Başkanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başkanı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2017 Pazartesi

YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “ TANINMA ” BÖLÜM 2



 YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “ TANINMA ” BÖLÜM 2




3.5. Müzakere Süreci ve GKRY’nin AB Üyeliği 

GKRY 1 Mayıs 2004 tarihinde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ne tam üye olmuştur. Türkiye tarafında aynı gün yapılan açıklamada, AB’ye katılacak olan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil etmeye yetkili olmadıkları, eşit statüye sahip Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs Adası’nın tamamı üzerinde yetki veya egemenliklerinin bulunmadığı, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği, kendi anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bulunan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil eden yasal hükümet olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Açıklamada ayrıca, Kıbrıs Türklerinin kendi ülke sınırları ve anayasal düzenleri içerisinde örgütlenmiş bir halk olarak, hükümet etme yetkisini ve egemenliklerini kullanmakta oldukları, bu çerçevede Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya devam edeceği ve Güney Kıbrıs’ın AB’ye girişinin Türkiye’nin 1960 Antlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerine hiçbir şekilde haleldar edemeyeceği ifade edilmiştir. 

BM Genel Sekreteri, 28 Mayıs 2004 tarihli iyi niyet misyonu raporunda, referandumlar sonrasında Kıbrıs Türklerinin durumunun uluslararası camia 
tarafından ele alınması gereğine işaret etmekte ve Kıbrıs Türklerine baskı uygulamak veya onları dünyadan tecrit etmek için hiçbir gerekçe 
kalmadığını kayda geçirmektedir. Bu çerçevede Kıbrıs Türklerine yönelik ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması için uluslararası camiaya ve Güvenlik 
Konseyi’ne kuvvetli bir çağrıda bulunmuş, Kıbrıs Türk tarafının kalkınmasını engelleyen ve onları dünyadan tecrit eden uygulamalara son verilmesini istemiş, 541 ve 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarının buna engel teşkil etmediğini vurgulamıştır. 

Genel Sekreter raporunda ayrıca, Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün siyasi eşitlik ve ortaklık temeline dayalı olması gerektiğini vurgulamış, Çözüm Planı’nın başarısızlığa uğramasının sorumluluğunu Kıbrıs Rum tarafına yüklemiş, Rum tarafının tutumunu sorgulamış ve gerçekten siyasi eşitliğe ve ortaklığa dayalı çözümü istemeleri halinde Rumların bunu dile getirmelerinin yeterli olmayacağını, aynı zamanda eylemleriyle de göstermeleri gerektiğini belirtmiştir. Rumların böylece Annan Planı’nı değil, esasen çözümü reddettiklerini de kayda geçiren Genel Sekreter, durumun kapsamlı bir değerlendirmeyi gerektirdiğini vurgulamış, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının müzakereler öncesinde, sırasında ve sonrasındaki olumlu tutumunu takdirle karşıladığını beyan etmiştir. 

4. MÜZAKEREYE TARAFLARIN BAKIŞI VE GETİRDİKLERİ ÖNERİLER 

GKRY Radyo Televizyon Kurumu tarafından 18-19 Mart 2006 tarihlerinde seçmen niteliği taşıyan 1200 kişinin katıldığı bir anket gerçekleştirilmiştir. 
Söz konusu anket, Kıbrıs Rum Halkının genel olarak Kıbrıs sorununa, Kıbrıslı Türklere, ülkemizin AB üyeliğine ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimine 
bakışına dair dikkat çekici ipuçları içermektedir. Anket sonuçlarından, başta gençler olmak üzere Kıbrıs Rum halkının önemli bir bölümünün Kıbrıslı 
Türklere sempati duymadığı ve onlarla tek bir çatı altında yaşamak istemediği ortaya çıkmıştır. Başta ABD, AB ülkeleri ve diğer ilgili taraflarca bile uzlaşmaz tutumuyla çözüme engel olduğu dile getirilen GKRY lideri Papadopoulos'a ve izlediği Kıbrıs politikasına destek verdikleri görülmüştür. 

GKRY'de yapılan anketlerde 18-25 yaş arasındaki Rum gençlerin %61’inin Türklerle birlikte yaşamak istemediklerini beyan ettikleri göz önünde 
bulundurulduğunda, Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde kapsamlı bir çözüm bulunması yönündeki çabalar açısından GKRY’de yerleşen “retçi” zihniyeti 
açıkça sergilemektedir. 

GKRY’de 21 Mayıs 2006 tarihinde milletvekilliği genel seçimleri gerçekleştirilmiştir. Seçimler hem Annan Planı üzerinde 24 Nisan 2004 
tarihinde düzenlenen referandumlardan sonra yapılan ilk genel seçimin galibi “Kıbrıs sorununun çözümünü reddedenler” olmuştur. 2004 yılındaki 
referandumlarda Annan Planı’nı savunan ana muhalefet partisi konumundaki DİSİ’nin oylarında 2001 yılına oranla %3.67 civarında kayıp olması dikkat 
çekicidir. Seçim sonuçlarının dikkat çeken bir diğer yönü, Rum lider Papadopulos’un başında bulunduğu DİKO partisinin oylarını % 3.07 
oranında artırmış olmasıdır. Bu partinin seçimlerde oylarını artırması, anılan retçi zihniyetin az da olsa GKRY’de tabanını genişlettiğine işaret etmektedir. 

Referandumlar sonrasında KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile GKRY lideri Papadopulos, 5 Eylül 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi Möller’in de hazır bulunduğu bir toplantıda bir araya gelmişlerdir. Cumhurbaşkanı Talat, toplantıda, 14 ayda 52 görüşme yapılmasına rağmen gelişme sağlanamadığını, Rum tarafının teklifi doğrultusunda bir-iki Teknik Komite ve Çalışma Grubu kurularak çalışmalara başlanması ve sürecin oluruna bırakılması halinde kapsamlı çözüm perspektifinden uzaklaşılacağını vurgulamıştır. Talat, iki tarafın kapsamlı çözüm perspektifi üzerine yoğunlaş malarının ve yükümlülük üstlenmelerinin önem taşıdığının altını çizerek, iki-iki buçuk ay sürecek hazırlık dönemini takiben müzakerelerin başlatılması ve 2008 yılı sonuna kadar kapsamlı çözüme ulaşılması yönünde bir öneri getirmiştir. Talat ayrıca, günlük yaşamı ilgilendiren Teknik Komitelerin de bu görüşme sürecinden bağımsız olarak bir an önce faaliyete geçmesini teklif etmiştir. 

Talat, ayrıca Ada’da kapsamlı çözümün, yerleşik BM parametreleri ve müzakere sürecinde ortaya çıkan müktesebat zemininde gerçekleşmesi gerektiğine dikkat çekerek, müzakerelere sıfırdan başlanmasının mümkün olmadığını kaydetmiştir. GKRY lideri Papadopulos, Cumhurbaşkanı Talat’ın önerilerini reddetmiş ve kısıtlı bir gündem çerçevesinde liderlerin belirli aralıklarla bir araya gelmesi şeklinde özetlenebilecek bir tutum sergilemiştir. 

KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 16 Ekim 2007 tarihinde New York’ta BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’la bir görüşme yapmıştır. Talat bu görüşmede Papadopoulos’un uzlaşmaz tutumuna atıfta bulunarak, Kıbrıs Türk tarafının kapsamlı çözüme ilişkin yaklaşımını izah etmiş, ayrıca Genel Sekreter’e Kıbrıs’ta iki taraf arasında olumlu bir atmosferin tesis edilebilmesi için bir Güven Artırıcı Önlemler paketi sunmuştur. 

