hiçbir güç yeterli olamazdı… Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimimizin gerçek ilkesi budur”.11

DİPNOTLAR

1       ”Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.417
2       “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları” Ş.İ.Aralof, Birey Toplum Yay., 2.Baskı, Ank.-1985, sf.253
3       ”Atatürk Diyor ki” Varlık Yay., İst.-1957, sf.27
4       “Atatürk’ün Hususiyetleri” Kılıç Ali, 1955, sf.57 (111)
5       “Atatürk’ün Hususiyetleri” Kılıç Ali, 1955, sf.57 (111)
6       “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, II.Cilt, sf.262; ak. Hüseyin Cevizoğlu, “Atatürkçülük” Ufuk Ajans Yay., sf.48
7       “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 12.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.210
8       “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.B., sf.164
9       “Atatürkçülük” Hüseyin Cevizoğlu, Ufuk Ajans Yay., sf.63
10     “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, I.C, 1945, Türk.İnk.Tar.Ens.Yay., sf.365
11     “Düşünceleriyle Atatürk” Arı İnan, TTK, 2.Baskı, Ank.-1991, sf.87

http://kuramsalaktarim.com/altiok-5/

***

20 Ekim 2017 Cuma

NATO ve Türkiye’nin., Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri BÖLÜM 3

 NATO ve Türkiye’nin., Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri BÖLÜM 3


2004 NATO İstanbul Zirvesi

Türkiye 28-29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi’ne evsahipliği yapmıştır. İstanbul Zirvesi, İttifak’ın 29 Mart 2004 tarihinde gerçekleşen genişlemesinden sonra Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde gerçekleşen ilk önemli etkinlik olmuştur.
2004 Zirvesine, Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi üyesi 46 ülkenin yanısıra Afganistan, Bosna-Hersek ve Sırbistan-Karadağ da misafir statüsüyle iştirak etmişlerdir. Buna ilaveten, Zirve marjında NATO-Rusya Konseyi (NRC) ve NATO-Ukrayna Komisyonu (NUC) toplantıları yapılmıştır. Zirveye, yarısı resmi heyet mensupları ve diğer yarısı basın mensupları olmak üzere, yaklaşık 6000 kişi katılmıştır. Zirve çerçevesinde bir dizi “kamu diplomasisi” faaliyeti gerçekleştirilmiştir.

NATO İstanbul Zirvesi’nde Müttefikler;

-Afganistan’da ISAF harekatının İl İmar Takımları (PRT) vasıtasıyla ve ülkedeki genel seçimlere olan desteği arttırmak suretiyle genişletmeyi kararlaştırmış;
-İttifak’ın Bosna-Hersek’teki SFOR harekatına son vermesini ve Avrupa Birliği’nin bu ülkede, BM Şartı’nın VII. Bölümü uyarınca, NATO ve AB arasında mutabık kalınan Berlin (+) düzenlemelerine dayanan yeni bir görev kuvveti konuşlandırmasını memnuniyetle karşılamış;
-Kosova’daki güvenlik durumunu daha da güçlendirmek ve buradaki siyasi süreci teşvik etmek için kuvvetli bir KFOR mevcudiyetinin önemini teyit etmiş;
-NATO’nun Akdeniz’de icra edilen harekatı “Operation Active Endeavour”ın (OAE) terörizmle mücadeleye katkısını arttırmaya karar vermiş;
-Iraklı güvenlik güçlerinin eğitilmesine yardım sağlanmasını kararlaştırmış;
-Terörizme karşı yürütülen küresel mücadeleye Müttefiklerce yapılmakta olan katkıların güçlendirilmesi için genişletilmiş bir tedbirler paketi üzerinde görüş birliğine varmış;
-Tüm İttifak görevlerini icra edebilecek daha modern, kullanabilir ve konuşlandırılabilir bir kuvvete sahip olmak amacıyla NATO’nun askeri yeteneklerinin dönüşümü daha ileriye götürmeyi kararlaştırmış;
-Stratejik açıdan önem taşıyan özellikle Kafkasya ve Orta Asya bölgelerindeki Ortaklarla birlikte çalışmanın önemine değinmiş;
-NATO’nun Akdeniz Diyalogu’nu geliştirmeyi ve “İstanbul İşbirliği Girişimi” adı altında geniş Orta Doğu bölgesine yeni bir işbirliği mekanizması önermeyi kararlaştırmışlardır.

60. Yıl Zirvesi

İttifak’ın kuruluşunun 60. yılı münasebetiyle 3-4 Nisan 2009 tarihinde Almanya ve Fransa’nın ortak evsahipliğinde Kehl ve Strazburg kentlerinde düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, yalnızca tarihi ve sembolik önemi haiz bir buluşma olmakla kalmamış, aynı zamanda önemli kararların alınmasına da vesile oluşturmuştur. Yeni NATO Genel Sekreterinin seçilmesi, Fransa’nın entegre askeri yapıya dönüşü, Stratejik Konsept ve Afganistan Zirvenin ağırlıklı gündem maddelerini oluşturmuştur. Kosova’daki KFOR harekatı, NATO’nun Balkanlara yönelik politikası, NATO’nun dönüşümü ve karargah reformu Zirve marjında ele alınan diğer konuları oluşturmuştur.

Zirvenin Başlıca Sonuçları:

- NATO’nun 31 Temmuz 2009 tarihinde boşalacak NATO Genel Sekreterlik makamına zamanın Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen seçilmiştir.
- Fransa’nın İttifak’ın entegre askeri yapıya dönüş kararından duyulan memnuniyet ve anılan kararın İttifak’ın güçlendirilmesine yapacağı katkı Zirve Bildirisinde açıklanmıştır.
- İttifak’a Katılım protokollerine ilişkin onay süreçleri Zirveden önce tamamlanan Arnavutluk ve Hırvatistan Zirve sırasında resmen NATO’ya katılmışlardır.
- Zirve vesilesiyle NATO’nun 60 yıldır dayandığı temel ilkelerin sürekliliğini teyit eden ve 21. yüzyıla ilişkin vizyonunun ortaya koyan İttifak Güvenliği Deklarasyonu kabul edilmiştir. Sözkonusu Deklarasyon’da NATO’nun en son 1999 yılında güncellenmiş olan Stratejik Konsepti’nin yenilenmesi konusunda bir görevlendirmeye yer verilmiştir.
- Müteakip Zirve’nin Portekiz’de yapılması karara bağlanmıştır.

2010 Lizbon Zirvesi

19-20 Kasım 2010 tarihlerinde Lizbon’da gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi alınan kararlar itibariyle tarihi olarak nitelendirilmektedir.
Zirve’de İttifakın önümüzdeki 10 yıllık geleceğine yön verecek Stratejik Konsept belgesi kabul edilmiştir. Türkiye bu belgenin şekillenmesine aktif katkıda bulunmuştur.
Füze savunmasının bir İttifak savunma yeteneği olarak geliştirilmesi konusunda ilke kararı alınmıştır. Bu çerçevede, NATO Daimi Konseyine, komuta ve kontrol boyutları dahil olmak üzere, yeteneğin uygulamaya geçirilmesine yönelik bir eylem planının 2011 Haziran ayında yapılacak NATO Savunma Bakanları toplantısına kadar hazırlanması görevi verilmiştir.
NATO-AB işbirliği konusunda, gerek Stratejik Konsept’te gerek Zirve bildirisinde hassasiyetlerimizi dikkate alan yazımlar üzerinde anlaşmaya varılmıştır.
NATO reformu konusunda kararlar alınmıştır. NATO Komuta Yapısının kabul edilen jenerik yapıya uygun şekilde modernize edilmesi/küçültülmesi uygun görülmüştür. Bu çerçevede, NATO Karargahlarının hangi ülkelerde yer alacağına dair kararın en geç 2011 Haziran ayına kadar alınması kararlaştırılmıştır. Ayrıca, NATO’nun önümüzdeki yıllarda ihtiyaç duyacağı kritik yetenekler hakkında bir belge kabul edilmiştir. Bu belgede füze savunması konusunun yanı sıra, İttifakın gelecekte krizlere mukabele ederken sivil yeteneklere doğrudan başvurabileceği karara bağlanmıştır.

