1 Mart 2017 Çarşamba

Suriye’de Kimyasal Silah Kullanımı: Gerçekten bir “ Oyun Dönüştürücü ” mü? BÖLÜM 2



 Suriye’de Kimyasal Silah Kullanımı: Gerçekten bir “ Oyun Dönüştürücü ” mü?  BÖLÜM 2


Özellikle Suriye’de girişilecek harekat topyekün bir rejim değişikliğini hedef almazsa İran’ın aleni eylemlerinin sertliği de bununla doğru orantılı olarak şekillenecektir. Suriye bugün Ortadoğu’nun geleceğini belirlendiği -diğeri Mısır olmak üzere- iki arenadan bir tanesi, üstelik de daha zaaflı ve dış müdahaleye Mısır’a nazaran daha açık olmasıyla, üçüncü taraflara daha fazla manevra alanı verenidir. Bu bakımdan Mısır’ın gölgesinin Suriye’yi bir ölçünün ötesinde perdelemesi mümkün değildir. Yine bu açıdan bakıldığında Suriye rejimi karşıtı dış koalisyonun, özellikle bölgesel aktörlerin, Mısır’da birbirleriyle ters düşmüş olmaları, her birinin kendi neden ve önceliklerini koruyarak Suriye’de 
Esad yönetiminin yerinden edilmesi -İsrail’in durumunda zayıflatılarak mümkün olduğunca ayakta kalması- tercihleri yönünde işbirliğini sürdürmelerine engel teşkil etmez. Neticede Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılırken, eşyanın tabiatı nedeniyle her kriz kendi şartlarıyla şekilleniyor. 

Esad yönetiminin, kimyasal silah kullanımının ABD ulusal güvenlik startejisi ve tehdit algısı bakımından anlamı ve ABD ve uluslararası kamuoyunu harekete geçirme niteliğinin küçümsenmiş olması bir başka yanlış hesap gibi duruyor. ABD kimyasal silahları ve bunların kendisini hedef alan ‘terörist’ grupların eline geçmesini birinci derceden ulusal güvenlik tehdidi olarak nitelemektedir.25 Aslında Obama’nın “kırmız çizgi” nitelemesi bir bakıma bu algının zorlamasıyla kullanılan bir ifade olarak görülmelidir. 

Özellikle İran’ın nükleer programına yönelik pazarlıklar gündemin, örtük birinci maddesini teşkil ederken ABD, Ortadoğu’da kitle imha silahlarının kullanımının kabul edilebilir bir opsiyon olduğu algısına izin veremez. Suriye’ye müdahale etmekte ne derece isteksiz olursa olsun Obama yönetimi bu çizgiyi muhafaza etmenin baskısını üzerinde hissediyor. Kaldı ki aylardır, başta Rusya,26 üçüncü taraflarca durduruluyor olmanın yarattığı ağırlık, ABD’nin çok önemsenen, uluslararası ortamda ve özellikle Ortadoğu’da “gücüne saygı duyulması”27 önceliği üzerinde ciddi yıpratıcı etki yaratmaktadır. Bunun üzerine kimyasal silahların daha önce de kullanıldığına dair haberlere ve kendi istihbarat raporlarına rağmen harekete geçmeyen Başkan Obama’nın bundan kaynaklanan zaaflı imajı daha fazla taşımak istemeyeceği düşünülmelidir. Tüm bunlar ABD 
kamuoyunda ve karar alıcılarında mevcut, oğul Bush yönetiminden miras, Irak ve Afganistan yorgunluğunu, özellikle 2003 Irak savaşı nedeniyle Ortadoğu’da kaybettiği kredibiliteye ilişkin kaygıları ve bıkkınlığını ikinci planda bırakmaya muktedir etmenlerdir.28 Guta eyleminin ölçeği Obama’nın elini bu yönde hareketlenmeye zorlayan ve ABD ve Batı da müdahaleci bir istekliler koalisyonuna yönelik kamuoyu desteğini ve siyasi iradeyi oluşturmayı da kolaylaştıran bir unsur olarak değerlendirilebilir. Bu son unsur Esad yönetiminin yapmış olabileceği değerlendirme hatasının hukuki yönü ve müdahalenin uluslararası hukuk çerçevesinde nasıl şekilleneceğine dair ipuçları da veriyor. 




Soğuk Savaşın neticelenmesinden bu yana uluslararası sistemin yükselen değerleri arasında, klasik Westphalian karakteri zorlayan bir insan hakları vurgusu ön plana çıkmaktadır. Bu vurgu, söz konusu karakterin BM antlaşmasının en net ifadesini bulan egemenlik ve eşitlik ilkelerini erozyona uğratıyor. Bundan ötesi, antlaşmanın güç kullanımının nefsi müdafa ve BM Güvenlik Konseyi kararına bağlı ortaklaşa eylemle sınırlandırılması 
olarak özetlenebilecek temel unsurunu aşındırıyor. Bu aşınma sonucu gündeme gelen iki temel kavram, insani müdahale (humanitarian intervention) ve koruma mesuliyeti (responsibility to protect - R2P) kavramlarıdır. Bu kavramlara kaynaklık eden temel metinlerin başında Müdahale ve Devlet Egemenliği Uluslararası Komisyonu’nun (International Commission on Intervention and State Sovereignity - ICISS) raporu geliyor. 

Bir mihenk taşı niteliğindeki söz konusu raporda dahi, söz konusu kavramlara dayalı eylemlerin, gerçeleştirildikleri (Somali, Bosna, Kosova) ve gerçekleştirilmedikleri (Ruanda) durumların her ikisinde de büyük tartışma konusu oldukları açıkça tespit edilmektedir.29 Buna rağmen uluslararası ortamda bu kavramlara dayalı eylemler artık, Soğuk Savaş döneminde düşünülemeyecek düzeyde bir sıklıkta, gündeme gelmektedir. BM Milenyum Dünya Zirvesi’nin 2005 tarihli sonuç dokümanının 138. ve özellikle 139. paragraflarında30 oy birliği ile kabul ettiği R2P “ideali”31 klasik egemenlik anlayışının ötesinde devletlerin kendi vatandaşlarını korumakla sorumlu olduklarına ve bu sorumluluğu yerine getirmekte yetersiz, gönülsüz veya bizzat tersi yönde eylemler içerisinde bulunduklarında “uluslararası topluluğun” BM mekanizmaları çerçevesinde harekete geçeceğine vurgu yapmaktadır. Bu noktada göze çarpan meşru müdahale hiyerarşisi ise öncelikle devletin kendisi, 
ardından BM Güvenlik Konseyi kararı çerçevesinde “uluslararası toplum”, buradan karar çıkmazsa BM Genel Kurulu, bu olmadığı takdirde “ilgili” bölgesel örgütler, şeklinde biçimleniyor.32 Daha ötesinde, 2001 raporunda dikkat çekildiği gibi, bu hiyerarşinin işletilemediği durumlarda, kaçınılmaz olarak istekliler koalisyonları ve en nihayetinde tek başlarına “ilgili” üçüncü ülkeler potansiyel koruyucular olarak ortaya çıkıyor. Söz konusu rapor bu noktaya dikkat çekerken aslında BM Güvenlik Konseyi’ne bu tür durumlarda tavır ve eyleme öncülük etmesi ve karar alma mekanizma sının tıkanmaması noktasında uyarı yapıyor.33 Daha da ötesi Suriye’ye ilişkin olarak bu metinde başvuru labilecek diğer müdahale gerekçeleri de ülke içinde göçmen statüsüne düşmüş kişiler ve mültecilerin korunmasına yapılan atıflarda bulunabilir.34 Eğer kimyasal silah kullanımı gerçekleştiyse tüm bunlar kimyasal silah kullanımına ilişkin son yirmi yılda uluslararası ortamda olup biten tartışmaların ve uluslararası 
hukuktaki dönüşümün de Esad yönetimi tarafından çok doğru okunamamış olabileceğini akla getiriyor. Suriye’ye ilişkin karar askıda ve Suriye meselesinde son tahlilde bu kavramlara genel yaklaşımlarıyla uyumlu bir tutum içerisinde bulunan Rusya ve Çin vetosuyla35 süreç tıkanmışken bunun yerinde bir değerlendirme olduğunu söylemek zor. Ayrıca, İngiltere ve Fransa’nın, İngiltere ’nin BM Güvenlik Konseyine sunulmak üzere bir karar tasarısı hazırladığı yönünde ki haberlere rağmen,36 “BM Güvenlik Konseyi kararının [müdahale için] gerekli olmadığı” görüşünde oldukları yönündeki açıklama ve haberler de unutulmamalı.37 

Başkan Obama’da harekatın ABD’nin “temel ulusal çıkarlarına” odaklı olacağını ifade ederek bunları; kitle imha silahlarının yaygınlaşmaması ve bölgedeki ABD müttefiklerinin ve askeri üslerinin emniyeti olarak açıkladı. 

Gözden kaçırılmaması gereken bir unsur, bu tür eylemlere ilişkin tartışmanın kolayca tüm tarafları tatmin edecek bir noktada bitmeyeceğidir. 
ABD’de Bush yönetiminin 2003 Irak savaşını da konuyu insani müdahale ve R2P çerçevesinde meşrulaştıracak tezlere bağlamaya çalıştığı hafızalarda 
tazedir.38 Dolayısıyla Suriye’ye olası bir müdahalenin bu türden müdahaleleri şu veya bu şartlarda “asimetrik saldırı savaşları”39 olarak niteleyen 
eksendeki tartışmaları körükleyeceğini öngörmek zor değil. 