AKEL lideri Hristofyas 17 Şubat 2008 tarihinde yapılan GKRY başkanlık seçimlerinde ilk turunda oyların %53.37’sini alarak GKRY başkanlığına 
seçilmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Talat 22 Şubat 2008’de BM Genel Sekreteri’ne muhatap mektubunda Kıbrıs Türk tarafının çözüm iradesini muhafaza ettiğini ve yeni bir müzakere süreci başlatmaya hazır olduğunu bildirmiştir. Başbakan Tayyip Erdoğan da BM Genel Sekreteri, AB Komisyonu Başkanı, BMGK daimi üyeleri ve AB devlet ve hükümet başkanlarına muhatap 6 Mart 2008 tarihli mektubunda esas olarak KKTC’nin çözüme yönelik yaklaşımını desteklediğini vurgulamıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile GKRY lideri Hristofyas, 21 Mart 2008 tarihinde gerçekleştirdikleri görüşmede Teknik Komiteler ve Çalışma Grupları kurulması ve üç ay sonra bir araya gelerek BM Genel Sekreteri’nin ‘İyi Niyet Misyonu’ çerçevesinde kapsamlı müzakerelerin başlatılması hususlarında mutabakata varmışlardır. 23 Mayıs tarihindeki görüşmede siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli, iki toplumlu federasyona bağlılıklarını teyit etmişler ve ortaklığın eşit statüdeki Türk ve Rum Kurucu Devletleri’nden oluşan, tek uluslararası kimlikli ve federal bir hükümete sahip olması konusunda vardıkları mutabakatı, Ortak Açıklama’ya dercetmişlerdir. Liderler, 1 Temmuz 2008 görüşmesi sonrasında yaptıkları Ortak 
Açıklama’da tek egemenlik ile tek vatandaşlık konularını görüştüklerini ve bu konularda prensipte anlaşarak uygulama detaylarını kapsamlı müzakereler çerçevesinde değerlendireceklerini belirtmişlerdir. 25 Temmuz tarihli Ortak Açıklama’da, Liderler, üzerinde anlaşmaya varılacak çözümün eşzamanlı ayrı referandumlara sunulmasını ve kapsamlı müzakerelerin 3 Eylül tarihinde başlatılmasını kararlaştırmışlardır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile GKRY lideri Hristofyas 3 Eylül 2008 günü bir araya gelerek, Kıbrıs’ta BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde kapsamlı çözüm müzakerelerini başlatmışlardır. Liderler 3 Eylül’deki açılıştan sonra yapılan toplantılarda federal düzeyde yasama, yürütme, yargı, kilitlenmeyi çözücü mekanizmalar ile bağımsız kurumlar konuları üzerinde durmuşlardır. Yönetim ve yetki paylaşımı konusunda üzerinde anlaşılan hususlar yanında, bazı esaslı konularda taraflar ciddi görüş ayrılıkları içinde dirler. Rum yönetimi, esas olarak güçlü bir “Federal Devlet”in erklerinde Rum ağırlığını dolaylı ya da dolaysız garanti altına alacak düzenlemelerde ısrar etmektedir. KKTC liderliği ise siyasi eşitlik ilkesinin Federal yapıda aşındırılması nın önüne geçecek biçimde temsil ve karar mekanizmalarında Kurucu Devletlerin etkin katılımını koruyacak ve kendilerini egemence yönetmelerini sağlayacak düzenlemeleri BM parametrelerine uygun biçimde savunmaktadır. Bu bağlamda, Rum yönetimi ortak listeyle seçilecek “Başkanlık Ofisi”, Yürütme’de ortaya çıkacak tıkanıklıkların çözüm sürecinde daha uzun süre Rum tarafında kalacak Başkanlık makamının oyunun belirleyiciliği, Yasama tıkanıklıklarında Rum ağırlıklı çözüm mekanizmasının karar alabilmesi gibi önerilerinde katı bir pozisyon benimsemekte, buna paralel olarak dış ilişkilerin yürütülmesi, hava ve deniz yetki alanları, hava ve deniz ulaşımı, liman ve havaalanlarının mülkiyeti gibi konularda da dayatmacı olmaktadır. KKTC tarafı, Kurucu Devletlere kalacak artık yetkilerin mümkün olduğunca geniş tutulması, Federal Yürütme’nin Annan Planı temelinde “Başkanlık Konseyi” biçiminde oluşumu, Kurucu Devletlerin yetki alanlarına dahil konularda dış ilişkiler kurmaları ve yürütebilmeleri, Yasamada ve yarıyargısal yetkili kurumlarda siyasi eşitlik ilkesinin gözetilmesi gibi hususları 
savunmaktadır. 

Diğer yandan, Rum yönetimi yeni ortaklığın hayata geçirilmesi ile ilgili ilke ve prosedürlerin belirlenmesini müzakerelerin sonuna bırakma eğiliminde ısrarcı görünmekte, KKTC tarafı ise bu noktanın bir an evvel açıklığa kavuşturulmasının önemine dikkat çekmektedir. Ayrıca, “normlar hiyerarşisi” konusunda KKTC tarafı, AB normları ve müktesebatının çözümün diğer veçhelerini aşındırmayacak biçimde ifade bulmasını, Federal yasalarla Kurucu Devlet yasaları arasında ise hiyerarşi bulunmamasını savunmaktadır. 

Rum tarafı, “mülkiyet” başlığı altında yürütülmekte olan müzakerelerde, göçmenlerin mülkleri üzerindeki haklarını kullanma biçimlerine kendilerinin 
karar vermeleri üzerinde ısrarcıdır. Kıbrıs Türk tarafı ise, mülkiyet rejimine ilişkin kriterlerin belirlenmesini, iade, tazminat ve takas yöntemlerinin belirlenecek ölçütlere göre iki kesimlilik ilkesini aşındırmayacak biçimde uygulanmasını, dolayısıyla yerleşik BM parametreleri ve Annan Planı düzenlemelerine riayet edilmesini savunmaktadır. Rum liderliği bu aşamada BM Güvenlik Konseyi tarafından da tanımı yapılmış olan iki kesimlilik ilkesini tanımadığı da dahil olmak üzere BM müktesebatı ve kapsamlı çözüm süreci prensipleriyle bağdaşmayan uzlaşmaz bir tutuma yönelmekte, Kurucu Devletler de mülkiyet çoğunluğu ölçütünü reddetmekte, nüfus çoğunluğu ölçütünü ise tartışma konusuna dönüştürmektedir. 

GKRY lideri Dimitris Hristofyas ile KKTC lideri Mehmet Ali Talat, Kıbrıs'ın bütünleşme sürecini hızlandırmak için 11-13 Ocak 2010’da Lefkoşa'da yoğunlaştırılmış görüşmelere katıldı. Görüşmenin gündem maddeleri arasında hükümet yönetimi, yetki paylaşımı, ekonominin bütünleşmesi konuları yer aldı. Rum ve Türk kesimleri liderleri ilk tur görüşmenin sona ermesinin ardından yaptıkları açıklamalarda görüşmede somut gelişmeler sağlanamadığını belirttiler. Görüşmeden önce Rum kesiminin, Türk kesimi liderinin ileri sürdüğü öneri paketini açık bir dille reddettiğini açıklaması, yoğunlaştırılmış görüşmelerden olumlu sonuçların çıkması yönündeki beklentilere gölge düşmesine neden oldu. 

SONUÇ 

Açıklamalardan anlaşılacağı üzere GKRY, AB’ye dahil olduktan sonra KKTC üzerindeki ambargo ve izolasyonların devamı yönündeki girişimlerine devam etmektedir. Türkiye’nin AB adaylık müzakerelerinin çıkmaza girmesi19 ve kilitlenmesi için çalışmalarına ağırlık vermiştir. Ayrıca adadaki görüşmelerin olumsuz sonuçlanması maksadıyla ince bir siyaset yürütmektedir. Amacı KKTC ekonomisinin gelişmesini engellemek, Türk halkını fakir ve GKRY’ye muhtaç duruma getirmek, ekonomik olarak kötü durumda olan halkla devleti karşı karşıya getirerek KKTC yetkililerinin azınlık statüsü içinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dahil etmektir. Bunu gerçekleştirebilmesinin önündeki en büyük engel Türkiye’dir. Bu nedenle 

19 Türkiye, 1963 Ankara Anlaşması’nı AB’ne 1 Mayıs 2004 tarihinde üye olan ve aralarında GKRY’nin de bulunduğu on yeni ülkeye teşmil edecek olan Uyum 
Protokolü’nü 29 Temmuz 2005’de imzaladı. Ayrıca bir deklarasyonla Uyum Protokolü’nün imzalanmasının GKRY’nin siyasi olarak tanınması anlamına 
gelmeyeceği kayda geçirildi. Halihazırda Uyum Protokolü paralelinde Türk liman ve havaalanlarının GKRY gemi ve uçaklarına açılmasına yönelik baskılar, Türkiye’nin üyelik müzakerelerine de yansıtılmakta olup, 8 fasıl bu gerekçeyle askıya alınmış durumdadır. 

AB Müzakere sürecini kilitlemekte ve Türkiye’yi kendi beklentileri doğrultusunda bir anlaşmaya yönlendirmeye gayret sarf etmektedir. 

