1 Mart 2017 Çarşamba

Toplumsal Hareketler ve Ortadoğu




Toplumsal Hareketler ve Ortadoğu 



ORSAM’dan Değerli Okurlar'a 

Ortadoğu Analiz’in Eylül Sayısını “ Toplumsal Hareketler ve Ortadoğu ” kapak konusuyla çıkarıyoruz. 

Kapak konumuzun ilk makalesi Taner Tatar’a aittir. Tatar makalesinde yeni toplumsal hareketleri ve küreselleşmeye karşı oluşan küresel tepkileri teorik bir 
bakış açısından değerlendiriyor. 

Nebahat Tanrıverdi Yaşar makalesinde Ortadoğu’da devam eden ve yakın gelecekte de etkili olacağa benzeyen sokak hareketlerini Mısır çerçevesinde inceleliyor. Bu bağlamda Tanrıverdi komplo teorilerinin Ortadoğu’da neden cazip olduğu sorusunu da cevaplamaya çalışıyor. 

Ceren Akbaba, “Occupy the World: The Emergence of an International Movement” başlıklı makalesinde, Eylül 2011’de New York’da finansal sisteme karşı başlatılan Occupy hareketini ve o tarihten itibaren dünyanın çeşitli yerlerinde ortaya çıkan kitlesel protesto hareketlerini inceliyor. 

Ahmet Han “Suriye’de Kimyasal Silah Kullanımı: Gerçekten bir “Oyun Dönüştürücü” mü?” başlıklı makalesinde 21 Ağustos tarihinde Şam’ın Guta semtinde gerçekleştirilen saldırıyla birlikte Suriye’de mevcut durumu bu saldırı merkezinde analiz ederek, kimyasal silah kullanımının Suriye denkleminde ve ilgili aktörlerin tavrında ne gibi bir değişikliğe yol açabileceğini -açıp açmayacağını- değerlendiriyor. 

Murat Somer, Barış Süreci ve Kürt Meselesini kimlikler, krizler ve dış politika ekseninde değerlendirdiği makalesinde karar alıcılara bu süreçte nasıl bir yol izlemeleri gerektiği noktasında yardımcı olmaya çalışıyor. 

Alper Dede, Arap Baharı perspektifinden Mürsi’yi iktidardan düşüren askeri darbeyi, Mısır’da demokrasinin geleceğinin nasıl bir çizgi izleyeceğini ve askeriye ile İhvan’ın bu süreçte kendilerini nasıl konumlandıracağını inceliyor ve bu bağlamda Türkiye’nin rol modeli olma kapasitesini eleştirel bir bakış açısından tartışıyor. 

Sermin Przeczek makalesinde İran dış politikasına yön veren faktörleri altı kategori altında incelerken, yeni seçilen İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile İran dış politikasınde meydana gelebilecek değişiklikleri analiz ediyor. 

Barış Doster, “Irak, Suriye ve İran’ın Türkiye Politikaları” başlıklı makalesinde komşularının Türkiye’nin dış politikasına yönelik tutum ve algılarını analiz ediyor. Doster, ayrıca 2000’li yıllardan itibaren önceleri kısaca BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), sonrasında GOKAP (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) olarak anılan projeler kapsamında Türkiye ve komşuları arasındaki ilişkileri değerlendiriyor. 

Süreyya Yiğit, “Mongolia’s Path to Economic Prosperity and Political Liberalisation” başlıklı makalesinde geçiş sürecinde olan Moğalistan’ın karşılaştığı zorukları ve bu süreçte yapılan son başkanlık seçiminin önemini değerlendiriyor. 

Bilgay Duman, bu sayımızda yer alan makalesinde 20 Haziran 2013 tarihinde gerçekleştirilen Musul İl Meclisi seçimlerini değerlendiriyor. 2009 yılından itibaren Musul’daki yerel siyasetin Irak genel siyasetine etiklerini analiz eden Duman, bu çalışmasında gelecek döneme ilişkin öngörülerde bulunuyor. 

Konferans İzlenimleri köşemizde ise ORSAM ve GORAN Hareketi’nin işbirliği ile “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde Siyasal Gelişmeler ve Türkiye ile Iraklı Kürtler Arasındaki İlişkilerin Geleceği” Çalıştayı’ndan izlenimlerini derleyen Tuğba Evrim Maden’in çalışmasını sizlerle paylaşıyoruz. 

Bilgay Duman ve Seyfi Kılıç etkinlik yazısında ORSAM’ın Konuğu Olarak Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anma Etkinliklerine katılan Iraklı Alevi-Bektaşi heyetine yer veriyorlar. 

Bu sayımızda Mısır’da yer alan siyasi partilerden biri olan El-Vasat Partisi Genel Sekreteri Mahmud Şerbini ile yapılan röportajı siz okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz. 
Ekim Sayımızda görüşmek üzere,Keyifli Okumalar 
Tarık Oğuzlu 
Hasan Kanbolat 
Ortadoğu Analiz Editörü ORSAM Başkanı 
www.orsam.org.tr 
ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 
www.orsam.org.tr 
ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 


Kapak Konusu ;
Toplumsal Hareketler ve Ortadoğu 





Sınırları aşan Küresel Ölçekli sorunların, aynı ölçekte karşılık bulması beklenmelidir. 1999 yılında 1500 örgütün katılımıyla gerçekleşen 
Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü karşıtı protestolar bunun bir yansımasıdır. 
Yeni Toplumsal Hareketler ve Küresel Projeler 
New Social Movements and Global Projects 

Taner TATAR 
Kapak Konusu 
Giriş: 

Süreklilik İçinde Değişim ve Eskiye İlave Yeniler; 





Günümüz toplumsal hareketlerinin başına eklenen “yeni” nitelendirmesi mutlak ve keskin bir farklılığı ortaya koymaktan ziyade, geçmişe nispetle yapılan bir açıklamadır. Geçmişe atıfla yapılan izahlar, süreklilik içerisindeki değişimi görebilme imkânını sunar. Zira toplumsal olaylar aniden ortaya çıkmadığı gibi değişmeyen sabit kalıplar da değildir. Değişimin hızlı gerçekleşmesi durumunda, bazı toplumsal olayların başına “yeni” nitelendirmesinin getirilmesi meseleyi analitik açıdan daha açıklayıcı kılmaktadır. Bununla birlikte, tam bir kopuş içeren izahlar geçmişle olan bağı ve etkileşimi kopardığı için eksik ya da yanlış sonuçlar içerebilmektedir. Hâlbuki her bir yeni ya bir öncekinin bizatihi içinden doğmakta ya da ona eklemlenmektedir. Bu durumda önceki ile olan bağı ihmal etmeksizin yeniyi anlamak çabası daha doğru sonuçlara 
ulaşmayı temin edebilmektedir. 




Toplumsal hareketlerin yeniliği, sadece hareketlerin bizatihi kendisinden kaynaklanan sebepler dolayısıyla değil, bu hareketlere bakışın da yeniliği 
ile alakalıdır. Kolektif hareketlere yönelik olarak ortaya konan ilkel duygudaşlık, hayvanîlik, irrasyonalite, toplumsal patoloji, vb. karşı duruşlar içeren nitelendirmeler, yerini daha tarafsız ya da toplumsal hareketlerin safında veya nispeten sol cenahta durarak ifade edilen fikirlere bırakmaktadır. 
Dolayısıyla bilimsel analizde durulan nokta ve bakış açısında da farklılıklar ortaya çıkmaktadır. 

Toplumsal hareketlere konu olan hususlarda yeni meselelere yeni sorular, itirazlar ve cevaplar yöneltilmektedir. Toplumsal yapıda meydana gelen değişmeler; sıkıntılar, öncelikler, hedefler ve farkındalıklarda da değişime yol açmaktadır. Toplumsal harekete konu olan bu hususlar belirli bir toplumsal yapı içerisinde yeşermekle birlikte, artık küresel ölçekli, hızlı bir yayılma göstermektedir. Dünyanın eskiye nispetle daha çok birbirine bağlı bir ağ oluşturması sebebiyle, domino taşı etkisi daha geniş bir alanda ve daha hızlı gerçekleşmektedir. Önce sanal âlemde, sosyal ağlar vasıtasıyla inşa edilen birliktelikler daha sonra mekânda birliktelik yoluyla toplumsal hareketlere dönüşebilmektedir. Ya da ortaya çıkan bir toplumsal hareket, sanal âlemin etkisiyle sınır tanımaz bir mahiyette dalga dalga yayılabilmektedir. Herkesin kendisinden bir parça bulduğu sanal âlemin oluşturduğu ve vaat ettiği gerçeklik algısı ve olgusu bireyleri cezbetmektedir. Sosyal ağlarda başlayan hareketler daha masum ve içten görülebilmektedir. Yasal sorumlulukların daha az hissedildiği ve yaptırımların da açık uygulamalarla tecrübe edilmediği durumlarda, sosyal ağlar bireylere geniş bir özgürlük alanı oluşturmaktadır. Ancak internet aracılığıyla işlenen suçlara ya da yasa ihlallerine yönelik yaptırımların arttığı toplumlarda, özellikle kitleleri tahrik ve ayaklanmaya sevk etme, bilinçli olarak kitleleri galeyana getirecek düzmece haber üretme gibi 
davranışlar, nicelik olarak azalmakta ama daha profesyonel hale de gelebilmektedir. 

Sağa Yatmış Sol ve Yalpalayan Toplumsal Hareketler; 

1970’lerde başlayan, 1989’da Berlin Duvarının yıkılması sonrasında hızlanan, Marksist-sosyalist düşünce ve harekette ortaya çıkan gerileme, 
hayal kırıklığı ve yenilmişlik duygusu, sol hareketleri sınıf temelli olmaktan çıkmaya zorlamıştır. 
Ekonomik temele dayalı izahlar ve kurgular değişmeye başlamış, ekonomik ve insanî sömürüyle ilişki kurulan yeni toplumsal meseleler üzerinde yoğunlaşma başlamış ya da yeni bazı durumlar mesele olarak görülmüştür. Liberal düşüncenin birey merkezli özgürlükleri, grup ve cemaat eksenli hak ve özgürlük mücadelesiyle birleştirilmiştir. Böylece toplumsal hareketlerde ekonomik temeller yerini kültürel alana bırakmıştır. 

Azınlıkların, etnik grupların, göçmenlerin, farklı kültürel grupların siyasî ve toplumsal hak ve eşitlik mücadelesi, toplumsal hareketlerin yeni sahasını oluşturmaya başlamıştır. Ekonomik hedeflerin ya da sınıf çıkarlarının temele alındığı eski toplumsal hareketlerle, bu yeniler arasında bir farklılık olmakla birlikte; kültürel alanla ekonomik temel arasında keskin bir ayrımın yapılmadığı da görülmektedir. Özellikle uluslararası ekonomik antlaşmalara, kurumlara ve şirketlere yönelik antikapitalist toplumsal hareketlerdeki ekonomik öncelik ve temel dikkatleri çekmektedir. 
Küreselleşmenin de önemli belirleyicileri olarak görülen uluslararası ve uluslarüstü kurum ve antlaşmalara yönelik tepkiler ve ortaya çıkan 
toplumsal hareketler de siyasî sınırları aşarak küresel ölçekte gerçekleşmeye başlamıştır. Bu anlamda 1989 sonrası toplumsal hareketlerin “yeni” nitelendirmesi ile izah edilen hareketlerden farklı boyutlarla ortaya çıktığı görülmektedir. Bunu toplumsal hareketlerin çok farklı bir aşaması olarak görmek mümkündür. Ancak değişim-süreklilik ilişkisini kurabilmek açısından, küresel ölçekli bu tür hareketleri, yeni toplumsal hareketlerin boyutlarının büyümesi ve internet ağı gibi yeni araçlarla donatılması olarak değerlendirmek makuldür. Sınırları aşan küresel ölçekli sorunların, aynı ölçekte karşılık bulması beklenmeli dir. 1999 yılında 1500 örgütün katılımıyla gerçekleşen Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü karşıtı protestolar bunun bir yansımasıdır. Her ne kadar en yeni toplumsal hareketler, küreselleşmenin kendisine veya çeşitli boyutlarına 
tepki olarak ortaya çıksa da, bu tür hareketlerin de bir tür küresel projeler içerdiği dikkatlerden kaçmamaktadır. İlkini dayatma, ikincisini ise toplumsal tabandan gelişen bir hareket olarak görmek gerçekleri ifade etmez. Özellikle küresel ölçekte gerçekleşen bazı toplumsal hareketlerin, karşı konulduğu düşünülen küresel güçler tarafından desteklendiği görülmektedir. Mesela şirket küreselleşmesine karşı gelişen bazı hareketlerin şirketlerden destek alması bu türdendir. 

