MÜDAFAA-İ HUKUK, YA DA MİLLETİN HAKLARININ MÜDAFASI (II)
Bayram Ankaralı,
Çoban Ateşleri,
4.6.2004
“Paramız yok, dediler, bulunur, dedi..
Ordumuz yok, dediler, kurulur, dedi..
Düşmanımız çok, dediler, YENİLİR, dedi...”
Bugün gelinen noktadan çıkışın günümüz siyasal değişimleri ve basit manevraları ile olmayacağı muhakkaktır.
Ülkenin en önemli kurumları 50-60 yıllık bir bozulma sürecinin odağında son aşamaya gelmiştir.
Cumhuriyetin temel esasları dahi tartışılır konuma taşınmaya başlanmış, artık idarenin yabancı unsurlara terk edilmesi istenilir olmuştur.
Türkiye'nin kurtuluşu tıpkı Kurtuluş Savaşında ortaya çıkan durum gibi yine Milli
unsurların hakimiyeti, bir başka deyişle; Hakimiyet-i Milliye çerçevesinde olacaktır.
Bunun tecellisi için, öncelikle mihrakları ve temsilcilerini gerçek mevkilerine koymak gerekir.
Türk Milletinin temel ortak paydası "milli misak" olarak tüm millete anlatılacak ve ortak paydada birleşme sağlanacaktır.
Vatan kavramı, kasaba ya da şehir hemşehriciliği gibi sinsi bölünmeleri tetikleyecek tarifinden çıkartılarak, gerçek anlam ve değeri Türk Milletine anlatılacaktır.
"Bu topraklar iyi niyetli himmetlerin tohumlarını hiçbir zaman filizsiz bırakmamıştır…"
Tarihin hiçbir döneminde MİLLET olamamış, Millet olarak varlık gösterememiş topluluk ve cemaatlerin, Millet düşüncesine karşı durması ve dünya kurulalı beri tarihte bütün mücadelenin “Milletler arasında” olduğu gerçeğini saptırması tabiidir.
Türk milletinin bu toprakları vatan belleyen her ferdi elini taşın altına koyacak,
oluşturulacak “Milli Hükümet” ile kangren olmaya yüz tutmuş yaralar tımar edilmeye başlanılacaktır.
Artık Türkiye’de mücadelenin adı; Sağ-Sol mücadelesi değildir. Mücadele ve ayrılık; Milli güçlerle Gayri-milli güçler arasındadır.
Ülkeler ve Milletler arasındaki ilişkiler asla ve asla hissi temellere dayandırılamaz. Dış dünya ile ilişkiler, karşılıklı çıkarlar esasına dayanmak zorundadır. İçeride ve dışarıda belirli güç odaklarının kendi çıkarları doğrultusunda kararlar vermesi durdurulacak, milli değerleri ve çıkarları içeren hareket noktaları uygulamaya geçirilecektir.
Türk milleti gerçeklerle buluşturulacaktır. On yıllardır bilinçli bir şekilde çekilen sis perdesi, milletin önünden kaldırılacak, bilginin bilince dönüşmesi sağlanacaktır.
Günün şartlarını en iyi biçimde değerlendirip, ülkenin yönetimini ele geçiren odakların, gerçek Türkiye'ye ve Türk Milletine karşı dışarıdaki güçlerle yaptığı işbirliği ve dayanışmayı, milletin lehine çevirmek, yine milletin gerçeklerle buluşmasıyla mümkün kılınacaktır.
Bu noktadaki temel esas, milli güçlerin ortak paydada birleşmesidir. Bu birleşme yukarıda saydığımız esas paydada olmalı, kısır çekişmeler bir tarafa bırakılarak temel hedef etrafında birleşilmelidir.
Hiç vakit kaybedilmeden Gümrük Birliği anlaşması iptal edilecek ya da tek taraflı bir anlaşma olmaktan çıkartılacaktır. Anlaşmanın ülkemiz adına sorumluları gerekli cezai kovuşturmaya tabi tutulacaklardır.
AB karşısında ülke olmanın gerektirdiği onurlu siyaset uygulamaya konulacak, gerekirse adaylık başvurusu geri çekilerek AB’nin siyasi manevra kabiliyeti zayıflatılacaktır.
AB süreci içinde bugün neredeyse temel ülke politikası haline getirilen tek yanlı
bağlanmanın, üstelik yeni bedeller karşılığında sürdürülmesi kabul edilemez. AB'ye girişin ülkemizden neleri götüreceği tartışılmaktan çok, suni ifadelerle "AB'ye nasıl kendimizi kabul ettiririz" tartışılmaktadır.
Ülkenin en önemli ve tartışmasız en temel değeri olan bağımsızlık olgusu paylaşıma açılamaz.