Bu satırlar yazılmaktayken Guta olayının sonuçlarının ne olacağı henüz belli değildi. Bu noktada anlaşılan ABD başta olmak üzere, Batı’nın bir harekata girişmeleri durumunda bunun bir cezalandırma operasyonu olarak gerçekleşeceği, topyekün rejim değişikliğine yönelik olmayacağıdır.
40 Suriye’de Esad yönetiminin topyekün çöküşüyle kimyasal silahlarını muhafaza yete-neğinin bütünüyle ortadan kalkması ve bunların 





Cihadçı grupların eline geçmesi, ABD için kabus senaryosunun gerçekleşme riskini yükseltmesi nedeniyle tercih edilir bir durum değildir. Üstelik 
Esad sonrası: Nasıl bir Suriye? sorusu da halen cevaplanabilmiş değil.41 Sert bir müdahalenin doğuracağı bölgesel dalgalanma ve bunun olası sonuçları da bugünkü ortamda çok yönetilebilir görünmüyor. Halihazırda Başkan Obama’da harekatın ABD’nin “temel ulusal çıkarlarına” odaklı olacağını ifade ederek bunları; kitle imha silahlarının yaygınlaşmaması ve bölgedeki ABD müttefiklerinin ve askeri üslerinin emniyeti olarak açıkladı. Obama’ya göre, ABD sert tepkiler vermekten kaçınmalıdır. Zira bu tepkiler, “çok sıkıntılı durumlarda batağa saplanmak... esasen bölgede daha fazla tepkiyi besleyen, çok masraflı, müşkül, maliyetli müdahalelere” yol açmak sonucunu veriyor.42 

Bu şartlarda yapılacak olanın özellikle insansız hava araçlarının ve seyir füzelerinin ön plana çıktığı, olası koalisyonun zayiat riskini sınırlayacak, 
cerrahi bir harekat olması sürpriz olmaz. Bu harekatın temel stratejik hedefi kitle imha silahlarının kullanımının “kırmızı çizgi” olma özelliğini kuvvetle vurgulamak olarak değerlendirilebilir. Taktik hedef ise, rejimin, kimyasal silahlar ve muhtemelen muhalifler için önemli sorun teşkil eden hava kuvvetleri, başta askeri alt yapısına darbe vurarak, son zamanda rejim lehine gelişen çatışmada dengeyi muhalifler lehine bir miktar tesis etmek olarak özetlenebilir. Siyasi olarak ABD böylelikle Rusya’ya ve Çin’e küresel, İran’a ise, küresel etkileri önemli olabilecek, bölgesel bir mesaj vermiş olacaktır. Obama’nın kırmızı çizgilerini yerde bırakmamak da iç kamuoyuna yönelik bir hassasiyet olarak görülebilir. Her şeye rağmen, bu şekilde kısıtlı stratejik ve taktik hedeflerle girişilmiş bir cezalandırma harekatının en iyi ihtimalle bile gerçekten cephedeki 
taktik durumu dönüştürücü olması zor görünyor. Suriye’de süren çatışmanın uzun ince bir yol olmaktan çıkmasını sağlamasıysa şu anda uzak ihtimaldir. 

Şunu da unutmamak gerekir ki, bu tür durumlarda büyük güçler her şeyden önce çıkarları çerçevesinde hareket ederler. ABD’nin, İran-Irak savaşı esnasında, Halepçe katlimına rağmen İran’a yönelik kaygılarla ve Saddam’ı zayıf düşür memek adına, kimyasal silah kullanımının karşılıklı olduğu, bu nedenle tek bir tarafa (o durumda bu 

Irak’tı) baskı, yaptırım ve kınamanın karşısında bulunduğu yönündeki tutumuyla konuya ilişkin eylemleri sulandırdığını, hatta tıkadığını hatırlamak 
gerekir. Zamanın ABD yönetimlerinin kimyasal silahları Saddam ile işbirliğini kesmek için neden olarak görmedikleri bir gerçektir.43 

Bugün varılan noktada, Suriye’de rejim aleyhine bir müdahale, çatışmaların başından bu yana gözlemlenen en yüksek olasılıkla gündemde. Ancak, birçok şey BM denetçilerinin raporuna bağlı. Denetçilerin raporu net ifadelerle Esad yönetimini sorumlu tutmaktan kaçınan bir üslupta biçimlenirse kararların tekrar gözden geçirilmesi kimseyi şaşırtmamalı. Tüm bu değerlendirmelerin sonucunda bir müdahalenin yol açacağı yeni dengenin yönetilmesinin en iyi şarlarda bile kolay olmayacağı anlaşılıyor. Bununla birlikte müdahale etmeme seçeneğinin de kendine göre ciddi sonuçları bulunuyor. Son tahlilde, Obama’nın durumu Gabriel Garcia Marquez’in ünlü eseri Kolera Günlerinde Aşk’ın kahramanı Fermina 
Daza’yı andırmakta. Özetlemek gerekise, romanda, kendisine evlenmek için 21 yaş çizgisini sınır koyan Fermina, mutsuzluğa giden bir yolda sevdiğini beklemekten cayarak bir mantık evliliği yapar ve yine mutsuz olur. Obama’da şu anda kendi kırmızı çizgisine sadık kalarak müdahale etmek seçeneği ve bunun sonuçlarıyla gönülsüz ama mantık gereği kurulacak bir izdivaç arasında sıkışmış görünüyor. 


DİPNOTLAR 

1 Peter Beaumont ve Ian Sample“Chemical weapons experts say strike near Damascus fits with lethal toxin use”, 
The Guardian, 21 Ağustos 2013 (çevrimiçi) 
www.theguardian.com/world/2013/aug/21/syria-chemicals-weapons-experts-lethal-toxin, 
22 Ağustos 2013. Tim Lister, “Suffering in Syria is clear, but cause and culprits are 
murky”, CNN, 22 Ağustos 2013 (çevrimiçi) edition.cnn.com/2013/08/21/world/meast/syria-chemical-weaponsquestions/
index.html?hpt=hp_t2, 22 Ağustos 2013. 

2 Suriye rejiminin en yakınından bir uzman Dera’daki gösterilerin başlangıcını, okul duvarlarına ‘rejim aleyhtarı’ 
grafitiler yazan çocukların, aynı zamanda Baas Partisi Merkezi Komitesi üyesi olan Vali Faysal Kalthum ve Esad’ın 
kuzeni olan yerel istihbarat şefi Atıf Necib tarafından 6 Mart tarihinde tutuklanmalarına bağlayarak ardından 
hükümetin “aptalca” çocukların serbest bırakılmalarını red etmesinin mevcut durumu ateşlediğini belirtiyor. 
Moubayed aynı zamanda bu tutumun yerel kabile ilişkilerini zorladığına da dikkat çekiyor. Sami Moubayed, 
“Letter from Damascus; Will Syria Descend into Civil War?”, Current History, December 2011, s. 340. 

3 Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (Organization for the Prohibition of Chemical Weapons – OPCW), Sektreteryası 
Holanda’nın Lahey kentinde bulunan örgütün, tamamı 13 Ocak 1993’de imzaya açılan ve 29 Nisan 
1997’de yürürlüğe giren “Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması 
ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’nin (Convention on the Prohibition of the Development, Production, 
Stockpiling and Use of Chemical Weapons and on their Destruction – CWC, kısaca Kimyasal Silahlar Sözleşmesi) 
imzacısı189 üyesi bulunmakta. Örgüt adı geçen sözleşme hükümlerinin ifasıve bunlara uyulduğunun denetlemesi 
ile görevli bulunuyor. 

4 “UN chemical weapons inspectors arrive in Syria”, Reuters, 18 Ağustos 2013, çevrimiçi) http://www.reuters.com/ 
article/2013/08/18/syria-crisis-chemical-idUSL6N0GJ05M20130818, 21 Ağustos 2013. 

5 Stephen Rex Brown, “Syrian troops continue assault as France raises prospect of force”, New York Daily News, 
22 Ağustos 2013, (çevrimiçi) www.nydailynews.com/news/world/syrian-troops-continue-assault-france-raisesprospect-
force-article-1.1433843, 23 Ağustos 2013. 

6 “Stories from Syrian Refugees: Discovering the human faces of a tragedy”, (çevrimiçi) data.unhcr.org/syrianrefugees/
syria.php, 24 Ağustos 2013. BM Suriye Mülteciler Koordinatörü Panos Moumtzis, yazara bu rakamın gerçeğinden 
düşük olduğunu zira normal olarak mülteci statüsünde olacak önemli bir nüfusun, çeşitli nedenlerle, 
mülteci olarak kayda geçmeyi red ettiklerini ve kayıtlarını yaptırmadıklarını belirtmiştir. “Panos Moumtzis ile 
gerçekleştirilen konuşma”, 4 Temmuz 2013, Beyrut, Lübnan. 

7 Omar Abdulaziz Hallaj, The Syrian Crisis Towards a New Paradigm, “The Socio Economic Dimensions of the Syrian 
Conflict” başlıklı konferansta verilen tebliğ, Beyrut, Lübnan, 4 Temmuz 2013. 

8 Childhood Under Fire: The Effect of Two Years of Conflict in Syria, Save the Children Fund, Londra, 2013, s. iv. 

9 Hallaj, age. 

10 “US Says has no reason to believe Syria used chemical weapons”, Reuters, 16 Ocak 2013 (çevrimiçi) www.reuters. 
com/article/2013/01/16/syria-usa-chemical-idUSL1E9CGBXV20130116, 15 Mart 2013. 

11 Lister, “Suffering...” 

12 “Un has testimony that Syrian rebels used sarin gas: investigator”, Reuters, 5 Mayıs 2013, (çevrimiçi) 
www.reuters.com/article/2013/05/05/us-syria-crisis-un-idUSBRE94409Z20130505, 7 Mayıs 2013. “UN’s Del Ponte says 
evidence Syria rebels ‘used sarin’”, BBC News, 6 Mayıs 2013, (çevrimiçi) 
www.bbc.co.uk/news/world-middleeast-22424188, 7 Mayıs 2013. 

13 “Remarks by the President to the White House Press Corps”, The White House, 20 Ağustos 2012, (çevrimiçi) 
www.whitehouse.gov/the-press-office/2012/08/20/remarks-president-white-house-press-corps, 24 Ağustos 2012. 

14 “ABD “Esad” iddiasını teyit etti”, CNN Turk.com, (çevrimiçi) 23 Mayıs 2013. 

15 “Remarks by President Obama and His Majesty King Abdullah II before Bilateral Meeting”, The White House, 26 
Nisan 2013 (çevrimiçi) 
www.whitehouse.gov/the-press-office/2013/04/26/remarks-president-obama-and-hismajesty-king-abdullah-ii-bilateral-meeti, 28 Nisan 2013. 