Küreselleşmeden nemalanan güçlerin, kendi alternatiflerini de bizatihi kendilerinin belirlediği ya da karşıt hareketleri kısmî destekle kontrol 
altında tutmaya çalıştıkları aşikârdır. Yine küresel hâkimiyet ve iktidar mücadelesinde rol oynayan aktörlerin, bu tür hareketlerin içerisinde 
yer almaları beklenen bir durumdur. “Tarihin sonu”nun gelmediği dünyada, küre hâkimiyetini hedefleyen güçlerin çatışması kaçınılmazdır. 

Çatışmayı ekonomik temelin sona erip, kültürel fay hatlarında gerçekleşeceğini söylemek, sömürge mücadelesini görmezden gelmeyi gerektirir. 

Ekonomik sömürü amaçlı çatışma, kültürel alanlarda mücadele ile paralel yürümektedir. Söz konusu çatışmaların toplumsal hareketlerde de 
yansıması ise mukadderdir. Jeopolitik stratejilerin, taktik mücadelelerinde görülen toplum destekli hareketlerde, toplumsal hareketlerin önemli 
bir özelliği olan ‘kendiliğindenliği’nin gerçekleşmediği görülmektedir. Bu hareketlerde, iç dinamiklerden kaynaklanan sorunlar kullanılmakta 
ama söz konusu hareketler stratejik çatışmanın taraflarınca güdümlü ve kontrollü (bazı durumlarda planlama ve kontrol mekanizmaları etkisiz 
kalabilmektedir) olarak ortaya çıkarılmaktadır. 

Kaybedilmiş Hükümsüz Kimlikler; 

İhmal edilmiş ya da esirgenmiş haklar, onları elde etmek isteyenler tarafından bir kimlik mücadelesine dönüştürülmektedir. Modernizmin kimliklerin 
kendisini ya da bileşenlerini yok sayan keskinliği körelirken, postmodernist yaklaşımlarda farklılığın göstergesi olarak kimlik yüceltilmeye başlan mıştır. Verili ya da kazanılmış olduğu düşünülen kimlikler, var oluşun temeli ve göstergesi haline dönüşmüştür. Kimlik, insanın bir parçası değil, bizatihi kendisi olarak görülürken, hak, özgürlük ve eşitlik talebi onun üzerine inşa edilmektedir. Kimliklendirme hem meşru kılma hem de güçlendirme aracı olarak kullanılmaktadır. Zira kimlik, hak ve özgürlükleri doğallaştırmakta ve aynı kimliğe mensup olanlar arasında sağladığı dayanışma bağı sayesinde onları güçlü kılmaktadır. Kimliğin gücü bireyler tarafından idrak edildikçe, ortaya çıkan birlik duygusu kişileri birlikte hareket etmeye sevk etmektedir. 

Kimlik eski bir duygu ve olgu olmakla birlikte, kimliğin bileşenlerinin birbirinden ayrılarak yegâne kimlik vurgusuna dönüşmesi yenidir. 

Parçalanmış kimliklere mensubiyet duyan bireyler, gücünü bizatihi kimlikten almak suretiyle, kimliklerinin sadece bir boyutunu sembolleştirerek, 
toplumsal hareketlerin bayraktarlığını yapabilmektedirler. Geçmişten beri mevcut bulunan ya da oluşturulmuş dışlanmışlık, sindirilmişlik ve 
ötelenmişlik duygularıyla, kitleler var olduklarını ilân ve tescil etmek isteğiyle kimlik mücadelesine girişebilmektedirler. 

Bu mücadeleler kültürelhak talebinden, özerkliğe ve özgürlüğe kadar varan bir dizi beklenti ile yürütülmektedir. 

Eski Bedene Yeni Yüzler ;

Yeni olarak görülmekle birlikte, toplumsal hareketlere konu olan bazı hususların tarihi köklerinin çok eskilere dayandığı da görülebilmektedir. Özellikle din eksenli hareketlerin köklerinin çok eskilere dayandığı, hedeflerinde herhangi bir değişme olmadığı, ancak yöntemlerde ve araçlarda eskiye ilavelerin bulunduğu görülebilmektedir. Bunun gibi yeni nitelendirmesi ile karşımıza çıkan kadın hareketlerinin de temellerinin oldukça eskiye dayandığı bilinmektedir. 18. yüzyılın başlarında görülen ve 19. yüzyılda hızlanarak devam eden kadın hareketleri, günümüzde temel hak ve özgürlüklerin kazanılmış olması dolayısıyla, daha geniş bir toplumsal alana yayılmakta ve yeni yüzlerle ortaya çıkmaktadır. Ayrıca küreselleşmenin ulus devletlerin sonunu getirdiği iddialarına paralele olarak milliyetçi toplumsal hareketlerin de bittiğine yönelik ilanlar, gerek bazı değişikliklerle birlikte aslî siyasî yapı olma özelliğini devam ettiren ulus devletler, gerekse küreselleşme karşıtı milliyetçi toplumsal hareketlerle yanlışlanmaktadır. Bir başka ifadeyle eski beden, yeni yüzlerle kendisini göstermektedir. 

Bütün bunlara rağmen tamamıyla yeni nitelendirmesini hak eden hareketler de vardır. Çevreci hareketler, özellikle kirlilik, yeşil alanların tahrip edilmesi ve devasa nükleer tehditlerin boyutlarının gün geçtikçe büyümesi ve yaygınlık arz etmesi sonucunda toplumsal hareketlerin yeni konusunu oluşturmaktadır. Çevreci hareketlerin toplumsal faydayı esas alması ve bu hareket içerisinde yer alanların şahsî çıkarlarının bulunmayışı, harekete katılanların fedakâr, hareketin de masum olarak idrak edilmesini doğurmaktadır. Olumlu toplumsal yansımaları değerlendirmek isteyen bazı toplumsal hareketler, çevrecilik kimliğiyle ortaya çıkmakla birlikte, en azından iktidarın sorgulanmasını sağlamak, ziyadesiyle 
de yıpratılmasını temin etmek amacını güde-bilmektedirler. Bunu, çevreci masum taleplerle başlayıp, geniş katılımı müteakip siyasî iktidarı hedef alan hareketlerde görmek mümkündür. Bu durumda da yeni yüz arkasında eski muhtevanın gizlenmiş olduğunu söylemek mümkündür. Elbette ki bütün çevreci hareketleri, gizlenmiş niyetler çerçevesinde değerlendirmek de doğru değildir. 

Zayıf Yapılanma-Güçlü Mücadele; 

Offe’nin1 de belirttiği gibi yeni toplumsal hareketlerin örgüt hiyerarşisi zayıf ve gayri resmidir. Bu bakımdan bireysel özerklik yeni hareketlerin yapısında temel bileşendir. Eski toplumsal hareketlerde görülen dikey hiyerarşik yapı yerine yatay örgütlenme ve buna bağlı olarak da demokratik örgüt şemasına sahiptir. Lider, karizmatik ya da “kurtarıcı” niteliği ile değil, koordinasyonu sağlayan ve katılımı teşvik eden demokratik tavrı ile kabul edilir. Gruptan ya da cemaatten ziyade birey merkezî konumda yer alır. Bu durumda katılımcıların toplumun her kesiminden gelen, farklı sosyo-ekonomik özelliklere sahip bireylerden oluşması beklenir. Beklenen gerçekleşmekle birlikte, katılımcılar daha ziyade eğitim seviyesi yüksek, nitelikli işgücünü oluşturan, yüksek statülü mesleklere mensup bireyler, öğrenci, evkadını, eğitimli işsizler, çiftçi ve zanaat erbaplarından oluşmaktadır. Mücadeleyi güçlü kılan faktörlerin de katılımcıların bileşeninde ve kullandıkları yöntemlerde yer aldığı düşünülebilir. 

Diğer taraftan zayıf yapılanma, toplumsal hareketlerin ömrünü kısa vadeli yapabilmekte ve hareket hızla çözülebilmektedir. 




Yeni toplumsal hareketlerde, büyük kalabalıkların şiddet içerikli tahripkâr eylemleri yerine, daha yaratıcı yollarla kendilerini ifade ettikleri görülmektedir. Bilhassa toplumun geniş bir kesiminin ilgisini, takdirini ve sevgisini kazanmaya yönelik usuller tercih edilmektedir. Söz konusu eylem biçimlerinin gerek medya, özellikle de internet aracılığıyla duyurulması ve gösterilmesi taktik olarak belirlenmektedir. Bununla birlikte mağduriyet oluşturmak suretiyle kendi lehlerine toplumsal tepkilerin doğmasını temin etmek amacıyla münferit ama etkili şiddet kullanımına müracaat etmektedirler. Böylelikle güvenlik tedbirlerinin arttırılmasını ve müdahalelerin şiddetlenmesini temin ile meydana getirilen mağduriyet üzerinden toplumsal destek sağlanmakta ve yeni katılımcılar teşvik edilmekte veya cezbedilmektedir. 


Yeni toplumsal hareketlerde kullanılan yöntem içerisinde sivil itaatsizlik eylemleri de dikkat çekicidir. Sivil itaatsizlik, “yasaların ya da hükümet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde icra edilen (aleni), şiddete dayanmayan, vicdanî ancak yasal olmayan politik bir eylem”dir.2 Sivil itaatsizlik, anlamlı sayıda yurttaşın ya geleneksel değişiklik yollarının tıkandığına, yani itirazlarının artık dinlenip incelenmediğine ya da tersine, birtakım değişiklikleri gündemine alan hükümetin yasallığı ve anayasaya uygunluğu ciddi biçimde kuşkulu olan bir politikada ısrar ettiğine inandıkları bir durumda ortaya çıkar.3 

Sivil itaatsizlik, kamuya açık bir biçimde, herkese açık bir hitapla, vicdanî, derin politik kanaatlerin şiddetten uzak, barışçı yöntemlerle ifade edilmesidir. 
Başkalarının özgürlüklerinin sınırlanması yolundaki davranışlar, eylemin sivil itaatsizlik özelliğinin belirsizleşmesine yol açar. Çünkü sivil itaatsizlik, vicdani ve derin kanaatleri ifade ederken uyarıda bulunup ihtar edebilir, ancak tehdit 

Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan marjinal gruplar, teknolojinin sağladığı imkânları kullanarak önce sanal alemde birliktelikler kurmaktadırlar. 
Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan marjinal gruplar, teknolojinin sağladığı imkânları kullanarak önce sanal alemde birliktelikler kurmaktadırlar. 
edemez. Yasa ihlal edilmekle birlikte yasaya bağlılık, eylemin aleniliği, barışçı niteliği ve eylemcilerin eylemlerinin yasal sonuçlarını üstlenmeye hazır olmaları yoluyla ifade edilir. Sivil itaatsizlik, militan eylemden ve engellemeden farklı, şiddete dayalı organize direnişten ise tümüyle uzaktır. 
Militan birey, mevcut politik sistemle çok daha derin bir karşıtlık içindedir ve sistemi adile yakın ya da belli ölçüde adil olarak değerlendirmez. O, 
ya sistemin kendi temel ilkelerinden önemli ölçüde saptığına ya da yanlış adalet tasarımı üzerine kurulduğuna inanır. Militanın eylemi kendi ölçülerine göre vicdanidir, ancak çoğunluğun adalet duygusuna başvurmak gibi bir amacı yoktur. Zira onların adalet anlayışlarını yanlış ya da etkisiz bulur. Bu sebeple de hâkim adalet anlayışına saldırır. Yasaya sadakatin sınırları içinde bulunmadığı için, meşru düzene karşı çıkarken, yasa ihlalinin hukukî sonuçlarından kurtulmaya çalışır (Rawls, 2001: 59-61). 

Sivil itaatsizlik bir devrim değildir. Devrimciden farklı olarak, sivil itaatsizlik eylemcisi var olan otoritenin genel çerçevesini ve hukuk düzeninin genel meşruiyetini kabul eder. Ancak Gandi örneğinde olduğu gibi, dünyayı değiştirme özlemi ile çok büyük boyutlarda değişiklikler yapmaya çalışabilir.4 

Tilly’nin5 de belirttiği gibi demokratikleşme toplumsal hareketlere yönelik olumlu bir etkiye sahiptir. Sivil itaatsizlik ya da nispeten şiddet içermeyen, yaratıcı ve dikkat çekici usullerle dolu toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasında demokratik ortamın ve toplumsal gruplara kendilerini ifade imkânlarının tanınmasının ve hatta sunulmasının önemli bir rolü vardır. Demokratik ortamın fırsatlarını değerlendiren hareketlerin ise daha radikal veya ileri demokrasi talepleri ile ortaya çıkmaları manidardır. Diğer taraftan en demokratik bulunan ülkelerde dahi, sistem için tehdit oluşturduğu düşünülen hareketlere yönelik sıkı kontrol, denetim, orantısız güç, hızlı adlî takip ve cezalandırma gibi yollarla bastırma, 
sindirme ve hatta yok etme gibi karşı tedbirlerin alındığı da görülmektedir. 