Afganistan bağlamında ISAF toplantısı yapılmıştır. Toplantıda ISAF bildirisi ile NATO ve Afganistan arasında Uzun Vadeli İşbirliğine ilişkin bir bildiri yayımlanmıştır. Afganistan’da “Geçiş/İntikal”e ilişkin konular bağlamında güvenlik sorumluluğunun 2011 yılından itibaren aşamalı olarak Afgan güvenlik güçlerine devredilmesi planlanmaktadır. Zirvede, bu süreçte NATO’nun Afganistan’a desteğinin süreceği yönündeki kuvvetli irade teyit edilmiştir.
Zirve sırasında bir NATO-Rusya Zirvesi de düzenlenmiş olup, İttifakla Rusya arasındaki karşılıklı güvene dayanan, geleceğe yönelik işbirliğinin güçlendirilmesi konusunda ortak mutabakat olduğu görülmüştür. Bu çerçevede, NRC kapsamında somut işbirliği yapılacak alanlar arasına füze savunması konusu da dahil edilmiştir. Bu Zirve NATO-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcını teşkil etmiştir.

9. NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti 

NATO’nun yeni Stratejik Konsepti 19-20 Kasım 2010 tarihlerinde Lizbon’da düzenlenen Zirve toplantısında NATO Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından kabul edilmiştir. Belgenin İttifakın önümüzdeki 10 yıllık süredeki faaliyetlerine yön vermesi öngörülmektedir.

Yeni Konsept, ulusal ve uluslararası kamuoylarının NATO hakkında bilgilendirilmesi amacına uygun olarak eski Konsepte nazaran daha kısa ve yapısal olarak kamuoyunun daha kolay okuyabileceği bir tarzda hazırlanmıştır.

Yeni Stratejik Konseptte öne çıkan hususlar:

• Belgenin birinci paragrafında, NATO’nun temel amacının tüm Müttefik ülke halk ve topraklarının korunması olduğu vurgulanmaktadır. Bu ifade, 16. paragraftaki “NATO’nun en büyük sorumluluğunun Vaşington Antlaşmasının beşinci maddesinde belirtildiği üzere Müttefik ülke halk ve topraklarının korunması ve savunulması olduğu” şeklindeki yazımla birlikte değerlendirildiğinde müşterek savunma konusuna kuvvetli bir vurgu yapıldığı söylenebilir. Bununla birlikte, dördüncü paragrafta İttifakın temel görevleri müşterek savunma, kriz yönetimi ve işbirliğine dayalı güvenlik olarak sayılmakta olup, bu, spesifik olarak müşterek savunmanın özgün konumuna önceki Stratejik Konseptlere göre farklı bir yaklaşım getirmektedir.
• Belgenin üçüncü paragrafında Transatlantik bağın güçlü bir şekilde muhafaza edildiği ve Atlantik’in her iki yakasında NATO üyelerinin güvenliğinin bölünmez olduğu ve bu güvenliğin dayanışma, ortak amaç ve adil külfet paylaşımı ilkeleri temelinde savunulacağı vurgulanmaktadır.
• Beşinci paragrafta NATO’nun Müttefik ülkelerin toprak bütünlüğünü, siyasi bağımsızlığını ve güvenliğini ilgilendiren bütün konularda temel Transatlantik forum olmaya devam ettiği kayıtlıdır. Bu ifade “herhangi bir Müttefikin herhangi bir güvenlik meselesini masaya getirebileceği” yönündeki yazımla birlikte ele alındığında, “temel görevler” arasında zikredilmemiş olmakla birlikte, İttifakın belkemiğini oluşturan “danışma” müessesine gereken önem verilmiştir.
• “Güvenlik ortamı” başlığı altındaki 7-15. paragraflarda Müttefiklere konvansiyonel tehditin azalmış olduğu, ancak bu konunun göz ardı edilemeyeceği, zira birçok ülkenin balistik füzeler dahil olmak üzere modern silahlar edinmekte olduğu, kitle imha silahlarının yayılmasının ise küresel istikrar ve refah için hesaplanamayacak sonuçları beraberinde getirebileceği ve “terörizmin” NATO ülkelerine doğrudan tehdit oluşturduğu belirtilmekte ayrıca siber saldırılar, kritik altyapıya olabilecek tehditler ve yeni teknolojilerle üretilecek silahlara karşı hazırlıklı olunması gereğine değinilmektedir.
• 17. paragrafta savunma ve caydırıcılık bağlamında, nükleer ve konvansiyonel yeteneklerin uygun şekilde meczedilmesinin İttifak stratejisinin temel unsurunu teşkil ettiği belirtilmektedir. Bu paragrafta nükleer silahlar var olduğu sürece NATO’nun nükleer bir İttifak olmaya devam edeceğinin altı çizilmektedir.
• 19. paragrafta NATO’nun herhangi bir tehdide karşı İttifak halklarının savunulmasını teminen gerekli olan bütün yeteneklere sahip olmasının temin edileceği kayıtlıdır. Bu bağlamda, diğer hususların yanısıra, NATO’nun müşterek savunma ve stratejik mesafe de dahil olmak üzere kriz mukabelesi için, eşzamanlı büyük ve küçük harekatlar icra etme yetisine sahip olacağı ve aynı amaçla konuşlandırılabilir kuvvetler idame ettirileceği belirtilmektedir.
• Aynı paragrafta İttifak halk ve topraklarının balistik füze saldırısına karşı korunması amacıyla müşterek savunmanın temel bir öğesi olarak, füze savunması yeteneği geliştirileceği ve bu konuda Rusya ve diğer Avrupa-Atlantik ortaklarla işbirliği yapılacağı ifade edilmektedir.
• 19. paragrafta ayrıca, terörizme karşı savunma kapasitesinin artırılacağı kaydedilmektedir.
• 21. paragrafta, kriz mukabelesi çerçevesinde kapsamlı yaklaşımın önemi vurgulanmaktadır. Krizlerin her aşamasında gerçekleştirilecek faaliyetlerin hem planlama hem icra safhalarında diğer uluslararası aktörlerle aktif işbirliği yapılacağı belirtilmektedir. Bununla beraber, izleyen paragraflarda İttifakın gerektiği hallerde kullanılmak üzere sivil yeteneklere de başvurabileceği ve her hal ve karda sivil-asker planlama yeteneğinin kuvvetlendirileceği açık ifadelerle belirtilmektedir.
• 27. paragrafta NATO’nun uyguladığı ve şimdiye kadar Avrupa’da barış ve istikrarın pekiştirilmesi konusunda büyük katkı sağlayan “açık kapı “politikasının sürdürüleceği belirtilmektedir.
• Ortaklarla ve uluslararası örgütlerle işbirliği konusunda oldukça kuvvetli ifadelere yer verilmiştir. “Ortaklıklar” müessesesi uluslararası güvenlik çabaları çerçevesinde İttifakın temel görevleri arasında yerini bulmuştur.
• 30. paragrafta NATO’nun operasyonel ortaklarına, katkıda bulundukları NATO öncülüğündeki İttifak harekatlarına dair strateji ve kararların şekillendirilmesinde “yapısal rol” verileceği belirtilmektedir.
• 32. paragraf NATO-AB stratejik ortaklığıyla alakalıdır. Bu paragrafta, AB’nin NATO için temel “ortak” olduğu, NATO’nun daha güçlü bir Avrupa savunmasının önemini müdrik bulunduğu ve Lizbon Antlaşmasının memnuniyetle karşılandığı belirtilmektedir. Paragrafın dibacesindeki Türkiye gibi AB üyesi olmayan Müttefiklerin AB’nin ortak güvenlik sınamalarına mukabele etme kapasitesine (AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası-OGSP) önemli katkıda bulundukları bir kez daha teslim edilmektedir. Keza AB üyesi olmayan Müttefiklerin OGSP’ye “tam olarak dahil edilmelerinin elzem olduğu” belirtilmektedir. Paragrafın tirelerden oluşan ikinci bölümünde ise NATO-AB işbirliğinin her alanda geliştirileceği yönündeki kararlılık vurgulanmaktadır. Ancak bu bağlamda dibacenin son cümlesinde “atılacak adımlar bağlamında daha olumlu koşulların yaratılması gerektiği” ortaya konulmaktadır. Anılan paragrafta ayrıca, 2002-2003 yıllarında kabul edilen NATO ile AB arasındaki uzlaşılmış işbirliği çerçevesine atıfta bulunulmaktadır.
• 33. paragrafta NATO-Rusya işbirliğinin stratejik önemi haiz olduğu vurgulanmıştır. 34. paragrafta ise, NATO ile Rusya arasındaki siyasi istişareler ve pratik işbirliğinin, füze savunması, terörizmle, uyuşturucuyla ve deniz haydutluğuyla mücadele ve uluslararası istikrarın desteklenmesi konuları dahil olacak şekilde güçlendirileceği vurgulanmıştır.
• 35. paragrafta Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi üyeleri, Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi ülkeleriyle işbirliğinin geliştirileceği belirtilmektedir. Ayrıca, Batı Balkanlar bölgesinin Avrupa Atlantik bölgesiyle entegrasyonunun kolaylaştırılmasının hedeflendiği, Akdeniz Diyaloğu ve Körfez ülkeleriyle güvenlik ortaklığının derinleştirileceği ve Akdeniz Diyaloğu ile İstanbul İşbirliği Girişimine yeni ortakların kabul edilmesine hazır olunacağı kaydedilmektedir.
• 36 ve 37. paragraflarda ise savunma dönüşümü ve reform konularına yer verilmektedir. Bu bağlamda genel ilkeler sıralanmış olup, bu bölüm bir önceki Stratejik Konseptin ilgili bölümüne göre oldukça kısa tutulmuştur.