GKRY AB üyesi olduktan sonra yaşanan süreç bize açık bir şekilde göstermekte dir ki Kıbrıs’taki mevcut statüko GKRY’nin lehinedir. 
Bu nedenle mevcut statükoyu bozmaya yönelik her girişimi engellemeye çalışmaktadır. BM öncülüğünde bu güne kadar yapılan görüşme ve müzakereler de elde edilen zemini kabul etmemektedir. GKRY’yi barış anlaşmasına zorlamak ve bebek adımlarıyla ilerlemekte olan Türkiye-AB müzakere sürecine olumsuz etkilerini kırmak için stratejide değişiklik yapmak gerekmektedir. Her zaman adil bir barış anlaşması peşinde gayret sarf etmek ve bu yöndeki girişimlerine devam edeceği emareleri vermek Rumların uzlaşmaz tutumunu kırmamaktadır. GKRY’nin uzlaşmaz tutumunu ortadan kaldırmanın tek yolu barış anlaşmasıyla ilgili çalışmalara devam ederken kararlı bir şekilde KKTC’nin tanınması yönündeki girişimlere ağırlık vermektir. KKTC’nin tanınması yönündeki girişimler barış anlaşması için yapılacak çalışmalara engel teşkil etmez. Tam tersine 
KKTC’nin öne sürdüğü Annan planıyla da resmileşmiş iki kesimli, iki kurucu devletli ve siyasi eşitliğe dayalı yapıya ve Türkiye’nin etkin garantörlüğü tezine hizmet eder. Çünkü KKTC’nin bazı devletler tarafından tanınması GKRY’nin en hassas tarafını oluşturmaktadır. Bu girişimler GKRY’deki endişeleri arttıracak, stratejinin en önemli unsurlarından bir tanesi olan ve kendi lehine işlediğini değerlendirdiği zamanın önemli bir risk oluşturduğunu görecektir. 

Tanınma Stratejisi BM Genel Sekreteri Annan’ın raporunda belirtildiği gibi “Rumlar gerçekten siyasi eşitliğe ve ortaklığa dayalı çözümü istiyorlarsa 
bunu sadece dile getirmelerinin yeterli olmayacağı, aynı zamanda eylemlerle bunu göstermeleri gerektiği” vurgulanmış olacaktır. Bu sayede Rumların 
görüşmelerde daha sonuç odaklı ve işbirliğine açık bir yaklaşım sergilemeleri sağlanabilecektir. 

Tanınma stratejisinde; KKTC’nin hukuki anlamda bazı devletler tarafından tanınmasını sağlamanın yanında, bu mümkün olmadığı takdirde tanınma imajı yaratacak sonuçlar almak da önemlidir. Tanınma stratejisinin amacı sadece KKTC’nin tanınmasının hedeflenmesi değildir. Esas olan oluşturulacak algıyla, Rumlar’ı makul bir anlaşma imzalamaya zorlamaktır. Bazı devletlerde ve uluslararası örgütlerde temsilciliklerin açılması, uluslararası toplantılara gözlemci olarak da olsa katılımın sağlanması bu imajı yaratacak yollar olarak sayılabilir. KKTC’de yabancı yatırımların arttırılması, uluslararası ticaret ve direkt uçuşların sağlanması ve turizmin geliştirilmesi de tanınma imajının oluşturulmasında etkili olacaktır. 

Rum Yönetimi 2006 yılında Katar’da büyükelçilik açmış, buna tepki gösteren Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasını istemeyen Katar, KKTC’ye de büyük elçilik açma izni vermişti. Rum Yönetimi 2009 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Endonezya, Küba, Brezilya ve Bulgaristan'da olmak üzere 6 büyükelçilik açtı. Fakat bu ülkelere yönelik olarak benzer bir çalışma KKTC tarafından gerçekleştirilemedi. En azından bu ülkelerde temsilcilik açılabilirdi. Şimdi ise Anadolu Ajansı'nın Rum basınına dayandırdığı haberinde, Güney Kıbrıs hükümeti, bu yıl Umman ve Slovakya'da büyükelçilik açmayı planlıyor. 2011 yılında Kuveyt ve Kazakistan'da, 2012 yılında ise Kanada'da büyükelçilik açılması programlanıyor. Dolayısıyla KKTC’nin yapması gereken girişim ve açılımları Rum Yönetimi gerçekleştiriyor. Çünkü Kıbrıs Rum Yönetimi’nin en büyük hassasiyeti 
KKTC’nin uluslararası alanda tanınması anlamına gelecek gelişmeler meydana gelmesidir. 

Kıbrıs Rum Mahkemeleri’ni adanın geneli için yetkili kabul eden ABAD’ın Orams davası hakkındaki görüşü, 05.03.2010 tarihli Demopoulos/Türkiye ve diğer 7 dava hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararıyla geçersiz hale geldi. Bu karar hukuki yollarla yaratılan tanınma imajının en yeni örneğidir. Karar KKTC’de Türkler tarafından oluşturulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu etkin bir iç hukuk yolu olarak tanımış ve Rumlar’ın mülkiyet meselelerini doğrudan AİHM’e getirmelerini engellemiştir. Bu elbette bir tanıma değildir, ancakOrams davasıyla Rumlar’ın lehine dönen ibreyi, KKTC lehine çevirmiştir. Mahkeme ‘bir yönetimin diğer devletler tarafından tanınmaması, o yönetimin yapmış olduğu idari ve hukuki tasarrufların tanınmayacağı anlamına gelmez’ demiştir. Yani KKTC’nin iç hukuk yolunu tanınmanın 

KKTC’yi tanımak anlamına gelmeyeceğini açıkça belirtmiştir. Ancak karar 
bu haliyle bile GKRY üzerinde bir baskı oluşturmaya yetmiştir. 

Sonuç olarak; KKTC ile GKRY arasında kalıcı ve adil bir barış anlaşması tesis etmek için mevcut statükonun değiştirilmesine yönelik yeni bir strateji 
belirlenmesi gerekir. Bu stratejide KKTC’nin tanınmasına yönelik girişimlere ağırlık verilmelidir. Bu girişimler uluslararası kuruluşlar nezdinde yürütüldüğü gibi devletler nezdinde de sürdürülmelidir. Tanınma KKTC ve Türkiye üzerindeki baskıların yönünü değiştireceği gibi, görüşmelerin ve müzakerelerin zeminini de değiştireceği için bir pazarlık marjı sağlayacaktır. Ayrıca GKRY’nin görüşme ve müzakere masasında belirli bir sonuca ulaşmak için yapıcı bir yaklaşım içine girmesi teşvik edilecektir. 

DİPNOTLAR;

1 Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü-Yarını (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1995), 1. 
2 Cumhur Evcil, Yavru Vatan Kıbrıs’ta Zaferin Hikayesi (Ankara: Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayınları, 1999), 1. Daha Geniş Bilgi İçin 
Bakınız. Necip Torumtay, “Kıbrıs Sempozyumu Açış Konuşması,” içinde Kıbrıs Sempozyumu Kitabı (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1998), 15. 
3 Rıfat Uçaral, Siyasi Tarih (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1987), 592. 
4 Ahmet C. Gazioğlu, Kıbrıs Tarihi İngiliz Dönemi (Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yayını, 1997), 76. 
5 Sabahattin İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu (İstanbul: Kastaş Yayınevi, 1998), 52. 
6 Orbay Deliceırmak, Yerinde Yeller Esen Anayasa (Ankara: 1997), 17. 
7 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (İstanbul: Alkım Yayınevi, 11. Baskı), 801-804. 
8 Ali Fikret Atun, İkinci Kıbrıs Seferi (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1999), 113. 
9 Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikası (İstanbul: Der Yayınları, 2006), 414. 
10 Bağımsızlık Deklarasyonu’nun metni:The Declaration and Resolituon adopted by the Turkish Cypriot Parliament on 15 November 1983-For the Liberty, equality, 
Dignity, and Security of Our People, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yayını. 
11 Armaoğlu, 20. Yüzyıl, 960. 
12 Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler,” içinde Türk Dış Politikası Cilt II, ed. Baskın Oran (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), 455-456. 
13 Atilla Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi ve Avrupa Birliği (İstanbul: Beta Yayınları, 2008), 298; İsmail, 150 Soruda, 330-331. 
14 Rauf Denktaş, Hatıralar, Toplayış (İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2000), 453. 
15 Atilla Sandıklı, “Tarihsel Bir Perspektif İçinde Kıbrıs Sorunu ve Avrupa Birliği,” Harp Akademileri Bülteni Sayı 200 (İstanbul: Harp Akademileri Basımevi): 16-17. 
16 Sönmezoğlu, Türk Dış, 622. 
17 http://www.milliyet.com.tr/hem-hayir-dediler-hemkorkuyorlar/siyaset/haberdetayarsiv/19.01.2010/33335/default.htm?ver=07 
18 http://www.milliyet.com.tr/yes-be-annem/siyaset/haberdetayarsiv/19.01.2010/33332/default.htm?ver=12 