Küreselleşmeye Karşı Küresel Hareketler;





Küreselcilik ideolojisi de bütün ideolojiler gibi kendi karşıtlarını üretmektedir. Küreselleşmeyi dünyanın şimdiye kadar gördüğü en büyük yoksulluğu, 
sefaleti ve çevresel yıkımı yaratan bir süreç olarak görenler, onu “yukardan küreselleşme” olarak nitelendirirken, çözümü “aşağıdan küreselleşme”ye bağlamaktadırlar. Onlara göre, aşağıdan küreselleşme hareketinin ortaya çıkışı insanlık tarihinde önemli bir dönemi tanımlamaktadır. 
Amacı küresel yıkıma karşı koymak olan bu hareket, hedefini ne bir günde olacak, ne de bir devrimci yükselişte ulaşılacak bir şey olarak görür. Bu, yüzlerce cephede binlerce savaş verilerek gerçekleştirilecek bir hedeftir.6 Hedef küresel ölçekli olmakla birlikte, gerçekleşmesi toplumsal tabandan gelecek desteğe bağlıdır. Yukarıdan küreselleşmenin mahkûmuna indirgenmiş birey, aşağıdan küreselleşmenin aktörü konumuna yükseltilmiş olarak sunulur. 

Küreselleşme karşıtı küresel harekette, yukarıdan küreselleşmenin ayırt edici niteliklerinin, sürekli azami kâr etme dürtüsü olan büyük şirketler tarafından desteklenip geliştirildiği vurgulanmaktadır. Bu tür küreselleşme, ülkeleri, kapılarını sonuna kadar büyük şirketlere açmaya, devletin işlevlerini küçültüp özelleştirmeye, ekonomiyi serbest bırakmaya, “verimli” ve rekabetçi olmaya, her şeyi ve herkesi “piyasa güçlerine” teslim etmeye zorlamaktadır. Uygulamada ekonomik üretim giderek insanî ihtiyaçlardan kopmakta, insanlar sürdürülemez tarzda bir kaynak tüketimine teşvik edilmekte ve toplumsal eşitsizlik akıl almaz boyutlara ulaşmaktadır. Ancak alternatif görüş, bu yağmacı küreselleşmenin 
karşısında yavaş yavaş gelişmekte olan bir başka küreselleşmenin varlığını iddia eder. Bu gerçek demokrasinin -eşitliğin, özgürlüğün, katılımın, insani farklılıkların ve dayanışmanın- temellerini oluşturan ahlâkî ilkelerin önceliğini bir kez daha onaylayan bir küreselleşmedir. Küreselleşmenin halk tabanına dayanan bu çeşidi, adil ticaret hareketi, küçük işletmelere borç veren iletişim ağları, toplumsal ve ekolojik etiketleme hareketi, kardeş kentler ve okullar, sınır ötesi sendikal dayanışma gibi büyük pek çok hareketten oluşmaktadır. Bu aşağıdan küreselleşmeci gruplar, şirketlerin sahip olduğu paradan ve hükümet nüfuzundan yoksun oldukları halde 1999’un sonla-rında, Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü protestoları sırasında şirket gündeminin izlenmesini hiç olmasa geçici bir süre için durdurmayı başaracak kadar insan toplayacaklarını gösterdiler.7 

Bu hareket sonrasında dünya çapında coğrafi sınırları aşan toplumsal hareketler çoğalmış, elde edilen kısmî başarılar, yeni hareketler için ilham ve motivasyon kaynağı olmuştur. Özellikle sanal âlemde inşa edilen sosyal ağlardaki alan birlikteliği, toplumsal hareketleri mekân esaslı olmaktan çıkarmıştır. Dijital ağda inşa edilen birlikteliklerle başlatılan toplumsal hareketler, dünyanın birçok yerinden gelen katılımcılarla gerçekleştirilen mekân buluşmalarıyla sürdürülmüştür. Ancak söz konusu hareketlerin de küresel ölçekte gerçekleşmesi, sahiplerinin belirli merkezlerde bulunduğu küresel projelerin varlığını ikaz etmektedir. Bu durumda katılımcılar, doğrudan aktör yanılsamasına sahip bulunsalar da başka projelerin tabi figüranları olarak yer almaktadırlar.
Bunun en bariz örneği, bu hareketlerde millet altı birimlere ve yerel değerlere verilen destek ve yüceltmenin, milliyet ve millî değerler söz konusu 
olduğunda tersine dönerek cephe alınması ve aşağılanmasıdır. 

Yukarıdan küreselleşmenin kurumları, dikey ve hiyerarşik örgütlenme şeması dâhilinde değerlendirilirken, aşağıdan küreselleşme hareketleri, yatay örgütlenme esasına dayandırılmaktadır. Öyle ki sınırlarının ve yapılarının katı olmadığı, lider ve güç eksenli yapılanma yerine gücü ve yetkiyi dağıtan bir anlayışla faaliyette bulunulduğu iddia edilmektedir. Ancak söz konusu iddianın doğruluğu bir yanılsamadan ibarettir. Yanılsamayı ortaya çıkaran ise yatay iletişimin imkânları ve araçlarla açık halde bulunmasıdır. Sosyal ağlar dâhilinde her birey, iletişimin karşılıklı açıklığı dolayısıyla sadece izleyici veya alıcı değil, aynı zamanda katılımcı ve kaynak durumundadır. Sa-tıhta gerçekleşen iletişimin çokluğu, katılım duygusunu tatmin etmektedir. Gerçekte ise kararlar dikey olarak alınmakta, “yatay iletişim-dikey karar” mekanizması işlemektedir. 

Törpülenmiş Farklılıklar, Eşitlenmiş Sorunlar; 

Küresel ölçekte gelişen toplumsal hareketler, yeni değerler, kabuller veya itirazlarla şekillenirken benzerlikler esas alınmakta ya da genel kavramlar 
etrafında sorunlar eşitlenmek suretiyle bir birliktelik duygusu, buna bağlı olarak da müşterek hareketler sergilenmektedir. Etnisite kavramı etrafında oluşturulan toplumsal hareketler, farklı olguların benzer taraflarını esas alarak tek bir kavramla ifade etmekte, böylece küreselölçekli olgu inşasına girişilmektedir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde, değişik sistemler içerisinde, konumları, tarihî tecrübeleri, toplumsal bağları ve kimlik özellikleri birbirinden farklı etnik gruplar, özgürlük ve eşitlik gibi ortak kavram ve sloganlarla birleştirilmektedir. Ulus devletler, küresel sermaye ve politik güç seçkinlerinin iktidarının bir parçası olarak kabul edildiğinden, iradenin millîliğinin de rafa kalkmış olduğundan hareketle, milliyet bağları anlamsızlaştırılarak “tabandan” geliştiği ifade edilen bir toplumsal hareket etrafında birleştirme gayesi güdülmektedir. 
Nihai aşamada küreselciliğin farklı taktiklerle yürüyen tavan ve taban hareketlerinin tek bir projede birleşmeleri söz konusudur. Her türlü bağdan koparılmış, atomize bireylerin küre ölçekli birlikteliği ile küçük cemaatlerin küresel ağla birbirine eklemlendiği küresel birliktelik düzenleri el ele yürümektedir. Birincisi her türlü bağı, müphem insanlık ortak paydası altında reddedip küreselleştirirken; diğeri nispeten geniş ölçekli -millet gibi- bağları reddedip, farklılıklarıhaklara dönüştürerek ya da indirgeyerek küçük özgür birliklerden küresel bir topluluk kurma çabası 
sergilemektedir. 

Çokluğu Tekliğe Tabi Kılmak; 

Küreselleşmeye karşı dururken, yeni tip küresel yapı arayışları çeşitli kesimlerce projelendirilmektedir. Bunlardan biri de “çokluk” nitelendirmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Bu bakış açısına göre küreselleşme, dünyadaki herkesin aynılaşmasını değil; farklarımızı korurken iletişim kurup, ortak hareket etmemizi sağlayan ortak paydayı keşfetme imkânını yaratmaktadır. Bu imkân, tüm farkların özgürce ve eşitçe ifade edilebileceği açık ve genişleyici bir ağ sayesinde ortaya çıkmaktadır ki bu da “çokluk” kavramıyla ifade edilebilir. Çokluk, halk, kitle ve işçi sınıfı gibi kavramlardan farklıdır. Birincisi, halk geleneksel olarak üniter bir kavramsallaştırmadır. Çeşitliliği tekilliğe indirger ve nüfusa bir özdeşlik dayatır. Çokluk ise asla bir tekilliğe ya da tek bir özdeşliğe indirgenemeyecek sayısız içsel farklılıktan müteşekkildir: Kültür, ırk, etnik köken, toplumsal cinsiyet ve cinsellik farkları kadar farklı emek biçimlerini, farklı hayat tarzlarını, farklı dünya görüşlerini, farklı arzuları da kapsar. 

Çokluk tüm bu tekil farkların çoğulluğudur. İkincisi, kitlelerin özü farksızlıktır.
Zira tüm farklar kitlelerin içinde massedilip yok edilir. Buna karşılık çoklukta toplumsal farklar korunur. Son olarak, çokluk işçi sınıfından da ayrıdır. İşçi sınıfı, sınaî üretimle sınırlıdır. Hâlbuki işçi sınıfı her ne kadar dünya çapında sayıları azalmasa da artık küresel ekonomide hegemonik bir rol oynamamaktadır. Üretim sadece ekonomik değil, toplumsal üretim olarak anlaşılması gerekmekte, yani sadece maddî malların değil iletişimin, ilişkilerin ve hayat tarzlarının da üretimidir. Dolayısıyla çokluk üretime katılan tüm figürlerden oluşur. 


Netice itibariyle çokluk, iç farkları olan çoğul bir toplumsal öznedir ve onun kuruluşu ve eylemi, özdeşliğe ya da birliğe değil, ortak çokluk paydasına dayanır.8 

Bir dönem her türlü bağdan koparılmış bireyler evrensel projelere dâhil edilmeye çalışılırken şimdi buna ilave olarak kapsayıcı millî ya da dinî bağlardan koparılıp, birliği çoğaltılmış küçük birliktelikler -kimileri küreselleşme karşıtı olarak ortaya çıksa da- tasavvur edilen küresel yapıların malzemesi yapılmak istenmektedir. Amaç çokluğu tekliğe tabi kılmaktır. Fakat bu teklik, bağımsız siyasî birimler çatısı altında tasavvur edilmemektedir. Aksine ulus devletlerin çöküşü efsanesiyle gerekçelendirilerek, yeni siyasî yapılar tasavvur edilmekte ve projelendirilmektedir. 

Marjinaller Birliği; 

Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan marjinal gruplar, teknolojinin sağladığı imkânları kullanarak önce sanal alemde birliktelikler kurmaktadırlar. İnternette oluşturdukları sosyal ağlar ve gruplarla ortak yönlerini ifade etmektedirler. Böylece aykırı görülmekle ortaya çıkan sıkıntılar paylaşılmakta ve psikolojik sıkıntılar sanal âlemde de olsa bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Bu sanal birlikler sayesinde örgütlenen gruplar, ulaşım araçlarının nimetlerinden faydalanarak yılın belirli zamanlarında mutat olarak bir araya gelebilmektedirler. Ya da olumsuz olarak gördükleri bir durum, uygulama veya herhangi bir hak talebi dolayısıyla sanal âlemdeki birlikteliği müşterek bir mekâna taşıyabilmektedirler. Böylece küçük birliktelikler, siyasî sınırları aşarak, kendi sınırları dâhilinde ulaşamayacakları niceliğe kavuşabilmektedirler. Toplumsal cinsiyet ve cinselliğe dair aykırı tutum ve davranışa sahip grupların belirli zaman ve mekânlarda, güç gösterisi yapmak ya da mevcut ahlâkî ve toplumsal 
değerleri protesto etmek amacıyla bir araya gelmeleri, bu tür hareketlere örnek olarak gösterilebilir. 