10. Suriye’de devam eden kriz çerçevesinde ülkemizde Patriot konuşlandırılması 

Suriye’deki kriz insani ve güvenlik boyutuyla ülkemizi etkilemektedir. 22 Haziran 2012 tarihinde askeri bir eğitim uçağımız Suriye tarafından düşürülmüş; pilotumuz şehit olmuştur. Suriye’deki rejim güçlerinin attığı top mermileri, 3 Ekim 2012 tarihinde Akçakale’de beş vatandaşımızın hayatını kaybetmesine; pekçoğunun da yaralanmasına neden olmuştur. Rejimin elindeki balistik füzeler ve kimyasal silahlar, uluslararası toplum için ayrıca endişe teşkil etmektedir. 
Böyle bir ortamda, Kuzey Atlantik Antlaşmasının IV. Maddesi çerçevesinde ülkemizin istemiyle NATO’da gerçekleştirilen istişareler sonucunda, halkımızın ve topraklarımızın Suriye’den kaynaklanabilecek balistik füze tehditlerine karşı korunması için, ulusal hava savunmamızın Patriot bataryalarıyla takviyesi 21 Kasım 2012 tarihinde NATO’dan talep edilmiştir. 

Talebimize cevaben, Kuzey Atlantik Konseyinin, Dışişleri Bakanları seviyesinde 4 Aralık 2012 tarihinde gerçekleştirdiği toplantısında, Türk halkı ve topraklarını savunmak ve İttifak sınırındaki krizin yatıştırılmasına katkıda bulunmak amacıyla ulusal hava savunmamızın takviyesi için Patriot savunma sistemlerinin ülkemize yerleştirilmesi kararı alınmıştır. 

Bu karar, Müttefiklerimizin İttifak güvenliğine olan taahhütlerinin ve NATO halklarının ve topraklarının savunulmasına yönelik dayanışma ve kararlılıklarının bir tezahürüdür. İttifak dayanışmasının ve birliğinin teyiden ve pratikte ortaya konulması bakımından önem taşıyan bu kararın ardından, ABD, Hollanda ve Almanya, ülkemize ikişer adet Patriot bataryası göndereceklerini açıklamışlardır. 
Patriot bataryalarının konuşlandırılacağı mevziler, ülkemizin öncelikleri doğrultusunda ve ABD, Almanya, Hollanda’yla müştereken ve NATO askeri makamlarıyla eşgüdüm halinde belirlenmiştir. Bu çerçevede, iki Alman bataryasının Kahramanmaraş, iki Hollanda bataryasının Adana ve iki ABD bataryasının Gaziantep’e konuşlandırılması kararlaştırılmıştır. Patriot bataryalarının mevzileri, sisteminin askeri-teknik özellikleri dikkate alınarak, öncelikle sivil halka mümkün olan en geniş kapsama ve korumayı sağlayacak şekilde tespit edilmiştir.


http://www.mfa.gov.tr/ii_-nato-ve-turkiye_nin-guncel-nato-konularina-iliskin-gorusleri.tr.mfa


****


NATO ve Türkiye’nin., Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri BÖLÜM 2


 NATO ve Türkiye’nin., Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri BÖLÜM 2


