8 Ocak 2021 Cuma

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 2

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ BÖLÜM 2




Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Av. Dr. Deniz AKÇAY, Hocalı Katliamı, Birleşmiş Milletler Üyeliği, Güvenlik Konseyi Kararları, Minsk Grubu,

2) Minsk Grubu’nun Çözüm Arayışı: “Ortak Devlet” Formülü ve Devam Eden Görecelilik 

Self-determinasyon formülünü gündeme getiren 1996’daki AGİT Lizbon  Zirvesinden iki yıl sonra, Minsk Grubu, Dağlık Karabağ sorununun, bir “Ortak Devlet” (Common State) formülü çerçevesinde çözümlenmesini önermiştir.17 
“Ortak Devlet” önerisinin, aslında, Lizbon Belgesi ile Minsk Grubu’nun gündemine yerleşmiş olan self-determinasyon formülünün bir varyasyonu olarak algılanması gerektiği düşünülmektedir. 
Beş sayfalık “Ortak Devlet” formülünde yer alan ilke ve düzenlemelerden, kanaatimizce, aşağıdakiler önem taşımaktadır: 
-“Devlete” dönüştürülecek olan Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan sınırları içinde yer alacaktır.18 
-Azerbaycan ile Ermenistan aralarında imzalayacakları bir anlaşma ile Azerbaycan ile Dağlık Karabağ’ın sorumluluk alanlarını ve bu çerçevedeki gerekli yetki devirlerini belirleyeceklerdir. 
-Dağlık Karabağ, ticaret, kültür, bilim, spor ve insancıl konular alanlarında üçüncü devletler ve uluslararası örgütlerle doğrudan (direct) ilişki kurmak ve bunların nezdinde temsilci bulundurmak hakkına sahip olacaktır. Ayrıca, Dağlık Karabağ’ daki siyasi partiler ve sosyal kuruluşlar da yabancı ülkelerdeki benzer kuruluşlarla ilişki kurabileceklerdir. 
-Dağlık Karabağ, Azerbaycan’ın yabancı devletlerdeki büyükelçilik ve konsolosluklarında temsilci bulundurmak hakkına sahip olacaktır. 
Gerçek bir “Ortak Devlet”ten çok, devlet içinde devlet kurulmasına yönelik bu “öneride”, ileride Dağlık Karabağ “yönetiminin” doğrudan ya da başka vesilelerle, dolaylı olarak, düzenleyeceği bir referandumla Ermenistan’a bağlanmayacağı konusunda herhangi bir güvence de öngörülmemektedir. 
Belirli bir devletler hukuku ilkesine dayanmadığı gibi, ulusal, uluslararası ya da bölgesel bir “iradenin destekleyici girişimlerinin” yokluğunun bu tür bir “ülkesel montajın” sürdürülebilir olamayacağının bilincine varılmış olacak ki, Minsk Grubu’nun sonraki açıklamalarında, bir yerde, devlet içinde devlet kurulmasını öngören bu “öneriye” artık atıfta bulunulmamaktadır. 
Buna karşılık, üzerinde ısrarla durulan ve bazı yan ilkelerle de çerçevelenen self-determinasyon ilkesi, Minsk Grubu’nun vazgeçilmeyen çözüm parametresi olarak kalmaktadır. Nitekim ABD’deki United States Institute of Peace’in 1998 yılı raporunda, çeşitli yan ilkelerle de desteklenmiş olan selfdeterminasyon kavramı uyuşmazlığın çözümünde sabit bir araç ve hedef olarak takdim edilmektedir: 
“Bu toprak bütünlüğü meselesi ulusal self-determinasyon ile özerkliği bir araya getirmelidir.19” 

Diğer bir deyişle, bu öneriye göre Azerbaycan’ın ülke bütünlüğünün güvence altına alınabilmesi, ancak Dağlık Karabağ’ın ulusal self-determinasyonu ile birlikte değerlendirildiği takdirde mümkün olacaktır. Doğal olarak, bu tür bir yaklaşımın sadece BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 kararlarını değil, devletler hukukunun temel ilkelerini de izafileştirdiği söylenebilir. 
Ayrıca, bu yaklaşımın dayandığı “ulusal self-determinasyon” kavramı, Dağlık Karabağ nüfusunu ayrı bir “ulus” olarak değerlendirmeyi gerektirmektedir. Ancak, bu tür bir yaklaşımın tarihsel, siyasal ve hukuksal gerçekler açısından da yanlış bir tanımlama olacağı açıktır. Esasen gerek BM organları, gerek ilgili devletler ya da Minsk Grubu bu tür bir “tanımlamayı” ileri sürmemiştir. 