Sonuç; 

Toplumsal Hareketler, gerek kendisini yeni kılan özellikleriyle gerekse eskiden gelen yapısıyla varlığını devam ettirmektedir. Ortaya çıkışı, gelişimi ve sonuçlanması sürecinde toplumsal hareketler millî ya da yerel sebep veya dayanaklarla ortaya çıksa da küresel etkiye açık bir mahiyettedir. 
Bazı örneklerde de “küresel düşün yerel davran” sloganına uygun bir şekilde, küresel projelerin yerel uygulamalarını görmek mümkündür. Tersi durumda ise yerel hareketleri bütün küreye yayma çabası görülmektedir. Kitle iletişim araçları ve ziyadesiyle de internet ağının kullanılmasıyla, küresel etkileşim yoğunluk ve hız kazanmıştır. Belirli merkezlerde üretilen projelerin, halelerle küreye yayıldığı süreçte, spontane gibi görünen ama gerçekte güdümlü toplumsal hareketler ortaya çıkmaktadır. “Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu İnisiyatifi” çerçevesinde hazırlanan projeler kapsamında ortaya çıkan/çıkarılan toplumsal hareketler, adına her ne kadar “bahar” dense de cehennem sıcaklığıyla ateşini yaymaktadır. Söz konusu projeler, büyük stratejik güçlerin mücadeleleri ekseninde gerçekleşse de bizatihi iç faktörleri ihmal etmek mümkün görülmemektedir. Siyasî, sosyal, ekonomik, dinî ve kültürel yapı faktörlerinin etkisine bağlı potansiyel toplumsal hareketler, siyasî sınırları aşan 
ve coğrafî sınırlandırmaları ortadan kaldıran dış tahrik veya teşvikle fiiliyata dönüşmektedir. Gerek katılımcılarının, sosyo-demografik her kesimden 
bireyleri bünyesinde barındırmasından, gerekse haberleşme ve örgütlenmede teknolojinin imkânlarını etkin bir şekilde kullanmasından dolayı yeni toplumsal hareketlerin sadece güç kullanımıyla bertaraf edilebileceğini düşünmek, dünyadaki örnekleri dikkate alındığında doğru görülmemektedir. 

İsmi ister “ Teklik ” isterse “ Çokluk ” olarak konulsun, muhataplar için proje tekdir. Büyük stratejik güçlerin, kendi küresel projelerini gerçekleştirme 
istikametinde verdikleri taktik mücadelelerinde, gittikçe çoğalan ve çeşitlenen toplumsal hareketler önemli bir kaynak haline gelmektedir. 
Türkiye’de de içyapı faktörlerine bağlı olarak gelişen potansiyel toplumsal hareketlerin, söz konusu küresel mücadelelerin ilgi alanının dışında kalmasını beklemek mümkün görülmemektedir. 


DİPNOTLAR 


1 Claus Offe, “Yeni Toplumsal Hareketler: Kurumsal Politikanın Sınırlarının Zorlanması”, (Ed. Kenan Çayır), Yeni Sosyal Hareketler / Teorik Açılımlar, Kaknüs Yay., İstanbul, 1999, s. 68. 
2 John Rawls, “Sivil İtaatsizliğin Tanımı ve Haklılığı”, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik (Çev. Yakup Coşar), Ayrıntı Yay., İstanbul, 2001, s.56. 
3 Hannah Arendt, “Sivil İtaatsizlik”, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik (Çev. Yakup Coşar), Ayrıntı Yay., İstanbul, 2001, s.93. 
4 Hannah Arendt, s.97. 
5 Charles Tilly, Toplumsal Hareketler (Çev. Orhan Düz), Babil Yay., İstanbul,2004, s.30-33. 
6 Jeremy-Costello Brecher, Brendan Tim-Smith, Aşağıdan Küreselleşme, Dayanışmanın Gücü, (Çev. B. Kurt ve Diğerleri), Aram Yay., İstanbul, 2002, s.165. 
7 Kevin Danaher, Küresel Ekonomi ve Demokrasi (Çev. Bilal Çölgeçen), Metis Yay., İstanbul, 2004, s.217-218. 
8 Antonio -Negri Michael Hardt, Çokluk, İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, (Çev. Barış Yıldırım), Ayrıntı Yay., İstanbul, 2004, s.10-13, 114. 


KAYNAKLAR 

- Arendt, Hannah (2001), “Sivil İtaatsizlik”, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik (Çev. Yakup Coşar), Ayrıntı Yay., İstanbul. 
- Brecher, Jeremy-Costello, Tim-Smith, Brendan (2002), Aşağıdan Küreselleşme, Dayanışmanın Gücü, (Çev. B. Kurt ve Diğerleri), Aram Yay., İstanbul. 
- Danaher, Kevin (2004), Küresel Ekonomi ve Demokrasi (Çev. Bilal Çölgeçen), Metis Yay., İstanbul. 
- Hardt, Michael-Negri, Antonio (2004), Çokluk, İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, (Çev. Barış Yıldırım), Ayrıntı Yay., İstanbul. 
- Offe, Claus (1999), “Yeni Toplumsal Hareketler: Kurumsal Politikanın Sınırlarının Zorlanması”, (Ed. Kenan Çayır), Yeni Sosyal Hareketler / Teorik Açılımlar, Kaknüs Yay., İstanbul. 
- Rawls, John (2001), “Sivil İtaatsizliğin Tanımı ve Haklılığı”, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik (Çev. Yakup Coşar), Ayrıntı Yay., İstanbul. 
- Tilly, Charles (2004), Toplumsal Hareketler (Çev. Orhan Düz), Babil Yay., İstanbul. 

***

Savaşın Ardındaki Gerçek,


Savaşın Ardındaki Gerçek,


Petrol-Doğalgaz Yataklarının yeniden Sahiplendirilmesi ve II. Körfez Savaşı



Prof. Dr. Şener Üşümezsoy


II. Körfez Savaşı'nın Ortadoğu'nun geleceğine yeni bir biçim vermeyi hedeflediği genel olarak savlanmaktadır. Herhangi bir verisel tabana dayanmayan, stratejik bir çözümlemeyi kapsamayan bu savlar, birbirleri ile çelişen görüşleri içermektedir.

Resmi ABD görüşünün akademik sunumu olan "rejim değişimi (regime change)" projesi, Ortadoğu devletlerinin yönetimlerinin demokratik rejimlere dönüştürülmesidir. 
Çağdışı İslami yönetimler, "terörist ideolojilerin ve gurupların türediği" ortamları sağladığı, demokratikleşme tezinin görünsel temelini oluşturur.

Bu görüşün tam zıttı olan sav ise ABD'nin petrol gereksinimi için Ortadoğu petrollerine el koyma projesidir. Aşırı kabalaştırılmış bu tezlerin gerçeğin bir parçasını ifade ettiği yadsınamaz, fakat gerçeğin bütünlüğüne karşı olan bu tezler, gerçeğin bütün olarak görülmesini engelleyen yanlış bilgilendirme operasyonlarının ürünleridir.

Savaşın ardındaki gerçeği daha bir bütünlükle kavrayabilmek için dünya ekonomik sisteminin tarihsel ve yapısal çözümlenimi, bu döngü içinde enerjinin değişen rolünü, Ortadoğu ve Orta Asya'nın dünya enerji düzenindeki yerini ve herşeyden önemlisi savaşın dünya ekonomik sisteminin gelişimindeki rolü ortaya konmalıdır.

Bu çözümleme endüstrinin militarizasyonu ve ekonomik sistemin gelişmesindeki etkisinin rastlantısal bir olgu olmayıp, ekonomik gelişmenin zorunlu kıldığı bir olgu olduğunu ortaya koyar.

Keza bu küresel etmenlerin yanında, Ortadoğu'nun yerel etkenleri de bu sorunun diğer kanadını oluşturmaktadır. Ortadoğu'nun etnik ve teolojik farklılıklarının, var olan devletler ve yönetimler ile olan çelişkileri yörel olmaktan çıkarak, bu sorunda küresel düzleme yükselmektedir. Bu çelişkiler yeniden biçimlendirme projesinin görünsel aktörleri olarak yeni dünya enerji düzeninin kurulmasında rollerini alacaklardır.


Libya Sirte Çanağı petrol sahası, gaz ve petrol yatakları ve kuyular

En önemli petrol yataklarından birisi Libya'dadır. 1985 yılında bu petrol yatakları üzerinde üretim yapan şirketlere baktığımız zaman, Arabian Gulf Oil, AGIP, 
Aguitaine WLibya, Bulgaria Oil, Coastal Libya, Deminex of Libya, Mobil Libya, Oasis Oil Co. of Libya, vb. şirketleri görmekteyiz.

Petrol endüstrisinin öne çıkması ve yeniden biçimlendirme;

Küresel ve yerel aktörlerin ortaya konan büyüklük, güç ve etkileri ile oluşturulacak denklemler yeni bilinmeyenleri ve yeni denklemleri gerekli kılar. 
Bu küresel denklemlerin farklı düzeyleri söz konusudur.

Savaş, politikanın en yoğunlaşmış, en şiddetli biçimi olarak tanımlandığında, savaşın gerisindeki politik düzlem, savaşın gerisindeki endüstriyel ve ekonomik düzlem, bir başka açık ifade ile sanayinin militarizasyonu, iletişimin ve bilişimin militarizasyonu, stratejik bir sanayi kavramını getirir.

Stratejik sanayinin klasik sanayiden ayrımı piyasa ve savaş ayrımında yansır. Küresel ekonominin çözümü endüstriyel kümeleşmeler ve kutuplaşmaları ortaya koyar. Bu endüstriyel çok kutupluluk yapısal ve konjonktürel bir özellik olup, tarihsel olarak süreksiz ve dengesizdir. Politik düzlemde keza heterojen guruplaşmaları kapsamaktadır. Askeri-ideolojik düzlem iki kutuplu sosyalist-kapitalist ayırdın ortadan kalkması sonrası stratejik sanayinin askercilleşmesi ile ortaya çıkan askeri düzlem, günümüzde en belirgin olarak görülen bir düzlemdir. Oysa ideolojik-ekonomik, sosyalist-kapitalist karşıtlığın ortadan kalkmasına karşın Sovyet-Amerikan askercil kutuplaşması varlığını sürdürmektedir. Tüm bu çözümlemeler üst bir belirlenimi gerekli kılar.

Ekonomik düzlemin iki ayağını oluşturan para sermaye ve endüstrisinin birleşmesi ile ortaya çıkan ekonomik maddi büyüme dalgası teknolojik bir gelişmeyi izler. Endüstrinin durağanlaşması paranın gerileyen sanayiden ayrımlaşmasına veya daha yeni bir stratejik bir alana kaymasına yol açar. Bu anlamda, para sermaye 70'li yıllardan sonra mali genişleme döneminde elektronik bir ortamda elektronik tefeciliğe ve spekülasyonlara girer veya karlılığı artan sanayi koluna akar.

Petrol endüstrisi ve savunma sanayi stratejik savaş endüstrisi alanına girmiştir. Savaş arkasındaki gerçek, petrol endüstrisinin savaş sanayinin ve para sermayenin küresel egemenliğinin pekişmesini amaçlayan oligarşik bir yapısı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dünya petrol rezervlerinin %67 ve %68'i ve doğal gaz rezervlerinin %34 ve %35'ini kapsayan Arap-İran Körfezi çevresi ve Rusya-Hazar Denizi çevresi, petrol ve doğal gaz yataklarının jeolojik yapısı ve sınırları, coğrafik dağımı, bu dağılımda yaşayan halklar, bu coğrafik sahaları kapsayan devletler, yönetim biçimleri, etnik halk guruplarının ilişkileri ve çelişkileri, bu devletlerin petrol ve doğal gaz sahaları üzerindeki egemen oluş biçimleri ve imtiyazlarının hukuksal biçimi, dünya petrol şirketleri ile üretim ve dağıtım sözleşmeleri verisel tabanda elimizde olduğunda savaş arkasındaki gerçekleri daha belirgin görebiliriz. Bu yazıda yapılacak çözümlemede Ortadoğu ve Orta Asya petrol düzenini biçimlendirmede doğrudan etkin olacak etmenler ele alınacaktır. Bu etkenlerin belirleyiciliğinin altı çizilerek öne çıkartılacaktır.

II. Körfez Savaşı'nın Petro-Politik anlamı

Arap-İran Körfezi çevresi ve Hazar Denizi çevresi petrol-doğal gaz havzaları ile rezervlerin detaylı analizi ve bu yataklar üzerindeki petrol şirketlerinin yatırımları açıkça ortaya konduğunda, II. Körfez Savaşı'nın geçeceği coğrafi alanı belirlemiş oluruz. Bu alanda politik yeniden yapılanmalar, bu yeniden yapılanmaların belirleyicisinin savaş sanayi ve politikanın en yoğun biçiminin savaş olduğunu açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Bu savaşı belirleyen küresel etmenler ise küreselleşmiş para sermayenin dolaşımı önündeki ulusal engellerin kaldırılması ve küresel para sermayenin yoğun bir biçimde yatırıma girdiği petrol sanayinin yeniden yapılandırma gereğidir. Petrol rezervlerinin geliştirilmesi ileri teknoloji ve de daha büyük yatırımları gerektirmektedir. Geçmişte 7 kız kardeş olarak bilinen (günümüzde şirket evlilikleri ile "Beş lezbiyen" diye tanımlanan) Exxonmobil, Chevrontexaco, Bpamaco, Hollanda Kraliyet/Shell ve Gulfoil'den oluşan küresel petrol şirketleri, bu yatırımları yapabilmek için alması gereken garanti, bu sahaların kalıcı imtiyaz haklarının kendilerine verilmesidir.