KAYNAKÇA 


“İslam Ülkelerinden KKTC’ye Darbe.” Gazete Vatan, 26.02.2010 
“Terrorism In Cyprus.” The Grivas Diaries. H.M. Stationory Office: 1955. 1997 Yılı Sonu İtibarı İle Kıbrıs Sorunu. İstanbul: SİSAV Yayınları, 1998. 
AGSK, AB ve NATO İlişkilerinin Geleceği, Türkiye’ye Etkileri Sempozyumu. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 2001. 
Armaoğlu, Fahir. 20’nci Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt II: 1980-1990. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1992. 
Atun, Ali Fikret. İkinci Kıbrıs Seferi. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1999. 
Bağımsızlık Deklarasyonu’nun Metni: The Decleration and Resalution adopted by the Turkish Cypriot Parliament on 15 Novemder 1983-For 
The Liberty, Equality, Dignity and Security of our People. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yayını. 
Cemal, Hasan. “Bir Saatli Bombanın Tik Tak Sesi.” Milliyet Gazetesi, 07.07.2001. 
Cemal, Hasan. “Türkiye, Tuhaf Bir Çıkmaza Girmiş Durumda.” Milliyet Gazetesi, 08.07.2001. 
Deliceırmak, Orbay. Yerinde Yeller Esen Anayasa. Ankara: 1997. 
Denktaş, Rauf. Hatıralar, Toplayış. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2000. 
Dodd, Clement H. Cyrpus, The Need For New Perspectives. England: The Eothem Press, 1999. 
Dodd, Clement H. Storm Clouds Over Cyprus. England: The Eothem Press, 2001. 
Evcil, Cumhur. Yavru Vatan Kıbrıs’ta Zaferin Hikayesi. Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayınları, 1999. 
Gazioğlu, Ahmet C. Kıbrıs Tarihi İngiliz Dönemi. Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yayını, 1997. 
Gazioğlu, Ahmet C. Enosis Çemberinde Türkler. Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yayını,1998. 
Gazioğlu, Ahmet C. Enosise Karşı Taksim ve Eşit Egemenlik. Ankara: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yayını, 1998. 
Gazioğlu, Ahmet C. İngiliz İdaresinde Kıbrıs, Statü ve Anayasa Meseleleri. Lefkoşa: 1996. 
Gazioğlu, Ahmet C. Two Equal and Sovereign Peoples. Lefkoşa: 1997. 
Girit Oyunu ve Kıbrıs. İstanbul: Karadeniz Haber Ajansı Yayınları, 2000. 
İsmail, Sebahattin. 10 Soruda Kıbrıs Sorunu. İstanbul: Kastaş Yayını, 1998. 
Kabaalioğlu, Haluk. Avrupa Birliği ve Kıbrıs Sorunu. Yeditepe Üniversitesi Yayını. 
Karluk, S.Rıdvan. Avrupa Birliği ve Türkiye. İstanbul: Beta Yayınları, 1998. 
Kıbrıs Sempozyumu. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1998. 
Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü-Yarını. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1995. 
Küresel ve Bölgesel Kapsamda Sorunlarımız. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1999. 
Leloğlu, Duygu. “Ankara’ya Ağır Ceza.” Radikal Gazetesi, 11.05.2001. 
Necatigil, Zaim M. The Cyrrus Question and The Turkish Position in İnternational Law. New York: Oxford Universty Press, 1998. 
Sandıklı, Atilla. Türkiye’nin Dış Politikasında AB ve Alternatifleri. Harp Akademileri Yayınları, 2001. 
Stavrinides, Zenon. The Cyprus Conflict, National Identity and Statehood. Lefkoşa: 1999. 
Sürmeli, Merve N. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözünü Tuttu: Yetkili Kurum Taşınmaz Mal Komisyonu.” http://www.bilgesam.org/tr. 
Sürmeli, Merve N., Aslıhan P. Turan. “Kıbrıs’ta Mülkiyet Sorunu: Loizidou ve Orams Kararları.” http://www.bilgesam.org/tr. 
Şenoğul, Nahit. “AGSK, AB ve NATO İlişkilerinin Geleceği, Türkiye’ye Etkileri Sempozyumu Kapanış Konuşması.” içinde Sempozyum Kitabı. 
Harp Akademileri Yayınları, 2001. 
Torumtay, Necip. “Kıbrıs Sempozyumu Açış Konuşması.” içinde Kıbrıs Sempozyumu Kitabı. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1998. 
Turanlı, Rana. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ülke Etüdü. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 1997. 
Uçarol Rıfat. Siyasi Tarih. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1987. 

Bilge Strateji, Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010
http://www.bilgesam.org/incele/639/-yeni-kibris-stratejisi--taninma-/

***

YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “ TANINMA ” BÖLÜM 1



YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “ TANINMA ”, 
BÖLÜM 1 



The New Cyprus Strategy “Recognition” 
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI 


Özet: 

Türk dış politikasında, AB üyeliğinden, güvenliğe, uluslararası hukuktaki sorumluluğa kadar pek çok konunun hallindeki en büyük kilit nokta, Kıbrıs 
sorunudur. Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları zaman zaman kesintiye uğramış ve yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır. Türkiye’nin uzlaşmacı 
tavrı karşısında GKRY’nin çözümü zorlaştıran ayak direyici tavrı Annan Planı’nı oylamasında kanıtlanmıştır. Bu makalede, Kıbrıs sorununda çözümü zor bu duruma nasıl gelindiği tarihi bir perspektifle anlatılacaktır. Ayrıca, çözüm yolları rasyonel bir projeksiyonla ve tanımaya ilişkin yeni bir strateji ortaya konularak değerlendirilmeye çalışılacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, KKTC, GKRY, müzakere süreci, tanınma, Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar, Merkezi,BİLGESAM, Başkanı, 

GİRİŞ 

Türkiye’nin hızla gelişmesini sınırlayan en önemli sorunlardan birisi de hiç şüphesiz Kıbrıs Sorunu’dur. Türkiye ve KKTC’nin adada kalıcı ve adil bir barış antlaşması imzalanması için uyguladığı strateji ve yaptığı girişimler Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uzlaşmaz tutumu nedeniyle hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Özellikle GKRY’nin Avrupa Birliği’ne girişinden sonra elde ettiği durum üstünlüğü nü Türkiye ve KKTC üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanabilme avantajı Annan Planı gibi kapsamlı bir plana dahi hayır denmesine neden olmuştur. Kıbrıs Sorunu’nun çözümü için uygulanmakta olan mevcut strateji Rumları anlaşmaya yönlendirebilir mi? Sorunun ortaya çıkışından bugüne kadarki süre içinde, koşullarda ve dış politika ortamında meydana gelen gelişmeler yeni bir Kıbrıs stratejisinin belenmesini gerektirmekte midir? Yeni stratejinin hedefi ne olmalı dır?   

Ortaya konan problematiklere cevaplar bulabilmek için Kıbrıs adasının jeopolitiğini, Sorunu’nun ortaya çıkışını ve geçirdiği aşamaları incelemekte 
yarar vardır. 

1. KIBRIS’IN STRATEJİK KONUMU 

Yüzölçümü 9251 km2 olan Kıbrıs adası, Türkiye'ye 71 km, Girit adasına 550km, Kıta Yunanistan’ına 900 km., Suriye'ye 98 km, Mısır'a 316 km. uzaklıktadır.1 Kıbrıs adası, bu özellikleri ile; bölgede, deniz ve hava yolları üzerinde, batmayan dev bir uçak gemisi ve füzeler için rampa; Anadolu’nun güneyden işgali için adeta bir atlama taşı gibidir. Mersin ve İskenderun limanlarına giriş ve çıkışları etkili bir şekilde kontrol edecek konumdadır. 