Bugün Kıbrıs’ın, yarın Ege’nin ve diğerlerinin (Ermeni Tasarısı, Ruhban Okulu,
Patrikhane, azınlıklar konusu ve hatta Pontus) Türkiye’ye dayatılması, gerçekleştirilmesi için akıl ve insanlık dışı tüm yöntemlerin denenmesi, mantıklı birliktelikten çok tahakküm anlamına gelmektedir. Verilen her taviz "cepte" farzedilerek yeni tavizler ve kazanımlar peşinde koşan AB politikası iyi okunmalı ve Türk Milletine gerçekler anlatılmalıdır.
Türkiye, Soğuk Savaş döneminin zorunlu bağımlılığı yansıtan görüntüsünden
kurtarılacaktır.
Unutulmamalıdır ki, Soğuk Savaş sonrasında bütün dünyada milli çıkarlar ve milliyetçilik öne çıkmıştır.
Ortak diplomasiye, stratejiye ve politikaya dayanmayan “stratejik ortaklık” yakıştırmalarına
bağlanarak, ülkemizin bugünü ve geleceği ipotek olarak verilemez.
Türkiye, milli güvenlik stratejisini ekonomiden kültüre, hukuktan siyasete geniş bir çerçevede yeniden ele alacak, buna dayanarak kendi konumunu yeniden belirleyecektir.
Temel düşünce ve politika “Türkiye merkezli bir dünya” ekseni etrafında oluşturulacaktır.
Türkiye, spekülatif finans sermayesinin ve sıcak paranın oyun alanı olmaktan
çıkarılacaktır. Spekülasyon amaçlı para hareketleri, yasal denetim altına alınacak, para piyasasında yapılacak köklü bir düzenlemeyle, piyasanın sıcak paracı olmaktan çıkıp, Türkiye’nin kalkınmasını besleyecek bir yapıya kavuşması sağlanacaktır.
Ekonominin bütün kaynaklarını rantiyelere ve ülke dışına yönlendiren, ekonomik
büyümenin, kalkınmanın ve adil gelir dağılımının önünde büyük bir engel oluşturan kamu iç ve dış borç ödemeleri yeniden yapılandırılacaktır.
Temel amacı Türk ekonomisini ve sanayisini küresel yayılımcı sermayeye ve tröstlere bağımlı kılmak, bu çerçevede borç tahsilatına yönlendirmek olan IMF programı mümkün olan en kısa zamanda sonlandırılacaktır.
Dış ticarette komşu ülkelerin ve Asya’nın payı arttırılacak, AB’nin bu alandaki ağırlığı dengelenecektir.
Türkiye, kalkınmasının finansmanı için iç kaynaklara yöneltilecektir.
Marşal programından bu yana üretmeden tüketen bir toplum haline getirilmeye çalışılan Türk toplumunun kurtuluşu "İHTİSAS ÜRETİMİNDEDİR". Kaynağı kendimizde olan temel bazı üretim alanları seçilerek tüm güç ve ihtisaslaşma bu alana kaydırılacak, bu temel üretim kalemlerinde Dünya lideri olma yoluna gidilecektir.
Türkiye zaman geçirmeden "YÜKSEK TEKNOLOJİ" üretimine başlatılacak, bu alanda çağın ilerisine gidebilecek kadro ve altyapı sağlanacaktır.
Zaten Gümrük Birliği sorununun çözülmesi ve sıcak paranın denetim altına alınmasıyla Türk ekonomisinin dış finansman ihtiyacı çok azalacak, hatta ortadan kalkacaktır.
Türkiye, terk ettiği planlı kalkınma sürecine DPT’nin teknik öncülüğünde geri dönecek, sanayileşme ve çöken tarımın yeniden canlandırılması hamleleri başlatılacak, milli hedefler tüm milletin top yekün hedefi olarak ortaya çıkarılacaktır.
IMF ve Dünya Bankası’nın reçetelerine göre belirlenmiş olan özelleştirme stratejisi Türkiye’nin sanayi ve tarımda güçlü olma hedefi ve millî güvenlik ihtiyaçları dikkate alınarak, yeniden gözden geçirilecektir.
Kamu işletmelerinin ne pahasına olursa olsun satılması anlayışı terk edilecektir.
Stratejik özelliğe sahip, entegre ve büyük katma değerler yaratan kamu işletmeleri, finans, tarım kuruluşları ile yer altı zenginliklerimizin işletmeleri Türk milletinin ekonomik kaleleridir. Küresel politikalara direnç gücüdür.
Bugün içinde bulunduğumuz borç batağından kurtuluşumuzu sağlayacak kaynaklardır.
Bunların özelleştirilmeleri, hele yabancılara satılmaları Türkiye’nin gelecekte dışa bağımlılığını arttıracaktır. Dış baskılara karşı direncini azaltacaktır. Bu kuruluşlar ve kaynaklar özelleştirileceğine, geliştirilecek ve ortaya çıkan artı değer milletin çıkarlarına tahsis edilecektir.
Milli teknoloji üretiminin öncelik kazanması, buna ilişkin araştırma-geliştirme
çalışmalarının ulusal planlama kapsamında desteklenmesi ve milli savunma sanayinin geliştirilmesi vazgeçilmez hedefler arasında yer alacaktır.
Milli enerji politikası ve stratejisi geliştirerek, bu alandaki yanlış yönlendirmeler
terkedilerek, kendi kaynaklarımızın önceliğinde en uygun enerji üretimi sağlanacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği ve ısrarla savunduğu “Milli kültür şuurunun”, toplumsal hayatımızın vazgeçilmez unsuru olması gerektiği daima hatırlanmalıdır.
Yabancı kültürlerin tahrip edici etkilerinden uzak, kendi tarih ve coğrafya birikiminin bir eseri olarak, ekonomiden siyasete tam bağımsızlık ilkesine dayanan “milli kültür şuuru”, yabancı kültür dayatmaları karşısında yeniden etkinliğe kavuşturulacaktır. Unutulmamalıdır ki, kültürel başkalaşım (asimilasyon), bir milletin yok olmasında en temel etkenlerden biridir.
Çağın ilerisinde olabilecek nesiller yetiştirilmesi için Milli Eğitim sistemi ve müfredatı yeniden hazırlanacaktır.
Ülkenin toplumsal ve kültürel değerleriyle barışık, milletine tepeden bakmayan, Batı hayranlığını tek varlık nedeni saymayan, benlikli ve kimlikli nesiller ülkemizin gelecekteki en önemli sermayesi olacaktır.
Oluşturulacak "milli kimlik şuuru" milletle bütünleşerek yaşayacak, milletin uçlar arasında savrulmasını (ifrat-tefrit), ülkenin tarihi ve kültürel değerlerinden uzaklaşmasını engelleyecek düzeyde etkin olacaktır.
Ticarileşmiş, ahlaki değerlerden yoksun ve kozmopolit bir kültürün sürekli baskısı karşısında milli kültürün yıkıma uğratılması engellenecektir.
Zihinleri esir ederek, materyalist imajlar yaratarak (tüket ve mutlu ol), milli değerlere ve onun kültür ürünlerine yaşama hakkı tanımayarak, öncelikle çocuk ve gençleri tutkulu ve bağımlı kılarak, tüketerek mutluluğun yakalanabileceğini (sürekli satın alarak ya da almaya çalışarak yakalanan mutluluğu da süratle tüketerek) aşılayarak yaratılan küresel kültür ortamına, milli kültürle dur denecektir.
Yabancı dille eğitim yanlışından behemehal vazgeçilecektir. Türk dilinin ve kültürünün gelişimini sağlayarak, yaygın ve etkin bir eğitim sistemi kalıcı hale getirilecektir.
Kültür alanında kendi ürettiklerinin değerini bilen, onu yücelten ve gelecek kuşaklara aktarma hedefini taşıyan nesiller yetiştirecek bir eğitim sistemi yeniden hayata geçirilecektir. Vatana ve millete bağlılık bilincini sarsılmaz biçimde oluşturabilecek, tarih ve kültür bilinci kazandıracak bir eğitim sistemi oluşturulacaktır.
Günün ve geleceğin dünyasına, milli değerlerine sahip çıkarak, milli kimliğiyle katılabilen bir neslin yetiştirilmesi temel hedef olacaktır. Bu hedefin temel dayanağı,”Milli Kültür Şuuru” dur.
“Milli Kültür Şuuru“; bağımsız, kimlikli ve benlikli olmanın, ortak tasada, ortak hedefte birlikte olmanın, beraberliğin adıdır. Bu amaç, bu ülkenin tüm değerleriyle yoğrulmuş her bireyin arzusu olmak zorundadır.
Her geçen gün, an be an, Türkiye’nin aleyhine işlemektedir. Bir an önce harekete geçilmesi, bütün milli güçlerin, her türlü görüş ayrılıklarını geride bırakarak, güçlerini ortak bir paydada birleştirmeleri, bütün varlığını bir noktada toplamaları zorunluluk haline gelmiştir. Kuvay-ı Milliye ruhuyla yeniden hep beraber bir Milli Kurtuluş duyarlılığı ve politikası ortaya çıkartılmalıdır.
Hakimiyet-i Milliye'nin tecellisinden korkan güçler zaman zaman suni gündemlerle, zaman zaman da doğruları yanlış odaklara söylettirerek sulandırma politikasıyla, bu tecelliyi geciktirmeye, törpülemeye, içini boşaltmaya çalışmaktadırlar.
Gün Uyanık olmak ve birleşmek günüdür...
4.6.2004
*****