1950'li yıllarda, Rusya dışında hemen hemen tüm dünya petrol ve doğal gaz sahalarının mülkiyetine sahip olan bu 7 kız kardeş, 1951'den sonra başlayan millileştirme çabaları sonrasında mülkiyetleri önce %90'lara, yetmişli yılların başında %70'lere, yetmişli yılların sonunda %20'lere düşmüştür. Günümüzde dünya petrol tekelini oluşturan bu küresel şirketler, dünya petrol rezervlerinin %20'den daha azının direk imtiyazlarına sahiptir. Diğer %80'lik kısım hemen hemen OPEC ülkeleri (Petrol Ihraç Eden Ülkeler Birliği) elindir. Bu ise dünya petrol düzeninin ana çelişkilerinden birini oluşturmaktadır.

İki kutuplu soğuk savaş döneminde Arap milliyetçiliği etkisinde İran-Arap devletlerinin petrol ve doğal yataklarını millileştirmesi, küresel petrol şirketlerinin petrol sahaların %80'ni kaybetmelerine sebep olmuştur. Bu üretime yansımış olup, örneğin 1972 yılında Exxon petrol şirketi 5,0 milyon varil ve Mobil petrol şirketi 2,3 milyon varil olmak üzere toplam 7,3 petrol üretirlerken 2000 yılında dünyanın en büyük bağımsız petrol şirketi Exxonmobil sadece 2,6 milyon varil petrol üretebilmiştir. 

Bunun aksine Suudi Aramco devlet petrol şirketi 8,8 milyon varil petrol üretmiştir (IEA, 200 la).

Özellikle petrol şoku dönemlerinde petrol fiyat artışları Arap ülkeleri ve petrol şirketleri ellerinde büyük miktarda petro-dolar birikmesi, dünyanın mali genişlemesine kaynak olmuştur. Günümüze değin bilinen ve yeni klasik yöntemler ile OPEC ulusal devletlerince işletilen petrol yataklarında işletme zorlukları ortaya çıkmıştır. 

5 küresel şirkete Ulusal devletler tarafından yapılan birlikte işletme teklifleri; yeni teknolojik gelişme ile ulaşılacak jeolojik rezervlerin geliştirilmesi koşulunu 
içermektedir. Şirketler ise bu tekliflere bu yataklar üzerinde kalıcı kullanım imtiyazı haklarının kendilerine verilmesini şart koşmaktadır.

Bu noktada Iran, Irak, Libya gibi Amerikan şirketlerinin tamamen kontrolünden çıkan petrol yatakları yanında Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkelerde Suudi Ailesi'nde olduğu gibi petrol yatakları üzerindeki dinsel temele dayanan vazgeçilmez imtiyazlar, küresel petrol şirketleri için artık dayanılmaz bir hal almıştır, işte bu konu "rejim değişikliği, "regime change" ve "demokratikleşme" projesinin altında yatan gerçektir.



Irak ve İran'ın ABD tarafından bölünmesi stratejisi

Ortadoğu ve Orta Asya'nın söz konusu kaynaklarının üretilmesi yanında büyük tüketici ülkeler olan ABD ve Avrupa'nın ve Çin-Uzakdoğu'ya taşınması gerekmektedir. 

Dolayısıyla petrol ve doğal gazın üretilmesi kadar güvenli ve ekonomik güzergahlardan taşınması da önem kazanmaktadır. Bu sebeple ABD, Orta Asya petrol ve doğalgazını Avrasya Enerji Koridoru (Eurasian Energy Corridor) oluşturarak Akdeniz'e indirmeyi planlamaktadır (Alirıza ve Çiftçi, 2002; Larrabee ve Lesser, 2003). 
Bu koridor ise Kuzey İran, Kuzey Irak ve Türkiye üzerinden Akdeniz'e uzanan bir alanı kapsayacak gibi görünmektedir. Bunun verileri şunlardır;

1) Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı (önceleri 2,4 milyara dolara mal olması hesaplanan hattın ayrıntılı çalışmalar sonunda 2,8-2,9 milyar dolara mal olacağının belirlenmesi) ileŞahdeniz-Erzurum doğalgaz boru hattının ekonomik olmadığının ileri sürülmesi,

2) ABD petrol şirketlerinin, Orta Asya petrol ve doğalgazının İran üzerinden taşınmanın ucuz olacağını düşünmesi,

3) Kazakistan'ın İran yolunu tercih ediyor olması ve

4) İran yolu geçerli olması durumunda Rusya etkisinin bertaraf edilecek olmasıdır (Larrabee ve Lesser, 2003).

Bu durum ya Irak ve İran'daki yönetimlerin değiştirilmesi ile ya da Fuller ve Lesser (2000) ve Stratfor (2002)'da ipuçları olduğu gibi Irak ve Iran'ın kuzeyinin bölünmesi ile gerçekleşebilir.

ABD tarafından Kürt devletinin olmazsa olmaz koşul olarak ileri sürülmesi, Kürt kartının güney-batı İran'da da masaya konma amacını gün gibi ortaya koymaktadır. İran petrol ve doğal gaz sahaları körfezin batı kıyısında ve Irak sınırında yer alır. Saddam'ın 1980 yılında İran'a saldırması, sınırların biraz değiştirilmesi ile İran'ın petrol sahaları üzerinden atılabilmesini olanaklı kılacağı içindi.

Bu saldırı ABD şirketlerince desteklenmiştir. Çünkü İran devrimi ile şirketler ellerinde çıkan İran petrollerine Saddam'ın el koyması ABD şirketlerinin çıkarı doğrultusunda bir gelişme idi. Oysa, günümüzde ABD kontrolündeki "Kürt Devletinin" bu bölgeye sözde etnik nedenler ile uzanması, ABD'nin yeni açık stratejisidir. 

Zira bu bölgede "Kürdistan ve Luristan" gibi Kürtler, Lurlar ve Bahtiyariler'den oluşan etnik gruplar, kuzeybatı İran, Kuzeydoğu Irak petrol ekseni üzerinde yaşayan halklardır. Bu halkların İran ve Irak'tan ayrılma gibi tarihsel kökenli talepleri vardır. Bu talepler, yeni Wilson prensiplerine göre "demokratik ve bağımsız" devletler olarak petrol şirketlerine bağlanması senaryosu olduğu aşikardır.

Bu senaryoda kuzey-doğu Irak ve batı İran'daki petrol bölgelerinin Kürtler yönetiminde oluşturulacak bir devlet ile bu yatakların güneyine Körfez'e doğru uzanan devamında ise Şii olmasına karşılık etnik olarak İranlı olmayan ve merkezi yönetimden tarih boyunca bağımsızlık talepleri olan Lurlar ve Bahtiyarilerin oluşturacağı bir devlet projesi yer almaktadır. Yeni Wilsonculuğun Irak'ı ve İran'ın petrol bölgelerini kontrol altına alma hedefini Kürdistan ve Luristan devletlerinin kurulması ile gerçekleştirileceği bu savaşın amaçlarından biridir.

Petrol savaşının Türkiye'ye etkisi

Kendilerini terörist örgütler listesine alan ABD yönetiminin "tavrını anlayamayan" KADEK yöneticileri, ABD'ye " Barzani-Talabani'nin bırakın devlet, parti bile 
oluşturamayacağı, ancak aşiret olduklarını" söyleyerek Kürt kartını ancak kendileri ile oynayabileceklerine ikna etmeye çalışmaktadırlar. 

KADEK sözcüleri, Türk ordusunun Kuzey Irak'a girmesine Barzani-Talabani ikilisi gibi tavır almamakta, tam tersi Türk ordusunun bölgede zaten var olduğunu, yeni kuvvetler girerse KADEK'lilere saldırmadıkça Türk ordusu ile savaşmayacaklarını ifade ederek, Barzani-Talabani ikilisinden çok farklı bir söylem ileri sürmektedirler.

Eğer Türk ordusu Kuzey Irak'ta KADEK'lilere saldırırsa, KADEK'liler Türkiye'ye geçerek Türkiye'de mücadele edecekleri tehdidini yapmaktadırlar. 
Bunun anlamı " Türkiye Kürtleri arasında " ABD destekli Barzani-Talabani ikilisinin sözünün geçmesinden çekinen KADEK sözcüleri bu etkiden çok rahatsız olduğunu ifade ederek Türkiye'de kendilerinin etkili olduğunu ABD'ye göstermek istemektedirler. Meclisteki tezkere oylamasında belli bir kesimin oyu Türk Ordusunun Kuzey Irak'a girmesine hayır Oyudur, yoksa ABD'nin Türkiye'de konuşlanmasına karşı değildir.

Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesine karşı çıkan ABD, Barzani-Talabani'yi öne çıkartarak Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini engellemeye çalışmaktadır. 

Bu senaryonun başka bir aşaması ise Türk Ordusunun Kuzey Irak yerine Kuzey İran'a diğer bir ifade ile Güney Azerbaycan'a girerek Kuzey Azerbaycan ile birleştirilmesi projesine Türkiye hazırlanmaktadır (Fulller ve Lesser, 2000).

Musaddık'ın millileştirdiği İran petrollerinin Güney İran ve Kuzey İran olarak güneyde Kürdistan-Luristan, kuzeyde büyük Azerbaycan projesi çok uzak bir senaryo değildir. Bu senaryonun İran'ın başında Demokles'in kılıcı gibi sallanması, İran'ın demokratikleştirilerek, bütünlüğünü koruyarak, petrol şirketlerinin istediği kalıcı imtiyazı vermesine zorlamaktadır.

Çeçenistan'daki katliama gözlerini kapayan Almanya-Fransa ve ABD­nin, Rusya ile olan hesapları ise Rusya'yı yanına almaktır. Almanya-Fransa merkezi Rusya'yı askeri çevre, petrol ve doğal gaz alanı olarak görmektedir ve Rusya ile bütünleşmeye mecburdur. ABD ise Rusya'yı ikili bağlama ile Lukoil-Yukos Petrol şirketleri ve Gazprom'un Amerikan şirketleri ile bütünleşmesi, Rusya petrol ve doğal gazının küresel şirketlere verilerek modern 21. yüzyılın " Rusya'sının inşasını " vaat etmektedir. 

Aksi taktirde Rusya'nın bölüneceği ve istikrarsız bir coğrafya olarak dünya ekonomik sistemi dışına itileceği B senaryosunu olarak Rusya'ya dayatmaktadır 
(Öğütücü, 1998).

İran'ın demokratikleştirilerek küresel petrol şirketlerine tüm imtiyazların kazandırılması, Fransa-Almanya-Rusya açısından en olumsuz gelişme olacağı açıktır. 
Bu durumda Rusya'da sadece Gazprom hisselerinin %40'ını Exxonmobil petrol şirketlerine satılarak devlet giderlerinin 5 yıllık harcamalarının sağlanabileceği ABD tarafından Rusya'ya, modern Rusya'ya giden yol olarak önerilmektedir (Öğütücü, 1998).

* Bu yazı 2. Körfez Savaşı Öncesinde yazılmıştır. Yazı, Prof. Dr. Şener Üşümezsoy'un İleri Yayınları'ndan çıkan "Petrol Şoku ve Ortadoğu Haritası" ile İnkılap Yayınları'ndan çıkan "Yeni Dünya Petrol Düzeni ve Körfez Savaşları" isimli kitaplarında yayımlanmıştır.

http://www.turksolu.com.tr/314/usumezsoy314.htm


****

PKK HEP SIRTIMIZDAN VURDU, KÖKÜNÜ KURUTACAĞIZ





PKK HEP SIRTIMIZDAN VURDU, KÖKÜNÜ KURUTACAĞIZ 

3 Ağustos 2013 : Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Halep Askeri Konsey Başkanı Albay Abdulcebbar Akidi, yönetime bağlı ordu ile çatışırken PKK’nın kendilerini arkadan vurduğunu ifade ederek, PKK’nın Kökünü Kurutacaklarını söyledi. 
ÖSO Komutanı: PKK'nın Kökünü Kurutacağız ÖSO Halep Askeri Konsey Başkanı Albay Abdulcebbar Akidi, PKK'nın kendilerini arkadan vurduğunu, PKK'nın kökünü kurutacaklarını söyledi. 




Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın Suriye kolu PYD ile muhalifler arasında çatışmalar devam ederken, ÖSO PKK'ya karşı etkin bir mücadele başlatacağını bildirdi. Yönetime bağlı ordu ile savaşırken PKK birliklerinin kendilerine her defasında saldırdığını ifade eden muhalifler, bundan sonra PKK'nın eylemlerine müsamaha edilmeyeceğini kaydetti. 