4. Ortaklık İlişkileri 

Kafkaslar, Orta Asya ve Doğu Avrupa’dan Ortak ülkelerin askeri ve savunma bağlantılı konularda NATO’yla bireysel temelde pratik işbirliği yapmalarına olanak sağlayan Barış için Ortaklık Programı (BİO) 1994 yılında başlatılmıştır . NATO ile Ortaklar arasında çok taraflı bir danışma forumu olan Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi (AAOK) ise 1997 yılında kurulmuş olup, 28 NATO üyesi ile 22 Ortak ülkeyi bir araya getirmektedir. Ülkemiz, BİO Programının temelini teşkil eden “güvenliğin bölünmezliği”, “yeni bölünme çizgilerinin, gri alanların veya etki alanlarının oluşturulmasından kaçınılması”, “kapsayıcılık”, “self-differentiation” ve “şeffaflık” ilkelerinin korunması gerektiğine inanmaktadır.
AAOK ve BİO çerçevesinde yapılan işbirliğine somut bir nitelik kazandırılarak, işbirliğinin kalitesinin arttırılması, Ortaklık ilişkilerinin günün koşullarına uyarlanarak özellikle terörizmle mücadele ve NATO harekatları bağlamında oluşan yeni ihtiyaçlara daha iyi yanıt verir hale getirilmesi amacıyla İttifak bünyesinde yürütülen çalışmalar sonucunda bazı yeni mekanizmalar oluşturulmuştur. Bu çerçevede örneğin, AAOK ülkelerinin terörizme karşı ortak mücadele yönünde taahhütte bulundukları “Terörizme Karşı Ortaklık Eylem Planı (Partnership Action Plan Against Terrorism / PAP-T)” belgesi, Prag Zirvesinde NATO Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından uygun bulunmuştur.
Prag Zirvesi’nde oluşturulan bir diğer mekanizma da Bireysel Ortaklık Eylem Planı’dır (IPAP). Bireysel Ortaklık Eylem Planı, Ortakların, 28+1 düzeninde NATO’yla işbirliği yapmalarına ve çeşitli alanlarda NATO’nun uzmanlığından yararlanmalarına imkan verecek bir mekanizma olarak ortaya çıkmıştır. IPAP çerçevesinde, NATO ile Ortak ülkeler arasında, savunma reformu ve sınır güvenliği gibi konularda hem nitelik hem de nicelik bakımından daha yoğun ve takvime dayalı işbirliği yapılması öngörülmüştür. Sözkonusu mekanizmaya katılacak Ortak ülkelerin, işbirliği yapılacak öncelikli alanları kendilerinin belirlemesi ve bir IPAP Sunuş Belgesi hazırlamaları beklenmektedir. Katılımın gönüllülüğe dayandığı IPAP sürecine halihazırda Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Moldova, Kazakistan ve Bosna-Hersek katılmaktadır.
İttifak’ın, Ortaklık ilişkilerinin Orta Asya ve Kafkasya ülkelerine ağırlık verecek şekilde geliştirilmesi yönündeki çalışmaları ülkemizce de desteklenmiştir. NATO İstanbul Zirvesi bu bakımından bir dönüm noktası oluşturmuştur. İstanbul Zirve Bildirisinde, stratejik öneme sahip Orta Asya ve Kafkasya bölgelerindeki Ortaklarla ilişkilere özel önem atfedilmesi kararlaştırılmıştır. Bu doğrultuda, sözkonusu bölgelerden sorumlu bir Genel Sekreter Özel Temsilcisi atanmış, Ortak ülkelerin savunma kuruluşlarının NATO standartlarına uygun hale getirilmesini hedefleyen PAP-DIB (Partnership Action Plan on Defence Institution Building) inisiyatifi hayata geçirilmiş ve Orta Asya ve Kafkasya bölgelerinde rotasyon temelinde çalışacak iki NATO irtibat görevlisi atanmıştır.
Öte yandan, Ortak ülkelerin NATO ile birlikte çalışabilir nitelikteki kuvvetlerinin tespiti ve geliştirilmesine yönelik bir mekanizma olan Planlama ve Gözden Geçirme Süreci (PARP), başta barışı destekleme operasyonları olmak üzere, İttifak’ın üstlendiği yeni görevlere ortakların etkin katılımına katkıda bulunmaktadır.
Ortak ülkelerin sivil ve askeri personelinin, BİO genel prensipleri doğrultusunda eğitimi ve Ortakların NATO ile müşterek çalışabilirlik hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak amacıyla, 29 Haziran 1998 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde “Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi (BİOEM)” kurulmuştur. BİOEM, Müttefik ve Ortak ülkeler ile Akdeniz Diyalogu ülkeleri personeline stratejik ve taktik düzeyde kapsamlı eğitim vermektedir. Sözkonusu merkezin faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgiye www.bioem.tsk.mil.tr adresinden erişilebilmektedir.
Ülkemiz, İttifak’ın NATO, BİO ve Akdeniz Diyalogu üyesi olmayan Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda, Güney Kore gibi ülkelerle “Küresel Ortaklar”la (önceden “Temas Ülkeleri” olarak anılmaktaydılar) “case-by-case” temelinde temaslarda bulunmasını ve pratik işbirliği faaliyetleri gerçekleştirilmesini de, kurumsal yapılar oluşturulmaması ve mevcut Ortakların statüsüne halel getirilmemesi kaydıyla, desteklemektedir.
Lizbon Zirvesi’nde, NATO’nun ortaklıklarının reforma tabi tutulmasının yanısıra kapsamlı ve esnek bir ortaklık siyasasına ihtiyaç duyulduğu tespit edilmiştir. Bu çerçevede hazırlanan ve “Berlin Paketi” olarak anılan üç belge (Yeni Ortaklık Siyasası, Ortaklık İlişkilerinin Daha İyi İdare Edilmesi Kağıdı -“Toolbox”- ve yeni Siyasi-Askeri Çerçeve (PMF) 14-15 Nisan 2011 tarihlerinde Berlin’de yapılan Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısında onaylanmış ve böylelikle yeni ortaklık siyasası resmen kabul edilmiştir.
“Berlin Paketini” temel alan yeni Ortaklık Siyasası, güçlendirilmiş danışmalara ve tema-odaklı işbirliğine öncelik vermektedir. Ortaklık ilişkilerini daha etkili, esnek ve pratik hale dönüştürecek bu yeni siyasanın ortaklıkların ilerletilmesine önemli katkısı olacağı değerlendirilmektedir.

5. Akdeniz Diyalogu ve İstanbul İşbirliği Girişimi 

1994 yılında oluşturulan NATO’nun Akdeniz Diyalogu (AD), Akdeniz Bölgesi’nin bütününde barış ve istikrara katkıda bulunulmasını, bölge ülkeleri ile NATO arasında ortak anlayışın geliştirilerek İttifak hakkında oluşabilecek yanlış anlama ve algılamaların giderilmesini amaçlamaktadır. Halihazırda Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Fas, Moritanya ve Tunus Diyaloga katılmaktadır.
Bir Akdeniz ülkesi olarak Türkiye, kuruluşundan bu yana Akdeniz Diyalogunu desteklemektedir. Avrupa güvenliğinin Akdeniz’in güvenliği ve istikrarı ile yakından bağlantılı olduğu inancıyla Türkiye, İttifak’ın, Akdeniz Diyalogunun NATO’nun katma değer sağlayabileceği alanlarda güçlendirilmesi hedefini paylaşmaktadır. 17 yıl önce başlatılan Akdeniz Diyalogu’nun özgün bir ortaklığa dönüştürülmesi yolunda önemli adımlar atılmıştır. Ülkemiz bu çerçevede, AD’nin siyasi boyutunun ve uygulama alanının geliştirilmesini teşvik etmektedir. Lizbon Zirvesi Bildirisinde ülkemizin de çabalarıyla, İttifak’ın AD ülkeleriyle ilişkilerinin daha da geliştirilmesi niyeti bir kez daha güçlü ifadelerle teyit edilmiştir. Yeni Stratejik Konsept’te ise, yukarıdaki hususlara ilaveten AD ülkeleri arasındaki işbirliğinin derinleştirilmesinin amaçlandığı ve AD sürecinin diğer bölge ülkelerinin katılımına açık olduğu kaydedilmektedir.
Yıllık formatta hazırlanan Akdeniz Diyalogu Çalışma Programı kapsamında, askeri işbirliği, olağanüstü hal planlaması, kriz yönetimi, lojistik ve dil eğitimi gibi alanlarda çok sayıda faaliyet icra edilmektedir. Terörizme karşı mücadele bağlamında AD ülkelerinin Akdeniz’de sürdürülmekte olan Etkin Çaba Harekatı’na (OAE) katkıları üzerinde yapılan çalışmalara da devam edilmektedir. Bu ülkelerden bazıları NATO operasyonlarına katkıda bulunmaktadırlar.
Öte yandan ülkemiz, yine İstanbul Zirvesi’nde, Orta Doğu bölgesinde ve özellikle Körfez İşbirliği Konseyinde yer alan ülkelerle ikili temelde pratik işbirliği yapılabilmesi amacıyla oluşturulan “İstanbul İşbirliği Girişimi”ni de desteklemektedir. İstanbul İşbirliği Girişimi (İİG) çerçevesinde İttifak, Orta Doğu bölgesindeki ülkelerle güvenlik ve istikrarın arttırılmasına yönelik ilişkiler geliştirmeyi hedeflemektedir. Girişime bu aşamada Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri iştirak etmektedir.
Türkiye, tüm Akdeniz Diyalogu ülkelerinin yanısıra İİG üyesi ülkelerle de iyi ilişkiler yürütmekte olup, sözkonusu ülkelerle askeri alanda pek çok ikili teknik anlaşma imzalamış bulunmaktadır. Akdeniz Diyalogunun ve İİG’nin geliştirilmesine aktif katkısının bir göstergesi olarak Türkiye, Ankara’da yerleşik Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezini (BİOEM) AD ülkelerinin katılımına açmıştır. İİG ülkeleriyle işbirliğinin geliştirilmesi konusunda izlediğimiz etkin tutum çerçevesinde sergilediğimiz çabalar sonucunda Lizbon Zirvesi Bildirisi’nde ve yeni Stratejik Konsept’te İİG’ye ilişkin güçlü ifadeler kullanılmıştır.