3) BM Genel Kurulu’nun Dağlık Karabağ Sorununun Çözümüne İlişkin  Çizdiği Çerçeve: 14 Mart 2008 tarihli ve 62/243 sayılı Karar 

    Dağlık Karabağ uyuşmazlığına çözüm arayışı sürecinde kaydedilen bu olumsuz gelişmeleri değerlendiren BM Genel Kurulu 2008’de gayet kapsamlı bir karar kabul ederek uyulması gereken ilkeleri sıralamış, önemli ölçüde de Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul etmiş olduğu kararlarda yer alan ilkeleri tekrarlamıştır. 
Ancak Genel Kurul, bununla yetinmeyerek, ortaya çıkan olumsuz gelişmelere dikkat çekmiş, ayrıca, bazı önlemlerin acilen alınmasını da istemiştir. 

Bu çerçevede, özellikle, aşağıdaki hususları vurgulamıştır:20 
-Kararın ikinci işlem paragrafındaGenel Kurul, Ermenistan’ın işgal etmiş olduğu Azerbaycan topraklarındaki askerlerini derhal (immediate), tamamen (complete) ve koşulsuz (unconditional) olarakgeri çekmesini istemektedir (demands). 
-Kararın beşinci işlem paragrafında,Azerbaycan topraklarının işgalini hiçbir devletin tanımaması gerektiğine (shall not recognize) dikkat çekmektedir. 
-Kararın altıncı işlem paragrafında, Minsk Grubu’nun uluslararası arabuluculuğunu desteklediğini belirtmekle birlikte, Grubun önereceği çözümün devletler hukukunun norm ve ilkelerine uygun olması (in compliance with the provisions stipulated above) gerektiğini vurgulamaktadır. 

Minsk Grubu’nun 1996 yılından itibaren, uyuşmazlığın self-determinasyon ilkesinin uygulanmasıyla çözümlenmesine yönelmiş olmasına karşılık, BM Genel Kurul kararında self-determinasyon ilkesine atıfta bulunulmaması belirleyici önem taşımaktadır. 

Ayrıca, Genel Kurul’un Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki askerlerini geri çekmesini istemiş olması da somut ve acil bir önlem talimatı sayılmalıdır. 
Öte yandan, Genel Kurul’un işgalin hiçbir devlet tarafından tanınmamasını talep etmesi de sadece ilgili devletler açısından değil, tüm BM üyesi devletlere 
yönelik bir talimat olarak kabul edilmelidir. 
BM Genel Kurulu’nun bu kararı, self-determinasyon ilkesinin Dağlık Karabağ uyuşmazlığında uygulanmasını haklı gösterecek hiçbir koşulun bulunmadığını 
ortaya koymaktadır. 
Bu husus, self-determinasyon hakkının kullanılabilmesi konusunda aşağıda değinilecek olan BM organları ile Uluslararası Adalet Divanı (UAD) 
çerçevesinde geliştirilmiş olan koşullar açısından belirleyici önlem taşımaktadır. 
Öte yandan, Minsk Grubu’nun, BM Genel Kurulu’nun Dağlık Karabağ uyuşmazlığının çözüm çerçevesini belirleyen 14 Mart 2008 tarih ve 62/243 
sayılı kararıyla ilgili resmi bir açıklama ya da değerlendirmesi bulunmamaktadır. 
4) Minsk Grubu’nun Çözüme Yönelik Mevcut Eğilimi: 9 Mart 2019 tarihli Açıklama 
Minsk Grubu’nun Eş Başkanları’nın 9 Mart 2019 tarihli açıklamasında, ülke bütünlüğü (territorial integrity,) zikredilmekle birlikte, söz konusu ilkenin ne 
şekilde, hangi süreç çerçevesinde uygulanacağı konusunda tereddüt uyandıracak ifadeler yer almaktadır.21 
Grup açıklamasındaki ifadelerden, metinde zikredilen ülke bütünlüğü ilkesinin aslında “kısmen” uygulanmasının söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu 
metinde Azerbaycan’a geri verilmesi söz konusu olan Dağlık Karabağ değil, bu bölgenin etrafındaki topraklardır. 
Ayrıca söz konusu “geri verilme” eylemi, ülke bütünlüğü ilkesine uyulması anlamında değil, daha çok “geçici” bir sınır revizyonundan ibaret olduğu 
izlenimini uyandırmaktadır. 
Metnin devamında ise, nihai çözüme ulaşıncaya kadar, Dağlık Karabağ için güvenliği ve ayrıca, özyönetimi (self-governance) sağlayacak bir ara statü 
(interim status) öngörülmektedir. 
Minsk Grubu’nun açıklamasındaki “ara statü” projesinde özyönetim öngörülmekle birlikte, nihai çözümün, ne Güvenlik Konseyi’nin kararları ışığında Azerbaycan’a geri verilmesi, ne de içeriği belirsiz bir selfdeterminasyon statüsü anlamını taşımaktadır. 
Zira aynı paragrafın devamından, “ öz yönetimin” de nihai çözümü oluşturamayacağı, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün bir referandumla 
belirleneceği anlaşılmaktadır.22Diğer bir deyişle, gerek Güvenlik Konseyi’nin 1993 tarihli kararları, gerek BM Genel Kurulu’nun 2008’de aldığı ve işgal edilen toprakların geri verilmesini ve ayrıca, Dağlık Karabağ’da meydana gelen ülkesel değişikliklerin tanınmamasını isteyen BM Genel Kurulu kararının bir kere daha göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. 