16 Edith M. Lederer, “UN Security Council holds emergency meeting on alleged chemical weapons use in Syria”, 
The Montreal Gazette, 21 Ağustos 2013 (çevrimiçi) 
www.montrealgazette.com/news/Security+Council+hold+emergency+meeting+alleged+chemical/8815991/ story.html, 22 Ağustos 2013. 

17 David Blair, “Syria snipers open fire on UN chemical weapons inspectors”, The Telegraph, 26 Ağustos 213 (çevrimiçi) 
www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/syria/10266197/Syria-snipers-open-fire-on-UN-chemical-weapons-inspectors.html, 27 Ağustos 2013 

18 “İsrail: Suriye kimyasal silah kullandı”, CNN Turk.com, 22 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.cnnturk.com/2013/dunya/08/22/israil.suriye.kimyasal.silah.kullandi/720499.0/, 22 Ağustos 2013. 

19 “Britain to seek UN backing to ‘protect Syria civilians’, The Irish Times, 28 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.irishtimes.com/news/world/middle-east/britain-to-seek-un-backing-to-protect-syria-civilians-1.1508066, 28 Ağustos 2013. 

20 Philip Sherwell, “Intervention in Syria would be tragic mistake, warns Russia”, 26 Ağustos 2013 (çevrimiçi) 
www.dnaindia.com/world/1880002/report-intervention-in-syria-would-be-tragic-mistake-warns-russia, 27 Ağustos 
2013; “Syria crisis: Russia and China steps up warning over strike”, BBC News, 27 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.bbc.co.uk/news/world-us-canada-23845800, 27 Ağustos 2013; Aryn Baker, “Russia and Iran Warn Against Intervention 
in Syria”, Time.com, 27 Ağustos 2013 (çevrimiçi) 
www.world.time.com/2013/08 /27/russia-and-iran-warnagainst-intervention-in-syria/, 27 Ağustos 2013.; “Russia’s Foreign Ministry calls for press-conference on Syria”, 
ITAR –TASS, 26 Ağustos 2013. (çevrimiçi) www.pda.itar-tass.com/en/c/852826.html, 27 Ağustos 2013. 

21 Steve Patrick Ercolani, “An Apparent Chemical Attack Strikes Damascus Just After UN Inspectors Arrive”, The Atlantic, 21 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.theatlantic.com/international/archive/2013/08/an-apparent-chemical-attack-strikes-damascus-just-after-un-inspectors-arrive/278902/, 22 Ağustos 2013. 

22 Alexei Anischuk, “Russia warns against military intervention in Syria”, Reuters, 26 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.reuters.com/article/2013/08/26/us-syria-crisis-lavrov-intervention-idUSBRE97P0G220 130826, 26 Ağustos 2013. 

23 Paul Lewis, Martin Chulov, Julian Borger ve Nicholas Watt, “Iran warns against military intervention in Syria”, The Guardian, 27 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.theguardian.com/world/2013/aug/26/syria-us-un-inspectionkerry, 27 Ağustos 2013. 

24 Bu konuda bkz. Ahmet K. Han, “İran Seçimleri: Condorcet Galibi Değişim Getirebilir Mi?”, Panorama Khas, Sayı 11, Yaz 2013, ss. 7 – 10. 

25 Bu konudaki ABD pozisyonu için bkz. National Security Strategy 2010, Washington, 2010; National Strategy to Combat Weapons of Mass Destruction, 
Washington, 2002; özel olarak Suiye’nin sahip olduğu kimyasal silahlara ilişkin Guta öncesi bir rapor için bkz. Mary Beth D. Nikitin, Paul K. Kerr ve 
Andrew Feickert, Syria’s Chemical Weapons: Issues for Congress, Washington, CRS, 20 Ağustos 2013. 

26 Bu dönem Rusya lideri Putin’in Mayıs 2012’de G 8 zirvesi için ABD’ye yapacağı ziyareti iptali, Dışişleri Bakanı 
Kerry’yi Rusya’da görüşme öncesi üç saat bekletmesi gibi ABD için kolay olmayan anlarla, ve nihayetinde Ağustos 
ayında Obama’nın, Putin ile Eylül’de Rusya’da gerçekleştireceği görüşmeyi iptali türünden dar boğazlarla 
karakterize oldu. Her ne kadar Obama’nın Putin görüşmesini iptali başka nedenlerin etkisini içeriyorduysa da 
Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Benjamin J. Rhodes‘in yaptığı; “Sadece görüntü için zirve yapmayacaktık, 
ve olgunlaşmış bir gündem yoktu”, açıklaması kırılmanın derinliğinin ve Suriye başta unsurların ağırlığının bir 
yansıması olarak kabul edilebilir. Peter Baker ve Steven Lee Myers, “Ties Fraying, Obama Drops Putin Meeting”, 
The New York Times, 7 Ağustos 2013, (çevrimiçi) www.nytimes.com/2013/08/08/world/europe/obama-cancelsvisit-
to-putin-as-snowden-adds-to-tensions.html ?pagewanted=all 7 Ağustos 2013. Kerry olayının Suriye bağlamında 
bir değerlendirmesi için bkz. Michael Weiss, “Oh, You Silly Man”, Foreign Policy, 9 Mayıs 2013, (çevrimiçi) 
www.foreignpolicy.com /articles/2013/05/09/how_kerry_got_played_by_putin_syria, 17 Mayıs 2013. 

27 Shibley Telhami, The Stakes: America in the Middle East, Boulder, Westview Press, 2004, s. 44. 

28 Bu inanılırlık eksikliğinin düzeyinin açık bir ifadesi olarak, zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezzaa Rice’ın 
Başkan Bush’a, ikincinin Sudan’a Darfur’da “katliamı durdurmak” amacıyla müdahale için tüm “hevesine” rağmen; 
“En iyi nedenle bile bu yönetim boyunca başka bir Müslüman ülkeyi işgal edebileceğinizi düşünmüyorum”, 
dediğinin hatırlamak gerek. David E. Sanger, The Inheritance: The World Obama Confronts and the Challanges 
to American Power, New York, Harmony, 2008, s. 69. 

29 Responsibility to Protect, Report of the International ommission on Intervention and State Sovereignity, ICISS, International 
Development Research Center, Ottawa, December 2001, s. vii. 

30 2005 World Summit Outcome, United Nations General Assembly, A/60/L.1, 15 Eylü 2005, paragraf 138- 139, s. 31. 

31 Gary J. Bass, “Humanitarian Intervention in the 21st Century”, The Tocqueville Review, Volume 30, no.. 1, 2009, s. 18. 

32 2005 World..., paragraf 139, s. 31. Her ne kadar bu hiyerarşi çok açık ifade edilmese de 2001 raporuyla birlikte tartışmanın biçimleniş şekli ve ortaya 
çıkmakta olan norm bu yöndedir. 

33 Responsibility..., paragraf 6.13 - 6.40, ss. 49 – 55. 

34 2005 World..., paragraf 132 -133, s. 30. 

35 Rusya ve Çin’in bu noktadaki geleneksel duruşlarına, kaygılarına ve Suriye’deki çizgilerinin nasıl bu genel tutumlarının 
dışında olmadığına dair bkz. Bass, age., ss. 20 – 26. 

36 Obama’nın da aynı yönde bir değerlendirmesi olduğunu not düşmek gerekir. “Transcript of President Obama’s 
interview on “New Day””, CNN.com, 23 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.edition.cnn.com/2013/08/23/politics/barackobama-new-day-interview-transcript/index.html, 23 Ağustos 2013. 

37 “UN security council fails to agree on Syria action”, The National, 29 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.thenational.ae/news/world/middle-east/un-security-council-fails-to-agree-on-syria-action#full, 29 Ağustos 2013. 

38 Bu konuda iyi bir özet ve bu yaklaşımın niçin geçerli kabul edilemeyeceğine dair derli toplu bir argüman için 
bkz. Alicia L. Bannon, “Comments: The Responsibility to Protect: The U.N. World Summit and the Question of 
Unilateralism”, The Yale Law Journal, Volume 115, Issue 5, March 2006, ss. 1157 – 1165. 

39 Berdal Aral, “Asimetrik Saldırı Savaşları, Siyaset ve Uluslararası Hukuk”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 4, Sayı 14, Yaz 2007, ss. 39 – 83. 

40 “White House rules out ‘regime change’ among options for Syria”, Reıters, 27 Ağustos 2013, (çevrimiçi) 
www.reuters.com/article/2013/08/27/us-syria-crisis-obama-intelligence-idUSBRE97Q0S820130827, 27 Ağustos 2013 

41 Bu noktada ABD’nin kaygılarına ilişkin olarak Guta’dan hemen bir kaç gün öncesinde yapılmış bir değerlendirme 
için bkz. “Dempsey: Syria rebels wouldn’t support U.S. interests if they seized power”, Haaretz, 21 Ağustos 2013, (çevrimişi) 
www.haaretz.com/news/middle-east/1.542790, 21 Ağustos 2013. 

42 Bu son ifadeyi bir önceki seçimde kendisine rakip olan Senatör McCain’e cevap niteliğinde kullanan Obama’nın, 
açıkça Bush dönemine ve Irak müdahalesine gönderme yaptığı anlaşılıyor. “Transcript...” 

43 Bu konuda bkz. Joost R. Hilterman, A Poisonous Affair: America, Iraq and the Gassing of Halabja, Cambridge, 
Cambridge University Press, 2007; Patrick E. Tyler, “Officiers say US Aided Iraq in War Despite Use of Gas”, The 
New York Times, 18 Ağustos 2002 (çevrimiçi) http://www.nytimes.com/2002/08/18/world/officers-say-usaided-
iraq-in-war-despite-use-of-gas.html?pagewanted=all&src=pm, 23 Ağustos 2013. 

***

Suriye’de Kimyasal Silah Kullanımı: Gerçekten bir “ Oyun Dönüştürücü ” mü? BÖLÜM 1



Suriye’de Kimyasal Silah Kullanımı: Gerçekten bir “ Oyun Dönüştürücü ” mü? 