" PKK HEP SIRTIMIZDAN VURDU, KÖKÜNÜ KURUTACAĞIZ " 

Halep'te aşiret lidereri ve toplum önderleri ile bir araya gelen ÖSO Halep Askeri Konsey Başkanı Albay Akidi, " PKK'ya bundan sonra acıma olmayacak " dedi. Albay Akidi, "Liva el Tevhid'e ( Tevhid Tugayı ) haber gönderdim. Ne kadar askeri malzememiz varsa hepsini alın. Artık bu konuya karşı sessiz kalınmaz. Her defasında PKK ile anlaşma yapmamıza rağmen hep sırtımızda vurdular. Bundan sonra merhamet edilmeyecek. Acıma olmayacak. Eğer imkanımız olursa (PKK'nın) köklerini kurutacağız."dedi.

" PKK'DAN BAHSEDİYORUZ, KÜRTLERDEN DEĞİL " 




Hedeflerinin sadece PKK olduğunu Kürt halka yönelik hiç bir düşmanlıklarının olmadığının altını çizen muhalif Albay Akidi,"Bizim hedefimiz sadece PKK'dır. Birliklerimiz, yönetime bağlı ordu ile çarpışırken PKK arkadan vurdu. Biz sadece PKK'dan bahsediyoruz. Kürtlerden değil. Bu iyi anlaşılsın. Kürtler bizim kardeşimiz. Aynı şekilde onlarda bizimle birlikte çarpışıyor. Kürt kardeşlerimizden oluşan Ezeli Tugayı bizimle omuz omuza savaşıyor."ifadelerini kullandı. 
PYD, geçtiğimiz hafta Muhaliflerle çatışarak Suriye'nin kuzeyindeki Rasulayn'ı ele geçirmişti. Bölgede bağımsız bir Kürt devleti kuracaklarını duyuran PYD'ye en büyük tepkiyi Türkiye vermişti. MİT, Türkiye'ye çağırılan PYD Başkanı Salih Müslim'i ikaz etmişti. 
<  http://www.haberler.com/oso-komutani-pkk-nin-kokunu-kurutacagiz-4904412-haberi/  >

***
Kürt İslamcılar: PKK'nın kökünü kurutacağız,
Aralarında Kürt İslamcılardan oluşan Ezeli Tugayı ve Kürt İslam Cephesi'nin de bulunduğu Suriye'deki direniş grupları ve Özgür Suriye Ordusu, PKK'nın kendilerini arkadan vurduğunu iddia ederek, PKK'nın kökünü kurutacaklarını söyledi.

Özgür Suriye Ordusu, Halep Askeri Konsey Başkanı Albay Abdulcebbar Akidi, yönetime bağlı Ordu ile çatışırken PKK'nın kendilerini arkadan vurduğunu ifade ederek, PKK'nın kökünü kurutacaklarını söyledi.

Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın Suriye kolu PYD ile muhalifler arasında çatışmalar devam ederken, ÖSO PKK'ya karşı etkin bir mücadele başlatacağını bildirdi. Yönetime bağlı Ordu ile savaşırken PKK birliklerinin kendilerine her defasında saldırdığını ifade eden muhalifler, bunadan sonra PKK'nın eylemlerine müsamaha edilmeyeceğini kaydetti.

"PKK HEP SIRTIMIZDAN VURDU, KÖKÜNÜ KURUTACAĞIZ"

Halep'te aşiret lidereri ve toplum önderleri ile bir araya gelen ÖSO Halep Askeri Konsey Başkanı Albay Akidi, "PKK'ya bundan sonra acıma olmayacak" dedi. Albay Akidi, " Liva el Tevhid'e (Tevhid Tugayı) haber gönderdim. Ne kadar askeri malzememiz varsa hepsini alın. Artık bu konuya karşı sessiz kalınmaz. Her defasında PKK ile anlaşma yapmamıza rağmen hep sırtımızda vurdular. Bundan sonra merhamet edilmeyecek. Acıma olmayacak. Eğer imkanımız olursa (PKK'nın) köklerini kurutacağız."dedi.

" PKK'DAN BAHSEDİYORUZ, KÜRTLERDEN DEĞİL "

Hedeflerinin sadece PKK olduğunu Kürt halka yönelik hiç bir düşmanlıklarının olmadığının altını çizen muhalif Albay Akidi,"Bizim hedefimiz sadece PKK'dır. Birliklerimiz, yönetime bağlı Ordu ile çarpışırken PKK arkadan vurdu. Biz sadece PKK'dan bahsediyoruz. Kürtlerden değil. Bu iyi anlaşılsın. Kürtler bizim kardeşimiz. Aynı şekilde onlarda bizimle birlikte çarpışıyor. Kürt kardeşlerimiz den oluşan Ezeli Tugayı bizimle omuz omuza savaşıyor."ifadelerini kullandı.
PYD, geçtiğimiz hafta Muhaliflerle çatışarak Suriye'nin kuzeyindeki Rasulayn'ı ele geçirmişti. Bölgede bağımsız bir Kürt devleti kuracaklarını duyuran PYD'ye en büyük tepkiyi Türkiye vermişti. MİT, Türkiye'ye çağırılan PYD Başkanı Salih Müslim'i ikaz etmişti.
Suriye’nin kuzeyinde PYD ile İslami güçler arasında çatışmalar sürerken, İslami gruplar yayınladıkları ortak bir bildiriyle PYD’nin Kürt halkının değil, Esed rejiminin hizmetinde bir örgüt olduğunu ilan ettiler.

İşte o bildiri:

"Bizler Minbic, Sirin, Şuyuh ve Cerablos kentlerinde faaliyet yürüten Devrimci Askeri Konsey, Liva Tevhid, Liva Cundurrahman, Irak ve Şam İslam Devleti, Ahraruş Şam, Liva Ashabulyemin, Livaül Yermuk,  Liva Ahrar eş-Şuyuh, Sukuruş Şam savaşçıları olarak diyoruz ki:

PYD’nin rejime bağlı Nasır Kandil heyetini kabul etmekle açık bir şekilde zalim ve mücrim Beşşar Esed rejimine bağlı bir parti olduğuna hiçbir şekilde şüphemiz kalmamıştır. Bununla hedeflenenler, kurtarılmış alanları güvensiz hale getirmek; Kusayr’da Hizbul Lat eliyle yaptığı şekilde havadan silah ve muhimmat ikmali sağlamak suretiyle rejimin kirli planlarını icra etmek; Türkiye ve Irak’tan çektikleri güçleri Suriye’nin kuzeyine taşımak; kurtarılmış bölgelere un nakledilmesini engellemek; mücahitlerin rejime karşı savaşmak üzere cephelere geçişlerini kontrol noktaları kurarak engllemek; hakim oldukları bölgelerde insanları göçe zorlamak; kontrol noktalarında rastgele tutuklamalara girişmek; yüzlerce yıldır birlikte yaşamış ve ortak bağlara sahip Araplar ve Kürtler arasında düşmanlık ve nefret meydana getirip zamanımızı, enerjimizi ve kanımızı heder etmeye çalışmak; ve böylelikle bitap düşmüş rejime nefes aldırıp, elini güçlendirmek ve aziz devrimimizin ilerleyişini durdurmaktır.

Buna karşı aldığımız kararlar:  

1- Aynel Arab kentine yönelik olarak tam bir kuşatmayı başlatma ve işbirlikçi örgütün her türlü ihanetini engellemek
2- Saflarımız arasında PYD oluşumlarını temizlemek
3- Minbic-Haseke askeri güzergahındaki tüm PYD kontrol noktalarını temizlemek
4- Bizimle PYD’yi temsil eden her türlü oluşum arasında her türlü müzakere ve siyasi görüöşmeleri sonlandırmak
Buna bağlı olarak öncelikle rejimle ve rejimin işbirlikçisi PYD ile bağlantısı olmayan tüm Kürt gruplara mesajımız şudur: Nasıl bir kardeş kardeşinin mutluluğunu, derdini, toprağını, havasını, suyunu paylaşıyorsa biz de sizi bu şekilde kardeşimiz olarak görüyoruz.
İkinci olarak kurtarılmış bölgelerde PYD ile uzlaşmaya giden herhangi bir direniş grubu ya da fert Allah’a, Resulüne, Müslümanlara ihanet etmiş olarak görülecek ve bizler tarafından cezalandırılacaktır.
Ve son olarak amacımız Allah’ın rızası ve Suriye’de halkımıza güvenli bir hayat sunmaktır. Mücrim rejim devrilip aziz devrimimiz başarıya ulaşana dek Müslüman Suriye halkının birliğini korumak ve devrimin ilerleyişini sürdümek hedefimizdir."

<   http://www.incanews.net/manset/2688/kurt-islamcilar-pkknin-kokunu-kurutacagiz >


ÖZEL NOTUM YIL 2017 !!  SURİYEDE HALA İÇ SAVAŞ DEVAM EDİYOR VE KİMİN NE YAPTIGI KİMİN NE DEMEÇLER VERİP SÖZÜNDE NE KADAR DURDUGU BELLİ DEĞİL.?
ÜZÜNTÜM BU BATAKLIGIN İÇİNE BİZİDE ÇEKTİLER VE BU TERÖR GRUPLARI YÜZÜNDEN BENİM ASKERİM ŞEHİT OLUYOR.. TANER ÇELİK..

...

İŞİD SONRASI IRAKTA TARTIŞMALI YENİ AKTÖR: HAŞDİ ŞAABİ BÖLÜM 3



İŞİD SONRASI IRAKTA TARTIŞMALI YENİ AKTÖR: HAŞDİ ŞAABİ  BÖLÜM 3


11. Feylak El-Vaad El-Sadık: 

Lideri aynı zamanda Hareket al-Mustaafin El-İslamiye grubunun da genel sekreteri olan Şeyh Muhammed Hamza El-Tamimi’dir. Ancak askeri birimin başında Ammar Haddad’ın olduğu bilinmektedir. İran’ın dini lideri Ali Hameney’e doğrudan bağlılık göstermektedir. 

12. Ketaib İmam Hüseyin: 
Ana etkinlik alanı Selahaddin’ dir. Haziran 2014’ ten sonra kurulmuştur. Hareket El-Risale El-İslamiye adlı grubun silahlı kanadıdır. İran’ın dini lideri Ayetullah 
Ali Hameney’e sadıktır. 

13. Ketaib İmam El-Ghaib: 
Ketaib Hizbullah’ın içerisinden çıkmış bir gruptur. Daha çok Felluce ve Samarra’da görülmektedir. 

14. Ketaib Ensar El-Hicce: 
Şeyh Muhammed El-Kinani tarafından organize edilmiştir. Dava Partisi Irak Teşkilatı’nın silahlı kanadı olarak bilinmektedir. 
Irak Başbakanı Haydar El-Abadi tarafından özel olarak desteklendiği söylenmektedir. Ketaib Şehid Sadr’a bağlılığı olduğu bilinmektedir. 

15. Ketaib El-Ghadab: 
Abdulkerim Elİnzi liderliğindeki Dava Partisi İç Teşkilat bünyesinde kurulmuştur. Lideri Abu El Fakkar ElŞemmeri’dir. Bağdat, Tikrit, Samarra’daki operasyonlarda yer almıştır. Nuri El-Maliki tarafından desteklendiği söylenmektedir. Aynı zamanda İran’ın dini lideri Ali Hamaney’i önder olarak kabul etmektedir. 

16. Ketaib El-Difa Al-Mukaddas: 
Diğer isminin Kuvvet Seyid Sadr olduğu söylenmektedir. Liderinin Ebu Assadullah El-Aboudi olduğu bilinmektedir. Kutsal mekanları korumayı amaçladığı ifade edilmekle birlikte Nuri El-Maliki tarafından desteklendiği söylenmektedir. 

17. Ketaib Ruhallah: 
Şeyh Ebu Talib El-Mayahi tarafından kurulmuştur. Diyala, Bağdat’ın kuzeyindeki Zabıtiye ve Selahaddin’e bağlı Beled’de etkinlik göstermektedir. 
İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e bağlılık göstermektedir. Ketaib Ruhallah’ın doğrudan İran tarafından desteklendiğini bilinmektedir. 

18. Ketaib Ahrar El-Irak: 
Şeyh Abbas El-Maliki tarafından Ekim 2014’te kurulmuştur. Ketaib Ruhallah’la birlikte hareket etmektedir. 

19. Ketaib El-Tayyar El-Risali: 
Adnan El-Şehmani tarafından organize edildiği bilinmektedir. Adnan ElŞehmani aynı zamanda Irak Parlamentosu’nda Kanun Devleti Koalisyonu içerisindeyken 
ayrı bir grup siyasi grup teşkil etmiştir. Daha çok Bağdat’ta etkinliği bulunmakta dır. Şehmani’nin daha önce Mehdi Ordusu içerisinde yer aldığı, Mukteda El-Sadr ile yaşanan anlaşmazlık sonrası 2007 yılında Mehdi Ordusu’ndan ayrıldığı bilinmektedir. 

20. Ketaib El-Şehit El-Aval-Kuvvet El-Burak: 
Liderinin Vasık Firdevsi olduğu söylenmektedir. Anbar’ın batısındaki Ayn El-Esad Havaalanına yaptığı operasyonla gündeme gelmiştir. 

21. Ketaib El-Şehit El-Aval: 
Liderliğini Ali El-Musevi’nin yaptığı söylenmektedir. 

22. Saraya Ashura: 
Irak İslam Yüksek Konseyi’nin (IİYK) silahlı kanadı olarak bilinmektedir. Askeri lideri bilinmemekle birlikte doğrudan IİYK lider Ammar El-Hekim’e bağlı olduğu 
söylenmektedir. Özellikle Bağdat çevresi ve Samarra’da etkindir. 

23. Ketaib Ensar El-Akide:
Bağdat ve Selahaddin’in bir bölümünde etkili olan bu grubun liderliğini Irak İslam Yüksek Konseyi üyelerinden Şeyh Celaleddin Sağır’ın yaptığı söylenmektedir. 
Saraya Ashura adlı grup ile yakın çalıştığı bilinmektedir. Zikar ve Kerbela’da etkindir. 

24. Saraya El-Cihad: 
Hareket El-Cihad ve Bina adlı siyasi oluşumun silahlı kanadıdır. Haziran 2014’te kuruluşunu ilan etmiştir. Lideri aynı zamanda 2014 Irak seçimlerinde 
IİYK önderliğinde kurulan Muvatın Listesi’nden milletvekili olan Hasan El Sari’dir. Hareket El-Cihad ve Bina adlı siyasi oluşumun merkezi Vasit ilindedir. 
Aynı zamanda Babil, Basra, Necef, Kerbela ve Bağdat’ta da büroları bulunmaktadır. 
Hareket El-Cihad ve Bina adlı siyasi oluşum “ http://www.newsalgalibon.net/ ” adlı İnternet sitesi üzerinden yayın yapmaktadır. 

25. Kuvvet Şehid Sadr: 
Dava Partisi Irak Teşkilatı tarafından organize edildiği söylenmektedir. “Şehit Sadr” vurgusuyla Dava Partisi kurucularından Muhammed Bakır El-Sadr’a atıf 
yapılmaktadır. 

26. Liva Youm El-Kaim: 
Ketaib El-Mevt El-İstişariye adlı gruba bağlı olduğu bilinmektedir. Ancak bu grup hakkında detaylı bilgi yoktur. Lübnan Hizbullahı ile yakın ilişkisi olduğu bilinmektedir. 
Liva Youm El-Kaim’in Liderliğini Abuzir El-Hassani’dir. Ancak Hassani’nin Aralık 2014’te öldüğü söylenmektedir. Bağdat’ın Ebu Garip bölgesinde 
etkindir. Lübnan Hizbullahı’nın lideri Hasan Nasrrallah’a atıf yapmaktadır. 

27. Liva Zülfikar: 
Lideri Ebu Şahad ElCuburi’dir. Mukteda El-Sadr’ın ailesine bağlılık göstermekte dir. Aynı zamanda Hz. Zeynep Türbesini korumak için Suriye’de de savaşmıştır. 

28. Hizbullah El-Sairun: 
Genel Sekreteri Rahman El Cezayiri olan oluşumun Lübnan Hizbullahı’ na bağlı olduğu söylenmektedir. Faaliyet alanı ve kuruluş yeri olan Vasit ile Bağdat’ta etkindir. 

29. Liva Esedullah Galip: 
Suriye’deki Beşşar Esad rejimine destek vermek ve Suriye’deki kutsal mekanları korumak amacıyla kurulan grubun lideri Suheyl ElAraci’dir. Bağdat ve Vasit illerinde etkilidir. 


30. Liva El-Muntadar: 
Merkezi Basra’dadır. Ketaib Seyid Şuheda grubunun altında çalıştığı bilinmektedir. Hareketin liderliğini geçtiğimiz dönemde Irak Cumhurbaşkanı 
Celal Talabani’nin danışmanlarından biri olan Seyid Daghir El-Musevi yapmaktadır. El-Musevi’nin Irak İslami Yüksek Konseyi’ne yakın bir kişi olduğu bilinmektedir. 

31. Mukavemet İslamiye Liva Yevmul Maud: 
Aslında Eylül 2008 yılında Mukteda Sadr tarafından Mehdi Ordusu’ nun bir kolu olarak kurulmuştur. Ancak Mehdi Ordusu’ nun faaliyetlerini durmasıyla 
aktivitesine son vermiştir. Samarra ve Tikrit operasyonuyla yeniden kendini göstermiştir. 

Bu grup http://www.almaoaod.net/ adlı internet sitesi üzerinden faaliyetlerini duyurmaktadır. 

Bunların dışında ismen bilinen başka oluşumlar da bulunmaktadır. Bu oluşumlar genellikle büyük milis gruplarının birer parçasıdır ve sadece belli 
bir bölgenin korunması ya da belli bir bölgede etkinlik kurması amacıyla oluşturulmuştur. 

Bunlardan bazılarını aşağıdaki gibi ifade etmek mümkündür: 

32. Hareket El-Abdal 
33. Saray El-Zehra 
34. Hizbullah El-Abrar 
35. Liva Ammar ibn Yasir 
36. Liva El-Imam El-Hasan El-Mücteba 
37. Ketaib El-Fatah El-Mubin 
38. Liva El-Şabab El-Risali 
39. Liva El-Sadıkıyn 
40. Liva El-Kaim 

41. Liva El-İmam El-Kaim Daha önce de ifade edildiği gibi yerel olarak Haşdi Şaabi yapısıyla entegre olan pek çok grup ortaya çıkmıştır. Bu gruplar dışında 
burada adı yazılmayan gruplar olabileceği de akılda tutulmalıdır. 

42. Liva El Karia 


SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 

Görüldüğü gibi Haşdi Şaabi oluşumu oldukça karmaşık ve hatları net olmayan bir yapıya sahiptir. Haşdi Şaabi içerisinde yer alan grupların sayı ve büyüklüklerine ilişkin 
farklı rakamlar ifade edilmektedir. Bu konuya ilişkin oldukça spekülatif ve geniş aralıkta rakamlar verilmektedir. Bu nedenle silahlı grupların ve sahip oldukları 
savaşçıların tam sayısını bilmek mümkün değildir. Ayrıca farklı gruplar farklı bölgelerde etkinlik göstermektedir. Bu nedenle gruplar arasındaki etkinlik ve sayı orantısı farklılık göstermektedir. Bu karmaşıklığın giderilmesi ve bu gruplar arasındaki çeteleşmenin önüne geçilmesi amacıyla kurumsallaşma çalışmaları yapılsa da Irak’taki pek çok kesim tarafından Haşdi Şaabi oluşumunun sorunlara yol açabileceği endişesi dile getirilmektedir. 

Haşdi Şaabilerin medyada görünürlüğü artmış durumdadır. Özellikle Haşdi Şaabi içerisindeki milis güçlerin sosyal medya hesapları üzerinde olumlu bir algı yaratmaya çalıştığı görülmektedir. Bu noktada IŞİD’in iletişim ve medyada yaptığı propagandanın benzerinin yapılmaya çalışıldığı görülmektedir. Haşdi Şaabi içerisinde yer alan milis güçlerin sosyal medya hesaplarında paylaşılan video ve fotoğraflarda olumlu algı yaratacak görüntülerin kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra, IŞİD’e karşı üstünlük sağlandığını gösteren pek çok video ve görüntü de paylaşılmaktadır. Böylece medya üzerinden bir algı operasyonu da yapılmaktadır. 

Ancak Ayetullah Ali Sistani’nin çağrısıyla ortaya çıkan ve daha sonra IŞİD’le mücadele sürecinin yürütücüsü konumuna gelen Haşdi Şaabi, mezhepsel bir tehlikeyi de ortaya çıkarmaktadır. Her ne kadar Ayetullah Ali El-Sistani, “bütün Müslümanlara” IŞİD’e karşı cihat fetvası verse de Sistani’nin Şii din adamı olarak verdiği bu fetvanın mezhepsel bir tepkiyi doğurduğu görülmektedir. Bu durum terörün yanında mezhepsel çatışma tehdidini de ortaya çıkarmaktadır. 


Diğer taraftan Haşdi Şaabiler içerisindeki Hıristiyan ya da Sünni gruplara yer verilerek Haşdi Şaabilere halk gözünde meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır.Ancak Haşdi Şaabi içerisinde Şiiler dışındaki grupların da geçmişi göz önünde bulundurulduğunda Haşdi Şaabi yapısının halen meşruluk problemi bulunduğu bir gerçektedir. 
Zira daha önce de ifade edildiği gibi Haşdi Şaabi içerisinde yer alan Sünni grupların neredeyse tamamı daha önce ya hükümetle çalışmış ya da işbirliği yapmıştır. 
Özellikle Haydar El-Abadi öncesi dönemde Irak hükümetinin uygulamalarından rahatsız olan Sünni halk bazında, Haşdi Şaabi içerisinde yer alan aşiret ve 
gruplar üzerinden meşruluk sağlanması mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle Sünnilerin genel ve yerel düzeydeki sıkıntılarının giderilmesi konusunda kapsayıcı ve gerçekçi politikalara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu noktada Sünnilerin siyasi sürece entegrasyonu ve Sünnilerin yerel hak ve talepleri üzerinde politikalar üretilmesi gerektiği düşünülmektedir. 

Milis grupların yeniden ortaya çıkmış olması Irak hükümetinin meşruiyetini zayıflatmaktadır. 
Hükümetin ordu ve polis gibi güvenlik birimlerini güçlendirerek devleti istikrara götürecek dengeli bir yapı kurmak yerine milis gruplardan oluşan bir yapıyla 
güvenliği sağlamaya çalışması, devletteki kurumsallaşmaya zarar verecektir. Daha önce de ifade edildiği gibi Haşdi Şaabi yapısı içerisinde bütüncül bir varlıkla IŞİD’le mücadele ediliyor görüntüsü verilse bile savaş alanında bile her grup kendi bayrağıyla ve kendi liderlerinin direktifiyle hareket etmektedir. 
Irak hükümeti bu oluşumu kontrol altına almaya çalışsa bile 40’tan fazla gruplaşmanın yaşandığı bu yapının kontrol altına alınmasının kolay olmayacağını söylemek mümkündür. Kontrol altına alınsa bile Irak’taki daha önceki örnekler yine de Haşdi Şaabi yapısı içerisinde ayrışmaların yaşanabileceğinin gösterir niteliktedir. 
Ayrıca yukarıda belirtilen hemen her bölgede aktif olan büyük milis grupları, küçük gruplar üzerinde baskı yaratmakta ve bu grupları kontrol altına almaya çalışmaktadır. 
Bu nedenle gruplar arasında çatışma dinamiklerinin ortaya çıkması ihtimal dahilindedir. Hükümetin bu gruplar üzerinde tam kontrol ve denetim 
sağlayamaması durumunda zaten istikrarsız ve zayıf bir yapıya sahip hükümetin ülkedeki isikrarsızlığın önüne geçmesininzor olacağını söylemek mümkündür. 

Yerel siyaset açısından da düşünüldüğünde Haşdi Şabilerin, IŞİD’le mücadeledeki pozisyonu, silahlı ve parasal gücü, Şiiler arasındaki popülaritesi düşünüldüğünde, Haşdi Şaabi üzerinde etkinlik sağayacak taraf ya da tarafların, Irak’taki askeri güç ve siyaset dengesi arasındaki bağlantı düşünüldüğünde, Irak siyasetinde de etkili bir pozisyon alacağı göz ardı edilmemelidir. 

Bu noktada Haydar El-Abadi, Haşdi Şaabi üzerinde etkinlik sağlayamaya çalışsa da şimdilik tam anlamıyla bir etkinlik kurabilmiş değildir. Özellikle Irak eski 
başbakanı ve üçüncü dönem başbakanlık peşinde koşan Nuri El-Maliki’nin Haşdi Şaabi üzerinde etkinlik kurmaya çalıştığına yönelik söylentiler Irak siyasetinde 
yüksek sesle konuşulmaktadır. Bununla birlikte daha önce Irak İslam Yüksek Konseyi’ne bağlı milis grup olarak ortaya çıkan ve daha sonra partileşerek siyasi 
hayatta da etkili olan Bedir Örgütü lideri Hadi El-Amiri’nin de Haşdi Şaabi üzerinden büyük bir etkinlik sağladığı ve popülaritesinin arttığı görülmektedir. Bu noktada Haşdi Şaabi üzerinden yürütülecek siyasi çıkar çatışması da Irak’ın geleceğini olumsuz olarak etkileyebilecek en önemli meselelerden bir olarak karşımıza çıkmaktadır. 


Haşdi Şaabi içerisinde yer alan grupların askeri, silah ve lojistik açıdan İran tarafından desteklendiği açıktır. Bu süreçte ayrıca İran’ın Irak’taki etkisinin de hissedilir derecede arttığı görülmektedir. İran’ın Haşdi Şaabililere her konuda destek verdiği açık olarak belirtilmektedir. İranlı askeri danışmanların doğrudan operasyonlarda çok fazla yer almadığı, bunun yerine askeri strateji, operasyonel planlama, eğitim konularında büyük görevler üstlendiği söylenmektedir. İranlıların özellikle nokta operasyonlar yaptıkları da ifade edilmektedir. 

Ancak bu durum Irak’taki milliyetçi Şii ve Sünnilerin tepkisini çekmeye başlamıştır. İran’ın etkinliğini pek çok grup bir “işgal” girişimi olarak tanımlamakla birlikte, İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi’nin “Başkentimiz Bağdat” açıklaması bu algıyı güçlendirmektedir. Bu nedenle Haşdi Şaabi yapısının gittikçe inandırıcılığını yitirmeye ve İran’ın kontrolünde bir güç olarak algılanmaya başladığı görülmektedir. Hatta pek çok Iraklı İran’ın kendisini korumak için Irak’taki Haşdi Şaabilere destek verdiğini, bu vasıtayla Iraklıları kullandığını ve Iraklıların İran için öldüğünü söylemektedir. Bu nedenle Irak hükümetinin bu algıdan sıyrılmak ve bütün Irak halkı nezdinde meşruiyetini sağlamak için Haşdi Şaabi yapısını İran etkisinden kurtarması gerektiği düşünülmektedir. Ancak mevcut durum itibariyle İran’ın Haşdi Şaabi ve Irak siyasetindeki ağırlığı gittikçe artmaktadır. Haşdi Şaabi üzerindeki İran kontrolü ve denetimi kırılmadığı sürece hem Haşdi Şaabi yapısının Iraklı kimliği gittikçe kaybolabilecek hem de İran’ın Irak’taki kontrolü artabilecektir. Bu durum Irak’ın bağımsız politika geliştirmesinin önüne geçebileceği gibi iç siyasi ve güvenlik dengesini de bozabilecek ve Irak’taki istikrarsızlığı arttırabilecektir. 

Bununla birlikte Haşdi Şaabi oluşumunun geleceğine ilişkin belirsizlik de devam etmektedir. Haşdi Şaabi’nin kalıcı bir yapı mı yoksa geçici bir oluşum mu olacağı belli değildir. Özellikle burada iki konunun tartışmalı olduğunu söylemek mümkündür. 
Öncelikle IŞİD’le mücadele amacıyla ortaya çıkan Haşdi Şaabi yapısının IŞİD sonrası süreçte güvenlik ve siyasi açıdan nasıl bir pozisyon alacağı bilinememektedir. 
Bunun yanı sıra Haşdi Şaabi bünyesinde yer alan milis güçlerin varlığının devam edip etmeyeceği de tartışmalıdır. Her ne kadar Haşdi Şaabi içerisinde gönüllü olarak savaşan ve bir mesleği olan kişilerin (öğretmen, mühendis, devlet memuru, doktor gibi) IŞİD sonrası süreçte işlerine ve görevlerine döneceği söylense de bunun bir garantisi yoktur. Ayrıca Haşdi Şaabi içerisinde IŞİD’e karşı mücadele eden ve bir mesleğe sahip olmayan kişilerin de kendi yaşadıkları yerlerde Irak hükümetine bağlı ordu ve polis güçlerine entegre edeceği söylenmektedir. Ancak ne kadar kişinin Irak güvenlik güçlerine entegre edileceği belli olmamakla birlikte, Irak’ta belki de bugünkü problemlerin ana unsuru olan güvenlik güçleri içerisindeki etnik ve mezhepsel dengenin tek taraf lehine bozulup bozulmayacağı ve bu dengenin nasıl sağlanacağı da bir soru işareti olarak durmaktadır. 

Nitekim Haşdi Şaabileri legalize etme çabalarına rağmen, Sünni ve Kürt halkın Haşdi Şaabilerden tedirgin olduğu çok açıktır. Son dönemde Şiiler arasında da 
Haşdi Şaabilere karşı bir rahatsızlık baş göstermektedir. Toplumsal ve kitlesel bir durum ortaya henüz çıkmamış olsa da, Haşdi Şaabiler içerisinde yer alan bir 
kısım kişilerin halkı rahatsız edecek davranışlarda bulunduğu ve bu nedenle Şii halkın bile tepki göstermeye başladığı söylenmektedir. Ayrıca IŞİD’e karşı mücadelede Sünniler kendi bölgelerini kurtarmak için mücadele vermezken, bu savaşta çok sayıda Şii’nin hayatını kaybetmesi nedeniyle bir tepki oluşmaya başladığı ve Haşdi Şaabi oluşumunun sorgulanmaya başladığı da görülmektedir. Bununla birlikte halk, Haşdi Şaabi oluşumunu bir kurtarıcı olarak görse bile Haşdi Şaabi içerisindeki gruplara yönelik de bir tepki ortaya çıkmaya başlamıştır. Mevcut durum itibariyle Haşdi Şaabiler, denetimsiz olmaları ve kontrol ettikleri alanlardaki yönetimi de ellerinde bulundurmaları nedeniyle bağımsız hareket etmektedir. Haşdi Şaabiler içerisindeki bir grup insanın hırsızlık, gasp, adam kaçırma, haraç alma gibi eylemler yapmaya başlaması, halkı tedirgin etmektedir. Bununla birlikte Haşdi Şaabilerin kontrol altına aldıkları bölgelerdeki uygulamaların uluslararası medya kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin de dikkatini çekmektedir. Başta Uluslararası Af Örgütü gibi saygın kurumların yaptıkları araştırmalarda Haşdi Şaabilerin insan haklarını ihlal eden uygulamalara başvurdukları ifade edilmektedir.9 

Öte yandan mevcut durum itibariyle Haşdi Şaabi içerisindeki milis gruplar ile Kürtler ve Sünni Araplar arasında yerel birkaçolayın dışında bir çatışma yaşanmazken, yine de taraflar arasındaki gerginliğingeniş çaplı bir çatışmaya dönme riski olduğunu görmezden gelmek mümkündeğildir. Ayrıca her ne kadar sayıları artsa bile Haşdi Şaabilerin, IŞİD’le tek başına mücadele etme gücünün ve yeteneğinin olmadığı bu süreçte görülmektedir. Özellikle karışık bir nüfus yapısına sahip bölgelerde bu durum daha fazla hissedilmektedir. 

Bu nedenle Haşdi Şaabiler özellikle Irak’ın kuzeyindeki Kerkük gibi bölgelerde Peşmerge, asayiş, silahlı Sünni Aşiretlergibi oluşumlarla da işbirliği yapmaktadır. 

Bu işbirliğinin artması IŞİD’le mücadeleyi güçlendireceği gibi IŞİD sonrası çatışma dinamiklerinin ortaya çıkmaması için biruzlaşma imkanı yaratabilecektir. 

Son olarak, IŞİD tehdidi geçmesinin ardından bu milis güçlerin Irak güvenlik güçlerine entegrasyonu sağlansa bile, bu güçlerin ideolojik ve siyasi olarak grupsal bağlılıklarının devam edeceğini söylemek mümkündür. Bu milis yapılar hükümette yer almasalar bile hakim ya da etkili oldukları bölgelerde idari paylaşımdan pay almak isteyebilecektir. Böylece merkezi hükümetin gevşek bir yapıya dönüşerek yerelleşmenin artmasına yol açması muhtemeldir. 
Ayrıca Irak’ta devlet yapısı içerisinde milisleşme ve kontrol mücadelesi yaşanması olasılığı da güçlü bir biçimde kendini göstermektedir. Irak’ta önceki 
yıllarda yaşanan tecrübeler bu olasılığı ortaya koymaktadır. Bu durum çatışma dinamiklerini arttırabilecektir. Bu nedenle IŞİD sonrası süreçte özellikle Sünnilerin siyasi sürece entegre edilmesi, devlet otoritesi içerisinde dengenin sağlanması, 

Sünnilerin yaşadıkları bölgelerde öz yönetim haklarının verilmesi ve temel vatandaşlık haklarının geri getirilmesi gibi noktaların dikkatle incelenmesi gerektiği düşünülmektedir. Yaşanan bu süreç Sünnilerin siyasi ve güvenlik denklemi içerisinde yer almadan Irak’taki güvenlik ve siyasi istikrarın yakalanamayacağının en büyük göstergesi olmuştur. 


KAYNAKÇA 

1 Koalisyon içerisinde yer alan ülkeler şunlardır: ABD, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Bahreyn, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri, Bosna Hersek, Bugaristan, Kanada, Hırvatistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Mısır, Estonya, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İngiltere, İspanya, İzlanda, Irak, İtalya, İrlanda, Japonya, Ürdün, Kosova, Kuveyt, Letonya, Lübnan, Litvanya, Lüksemburg, Makedonya, Moldova, Karadağ, Fas, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Panama, Oman, Polonya, Portekiz, Katar, Güney Kore, Rpmanya, Suudi Arabistan, Sırbistan, Singapur, Slovakya, Somali, İsveç, Tayvan, Türkiye ve Ukrayna. Ayrıca Avrupa Birliği ve Arap Birliği de kurumsal olarak koalisyona destek vermektedir. 

2 Haşdi Şaabi içerisinde görev alan Iraklı komutanlarla yapılan görüşme, Bağdat, Mart 2015. 

3 Ebu Mehdi El-Mühendis, İran Devrim Muhafızlarına bağlı olarak 1980’lerde Kuveyt’te yapılan bir dizi saldırıdan sorumlu tutulmaktadır. 
Ebu Mehdi El-Mühendis’in İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ile yakın ilişkileri bulunmaktadır. Ebu Mehdi El-Mühendis’in 
Kuveyt’te Fransa ve ABD büyükelçiliklerine düzenlenen bombalı saldırılar ile Kuveyt Emirine yönelik yapılan bombalı araçlı saldırı ve uçak kaçırma eylemlerine karıştığı iddia edilmektedir. 

4 YDH, “ Tıkrit’te 100 İranlı Askeri anışman ”, 
http://www.ydh.com.tr/HD13711_tikritte-100-iranliaskeridanisman.html, Erişim: 5 Nisan 2015. 

5 Haras Vatani, temel olarak her vilayetin kendi yerel koruma gücüne sahip olması fikrinden hareketle ortaya çıkmıştır. Haras Vatani’nin kurulmasının gündeme gelmesinin en büyük sebeplerinden biri Irak hükümetine bağlı ordu ve güvenlik güçlerinin özellikle Sünni bölgelerdeki uygulamaları ve IŞİD 
operasyonları sırasında bölge halkının korunmasında etkisiz kalması olarak gösterilebilir. Bilindiği gibi IŞİD’in Musul’a girmesinin ardından Irak hükümetine bağlı güvenlik güçleri IŞİD’e karşı koyamayarak görev yerlerini terk etmiş ve IŞİD neredeyse savaşmadan Sünni bölgelerde kontrol sağlamıştır. 
Ayrıca Haşdi Şaabilerin ortaya çıkmasından sonra Sünnilerin tepkisinin azaltılması için de Irak hükümeti tarafından Haras Vatani meselesi gündeme getirilmiştir. 
Bununla birlikte Haşdi Şaabi ve içerisindeki milis güçlerin Haras Vatani içerisine dahil edilerek meşrulaştırılması ve böylece tepkilerin önüne geçilmesi hedeflenmektedir. 
Ancak Haras Vatani’nin yapısı ve yetkileri konusunda tartışmalar devam etmektedir. 

6 Bu bölümün büyük kısmı Irak’ta Ekim ve Aralık 2014, Ocak ve Mart 2015 tarihlerinde Irak’ta yapılan saha çalışmalarından edinilen bilgilere göre hazırlanmıştır. 
Bunun yanı sıra http://jihadintel.meforum.org/ adlı internet sitesinden de faydalanılmıştır. Erişim: 2 Nisan 2014. 

7  “Ayetullah Sistani’den IŞİD’le Savaşanlara 20 Emir”, 
http://www.ydh.com.tr/HD13655_ayetullahsistaniden-isidle-savasanlara-20-emir.html, Erişim: 5 Nisan 2015. 

8  Vasık Battat’ın açıklamaları için bakınız: https://www.youtube.com/watch?t=18&v=ZkAV7BCjkiw, Erişim: 2 Nisan 2014. 

9  Örnek rapor için bakınız: Amnesty International, “Iraq: Absolute Impunity: Militia Rule in Iraq”, 
https://www.amnesty.org/en/documents/MDE14/015/2014/en/, Erişim: 5 Nisan 2015. 


ORSAM 
Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Çankaya / Ankara 
Tel: 0 (312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48 
www.orsam.org.tr, orsam@orsam.org.tr 


***