6. NATO-Rusya İlişkileri 

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından İttifak, Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenlik ve istikrarın sürdürülebilmesi amacıyla Rusya Federasyonu ile bir diyalog başlatmıştır. NATO-RF ilişkilerinde, 1997’de NATO-Rusya Daimi Ortak Konseyi (DOK) kurucu senedinin imzalanmasıyla istikrar ve işbirliği tesis olunmuştur. NATO’nun Kosova’ya müdahalesi, 1999’da RF’nin DOK işbirliğini askıya almasına neden olmuştur. 11 Eylül saldırıları sonrasında gelişen yeni işbirliği anlayışı çerçevesinde, 2002’de NATO-RF Zirvesinde kabul edilen “Roma Bildirisi”yle NATO-Rusya Konseyi (NRC) kurulmuştur. NRC’nin amacı siyasi diyalog ve pratik işbirliği sağlanmasıdır.
NATO-RF ilişkilerinde 2008 yılındaki Gürcistan krizinin ardından yaşanan olumsuz dönem, 4 Aralık 2009 günü gerçekleştirilen NATO-RF Konseyinde alınan ve Bakanlar düzeyindeki diyalog ve işbirliğini resmen yeniden başlatan kararlarla sona ermiştir.
20 Kasım 2010 tarihinde düzenlenen NRC Lizbon Zirvesi, NATO-RF ilişkilerinde yeni bir dönem açmıştır. NRC Zirvesi sırasında, “NRC Ortak Bildirisi” ve “21. Yüzyıldaki Müşterek Güvenlik Sorunlarına İlişkin NATO-Rusya Ortak Değerlendirmesi” belgeleri kabul edilmiş; ayrıca, NRC Uyuşturucuyla Mücadele Eğitimi Projesi ile Afganistan’a Transit Nakliye Düzenlemelerinin genişletilmesi, 2011 yılında helikopter bakım/onarımı için NRC Emanet Fonu kurulması, Harekat Alanı Füze Savunması (TMD) işbirliğinin sürdürülmesi ve gelecek füze savunması işbirliğinin çerçevesini oluşturmak amacıyla kapsamlı bir Ortak Değerlendirme hazırlamak üzere NRC’nin görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır.
NATO Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen yeni Stratejik Konsept ve Zirve Bildirisinde NATO-RF ilişkileri hakkında yapıcı ve olumlu ifadelere yer verilmiştir. Yeni Stratejik Konsept’te NATO ile RF arasında “gerçek bir stratejik ortaklık “ amacı vurgulanmış, NRC’nin azami ölçüde yararlanılması iradesi teyid edilmiştir.
Ülkemiz, NATO-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesini desteklemekte ve NATO ile Rusya arasında yapıcı, karşılıklı anlayış, şeffaflık ve işbirliğine dayalı kurumsal ilişkiler kurulmasının, Avrupa-Atlantik bölgesinin barış ve istikrarı için gerekli olduğunu düşünmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye, NRC’nin faaliyetlerine tam destek vermektedir.
Hem istişare, hem de pratik işbirliği boyutu olan NRC çerçevesindeki başlıca işbirliği alanları arasında, terörizmle mücadele, savunma reformu, kriz yönetimi, yayılmanın önlenmesi, hava sahası işbirliği, sivil olağanüstü hal planlaması, silahların kontrolü ve güven ve güvenlik artırıcı önlemler yer almaktadır.
NRC’nin gündemindeki diğer bir önemli işbirliği alanını ise, Afganistan ve Orta Asya ülkeleri personeline uyuşturucu ile mücadele eğitimi verilmesine dair NRC Projesi oluşturmaktadır. Sözkonusu projeye katkı olarak Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı Uluslararası Uyuşturucu ve Organize Suçlarla Mücadele Akademisinde (TADOC) Afgan personel için kurslar düzenlemektedir.
Berlin’de düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısı sırasında 15 Nisan 2011 tarihinde Dışişleri Bakanları seviyesinde NRC toplantısı gerçekleştirilmiştir. Toplantıda, füze savunması, terörizme karşı işbirliği, Afganistan ve diğer mevcut işbirliği konularının yanısıra Libya ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler ele alınmıştır.
Toplantıda ayrıca, NRC Terörle Mücadele Eylem Planı ve İzleme Çizelgesi Dışişleri Bakanlarınca onaylanmış, Afganistan Helikopter Bakım Emanet Fonunun başlatılması kararlaştırılmıştır.