Ahmet K. HAN 


 < Şam’ın Guta saldırısının gerçekleşmesi, saldırının sorumlusunun kim olduğuna dair bazı soru işaretleri oluşturuyor. 
    İsveçli bilim adamı Ake Sellström liderliğindeki heyetin Şam’a gelişi bu yılın Nisan ayından beri pazarlıklara konuydu. >




Ağustos Ayının 21’ine rastlayan Çarşamba günü, dünya medyası Suriye’de Şam’ın doğusundaki Guta semtinde, tam olarak evsafı henüz tanımlamamakla 
birlikte,1 nörotoksik özellikte kimyasal silah kullanıldığı haberleriyle çalkalandı. Bu satırlar henüz yazılırken, İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgenin, Türkiye dahil, kimi devletleri ve Suriye muhalefetinin tamamının değilse de azımsanamayacak bir bölümünün, artık yıllardır bekledikleri dış müdahaleyi gerçekleştirmeleri ihtimali, Dera’da Mart 2011’de başlayan2 Suriye ayaklanmasının tarihinde ilk defa bu kadar yüksek bir olasılıkla dile getiriliyordu. Bu makale Suriye’de mevcut durumu bu saldırı merkezinde analiz ederek, kimyasal silah kullanımının Suriye denkleminde ve ilgili başat aktörlerin tavrında ne gibi bir değişikliğe yol açabileceğini açıp açmayacağını değerlendirmeye, 
öte yandan söz konusu aktörlerin, özellikle Esad yönetimi karşıtı koalisyonun kaçınılmaz referans merkezini teşkil eden ABD’nin, bugüne kadar süren ve kimilerince garip karşılanan çekimser tavrına ilişkin bir bakış açısı sunmayı amaçlıyor. 

Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü3 uzmanlarının da aralarında bulunduğu, 20 Birleşmiş Milletler (BM) denetçisinin pazar günü ülkeye 
varmasının hemen ardından Şam’ın Guta saldırısının gerçekleşmesi, saldırının sorumlusunun kim olduğuna dair bazı soru işaretleri oluşturuyor. İsveçli bilim adamı Ake Sellström liderliğindeki bu heyetin Şam’a gelişi bu yılın Nisan ayından beri pazarlıklara konuydu.4 Pazarlıklar neticesinde söz konusu heyete denetim iznini yeni veren, geliş tarihlerini net biçimde bilen Şam yönetiminin, bunlar Suriye topaklarına vardıktan neredeyse sadece yetmişiki saat henüz geçmişken, üstelik heyetin Şam’da yerleştiği otelden yedi kilometre uzakta,5 Saddam’ın Mart 1988’de giriştiği Halepçe katliamından beri bölgede gerçekleştirilen en büyük kimyasal saldırıyı, böylesine fütursuzca gerçekleştirmesi ihtimali, 
en hafif tabiriyle, tuhaf geliyor. Tüm bu veriler saldırının, uluslararası topluluğu Suriye’de içerisine düştüğü eylemsizlikten çıkaracak biçimde 
köşeye sıkıştırmayı amaçlayan, muhalifler tarafından da gerçekleştirilmiş olabileceğine dair bir şüphe doğuruyor. 



BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KİMİ KORUYOR.

Suriye’nin bugüne kadar yüzbinin üzerinde insanın hayatına, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) rakamlarına göre, %51,6’sı 18 yaşın altında olmak üzere, kayıtlı 1.781.3296 insanın komşu ülkelerde göçmen statüsüne düşmesine neden olan bu trajedinin neticesinde kimi uzmanlar Suriye ekonomisinin kaybedilmiş varlıkları telafisinin ancak 20 yıl boyunca 2011 öncesi harcama düzeyinde paranın ekonomiye pompalanmasıyla mümkün olduğunu ileri sürmektedirler.7 Çatışmalar kimi çalışmalara göre 3 milyon eve hasar vermiş, en az 2000 okulu kullanılamaz duruma getirmiştir.8 Başka kaynaklar hasar gören binaların konut stoğunun %25’inin değerine karşılık geldiğini ve bunların %10’unun onarılamaz durumda olduğunu belirtmektedirler.9 Bu rakamlar trajik biçimde çeşitlendirilebilir. 

Hal böyleyken, eğer uluslararası ortamda yaşanan insanlık trajedisinin mutlak ağırlığının bir müdahale için yeterli olduğunu düşünüyorsak Suriye vakasında eldeki verilerin, eğer bu konuda bir asgari kabul edilebilir trajedi çizgisinin varlığından bahsedilebilirse, çoktan bu çizginin üzerine çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. 

Ancak, bu satırların yazıldığı bu anda hal böyle değildir. Kimyasal silahlar konusu da, bu açıdan bakıldığında, meraklı bir konudur. Bugün Suriye’de müdahale ihtimalini arttıran ana unsur kabul edilen kimyasal silahların kimin tarafından ve nasıl kullanıldığı da, bu eylemin getirmesi olası tüm sonuçlarıyla birlikte, ilk defa Guta’da tartışılmamaktadır. 

Örneğin, son olayda dile getirilen, kimyasal silahların hangi şartlarda ve kim tarafından kulla-nıldığına dair şüpheler Suriye’de kimyasal silah kullanımına ilişkin iddiaların bundan önce gündeme geliş biçimi düşünüldüğünde, karmaşık bir hal almaktadır. Geçtiğimiz Aralık ayının 23’ünde Humus’da rejim güçleri tarafından tank mermileri vasıtasıyla BZ isimli kimyasal silahın kullanıldığı yönündeki iddialar hemen ertesi ay ABD Dışişleri bakanlığının, sözcü Victoria Nuland tarafından kullanılan, bölgede “kimyasal silah kullanıldığına dair inanılır bir kanıt bulunamadığı”10 ifadesiyle havada kalmıştı. Hatta kimi uzmanlar Esad rejiminin BZ sahibi olduğuna dahi şüpheyle bakıyorlardı.11 Tüm bunların üzerine, tam bu olayların ardından, Nisan 2013 sonunda, bu defa İngiltere ve ABD, Esad güçlerinin kimyasal silah kullandığı yönünde açıklama yapmışken, Mayıs 2013’de Birleşmiş Milletler Bağımsız Suriye İnceleme Komisyonu’nun prestijli İsviçre’li üyesi Carla Del Ponte’nin, “muhalif güçlerin sarin gazı 
kullandığına dair belirtilere” rastladıklarını ifade ederek gündemi sarstığı12 hatırlanırsa durumun karmaşıklığı daha rahat ortaya konulabilir. 

Tüm bu toz duman arasında şunu da unutmamak gerekiyor. Sözü edilen açıklamalar, suçlamalar ve araştırmalar uluslararası başat aktörlerin tavırları 
bakımından bu güne kadar neredeyse hiç bir şey farkettirmedi. Guta saldırısı sonucunda ilk yapılan açıklamalar da bu yönde bir değişime işaret etmekten uzaktır. Neticede, haklı veya haksız, tüm mahfillerin parmakları beklendik yönlere işaret ediyor. Başkan Obama 20 Ağustos 2012’de Beyaz Saray muhabirlerine konuşarak, kimyasal silah kullanımının ABD politikası açısından bir “kırmızı çizgi” teşkil ettiğini belirtmiş ve “muazzam sonuçları” olacağını söylemişti.13 Dahası ABD kaynakları, Suriye rejiminin kimyasal silah kullandığını Guta’dan önce teyit etmiş bulunuyor.14 Obama, 2013 yılında Ürdün Kralı ile görüşmesi öncesinde de kimyasal silahların Suriye krizinde “oyunu dönüştürücü” etken kabul edileceğini belirtmişti.15 Hal böyleyken şu anda olanların tek başlarına, tarafların Suriye politikasına ilişkin temel tavırlarında sert bir dönüşümün nedeni olarak kabul edilmesi, şimdilik kaydıyla da olsa, zordur. 

BM Güvenlik Konseyi’ nin konuya ilişkin tavrı da bunu teyit eder nitelikte oldu. Güvenlik Konseyi başkanlığını Arjantin adına yürüten Büyükelçi Perceval’in kullandığı en sert ifade, “ne olduğuna dair açık [bilgi] olması gerektiği” yönündeydi. Taslak metinde yer alan, söz konusu bölgenin de BM denetçilerince incelenmesine yönelik ifadeler dahi Rusya’nın ve Çin’in muhalefetine takıldığı ve metinden çıkarıldığı bildiriliyor. Aynı muhalefet nedeniyle Güvenlik Konseyi’nin tepkisi de “BM’in bu en güçlü organının verebileceği neredeyse en zayıf tepki” türüne dönüşerek, “basın mensuplarıyla istişare” formunda oldu.16 Saldırı esnasında Şam’da bulunan kimyasal silah denetçilerinin yetkisi de, tarafların birbirlerini karşılıklı olarak kimyasal silah kullanmakla suçladıkları üç bölge ile sınırlı bulunmaktaydı. Özetle Guta söz konusu üç bölgeye dahil olmadığından 
denetleme sınırları içerisine katılması ancak Şam yönetiminin onayı ile mümkün oldu. Kaldı ki, ne incelenmesine Haziran ayında BM ve Suriye yönetimi arasında varılan anlaşmayla karar alınan üç bölgede, ne de Guta’da, BM denetçileri silahların kimler tarafından kullanıldığına dair araştırma yapma yetkisine haiz değiller. Yetkileri söz konusu silahların kullanılıp kullanılmadığını belirlemekle sınırlı ki Esad yönetimi bunların kullanıldığını kabul ediyor, ancak kullananın muhalefet olduğunu iddia ediyor. Uzun pazarlıklar ve keskin nişancı ateşine maruz kalmanın ardından gerçekleştirilen incelemenin sonuç raporunun ne içereceğine dair soru işaretleri de bu nedenle sorunun bir başka yüzünü oluşturuyor.17 Meselenin Ortadoğu’ya has ikilemleri açık biçimde serimleyen bir diğer yönü de hem bu katliamı hem de BM heyetinin yetkilerinin altı ay 
önceki saldırılarla sınırlı olmasını en şiddetle kınayarak, uluslararası toplumu harekete geçmeye çağıran ülkelerden sesini en yüksek çıkaranlarından 
bir tanesinin İsrail olmasıdır. Kimyasal silah saldırısını İsrail İstihbarat Bakanı bizzat teyit etti ve bu kınamaları yaparak durumu “resmen rezalet” olarak nitendirdi.18 Bu durumda İngiliz ve Amerikan istihbaratının silahların kullanıldığına, Rusya’nın ise tüm bunların muhaliflerin bir komplosu olduğuna 
dair tezlerinin ötesinde bir tarafsız değerlendirmeye ulaşmak mümkün olmayacak gibi görünüyor. Neticede uluslararası kamuoyu için ‘kalbinin götürdüğü yerde’ tercih yapmak dışında, nesnel verilere dayalı bir değerlendirme çok kolay görünmüyor. Olası bir müdahalenin zemini bu nedenle kaygan ve tartışmalı kalmaya mahkum demek yanlış olmaz. Bu nedenle olsa gerek bu makale yazıldığı esnada İngiltere BM Güvenlik Konseyi kararı aldırmak için uğraşmaktaydı.19 




Neticede tüm bu olanların özetini şu biçimde yapmak mümkün; Suriye’de ne kimyasal silah kullanımı ne de bunun teyidi ilk defa gündeme 
geliyor. Guta’da kimi kaynaklara göre 1.300 kişinin katli ölçek olarak çok büyük bir insanlık trajedisine işaret ediyor olsa da son tahlilde Suriye’de 
süren ve sürecek olduğu açık çatışmanın yarattığı yıkım ve trajedinin sadece bir halkasını daha teşkil ediyor. Bu olay meselenin dış aktörlerinin 
tutum ve tezlerini değiştirmek yönünde bir etki de yaratmış durumda değil. Rusya, Batı kaynaklı istihbarat raporlarını güvenilmez bulduğunu belirtiyor 
ve Batılı güçleri saldırıya dair “kendi sonuçlarını dayatmakla” suçluyorken, Çin ve İran ile birlikte müdahaleye karşı açıklamalarına hız 
vermekte.20 Öyle görünüyor ki Guta’da olanlar kimseye ‘tuttuğu takımı’ değiştirtmeye yeterli değil. Tüm bunlar ilgili tüm aktörlerin bir yer 
edinmek için birbirini yediği Suriye kriz masası etrafında hesapların vicdan, ahlak veya erdem gibi kaygılarla şekillenmediğinin, esasen soğuk 
güç hesaplarının gündemde olduğunun kanıtlarıdır. 


Öte yandan, meseleye sadece bu açıdan yaklaşmamak gerektiği de açıktır. Her şeyden evvel, tüm uluslararası hukuk normlarını hiçe sayarak bu silahları üretip, depoladığı için Şam hüküme-ti de sorumludur. Bu, silahların kimin tarafından kullanıldığından bağımsız bir mesele olarak değerlendirilmelidir. 
Bu noktada sorumluluk hiç kuşkusuz Esad yönetiminde bulunuyor. İkinci adımda, kendi stoklarında bulunan silahların güvenliğini sağlamak ve bunların başka ellere geçmesine engel olmak yine Esad yönetiminin mesuliyetidir. Nihayetinde kendi ülkesi sınırları içerisinde vatandaşlarına yönelik böyle bir saldırının vuku bulmasının siyasi sorumluluğu da hiç kuşkusuz o ülkenin yönetimindedir. Şu anda Suriye’de devlet otoritesini temsil ettiği iddiasını 
sürdüren ve çatışmaların bugünkü halinden anlaşılan gelinen noktada büyük ölçüde haklı da olan, Suriye yönetiminin bu noktada da sorumluluktan 
kaçınması mümkün değildir. Suriye’nin 1997 tarihli kimyasal silahları yasaklayan sözleşmeyi imzalamamış 7 ülkeden biri olması durumu ne fiilen ne de uluslararası hukukun bugün geçerli kabul edilen normları tahtında değiştirmez. Kaldı ki Şam’daki yönetimin, babadan oğula yapısını korumuş, çoğulculuk anlayışı problemli, otoriter bir kimliğe sahip olduğu yadsınamaz. Onbinlerce insanın ölümüyle sonuçlanan Şubat 1982’deki Hama katliamı dahil, rejimin tarihinde bu tür katliamlar eksik değildir. Bu da, uluslararası kamuoyunun gözünde kaçınılmaz bir olağan şüpheli konumunu beslemektedir. 

Öte yandan kimyasal silah kullanımının gerçekten Esad yönetimi tarafından gerçekleştirilmiş olması da kuşkusuz, azımsanamayacak bir ihtimaldir. 
Burada cevap aranması gereken soru, kendisi için tüm aleyhte şartlara rağmen beklenenden iyi giden çatışma koşullarına, dikkatlerin üzerinden uzaklaşmasına neden olan ve önemli ölçüde üzerindeki baskıyı hafifleten Mısır karmaşasına rağmen, Esad rejiminin bu eyleme niye girişmiş olabileceğidir. 

Bunun nedeni stratejik fırsatçılık olarak değerlendirilebilir. Esad yönetimi, tüm gözler Mısır’ın üzerindeyken ve Mısır meselesi Suriye’de muhalifleri 
destekleyen dış koalisyonu (Türkiye-Katar-Suudi Arabistan hatta dış halkada gayri resmi olarak İsrail) ciddi biçimde yaralamışken bunu 
bir fırsat olarak görüp, değerlendirmek istemiş olabilir. Çatışmaların genel gidişatı da lehine bir noktadayken, Suriye yönetimi hızlı ve şiddetli bir 
güç kullanımı ile bu avantajlı gördüğü durumu konsolide etmek ve Mısır’ın gölgesinde Suriye meselesini uluslararası toplumun gözünde bütünüyle 
taca çıkarmak ve kapatmak istemiş olabilir. Kuşkusuz bu tür bir değerlendirmenin temel dayanağı bu kullanımın neticede bir askeri müdahaleyi riske etmediği yönündeki inanç olmalı. 
Saldırının gerçekleştiği Guta bölgesinin Şam’ın doğusundaki muhalif güçler açısından stratejik lojistik rota üzerinde bulunuyor ve muhalif eğilimleri 
güçlü bir bölge olması bu ihtimali güçlendiren ana faktör olarak düşünülebilir.21 

Hal böyleyse, bunun stratejik açıdan yanlış bir değerlendirme olduğu açıktır. Böyle bir değerlendirme söz konusuysa, meselenin bunu yapanların 
göz ardı ettiği en az iki önemli boyutu bulunuyor; stratejik ve hukuki. 

Stratejik düzlemde böyle bir yaklaşım, ilkin, Esad yönetiminin kendi yanındaki dış koalisyonun ABD’yi dengeleme imkanlarına ve niyetine fazlaca bel bağladığına; ikincisi, Mısır’ın kaldırdığı dumanın Suriye’yi perdeleme etkisine gereğinden fazla ehemmiyet atfettiğine; üçüncüsü, Mısır üzerindeki anlaşmazlıkların son tahlilde Suriye’ye yönelik tercihleri dönüştüreceğine gerçekçi ölçülerin ötesinde güvendiğine; dördüncüsü, ABD’nin stratejik önceliklerini, iç dengelerini ve ABD kamuoyundaki Ortadoğu yorgunluğunun sınırlarını doğru değerlendiremediğine; son olarak da kimyasal silah kullanımının uluslararası toplulukta yaratacağı tepkiyi, uluslararası kamuoyunda müdahalenin meşruiyetine dair algıyı güçlendirici etkisini ve bu yönünde mobilizasyonu kolaylaştırıcı yönünü hesaplayamadığı na işaret eder. 

Rusya her ne kadar, Çin ile birlikte, Esad yönetimine karşı BM Güvenlik Konseyi kararlarını bloke ettiyse de hem Esad yönetiminin değiştirilemezliğine açıkça bir kırmızı çizgi vasfı yüklemiş hem de son olaydan sonra Suriye nedeniyle “Rusya’nın kimseyle savaşmayı planlamadığını”22 söylemekten kaçınmıştır. Suriye rejiminin bir diğer dış desteği, İran, ise daha yüksek perdeden bir destekle Suriye’ye müdahalenin tüm bölgeyi içerisine alacak ciddi etkileri olacağını belirtmiştir.23 Yine de İran’ın, özellikle yeni Cumhurbaşkanı Ruhani önderliğinde benimsemeye çalıştığı nükleer ve dış politika stratejisi göz önüne alındığında,24 kendini ne kadar öne çıkaracağı veya bu eylemin ABD’yi Suriye’de tutacağı yoldan ne derece caydıracağı şüphelidir. Muhtemeldir ki sahip olduğu stratejik varlık ve ilişkilerle başta İsrail, ABD çıkarlarını perde gerisinden hedef 
alsa da İran da Suriye nedeniyle kimseyle savaşa girmeyecektir. Bu durum, taraflar için beklenmedik veya yeni değildir. 


2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Dünyayı ‘ İşgal Et ’: Uluslararası bir Hareketin Doğuşu



Dünyayı ‘ İşgal Et ’: Uluslararası bir Hareketin Doğuşu 




Ceren AKBABA 

Özet 



Para piyasalarındaki yolsuzluklara karşı Eylül 2011 tarihinde New York’un Zuccotti Park’ında baş gösteren Occupy (İşgal) hareketi ikinci yaşına girerken, tüm dünya da yeni şekillerde zuhur eden kitlesel protestolarla tanışmış oldu. Mayıs 2013’teki 

Türkiye ve hemen sonrasında #OccupyBrazil beraberinde 
Bosna ve Bulgaristan’daki “occupy’ (işgal) hareketleriyle de dünya yeni işgal hareketlerine tanıklık etti, ve bu hareketler ulus devletlerdeki derin temsili demokrasi krizinin henüz son bulmadığını göstermiş oldu. 




Bu çalışma farklı coğrafyalarda ortaya çıkan emsal koşulları yeniden yorumlayarak ve bu küresel hareketin,yani Occupy Wall Street’in (Wall Street’i İşgal Et), öncülerini irdeleyerek söz konusu uluslararası hareketin 
nasıl ortaya çıktığını incelemektedir. İkinci bölümde ise; bölgesel ölçekli başlayıp uluslararası boyutta büyük çaplı protestolara dönüşen Occupy hareketinin nasıl yayıldığı örneklerle açıklanmaktadır. 

Özellikle bu dijital çağda etkili ve net bir ifadeyle oluşturulan bilgilendirici bir etiket (hashtag), dünyada küresel direnişin markası hâline gelen Occupy ile çok daha kolay tespit edilebilmektedir. 


**

Komplo Teorileri ve Ortadoğu’da Sokak Siyaseti,



Komplo Teorileri ve Ortadoğu’da Sokak Siyaseti, 



Nebahat Tanrıverdi O YAŞAR 

Giriş 

 < Yakın Tarihinde 6 Nisan Gençlik Hareketinin çeşitli eylemlerine ve Kifaye Hareketinin geniş yankı uyandıran Protestolarına sahne olan 
Mısır için 2011’de başlayan Sokak Dinamizmi pek çok açıdan şaşırtıcı değildir. >


Son yıllara, dünyanın dört bir köşesinde sokağa dökülen milyonlar darbesini vurdu. Toplumsal hareketler ile siyaset arasındaki ilişkinin daha da ilgi görmeye başladığı bu yıllarda gazeteciler, akademisyenler ve araştırmacılar tüm bu sokak hareketlerini ayrı ayrı, bölgesel ya da karşılaştırmalı olarak çalışmaya ve analiz etmeye çalıştılar ve çalışmaya devam etmekteler. Bu çalışmalar iç dinamiklere odaklandığı gibi doğal olarak uluslararası dinamiklere de eğilmektedir. Avrupa ve Amerika’yı sarmalayan “Occupy” hareketlerinin ortak noktaları ve küresel nedenlerine yönelik ya da Ortadoğu’yu kökten sarsan Arap Baharı ile eski Sovyet ülkelerini değiştiren Renkli Devrimleri karşılaştıran çalışmalar bu ilginin en önemli ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan benzer bir ilginin “komplo teorileri”ne odaklandığı da gözlenmektedir. Küreselleşen sokak siyaseti fenomeninin ardında “kötücül mimarlar” arayan bu yaklaşım özellikle Arap Baharı ile kendine oldukça geniş bir alan bulmakta ve uluslararası faktörler ile sınır aşan etkilerin bu çerçevede incelendiği çalışmalar gündemi kaplamakta ve hatta gündemi belirlemektedir. Bu çalışmanın amacı bu tarz yaklaşımlara da değinerek Ortadoğu’da devam eden ve yakın gelecekte de etkili olacağa benzeyen sokak hareketlerini Mısır çerçevesinde değerlendirmektir. 

2010 Aralık ayında Tunus kırsalında başlayan küçük çaplı protesto gösterilerinin ülkenin güneyinden büyük şehirlere yayılması ve rejimi kökten sarsarak derin bir dönüşüme zorlaması Afrika ve Ortadoğu ülkelerini saran halk ayaklanmaları silsilesine varan bölgesel bir dinamiğe neden oldu. 2010 seçimlerindeki şiddet olaylarının ve geniş çaplı seçim boykotunun izlerini henüz üzerinden atamamış Mısır, 2011’in ilk aylarından itibaren sokak hareketinin en güçlü hissedildiği ikinci ülke haline geldi. Ülke 2000’li yıllar boyunca pek çok sokak hareketine sahne 
olmuştur. Kifaye ve 6 Nisan Hareketleri bunlar içerisinde en çok ön plana çıkan ve ilgi çeken protesto gösterilerini düzenlemiş ve ülkedeki dinamizmi 
ortaya koymuşlardır. 




Marina Ottoway ve Amr Hamzawy, Arap Dünyasında Protesto Hareketleri ve Siyasi Değişim (Protest Movements and Political Change in the Arab World) isimli çalışmalarında 2000’li yıllar boyunca artarak devam eden bu eylemselliğe işa-ret etmektedir.1 Buradan hareketle 2010 Aralığı ile küresel anlamda ilgi çeken sokak hareketleri aslında son 10 yıllık süreçte bölgede artan sokak hareketinin birer örneğidir ve bu bölgesel durumun bir parçasıdır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin siyasi sistemlerine bakıldığında iç dinamiklerin otoriter rejimler tarafından artan miktarda baskı altında tutulmaya çalışıldığı görülmekte dir. Tunus’ta Bin Ali iktidarı, Mısır’da Hüsnü Mübarek iktidarı ve Libya’daki Kaddafiiktidarı, muhalif hareketleri siyasi alanda kısıtlamış ve sistem içinde işlevsiz hale getirmiştir. Sistematik bir şekilde “İslami” tehdit söyleminin 
ön plana çıkarılmasıyla dış aktörlerin de desteği uzun süre sağlanmış ve bu baskı günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Ancak iç dinamiklerdeki bu baskı Tunus’ta başlamak üzere, ülkedeki diğer unsurlardan da destek alarak mevcut otoriter iktidarlara karşı organize olmuştur. 

Siyasi baskı ve kronik bir sorun haline gelen işsizlik başta olmak üzere ekonomik sorunlar bu değişimin itici kuvvetleri olmuşlardır. 
Küresel ekonomik kriz Kuzey Afrika ülkelerini, ekonomik sisteme tam olarak entegre olmadıkları için diğer ülkelerin etkilendiği oranda etkilememiştir. 
Benzer bir şekilde Ortadoğu ülkelerinin çoğu da petrol gelirleri sayesinde ekonomik krizin etkilerinden görece korunabilmişlerdir. Ancak iki bölgenin de benzer şekilde yüksek oranda işsizlik sorunu ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bu anlamda istatistikî veriler incelendiğinde Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanan kronik bir sorun ile karşılaşmaktayız. Özellikle genç ve kadın nüfus arasında yaygın olan bu işsizlik oranları, ülkelerin gayrisafi yurt içi hâsılaları ile karşılaştırıldığında, ekonomik kaynakların eşitsiz dağılımı sorunu olduğu görülmektedir. Bu eşitsizlik kamuoyuna sızan pek çok Wikileaks belgesinde de yer almıştır. Mısır’da Hüsnü Mübarek ve siyasi elitler, Tunus’ta Bin Ali ve eşi Leyla’nın ailesi ve Libya’da Kaddafi’nin kabilesi hakkında siyasi ve ekonomik “yozlaşma” iddiaları toplumsal hoşnutsuzluğun sertleşmesine neden olmuştur. 

Ancak Kuzey Afrika’da başlayan ve Ortadoğu’da diğer ülkelerine de sıçrayan bu değişim sürecinin iç dinamiksel nedenlerinin yanı sıra bölgesel sebepleri de bulunmaktadır. Öncelikle bölgede bulunan bölge dışı, yabancı bir devletin askeri gücünün varlığı ve bu varlığın bölgedeki güç dengesini değiştirmesi bu bakımdan öncelik taşımaktadır. ABD’nin Irak’taki askeri varlığı ve bu ülkenin siyasi yapısında başlattığı değişim bölge ülkeleri açısından travmatik sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Irak’ta Şiilerin siyasi nüfuz kazanması ve İran’ın bölgesel etkinliğinin artması, başta Mısır olmak üzere diğer devletlerin güvenlik algılarını keskinleştirip iç dinamiklerini aşırı baskı altına almaya çalışmasına neden olurken, ülkelerin halklarına ise “köklü değişimlerin” mümkün olduğunu da göstermiştir. 

Öte yandan ekonomik anlamda işsizlik sorunu ve gelir dağılımındaki eşitsizlik, toplum içinde belli kesimlerin -mezhep, aşiret, siyasi yakınlık etkenlerinin 
belirlediği ilişki çerçevesinde- ülke içerisinde nüfuz ve ekonomik getiri kazanması bölgesel anlamda geçerli sayılabilecek bir durumdur. 


Uluslararası Yolsuzluk Algılama Endeksi’nin 2 
2010 Raporundaki verilerine göre 

Katar 7,7 ile 19. sırada, 
BAE 6,3 ile 28. sırada, 
Umman 5,3 ile 41. sırada, 
Bahreyn 4,9 ile 48. sırada, 
Ürdün ve Suudi Arabistan 4,7 ile 50. sırada, 
Kuveyt 4,5 ile 54. sırada, 
Tunus 4,3 ile 59. sırada, 
Fas 3,4 puanla 85. sırada, 
Mısır 3,1 ile 98. sırada, 
Cezayir 2,9 ile 105. sırada, 
Lübnan ve Suriye 2,5 ile 127. sırada, 
Iran Libya ve Yemen 2,2 ile 146. sırada ve 
Irak 1,5 ile 175. sırada bulunmaktadır. 

Öte yandan bölgedeki işsizlik oranları özellikle gençler arasında yaygındır. Ortadoğu bölgesinde gençler arasında işsizlik 2009 verilerine göre, %24,9 iken bu oran Kuzey Afrika’da %23,4’tür. 

Benzer şekilde siyasi sistemlerde var olan muhaliflerin sistematik olarak dışlanması, seçimlerin sembolik olması, seçim ile oluşturulan parlamentoda 
temsilin iktidarca sınırlandırılması, parlamento çalışmalarının ise iktidar kontrolü altında bulunması, erkler ayrılığının ülkelerde sağlanamamış olmasından dolayı şiddet, tutuklama ve vatandaşlıktan çıkarılmanın muhalefeti bastırmak için kullanılan yöntemler olması bölgedeki ülkelerin paylaştığı ortak iç dinamiksel sorunlardır. Bu durum Tunus’ta yaşandığı gibi Bahreyn’de de yaşanmakta ve sokak hareketlerini beslemektedir. Kuzey Afrika’da ön plana çıkarılan “radikal İslam tehdidi” algısının Ortadoğu ülkelerinde bölgede İran’ın artan etkinliği nedeniyle “Şii tehdit” olarak üretildiği görülmektedir. Bu algılama bölgedeki ülkelerin güvenlik algılarını keskinleştirirken, muhalif hareketlere karşı iktidarların sertleşmesini de sağlamaktadır. 