Aynı şekilde Suriye ve İsrail liman ve sahillerinin güvenliği için de büyük değer taşır. Akdeniz’in doğusundaki deniz nakliyatının kontrolü açısından 
fevkalade önemlidir. Türk boğazları ile Süveyş Kanalı’nın Doğu Akdeniz’e açılması Kıbrıs adasının önemini daha da artırmaktadır. Ayrıca Kıbrıs, 
Ortadoğu petrolleri ile petrol nakliyatının kontrolü bakımından da çok önemli bir konumdadır. Ege Denizinde Yunan adaları ile kuşatılmış 

Yeni Kıbrıs Stratejisi “Tanınma” 

Anadolu’nun, güneyden de kuşatılmasını tamamlayan önemli bir adadır.2 

2. KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN KURULMASI 

307 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kıbrıs’ın yönetimi 1878 yılında, hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğu’nda kalmak kaydıyla, İngiltere'ye 
devredildi. Türkiye Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşmasıyla 1923 yılında tanıdı.3 1931’den itibaren Kıbrıslı Rumlar Yunanistan ile birleşme taleplerini dile getirmeye başladılar ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında da Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleştirilerek, tamamen bir “Elen” adası haline getirilmesi şeklinde özetlenebilecek olan “ENOSİS” kampanyasına hız verdiler.4 BM'den tek taraflı "self-determinasyon" (kendi kaderini tayin etme), Enosis lehinde bir karar elde edilememesi, Kıbrıslı Türklerin Enosis'e karşı direnişleri ve Türkiye'nin kendilerini desteklemekteki kararlılığı, Türkiye ile Yunanistan arasında müzakerelerin başlatılmasına imkan sağladı. 

Türkiye ile Yunanistan 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih'te anlaşmaya vardı. Londra'da İngiltere'nin ve Kıbrıs'taki iki toplumun liderlerinin onayı alındı. 
Bu şekilde ortaya çıkan Zürih ve Londra Anlaşmaları bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantisi ilkelerine dayandırıldı.5 Rum tarafı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu şekilde yaşamasına şans vermedi. Kıbrıs Türklerini devlet kurumlarından dışlamaya, izole etmeye, Ada’daki varlıklarını sona erdirmeye ve nihayet Yunanistan ile birleşme yolunu açmaya yönelik olarak girişimlere ağırlık verdi. Kıbrıs Türk tarihine “Kanlı Noel” adıyla geçen bu kampanya önceden hazırlanmış olan “ Akritas Planı ”na 6 dayandırıldı. 

15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Cuntası’nın desteğiyle EOKA lideri Nikos Sampson adayı Yunanistan'a bağlamak amacıyla Makarios'a karşı bir darbe gerçekleştirerek iktidarı kısa süreyle ele geçirdi. Kıbrıs'ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne kasteden bu hareket karşısında Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması çerçevesinde, önce İngiltere'ye ortak müdahale teklifinde bulundu. Türkiye, İngiltere'nin olumsuz cevap vermesi üzerine, Ada'daki Türklerin güvenliğini de dikkate alarak 20 Temmuz 1974 günü Barış Harekatı’nı başlattı.7 Böylece Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı önlenmiş ve Kıbrıs Türk halkının varlığı güvence altına alınmış oldu. 

BM gözetiminde kalıcı bir barış antlaşması imzalanması için taraflar arasında çok uzun süren görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler süresinde zaman zaman önemli tıkanıklar ve sorunlar yaşandı. Sorunların aşılması ve GKRY’yi barışa teşvik etmek için Kıbrıs Türk Halkı, ileride kurulacak muhtemel bir federasyonun Kıbrıs Türk kanadını oluşturmak üzere, 13 Şubat 1975'de Kıbrıs Türk Federe Devletini (KTFD) kurdu.8 

Zaman içinde Kıbrıs Türk halkı barış antlaşması için yaptığı girişim GKRY tarafından samimi bir karşılık bulmadı. GKRY’yi barışa zorlamak maksadıyla, "self-determinasyon" hakkına dayanarak ve siyasi eşitliği vurgulayarak 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kurulduğunu ilan etti.9 24 maddelik “Bağımsızlık Yeni Kıbrıs Stratejisi “ Tanınma ” Deklarasyonu” nu 10 KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğunu belirtiyordu. Bu yola gidilirken federasyon tezi muhafaza edildi ve Rum tarafına barış ve çözüm çağrısında bulunuldu. Bu nedenle tanıtım için kararlı ve yeterli girişimler yapılmadı. 


3. MÜZAKERE SÜRECİ 

3.1. Müzakere Sürecinin Başlangıcı 

KKTC Türkiye dışında diğer ülkeler tarafından tanınmadı ancak BM Genel Sekreteri’ni harekete geçirdi ve iyiniyet görevi çerçevesinde 1984 Ağustos 
ayında yeni bir girişim başlatmasını sağladı. Bu çerçevede Kıbrıslı Türk ve Rum yetkilileri ayrı ayrı görüşmek üzere Viyana'ya davet etmiştir. Genel Sekreter, taraflara Viyana Çalışma Noktaları diye bilinen belgeyi sunmuştur. Bu tarihten sonra, Kıbrıs sorununun çeşitli veçheleri tek tek değil, ayrılmaz bir bütün halinde ele alınmaya başlandı. 1985 yılında Kıbrıs Türk ve Rum taraflarında yapılan seçimleri müteakip, BM Genel Sekreteri taraflarla istişarelerde bulunduktan sonra 29 Mart 1986’da “Taslak Çerçeve Antlaşması”nı sunmuştur.11 Söz konusu Çerçeve Antlaşması, Kıbrıs’ta iki uluslu bir federal devlet kurulmasını, Rum Cumhurbaşkanı ve Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısının veto yetkilerinin olmasını ve Türk tarafının toprağının yüzde 29’un üzerinde bir oran olarak belirlenmesini öngörmüştür. 

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş 21 Nisan 1986’da, Türk tarafı için önem arz eden temel hususları dile getiren ve paketi bir bütün halinde kabul ettiğini bildiren bir mektubu Genel Sekreter’e göndermiştir. Denktaş 27 Nisan 1986 tarihli ikinci mektupla da antlaşmayı imzaya hazır olduğunu bildirmiştir. Rum Lider Kipriyanu ise önerilere yanıt vermeyerek uluslararası bir konferans çağrısında bulunmuştur. 

3.2. Fikirler Dizisi ve Müzakere Süreci 

Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları 1990 yılının ilk aylarından itibaren tekrar hareketlilik kazanmış ve giderek yoğunlaşmıştır. 

Bu çabaların sonucunda Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının da aktif katkılarıyla BM Genel Sekreteri Butros Ghali, "Fikirler Dizisi" adını taşıyan ve gayrı resmi nitelikte olan bir anlaşma çerçevesi taslağı oluşturmuş ve bunu taraflara iletmiştir. 1992 yılının Haziran ve Kasım ayları arasında New York'ta yapılan müzakereler, kapsamlı çözüme ilişkin özlü konular etrafında odaklaşmış, Kıbrıs'ta kurulacak yeni ortaklığın siyasal veçhesini içeren konular "Fikirler Dizisi"12 çerçevesinde ele alınmıştır. Fikirler Dizisi’nde iki federe devletten oluşan bir federal yapı çözüme esas alınmış; 1960 düzeninde de öngörüldüğü üzere, 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları muhafaza edilmiş; ayrıca “Federal Kıbrıs”ın Türkiye ve Yunanistan'a her konuda "most favoured nation" statüsü tanıyacağı belirtilmiştir. Çerçeve Anlaşmasının, iki tarafın mutabakatını takiben yapılacak Dörtlü Konferans'ta nihai hale getirilmesi ve 30 gün içerisinde de iki toplumda referanduma sunulması öngörülmüştür. Kıbrıs Türk tarafı 100 paragraflık Fikirler Dizisi’nin 91'ini kabul etmiş, diğer 9 paragrafı müzakereye hazır olduğunu açıklamıştır. Rum tarafı ise, Kıbrıs Türklerinin, federe bir birim olarak da olsa, ayrı bir yapıya sahip olmalarını ve Garanti Antlaşması’nın devamını kabul etmemiştir. 

Rum tarafında yapılan Şubat 1993 Başkanlık seçimlerini Fikirler Dizisi’ne karşı çıkarak kazanan Klerides, iş başına gelir gelmez Fikirler Dizisi'ni müzakere etmeyeceğini, esas tercihlerinin AB üyeliği yönündeki çabalarını yoğunlaştırmak olduğunu açıklamıştır. Nitekim bundan sonra, Rumlar AB üyeliği yönündeki gayretlerini, Yunanistan'ın da yardımıyla geliştirmeye başlamışlardır. GKRY, Mart 1995’te AB’nin adaylık statüsü vermesiyle tamamen AB üyeliğine odaklanmış ve tek yanlı bir kararla Kıbrıs Türk tarafı ile diyalogu kesmiştir. 


BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Temsilcisi aracılığıyla Mart 1997'de başlatılan dolaylı görüşmeleri takiben, BM Genel Sekreteri'nin yüz yüze görüşmeler için yaptığı çağrı üzerine 1997 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında yaklaşık birer hafta süreyle Denktaş ve Klerides, Troutbeck (ABD) ve Glion'da (İsviçre) bir araya gelmişlerdir. Troutbeck görüşmeleri sırasında AB Komisyonu'nun genişleme konusundaki "Gündem 2000" raporu ve GKRY ile 1998 başında tam üyelik görüşmeleri başlatılmasına ilişkin13 tavsiye kararı basına sızdırılmıştır. Türkiye ve KKTC tarafından AB'nin bu tutumuna karşı tepki gösterilmiş, bu bağlamda, 20 Ocak 1997 tarihli Türkiye-KKTC Ortak Deklarasyonu'nda öngörülen çerçevede, GKRY'nin AB üyeliği yönünde atacağı adımların KKTC'nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı 20 Temmuz 1997 tarihli Ortak Açıklamada kaydedilmiştir. Bu doğrultuda, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından 31 Ağustos 1998 tarihinde, soruna kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla Ada'daki iki devlet arasında bir Konfederasyon tesis edilmesi önerilmiştir.14 Öneri, Kıbrıs'taki iki devletin aralarındaki temel meseleleri çözmelerini müteakip ortak bir yapılanma gerçekleştirmeleri temeline dayandırılmıştır. 

3.3. Müzakere Sürecinin Kesilmesi ve Yeniden Canlandırılması 

Kıbrıs müzakere sürecinin yeniden canlandırılması girişimleri 1999 yılının ikinci yarısında hızlanmıştır. 3 Aralık 1999-10 Kasım 2000 tarihleri arasında 
Cenevre ve New York’ta 5 tur aracılı görüşme yapılmıştır. Beşinci turda, görüşmeler sürerken Cenevre'ye gelen BM Genel Sekreteri Annan 8 Kasım 
günü taraflara “Sözlü İfadeler” adı altında bir kağıt sunmuştur.15Kağıtta yer alan ifadelerin, sürecin içeriğiyle uyuşmadığı görülmüştür. Denktaş, Kıbrıs'ta 
iki ayrı egemen devlet, iki halk ve iki demokrasi bulunduğunu, aracılı görüşmelerin amacının kapsamlı görüşmelere geçilebilmesi için zemin 
hazırlanması olduğunu, ancak beş turda bunun yapılamadığını, görüşmelerin almış olduğu seyir nedeniyle ve Kıbrıs Türk tarafının ortaya koyduğu makul 
ve gerçekçi parametreler kabul edilmedikçe aracılı görüşmelere devam edilmesinde yarar görmediğini açıklamıştır. 

Cumhurbaşkanı Denktaş 8 Kasım 2001 tarihinde, Kıbrıs sorununa bir çıkış yolu bulunması amacıyla GKRY lideri Klerides’e mektup göndererek Ada’da yüz yüze görüşme önerisinde bulunmuştur. Bu çerçevede Denktaş, Klerides ile 4 Aralık 2001’de Ada’da ara bölgede bir araya gelmiştir. 

Görüşmenin sonunda BM Genel Sekreteri temsilcisi De Soto tarafından yapılan açıklamada, iki liderin 2002 Ocak ayı ortalarında Ada’da doğrudan görüşmeyi kabul ettikleri kaydedilmiştir. İki taraf arasında 6 tur olarak yapılan görüşmeler de, ağırlıklı olarak egemenlik, eşitlik, merkezi otorite ile kurucu devletlerin yetkileri hususları ele alınmıştır. BM Genel Sekreteri Annan, Cumhurbaşkanı Denktaş ve GKRY Lideri Klerides’le 3-4 Ekim 2002 tarihlerinde New York’ta bir araya geldi. Görüşmelerden sonra Genel Sekreter’in yaptığı açıklamada Kıbrıs sorununun basit bir çözümü bulunmadığı ve kapsamlı çözüme ulaşmak için taraflar arasında iki taraflı “ad hoc” nitelikteki teknik komitelerin kurulmasına karar verildiği ifade edilmiştir. 

3.4. Müzakere Süreci ve Annan Planı 

Annan, 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara, Annan Planı olarak da anılan “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” başlıklı belgeyi sunmuştur.16 

Gerek Denktaş’ın sağlık sorunları, gerekse Ankara’da yeni hükümetin kurulma çalışmaları nedeniyle Türk tarafının plana resmi bir yanıt vermesi gecikmiştir. Bu kritik şartlarda ortaya konan plan Türk kamuoyunda şiddetli tepki görmüştür. Planı müzakere zemini olarak kabul eden Rum tarafı ise, mevcut şekliyle kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. 

BM, Kopenhag Zirvesi’nden iki gün önce, 10 Aralık’ta gözden geçirilmiş, üzerinde ufak-tefek değişiklikler yapılan planı taraflara iletmiştir. Cumhurbaşkanı Denktaş, planının pek fazla değişiklik içermediğini, eski plan olduğunu açıklamıştır. Son dakikaya kadar çözüm çabalarının sürdüğü Kopenhag’da hem Rum hem de Türk tarafı plana imza atmayı reddetmiştir. 

BM Genel Sekreteri Annan, 26 Şubat 2003 tarihinde gittiği Ada’da Annan Planı’nın üçüncü versiyonunu taraflara sunmuştur. Genel Sekreter söz konusu planı ve planda öngörülen süreci kabul edip etmediklerini bildirmek üzere iki tarafı 10 Mart 2003 tarihinde Lahey’e davet etmiştir. 

Davet üzerine iki lider 10 Mart tarihinde Lahey’de bir araya gelmişlerdir. Anılan toplantıya Garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de katılmıştır. Görüşmeler öncesinde Papadopulos ve Denktaş, Annan planında yapılmasını istedikleri değişiklikleri BM yetkililerine iletmiştir. 

BM Genel Sekreteri, taraflara tadil edilmiş plan üzerinden 28 Mart tarihine kadar müzakereleri sürdürmelerini ve planın 6 Nisan tarihinde referanduma sunulması nı önermiştir. Görüşmelerde Denktaş, planla ilgili olarak Türk tarafının kaygı ve beklentilerini gündeme getirmiş, iki tarafın mutabık kalmasından sonra planın referanduma sunulabileceğini kaydetmiştir. Bu çerçevede, Denktaş, 28 Mart tarihine kadar görüşmelere devam etmeyi kabul etmiştir. Papadopulos da plandaki mevcut boşlukların doldurulması gerektiğini ifadeyle, görüşmelere devam etmeyi kabul etmiş, ancak Rum kamuoyunun aydınlatılması bakımından referandum için iki aylık bir kampanyaya ihtiyaç duyduğunu ileri sürmüştür. Yunanistan tarafından da desteklenen bu taleple, Rum tarafının referandumu Güney Kıbrıs’ın 16 Nisan tarihinde AB’ye Katılım Antlaşması’nı imzalamasından sonraya bırakmak istediği görülmüştür. Ancak Genel Sekreter, 11 Mart sabahı konunun çıkmaza girdiği sonucuna vararak görüşmelere son vermeyi tercih 
etmiştir. 

BM Genel Sekreteri Annan 1 Nisan 2003 tarihli raporunda doğrudan görüşmelerin sonuçsuz kalmasından Kıbrıs Türk tarafını sorumlu tutmuştur. 
16 Nisan tarihinde, Atina’daki AB Zirvesi’nde diğer 9 aday ülkeyle birlikte GKRY de AB ile Katılım Antlaşması’nı imzalamıştır. Böylece, Türk tarafının uyarılarına rağmen, GKRY’i çözüme teşvik edebilecek önemli bir unsur yitirilmiştir. 

BM Güvenlik Konseyi’nin 14 Nisan 2003 tarihli toplantısında BM Genel Sekreteri’nin 1 Nisan tarihli raporuna istinaden Kıbrıs konusunda bir karar 
kabul edilmiştir. 1475 sayılı bu kararın işlem paragraflarında taraflardan “BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde Annan Planı’ndan 
yararlanarak kapsamlı bir çözüme ulaşılması maksadıyla müzakerelere devam etmeleri” istenmiş ve Genel Sekretere iyi niyet misyonunu sürdürmesi yönünde destek verilmiştir. 