7. NATO-Ukrayna İlişkileri 

Ukrayna, Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyine ve Barış için Ortaklık (BİO) Programına katılmaktadır. Ayrıca, 1997 yılında kurulan NATO-Ukrayna Komisyonu (NUC) vasıtasıyla NATO ile Ukrayna arasında özel bir ilişki mekanizması da oluşturulmuştur. Nisan 2005’te Vilnius’ta düzenlenen Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısında, Ukrayna’nın reform süreci ve İttifaka katılma hedefleri konusunda bu ülkeyle Yoğunlaştırılmış Diyalog (YD) başlatılmasına karar verilmiştir.
NATO Dışişleri Bakanlarının Aralık 2008’de Brüksel’de yapılan toplantısında, Ukrayna’ya MAP verilmesi konusunda Müttefikler arasında oydaşma bulunmadığından, (Gürcistan ve) bu ülkeyle Yıllık Ulusal Program (ANP) uygulaması başlatılmasına karar verilmiştir.
Bu ülke, NATO’nun yürüttüğü harekatlara önemli miktarda katkı sağlamaktadır. NATO’yla ilişkiler ve olası NATO üyeliği, Ukrayna’nın gündeminin ön sıralarında yer almaktadır. Ancak, ilişkilerin İttifak’a üyelik aşamasına taşınması konusu gerek siyasi çevreler, gerek kamuoyu bakımından hassasiyet arzetmektedir.
7 Şubat 2010 tarihinde yapılan seçimlerden sonra kurulan yeni hükümet “bloklar-dışı” politika izlenmesini kararlaştırmıştır. Bu bağlamda, Ukraynalı yetkililer yaptıkları açıklamalarda, Ukrayna’nın hiçbir askeri bloğa üye olmamasını öngören bu yeni siyaset çerçevesinde artık NATO’ya üye olmayı hedeflemediğini, ancak ANP çerçevesinde NATO'yla işbirliğinin devamının hedeflendiğini, Ukrayna’nın ulusal çıkarlarıyla örtüştüğü ve Avrupa güvenliğine katkı yaptığı ölçüde, NATO'yla ilişkilerin geliştirilmeye devam edileceğini ifade etmektedirler.
Ülkemiz, önemli bir bölgesel ortak olarak gördüğü Ukrayna’nın Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmesine ve NATO ile yakın ilişkiler geliştirmesine verdiği desteği sürdürmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna’nın savunma reformu alanındaki çabaları özel bir önem taşımaktadır. Türkiye bu ülkenin hiçbir askeri bloğa taraf olmama yönündeki “bloklar dışı” siyasetini saygıyla karşılamakta, bununla birlikte, Avrupa-Atlantik güvenliği açısından özel bir konuma sahip Ukrayna’nın NATO ile ortaklık ilişkilerini mevcut mekanizmalar çerçevesinde geliştirmesinin bölgesel ve uluslararası istikrara önemli katkıları olacağına inanmaktadır.
Lizbon Zirvesi Bildirisi’nde, Ukrayna’nın “blok-dışı” statüsüne saygı duyulduğu, bununla birlikte İttifak’ın kapılarının açık kalmaya devam edeceği, bu ülkenin reform sürecinin desteklendiği, Avrupa-Atlantik güvenliğinde önemli bir unsur olan Ukrayna’nın üst düzey siyasi diyalogu ve NATO-Ukrayna Komisyonu vasıtasıyla “Özgün Ortaklığı”nı sürdürme niyetinin memnuniyetle karşılandığı kaydedilmiştir.

8. Son yıllarda gerçekleştirilen önemli NATO Zirveleri 

2012 Şikago Zirvesi 

20-21 Mayıs 2012 tarihlerinde ABD’nin evsahipliğinde Şikago’da düzenlen 25. NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, genişletilmiş ISAF toplantısı bağlamında yapılan oturuma 60 civarında ülkenin katılması münasebetiyle İttifak tarihindeki en geniş katılımlı Zirve olmuştur. 
Şikago Zirvesi vesilesiyle, İttifak’ın kollektif güvenlik açısından taşıdığı önemin ve Libya Harekatıyla transatlantik bağın sağlamlığını bir kez daha kanıtlamış olduğu vurgulanmış, İttifak’ın 21. yüzyılda ortaya çıkan yeni sınamalar karşısındaki durumunun ve kemer sıkma döneminde savunma harcamalarının daha etkin hale getirilmesi konusunda neler yapılabileceği ele alınmış; Lizbon başta olmak üzere muhtelif Zirvelerde mutabık kalınan kararların uygulanması gözden geçirilmiştir. 
Şikago Zirvesi’nin en önemli konusu Afganistan olmuştur. Zirve öncesi ABD'de yaklaşan Başkanlık seçimleri, uzun süreli konuşlanmanın neden olduğu toplumsal yorgunluk ve mali kriz ışığında, Afganistan, Zirve’nin uluslararası basında en ağırlıkla işlenen boyutunu da oluşturmuştur. Afganistan bağlamında, 20 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükümet Başkanlarının çalışma yemeğinde ve 21 Mayıs 2012 tarihinde ISAF Hükümet ve Devlet Başkanları Toplantısında, Afganistan’a ilişkin Lizbon Yol Haritasının uygulanması, Afganistan’daki güvenlik sorumluluğunun Afgan makamlarına aşamalı olarak devrini öngören “İntikal-Geçiş” sürecinin 2014 yılı sonuna kadar tamamlanması ve 2014 sonrasında NATO’nun Afganistan ile kalıcı ortaklığı, Afganistan’da barış ve güvenliğin sürdürülebilirliği için Afganistan Ulusal Güvenlik Güçleri’ne mali destek konuları ele alınmıştır. 
Zirve’de İttifak’ın Caydırıcılık ve Savunma Yapısının Gözden Geçirilmesi (DDPR) ve Akıllı Savunma ve Balistik Füze Savunma Sistemi gibi kritik yetenekler ile Afganistan ve NATO’nun ortaklıkları gibi konular görüşülmüş ve bu konularda önemli kararlar alınmıştır. Şikago Zirvesi’nde, ülkemizin de katkıda bulunduğu NATO Balistik Füze Savunma (BFS) Sisteminin Ara Yeteneği ilan edilmiştir. Ara Yetenek ilanı, Kasım 2010’da düzenlenen Lizbon Zirvesi’nde alınan NATO BFS sistemi kurulması kararının uygulamaya geçirilmesi açısından önemli bir adımdır. Ülkemizin NATO sistemi çerçevesinde erken uyarı radarına evsahipliği yaptığı Zirve Bildirisinde vurgulanmıştır. İttifakın güvenliğinin bölünmezliği ilkesi çerçevesinde geliştirilecek füze savunma mimarisi tek tek ülkelerden kaynaklanabilecek olası tehditten ziyade, küresel düzeyde mevcut balistik füze yeteneklerini gözönünde bulunduran ve bunlara karşı korunma kabiliyetinin geliştirilmesine yönelik, belli bir ülkeyi hedef almayan tamamen savunma amaçlı bir sistemdir. 
Şikago Zirvesi marjında, NATO’nun ihtiyacı olan yeteneklerin kemer sıkma döneminde tedarik ve muhafazasını 2020 yılı ve ötesine yönelik bir bakış açısıyla ele alan Şikago Savunma Paketi kabul edilmiştir. 
Şikago Zirvesi’nde NATO’nun genişlemesine yönelik herhangi bir karar alınmamıştır. Ancak, ülkemiz İttifak’ın “açık kapı” politikasının teyidi bağlamında üyelik perspektifi bulunan ülkelere açık bir mesaj verilmesine önem atfetmektedir. Şikago bir genişleme Zirvesi olmamakla birlikte, İttifaka üyelik perspektifine sahip Gürcistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ'la Dışişleri Bakanları seviyesinde 28+4 formatında yapılan toplantı, anılan ülkelere ulusal reformlarını devam ettirerek, Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmeleri yönünde olumlu ve teşvik edici güçlü bir mesaj oluşturmuştur. 
Öte yandan, NATO’nun Yeni Stratejik Konseptinde üç asli görevden biri olarak benimsenen “işbirliğine dayalı güvenlik” anlayışının doğal bir uzantısı olarak, NATO’nun ortaklarıyla ilişkileri de İttifak gündeminde giderek ön plana çıkmaktadır. NATO’nun küresel barış ve güvenliğe yapmakta olduğu katkılar bağlamında, ortaklık mekanizmaları İttifak’ın yumuşak gücü olarak önem kazanmıştır. Bölgesel ve küresel güvenliğe yönelik genel yaklaşımımızla uyumlu olarak, NATO’nun ortaklık ilişkilerinin geliştirilmesinde yapıcı bir rol oynamaktayız. 