Yakın tarihinde 6 Nisan Gençlik Hareketinin çeşitli eylemlerine ve Kifaye Hareketinin geniş yankı uyandıran protestolarına sahne olan Mısır için 
2011’de başlayan sokak dinamizmi pek çok açıdan şaşırtıcı değildir. Mısır sokaklarının son yıllarda hareketli olduğu ve 2011 yılına kadar da bu 
hareketliliğin devam ettiği görülmektedir. 2004 yılında eylemler %200 artmış ve ülkede 250’den fazla protesto düzenlenmiştir.3 2006 yılında 222 adet, 2007 yılında ise 580 adet grev gerçekleşmiştir. 2008 yılına kadar eylemlerin ve grevlerin belli kent merkezleriyle ve sosyo-ekonomik değişim talebi ile sınırlı kaldığı ancak bu tarihte 6 Nisan Hareketi ile siyasi talepleri de içerecek şekilde siyasileştiği gözlenmektedir. 
Ancak bu trend ülkede devamlılığını sağlayamamış ve 2009 ve 2010 yıllarında tüm çabalara rağmen 2008 yılındaki başarısını tekrarlayamamıştır. Buna paralel 
olarak protesto gösterileri ve grevler lokalleşmiş ve sosyo-ekonomik talep eksenine geri çekilmiştir. Ancak buna rağmen sokak hareketliliğinin sayı ve mekân genişlemesi durmamıştır. 2009’da 1000’den fazla grev ve protesto gösterisi düzenlenmiş, 2010’da başkanlık seçimi krizi ile bu hareketlilik artmıştır. 



Bu noktada dikkat çeken husus “rejime geri adım attırma konusunda yetersiz kalan önceki sokak hareketlerinin 2011’de nasıl başarılı olduğu” sorusudur. 
İç ve dış dinamikler üzerinden yapılan pek çok çalışma Mısır’da sokak hareketinin siyasallaşmasından çeşitli gruplar arasında kurulan 
ittifaka, rejim elitlerinin stratejik kararlarından uluslararası dinamiklerin etkisine kadar geniş bir yelpazede pek çok açıklama getirmiştir. Benzer 
şekilde komplo eksenli açıklama ve analizler de bu başarıyı açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu çalışma son üç yılda yazılan tüm komplo teorilerini 
ele alamayacağı için en çok ses getiren CANVAS ve Otpor bağlantılı teoriyi ele almayı planlamaktadır. 

Esas itibari ile Otpor4 ve CANVAS’ı5 CIA destekli “örgütler” olarak değerlendiren görüş, “bu kuruluşların dünyanın pek çok ülkesinde istikrarsızlık 
yayma ve rejimleri devirme amaçları ile faaliyet gösterdiğini” iddia etmektedir. CIA bağlantısı iddiasının temelinde ise Freedom House, 
George Mason Üniversitesi ve Humanity in Action gibi kuruluşların CANVAS’a destek vermesi bulunmaktadır.6 Gene bu görüşe göre “demokrasi 
getirme bahanesi ile hedefteki ülkelere sızan ve bu ülkelerin altyapı özelliklerini öğrenerek halkı kandırıp “galeyana” getiren bu kuruluşlar 
en çok sosyal medya araçları üzerinden organize oluyor ve gençlik hareketlerini hedef alıyor. Bu görüşe göre, “Gürcistan, Lübnan, Maldivler, Ukrayna 
gibi ülkelerde rejimleri istikrarsızlaştıran bu iki kuruluş Mısır’da 2011’de ve 2013’de Tahrir Meydanı”nda gerçekleşen eylemlerin de gerçek 
mimarı.” Otpor ve CANVAS’ın işareti olarak kullanılan yumruk simgesinin Mısır eylemcileri tarafından kullanılması ise en güçlü kanıtları. 

Peki, Mısır bağlamında Otpor ve CANVAS nasıl bir konuma ve role sahip? Tina Rosenberg 2011 tarihinde, henüz Mısır’da gelişmeler çok 
yeniyken, yazdığı “U Devrimi: Mısır, Miloşeviç’i Deviren Öğrencilerden Ne Öğrendi?” başlıklı yazısında bu hususa değiniyor.7 Yazıda 6 Nisan 
Hareketi’nin liderinden Muhammed Adil’in 2009 yazında Sırbistan’da bulunan CANVAS’a yaptığı ziyareti ve bu ziyaret sırasında aldığı bir 
haftalık eğitimi anlatarak başlayan bu çalışmada, Mısır’da gençlerin barışçıl bir şekilde kalıcı eylem yapmayı CANVAS’tan öğrendiği ve bu deneyimi 
ülkeye taşıdığı anlatılıyor. CANVAS’ın liderlerinden Srdja Popoviç’in Mısır’da 6 Nisan ve Ki-faye Hareketlerinin elde ettiği başarıyı övüşünün 
altının çizildiği çalışma, demokratikleşme konusunda CANVAS’ın geleneksel eylem taktiklerini nasıl modernize ettiğini, Miloşeviç’e karşı nasıl 
başarılı olduklarını ve kuruluşun küresel anlamda diğer ülkelerdeki sivil toplum kuruluşları ile ortak geliştirdiği workshopları anlatarak devam ediyor. 

Sivil toplum örgütlerinin sınır aşan etkisini kabul etmekle birlikte çalışma Burma’dan Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada yaşanan pek 
çok halk hareketinin başarısını CANVAS’a mal etmesindeki bonkörlüğü ve heyecanı, bu sınır Ekmek İsyanlarında olduğu gibi kentli orta ve alt sınıflar sokak hareketliliğinin başat aktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Ekmek İsyanlarında olduğu gibi kentli orta ve alt sınıflar sokak hareketliliğinin başat aktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. aşan etkinin ötesinde bir tablo çiziyor. Her ne kadar bu çalışmaya “komplo teorisi” gözüyle bakmak abartılı bir yaklaşım olsa da aynı hareket noktasından beslenmelerinden ötürü dikkat 
çekicidir. Tina Rosenberg çalışmasında sivil toplum örgütlerinin sınır aşan etkisine olumlama yaparken bazı araştırmacı ve gazeteciler ise aynı 
noktadan hareketle “dış mihraklar” söylemi üzerinden mevcut durumu analiz etmeye çalışmaktadır. 



Bu ve benzeri söylemlerin en zayıf noktası, karmaşık olguları tek düzeyde analiz etmeye çalışması ve doğal olarak dinamikleri basite indirgemesi 
ancak öte yandan ölçülemeyen etkenlerin rolünü de abartmasıdır. CANVAS örneğinden devam edecek olursak, Ottoway ve Hamzawy’in 
çalışmasında verilen istatistiki bilgiler ve altı çizilen bölgesel trend yok sayarak tek bir kişinin katıldığı bir haftalık eğitimin ön plana çıkarılması 
ve milyonlar üzerinde kesin bir etki yarattığının varsayılması gibi nedenlerden dolayı faktörler ve aktörler arasında illiyet bağının kurulması 
sırasında dengeli bir yaklaşımın göz ardı edildiğini görürüz. 

Bir diğer sorunlu nokta ise uluslararası faktörlerin “doğrudan politikalar” ile sınırlandırılması ve daha da önemlisi kötücülleştirilmesi/şeytanlaştırılmasıdır. 
Komplo teorilerinde sistemsel sınırlar ve etkiler, uluslararası devlet ve ekonomik sistemin etkileri, küresel ve bölgesel güç dengeleri, 
dolaylı politikalar ile şok etkileri birer “mihrak” unsuru haline dönüştürülerek analizin verisi haline gelmektedir. Örneğin 2011’de de, 2013’de de 
farklı amaçlar için Tahrir Meydanına toplanan kalabalıkların tek merkezden, yani CANVAS ve Otpor tarafından kontrol edildiği fikri “bazı örtülü 
amaçlar için kaosun tetiklendiği” varsayımına dayanmaktadır. Basitçe uluslararası ilişkilerin temel kabullerinden olan “çıkar” kavramının çarpıtılması 
ile korkunun beslenmesi durumu söz konusudur. 

Bu yaklaşımın en belirgin bir diğer eksikliği/ bozukluğu ise iç dinamiklerin tamamen göz ardı edilmesi ve halkları “kandırılmış sürülere” 
indirgemesidir. Böylece halk hareketlerinin en aktif katılımcısı olan kalabalıklar “edilgen” hale getirilerek sokak siyasetinin temel aktörleri kitleden 
“kütleye” dönüştürülmektedir. Öte yandan sokak hareketleri, temelde iç süreçlerdir. Süreç yönelimli yaklaşımlara göre bu süreçlerin 
en önemli belirleyicileri rejim ve rejim dışı aktörlerin stratejik kararlarıdır. Bu kararlar itiraz götürmeyecek şekilde uluslararası faktörlerden 
etkilenmektedir. Ancak bu tarz yaklaşım ve çalışmaların Mısır başta olmak üzere bölgedeki iç ve dış dinamikleri açıklamak konusunda başarılı 
olamadıkları ve olamayacakları aşikârdır. 

Komplo Teorilerinden Uzaklaşmak; ,



2004 yılında Asef Bayat’ın Ortadoğu’da toplumsal hareketler ve siyaset üzerine yazdığı kitabında sokak siyasetinde, kamusal mekanı kullanan 
insanlar arasındaki pasif ilişki ağının aktif hale gelmesinin karmaşık bir süreç olduğunu anlatılır.8 Dahası ABD’nin Afganistan işgali sonrası ve 
2002 baharında İsrail’in Batı Şeria’yı işgal etmesinin ardından Arap Sokağı’nın öfkeyle patladığını anlatarak Ortadoğu’da sokak hareketlerinin 
reaksiyonel yapısına dikkat çeker. Dinamik ve siyasetin mekanı olan sokaklarda gelişen hareketlerin bölgenin dönüşümünde etkili olmaya 
devam edeceğine dayanan varsayımı ile Asef Bayat, Ortadoğu’da son üç yılda yaşananların daha iyi anlaşılmasına önemli bir katkıda bulunuyor. 