10–13 Şubat 2004 tarihleri arasında New York’ta yapılan görüşmeler, Türk tarafının olumlu ve yapıcı tutumu sayesinde başarılı geçmiş ve Ada’da müzakerelerin tekrar başlaması yolunu açmıştır. New York’ta varılan mutabakat, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının belli bir tarihe kadar Annan Planı’nı müzakere etmelerini, üzerinde anlaşmaya varılamayan noktalarda müzakerelere anavatan Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla devam edilmesini ve nihayet anlaşılamamış nokta kaldıysa bu alanlarda BM Genel Sekreteri’nin yetkisini kullanarak formüller üretmesi ve ortaya çıkacak nihai belgenin her iki tarafta ayrı ayrı, ancak eş-zamanlı olarak düzenlenecek referandumlarla Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının onayına sunulmasını içermiştir. Böylece, 1 Mayıs 2004 tarihinden önce çözüme ulaşılması ve AB’ne birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımı hedeflenmiştir. 

Müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’de referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken,17 Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir.18 Rum tarafının Plan’ı büyük bir çoğunlukla reddetmesinde GKRY lideri Papadopulos’un 7 Nisan 2004 tarihindeki halka seslenişinde Rum halkını “güçlü bir hayır” demeye çağırması ve Rum liderliğinin devlet eliyle sürdürdüğü “hayır kampanyası” da önemli bir etki yapmıştır. Sonuçta, Rum toplumunun reddi karşısında, BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

27 Mart 2015 Cuma

Atatürk ve Cumhuriyet - İLKE








YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

(Anayasa Mahkemesi Önceki Başkanlarından)


Büyük başarılarla tarihe geçen Osmanlı İmparatorluğu 36 padişah, 235 sadrazam ile 623 yıl sürmüş, baskıcı ve dinci kişisel yönetimin neden
olduğu gerileme ve yıkılma dönemindeki tutarsızlıklar, ekonomik güçlükler ve toprak kayıplarının içine düşürdüğü durumlara dayanamayıp yaşamına
son verilmiştir. Uygarlığın çağdaş olanaklarından yoksun kalan Osmanlı toplumu giderek kötülüklere düşmüş, savaşlarda yitirdiklerinin acılarıyla yürekleri dağlanan aileler umutsuzluk ve çözümsüzlükle kıvranmış, Batının sömürgesi işlemi uyulanan ülkemiz yayılmacı emperyalist dışgüçlerin işgaline uğramış, işbirlikçi iktidarın ihanetlerine eklenen isyanlarla karanlık tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüştü. Yokluk, düşkünlük ve yalnızlık yurtseverleri değişik düşüncelerle uğraştırırken öğrencilik yıllarından beri ülkesinin geleceğine ilişkin tasarıları olan Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Atatürk sevip saydığı, kendisine güvenen halkının başına geçerek müdafaa-i hukuk ruhu ve kuvay-ı milliye ateşiyle atıldığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Millî Mücadele adıyla anılan ölüm-kalım girişimini başlatmıştı.

Kimsenin önerisi, dayatması ve herhangi bir yardımı olmadan Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplayarak başladığı yolculuğa kendinin ustaca  9. Ordu Müfettişliğine (Sonra 3. Ordu oldu) atanmasını sağlamış, 19 Mayıs 1919’da çıktığı Samsun’dan sonra 22 Haziran 1919’da “Bu ulusun bağımsızlığını yine bu ulusun istenci ve direnci kurtacaktır.” açıklığını taşıyan Amasya Genelgesi’ni kaleme alarak Anadolu İhtilâlı bayrağını açmıştır. Bu kutsal yürüyüş 23 Nisan 1920’de tam bir hukuksal kurumlaşma olan TBMM’nin açılışıyla ilk evresini tamamlamıştır. Meclis’in açılması kanımca Cumhuriyetin kurulmasıdır.

Adı, 1921 Anayasası’nın 29 Ekim 1923’de değiştirilmesiyle konulmuştur. Cepheden cepheye koşarak yaşamını adadığı ülkesini düşmanlardan
kurtarıp esenliğe çıkarmayı amaçlayan Mustafa Kemal, geleceğe ilişkin düşüncelerini 1905’de arkadaşlarına (Ali Fuat Cebesoy anılarında açıklıyor), 1908’de gazeteci-diplomat Rus İvan Malinov’a (Prof. Dr. Şerafettin Turan Türk Dili dergisine yazdı), Erzurum Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu’ya anlatıyor: Türkiye’de cumhuriyet kurulacaktır, lâtin harfleri kullanılacaktır, kadınlar örtünmeden kurtarılacaktır. Bunlar konuşmalarının önemli bölümleridir. Öbür sözü de Kongre öncesinde  Mazhar Müfit Kansu’nun “Mücadele başarıya ulaşırsa yönetim biçimi ne olacaktır?” sorusuna hiç duraksamadan verdiği “Hiç kuşkusuz cumhuriyet!” yanıtıdır. 30 Ağustos 1922 zaferine İsmet İnönü’nün
önerisiyle “Başkomutan Meydan Savaşı”adı verilmişti. Zaferin getirdiği sonuçların Cumhuriyete giden yolu açtığı unutulmamalıdır.

1 Kasım 1922’de 308 nolu TBMM kararıyla saltanatın kaldırılmasını, sınırlarımızın kesinleştiren 24 Temmuz 1923 günlü Lozan Barış Antlaşması izlemişti. Kimi arkadaşlarının karşı çıkmasına, “saltanat ve hilâfeti kurtarma amacıyla girişilen savaş” görüşüyle padişah yandaşlığının değişik anlatımlarla öne sürülmesine ve Mustafa Kemal’i engelleme çabalarına ödün verilmemiş, gece üzerinde çalışılan metnin CHP Meclis Grubu ve TBMM çoğunluğunun benimsemesiyle 29 Ekim 1923’de cumhuriyet “hükûmet biçimi” olarak ilân edilmiştir. Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927’de toplanan CHP II. Büyük Kurultayı’nda, sonu Türk Gençliğine Sesleniş’le biten 36,5 saatlik Büyük Söylevi’nde bu oluşumu belgeleriyle,
destansı biçimde anlatır. Olaylara dayandırarak anlattığı gelişmeler, her alanda tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın amacına uygun bir yapılanmayı kanıtlamaktadır. 20 Nisan 1924 günlü, 491 nolu ilk Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşkilâtı Esasiye Kanunu)’nın, sonraki 1961 ve 1982 Anayasalarının I. maddesiyle cumhuriyet devlet biçimi olarak benimsemiş, anılan anayasaların sırasıyla 102/4., 9. ve 4. maddelerine göre cumhuriyet biçiminin değiştirilmesi önerisi bile yasaklanmıştır. Bu durum, yaşamsal önemin kanıtıdır.

NEDİR?

Cumhuriyet, yönetenlerin yönetilenler tarafından, denetlenmek ve değiştirilmek koşuluyla belli bir süre için seçildiği düzenin adıdır. Tam eşitlikçi bir yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisidir. Atatürk, 29 Ekim 1933’deki Onuncu Yıl Söylevi’nde “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” olarak nitelediği cumhuriyetin, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olduğunu Türk Ulusu’nun yaradılışına ve karakterine en uygun rejim bilinerek seçildiğini söylemiştir. 4 Aralık 1923’de “Biz bu cumhuriyeti kanla kurduk” sözünden sonra 1 Kasım 1928 TBMM’ne açış konuşmasında “... cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” demiştir.

Kişilikleri, eğitimleri ne olursa olsun Osmanlı ailesinde babadan oğula geçen ve nice kanlı olaylara neden olan yöneticilik artık ulusun kendi istencini yansıtan çağdaş bir düzeye yükselmiştir. 30 Ağustos zaferini kazanan TBMM Ordularının ulusuna armağanı olan cumhuriyetin sahibitüm Türk Ulusu’dur. Atatürk’ün özdeyiş değerli, çok anlamlı “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.” sözü hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeksizin ümmetten ulus düzeyine, kul kölelikten yurttaşlığa yükselen toplum ve insan öğesinin bölünmez bütünlüğünü ve özgün niteliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek kurulan cumhuriyet, yurttaşların dan kurumlarına değin yepyeni bir yapıdır. Anlayıştan ilkelere ve kurallara uzanan açılımında insan değerinin üzerine yaşamın vazgeçilmez gereklerini koyarak hak ve özgürlüklerle taçlandırmıştır. 20 Ocak 1921 günlü, 85 nolu TBMM Anayasası’nın 1. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın geleceğini eylemli biçimde kendisinin yönetmesi ilkesine dayanmaktadır” açıklığıyla hedeflenen cumhuriyet ve egemenliği gökten yere indirip gerçek sahibinin eline bırakan lâikliktir.

Cumhuriyet sözcük olarak hukuksal, toplumsal ve siyasal alanda genel bir anlam taşımakla birlikte ona asıl değerini veren uygulama biçimi ve nitelikleridir. Birçok devlet cumhuriyet adını taşımakta ve ulusal kurtuluş savaşı vererek dünyaya örnek olan ve “Türk Mucizesi” olarak adlandırılan başarının simgesi olamamıştır. Günümüzde kimi ruhsal ve beyinsel bozuklukların, kimi siyasal eğilimlerin, inanç katılıklarının, çıkarcılıkların ve aymazlıkla, sapkınlıkların yansıması olan karşıtlıklar, numaralandırma çabaları, bilinçsizliğin ve değerbilmezliğin ibret verici örneklerindendir. 10. Yıl Marşı ile övüncümüzü ve kıvancımızı coşkuyla açıklamamız, 1930’larda dünyadaki 12-13 cumhuriyetin önde gelenlerinden gösterilen Türkiye’nin gerçeklerinden kaynaklanmaktadır. Özellikle 1950 sonrası verilen ödünlerle yöneticilerin ağır kusurları sonucu cumhuriyet kan yitirmeye başlamıştır. 84. yıldönümünü kutladığımız günümüzde “100. yılını kutlayabilecek miyiz?” endişelerine tanık olmak üzücüdür. Atatürk’ü ve cumhuriyeti yeterince anlamadığımız, anlatamadığımız, değerlerini bilemediğimiz gerçeği, sorumluluğumuzu ve hepimizin yanlışlık ve yanılgılarını gündeme getirmektedir.

DURUM

Yanlış bir insan hakları, özgürlük, demokrasi, din, lâiklik anlayışı, duygusallık, inat, zıtlaşma, partizanlık ve kötü siyasetle toplumsal barış bozulmuş, en büyük insanlık suçu terörle ulusal dayanışma sarsılmış, gereksiz düzenlemelerle cumhuriyetin niteliklerinden arındırılması aymazlıkları yeğlenmiştir.
Cumhuriyet yalnız sözcük değildir. Nitelikleriyle bir bütündür. Anayasa’nın 
2. maddesinin “...demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir.”  dediği yapı,
cumhuriyetin tanımıdır. Bu kutsal yapıyı niteliklerinden soyutlamak, yalnız sözde ve kâğıt üzerinde bırakmak, açılımıyla ilgili maddelerden çıkararak yalnız tanımda korumak cumhuriyetten yararlananların, onu koruma andı içenlerin katlanabileceği bir durum değildir.

Tekil devlet yapısını, bir ulus gerçeğini, ülkenin tümlüğünü bozarak toprak koparıp ayrı devlet kurma çabasında olanlarla destekçileri iç ve dış odakları gözetirsek, eleştiri ve önerilerinin doğrultusunu kavrarsak karşılaştığımız tehlike daha iyi anlışılır. Dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, devletin dinden bağımsızlığını, aklın özgürlüğünü anlatan lâiklik asla din karşıtlığı
değildir. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere her tür hak ve özgürlüğün güvencesidir. Bağımsızlığın, demokrasinin, çağdaşlığın kaynağı; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı; eşitliğin, kardeşliğin, dostluğun, akılcılığın, bilimselliğin, barışın, uygarlığın en elverişli iklimidir. Laiklik sayesinde geldiğimiz ve ulaşmayı amaçladığımız güzellikler ve günler, köktendinci sömürücülerin kötülükleriyle kararmaktadır. Lâik Atatürk cumhuriyeti yönetiminin karşıtlarının eline geçmesi, koruyucularının ve sorumlularının bağışlanmaz tutumlarına bağlanmalıdır.
Gereksiz tartışmalarla zaman ve emek yitirilmekte, cumhuriyeti gönendirerek Türk Devrimi’nin temeli olan Atatürk ilkeleri güçlendirecek yerde karalama ve geçersiz kılma uğraşları sürdürülüp yaygınlaştırılmakta, Anayasa ile oynayarak AB ve ABD özlemleri doğrultusunda dinci düzenin yolları döşenmektedir.

Bizi dünya uluslar ailesi içinde onurlu ve saygın yerimize oturtan, her alanda Türk Devrimi’nin açılımlarıyla başka ülkelerde yüzyıllarca başarılamayan gelişmeleri 10-15 yıla sığdıran, yollar, demiryolları, köprüler, uçak alanları, kara, deniz ve hava limanları, hastaneler, okullar, üniversiteler, kitaplıklar kazandıran, günün olanaklarıyla donatıp yapılarla bayındır kılan, yabancıların yanında düşkün kalmaktan kurtaran cumhuriyet ulusal onurumuzun simgesidir. Cumhuriyetin kazandırdıkları olmasa AB üyeliği söz konusu olamazdı.
Günümüz dünyasında 54-55 müslüman çoğunluklu ülkelerden hiçbirinde islâmiyet Türkiye’deki kadar mutlu ve özgür yaşanmamaktadır.
Bu ülkelerin hepsindeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de vardır.

Hiçbir yurttaşın dinsel görevlerini ve dininin gereklerini yerine getirmesinde kamu düzenini olumsuz etkilemedikçe hiçbir engel ve sınır yoktur. Devletin
her görevi, her katı, ülkeninin her yeri herkese açıktır. 
Osmanlı döneminde azınlıkların dinsel görevlerinin vergi karşılığında yerine getirebildikleri, üç tür okul, beş tür mahkeme ve onbeş tür nikâh olduğu gözardı edilmemelidir.
3 Mart 1924 günlü, 429, 430, ve 431 nolu yasalarla cumhuriyetin dokusu güçlendirilmiş, 1926’de Medenî Yasa, 1928 ve 1937 Anayasa değişiklikleri
ve öbür yasalarla yapı tamamlanmıştır.
Günümüz Anayasası’nın “İnkılâp Kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesinde sıralanan sekiz devrim yasasının amacı “...Türkiye Cumhuriyeti nin lâiklik niteliğini koruma ve Türk toplumunu çağdaşlık uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma...” olarak belirtilmiştir. Bu yasaların Anayasaya aykırılıklarının ileri sürülememesi ve ancak TBMM’nce değiştirilip kaldırılabilme olgusu konunun önemini açıklamaya yeter.
Cumhuriyet bizim herşeyimizdir. Ama tehditler ve tehlikeler açıktır.

Cumhuriyet, Türkiye’nin kurtarıcı ve kurucusu, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış Atatürk’ten asla ayrılamaz. Niteliklerine asla dokunulamaz. Oy, seçim, iktidar ödünleriyle yozlaştırılamaz. Güvencesi Türk Ulusu, özellikle Türk Gençliğidir. 
Biçimsel bırakmamak, sorunların çözümlenmesinde en değerli kaynak olarak yararlanmak için en sağlıklı dayanaktır.

Özet değinmeleri içeren bu yazı cumhuriyetle kazandıklarımızı anımsatırken cumhuriyet olmasa, padişah-halife ya da bir dikta heveslisinin elinde kalsak ne olacağımızı düşündürmeli ve görevlerimizi daha iyi yapmamız konusunda uyarıcı sayılmalıdır.
Yoksa, cumhuriyetin tanımından başlayıp siyasal, ekonomik, toplumsal, bilimsel, askerî alanlarda binlerce başarısını örneklerle, kanıtlarla anlatmak olanağı vardır. Başarısızlıklar cumhuriyet kurumunun değil, yönetcilerin ve sahip çıkması gerekenlerindir.
Ne var ki lâik cumhuriyet karşıtları yönetimi ele geçirmişlerdir. Geldikleri yerler, kullandıkları yetkiler, medyanın büyük kesimine yuvalanmaları, kimi üniversiteler de ve devlet organlarında etkinlikleri gözetilirse bunlara dayanan temelinin ne ölçüde sağlam olduğu kabul edilir.
Dinle bir tutulan sıkmabaş için Anayasa hazırlıklarına girişildiği günümüzde ABD baskıları, AB dayatmaları, terör ve ılımlı islâm açılımlarıyla sorunlar ağında olduğumuz kuşkusuzdur. Kapitülâsyonları, sömürge düşkünlüğünü, yeni mandacıları, Sevr’i unutmayıp Lozan’ı özümseyerek Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza değin bağımsız yaşatmakyurtseverlerin insanlık borcu ve yurttaşlık görevidir. 

http://www.mayadergisi.com/wp-content/themes/NewsDaily/arsiv-files/246yektagungorozden.pdf

.