Üç büyük devletin Eş Başkanları’nın konuya ilişkin açıklamalarında, Minsk Grubu’nun, kısa sürede çatışmaların önlenmesine yönelik yatıştırıcı bir söylem 
geliştirmeye çalıştığı, daha uzun sürede ise, Dağlık Karabağ’da selfdeterminasyon ilkesine dayalı bir çözüme yönelmiş olduğu sonucu çıkarılabilir. 

Öte yandan, açıklamada yeniden Helsinki Nihai Senedi’ndeki ilkelere de yer verilmesi ilginçtir. Söz konusu Senedin, Doğu-Batı “antagonizminin” keskin 
olduğu yetmişli yılların ortalarında siyasal önem ve değerinin yüksek olduğu kabul edilmekle birlikte, yukarıda da belirtildiği üzere söz konusu belgenin hiçbir zaman bağlayıcı bir “antlaşma” niteliğini taşımamış olduğu da açıktır.23 

Self-determinasyon ilkesi konusunda gerek BM organlarının kararları ve özellikle, gayet kapsamlı, ayrıntılı bildirileri, gerek, ayrıca, UAD’nin içtihatları ışığında tartışılamayacak bir hukuksal açıklık ve uygulanabilirlik anlayışına ulaşılmışken, Helsinki Nihai Senedi’ndeki daha çok “katalog” düzeyinde kalan “ilkelerin”, basit bir referansla uygulanabilir olabileceğini kabul etmek, devletler hukuku normları ve yorum kuralları açısından mümkün değildir. 

Yirmi yılı aşkın bir süreden beri, konuya dair temel BM ilkelerinden uzaklaşarak self-determinasyon tezi üzerinde odaklanmış bulunan Minsk Grubu’nun barışçı çözüm arayışlarına rağmen, bölgedeki barışı kesinlikle sağlamış olduğu da söylenemez. Nitekim Grup, Ermenistan’ın 2-5 Nisan 2016 tarihlerinde “Dört Gün Savaşı” olarak tanımlanan bir silahlı çatışma başlatmasını da önleyememiştir.24 
Minsk Grubu’nun çatışmadan iki ay sonraki açıklamasında ise, uyuşmazlığın barışçı yollarla çözümlenmesi konusundaki taahhütlerini yinelemekle yetinilmiştir.25 

B) Self-Determinasyon İlkesinin Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Uygulanabilirliği 
Gerek BM organlarının kararları, gerek UAD’nin belirli davalar çerçevesinde yapmış olduğu inceleme ve analizler, önceleri siyasal bir mesaj ya da propaganda amaçlı bir kavram olarak algılanabilmiş olan self-determinasyon ilkesini, belirli ve özellikle, sınırlı siyasal ve hukuksal durumlarda uygulanabilecek bir kavrama dönüştürülmüştür. 
Dağlık Karabağ’ın bu çerçevede, self-determinasyona tabi olup olamayacağının değerlendirilmesinde iki kademeli bir incelemeye gidilmelidir: 

1) Dağlık Karabağ uyuşmazlığının özelliklerini taşıyan bir çerçevede selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması devletler hukuku açısından 
empoze edilebilir mi? 
2) Dağlık Karabağ’ın kendi içindeki askeri, siyasal ve ekonomik koşullar bakımından, bu bölgeye tanınabilecek self-determinasyonu sürdürebilecek 
bağımsız ve özgün bir iradeye sahip olduğu savunulabilir mi? 
Birinci sorunun yanıtlanabilmesi için devletler hukuku alanında selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması konusunda geliştirilmiş olan ilkelerin incelenmesi, ikinci soru ise, söz konusu koşulların Dağlık Karabağ uyuşmazlığına uygulanabilirliğini araştırmak gerektirecektir. 

1. Self-determinasyon İlkesinin Devletler Hukuku’nda Uygulanma Koşulları Self-determinasyon ilkesinin uygulanabilmesinin koşullarının ortaya konulabilmesi için, bir yandan, BM organlarının konuya ilişkin bildirilerinin, diğer yandan da, UAD’nin konu hakkındaki kararlarının incelenmesi gerekmektedir.