Mübarek’i deviren halk ayaklanmalarını pek çok farklı dinamik üzerinden incelemek mümkündür. Ottoway ve Hamzawy’in işaret ettiği ve son 
on yıllık sürece yayılan sokak hareketliliği, son üç yılda dinmeyen aktivizmi anlamak konusunda oldukça yardımcı olabilecek bir sosyal olguya 
işaret etmektedir. Öncelikle son üç yılda Mısır’da yapılan seçimler ve sokak aktivizmi, hareketin kent merkezli olduğunu açık bir biçimde ortaya 
koydu. 2011 sonrası süreçte Mısır sokakları sürekli protesto gösterilerine sahne olmaya devam etti. Ülkede siyasi kurumsal yapı içerisinde bir 
süreç devam ederken -ki bu dönemde iki anayasa referandumu, parlamento ve devlet başkanlığı seçimleri, parlamentonun feshi ile sonuçlanan 
bir yargı darbesi ve devlet başkanına “olağanüstü” yetkiler tanıyan kararname krizini içeriyor- Mısır’da kent merkezlerinde ayrı bir süreç 
devam ediyordu. Pek çok bakımdan bu durum Ortadoğu’da 1980’lerde gelişen kentsel isyanlara benzemektedir. Devlet kapitalizminden neo-liberal 
politikalara geçişin tetiklediği bu isyanlar orta ve alt sınıfları aktif hale getirmiş ve toplum ve devlet arasında yeni bir sosyal sözleşmenin 
kurulmasına neden olmuştu. Bahsi geçen sosyal sözleşme populist otoriter rejimlerin kabuk değiştirmesi ve yapısal olarak kendini reforme ederek 
ayakta kalmasından öte bir durum da değildi. Öyle ki bu durum akademisyen ve araştırmacıları Ortadoğu’da bir çeşit otoriter direncin varlığı 
konusunda ikna etmiştir. 

Benzer bir noktadan hareketle 2000’lerde ise genel olarak bölgenin, özelde de Mısır’ın uluslararası ekonomik sisteme entegrasyonu ile ilgili 
yapısal sıkıntıları ön plana çıkmaktadır. Carrie Rosefsky Wickham bu durumu “[Mısır] sanayisinin global pazara uyum sağlayamaması gibi 
yapısal bozukluklar” olarak nitelendirmektedir.9 

Mısır’da son on yıla yayılan öfke, huzursuzluk ve eylemsellik, son on yılda devlet-toplum arasındaki sözleşmenin değişmesi/tahrip edilmesi 
ve toplumun değişmesinin doğrudan sonuçlarından biridir. Ekmek İsyanlarında olduğu gibi kentli orta ve alt sınıflar bu sokak hareketliliğinin 
başat aktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamusal alanın yani sokağın eylemselliğin mekanı haline geldiği Mısır’da aktif hale gelen pasif ağların 
nasıl sakinleştirileceğine yönelik yerinde bir tutum/siyaset uygulanamayışı sokak siyasetinin yerini kurumsal siyasete bırakmasını büyük ölçüde 
engellenememiştir. 

Komplo teorilerinin sürüklediği noktadan, kitlelerin Mısır’da milyonlar halinde yeniden ve yeniden nasıl sokağa döküldüklerini anlamak oldukça 
zordur. Bu anlamlandırma ve açıklama çabası bahsi geçen çerçeve içerisinde üretilemediği için suçlama ve abartmayı, açıklama olarak sunmaktadır. 
Öte yandan Mısır’daki temel gerçek, son üç yılda aktif hale gelen pasif ağın sokağı hiç terketmediği ve sokak eylemselliğinin özellikle son 
üç yılda varlığını devam ettirdiğidir. 

Çözüme Yaklaşmak; 

“Sokak, muhalefetlerini dile getirecekleri kurumsal bağlamdan yapısal olarak yoksun olanla-rın toplu halde kendilerini ifade etmelerinin tek 
mahallidir.”10 Sokak siyaseti ise bu bağlamda bu tek mahalde “kurumlar, tutarlı bir ideoloji ya da belirgin bir liderlik olmaksızın, farklı toplumsal 
grupların muhalefetinin ilerleyişini ifade eder.”11 Mısır’da 2011 yılında herkesin malumu haline gelen toplumsal hareket özünde bahsi geçen 
sokaktaki bu muhalefet yani sokak siyasetinin kitleselleşmesidir. Elitler ve siyasi aktörler arasındaki mücadele ve ittifakları analiz etmenin 
önemine ek olarak Mısır’da son üç yılda gelişen bu sokak siyasetini anlamadan mevcut kutuplaşmayı ve siyasi çıkmazı anlamak mümkün görünmemektedir. 

Mısır’daki üst yapıdaki temel aktörler üç ana kutuptan oluşmaktadır: 

- Müslüman Kardeşlerin çekirdek olduğu Siyasal İslamcılar, 
- Özellikle bürokratik otoriter rejimin etrafında toplanmış ve giderek daha da güçlenen istikrar ve düzenciler, 
- Nasırcıların etkin olduğu fakat diğer iki grup kadar birleşik olmayan daha dağınık bir yapı temsil eden popülist, sosyal refah devleti isteyen 
grup ile liberallerin öne çıktığı sivil devlet modelini ön plana çıkaran grup. 

Mübarek sonrası dönemde bu üç kutup siyasi kurumsal yapı içerisinde mücadele içerisinde oldular. Ancak siyasi kurumsal yapı içerisinde 
devam eden mücadele de süreç de sokak siyasetinin yerini alamadı. Öte yandan siyasi kurumsal yapının bu işlevsizliği, bu kutupların da sokak siyasetini 
meşru siyasi mekanizma olarak görmesi ile sonuçlandı. Son üç yılda ortaya çıkan tüm krizlerde siyasi aktörler yüzlerini sokağa dönerek 
bu yönelimi pratiğe döktüler. 3 Temmuz darbesi sonrası süreçte de sokaktan güç almaya çalışma yönetimi her üç kutup tarafından da kullanılmaya 
devam etmekte. Sonuç itibari ile aktifleşen ağların kamusal alandaki yani sokaktaki varlığı bir yandan itirazın diğer yandan da siyasi mücadelenin 
aracı haline geldi ve ülkedeki krizi ve kutuplaşmayı da derinleştirdi. 



Mısır’da çözüm üst yapıdaki aktörlerin pozisyon değişikliğine bağlı olduğu kadar sokak siyasetinin yerini kurumsal siyasi mekanizmaya bırakmasıyla 
ve aktif hale gelen ağların pasifleşmesiyle mümkün olabilir. Sokak muhalefetini tetikleyen pek çok ve karmaşık faktör bulunmakta ancak 
en temelde sokaktaki sosyal ağın muhalefetlerini dile getirecekleri kurumsal bağlamdan yapısal olarak yoksun olmaları yatmaktadır. Çeşitli 
ekonomik, sosyal ve siyasal talepler çerçevesinde aktifleşen ağların pasifize edilmesi de sisteme entegre olmaları ile mümkündür. Bu gerçekleşmediği 
sürece komplo teorilerinin anlamadığı ve anlamadıkları için suçladıkları pek çok gelişme Mısır’ın geleceğinde yaşanmaya devam edeceğe  benzemektedir. 

DİPNOTLAR 

1 Makalenin tamamı için bakınız: Marina Ottoway ve Amr Hamzawy, “Protest Movements and Political Change in the Arab World”, Carnegie Endowment for International Peace, 28 Ocak 2011, 
http://carnegieendowment.org/files/OttawayHamzawy_Outlook_Jan11_ProtestMovements.pdf 

2 Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.transparency.org 

3 Bu çalışmada Mısır’da gerçekleşen eylemlere ait sayısal verilen Marina Ottoway ve Amr Hamzawy’in Protest Movements and Political Change in the Arab World isimli çalışmasından alınmıştır: 
http://carnegieendowment.org/files/OttawayHamzawy_Outlook_Jan11_ProtestMovements.pdf 

4 Otpor, 1998 ve 2003 yılları arasında Miloşeviç’e karşı faaliyet gösteren bir gençlik hareketidir. 2000 yılında Miloşeviç’in iktidardan indirilmesinde etkin rol oynamışlardır. Ayrıntılı bilgi için bakınız : “The Rise Of Youth 
Movements In The Post Communist Region”, Olena Nikolayenko, Center For Democracy Development, Stanford,June 19, 2009 

5 Otpor Gençlik Hareketi liderlerinden Slobodan Djinovic and Srdja Popovic tarafından 200 yılında Sırbistan, Belgrat’ta kurulan kar amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütüdür. Gandi ve Martin Luther King gibi liderleri örnek aldıklarını belirten kuruluş şiddet karşıtı demokratikleşme hareketlerine deneyimlerini aktarma amacı ile kurulduklarını belirtmektedirler. Ayrıntılı bilgi için bakınız: CANVAS Resmi Web Sayfası,  http://www.canvasopedia.org 

6 Tony Cartalucci, “CIA Coup-College”, http://landdestroyer.blogspot.com/2011/02/cia-coup-college.html ; Sıradışı 
Programı, “CANVAS Ve Otpor Dosyası”, 18.06.2013, http://www.youtube.com/watch?v=2aCXd1yu-30 

7 Makalenin tamamı için bakınız: Tina Rosenberg, “Revolution U”, Foreign Policy, 16 Şubat 2011, 
http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/02/16/revolution_u?page=0,0 

8 Asef Bayat, Ortadoğu’da Maduniyet: Toplumsal Hareketler ve Siyaset, İletişim Yayınları, 2004 

9 “Carrie Rosefsky Wickham ile Röportaj”, Ezgi Başaran, Radikal, 26 Ağustos 2013, 
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/musluman_kardeslerin_en_buyuk_hatasi_asiri_islamciligi_degil_kibriydi-1147761 

10 Asef Bayat, Ortadoğu’da Maduniyet: Toplumsal Hareketler ve Siyaset, İletişim Yayınları, 2004, 143. 

11 Asef Bayat, Ortadoğu’da Maduniyet: Toplumsal Hareketler ve Siyaset, İletişim Yayınları, 2004, 143. 


***