3 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

NATO ve Türkiye’nin., Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri BÖLÜM 1


NATO ve Türkiye’nin., Güncel NATO Konularına İlişkin Görüşleri, BÖLÜM 1


1. Türkiye ve NATO





NATO ülkemizin tam yetkiyle söz sahibi olduğu önemli bir uluslararası örgüttür. Bu bakımdan NATO üyeliği Türkiye için önemlidir. Tarihin en başarılı savunma İttifakı olarak anılmaktadır. 2010 Kasım ayında gerçekleştirilen Lizbon Zirvesinde kabul edilen Stratejik Konsept, İttifakın kendisini günün koşullarına uyarlama kapasitesini bir kez daha kanıtlamıştır. NATO’yu kuran Vaşington Antlaşmasının müşterek savunma hakkındaki beşinci maddesi diğer Müttefikler için olduğu gibi, Türkiye için de değerli bir güvenlik teminatıdır. NATO forumu ülkemize, uluslararası güvenlik konularına ilişkin görüş ve beklentilerimizi ortaya koyarak, transatlantik eğilimlere etkide bulunma imkanı da vermektedir. 

Ülkemizin 1952 yılında üyesi olduğu NATO, uluslararası güvenlik ve savunma politikamızın temel unsuru olma özelliğini sürdürmekte olup NATO’ya üyeliğimizin 60. yıldönümü 18 Şubat 2012 tarihinde kutlanmıştır. Bu vesileyle, anılan tarih öncesinde ve sonrasında, NATO’nun savunma ve güvenliğimize katkılarının öneminin vurgulandığı çeşitli etkinlikler düzenlenmiştir. Ülkemizin NATO’ya üyeliğinin 60. yıldönümü vesilesiyle Sayın Bakanımız 18 Ocak 2012 tarihinde Brüksel’i ziyaret ederek, Kuzey Atlantik Konseyi’ne hitap etmiştir. Bu çerçevede, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de, 16-17 Şubat 2012 tarihlerinde ülkemize bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Anılan ziyaret kapsamında, NATO Genel Sekreter Rasmussen Sayın Bakanımızla ikili bir görüşme gerçekleştirmiş, ayrıca, TBMM Dışişleri ve Savunma Komisyonları ile NATO PA Türk Grubu üyeleri ortak toplantısına katılmıştır. Bu vesileyle, Genel Sekreter Rasmussen Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül tarafından 
kabul edilmiş ve Türk Atlantik Konseyi Derneği tarafından düzenlenen bir panele de konuşmacı olarak katılmıştır. 

Öte yandan, Türkiye de NATO için önemlidir. Ülkemiz Soğuk Savaş süresince İttifakın güneydoğu sınırını savunma sorumluluğunu taşımıştır. Soğuk Savaş sonrasında kriz yönetimi ve barışı koruma harekatlarına yaptığı katkı ve izlediği aktif dış politika neticesinde ülkemizin NATO için önemi artarak sürmektedir. Türkiye, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahiptir. Çoğunluk nüfusun Müslüman olduğu bir Müttefik olma özelliğiyle NATO içinde özgün bir konumu bulunan ülkemiz, gerek sert gerek yumuşak güç kapasitesiyle İttifakın faaliyetlerini sürdürdüğü coğrafyalar açısından vazgeçilmez bir değerdir. NATO’nun Bosna-Hersek, Kosova ve Afganistan’daki faaliyetlerine yaptığımız kapsamlı katkılar bu kapasitemizi seferber etme iradesine sahip olduğumuzu göstermiştir. 

Türkiye’nin NATO üyeliği ülkemizin uluslararası kimliğinin bir parçasıdır. Ülkemiz İttifak faaliyetlerine hem NATO’nun Türkiye için, hem de Türkiye’nin NATO için ifade ettiği önem çerçevesinde kapsamlı ve aktif katkıda bulunmaya devam etmektedir. Türkiye NATO içindeki konumunu hem kendi ulusal çıkarlarını gözeterek, hem de İttifak dayanışmasını destekleyerek sürdürmektedir. 

Ülkemiz İttifakın faaliyette bulunduğu geniş coğrafyadaki ülke ve halklarla tarihten gelen derin bağlarını kullanmak suretiyle yumuşak gücünü seferber etmektedir. Bu esasen Lizbon Zirvesinde kabul edilen yeni Stratejik Konsept belgesinde İttifakın kendisi için çizdiği eylem planıyla da örtüşmektedir. Sözkonusu belgede “işbirliğine dayalı ortaklık” NATO’nun asli görevlerinden biri haline gelmiştir. Bu kavram ülkemizin dış politikasına esasen yıllardır, on yıllardır yön veren bir anlayıştır. Ülkemizin son yıllarda germi verdiği bu yöndeki aktif dış politika Türkiye’yi bu konuda potansiyeli en güçlü ülkelerden biri haline getirmiştir. 

Türkiye NATO bünyesinde kolektif savunma ve kriz yönetimi konusundaki faaliyetlere de faal şekilde katılmaya devam etmektedir. Güçlü ordumuz ve son yıllarda artan sivil imkân ve yeteneklerimiz buna imkan sağlamaktadır. Türkiye Afganistan için sivil ve askeri imkanlarını seferber etmiştir. Bu ülkeye yönelik olarak tarihinin en kapsamlı dış yardım programını uygulamaktadır. Bu bir yandan, Türkiye’nin Afganistan’a verdiği öneme işaret etmekte, diğer yandan ise İttifakın müşterek faaliyetlerine katkıda bulunma kapasite ve iradesini ortaya koymaktadır. 

2. NATO’nun Dönüşümü 

NATO’nun önemli bir müttefiki olan Türkiye, İttifakı kendisinin de ayrılmaz bir parçası olduğu Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğinin dayanağı olarak görmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde konvansiyonel tehdit büyük ölçüde azalmıştır. Diğer taraftan, terörizm, bölgesel istikrarsızlıklar, kitle imha silahları ve bunları fırlatma vasıtalarının yayılması, ayrılıkçı mikro ve etnik milliyetçilik, aşırı dinci akımlar, örgütlü suç, uyuşturucu ve insan ticareti, kitlesel göç gibi geleneksel olmayan, asimetrik güvenlik risk ve tehditleri ortaya çıkmıştır. Bugün, terörizm uluslararası toplum ve İttifak’ın güvenliği için en ciddi tehditlerden birini teşkil etmektedir.

Tehditlerin ve mevcut tehditlere karşı koymada kullanılması gereken metotların doğası değişirken, İttifakın asıl fonksiyonu olan kolektif savunma değişmeksizin devam etmektedir. Bu bağlamda, Transatlantik işbirliğinin başlıca forumu olarak NATO vazgeçilmez niteliğini sürdürmektedir. İttifak, Avrupa-Atlantik bölgesinin barış ve istikrarının korunması ve geliştirilmesindeki temel araçtır.

Diğer taraftan, Soğuk Savaş sonrasında günün koşullarına uyum sağlama ihtiyacının bilincinde olan NATO, 1991, 1999 ve son olarak 2010 tarihli Stratejik Konseptlerde de yansıtıldığı üzere, kapsamlı bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu hem iç hem de dış adaptasyon sürecidir. İttifak bir yandan kolektif savunma ile kriz mukabele yeteneğini muhafaza etmek amacıyla kuvvetlerini kapsamlı bir modernleşme sürecinden geçirmekte diğer yandan ise, “işbirliğine dayalı güvenlik” anlayışıyla yumuşak gücünü geliştirmek amacıyla mevcut siyasi ve askeri ortaklık yapılarını pekiştirmekte ve yenilerini tesis etmektedir. Rusya ve Ukrayna ile işbirliği ve Akdeniz Diyalogu 
ile İstanbul İşbirliği Girişimi, Temas Ülkeleriyle kurulan ilişkiler, Afganistan ve Pakistan’la tesis edilen kapsamlı diyalog ve işbirliği NATO’nun bu alandaki kararlılığını açıkça sergilemektedir. Diğer taraftan, NATO’nun yeni üyelikler konusunda izlediği açık kapı politikası ve BM, AGİT ve AB gibi diğer uluslararası örgütlerle olan işbirliği bu bağlamda önem arzeden hususlar olarak ortaya çıkmaktadır.İttifakın, daha etkin yetenek, yapı ve çalışma yöntemlerine yönelik iç reformu da kayda değerdir. 

NATO’nun dayandığı temel ilke ve amaçlar aynı kalmakla birlikte, değişim ve dönüşüm İttifak bünyesinde her daim devam etmesi gereken süreçler olarak tüm Müttefiklerce benimsenmiştir. Yeni kuvvet ve komuta yapıları, NATO Ajanslarının reformu, askeri yeteneklerin geliştirilmesine yönelik girişimler, İttifakın kriz mukabele süreçlerinin gözden geçirilmesi, NATO Karargahının daha etkin çalışma usullerine kavuşmasına matuf girişimler, İttifakın finansman mekanizmalarının etkinleştirilmesi bu iç dönüşüm sürecinin başlıca unsurlarıdır. Türkiye, güçlü bir savunucusu olmaya devam ettiği bu çabalara aktif katkıda bulunmaktadır.

İttifak bünyesinde savunma dönüşümü de devam eden bir süreçtir. Bu çerçevede, Muhtemel krizlere etkin ve hızlı müdahale edebilmek için yeteneklerin geliştirilmesi, NATO içindeki dönüşüm çabalarının esasını oluşturmaktadır. İttifak, konuşlandırılabilir ve kullanılabilir kuvvetlere ihtiyaç duymaktadır. Bu konudaki çabalardan biri 2002 yılında NATO tarafından alınan bir kararla olası krizlere ilk müdahale gücü olarak teşkil edilen NATO Mukabele Kuvvetinin (NMK) etkinliğini koruması yönündedir. 

Türkiye bu kuvvete kapsamlı katkılarda bulunmaktadır. Türkiye ayrıca, İstanbul’da Yüksek Hazırlık Düzeyindeki bir Kuvvet Karargahı (NRDC-T) kurmak suretiyle NATO Kuvvet Yapısına kapsamlı katkıda bulunmaktadır. Ülkemiz buna ilaveten, NATO Komuta Yapısı bünyesinde Hava Komutanlığına İzmir’de ev  sahipliği yapmaktadır. 

NATO Komuta Yapısının gözden geçirilmesine yönelik çalışmanın neticesinde de ülkemizin bir NATO Karargahına evsahipliği yapmasına devam etmesi öngörülmüştür.

3. Genişleme Süreci 

İttifak’a yeni üyelerin kabulü Vaşington Antlaşması’nın 10. maddesi çerçevesinde mümkün olmaktadır. Bu maddede, İttifak üyeliğinin getireceği sorumlulukları 
yerine getirmeye istekli ve bunun için gerekli yeteneğe sahip olan Avrupa devletlerinin oybirliğiyle alınacak karar temelinde NATO’ya üye olmaya davet edilebilecekleri öngörülmektedir. NATO’ya üye olmak isteyen ülkelerin aşağıdaki kriterlere sahip olmaları gerekmektedir.

- Demokratik siyasi sisteme ve piyasa ekonomisine sahip olmak,
- Anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümünü istemek,
- NATO operasyonlarına katkıda bulunmak,
- Demokratik sivil-asker ilişkisine sahip olmak.

1949 yılında 12 ülke tarafından kurulan NATO geçirdiği 6 genişleme süreci sonucu bugün 28 üyeli bir örgüte dönüşmüştür. Bu durum, İttifak’ın genişlemesinin dinamik ve devam eden bir süreç olduğunu göstermektedir.
Türkiye, İttifakın genişlemesinin Avrupa-Atlantik alanının bütününde güvenlik ve istikrarın daha da pekişmesine katkıda bulunduğuna inanmaktadır. Yeni üyelerin İttifaka katılımları, aynı zamanda özgür ve birleşik bir Avrupa’nın oluşturulması amacına hizmet etmektedir. Bu anlayış temelinde Türkiye, NATO’nun “açık kapı” politikasını başından beri desteklemiştir. Bu bağlamda Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Slovakya, Estonya, Litvanya ve Letonya’nın 2004’te, Hırvatistan ve Arnavutluk’un ise 2009’da NATO’ya katılmalarını memnuniyetle karşılamıştır.

Balkanlarda barış ve istikrarın pekiştirilmesi için bölge ülkelerinin Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmesi önem taşımaktadır. Bu çerçevede Türkiye, gerekli kriterleri yerine getirmeleri kaydıyla bütün Balkan ülkelerinin İttifak’a üye olmalarını desteklemektedir Arnavutluk ve Hırvatistan’la birlikte Üyelik Eylem Planına (MAP) dahil olan Makedonya‘nın üyeliğe davet edilmesi hususunda yaşanan ikili bir sorundan dolayı oydaşma sağlanamamıştır. Türkiye bu ikili sorunun bir an önce çözümlenmesini ve Makedonya’nın İttifak’a üye olmasını savunmaktadır.
3-4 Aralık 2009 tarihlerinde Brüksel’de düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları Toplantısında Karadağ Üyelik Eylem Planı’na (MAP) katılmaya davet edilmiştir. Karadağ ilk Üyelik Eylem Planı (MAP) döngüsü çerçevesinde bu ülke ilk Yıllık Ulusal Programını (ANP) Ekim 2010’da İttifak’a sunmuştur.
Bosna-Hersek (B-H) 22-23 Nisan 2010 tarihlerinde Tallin'de yapılan Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısında MAP’a katılmaya davet edilmiştir. Bu kararın alınmasında Türkiye bölge ülkeleriyle birlikte aktif rol oynamıştır. Ancak, B-H’nin MAP sürecinin fiilen başlatılması bütün savunma taşınmazı mülkiyetinin B-H Savunma Bakanlığının kullanımı için Devlet adına tescili koşuluna bağlanmıştır. 19-20 Kasım 2010 tarihlerinde düzenlenen NATO Lizbon Zirvesi sonunda kabul edilen Bildiri’de, Tallin Dışişleri Bakanları toplantısında alınan karar teyit edilmiştir. Bosna-Hersek’in Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmesi, bu ülkede ve Balkanlar’da istikrarın sağlanması açısından hayati önem taşımakta olup, ülkemizin bu sürece verdiği kuvvetli desteğin bir göstergesi olarak Saraybosna Büyükelçiliğimiz 2011 Ocak ayı itibariyle NATO Temas Noktası Büyükelçiliği sorumluluğunu iki seneliğine üstlenmiş bulunmaktadır.
Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen yeni Stratejik Konsept’te, genişlemenin müttefiklerin güvenliğinin yanısıra, barış içinde yaşayan, bütün ve özgür bir Avrupa hedefine katkıda bulunduğu, bu nedenle NATO’nun kapılarının kriterleri yerine getiren tüm Avrupa demokrasilerine açık olduğu vurgulanmış, demokratik değerler, bölgesel işbirliği ve iyi komşuluk ilişkilerini temel alan kalıcı barış ve istikrarın tesis edilebilmesi için Batı Balkanlar’ın Avrupa-Atlantik entegrasyonunun sağlanması amacı teyit edilmiştir

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***