1.1. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1514 (XV) sayılı Bildirisinin Uygulanma Koşulları ve Sınırları 

Sömürge sistemini, devletler hukuku uygulamasında sona erdirmeye yönelik olarak 8 Aralık 1960 tarihli ve 1514(XV) sayılı BM Bildirisi, kabul edilmesinden bu yana altmış yıla yakın bir sürenin geçmiş olmasına rağmen, günümüzde de uygulanabilirliğini sürdürmektedir. 
Nitekim UAD’nin 25 Şubat 2019 tarihli istişari nitelikteki kararı (Advisory Opinion) BM Şartı’nın özerk olmayan ülkelerle ilgili 73. maddesinin ve dolayısıyla, BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) sayılı Bildirisi’nin günümüzde de uygulanma “alanları” olabileceğini ortaya koymaktadır.26 

UAD, bu kararında İngiltere’nin, Hint Okyanusu’ndaki Chagos Adaları üzerindeki sömürge rejimini mümkün olduğu kadar kısa sürede (rapidly as possible) tamamen sona erdirmesi gerektiğini belirtmiştir.27 
UAD daha da ileri giderek, sömürge rejimlerinin sona erdirilmesine ilişkin BM Şartı ve BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) Bildirisi’ne rağmen İngiltere’nin Chagos Adalarındaki yönetimini sürdürmüş olmasını bir haksız fiil (wrongful act) olarak nitelendirmiştir.28 
Ayrıca, UAD kararından üç ay sonra, BM Genel Kurulu’nda 22 Mayıs 2019 tarihinde kabul ettiği kararla, İngiltere’nin Chagos Adaları’ndaki sömürge yönetimini 6 ay içinde kayıtsız şartsız (unconditionally) sona erdirmesini istemiştir.29 

UAD’nin sömürgecilik dönemi ile bağlantılı Chagos Adaları kararının, hiçbir zaman “sömürge” statüsünde olmamış Dağlık Karabağ açısından BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) sayılı kararın çerçevesinde self-determinasyon kuralının uygulanması yönünde emsal teşkil etmesi söz konusu olamaz. 

1514(XV) sayılı Bildiri’nin 6. paragrafı, ayrıca sömürge rejimlerinin sona erdirilmesi çerçevesinde girişilecek eylemlerin başka amaçlarla istismar 
edilmemesine yönelik açık bir “yasak” getirmiş olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bu paragrafa göre: 

“Bir ülkenin milli birliğinin ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen bozulmasını amaçlayan herhangi bir teşebbüs Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkeleri ile bağdaşamaz”. 

Ayrıca, bu madde ile yetinilmeyerek, Bildirinin 7. ve son paragrafında bir sınırlama / yasak daha getirmektedir: 
“Bütün Devletler, Birleşmiş Milletler Şartı’na, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne, bütün Devletlerin eşitliğine ve iç işlerine karışmama ve bütün halkların egemen haklarına ve ülke bütünlüğüne saygı esasına göre sadakatle harfiyen riayet edeceklerdir”. 

Sonuçta, UAD’nin istişari kararında, herhangi bir genel self-determinasyon kuralını değil, doğrudan BM Şartı’nın 73. maddesini ve BM’in 1514(XV) kararını uygulamış olması da önem taşımaktadır. 

UAD, benzer bir yaklaşımı daha önce, Batı Sahra bölgesi ile bağlantılı Fas Krallığı ile Moritanya arasındaki uyuşmazlık hakkında, BM Genel Kurulu’nun talebi üzerine verdiği 18 Ekim 1975 tarihli istişari nitelikteki kararında (Advisory Opinion) da sergilemiştir.30 

UAD, her iki devletin Batı Sahra bölgesi ile bazı bağlantı ve ilişkileri olduğunu kabul etmiş, ancak ne Fas’ın ne de Moritanya’nın bölge ile ülkesel nitelikteki 
bir egemenlik bağlantısının (territorial sovereignity) bulunmadığı sonucuna varmıştır. Bu durumda, UAD’ye göre, Batı Sahra bölgesinin sömürge 
statüsünün self-determinasyonun uygulanmasını etkilemeyeceği sonucuna varmıştır.31 

Bu iki UAD kararındaki ilkeler, daha önce de Güney Afrika’nın, Namibya üzerindeki mandasının BM Genel Kurulu’nun 1966’da aldığı 2145 sayılı kararla iptal edilmiş olmasına rağmen, Güney Afrika’nın Namibya’yı terk etmemiş olmasıyla ilgili olarak 1970’te aldığı kararda da vurgulanmıştır. UAD, bu istişari nitelikteki kararında Güney Afrika’nın Namibya’yı terk etmesi gerektiği sonucuna varmıştı.32 

Bu çerçevede, Güvenlik Konseyi kararının uygulanması gerektiğini esas olarak almış olan UAD’nin Namibya kararının da belirleyici önem taşıyabileceği 
düşünülmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder